Osmanlının Kadın Şair Olmak ve Kadın Şairlerin Biyografileri
Fuzûlî,
Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak, der.
Aşkı her şeyin üstünde görür, bunu da kesin bir dille ifade
eder.
"Divan şiirinin teşrifatınca aşk, şair için
dışında kalınamaz, mutlaka benimsenmesi ve terennüm edilmesi mecburî bir
duygudur. Şairin aşk duygusunu şiire mihver yapması, kendini muhakkak âşık
pozisyonunda görmesi bu edebiyatın uyulması şart olan adabındandır. Divan
şairliğinin yolu, en başta âşıklık rol ve hüviyetini kabullenişten geçmektedir."
"Divan şairi oldum olası âşıktır. Bu aşk onulmaz
bir derttir. Ama o bu dertten memnundur. Bu derdin dermanı da bu derdin
kendisidir."
"Klasik şiirimizde her şairin ayrı bir mahlası,
toplum içinde tanınmasına yarayan ayrı bir lakabı ve aileden getirip asalet
kesbettiği ayrı bir soy ismi vardır. Ama hepsinin ortak sıfatları âşık
oluşlarıdır... Dolayısıyla, aslında Fuzûlî ibdâ etmiş olmasına rağmen hemen
hepsi:
Bende Mecnun'dan füzûn âşıklık istidâdı var
Aşık-ı sâdık benem Mecnun'un ancak adı var,
mısralarının altına imza atabilirlerdi."
Osmanlı Kadını ve Şiir
Divan şairliğinin yolu âşıklık rol ve hüviyetini
kabullenmektir doğru. Bu durum bu vadide eserler verenin kadın
olmasını hemen hemen imkânsız kılar. İfade edilecek aşk beşerî ise kadın,
bu vadide eserler vermede peşinen saf dışı kalacaktır. Çünkü kadın, hemen
her çağda ve her edebiyatta şiirin öznesi değil nesnesi konumundadır. Şair
olunca seven konumunda karşımıza çıkmasını beklediğimiz kadın, muhafazakâr
bir toplumda ancak ve ancak ilahî aşkı terennüm edebilir. Şiir yazan, aşka
düşen bir kadına iyi gözle bakılamayacağı muhakkaktır.(!) Aşk,
"erkeklere yakışır, aşkı erkekler bilir", şu halde "şiir
yazmak da erkeklerin işi"dir. "Kadının en önemli meziyetinin "kendisinden
bahsettirmemek" olduğunun kabul gördüğü bir toplumsal psikoloji içinde,
şiir biçiminde olsun kendisinden söz etmek, duygularını, aşklarını, acılarını,
ümitlerini, kısaca manevi cazibesini sergilemek yani kendisinden bahsedilmesine
izin vermiş olmak kadın şair için sakınılması gereken bir durumdur. Bir başka
deyişle manevî cazibe de en az maddî cazibe kadar setri gerektirir. Bu durumda
kadın şair ya manevî cazibesini şiirin ifade vasıtaları ile sergilemiş olmanın
getireceği toplumsal baskıyı göze almak zorundadır, ya da susmalıdır.Toplumsal
baskıyı göze alamadığı ancak yaradılışın kendisine yüklediği şairlik
yeteneğinin büyüleyici zorlamasından da vaz geçemediği yani susamadığı anda
kadın şairin yolu basit bir temkin programı geliştirmekten geçer.. Bunun en
kestirme ifadesi de kendi kalbini, kendi ruhunu şiir haline geçirmek değil;
ifade klişeleri önceden belirlenmiş bir erkek söylemini üstlenmekten, bir başka
deyişle ödünç bir kalbi şiir biçiminde deşifre etmekten geçer.”
Kadın divan şairlerimizle ilgili bir eksiklik,
şiirlerinde kadın ruhunu aksettirememeleri, aksettirmede güçlük çekmeleridir.
Bunda sosyal şartların etkisi vardır, ancak toplumun çizdiği belli bir edebiyat
geleneği içerisinde erkekçe şiirler söylemeleri de güç olur. Leylâ Hanım'ın:
Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler
İç dilber ile bâde ne derlerse desinler
Âlemde nedir farkı bana medh ile zemmin
Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler
(Meclisi hazırla ne derlerse desinler, güzelle içki iç
ne derlerse desinler. Benim için övgü ile yerginin bir farkı yoktur. Sağ
olsun dostlar da, ne derlerse desinler.) tarzındaki sözleri döneminde bir kadın
için hoş karşılanmamış, ağır tenkitlere maruz kalmıştır, Şeref Hanım'ın:
Gûş etme bu âlemde şemâtât-ı adûyu
Zevkinde ol eğlen de ne derlerse desinler,
sözleri de hoş karşılanmaz. “… Şairin her
sözüne asma kulak diyip geçmek muvafıktır amma, "Zevkinde ol eğlen de ne
derlerse desinler" gibi tehlikeli bir nasihati kabul edecek olursak edep
ve haya âleminde ne dehşetli fırtınalar, zelzeleler vaki olacağını da dikkate
almalıdır." denilerek kınandığını görürüz. Leyla Saz Hanım'ın dediği
gibi belki de bu noktada kadın şairlerimize düşen "hallerini takrire
hicabın mani" olmasıydı:
Mâni oluyor hâlimi takrîre hicâbım
Üzme yetişir üzme firâkınla harâbım
Selb oldu sükûnum beni terk eyledi hâbım
Üzme güzelim üzme ki firkatle harâbım
(Halimi sana söylemeye utancım engel oluyor, üzme,
senin ayrılığınla harap oldum, rahatım kaçtı, uykum beni terk etti, üzme
güzelim, üzme ki ayrılığınla harabım.) Veya:
Duymasın kimse yine kalbî olan feryâdımı
Bilmesin keşfetmesin hâl-i dil-i nâşâdımı
Rahme şâyân bulmasınlar ye's-i gam-mutâdımı
Olmasın ta'yîb edenler dilber-i bî-dâdımı
(Kimse yine kalbimdeki ağlayıp inlememi duymasın,
bahtsız gönlümün halini bilmesin, dinlemesin. Üzüntüyü alışkanlık haline getirdiğimi
anlayıp da bana acımasınlar, zalim sevgilimi ayıplamasınlar)
Bu kınamalar,
şairelerimizin bazen şahsına yönelir: Mihrî Hanım, Paşa Çelebi'den evlenme
teklifi alır. Bu evlenme teklifi ve reddi, bugün burada çirkinliği nedeni ile
zikretmemizin hayli güç olduğu bir tavırla Zatî tarafından pervasız, kaba bir
yoruma maruz kalır. Kadın şairlerimizin bir kısmı da isimleri çevresinde
hayli çirkin rivayetlerin oluşmasına sessiz kalırlar.Hatta bir
kısmı değil şairliklerinden yana, "kirpiklerini zorla kestiren"
eşlerinin kıskançlıklarına, kaprislerine katlanırlar. Bir
kısmı ebeveynlerinin onları şairlik yolunda engellemeleri ile
karşılaşırlar. Feride annesinin şiirle uğraşmasından rahatsız
olmasını şöyle ifade ediyor:
Duhterine böyle m'eder mâderi söyle bana
Görmedim billâh cihânda böyle bir âzâr ana
(Söyle bana anne biri kızını böyle azarlar
mı, ey anne billahi dünyada böyle bir incinme böyle bir fenalık daha
işitmedim)
Bütün bunlar bir yana, Ani Fatma Hanım'ın
divanı evinde kalan muzip(!) bir misafir tarafından büyük bir
kabalıkla tahrip edilir. Kimi zaman da kadın sanatçılarımızın
yazdıkları eserlerin onlara ait olmadıkları düşünülür. 19. yüzyıldan
sonra yetişmiş kadın sanatçılarımızın bir kısmı ise, takma isimlerle
eserlerini verirler, kendi isimlerini kullanma cesareti gösteremezler. (Nigar
Hanım; Üryan Kalp, Yaşar Nezihe; Mahmure, Mazlume, Mehcure...) "Ahmed
Rasim, "Muharrir, Şair, Edip" adındaki kitabında
... "Nezahati hulk ve nezaketi hali cümleye malum olan merhume Nigar Hanım'ın
bir gazelini, bîedep bir nevreste o kadar çirkin bir tarzda tahmis etmiş idi
ki, (Andelîb) merhum kaşlarını çatarak güya bakacak okuyacak imiş gibi elinden
aldı, yırtıp suratına fırlattı." şeklinde rivayet eder. Bu tür
vak'aları, kadını toplumda, herhangi bir alanda yeterliliğini
ispatlarken görmenin gelişmemiş zihniyet sahiplerinde açığa
çıkardığı bayağılığa bağlamak durumundayız. Büyük şairlere nazireler yazıp
onların yolundan gitmek isteyen bir kısım kadın divan şairimiz de, şiirlerine
nazire yazılanlar tarafından hoşnutsuzlukla karşılanırlar. Necâtî, şiirlerine
nazire söyleyen Mihrî'ye:
"Ey benim şi'rime nazire diyen
Çıkma râh-ı edepten eyle hazer
Deme kim işte vezn ü kafiyede
Şi'rim oldu Necâtî'ye denk
Harfi üç olmak ile ikisinin
Bir midir filhakika ayb ü hüner" der.
(Ey benim şiirime nazire söyleyen, edep yolundan
çıkma, sakın. İşte vezin ve kafiyede Necâtî'ye şiirim erişti deme, ikisi de üç
harfle yazılır ama ayıp ve hüner bir değilrdir.(ayıp ve hüner kelimeleri arap
alfabesinde üç harfle yazılır.) Necâti haklı belki de(!), Necâtî'nin:
“Tek yerde gökte zerre kadar mihnet olmasun
Örtü döşek Necâtî'ye bir bûriyâ yeter”
şeklindeki beyitine Mihrî:
“Sen ey Necâtî ister isen bûriyâ döşek
Yâr işiginde Mihrî'ye bir kuru câ yeter”
tarzındaki tarizi ile Necâti'yi kızdırmış olmalı.
Bazen edebiyat araştırmacılarımızın da
kadını şair olarak önemsemediğine tanık oluruz. Çağdaş bir araştırmacımız,
Mihrî Hanım'ı eserine alış sebebini: "...adı tezkirelerde
geçtiği, Necâtî'yi taklit ettiği ve nihayet bir kadın şair olduğu için
aldık." şeklinde dile getiriyor(!)
Oysa Mihrî şiirlerinde bir
farklılığı gerçekleştiriyor, duygularını, aşklarını divan
edebiyatının izin verdiği ölçülerde azamî olarak ifade ediyordu. Diğer kadın
şairlerimizin hemen hemen hiç birinde görülmeyen bu rahatlık ve samimiyet
Mihrî'ye kadın his ve duyuşlarını şiire getirebilme, kadını nesne
konumundan özne konumuna, seven konumuna getirebilme
ayrıcalığını veriyordu. O gönlünü bir ara Müeyyedzâde Abdurrahman
Çelebiye, daha sonra da Şehzade Ahmed'in veziri Sinan Paşa'nın oğlu İskender
Çelebi'ye kaptırır. Aşkını sakınmadan dile getirdiği, samimi
duygularını ifade ettiği şu mısralar onu kadın şairler içinde muhakkak ki
farklı kılmaktadır:
İrdi çün âb-ı hayata "Mihrî" ölmez
haşredek
Gördü çün zulmet-i şebinde ayan İskender'i
Veya:
“Bir zaman şehr-i Amasiyyede İskender idin
Hızrveş âb-ı hayat üstüne bir rehber idin
Hûblar içre sanemâ sen dahi bir server idin
Yürü şâhım yürü ısmarladım Allâh'a seni
Kanı ol dem ki bizimle dün ü gün hemdem idin
Dil-i mecrûhumuzun yarasına merhem idin
Hey benim beyceğizim sen dahi bir âdem idin
Yürü şâhım yürü ısmarladım Allâh'a seni
Bâğ-ı hüsnüne hazan ermesin iy lâle-i zâr
Bulunur Mihrî gibi sana ne gam günde hezâr
Dostu yâd etmek imiş âdetiniz âhır-ı kâr
Yürü şâhım yürü ısmarladım Allâh'a seni”
diyebilen Mihrî, çevresinin bu konudaki hassasiyetini
de aynı rahatlıkla cevapsız bırakmaz:
Nice İskender'i lâ'lim zülâli
Suya iletdi vü susuz getirdi
(Dudağımın tatlı suyu nice İskender'i suya
götürdü susuz getirdi.)
Kadının şairliğini toplumun eleştirmesine cevap yine
Mihrî'den:
Çün nâkıs akl olur dirler nisâ
Her sözin mağrûr tutmaktır revâ
Lîk Mihrî dâinün zannı budur
Bu sözi dir ol ki kâmil usludur
Bir müennes yigdürür kim ehl ola
Bin müzekkerden ki ol nâ-ehl ola
Bir müennes yig ki zihni pâk ola
Bin müzekkerden ki bî- idrâk ola
(Kadınlar eksik akıllı olur onların her sözünü
boş saymak gerekir derler. Mihrî duacınızın zannı budur ki olgun kişiler
şöyle derler: Becerikli bir kadın beceriksiz bin erkekten, zihni açık bir kadın
anlayışsız bin erkekten iyidir.)
Şeref Hanım Divan'ında ninnilere rastlarız. Bu
ninniler onun divan şiirine, kadın zevk ve duyuşu getirdiğinin tanıklarıdır.
Aşağıdaki parça, Şeref Hanım'ın yeğeni Nebil'e söylediği ninniden alınmıştır:
Ağlama ey verd-i âl em memeden lezzet al
Cüz'i n'olur hâba dal niceye dek bu figân
Tûti-i bâğ-ı fuad şî'r-i şekerse murâd
İstediğinden ziyâd al olasın şâdumân
Midhate şâyestesin bir tıfl-ı nevrestesin
Mehdi dile bestesin şimdilik ey nev-civân
Gel açıl ol şûh sen ey sen gül-i nâzük beden
İşte bu ninniyle sen eyle dilin bir zamân
Sabr et eder Kirdgâr mâhiyetin âşikâr
Şeref Hanım'ın kedisinin ölümü için söylediği şu şiir,
samimilik ve duyarlılık örneğidir: Muammer eylesin sâhiplerin tâ haşredek Mevlâ
Emekdârândan bir can n'ola bezletse cân u ten Yazık altın adı oldu bakır
târîhini yazdım Gümüşden farksız tombak kedimiz gitti hayf elden Hanım
şairlerimiz bazen "kaybedilen bir saati" şiirin konusu yaparlar,
aşağıdaki manzume Feride Hanım'a aittir:
Âh kim çıktı elimden koynumun zer sâ'ati
Hasret ile kalmamışdır gönlümün hiç râhatı
Yâdigâr-ı yâr idi doğru gider gam-hâr idi
Yirmi beş yıldan beri ger eylediyse sirkati
Zer gibi zerd ola rûyı hem ayârı nakş ola
Mekr ile bîgâneler ger eylediyse sirkati
(Ah ki koynumun altın saati elimden çıktı. Onun
hasretiyle gönlümün hiç rahatı kalmamıştır. Eğer yirmi beş yıldan beri
çaldıysa bu sevgilinin hatırasıydı, doğru giden bir gam yiyiciydi. Eğer
hileyle yabancılar çaldıysa yüzü altın gibi sararır, hem de
ayarı işlemez.)
Yaslı gittim, şen geldim;
Aç koynunu ben geldim.
Bana bir yudum su ver,
Çok uzak yoldan geldim
Hemen hemen hepimizin bildiği, severek okuduğu bu marş
(Gelibolu Marşı), Leyla Saz Hanım tarafından bestelenmiştir. Leyla
Hanım'ın bu marş dışında dört marş daha bestelediğini biliyoruz. Yılmaz Öztuna:
"Leyla Hanım'ın eserlerinden olan beş marş özellikle bir bayan tarafından
meydana getirildiği için önemlidir."der.
Osmanlı Kadın Şairlerimizin Biyografileri
Zeyneb (?-1474 Amasya)
Babası: Kadı Çelebi Mehmed Eşi:
Kadı İshak Fehmi
Müzik, dil, edebiyat eğitimi almıştır. Arapça, Farsça
bilir. Divanı olduğu söyleniyor.
Mihrî (Amasya?-1506 Amasya-İstanbul)
Babası: Mehmed Bin Yahya (Şair Belâyî )
Evlenmemiştir.
Arapça- Farsça bilir.
Divan (Moskova 1967)
Divanın başında Tazarrunamesi (460 beyitlik mesnevi
var)
Mezarı: 2.Bayezıd'ın Amasyada
yaptırdığı Zevâdiye adı ile bilinen Halvetî tekkesinde, Halvetî Şeyhi
olan dedesi Pir İlyas'ın kabri yanındadır.
Ayşe Hubba (Amasya veya istanbul?-1589-90 İstanbul)
3.Murad'ın nedimesidir.
Eşi: Şemsî Çelebi (2.Selim'in hocası)
Arapça bilir.
Damadı Şair Vusûlî
Eserleri: Cemşîd ü Hurşîd (üçbin beyiti aşan bir mesnevi)
Mezarı: Eyüp'tedir.
Tûtî Kadın (16.yüzyıl)
Kanûnî Sultan Süleymanın nedimelerinden
Eşi: Şair Bâkî
Nisâyî (16.yüzyıl)
Şehzade Mustafa için yazdığı mersiyeleri vardır.
(Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi 244 numaralı mecmuada)
Afife Kadın (17.yüzyıl)
Sarayın önde gelen hanımlarından IV.Mehmed'in yakın
dostu, müşâareleri var
Sıdkî (?-1703 İstanbul )
Babası: Sultan IV.Mehmed devri ulemasından Kâmetîzâde
Mehmed Efendi, kız kardeşi Faize Fatma (şair) Bayramî
Divan (iki gazeli elimizde) Eşi: Emirağa Hattat,
Hace-i zenân
Fatma Faize (Molla Kadın)( ?- 1761/62)
Babası: İstanbul kadısı Kâmetizâde Şeyh
Mehmed, kız kardeşi: Şair Sıdkî Mezarı: İstanbul Emir Buharî
Zâviyesindedir.
Fıtnat Zübeyde (İstanbul?-1780)
Babası: Şeyhülislam Ebu İshakzâde Mehmed Efendi
(Atrabü'l-Âsar Fi Tezkireti Urafa-yı Edvâr Lehcetü'l- Lugat isimli
eserlerin sahibi), dedesi: Şair Şeyhülislam Ebu İshak Efendi , amcası:Şair
Şeyhülislam İshak Efendi, kardeşi: Şair Mehmed Şerif Efendi
Eşi: Nakibü'l-Eşraf, Rumeli Kazaskeri Derviş Mehmed
Eserleri: Divan (İstanbul ve Mısır'da basılmış)
Mezarı: Fatih Çarşamba'da İsmail Ağa Cami
Mezarlığında (?)
Safvet (İstanbul?- 1837)
Babası: Beylikçi Muhib Efendi Eşi: Miri Alemzade
Rıfat Bey Eserleri: Divançe( basılmamıştır) Mezarı: Eyüp'tedir.
Nesibâ (İstanbul?-1844 İstanbul)
Babası: Cidde Valisi Şerifpaşazade Said Sîret
Bey, kardesi: Şair Nihad Bey Eserleri:Divan
Mezarı: Kanlıca'da Ata Efendi Dergahındadır.
Leyla Hanım (İstanbul ?-1847)
Babası: Kazasker Moralızade Hamid Bey,
dayısı Keçecizade İzzet Molla (Şair) Mevlevî
Eserleri: Divan (Bulak 1844, İstanbul 1851, 1883
Mezarı: Galata Mevlevihanesindedir.
Fasiha (Kilis 1809-1862)
Babası: Zıddıoğullarından Mehmed Efendi,
kardeşleri: Merküpçü Rahmi (şair), Nutkî (şair) Arapça, Farsça bilir.
Romanları: Muhâzârat (H.1308), Refet (H.1314),
Udî(H.1315), Levâyıh-ı Hayat (H.1315), Enîn (H.1328) Tercümeleri: Meram
(Georges Ohnet'ten Volente(H.1307) Felsefe ile ilgili olanlar: Terâcim-i
Ahvâl-i Felâsife (H.1316), Tedkik-i Ecsâm (H.1317) İslam ve kadın konusundaki
eserleri: Namdâran-ı Zenân-ı İslamiyan, Taaddüd-i Zevcât'a Zeyl..
.Anı ve tarihle ilgili eserler de vardır. Mezarı: Feriköy Mezarlığı
Münire Hanım (1825-1903)
Babası: Sadrazam Mehmed Derviş Paşa Eşi: Kerbela
Mutasarrıfı Ali Rıza Paşa
Mevlevî
Arapça, Farsça bilir
Mezarı: Karacaahmet Mezarlığındadır.
Adile Sultan (İstanbul 1826-İstanbul 1899)
Babası: II. Mahmud, annesi: Zernigar Hanım
Eşi: Tophane Müşiri, Kaptan-ı Derya ve Sadrazam
Mehmed Ali Paşa Nakşî
Eserleri: Türkçe Divanı (Mısır 1315), Arapça
Divanı. (Kahire 1303)
Fıtnat Hanım (Hazinedarzade) (1842-1911)
Babası: Hazinedarzade Osman Paşa'nın
Kethüdası Ahmed Paşa Eşi: Bahriye Nezareti Mektupçusu Mehmed Ali Bey
Arapça Farsça bilir, Hattat Eserleri: Divan (basılmamış)
Mezarı: Edirnekapısı haricinde
Habibe (Hersek 1845-İstanbul1890)
Babası: Hersekli Ali Paşa (Şair)
Eşi: 1.eşi Dersaadet Küttabı'ndan Mehmed Mehdi Efendi,
2. eşi Konya Defterdarı Numan Fikri
Eserleri: Divan
Mezarı: Topkapı dışındadır.
Nakiye (İstanbul 1845-İstanbul 1898-99)
Babası: Müneccimbaşı Osman Saib Efendi
Dedesi Mehmed Nebil Bey (Divançesi var), ağabeyi Nebil
(Şair), teyzesi Şeref Hanım (Şair) Darü'l-Müallimat'ta tarih ve Farsça
öğretmenliği yapar
Eserleri: Lügat-ı Farisiye (1892), Namık Kemal'in
''Zavallı Çocuk'' isimli eserini Farsça'ya tercüme eder
Mezarı: Yenikapı Mevlevihane Mezarlığı
Şerife Ziba Hanım (?- İstanbul 1902)
Babası Şeyh Mehmed Zaid Efendi
Leyla Saz (1850-1936)
Babası Doktor İsmail Paşa (Valilik, Tıbbiye
Nazırlığı, Zaptiye Müşirliği, Hekimbaşılık) Eşi: Giritli Sırrı Paşa
I. Abdülmecid'in kızı Münire Hanım'ın
nedimesi Alaturka müzik eğitimi, batı müziği eğitimi
Eserleri: Le Harem İmperial (Paris, 1925) 'Eser
Almanca ve Çekçe olarak da yayınlanır)
Solmuş Çiçekler (1928)
Mezarı: Edirnekapı Şehitliğindedir.
İffet Hanım (İstanbul 1854-1912)
Babası: Adliyeci Hasan Tahsin Bey'in oğlu İbrahim
Necip Bey Arapça, Farsça bilir
Mezarı: Erenköy Sahra-yı Cedit
Mezarlığındadır.
Nigar Hanım (İstanbul 1862-1918)
Babası: Macar Osman Paşa Eşinden boşanmıştır
Kadıköy Fransız Mektebini bitirir. Arapça, Farsça,
Fransızca, Almanca, Rumca bilir.
Eserleri: Şiirleri; Efsûs, Nirân, Aks-i Sadâ,
Safahat-ı Kalp Düz yazıları: Elhân-ı Vatan Oyunları: Grive,
Tasvir-i Aşk (basılmamış), Suistimal Anı: Hayatımın Hikayesi Tercümeleri:
İki Hemşire, Davet, Madam ile Doktor
Mezarı: Rumelihisarının Kayalar Mezarlığındadır
Cevriye Banu Hanım (Çankırı Atkaracalar köyü
1863-1916)
Divanını yakmış
Kadirî
Seher Hanım (?- ?)
Tanzimat dönemi şairlerinden
Boğaziçi inas mekteplerinin birinde müdürlük
yapmıştır.
Fatma Servet (?- ? )
Darü'l-Muallimat mezunu, Türkçe ve coğrafya
öğretmenliği yapar
I. Abdülhamid'in cülusu için yazdığı birkaç
beyitten başka eserine rastlanamadı.
Mihrünnisa (1864- ?)
Babası: Müverrih Hayrullah Efendi Abdulhak Hamid
Bey'in kızkardeşi Eşi: Keçecizade Fuad Paşa'nın torunu Hikmet Bey
Divan şiiri geleneğinden çok Tanzimat sonrasında
gelişen yeni edebiyata yakındır.
Seniye Hanım (Tanzimat dönemi)
Şeyhülislam Aşir Efendi'nin torunlarındandır, Şair
Şeref ve Nakiye Hanımların akrabasıdır.
Cemile Hanım (Tanzimat Dönemi)
Babası: Kırşehir mutasarrıfı Saadetli Emin
Beyefendi'nin büyük biraderi Said Efendi
Mahşah (Trabzon 1864-1933)
Babası: Şatırzade Ahmed Bey
Eşi: Tahrirat Müdürü, Halep Ceza Reisi Mehmed Hamid
Efendi, oğlu Kalcızade Agah Bey de şairdir Hattat
Nakşî, mevlevî, şabanî, kadirî
Eserleri: Mün'im Şah yahut Zafer
Mezarı: Edirne kapısı mezarlığı
Fatma Makbule Leman (İstanbul 1865-1898)
Babası: Saray görevlisi Hacı İbrahim Efendi
Eşi: Sadaret Mektubî Kalemi Hülefası, Dahiliye
Müsteşarı Mehmed Fuad Bey Eserleri: Ma'kes-i Hayal (H.1312)
Mezarı: Eyüptedir.
Nüzhet (?- 1925)
Babası: Hacı Davud Han soyundan
Hakkı Paşa
Eşi: 1. eşi Yemen valisi İsmail Hakkı Paşa, 2.
eşi Muallim Ali Bey
Oğlu: Celal Sahir Erozan
İhsan Raif Hanım (Beyrut 1877- Paris 1926)
Babası: Vezir Köse Raif Paşa Eşi: Şahabettin
Süleyman Fransızca bilir, müzikle ilgilenir Er. İmzası ile yazar Eserleri:
Gözyaşları Mezarı: Rumelihisarı’ndadır.
Yaşar Nezihe (1882-1935)
Babası: Belediye Kantar İdaresi hademelerinden
Eserleri: Bir Deste Menekşe (1915), Feryatlarım (1924)
Şükûfe Nihal Başar (İstanbul 1896- 1973)
Babası: Miralay Ahmed Bey
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya
Bölümünü bitirmiştir, öğretmenlik yapmıştır
Eserleri: Şiirleri Yıldızlar ve Gölgeler (1919), Hazan
Rüzgârları (1928), Gayya (1930), Su (1933), Şile Yolları (1935),
Sabah Kuşları (1943), Yerden Göğe (1960) Romanları: Renksiz
Istırap(1928), Yakut Kayalar (1931), Çöl Güneşi (1933), Yalnız Düşünüyorum
(1938), Domaniç Dağlarının Yolcusu (1946), Çölde Sabah Oluyor (1951)
Hikayeleri: Tevekkülün Cezası (1928) Gezi yazıları: Finlandiya (1935)
Mezarı: Rumelihisarı'ndadır
Rabia Hatun (XX.yüzyıl)
Eşi: Tarihçi İsmail Hami Danişmend
İsmail Hami Danişmend'in müstear adı(!) Şiirlerin
Nazan Hanıma mı yoksa İsmail Hami Danişmend'e ait olduğu kesinlik
kazanmamıştır. Asıl adı Nazan
Eserleri: Rabia Hatun'un Şiirleri (1961)
Arife Hanım (?- ?)
Hangi yüzyılda yaşadığı bilinmiyor, hakkında bilgi bulunamadı.