Kısaca Abdülhak Hamit Tarhan'ın Edebi Kişiliği
Bombay’dayken eşi Fatma Hanım’ın hastalanması ve yurda dönerken ölmesi (1885) Abdülhak Hamit Tarhan’ı çok sarstı ve “Makber” şiirine esin kaynağı oldu. 1886’da Londra sefareti başkâtipliğine atandı, 1895’te Lahey büyükelçiliğine getirildi. 1897’de de Londara’daki görevine müsteşar olarak döndü. Londra’da geçen yıllarında İngiliz edebiyatını yakından tanıdı. 1890’da evlendiği Nelly Hanım öldükten sonra, Brüksel elçiliği sırasında Lüsyen Hanım’la evlendi. 1912’de görevinden alındı. Bir süre işsiz kaldıktan sonra 1914’te Meclis-i Ayan üyesi oldu. Mütareke yıllarını Viyana’da geçirdi, cumhuriyetin ilanından sonra yurda döndü. 1928’de İstanbul milletvekili oldu ve ölünceye kadar mebus olarak kaldı. Kendisine vatana üstün hizmet fonundan maaş bağlandı. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezarı Zincirlikuyu’dadır. YAPITLARININ ÖZELLİKLERİ Namık Kemal ve Şinasi ile ikinci kuşaktan Recaizade Mahmut Ekrem’in geliştirdiği yenilikçi ortamda şiire başlayan Abdülhak Hamit Tarhan, Türk şiirinde yenileşmenin ilk önemli ozanıdır. Onun şiirlerinde kullandığı nazım biçimleri ve Batılı anlamda kompozisyon anlayışıyla birlikte divan şiirinin süregelen etkileri sona erdi. Şiir tekniğinin değişmesinde bir dönüm noktasına gelindi. Abdülhak Hamit Tarhan, kendisinden önceki ozanlarda görülmeyen biçimde “ben”i işleyerek, şiire “birey”in bakış açısını getirdi. Doğayı nesnel olarak değil, öznel açıdan gören bu bireysel bakış açısı, dış dünyayı algılar ve yorumlarken, ozanın iç dünyasını dışavurmada bir araç oldu. İşlediği konular da, babasının ve eşi Fatma Hanım’ın ölümlerinin bilinçaltına işlediği ölüm duygusuyla doğadır. Doğaya da ölüm konusunda olduğu gibi metafiziksel açıdan yaklaşan Abdülhak Hamit Tarhan’ın şiirinde, günlük yaşamdaki trajik çatışmalar, yaşama başkaldırma, dinselliği sorgulama ve bireysel acılar gibi konular işlenirken, ölüm duygusundan kaynaklanan bu metafizik bakış açısı egemendir. Abdülhak Hamit Tarhan’ın devinim içindeki doğayı da şiire sokması bir yenilik oldu. Ancak, doğayı ya da kırsal yaşamı gerçekçi çizgileriyle vermekten çok, bir hayranlık duygusu eşliğinde çoğu kez metafizik yorumlamalarla betimledi. Abdülhak Hamit Tarhan’ın şiirde yeni kompozisyonlar geliştirmesine karşın, bu konuda estetik bir tutarlığa ulaştığını söylemek güçtür. “Üslubum yok, üsluplarım var” diyerek, bu arayışı, bir kural biçimine getirdi. Bu nedenle çoğu zaman, zengin imge yeteneğini estetik bir düzende kullanamayarak uyaklara bağımlı bir şiir düzeni kurdu. Dil bakımından da yalın ve ağdalı Osmanlıca dizeleri bir arada kullandı. Abdülhak Hamit Tarhan’ın oyunları, kendisinin de belirttiği gibi, oynanmak için değil okunmak için yazılmış dramlardır. Bu dramların başlıca konusu insanların tutkularıdır. ESERLERİ ŞİİR: Sahra (1879), Makber (1885), Ölü (1885), Bunlar Odur (1885), Divaneliklerim Yahut Belde (1885), Halce (1886), Bir Sefilenin Hasbıhali (1886), Bâlâdan Bir Ses (1912), Validem (1913), İlham-ı Vatan (1916), Tayflar Geçidi (1917), Ruhlar (1922), Garam(1923). OYUN: Macera-yı Aşk (1873), Sabr ü Sebat (1875), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindu (1876), Nazife (1876), Nesteren (1878), Tarık Yahut Endülüs Fethi (1879), Tezer Yahut Abdurrahman-ı Salis (1880), Eşber (1880), Zeynep (1908), İlhan (1913), Liberte (1913), Tarhan (1916), Finten (1916), Sardanapal (1917), Hakan (1935). MEKTUP: Mektuplar (derleyen: Süleyman Nazif, iki cilt, 1916). |