ÂŞIK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ, ÂŞIK OLMA GELENEĞİ
Âşık edebiyatı, bir yanıyla toplumsal iş bölümünün arttığı, bir yanıyla da özellikle XV. yüzyılın sonları ve XVI. yüzyılın başlarında Osmanlı toplumsal düzeninde belirginleşen farklı kültür daireleri sonucunda oluşmuş bir edebiyat koludur.
Âşık edebiyatı, bireysel yaratmayla olur. Saz şairi ve âşık kavramları anlamdaş kavramlardır. Bu bakımdan zaman zaman saz şairlerinin, âşıkların, halk edebiyatı kapsamında değil de edebiyat tarihi içerisinde ele alınmaları yönünde yaklaşımlar olmuşsa da genel eğilim bu edebiyat kolunun da halk edebiyatı kapsamı içerisinde ele alınması yönündedir.
Âşık edebiyatı ürünlerinin en belirgin özelliği mani, ninni, ağıt, tekerleme gibi halk edebiyatının diğer türlerine göre söyleyeninin belli oluşudur. Kuşkusuz mani, ninni, ağıt gibi halk edebiyatı ürünlerinin de bir ilk yaratıcısı vardır. Ne var ki bu ürünler özellikle söylendikleri mekanlar ve söyleniş biçimleri ilk söyleyenin adını kayda geçirecek biçimde olmadığından, zamanla ortak bir yaratıya dönüşerek anonimleşmektedirler.
Âşık şiirlerinde ise "tapşırma" denilen son dörtlük ya da bentte söyleyenin adı anılarak bu ürünün kime ait olduğu kayda geçirilmiş olur.
16. yüzyılda âşık tarzına dönüşen ozan şiiri, bu tarzdaki yetkin ürünlerini 17. yüzyılda verir. Halk, divan ve tekke edebiyatındaki unsurları bünyesinde birleştiren âşık tarzı, ozan şiir geleneğini kendine özgü bir kimlikle Cumhuriyet'e değin sürdürür.
19. yüzyıl başlarında büyük kentlerde eski önem ve etkinliğini yitiren âşık tarzı, varlığını özellikle oba, köy ve kasaba gibi kentdışı mekanlarda sürdürür. Cumhuriyetle birlikte, devletin halkçılık politikası paralelinde halk edebiyatına gösterdiği ilgi yeni bir heyecanı yaratmış olsa da, Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Müdami gibi yer yer gelenekle buluşan ama değişen şartlarla birlikte yeni bir içerik de kazanan temsilciler bulmuştur.
Özellikleri:
Dinin büyüden sıyrılmaya ve kurumlaşmaya başladığı süreçte siyasal otorite topluluklar içinde birinci plana geçer. Artık büyücü şairler yalnız dinsel görevlerle sınırlı ve onlardan sorumludur. Gelenekten getirdikleri sihirbazlık, halk hekimliği gibi yetileri işlevini yitirmiş, sürdüregeldikleri toplumsal konum da önemini kaybetmiştir.
İslami çerçeve içerisinde güzel sanatlarla birlikte saza ve söze getirilen sınırlamalar, siyasal otoriteyle eklemlenmiş dinsel otoritenin şaman geleneğinden gelen ozan şiirini etkilemesi ve yeni sosyo kültürel koşulların dayatmasıyla âşık tarzı oluşmuştur. Âşıkların, saz çalıp şiir söylemeyi bir mürşidin, pirin ya da Hızır Peygamber'in görünmesi ile öğrendiklerini anlatan öyküler, eski büyücü ozanların topluluk üzerindeki etkilerinden yararlanabilmek için yeğledikleri, topluluklara kendilerini sunuş ve onlar tarafından algılanış biçimlerinin günümüze kalmış izleridir. Bu etkiyi özellikle şehir merkezinde yetişmiş âşıklarda çok daha belirgin görürüz. |