M.S. II. Y.Y.’da İran’da
yaşayan din filozofu Mani tarafından kurulmuş bir dindir. Mani, insanın kötü
prensip tarafından yaratılmış olup; ancak doğru bilgi ile tartılabileceğini
iddia etmiştir. Maniehizm iki sınıfa ayrılır:
1.Yeni kabul edenler
2.Ermişler
Bunların dışında on iki havari vardır ve on iki havariler on iki piskopos
yardım eder. Bu din, İran, Hindistan ve Çin’de; sonradan da Afrika, Güney
İtalya ve Japonya’da (M.S. 5. Y.Y.) ve nihayet Avrupa’da (M.S. 11. Y.Y.)
yayılmıştır. Bu inanç sistemine göre yeryüzündeki iyi ve kötü birbirinin
aynasıdır.
Budizm
Buda (Buddha), Sanskritçede “uyanık” manasına gelektedir. Budizm’in
kurucusuna verilen adı Gôtama idi. Kendisine Şiddharta (Snk. Amaçları
gerekleşen) ismi de verildiği gibi Şakyamoni (Sakya aşiretine mensup keşiş veya
veli) Bhagavat (efendi) ve Tathâgata (eren) lakaplarıyla da anılmaktadır.
Buda’nın tarihi bir
şahsiyet olduğu sanılmıştı, fakat araştırmalar onun gerçekten yaşadığını ortaya
koymuştur.
Budizm’in dört yüksek
hakikati ve sekiz kat yolu olmak üzere iki doktrini vardır. Budizm’in
Protestanlık gibi doğduğu esnada hüküm süren dinin doğduğu infialden, bunlara
karşı yükselen protestodan doğmuştur. Gerek Budizm, gerek Protestanlık
birer ıslahat hareketleridir.
Buda, M.Ö. 6. Y.Y.’da
Hindistan’da yaşamıştır. Budizm’in amacı iyi insan olmak ve Nirvana’ya
ulaşmaktır. Din bu düşünceler üzerine kurulmuştur. Tenasüf (reenkarnasyon)
inancı vardır. Buda’nın ölümünden sonra, insanlar onu tanrılaştırmışlardır.
Sanskritçe
Hint-Avrupa dillerinin Ârî (Arya) veya Hintİ-ran bölümünün Hint koluna ba
ğlı ölü bir dildir. Sanskritçe, bilim ve edebiyat dilidir, konuşma dili
değildir. Bu isimde bir millet yoktur. Sanskritçe metinler genel olarak
Devanâgari yazısı ile yazılır. Brahmi ve Haroşti harfleri ile yazılmış
Sanskritçe metinler de vardır.
Soğdça – Soğdakça
İran dillerinin doğu grubuna giren eski bir dildir. Soğdça Orta Asya’da
eski Soğdiana bölgesinde yaygın olarak konuşulmuştur. Bu isimle bir millet
vardır; ancak tarihte yok olmuştur. Soğdakçanın bir kolu Tacikistan’ın bir
bölgesinde konuşulmaktadır. Aramî alfabesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu
yazının birkaç çeşidi vardır.
Uygur Türkleri Soğd alfabesini az olarak kullanmışlardır. Daha çok, bu
alfabenin kendi alfabelerine uydurulmuş şeklini tercih etmişlerdir. Moğollar da
Uygurlardan görüp almışlardır. Bu dille ilgili ilk belgeler M.Ö.’sinin ilk
yıllarına, 7. 8. ve 9. asırlarına dayanır.
Toharlar ve Tohar Dili
Hint-Avrupa kökenli bir kavimdir. Hunların baskısı karşısında, aşağı yukarı
M.Ö. 165’te bir ülkeye (?), M.Ö. 128’de de Siston’a sığınmışlardır.
Toharca, Hint-Avrupa dillerinin Asya’da konuşulmuş bir koluna verilen
addır. Bu dilin kalıntılarına Doğu Türkistan’da rastlanılır. 20. asrın
başındaki kazılarda bulunan Toharca metinler, Brahmi yazısı ile yazılmışlardır.
Toharca dilinin birbirinden farklı iki kola ayrıldığı anlaşılmaktadır. Birinci
kola Toharca A veya Doğu Toharca adı verilmiştir. İkinci kola ise Toharca B
veya Batı Toharca denmektedir. Toharca, Sanskritçenin ağır baskısı altında
kalmıştır. Üzerinde pek çok araştırma yapılmış ölü bir dildir.
Halaçlar
Türk kabilesidir. 10. Y.Y.’dan beri İslam kaynaklarında adlarına
rastlanılmaktadır. Oğuz Kağan destanında bu ad “Kalaç” şeklinde yer almıştır.
İlk İslam coğrafyacılarının kanıtlarından, Halaçların 10. asırdan çok daha önce
Ceyhun Nehri’nin batısına ve güneyine geçerek bugünkü Afganistan’ın güney
bölümlerinde yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bugün İran’da yaşayan Halaçların
dilleri, eski özelliklerini koruyarak devam etmiştir. Halaç dili üzerinde
Doerfer çalışmalarda bulunmuştur.
Uygur Alfabesi
Uygurlar, eserlerinin çok azını Soğd alfabesiyle, diğerlerini Soğd
alfabesinden ıslah edilmiş haliyle oluşturmuşlardır.
Soğd alfabesini ilk defa Karabalgasun abidesinde kullanmışlardır.
Araştırmacılar, bu alfabeyi görünce Uygur alfabesi sanmışlardır. Daha sonra bu
yazının Soğd yazısı olduğunu anlamışlardır.
Bundan sonraki dönemlerde Soğd alfabesinden ıslah edilmiş 18 harfli Uygur
yazısı oluşturulmuştur. Bu yazı sağdan sola doğru yazılır ve harflerin KB, KO,
KS yazılışı farklıdır. Sonradan, muhtemelen Çincenin tesiriyle yazının
istikameti yukarıdan aşağıya olacak şekilde değiştirilmiştir. Uygur yazısını
Türklerden Moğollar almışlardır. Kirik alfabesine geçene kadar Uygur alfabesini
kullanmışlardır.
UYGUR TÜRKLERİ
745 yılında Karluklar ve Basmıllar ittifak yaparak Göktürkleri yendiler.
Daha sonra 745-840 yılları arasında (95 yıl) Orhun bölgesinde Uygur devleti
kuruldu. İşte bu 95 yıllık dönem Uygurların “bozkır kağanlığı” dönemidir. Bu
devletin başkenti ise Ötüken’e yakın olan Karabalgasun idi. Bu devrede Moyun
Çor adına 750-760 yılları arasında dikilen üç anıt Köktürkçe ile yazılmıştı.
Maniheizm’in kabulü
Uygurların üçüncü hükümdarı Bögü Kagan’dır. Bögü Kagan 762 yılında Mani
dinine girmiştir (Maniheizm M.S 3. Y.Y.’da İran’da, Hıristiyanlıktan sonra
Müslümanlıktan önce do ğmuştur. Zerdü ştlük ile Hıristiyanlığın karışımıdır.
Karanlıklar ve aydınlıklar dünyasına sahiptir. İran’da yasak edildiği için,
Orta Asya’ya oradan da Çin’e yayılmıştır. Bu yayılma ise Soğdaklar sayesinde
olmuştur. “Soğdaklar, Doğu İran kavmidir ve ticaretle uğraşmaktaydılar.” Mani
dini Çin’de de yasaklandığı zaman Türk hükümdarları Mani rahiplerini himayeleri
altına almışlardı. Uygurların ileri gelenleri de bu dini benimsemişlerdi).
Uygurların Göçü
Kırgızlar, Uygurların bozkır kağanlığına son verince, Uygurlar başka
topraklara göç etmek zorunda kaldı (bu göçler, göç destanlarının muhtevasını
teşkil eder). Bu nedenle Orhun Vadisi’ni terk etmişlerdir Orhun Vadisi yaklaşık
bin yıl boyunca Türklüğün merkezi konumundaydı, fakat bu olaydan sonra Orhun
Vadisi Türklüğün merkezi olma konumundan çıktı. Eğer bu hadise olmasaydı, şu
anda dahi Türkler belki orada yaşıyor durumda olacaklardı. Göçler sonucu,
Kaşgar ve Balasagun bölgelerine gelindi.
Kırgızlar 924 yılına kadar Orhun bölgesinde kaldılar . Daha sonra
Karahıtaylılar (Moğollar) Kırgızları Yenisey taraflarına gönderdiler. Uygurlar
ise Doğu Türkistan’a ( Şincan bölgesi) geldiler. Bu bölgede ve doğusunda Uygur
devletleri kuruluyordu (Turhan ve Hoço Uygur devletleri). Turhan Uygur devleti,
Çağatay hanlığına bağlı olarak 1308’lere kadar yaşadı.
Üçüncü devlet Kansu bölgesinde kuruldu. Bu bölge Şincan-Uygur otonom
devletinin doğusunda yer almaktadır. Türklük tarihi bakımından önemli bir
devlet olmasının yanında, fazla uzun ömürlü olmamıştır.
Bu üç devletin halkları, bozkır bölgesinde yaşayanlara göre çok
farklıydılar. Doğu Türkistan’daki Uygurlar arasında Budizm (Burkancılık)
yayıldı. On ikinci asırda Maniheizm tamamen yok oldu ve Doğu Türkistan’da ya
şayan Uygurlar arasında Budizm tek din haline geldi. Böylece Türklerin önemli
bir kolu be ş yüz yıl Budist olarak yaşamış oldu.
Bu nedenlerden dolayı, din, medeniyet ve yazıda değişmeler görülür.
Maniheizm’den Budizm’e; göçebe yaşamdan yerleşik yaşama ve Köktürk harfli
metinlerden Uygur harfli metinlere geçiş görülmektedir.
Uygur alfabesinin ortaya çıkışı
Köktürk yazısının yerine yeni bir yazı kabul edildi: Soğdaklardan alınan
yazıya bir kaç harf eklenerek oluşturulan Uygurca. Bu evrede yazı malzemesi
olarak kağıt kullanılmaya başlandı. Bütün bu gelişmeler dile de yansımıştır.
UYGURLAR VE TÜRK D İLİ
Manici çevreye ait metinler
Manici edebiyatta “nazım, manzume şiir” için Sanskritçeden geçme şlok ve
Türkçe takşut kelimeleri kullanılmıştır. Küg kelimesi
ise daha çok ezgili şiir ve nazımlar için kullanılmıştır. Baş ve Başik ise
ilahi manasındadır.
Aprın Çor Tigin bir şehzadedir ve bu devrede çok önemli bir isimdir.
Bilinen ilk Türk şairidir ve şiirlerinden ikisi günümüze kadar gelmiştir. Bu
şiirlerden birisi Mani dinini övmek amacıyla yazılmıştır. Diğeri ise “Sevgili”
anlamında ve Türkçedeki ilk aşk şiiridir. Bu şiirlerin nazım birimi dörtlüktür.
Nakaratlar ise daha çok ikilik ve üçlüklerden oluşmaktadır. Bu şiirlerde mısra
sonlarında kafiye yoktur. Bunun yerine mısra başlarına kafiye yer almaktadır.
Ahengi sağlayan ise “aliterasyon”dur.
Tahminen 930 yılında ve Köktürk harfleriyle yazılmış olan Irk Bitig
(Fal Kitabı), Mani çevresinde yazılmış önemli bir metindir. İçinde dine ait
unsurlar bulunmakla birlikte dini bir eser değildir; bir fal kitabıdır. Her
biri ayrı bir fal olarak yorumlanan 65 paragraftan meydana gelmiştir.
Turfan’da bulunan Huastuanift adlı eser Mani dinine ait uzunca bir tövbe
duasıdır. Bir bakıma İslâmî tövbe duasına da benzemektedir. Maniciliğe ait
birçok kavram bu metin içerisinde yer alır. Cümle yapısı sağlamdır.
Burkancı çevreye ait metinler
Burkancı edebiyatta “nazım, manzume, şiir” kavramı için Türkçe koşug ve takşut;
Sanskritçe şlok ve padak tabirleri
kullanılmıştır. Ir kelimesi ise dahaçok şarkı
manasına gelir. Bu devreden günümüze kalan 25 şiirin toplam mısra sayısı 1400’ü
bulmaktadır. Hemen hemen tamamı dini ve pek çoğu özgündür.
Bu şiirlerde en önemli ahenk unsuru mısra başı kafiyesidir. Nazım birimi
çoğunlukla dörtlüktür ama sekizliklerden meydana gelenleri de vardır. “Öyle
Yerlerde” yani anı teg orunlarta ilk pastoral şiirimizdir. Pratya-şiri
ve Şıngku Şeli Tutung ise, Uygurlardan adları bize kadar ulaşan önemli
şairlerdendir.
BURKANCI EDEBİYATTA NESİR
1. Vinayalar
Vinayalar, Burkancı “rahip ve rahibelerin hayatını, günlük yaşamlarını
düzenleyen kuralları içine alır.”Sayıları çok değildir. Karmavâcana adlı
vinaya, manastır kıyafetinin kullanılışına dair bir metindir. Pravâranâ ise
bir Burkan rahibinin yağmurlu birmevsimde çekildiği inzivayı
anlatır. Vinayavibhańga adlı metin manastır kurallarıyla
ilgilidir.
2. Sudurlar
Bu kitaplarda, gerek tarihi Burkan’ın ve gerekse bütün Burkanların
verdikleri veya vermiş olduklarına inanılan vaazlar bir araya toplanmıştır.
Sudurlarda önce vaazın verildi ği yer tasvir edilir. Sonra müritlerden biri bir
soru sorar ve Burkan da sorulan bu soruya dayanarak vaazını verir. Vaaz
bittikten sonra dinleyicilerden iki kişi konuyu kendi aralarında tartışırlar.
Eğer sonuç alınamazsa soru tekrar Burkana sorulur. Bu böyle sürüp gider.
Uygurcaya çevrilmiş en hacimli sudur AltunYaruk’tur.
Altun Yaruk, “altın ışık” manasına gelir.Beş Balık’lı Şıngku Seli
Tutuŋ tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilmiş olan eser, “tercümeden ziyade
müstakil bir adaptasyon”dur. Şıngku Seli Tutuŋ birçok eklemelerle eseri
genişletmiştir. Hüen-Tsang’ın ünlü seyahatnamesini de Uygur Türkçesine çeviren
ve bu tercümede kullandı ğı “kavi” üslûbu dolayısıyla Re şid Rahmeti Arat
tarafından eski Türk şairleri arasında gösterilen Şıngku Seli Tutuŋ, Uygurlar
çağı Türk edebiyatının en önemli simalarından biridir.
Araştırıcılar tarafından en iyi işlenmiş metinlerden biri olan Sekiz
Yükmek (Sekiz Tomar) adlı sudur, Uygurlar arasında çok yayılmış olan
dinî bir eserdir. Çinceden çevrilmiş olan Sekiz Yükmek, Burkancılığa ait
dinî-ahlâkî inanışlarla bazı pratik bilgileri ihtiva eder. Kısa cümleleri, açık
ve samimi ifâdesi, zengin kelime hazinesi ile dikkate değer bir üslubu vardır.
Şinasi Tekin tarafından işlenen Kuanşiİm Pusar (Ses
İşiten İlâh), “ Asil Dinin Nilüfer Çiçeği” adlı
sudurun bir bölümüdür. Eserin konusu, Kuan şi İm adlı bir Bodisatva’nın
(Burkan adayının) canlı varlıkların sıkışık anlarında Hızır gibi yetişerek
onlara yardım etmesi ve Nirvana yolunu göstermesidir. Çinceden çevrilen eserine
nerede ve kim tarafından tercüme edildi ği bilinmemektedir. Tercüme ve istinsah
tarihleri 13. asırdan önce olmalıdır.
Çinceden çevrildiği tahmin edilen ve Semih Tezcan tarafından işlenen İnsadi
Sudur, “rahiplerin karşılıklı olarak birbirlerine günahlarını anlatma”
törenleri ile ilgilidir. Eserde Sundarî Kız adlı bir çatik de vardı.
1328’de Çinceden çevrilen, tahta baskıları da bulunan Yitiken Sudur büyü
ile ilgili bir metindir. Kşanti Kılguluk Nom Bitig adlı sudur ise
bir günahçıkarma kitabıdır.
3. Çatikler
Sudurlar içinde yer alan ve Uygurların çatik dediği jâtaka türü,
Uygur dil ve edebiyat metinleri arasındaözel bir yere sahiptir;
çünkü bunlar bazen bir hayl i uzun masallardır. Çok defa da sudurlardan ayrı
kitaplar halinde yazılmışlardır. Çatikler, Burkanların çeşitli hayatlarını
anlatan, olağanüstü olaylarla süslü masallardır. İslâmî edebiyattaki menkıbeleri
hatırlatırlar.
Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi adıyla meşhur olan Edgü
Ögli Tiginİle Ayıg ÖgliTigin (İyi
düşünceliŞehzade ile Kötü DüşünceliŞehzade) en
tanınmış çatiklerden biridir. Bin Buda mabetlerinde bulunan bu eserde, iyi bir
şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini
öldürmelerine engel olmak üzere çok değerli bir mücevheri ele geçirmek için
çıktığı maceralı yolculuk anlatılır.
Altun Yaruk içinde bazı çatikler de vardır. Bunların en meşhurlarından biri Şehzade
ile Aç ParsHikâyesi ’dir. Çatikte, açlıktan ölmek üzere
olan birparsı kurtarmak isteyen fedakâr şehzade anlatılır. Parsın
ölmemesi için şehzade kendisini ona yem eder.
Dantipali Beğ hikâyesinde ise kendini feda eden birgeyiktir. Çaştani
Beğ hikâyesinde Çeştani Beğ’in ülkesinde ya şayan insanlara hastalık
ve belalar getiren şeytanlarla mücadelesi anlatılır. Toharca’dan Türkçeye
çevrilmiştir. Toharca’dan çevrilen başka bir eser de Maytrisimit’tir.
Eserde, Maitreya Burkan’ın menkıbevî hayatı anlatılır. Maitreya, Müslümanların
mehdisi gibi, istikbalde gökten yere inip insanları nirvanaya ulaştıracak olan
bir Burkan’dır. Ülüş adı verilen bölümlerden meydana gelmiştir
ve dramatik özelliği ile dikkat çeker.
4. Abidarmalar
Abidarmalar, Burkancılığın metafizik yönünü işleyen eserlerdir. “Kuru,
sıkıcı, ağır” bir ifadeye sahip olan bu eserler, “Türkçenin ilim ve felsefe
dili olarak da kullanıldığını ve dilin imkânlarının zenginliğini gözler önüne
sermektir”. Abidarim Kıınlıg Koşavarti Şastir adlı eser
Çinceden tercüme edilmişhacimlibir eserdir.
5. Diğerleri
Küentso (Hüen-Tsang) Biyografisi adıyla tanınmışeserin
Burkancı Uygurlardan kalan eserler arasında önemli bir yeri vardır. Bu eser,
Küentso adlı Çinli b ir Burkan rahibinin 630-645 yılları arasında Türkistan
üzerinden Hindistan’a yaptığı seyahati ve Çin’deki hayatını anlatan bir
seyahatname ve biyografidir. Şıngku Seli Tutuŋ tarafından tahminen 10. asrın
birinci yarısında Uygurcaya çevrilmiştir. Eser, 7. asırdaki Türk ülkeleri
hakkında müşahedeye dayanan bilgileri dolayısıyla bizim için çok önemlidir.
Tercüman, bu eserde şiirle nesir arası “kavi” üslubunu kullanmıştır.
UYGUR METİNLERİNİN BULUNMASI
1890 yılında Doğu Türkistan’ın Kuça şehrinde iki Türk köylüsü üzerinde
yazılar bulunan bir kayın ağacı kabuğunu İngiliz subaylarından Bower’e
satarlar. Bu küçük kabuk üzerindeki yazılar Sanskritçedir ve miladın 4. asrına
aittir. Bu sayede Sanskritçe birden bire 600 yıl geriye gitmiştir. İki yıl
sonra Fransız seyyah Dutreil de Rhin, Hotan şehrinde miladın 2. asrına ait bir
yazma eser bulur. Bunlarla birlikte birbirinden farklı 17 dil ve 24 alfabe ile
yazılmış binlerce yaprak, 15-20 yıl gibi kısa bir zamanda ilim dünyasının önüne
yığılıverir.
Doğu Türkistan’a yapılan ilk eser Finlilere ve Ruslara aittir. Daha sonra
Macar asıllı İngiliz AurelStein Doğu Türkistan
çöllerine daldı. Stein, 1900yılının 29 Mayısında çıktığı ve
Yarkent, Hotan gibi şehirleri dolaştığı bu ilk seferinden bir yıl sonra 12
sandıkla döndü. Sandıklar el yazmaları ve antika eserler ile doluydu. Bunu
gören Almanlar hemen harekete geçtiler ve Albert Grünwedel başkanlığındaki
ekspedisyom 1902 Kasımı ile 1903 Martı arasındaki ilk Turfan seferinden 46
küçük sandıkla döndü. 1904 yılında bu defa AlbertAugust
von Le Coq’un başkanlığında ikinci birsefer düzenlendi ve 1905
yılında Grünwedell de bu heyete katıldı. Bu seferde pek çok Uygur yazması ele
geçirilmişti. Burkan mehdisi Maitreya hakkındaki Maytrisimit adlı büyük eser de
bu seferde bulunanla r arasındaydı.
1906-1907 yılları, Doğu Türkistan’daki ara ştırmaları en yoğun ve Uygurca
eserler bakımından en verimli devresidir. Bu yıllarda Doğu Türkistan’ın
kumlarla çevrili vahalarında birbirinden ayrı üç heyet dolaşmakta, şehir
harabelerini ve Budist mabetlerini didik didik etmekteydiler. Alman heyeti
ikinci seferinden daha dönmeden 1906 yılında Stein ikinci seferine çıkmıştı. Aynı
yılın 15 Haziranında yola çıkan Paul Pelliot başkanlığındaki
Fransız heyeti 1 Eylül’de Kaşgar’a varmış ve oradan Kuça yolu üzerindeki Tumşuk
harabelerine dalmıştı.
Stein, ikinci seferine Bin Buda mağaralarını görmek amacıyla çıkmıştı. 1907
yılında mağaralara gelmiş ve mağaraların birinde duvarla örülü bir hazine
bulunduğunu duymuştu. Manastırların koruyucusu Vang adlı bir Çinli rahip,
Stein’e önce eski bir el yazması vermiş, fakat daha sonra duvarın aralıklarını
sıvayarak gizli kütüphaneyi iyice saklamıştı. Stein bin bir türlü dil dökerek
Çinli rahibi sonunda ikna edebilmişti. Örtülü kütüphane açıldığında Stein’in
gözleri hayretle açıldı. Yerden tavana kadar dizilmiş el yazmaları bütün odayı
doldurmuştu. Stein bu eserlerden bir kısmını 24 sandığa doldurarak ülkesine
götürdü. Sekiz Yükmek, Irk bitig, Huastnuatif gibi önemli eserler ve Anı Teg
Orunlarta ie Pratya-Şiri’nin manzumeleri de dâhil olmak üzere pek çok eser
burada ortaya çıkmıştır.
Bu sıralarda Fransız ekspedisyomunun başkanı Pelliot da bu büyük ke şfi
haber almıştı. Pelliot’un bir özelli ği vardı: Hangi dilde, hangi alfabe ile
yazılmış olursa olsun ve hangi çağa ait bulunursa bulunsun bütün yazmalar
sırlarını Pelliot’a döküveriyordu. Yani Pelliot ilk bakışta eserin ne olduğunu
anlayabiliyordu. 1908’in 3 Mayısında Pelliot Vang ile uzun müzakerelerden sonra
içinde Prens Kalyanamkara ve Papamkara hikayesinin de bulunduğu önemli
eserlerle Paris’e döndü. Başından ve sonundan eksik olan bu eserin bir yaprağı
da Stein tarafından Londra’ya götürülmüştü.
Stein ve Pelliot’tan sonra Japonlar da Kont Otani başkanlığında
bir heyet gönderdiler. 1909-1911 yılları arasında Rus bilginlerinden Malov da
bölgeye gitti. 1913-14 yıllarında A. von Le Coq başkanlığındaki Alman heyeti
tekrar sefere çıkmıştı. Fakat bu sıralarda ortalık karışmış ve Doğu
Türkistan’da isyanlar başlamıştı. 1913 Haziranında üçüncü seferine çıkan Stein,
bütün tarım havzasını önce güneyden do ğuya, sonra kuzeye ve batıya giderek
dolaşmıştır. Ürken atının ayakları altında ezilmiş, haftalarca yatmış, fakat
bundan sonra hiçbir şey olmamış gibi yine araştırmalarına devam etmiştir. Bu
son seferinden 1914 yılında 182 sandıkla dönmüştü.
Japonlar da, kendi dinleri olan Burkancılığın tarihiyle ilgili çok önemli
eserlerin bölgede bulunması dolayısıyla 1908-1914 yılları arasında Taçibana
başkanlığında bölgede araştırmalar yapmışlardır. Heyet, bölgede bulduğu pek çok
eseri Kyoto’ya götürmüştür.
Bu tarihten sonra uzun bir müddet Doğu Türkistan seferi yapılamaz olmuştu.
1. Dünya sava şı çıkmış, Çin’de ihtilal meydana gelmiş ve yeni hükümet Çin’deki
eserlerin yurtdışına çıkarılmasına izin vermez olmuştu.
Eserler üzerindeki incelemeler, eserlerin ortaya çıkarılmasından sonraki
ilk beş-on yıllık zaman dilimi içerisinde yapılmaya başlandı. Eserlerin bir
kısmı dizi halinde bir kısmı ise tek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dizi halindeki yayınlar
Eski Uygur Türkçesi ile ilgili beş adet dizi şeklinde yayın vardır. Bu
dizilerden birincisi, önemli bir Uygurca uzmanı olan Müller ’e
ait Uigurica adlı dört ciltlik eserdir. Bu dizinin ilk kitabı
1908 yılında yayımlanmıştır. Dördüncü cildi ise 1931 yılında Gabain tarafından
tamamlanmıştır.İlk üç cildi Mülleryayımladığı için
eserin yapımcısı olarak o gösterilmektedir.
İkinci dizi Türkçesi ismi “ Eski Türkçe Çalışmaları” olan ve
1909-1912 yılları arasında altı cilt olarak neşredilen eserdir. Rusya’da Radloff tarafından
Almanca olarak yayımlanmıştır.
Üçüncü dizi, Almanya’da yayımlanan ve Türkçe ismi “Hoço’dan Türkçe Mani
Metinleri ” olan, Turfan seferlerine bizzat katılan ve Alman heyetinin
başkanı olan A. von Le Coq’un 1911-1922 yılları arasında üç kitap olarak
neşredilen eserdir.
Dördüncü dizi yine Türkçe ismiyle “ Türkçe TurfanMetinleri”
(Türkische Turfantexte) olan on kitaplıkbir dizidir. Willy
Bang4 ve Annemarie von Gabain tarafından
hazırlanmıştır. Bang, ilk beş kitabı Gabain ile birlikte yazmıştır. Eserin geri
kalan beş kitaplık kısmı ise Gabain tarafından ve Uygur ile Karahanlı
Türkçelerinin en büyük uzmanı olan Reşid Rahmeti Arat5’ın
katkılarıyla hazırlanmıştır.Altıncı kitapta en iyi işlenmiş metin
olan Sekiz Yükmek yer almaktadır. Yedinci kitabı, sadece Arat 1936’da
yayımlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Gabain seriyi tek başına
devam ettirmiştir. Ekip, bu on kitabın dışında bir de analitik (gramatikal)
indeks hazırlamıştır. Bu indeks kitabında, dizin içerisinde bulunan tüm
kelimelerin anlamları, nerede yer aldıkları vb. bilgiler bulunmaktadır.
Beşinci dizi “BerlinTurfanMetinleri” adını
taşımaktadır. Turfan’dan getirilmiş ve Berlin’de muhafaza edilen metinlerden
oluşmuştur. 1971 yılında yayımlanmaya başlamış ve yayımı halen devam
etmektedir. En son 2001 yılında dizinin 21. kitabı yayımlamıştır. Bu dizi
sadece Uygurca metinleri içine almaz. Turfan’da bulunmuş başka dillerdeki
metinler de bu dizide yayımlanmaktadır. Dizi, Georg Hazai ve Peter
Zieme tarafından hazırlanmıştır (Zieme, Gabain’in üçüncü nesil ö
ğrencilerindendir). Dizi Doğu Berlin’de başlamış, şimdiki birleşik Berlin’de
ise devam etmektedir.
Kitap Halindeki Yayınlar
Irk Bitig (Fal Kitabı), Stein tarafından Köktürkçe uzmanı olan Thomsen’e
getirilmiş ve 1912 yılında Thomsen tarafından çözülüp
yayımlanmıştır. Bukitabı Türkiye’de Hüseyin
Namık Orkun dört ciltlik dizisi içerisinde ikinci kitabında
yayımlamıştır.
Prens Kalyanamkara ve Papamkara adlı hikaye Pelliot tarafından
1914 yılında neşredilir.
Malov’un Sarı Uygurlar arasında bulduğu AltunYaruk da
1913-1916 yılları arasında Radloff veMalov tarafından yayımlanır.
Bu eser yedi yüzden fazla sayfadan oluşmaktadır ve içerisinde sadece Uygur
harfli metinlere yer verilir. Saadet Çağatay 1945 yılında Altun
Yaruk’tanİki Parça adlı eser yayımladı. Ceval
Kaya, Altun Yaruk’un tamamının transkripsiyonunu7 ve
dizinini de hazırlamıştır.
Sekiz Yükmek, 1915’te Japonya’da neşredildi; fakaten
iyi neşri Türk Turfan Metinleri adlı dizi içerisinde altıncı kitaptadır.
Bunların dışında 1928’de Radloff ve Japon Nobuo Yamada, Uygur
hukuk belgelerini yayımlanmışlardır. Oğuz Kağan Türkiye’de
Arat tarafından, Hüen-Tsang adlı biyografi ise 1935-1938
yılları arasında Hongaben tarafından yayımlanmıştır.
Hüen-Tsang üzerinde, SemihTezcan 1975’te
çalışmıştır.
Eski Türkçe’nin Grameri adlı eseri Gabainyayımlamış, Marcel
Erdal ise 2004 yılında İngilizce olarak neşretmiştir. Ahmet
Caferoğlu, Azerbaycan’dan İstanbul Üniversitene gelmiş ve Almanya’da
doktorasını yapmıştır. İlk Uygurca sözlüğü 1934’te çıkarmış, 1968’de ise
genişletmiştir. Fakat 1977’de Klaus Röhrborn tarafından
fasiküller halinde yayımlanan Uygurca Sözlük, bu sözlüklerin en kapsamlısıdır.
1959 yılında Doğu Türkistan’da Maytrısimit’in yeni nüshaları
bulundu ve GengŞi-min tarafından tanıtıldı. Aynı
yıl Dolkun Kamberi tarafından Maytrısimit ve Kutadgu Bilig’i
bir sahne eseri olarak değerlendiren doktora çalışması yapıldı.