16. yüzyılda şiir
eleştirisinin iki önemli ayağı vardır. Birinci ayağı şairler, ikinci ayağı ise
tezkireciler (şairler sözlüğü yazarları) oluşturmaktadır. Her devirde olduğu
gibi, 16. yüzyılda da divan şairleri, şiir üzerinde düşünmüşler ve bu
düşüncelerini şiirlerinde dile getirmişlerdir. Bu anlamda divanların
dîbâceleri, kasidelerin fahriyye bölümleri, gazellerin de mahlas beyitleri dikkat
çekmektedir.
Şairler, 16.
yüzyılda poetik düşüncelerini başta şi‘r, nazm, gazel, beyt, mısra‘, satr,
sütûr, dîvân, fesâhat, belâgat, medh, nâme, san‘at, ma‘nâ, kasîde, na‘t,
matla‘, nazîre gibi şiirle; söz, kelâm, suhan, zebân, lisân, güftâr, lafz, nutk,
nükte, güft ü gû, ta‘bîr, terâne gibi sözle ve şâ‘ir, nâzım, kalem, hâme, kilk,
debîr, devât, bülbül, tûtî, suhan-gû, nâtık, ehl-i sanâyi‘, gazel-hân gibi
şairle doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan kelimeler aracılığıyla dile
getirmişlerdir. Dolayısıyla bu kelimeler, 16. yüzyıl klâsik Türk şairleri
açısından şiirin, sözün ve şairin anlam alanını oluşturmaktadır. Bu doğrultuda
16. yüzyıl şairleri şiirlerinde şiir, şair, okur, eleştirmen, ilhâm, şiire
yatkın yaratılış, şiirde gâye, şiirle ilgili sıfatlar, şiirle ilgili
benzetmeler, şiirsel telmihler gibi hususlarla ilgili düşüncelerine sıklıkla
yer vermişlerdir.
16. yüzyıl
şairlerine göre, şair olmanın ilk şartı, insanın yaratılış açısından şiire
yatkın olmasıdır; yani onlar şairliği Allah’ın bir lutfu olarak kabul ederler.
Bu görüşlerini şiirlerine gülşen-i tab‘, bahâristân-ı tab‘, bülbül-i tab‘,
tab‘-ı mevzûn gibi ifadeler aracılığıyla yansıtmışlardır. Gerçek şair, İsa
nefeslidir (cân-bahş, cân-fezâ, enfâs-ı mu‘ciz). Ayrıca şair; şiir bahçesinin
bülbülü, şiir ülkesinin sahibi (sultân, mîr, husrev) ve şiir denizinin
dalgıcıdır. 16. yüzyıl divan şairlerinin en önemli ilhâm kaynakları,
sevgilidir. Onlara göre şiirlerinin güzelliği, sevgiliyi ve sevgilinin
dudakları, yanakları, ağzı, saçları, dişleri, beli ve kaşları gibi uzuvlarını
anlatmalarından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda hoş, şîrîn, ra‘nâ, mevzûn,
rengîn, ince gibi ortak sıfatların her iki unsur (şiirle sevgili ve uzuvları)
arasında köprü vazifesi (vech-i şebeh) gördükleri söylenebilir.
16. yüzyılda şiir
eleştirisinin önemli bir ayağını da şuarâ tezkireleri (şairler sözlüğü)
oluşturmaktadır. Zira bu tezkirelerde yalnızca şairin hayatı ve eserleri
hakkında bilgi verilmekle kalınmamış; aynı zamanda şairliği ve şiirleriyle
ilgili değerlendirmelere de yer verilmiştir. Bu anlamda Türk edebiyatının ilk
şuarâ tezkiresi sayılan Ali Şîr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâ’is adlı eseri öncü
olmuş; bundan sonra Anadolu sahasında Sehî Bey’in 1538’e kadarki şairlere yer
verdiği Heşt Behişt adlı tezkiresiyle başlayan süreçte önemli tezkireler
yazılmıştır.
Latîfî’nin 1546
yılına kadarki şairlere yer verdiği Tezkîretü’ş-şuarâ adlı tezkiresi alfabetik
ve diğer birçok tezkireye göre daha sağlıklı bilgiler içermesi bakımından
önemlidir.
Âşık Çelebi’nin
ebced sırasıyla hazırladığı ve 1568’e kadarki şairlere yer verdiği
Meşâirü’ş-şuarâ adlı tezkiresi de bu yüzyılın önemli tezkirelerindendir.
16. yüzyılın diğer
tezkireleri Kınalızâde Hasan Çelebi’nin 1585-1586’ya kadarki şairlere yer
verdiği Tezkîretü’ş-şuarâ, Ahdî’nin 1520 ile 1593 arasındaki şairlere yer
verdiği Gülşen-i Şuarâ ve Beyânî’nin 1597-1598 yıllarına kadarki şairlere yer
verdiği Tezkîretü’ş-şuarâ adlı eseridir.
Bunların dışında
Gelibolulu Âlî’nin daha çok bir tarih kitabı olarak bilinen Künhü’l-ahbâr adlı
eserinin tezkire kısmında da 1598 yılına kadarki şairler ve bu şairlerin
şiirleri hakkında önemli bilgi ve değerlendirmeler vardır.