Taşlıcalı Yahyâ Bey

Doğum tarihi bilinmiyor. Ölümü 1582 İzvornik Yugoslavya. Arnavutluk’un ünlü Dukakin ailesinden olduğu için "Dukakinzade" diye de anılır. Acemi ocağında yetişti, Yeniçeri oldu. Ocak katibi Şihabeddin Bey’in yanına çırak olarak girdi. Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve Çaldıran seferlerine katıldı. Yayabaşılığa kadar yükseldi. Yavuz’a kasideler yazdı. Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Mustafa'yı öldürtmesi üzerine şehzade için bir mersiye yazdı. Şehzadenin öldürülmesi nedeniyle mersiyede ağır şekilde suçladığı Sadrazam Rüstem Paşa tarafından İzvornik’e sürüldü. Burada yaşamını yitirdi. Divan şiirinde İstanbul Türkçesi’nin başarılı örneklerini verdi. Temiz ve akıcı bir üslup kullandı. İran etkisinden kaçınmaya çalıştı, Türkçe sözcükleri aruz ölçüsüne uydurdu. Yazdığı Şah û Geda divan edebiyatının özgün mesnevileri arasındadır. 1977’de Divanı, 1979’da Yusuf ve Zeliha adlı eserleri M. Çavuşoğlu tarafından yayınlandı.

Bir Arnavut beyzadesi iken delikanlılık çağında devşirme olarak İstanbul'a getirilmiş Yeniçeri Ocağı'nda tahsil ve terbiye görmüş , askerlik mesleğinde ilerlemiştir. Yahya Bey, Kanuni Sultan Süleyman'ın teveccühünü kazanmış, padişahla birlikte savaşlara katılmıştır.
 

Hürrem Sultan'ın entrikaları sonucu katledilen Şehzade Mustafa için söylediği güzel bir mersiye ile bu hadiseyi tenkit ettiğinden Rüstem Paşa ve hükümdar tarafından azarlanmıştır. Tarihçi Ali'nin naklettiği bir rivayete göre Yahya Bey aslında yazdığı kasideyi kimseye göstermek istememiş , ancak bir dostu şiiri kitapları arasında bulmuş ve manzume Yeniçeriler arasında yayılmaya başlamış. Mersiyenin orduda büyük yankı bulması, özellikle Rüstem Paşa'yı çok kızdırır. Şairin idam edilmesi için çaba sar feden Paşa'yı, Kanuni'nin şaire duyduğu sevgi durdurmuştur.
 

Bu hadise üzerine Yahya Bey, İstanbul'dan uzaklaşmayı tercih etmiş, Tamişvar civarındaki hudut boylarına çekilmiştir.
 

Şair, sevilen bir şehzadenin bir entrikaya kurban gitmesindeki zulme ve haksızlığa isyan eden nice gönüllere tercüman olmuştur.
 

Şehzade Mustafa Mersiyesi'nin en beğenilen bölümlerinden bazı mısralar:
 

Medet medet bu cihanun yıkıldı bir yanı

Ecel celalileri aldı Mustafa hanı.
 

Tutuldu mihr-i cemali bozuldı erkanı

Vebalde koydular al ile Al-i Osmanı
 

Geçerler idi geçende o merd-i meydanı

Felek o canibe döndürdü şah-ı devranı
 

Yalancının kuru bühtanı buğz-ı pinhanı

Akıttı yaşımızı yaktı nar-ı hicranı
 

Nolaydı görmeyeydi bu macerayı gözüm

Yazıklar ana reva görmedi bu rayı gözüm
 

Sipihrin ayinesinde göründü ruy-ı fena

Kodı bu kesret-i dünyayı etti azm-i beka
 

Garibler gibi gitti o yollara tenha

Çekildi alem-i balaya hem çü mürg-i hüma
 

Hakikaten sebeb-i rifat oldı düşmen ana

Nasip olmasa ta'n mı bu ciyfe-i dünya
 

Hayat-ı bakiyeye erdi ruhu ey Yahya

Şefii ruh-ı Muhammed, refik-i Zat-ı Huda
 

Enisi ola melekler, celisi ehl-i safa

Ziyade ide yaşum gibi rahmetünü Mevla.
 

Ilahi, Cennet-i firdevs ana durağ olsun

Nizam-ı Alem olan padişah sağ olsun

meded: İmdat

celali: Anadolu'da ortaya çıkan eşkıyaya verilen ad

mihr-i cemal: Güzel yüzünün güneşi

erkan: Subaylar, askerler

vebal: Azap, günah

al: Hile, düzen

Al-i Osman: Osmanlı sülalesi

merd-i meydan: Meydanların yiğidi

canib: Taraf, yön

şah-ı devran: Cihan padişahı, zamanın padişahı

bühtan: Yalan, iftira

buğz-ı pinhan: Gizli nefret

nar-ı hicran: Ayrılık ateşi

reva görmek: Yakıştırmak

ray: Fikir

sipihr: Talih

ayine: Ayna

ruy-ı fena: Yokluk yüzü

kesret-i dünya: Dünya işleri

azm-i beka: Bakilik kararı

alem-i bala: Yüce alem

hem-çü: Gibi

mürg-i hüma: Hüma kuşu, devlet kuşu

sebeb-i rif'at: Yükseklik sebebi

ta'n: Ayıp

ciyfe-i dünya: Dünyanın leşi

hayat-ı baki: Ebedi hayat

şefi': Şefaat eden

refik: Arkadaş

enis: Dost, arkadaş

celis: Birlikte oturan, arkadaş

ehl-i safa: Keyif adamı

ziyade: Çok

TA’ŞÎR
 

 
Yahyâ Bey’in Muhibbî’nin gazeline ta’şîr'i
 

 
Gazel-i Muhibbî Ta'şîr-i Yahyâ
 

 
Hasta olmak gûş-mâl-i Hazret-i İzzet gibi
 
Her kişinin yalımın alçak ider gurbet gibi
 
Değme bir kimse göre gelmez refâhiyyet gibi
 
Nâleler gûya derây-ı rıhlet-i râhat gibi
 
Dâr-ı dünya cây-ı firkat menzil-i mihnet gibi
 
Devleti bir âlet-i hengâme-i zahmet gibi
 
Sağlıgın bünyâdı yok âyinede sûret gibi
 
Matla’ı şâh-ı cihânun maşrık-ı hikmet gibi
 

 
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
 
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
 

 
Yandur erbâb-ı gurûru sôf-î sâfi-sıfat
 
Râhat olmak ister isen meskenetde mesken et
 
Dide gibi şevk-ı nurâniyyeti başa ilet
 
Evliyânun ayağı altı olur altı cihet
 
Mâni'-i işgaal-i Hak'dur bezm-i ehl-i ma'sıyet
 
Her libâs-ı gafleti kılma hicâb-ı mağfiret
 
Târik-i dünyâdadur sırr-ı sürûr-ı âhîret
 
Gör ne dir şâh-ı vilâyet nûr-ı ayn-ı ma'dilet
 

 
Ko bu ayş u işreti çünkim fenâdur âkıbet
 
Yâr-ı baaki ister isen olmaya tâat gibi
 

 
Hem-dem olma ney gibi ehl-i hevâyı eyle red
 
Aynı ile kıl ibâdet-hâneni mâ-beyne sed
 
Dâl-veş hâli degüldür secdeden ehl-i hıred
 
Padişâha bendeye hayrâtdur hayrü'-l veled
 
Sağ iken eyle murâdâtına muhtâcun meded
 
Ellere dest-i sehân ile murâd atını yed
 
Fursatı fevt eylemektür kâr-ı bed efkâr-ı bed
 
Cümleye bu seyyid-i âlem sözü olur sened
 

 
Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded
 
Gelmeye bu şişe-i çarh içre bir sâat gibi
 

 
Gel der-i dervişe var kim ma'rifet deryâsıdur
 
Cân kulağına kelâmı dürr-i bî-hem-tâsıdur
 
Mahzar-ı envâr-ı Hak âyîne-i rûyâsıdur
 
Han-kaahında hakikat Kaf'ınun Ankaasıdur
 
Kaf gibi i'tikâfı Mescid-i Aksaasıdur
 
Göz göre ayn-ı kanâat dide-i binâsıdur
 
Gönlinün virânesinde kenz-i lâ-yefnâsıdur
 
Vâli-i âlî-makaali sözlerün evlâsıdur
 

 
Saltanat didükleri ancak cihân gavgaasıdur
 
Olmaya baht u saâdet âlem-i vahdet gibi
 

 
Medd-i bi'smillah ile eyle var Allah’a yol
 
Kol kanad olsun sana havf ü recâsı sağ u sol
 
Mâil-i asl-ı usûl ol mâil-i asl-ı usûl
 
Lâyık-ı vasl-ı habîb it kendüni kıbl-el-vusûl
 
Hâtırunu eyle vahdet-hâne-i rây-ı Resûl
 
Maksad-ı aksâyı gözle menzil-i maksûdu bul
 
Vây eğer dünyana meşgûl eyler ise nefs-i gul
 
Olagör Yahyâ gibi bir mürşid-i ma’kuule kul
 

 
Ger huzûr itmek dilesen ey Muhibbî fârig ol
 
Var mıdur vahdet makaamı gûşe-i uzlet gibi
 

 
GAZEL
 

 
Aşka kâbil dil mi yok şehr içre yâ dilber mı yok
 
Mest yok meclisde bilmem mey mi yok sâgar mı yok
 

 
Gonca-i dil açılıp hâtır nice şâd olmaya
 
Bâğda güller mi yok gülşende bülbüller mi yok
 

 
Görmeziz bir dil ki tûtî gibi güftâr eyleye
 
Söyledir mi yok cihânda bilmezin söyler mi yok
 

 
Sengden dil kem mi yâ seng-i siyâhı la’l eder
 
Afitâb-i feyz-bahşâ-yı bülend-ahter mi yok
 

 
Niçin ebkâr-i ma’ânî beslemez erbâb-i nazm
 
Yoksa Yahyâ gibi üstâd-i sühan-perver mi yok
 

 
GAZEL
 

 
Mürşid-i kâmil âdemi câm-ı cihan-nümâ ider
 
Câm-ı cihân-nümâ nedür âyine-i Hudâ ider
 

 
Dost olan o hazrete düşmen-i mâsivâ olur
 
Bahr-i muhit-i vahdete kendüyi âşinâ ider
 

 
Âlem-i sûreti koyup salik-i rah-ı ışk olan
 
Mani yüzinde ruhını hem-dem-i Mustafa ider
 

 
İki kanad olur ona havf ü recası dayima
 
Şol kişi kim salâh ile uçmağı iktiza ider
 

 
Günde beş on kez âdemün kabri zeban-ı hal ile
 
Muntazıram sana diyü ağzın açup nida ider
 

 
İki cihanı kendüye kayd-ı taalluk eylemez
 
Vahdet-i Hâk muhabbeti âşıkı bir yana ider
 

 
Güç ile sığdı Yahya'nun maktaa adı fi'l-mesel
 
Kaleb-i ademe giren ruh gibi iba ider