Arama Sonuçları
Boş arama ile 846 sonuç bulundu
- İslamiyet Öncesi Türk Şiirinin Özellikleri
GENEL ÖZELLİKLERİ • Şiirler, Türklerin İslamiyet’i kabulünden önceki yaşantısından önemli izler taşır. • Şiirler, ‘‘şölen, sığır, yuğ’’ adı verilen dinsel törenlerde “baksı, kam, ozan, şaman” diye adlandırılan şairler tarafından ‘‘kopuz’’ adı verilen bir çalgı eşliğinde söylenmiştir. • Şiirlerde dörtlük nazım birimi, hece ölçüsü, genellikle yarım uyak kullanılmıştır. • Şiirlerin kafiye düzeni düz kafiye şeklindedir. • Şiirlerde yabancı etkilerden uzak, arı bir dil kullanılmıştır. • Şiirlerde aşk, kahramanlık, savaş, doğa, ölüm gibi temalar işlenmiştir. • Koşuk, sagu, sav, destan bu dönemin ürünleridir. Dikkat: Sözlü gelenekte oluşturulup yayılan bu ürünlerin yazılı ilk örnekleri Kaşgarlı Mahmut’un Divânu Lugati’t-Türk adlı eserinde yer almaktadır. SÖZLÜ DÖNEM KOŞUK • Edebiyatımızın en eski nazım biçimidir. • İslamiyet öncesinde av törenlerinde (sığır), kurban törenlerinde (şölen) ve kazanılan savaşlar sonrasında düzenlenen eğlencelerde söylenen şiirlere verilen isimdir. • Koşuklarda genellikle aşk, doğa ve yiğitlik temaları işlenmiştir. • Genellikle kopuz eşliğinde söylenmiştir. • Benzetme, kişileştirme, abartma gibi sanatlar kullanılmıştır. • Nazım birimi dörtlüktür ve dörtlük sayısı üç ile beş arasındadır. • Hece ölçüsünün genellikle 7’li, 8’li kalıpları kullanılmıştır. • Genellikle yarım kafiye kullanılan koşukların uyak düzeni aaab cccb … şeklindedir. Dikkat: Koşuklar halk edebiyatında koşmaya divan edebiyatında gazele benzer. SAGU • İslamiyet öncesinde “yuğ” adı verilen ölüm törenlerinde kopuz eşliğinde söylenen şiirlerdir • Bu şiirlerde ölen kişinin kahramanlıkları, iyilikleri, onun ölümünden duyulan üzüntü dile getirilmiştir. • Hece ölçüsü nün genellikle 7’li, 8‘li kalıpları kullanılmıştır. Kafiye şeması aaab cccb … şeklindedir. • Nazım birimi dörtlüktür ve dörtlük sayısı üç ile beş arasındadır. • Divânu Lügati’t-Türk’ te yer alan Alp Er Tunga Sagusu bu türün en önemli örneğidir. Dikkat: Sagunun halk şiirindeki karşılığı ağıt , divan şiirindeki karşılığı mersiye dir. DESTAN • İslamiyet öncesinde Türkleri derinden etkileyen, yiğitlik, savaş, göç gibi konuları işleyen sözlü ürünlerdir. • Destan bir süreç içerisinde varlık kazanır. Bu süreç üç aşamadan oluşur. • Bilinen yazılı Türk destanları daha çok İran, Çin, Arap, Moğol, Bizans ve Batı kaynaklarından derlenmiş; oluşumların-dan çok sonra yazıya geçirilmiştir. • Kök Türk Dönemi: Bozkurt Destanı • Uygur Dönemi: Türeyiş Destanı • Hun Dönemi: Oğuz Kağan Destanı • Altay-Yakut Dönemi: Yaratılış Destanı • Saka Dönemi: Alp Er Tunga Destanı Hatırlatma: İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’nın Sözlü Dönemi’ne ait bir diğer ürün de bugünkü atasözü yerine kullanılan savlardır. Savlar biçim olarak bir nesir cümlesi veya bir şiir dizesi gibi olabilir. YAZILI DÖNEM a. Göktürk Dönemi • Dönemin en önemli eseri Türk edebiyatının ilk yazılı eseri olan Göktürk Yazıtları ’ dır. Eser Orhun Abideleri olarak da bilinir. • Eser Türk adının geçtiği ilk eserdir. • Yazıtlar ilk Türk alfabesi Göktürk alfabesiyle yazılmıştır. • Türk edebiyatının söylev niteliği taşıyan ilk eseridir. • Abideler günümüzde Moğolistan sınırları içinde yer almaktadır • 8. yüzyılda dikilen Orhun Kitabeleri Tonyukuk Yazıtı, Kül Tigin Yazıtı, Bilge Kağan Yazıtı olmak üzere üç dikili taştan oluşur. • Yazıtlarda Türklerin Çin’e nasıl tutsak olduklarından, bu tutsaklıktan nasıl kurtulduklarından, Kül Tigin’in kahramanlık-larından, Türklerin ne kadar büyük bir devlet olduğundan bahsedilmektedir. • Yazıtları taş üzerine kazıyarak yazan kişi Yolluğ Tigin ’dir. • Kitabeler, ilk kez Danimarkalı dil bilimci V. Thomsen tarafından okunmuş; V. Radloff tarafından da ilk kez yayımlanıp dünyaya tanıtılmıştır. b. Uygur Dönemi • Bu dönem eserleri dinî içeriklidir. Eserlerde Maniheizm ve Budizm’in öğretileri anlatılmıştır. • Eserlerde genellikle Uygur alfabesi kullanılmıştır. • Bu döneme ait önemli eserler Altun Yaruk, Sekiz Yükmek, Kalyanamkara ve Papamkara, Irk Bitig adlı eserlerdir. • Bilinen ilk Türk şairi Uygur Dönemi şairi Aprınçur Tigin ’dir. İslamiyet Öncesi Türk Şiirinin Özellikleri
- Tanzimat Dönemi Türk Şiiri
Tanzimat Dönemi Türk edebiyatı, Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatının ilk devresidir. Tanzimat edebiyatı 1860 yılında Şinasi ve Agâh Efendi’nin ilk Türkçe özel gazete olan Tercüman-ı Ahvâl’ i çıkarmasıyla başlar. Tanzimat edebiyatı adını Mustafa Reşit Paşa tarafından 3 Kasım 1839’da ilan edilen ve Gülhane Hattı Hümayunu adıyla da bilinen Tanzimat Fermanı ’ndan alır. Tanzimat edebiyatı, Tanzimat Birinci Dönem (1860-1876) ve Tanzimat İkinci Dönem (1876-1896) olmak üzere iki döneme ayrılır. TANZİMAT BİRİNCİ DÖNEM TANZİMAT İKİNCİ DÖNEM Tanzimat sanatçıları birinci dönemde "Sanat toplum içindir." düşüncesi benimsenmiştir. Bu dönemde şiirde "Sanat sanat içindir." anlayışı benimsenmiştir. Toplumsal konulara yer vermişlerdir. Bireysel konular ön plana çıkmıştır. Vatan, millet, hürriyet, özgürlük, eşitlik, adalet ilk defa bu dönemde şiire konu olmuştur. İkinci dönemde "zerreden küreye her güzel şeyin şiir olması" düşüncesini ortaya atan Recaizade Mahmut Ekrem'in öncülüğünde şiirin konusu genişletilmiştir. Divan şiirindeki "Kafiye göz içindir." anlayışı yerine "Kafiye kulak içindir." görüşü benimsenmiştir. Göz için uyak mı, kulak için uyak mı tartışması Recaizade Mahmut Ekrem - Muallim Naci ile onların taraftarları arasında başlamıştır. Aruz şiire hâkim olan temel ölçü olmuştur. Hece ölçüsü bu dönemde ilk denemeler şeklinde görülmüştür. Şiirde ağırlıkla aruz ölçüsü kullanılmıştır. Heceyle ya-zılan şiirler az da olsa vardır. Şiirin konusunda değişiklikler yapılmasına rağmen biçimsel olarak divan şiirine bağlı kalınmıştır. Nazım birimi divan edebiyatında olduğu gibi çoğunlukla "be-yit" tir. Gazel, kaside, murabba, terkib-i bend gibi divan edebiyatının nazım şekilleri kullanılmıştır. Farklı nazım birimlerini ve yeni nazım biçimleri kullanılmıştır. Şiirde sade bir dil amaçlanmış ancak istenen başarıya ulaşılamamıştır. Birinci dönemden daha ağır bir dil anlayışı vardır. Şiirdeki en köklü değişiklik, Namık Kemal'in yazdığı Hürriyet Kasidesi ’nde kasidenin bölümlerinin kaldı-rılıp direkt olarak konuya giriş yapılmasıdır. Şinasi de mesnevi uyak ( aa, bb, cc, dd…) şekliyle kaside yazarak bir yenilik getirmiştir. Edebiyatımızın ilk metafizik şiiri Makber ile ilk pastoral şiirimiz olan Sahra, bu dönemde Abdülhak Hamit Tarhan tarafından yazılmıştır. Divan şiirindeki "parça bütünlüğü" bir kenara bırakılmış ve "konu bütünlüğü" esas alınmıştır. "Parça bütünlüğü" yerine bu dönemde "konu bütünlü-ğü" esas alınmıştır. Şiirde romantizm akımı etkili olmuştur. Şiirde romantizm akımı etkili olmuştur. Divan edebiyatında şiirlerin nazım şeklinin adıyla anıl-ması bir kenara bırakılmıştır. Şiirlere ayrı bir başlık verilmesi ilk defa Tanzimat Dönemi'nde gerçekleşmiştir. Divan edebiyatında şiirlerin nazım şeklinin adıyla anıl-ması bir kenara bırakılmıştır. Şiirlere ayrı bir başlık verilmesi ilk defa Tanzimat Dönemi'nde gerçekleşmiştir. Bu dönem; roman, tiyatro, anı, makale, eleştiri, hikâye gibi Batılı tarzdaki düzyazı türlerinin edebiyatımızda ilk defa yer aldığı bir dönemdir. Toplumsal konular yerine bireysel konuların ön plana çıktığı bir dönemdir. Bu dönem sanatçıları Batı kültürünü halka tanıtmaya çalışmışlar, yeniliklere ayak uyduran bir toplumun geli-şeceğine inanmışlardır. Bu dönem 1876 yılında başlamış, 1896 yılında son bularak yerini Servetifünun’a bırakmıştır. İlk dönem sanatçıları sanat düşüncesinden daha çok fikir aşılama düşüncesiyle eser vermişlerdir. Bu dö-nemdeki bütün sanatçıların politik bir duruşu vardır. Bu dönemde sanat eserleri bireyin kendi iç dünyasının dışavurumu şeklinde okuyucuyla buluşmuştur. Sanatçılar yazdıkları eserleri gazeteler aracılığıyla halka sunmuşlardır. Gerek düşünce yazıları gerekse sanatsal yazılar gazeteyle halka ulaştırıldıkları için gazete "halkla aydınlar arasında iletişimi sağlayan" en önemli araç olmuştur. Bu dönemde halka okuma fikrini aşılamak düşüncesi kalmamış, sanat eserlerinde estetik kaygı ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla dergi gazetenin önüne geçmiştir. Tanzimat edebiyatının temsilcileri tek bir türde eser veren sanatçılar değillerdir. Hepsi birden fazla türde eser vermiş çok yönlü kişilerdir. Tanzimat edebiyatının temsilcileri sadece tek bir türdeser veren sanatçılardan değillerdir. Hepsi birden fazla türde eser vermiş çok yönlü kişilerdir. TANZİMAT BİRİNCİ DÖNEM ŞAİRLERİ Şinasi (1826-1871) • Şinasi Batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatımızın kurucusudur. • Batı'ya ait kavramları ilk defa o dile getirmiş ve Türk toplumuna yeni bir görüş verme amacını gütmüştür. • Eserlerinin merkez noktası halktır ve "Sanat toplum içindir." anlayışındadır. • Dili sadedir ve yazı dilini sadeleştirmeyi amaç edinmiş bir sanatçıdır. Halkı aydınlatmanın yolunun onun anlayacağı bir dille yazmak olduğunu ilk dile getiren odur. • Şiirlerinde güzellik anlayışını daha çok, bir fikir etrafında bütüncül bir anlayışla okuyucuya sunmuş, şiirimize kompozisyon anlayışını o getirmiştir. • Şinasi şiirlerine şekil bakımından pek bir yenilik getirmemiş, eski nazım şekillerini kullanmaya devam etmiştir. • 1860 yılında Agah Efendi ile birlikte, Tercüman-ı Ahval adlı ilk özel gazeteyi, daha sonra 1862 yılında tek başına Tasvir-i Efkâr ’ı çıkartarak Türk gazeteciliğinin öncüsü olmuştur. • Klasisizm akımından etkilenmiş ve öğretici edebiyatı savunmuştur. • Edebiyatımızda ilklerin sanatçısı olmuştur. Eserleri: Tercüme-i Manzume : Eser Batı edebiyatı şairlerinin şiirlerinin tercümesidir. Müntehabat-ı Eş'ar : Şiirlerinden seçmeler. Namık Kemal (1840-1888) • Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatında, bir ideal uğruna sanatını kullanan ilk büyük şairdir. • En gür sesli vatan şairimizdir. Coşkulu bir romantiktir. • Eserlerinde toplumsal konuları, vatan, millet, hak, hürriyet kavramlarını işlemiştir. Onun için vatan sevgisi dünyevi her sevginin üstünde olmuştur. • Sanat ona göre insanları uyandırmak ve topluma fayda sağlamak için bir araçtır. "Sanat toplum içindir." anlayışını benimsemiştir. • İlk şiirlerinde biçim ve içeriğin eski olmasına rağmen sonraki şiirlerinde konuda değişikliklere gitmiş ve çok sonraları biçimsel yenilikler de yapmıştır. • Hürriyet Kasidesi ile ilk defa kasidenin bölümlerini kaldırmış, bu anlamda edebiyatımıza bir yenilik getirmiştir. • Sade dili kullanan sanatçı, halka halkın diliyle seslenmeyi amaç edinenler içinde en başarılı olandır. Dil milliyetçiliğini bizzat eserlerinde de uygulamaya koymuştur. • Hece ölçüsünü yazılarında savunmasına rağmen, birkaç şiiri dışında bütün şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır. • Tiyatroyu çok önemsemiş, "Tiyatro bir eğlencedir, fakat eğlencenin en faydalısıdır." demiştir. Batılı anlamda oynanan ilk Türk tiyatrosu Vatan Yahut Silistre 'yi yazmıştır. • Edebiyatımızın ilk edebî romanı İntibah 'ı ve ilk tarihî romanı Cezmi ' yi kaleme almıştır. • Şinasi'den sonra Tasvir-i Efkâr 'ı devam ettirmiş, Hürriyet ve İbret gazetelerini de çıkarmıştır. Ziya Paşa (1825-1880) • Tanzimat Dönemi'nin en çelişkide olan sanatçısıdır. Nesir ve nazım alanında çok ciddi düşünceleri olmasına rağmen, düşünceleriyle uygulamaları birbiri ile örtüşmemiştir. • Şiir ve İnşa makalesinde yazı dilimizin halk dilini temel alması gerektiğini söylemiş ancak divan edebiyatı geleneğini sürdürmüştür. Eski edebiyatın yıkılmasına çalışırken Harabat adlı antolojisinin ön sözünde de divan edebiyatını, halk edebiyatı karşısında övmüştür. Bu antoloji sebebiyle Namık Kemal Tahrib-i Harabat 'ı kaleme almıştır. • Şiirleri divan şiirinin devamı niteliğindedir. Biçimde eskiye bağlı olmasına rağmen içerikte yeniliklere gitmiştir. • Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmış, birkaç şiirinde heceyi de denemiştir. • Batılılaşma yolundaki Türk şiirine düşünce ve fikri getirmiştir. Şiirlerinde çalıp çırpmaya, haksızlığa, zulme şiddetle karşı çıkmış; hikmetler, nasihatlerle süslediği didaktik örnekler vermiştir. • Bağdatlı Ruhi'nin tesirinde kalmış, terkibibend ve terciibend yazmıştır. Özellikle terkibibendi , içinde barındırdığı hikmetler ve atasözü gibi dilden dile dolaşan mısralarıyla ölümsüz yapıtlar arasında gösterilmiştir. Eserleri: Zafername: Ali Paşa'yı hicvettiği ünlü kasidesidir. Eş'ar-ı Ziya : Şiirleri Harabat : Divan edebiyatı şairlerini anlattığı antoloji. TANZİMAT İKİNCİ DÖNEM ŞAİRLERİ Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914) • Tanzimat ve Batı edebiyatı değerlerinin yerleşmesi için çalışmalar yapmıştır. • Yenileşme hareketlerini genç nesle öğretmiş, Servetifünuncuların bir araya gelmesini sağlayarak bu topluluğun temelini atmıştır. • "Göz için kafiye" yerine "kulak için kafiye" anlayışını benimsemiş ve bunu ilk defa bir cümle olarak kullanmıştır. • "Sanat için sanat" ilkesini kabul etmiştir. • "Her güzel şey şiirdir." diyerek ilk defa şiirin konusunu genişletmiştir. • Şiirlerini aruzla yazmıştır. • Kullandığı dilde halk söyleyişlerinden, divan edebiyatındaki mahallîleşme cereyanından ve Fransız edebiyatından etkiler vardır. • Devrinde "üstat" olarak anılmıştır. • Romantizmin ve realizmin özellikleri eserlerinde kendini göstermektedir. • Türk edebiyatının ilk realist romanı Araba Sevdası ’nı kaleme almıştır. • Şiir, hikâye, roman, tiyatro, eleştiri, çeviri, anı gibi birçok türde eserler vermiştir. Eserleri: Şiir: Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebâb, Zemzeme (Bu eserin ön sözünde yeni edebiyatı savunmuş, Muallim Naci bu esere Demdeme ile karşılık vermiştir.), Pejmürde, Nijad Ekrem Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937) • Modern Türk edebiyatımızın kurucularından kabul edilen sanatçı, devrinde "Şairi-i Azam" olarak anılmıştır. • Görevi nedeniyle birçok yeri gezmiş olması sanatını etkilemiş, Doğu ve Batı arasında bir köprü olmuştur. • Tiyatrolarını nesirle kaleme aldığı gibi, aruzla ve heceyle tiyatro yazmıştır. • Romantik bir duyarlılığa sahip sanatçı "sanat için sanat" görüşünü benimsemiştir. • Edebiyatımızın ilk pastoral şiiri Sahra 'yı kaleme almıştır. • Divan şiirinin son kalıntılarını yıkan sanatçı olarak anılmaktadır. • Edebiyatımıza metafizik anlayışı getirmiştir. • Ağır bir dil kullanmış, bu yönüyle Türk dilinin sadeleşmesi duraklama dönemine girmiştir. • Kendini ve yakınındaki insanları yazdığı eserlere konu etmiştir. • Heceyi çok az kullanan sanatçı, şiirlerini aruzla yazmıştır. • En ünlü şiiri Beyrut'ta ölen karısı için yazdığı Makber 'dir. • Tiyatroları oynanmak için değil, okunmak içindir ve sahne tekniğine uymamaktadır. • Şiirlerinde aşk, tabiat, ölüm, metafizik konularını; tiyatrolarında ise eski uygarlıkları, günlük yaşamı, tarihi, bireysel konuları işlemiştir. Eserleri: Şiir: Makber, Sahra, Ölü, Hacle, Divaneliklerim yahut Belde, Bir Sefilenin Hasbıhali, Bâlâ'dan Bir Ses, Validem, Tayflar Geçidi, Ruhlar, Garâm Muallim Naci (1850-1893) • Türk şiirine yeni bir anlayış getiren Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan ile eski - yeni tartışmasına girmesinden dolayı eski anlayışın en önemli kalemşoru olarak görülmüştür. • Eski anlayışa bağlı kalmakla beraber Fransız edebiyatına uzak kalmamış, Batılı anlayışa uygun şiirler kaleme almış, tercümeler yapmıştır. • Sanatının en önemli yönü şiirleridir. Eski anlayışı devam ettiren gelenekçi şiirlerinin yanında, yenilikler yabancı kalmadığı yeni tarz şiirleri de vardır. • Aruzu Türkçeye başarıyla uygulamış, bu yönüyle Tevfik Fikret'i ve Mehmet Akif Ersoy'u etkilemiştir. • Türkçeyi hatasız denebilecek kadar doğru bir şekilde kullanmış ve sade bir dili benimsemiştir. En düzgün, en pürüzsüz nesir örneklerini de Tanzimat Dönemi'nde o vermiştir. • Edebiyatımızın ilk köy şiiri Köylü Kızların Şarkıs ı’ nı o yazmıştır. • Recaizade Mahmut Ekrem'in Zemze me’ sine karşı yazdığı Demdeme ile eski edebiyatın savunuculuğunu yapmıştır Eserleri: Şiir: Ateşpare, Şerare, Fürûzan, Yadigâr-ı Naci, Demdeme Tanzimat Dönemi Türk Şiiri
- Hikaye Türleri ve Hikayenin Yapı Unsurları
HİKÂYENİN YAPI UNSURLARI Olay Örgüsü: Hikâyedeki kişilerin başından geçen olaylar dizisidir ve ana olaya bağlı küçük olayların sıralanmasıyla oluşur. Kişiler: Olayı yaşayan kahramanlardır. Hikâyede kişi sayısı azdır. Karakter: Kahramanların, kendine özgü özellik taşıyanlarına denir. Tip: Bir düşünce veya topluluğu temsil edenlere denir. Zaman: Olayların başlangıcı ve bitişi arasındaki süredir. Zaman, başlangıçtan sona veya sondan başa doğru akabilir. Mekân: Olayların geçtiği yer veya çevredir. Olayın anlaşılması için ayrıntıya girmeden betimlenir. HİKÂYEDE ANLATICI VE BAKIŞ AÇISI Anlatıcı: Hikâyeyi okuyucuya sunan kişidir ve yazarın kendisi değil, kurmaca bir kişidir. Olaylar birinci ya da üçüncü kişi ağzından anlatılır ve hikâyedeki olaylar ve kişilerle ilgili bilgiler anlatıcıdan öğrenilir. Bakış Açısı: Anlatıcının kişi, olay, yer ve zamanı nasıl ele aldığı ve bunlara karşı takındığı tutumdur. Üç çeşit bakış açısı vardır: a-) Kahraman Bakış Açısı (I. Kişi Ağzı) Olayın hikâye kahramanlarından biri tarafından birinci kişi ağzından anlatılmasıdır. Anlatıcı, yalnızca kendi duygu, düşünce ve izlenimlerini bilir ve aktarır. ÖRNEK: Ziya Osman Saba’nın Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi eserinden. b-) Hâkim (Tanrısal / İlahi) Bakış Açısı (III. Kişi Ağzı) Anlatıcı, kahramanların iç dünyasını bilir, her şeyi görür, bilir ve sezer. Anlatıcı bazen öğüt verir, yargıda bulunur ya da hikâyeyi özetler. Anlatım üçüncü kişinin ağzından yapılır. ÖRNEK: Sabahattin Ali’nin Ayran hikâyesinden. c-) Gözlemci (Müşahit) Bakış Açısı (III. Kişi Ağzı) Anlatıcı, yalnızca gördüklerini ve tanık olduklarını nesnel bir şekilde aktarır. Anlatıcı, kahramanlarla ilgili her şeyi bilemez ve duygu düşüncelerine hâkim değildir. Anlatım üçüncü kişi ağzından yapılır. ÖRNEK: Sabahattin Ali’nin Ses adlı eserinden. HİKÂYE ÇEŞİTLERİ 1. Olay Hikâyesi (Maupassant Tarzı) Bir olayı serim, düğüm ve çözüm bölümlerine uygun olarak anlatıp bir sonuca bağlayan hikâye türüdür. Kahramanların ve çevrenin tasvirine yer verilerek okuyucuda merak ve heyecan uyandırmak amaçlanır. Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından geliştirildiği için Maupassant tarzı hikâye olarak bilinir. Türk edebiyatındaki başlıca temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay ve Reşat Nuri Güntekin 'dir. ÖRNEK: Ömer Seyfettin, Kaşağı. 2. Durum Hikâyesi (Çehov Tarzı) Merak ve heyecandan çok duygu, düşünce ve hayallere odaklanan; olaylar yerine günlük yaşamın bir kesitini ele alan hikâye türüdür. Ruhsal çözümlemelere ağırlık verilir, olay ikinci planda kalır. Serim, düğüm, çözüm bölümleri bulunmaz. Öncüsü Rus yazar Anton Çehov 'dur ve Çehov tarzı hikâye olarak bilinir. Türk edebiyatında bu türün önemli temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal 'dır. ÖRNEK: Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar. HİKÂYEDE ANLATIM BİÇİMLERİ 1. Öyküleyici Anlatım (Öyküleme) Olay anlatımına dayanan bu anlatım biçiminde, okuyucuyu olayın içinde yaşatmak amaçlanır. Kişiler, olay örgüsü, mekân ve zaman ögeleri bulunur. Fiil ve fiilimsilere çokça yer verilerek kişiler hareket hâlinde yansıtılır. ÖRNEK: Refik Halit Karay, Eskici hikâyesinden. 2. Betimleyici Anlatım (Betimleme) Varlıkları ve durumları zihinde canlandırmayı amaçlayan anlatım biçimidir. Öznel betimlemelere izlenimsel , nesnel olanlara ise açıklayıcı betimleme denir. Öznel betimlemelerde okuyucuya izlenim kazandırmak, nesnel betimlemelerde ise bilgi vermek amaçlanır. Sıfatlar kullanılarak varlık ve durumlar ayırt edici özellikleriyle tanımlanır. ÖRNEK: Halide Edip Adıvar, Himmet Çocuk hikâyesinden. HİKÂYEDE VE ROMANDA KULLANILAN ANLATIM TEKNİKLERİ 1. GÖSTERME (SAHNELEME) Olaylar, kişiler ve varlıklar doğrudan okuyucuya sunulur. Anlatıcı, okuyucu ile eser arasına girmez. Kişilerin konuşmaları ve hareketleri yansıtılarak okuyucunun kendisini eserin kurmaca dünyasında hissetmesi sağlanır. Diyalog: Kahramanların karşılıklı konuşmalarına dayanan bir anlatım tekniğidir ve metne akıcılık kazandırır. ÖRNEK: Ömer Seyfettin, Gizli Mabet eserinden. İç Konuşma: Kahramanların içsel konuşmalarını aktarmaya dayanan bir tekniktir. Kahraman, karşısında biri varmış gibi kendi kendine konuşur (sesli düşünme). ÖRNEK: Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar hikâyesinden. Bilinç Akışı: İç konuşmada olduğu gibi kişilerin iç dünyaları, zihinlerinden geçen düşünceler doğrudan verilir. Ancak cümleler arasında mantık ilişkisi zayıftır; düşünceler serbest çağrışımla bir konudan diğerine atlar. ÖRNEK: Bilge Karasu, Odaların Biri hikâyesinden. 2. ANLATMA (TAHKİYE ETME) Anlatıcı, okuyucu ile eser arasına girer ve bu teknik hâkim bakış açısıyla oluşturulur. Anlatıcı kahramanlardan biri değildir. Anlatmaya dayalı metinlerde, anlatım tekniklerinin en eskilerinden biridir. Kişi Tanıtımı: Metindeki kişilerle ilgili okuyucuya tanıtıcı bilgiler verilir. Anlatıcı, karakterleri ayırt edici özellikleriyle tanıtır. ÖRNEK: Halide Edip Adıvar, Sinekli Bakkal eserinden. Olay Anlatımı: Metindeki olaylar bir anlatıcı tarafından aktarılır. ÖRNEK: Sabahattin Ali, Kamyon hikâyesinden. Geriye Dönüş: Eserde kronolojik akışın kırılarak geçmişe dönülmesi, geçmişe ait olay ve yaşantıların anlatılması tekniğidir. ÖRNEK: Tarık Buğra, Oğlumuz eserinden. İç Çözümleme: Kişilerin iç dünyalarının, iç yaşantılarının, hâkim bakış açısıyla anlatıldığı psikolojik tahlil tekniğidir. Anlatıcı, karakterin iç dünyasına bütünüyle egemen olur. ÖRNEK: Samiha Ayverdi, Ateş Ağacı romanından. Özetleme: Anlatıcının olayları, kişileri veya diğer unsurları özetleyerek okuyucuya sunduğu tekniktir. ÖRNEK: Reşat Nuri Güntekin, Yaprak Dökümü romanından.
- Divan Edebiyatında Nesir (Düzyazı) Türleri
Divan Edebiyatı Nesrinin Genel Özellikleri Divan edebiyatında nesir, şiir kadar gelişmemiştir. Bu dönemde düzyazıya nesir veya inşa, düzyazıyı yazana nasir veya münşi, düzyazı türündeki eserlere de mensur veya münşeat adı verilir. Nesirde içerikten çok söyleyiş güzelliğine önem verilmiştir. Seci adı verilen iç kafiye çokça kullanılmıştır. Noktalama işaretleri kullanılmamıştır. Söz sanatları bolca kullanılmış, duygu ve düşünceler uzun cümlelerle ifade edilmiştir. Divan şiirinde olduğu gibi nesirde de Arapça, Farsça kelime ve tamlamalar kullanılmıştır. Divan nesri üç başlıkta ele alınır: 1.Sade Nesir: Halk için yazılmış eserlerde kullanılan nesirdir. Yazılan eserler süsten uzak ve anlaşılması kolay eserlerdir. Genellikle din, tasavvuf, ahlak ve tarihle ilgili eserlerde kullanılmıştır. Mercimek Ahmet’in Kabusname, Seydi Ali Reis’in Mir’âtü’l-Memâlik, Kul Mesut’un Kelile ve Dimne çevirisi, Erzurumlu Mustafa Darîr’in Sîretü’n-Nebî adlı eserleri bu nesre örnek gösterilebilir. 2.Süslü Nesir: Düşüncenin ikinci plana atıldığı, ustaca söz söylemenin, sanatlı anlatımın ön plana çıktığı bir nesirdir. Süslü nesirde secilere çokça yer verilmiş, sanatlı bir dil kullanılmıştır. Sinan Paşa’nın Tazarruname adlı eseri bu türün en bilinen eserlerindendir. Ayrıca Veysi Dürretü’t-Tac, Nergisi Hamse, Nabi Tuhfetü’l-Harameyn adlı eserleriyle süslü nesir örnekleri vermiştir. 3.Orta Nesir: Yer yer süslü nesir yer yer de sade nesrin özelliklerini taşıyan nesir türüdür. Daha çok tezkirelerde, tarih kitaplarında ve vakanüvislerin eserlerinde görülür. Naima’nın Naima Tarihi, Katib Çelebi’nin Mizanü’l-Hak, Evliya Çelebi’nin Seyahatname ve Fuzuli’nin Şikayetname adlı eserleri orta nesir örnekleridir. Divan Edebiyatı Nesir Türleri Tezkire: Çeşitli mesleklerden önemli kişilerin -özellikle şairlerin- hayatlarının anlatıldığı eserlere denir. Türk edebiyatında bu türün ilk örneğini Ali Şîr Nevâî Mecâlisü’n-Nefâis adlı eseriyle vermiştir. Anadolu sahasında yazılan ilk tezkire ise Sehî Bey’in Heşt Behişt Sefaretname: Yabancı bir ülkeye elçi (sefir) olarak gönderilen bir görevlinin o ülke ile ilgili izlenimlerini anlattığı eserlerdir. Yirmisekiz Çelebi Mehmed’in Fransa Sefaretnamesi bu türün önemli örneklerindendir. Tarih-Vakayiname: Devletin resmî tarih yazarlarına vakanüvis, onların yazmış olduğu eserlere de vakayiname denir. Naima, ilk vakanüvistir. Âşık Paşazade, Peçevi Ahmed Cevdet Paşa, Kemal Paşazade önemli Osmanlı tarihçileridir. Gazavatname: Müslümanların gayrimüslimlerle yaptıkları savaşları, bu savaşlardaki zaferleri ve kahramanlıkları anlatan eserlere verilen isimdir. Edebiyatımızda ilk örnekleri XV. yy.da verilmiştir. Siyer: Hz. Muhammed’in yaşamını anlatan eserlere denir. Türk edebiyatında siyer türünün ilk örneği Erzurumlu Mustafa Darir'in Sîretü’n-Nebî adlı eseridir. Veysi’nin Siyer-i Veysi eseri de türün önemli örneklerindendir. Seyahatname: Gezilip görülen yerler hakkında yazılan eserlere verilen isimdir. Türk edebiyatındaki ilk gezi yazısı örneği Seydi Ali Reis’in Mir’âtü’l-Memâlik adlı eseridir. En önemli gezi yazısı örneği Evliya Çelebi’nin Seyahatname eseridir. Ayrıca Katip Çelebi’nin Cihânnüma, Nabi’nin Tuhfetü’l-Harameyn adlı eserleri de türün örnekleri arasındadır. Siyasetname: · Devleti idare edenlere yöneticilik sanatı hakkında bilgiler veren eserlere denir. · Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün yazmış olduğu Siyasetname adlı eseri önemlidir. Surname: Sünnet, evlenme, tahta çıkma gibi nedenlerle yapılan şenlikleri anlatan eserlere verilen isimdir. Nabi’nin ve Vehbi’nin surnameleri önemlidir. Şehrengiz: Bir şehrin özellikleri, güzellikleri, orada yaşayan önemli kişiler hakkında çeşitli bilgiler veren eserlerdir. Genellikle mesnevi biçiminde yazılsa da mensur örnekleri de vardır. Kıyafetname: Kişilerin dış görünüşlerinden ahlak ve karakter yapıları hakkında çıkarılan yargıları konu alan eserlerdir. Bu türün en önemli eserini Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı eseri ile vermiştir. Pendname (Nasihatname): Din, ahlak ve sosyal bakımdan öğütler veren; kişileri ve toplumu eğitmeyi amaçlayan eserlerdir. Münşeat: Düzyazı şeklinde yazılmış yazıların, mektupların bir arada bulunduğu eserlere verilen isimdir.
- Dilin Tanımı ve Özellikleri
“Dil” çok eski zamanlardan beri merak edilen bir konudur. Bunun için “dil nedir?” sorusunu birçok düşünür kendine sormuştur. Yunan düşünürlerinden Platon da bu soruyu kendine soranlardandır. O, bu soruyu Kratylos (1972, s. 274) adlı yapıtında şöyle yanıtlamaktadır: “Kendi özel düşüncelerini sesin yardımıyla, özne ve yüklemler yardımıyla anlaşılabilir duruma getirmek.” Daha sonra bu konuda birçok tanım yapılmıştır. Bunun nedeni dilin basit gibi görünen yapısal görünümünün aslında çok karmaşık ve oluşumunun da birçok alanla ilgili olmasından kaynaklanmaktadır. Her uzman dili kendi uzmanlık alanına göre tanımlamıştır. Keskin (1993, s.131), çeşitli açılardan yapılan dil tanımlarının sayısının üç yüz ellinin üzerinde olduğunu belirtmektedir. Örneğin Adalı (1982, s. 14) dili “İnsan topluluklarının anlaşma, bildirişme aracı” olarak kısaca tanımlarken, Aksan (1995, s. 55) “Düşünce, duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir. ” diyerek daha ayrıntılı tanımlamıştır. Dilin bazı özellikleri vardır: Dil bir anlaşma aracıdır. İnsanlar duygu, düşünce, istek ve kanılarını dil aracılığıyla karşısındaki insanlara anlatmaktadır. Dilin temeli bilinmeyen bir zamanda atılmıştır. Dilin ne zaman doğduğu, nasıl doğduğu kesinlik kazanmamış bir konudur. Dil bir kurallar dizgesidir. Her dilin kendine özgü kuralları vardır. Ağızdan çıkan her ses konuşmayı oluşturmaz. Bu sesler belirli kurallar doğrultusunda yan yana gelerek sesleri (hece), seslerin yan yana gelmesi sözcükleri, sözcüklerin yan yana gelmesi cümleleri (tümce) oluşturmaktadır. İşte bu yan yana gelişler bir kurallar zinciri doğrultusunda olur. Yargı bildiren bu cümleler de isteklerin anlatılmasını sağlar. Dil sosyal bir kurumdur. İnsan sosyal bir canlıdır. Tek başına yaşamaz, yaşayamaz. Bir toplum içinde toplumla birlikte yaşamak zorundadır. Onun kullandığı dil de sosyal bir kurumdur. İnsan konuşma yetisiyle doğar; ama kullanacağı dil doğduğu toplumda vardır. Yani birey dili hazır bulur. Dil, bireylerin üstünde, toplumun malı olan ve bütün toplumu içine alan bir kurumdur. Dil kültürün aynasıdır. Dil bir toplumun kültürünün özelliklerini kendisinde taşır. Kültürün önemli bir ögesi olan dil aynı zamanda kültürün gelişmesini sağlar. Kültürün gelecek kuşaklara taşınması dilin yardımıyla olur. Dil doğal bir araçtır. Dil insanların kullandığı herhangi bir araca benzemez. İnsan kendisinin ürettiği araçlara istediği biçimi verebilir, onu yönlendirebilir; ama dilin doğallığı buna engel olur. Dilin kendi kuralları vardır. İnsanlar bu kurallara uyarak dilden yararlanabilirler. Dil yapay bir araç değildir. Ortak dil olarak oluşturulmaya çalışılan Esperanto dilinin kullanılmayışının, yaygınlaşmamasının bir nedeni de budur. Dil maddi bir araç gibi oluşturulamaz. Oluşturulmaya çalışıldığı zaman doğallığı yok olur, kendi kendini üretmez . Dil düşünceyi etkilemektedir. Düşüncenin mi, dili; dilin mi düşünceyi doğurduğu tartışılan bir konudur. Bu iki kavramın da birbirini etkilediği bilinen bir gerçektir. Dil zenginliği düşünce zenginliğinin bir göstergesidir. Bir dilin bilim dili olmadığını ileri sürmek, o dili konuşan insanların bilim üretmediklerini kabul ettikleri anlamına gelmektedir. Dil canlı bir varlıktır. Dil kendi kuralları doğrultusunda gelişen canlı bir varlıktır. Dil de canlı bir varlık gibi doğar, büyür, gelişir, değişir ve ölür. Bunun en güzel örneği dili oluşturan ögelerden sözcüklerin zaman içinde uğradıkları değişikliklerdir. Günümüzde, Türkiye Türkçesinde değişikliğe uğramış veya kullanılmayan birçok Türkçe sözcük vardır. Bugün kullanılan Türkçe de zaman içinde dilin kendi kuralları doğrultusunda değişecektir. Dilin donup kalması olası değildir.
- Dilin Tarihî Süreç İçerisindeki Değişimini Etkileyen Sebepler
Dil yaşayan bir varlık olarak değişmeye muhtaçtır. Bir dil iç ve dış sebeplere bağlı olarak tarihî süreç içerisinde değişir. Bu değişimin en belirgin göstergelerinden biri kelimelerin zaman içinde uğradıkları ses değişiklikleridir. Bunun dışında okuduğunuz metinde belirtilen kelimeler aynı kalsa da söz konusu kelimelere yüklenen anlam değişebilir. (Eski Anadolu Türkçesinde ‘kötü’ anlamına gelen ‘yavuz’ kelimesinin zamanla anlam iyileşmesine uğrayarak ‘yaman, hızlı’ anlamını kazanması gibi.) Kimi kelimeler de karşıladıkları kavramların ve nesnelerin kullanılmamasıyla birlikte zamanla ölür. “Konuğun kutsuzı ev issini ağırlar.” atasözünün “Misafirin akılsızı ev sahibini ağırlar.” şekline dönüştüğü bazı kelimelerin yerini başka kelimelerin aldığı görülür. Dil sosyal bir varlık olduğu için insan düşüncesinde, toplumda meydana gelen her türlü değişim dili de etkiler. Bunun için siyasi, toplumsal, kültürel, ekonomik değişime ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak dil de değişir. Manihaizm’in kabulü, Türklerin kavimler göçü ile farklı coğrafyalara yayılmaları, İslamiyet’i kabul etmeleri, Osmanlı Devleti’ndeki Batılılaşma ve yenileşme hareketleri, Tanzimat Fermanı’nın ilanı, Cumhuriyet’in ilanı gibi tarihî olaylar; siyasi, sosyal vb. hayatımızı değiştirdiği gibi konuşulan ve yazılan Türkçeyi de etkilemiştir. Bu olaylarla birlikte özellikle etkileşimde olduğumuz milletlerin dilleri kimi zaman kelime düzeyinde kimi zaman da kurallar bakımından Türkçeyi etkisi altına almıştır. Buna karşılık Türkçe de bu dilleri az veya çok etkilemiştir. Diller arasındaki bu etkileşim dilin değişimindeki en önemli sebeplerdendir. Bu konuda her çağda tartışmalar olmuştur. Osmanlı Dönemi’nde başlayan dilde sadeleşme çabaları, XX. yy.ın başlarında “Yeni Lisan” hareketiyle ve Cumhuriyet Dönemi’ndeki dil devrimiyle meyvelerini vermiştir. Özellikle Cumhuriyet Dönemi’nde Türk Dil Kurumunun kurulması, Türkçe üzerine araştırmalar yapılması, “Millet Mektepleri”nin açılması, okuma-yazma oranının artması, iletişim imkânlarının çoğalması, kitaplara daha kolay ulaşılması gibi sebeplerle konuşma ve yazı dili birbirine yaklaşmış, halk dili-aydın dili gibi ayrımlar ortadan kalkmıştır. Kısaca bir dili konuşan topluluğun ihtiyaçları ve değişimine paralel olarak dilin de değiştiğini söyleyebiliriz. Çeviri, yazarların dil tercihleri gibi hususlar da hem yazı hem konuşma dilini etkiler. İslamiyet’in kabulüyle dinî ve edebî eserlerin, Tanzimat Dönemi’nde de Batı’dan özellikle Fransız edebiyatından eserlerin tercüme edilmesiyle yabancı kelimelerin dilimize girmesini bu duruma örnek gösterebiliriz. Günümüzde bir dilin değişiminde en önemli sebeplerden biri teknolojik gelişmelerdir. Bu gelişmelere bağlı olarak son yıllarda Türkçeye birçok kavram girmiştir: e-posta, televizyon, radyo, İnternet, sosyal medya, SMS vb. Bir dilde değişim ister dilin iç isterse dış dinamikleriyle olsun dilin kendi işleyişi, doğası ve kuralları içinde gerçekleşir. Değişimin dil üzerinde olumlu ya da olumsuz çeşitli sonuçları ve farklı etkileri olabilir. Hatta dildeki değişim ses ve kelimelerden başlayarak dilin cümle yapısını etkileyip metinlere kadar genişleyebilir. Önemli olan o dili konuşan toplumun tercihleri ve bu değişimi kabul edip etmemesidir.
- Divan Şiirinin Temel Özellikleri
10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Divan Şiirinin Temel Özellikleri Divan edebiyatı, XIII. yüzyılda Hoca Dehhani ile başlayıp XIX. yüzyıla kadar varlığını devam ettirmiştir. Saray edebiyatı, klasik edebiyat, yüksek zümre edebiyatı gibi değişik adlarla anılan bu edebiyat için en yaygın kullanılan isim divan edebiyatıdır. Bu adlandırmada şairlerin, eserlerini “divan” adı verilen bir kitapta toplamaları etkili olmuştur. Divan şiiri İslami kültüre dayalı, daha çok medrese öğrenimi görmüş, eğitimli sanatçıların oluşturdukları edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatlarının etkisiyle oluşan bu şiir geleneğinin kendine özgü birtakım kuralları vardır. Geleneğin belirlediği bu kurallar şunlardır: Ölçüsü “aruz”dur. Dil; Arapça, Farsça, Türkçeden oluşan Osmanlı Türkçesi’dir. Şiirde uyak tam ve zengin uyaktır. Şiir başlığı yoktur. Şiirler, nazım biçimlerine göre adlandırılır. Duygu ve düşünceler kalıplaşmış mazmunlarla anlatılır. Anlatılandan ziyade, anlatış biçimi ön plana çıkar. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı aktarılmıştır. Medrese kültürüyle yetişen şairler, aydın zümre edebiyatını oluşturmuştur. Edebî Sanatlara yer verilmiştir. Sanat sanat içindir anlayışı vardır. Şiirde genellikle din, aşk, sevgili konuları ele alınmıştır. Nazım ön plana alınmış, nesre daha az yer verilmiştir. Nesir türü olarak tezkire (biyografik eser), münşeât (mektuplar), tarihler, dini metinler ve nasihatnameler yazılmıştır. 13. yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. Arapça-Farsça kelime ve tamlamaların sıkça kullanılır. Ağır, sanatlı, süslü söyleyişlere yer verilir. Mazmun adı verilen kalıplaşmış sözler bulunur. Soyut konular daha çok işlenir ve bütün güzelliği yerine parça güzelliğinin esas alınır. Nazım birimi olarak beyit ve bentler kullanılır. Aruz ölçüsünün kullanılması da bu şiir geleneğinin önemli özellikleri arasındadır. Divan şiirinin vazgeçilmez temalarından biri olan aşk, basit bir duygudan hastalık derecesine varan alışkanlık ve tutkulara kadar çeşitli boyutlarda işlenmiştir. Ancak divan şiiri zihniyetine göre bu durum, âşık için utanılacak bir şey değil aksine onu yücelten bir durumdur. Bütün divan şairleri, geleneğin belirlediği bu kurallara uymuşlar, ortak söz varlığının dışına çıkmamışlardır. Hoca Dehhani ile başlayan bu geleneğin en tanınmış sanatçılarının bazıları şunlardır: 13. yüzyıl: Hoca Dehhani, Ahmet Fakih, Şeyyad Hamza, Sultan Veled, Seyyid Nesimi, Gülşehri… 14. yüzyıl: Ahmedî, Aşık Paşa, Kadı Burhaneddin, Hoca Mesut… 15. yüzyıl: Ali Şîr Nevaî, Şeyhî, Ahmet Paşa, Süleyman Çelebi, Sinan Paşa, Hamdullah Hamdi, Mercimek Ahmet… 16. yüzyıl: Fuzûlî, Baki, Bağdatlı Ruhi, Zati, Hayali, Taşlıcalı Yahya, Sehi Bey, Latifî… 17. yüzyıl: Nef’î, Nabî, Şeyhülislam Yahya, Naili, Neşati, Nergisi, Veysi, Evliya Çelebi… 18. yüzyıl: Nedim, Şeyh Galip, Sümbülzade Vehbi, Enderunlu Fazıl… 19. yüzyıl: Fitnat Hanım, Enderunlu Vasıf, Yenişehirli Avnî, İzzet Molla, Akif Paşa… Şeyh Gâlip, divan şiirinin son büyük temsilcisi olması yönüyle Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Divan şiirinde sıkça kullanılan nazım biçimleri: gazel, kaside, mesnevi, murabba, muhammes, terkib-i bent, terc-i bent, şarkı, kıt’a, rubai, ve tuyuğdur. Gazel Gazel, Türk edebiyatına Arap edebiyatından geçmiştir. Divan şairlerinin en çok kullandığı nazım biçimi olan gazel, beyitlerle kurulur. Genellikle sevgi, aşk, güzellik, kadın ve eğlence konuları işlenir. (Düşünceye yönelik felsefî ve öğretici konuları işleyenleri de vardır.) En az 5 en çok 15 beyitten oluşur. Gazelin ilk beyitine matla, ikinci beyitine hüsn-i matla; son beyitine ise makta adı verilir. Maktadan bir önceki beyite ise hüsn-i makta denilmektedir. Şairin mahlasının bulunduğu beyite mahlas beyit adı verilir. Mahlas beyitine taç beyit de denilir. Mahlas, genellikle gazelin son beytinde yer alır. Gazelin en güzel beyiti beytül-gazel ya da şâh-beyit olarak adlandırılır. Bu beyit gazelin herhangi bir yerinde bulunabilir. Gazel, Türk edebiyatına Arap edebiyatından geçmiştir. Gazelin kafiye düzeni: ---- a ----b ----c ---- a ----a ----a… şeklindedir. Konu bakımından halk şiirindeki koşma nazım şekline benzer. Beyitler arasında anlam birliği bulunan gazellere yek-âhenk gazel denir. Bütün beyitleri aynı güçte, değerde ve güzellikte olan gazellere ise yek-âvâz gazel denir. En ünlü gazel şairlerimiz: Fuzûlî, Bâkî, Naîlî ve Nedim’dir. Divan Şiirinde Kullanılan Kalıplaşmış İfadeler (Mazmun Ve Benzetmeler) Boy; Elif, fidan, kamet, servidir. Yüz; Ay, güneş, şemsdir. Saç; Dam, kement, perişan, yılan, zincir, zülüftür. Koku; Amber, menekşe, misk, sümbüldür. Kaş; Hilal, keman, yaydır. Göz; Ahu, kâfir, mahmur, nergistir. Kirpik; Oktur. Yanak; Gül, güneş, laledir. Ağız-Dudak; Lal, yakut, mercan, gonca, nokta, ruhtur. Diş; Dür, güher, incidir. Sevgili; Ay, büt, güneş, melek, peri, sanem, sultandır. Gül; aşık olunan, ma’şuk, Leyla Bülbül ise aşık olan, Mecnun’dur. Kaside Kasideler, din veya devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılır. Bazen de kasidelerde yergi söz konusudur. Gazelle aynı şekilde kafiyelenir. Kafiye şeması: ---- a ----b ----c ---- a ----a ----a şeklindedir. Aşağıdaki gibi belli bir yazılış kuralı (bölümleri) vardır. Nesib-Teşbip (Tasvir yapılır.) Girizgah (Asıl konuya girilir.) Methiye (Esere konu olan kişi övülür.) Fahriye (Şairin kendini övdüğü bölümdür.) Tegazzül (Araya alınan gazeldir.) Taç (Şairin adının geçtiği bölümdür.) Dua (Allah’a, Peygamber’e dua edilir.) Kasidenin Bölümleri En tanınmış kaside şairlerimiz: Nef’î, Bakî, Fuzûlî ve Nedim’dir. Kasideler, işledikleri konulara göre isimlendirilir. Tevhid: Allah’ın birliği ve yüceliğini anlatır. Münacaat: Allah’a yalvarıp yakarmak için yazılır. Naat: Hz. Peygamberi ve dört halifeyi öven şiirler. Methiye: Devrin önde gelen kişilerini öven şiirlerdir. Hicviye: Yöneticileri yermek (eleştirmek) için yazılan şiirlerdir. Mersiye: Tanınmış bir kişinin ölümü üzerine yazılan şiirler. Bahariye: Baharın güzelliklerinin anlatıldığı şiirlerdir. Iydiye: Bayramları anlatan şiirlerdir. Cülusiye: Padişahın tahta çıkışını anlatan şiirlerdir. Şarkı Ezgiyle okunan şiirlere İslam öncesi sözlü edebiyatta “Ir” adı verilirken halk edebiyatında “Türkü”, divan edebiyatında ise “Şarkı” adı verilmiştir. Divan şiirinin ezgili söyleyişine en güzel örnekleri kazandıran şair, hiç kuşkusuz Nedim’dir. Şarkı, Türklerin divan edebiyatına kazandırdığı iki nazım biçiminden biridir. Bestelenmek amacıyla kaleme alınır. Genellikle dörder dizeli bentlerle kurulur. Beş ya da altı dizeli bentlerden oluşan şarkılar da vardır. Her bendin üçüncü dizesi miyan, her bendin sonunda tekrarlanan dize ise nakarat olarak adlandırılır. Miyan, şarkının en dokunaklı ve en anlamlı dizesidir. Genellikle aşk, sevgili, eğlence, ayrılık gibi konuların işlendiği şarkılarda bent sayısı 2 ile 5 arasında değişmektedir. İlk bendin kafiye düzeni değişiklik gösterebilmektedir. Genellikle kafiye düzeni: aaaa-bbba-ccca abab-cccb-çççb veya aAaA-bbbA-cccA şeklindedir. NOT: (A nakaratları ifade etmektedir.) Türk edebiyatında şarkı adıyla yazılan ilk manzumeler, 17. yüzyılın sonlarında görülmektedir. Divan edebiyatının en güzel şarkı örneklerini Nedim vermiştir. Nedim’den sonra Şeyh Galip, Enderunlu Fâzıl, Enderunlu Vâsıf gibi büyük şairler de bu nazım biçimini kullanmış ve yaygınlaşmasında önemli rol oynamışlardır.
- Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu
Tiyatro: Sahne üzerinde ve bir seyirci topluluğu önünde, sanatçılar tarafından, hareketli olarak canlandırılacak nitelikte yazılan edebi türdür. ➥ Başka bir tanımla ifade edilecek olursa; herhangi bir olay, durum veya tasarının sahnede canlandırılması amacı ile yazılmış eserlere “dramatik metinler” denir. Bu metinlerin sahnede canlandırılması ile ortaya çıkan sanat da tiyatro olarak adlandırılır. KISACA TÜRK TİYATROSUNUN GELİŞİMİ Türk edebiyatında sözlü gelenek içinde ortaya çıkıp gelişen geleneksel Türk tiyatrosu (Karagöz, orta oyunu, meddah, seyirlik köy oyunları, kukla vb.) yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. ➠Modern tiyatro, Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi ’nde Batı ’dan gelmiştir. Bu dönemde Şinasi ilk yerli oyun olan Şair Evlenmesi ’ni yazmış; Ahmet Vefik Paşa , Fransız sanatçı Moliére ’den uyarlamalar yapmıştır. Modern tiyatro kurulurken kimi zaman geleneksel tiyatroya ait unsurlardan da yararlanılmıştır. ➠ 1877-1908 arasında II. Abdülhamit’in “istibdat” adı verilen baskıcı dönemi, sanatçılar üzerinde etkili olduğu için Türk tiyatrosunda bir gelişme olmamıştır. ➠ Millî Edebiyat Dönemi ’nde tiyatro yeniden canlanmıştır. İlk Müslüman kadın oyuncu Afife Jale bu dönemde sahneye çıkmıştır. Musahipzade Celal bu dönemin en önemli tiyatro yazarlarındandır. ➠Milli Edebiyat tiyatrosunda görülen gelişme; Cumhuriyet Dönemi ’nde devlet konservatuvarlarının, devlet tiyatrolarının, şehir tiyatrolarının açılması ve özel tiyatro gruplarının oluşması ile güçlenerek devam etmiştir. ➠Çağdaş tiyatro anlayışı, modern tiyatro salonları, yeni eserler (çeviri, uyarlama, telif), profesyonel oyuncu, yönetmen, sahne tekniği, makyaj, kostüm vb. ile tiyatro artık kurumsallaşmıştır. ➠Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında tiyatro türünün Batı edebiyatındaki tiyatro geleneği ile ilişkisi güçlüdür. Bu dönemde Batı tiyatrosu örnek alınarak trajedi, komedi ve dram türlerinde eserler yazılmış; müzikli, danslı; benzetmeci, göstermeci, epik tiyatro örnekleri verilmiştir. CUMHURİYET DÖNEMİ'NDE TİYATRO (1923-1950) v Millî Edebiyat Dönemi ’nde tiyatroda görülen gelişme; Cumhuriyet Dönemi ’nde devlet konservatuvarlarının, devlet tiyatrolarının, şehir tiyatrolarının açılması ve özel tiyatro gruplarının oluşması ile güçlenerek devam etmiştir. v Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda Batı tiyatrosu örnek alınarak trajedi, komedi ve dram türlerinde eserler yazılmış; müzikli, danslı; benzetmeci, göstermeci, epik tiyatro örnekleri verilmiştir. Çağdaş tiyatro anlayışı, modern tiyatro salonları, yeni eserler (çeviri, uyarlama, telif), profesyonel oyuncu, yönetmen, sahne tekniği, makyaj, kostüm vb. ile tiyatro artık kurumsallaşmıştır. v Bu dönemde Muhsin Ertuğrul , modern Türk tiyatrosunun oluşmasında önemli katkılar sağlamıştır. v 1923-1950 yılları arasında tiyatro, daha çok, Cumhuriyet değerlerinin halka aktarılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. v Cumhuriyet'in ilk yıllarında tiyatro yazarları daha çok Türk tarihi, efsaneler ve masallara yönelmiş, bu yolla ulusal bilinci pekiştirmek istemişlerdir. v Özellikle 1930 'lu yıllarda Atatürk'ün belirlediği amaç doğrultusunda konusunu Türk tarih ve uygarlıklarından, destan ve efsanelerden, Cumhuriyet kazanımlarından, devrimlerinden alan birçok oyun yazılmıştır. Bu yıllarda Yaşar Nabi'nin Mete; Behçet Kemal'in Çoban ve Atilla, Necip Fazıl'ın Sabır Taşı adlı oyunları Türk'lerin erdemleri ve uygarl ı ğını yansıtmak amacını taşırlar. v 1940 'lı yıllarda değer yargılarının değişmesi ve ekonomik koşulların aile üzerinde etkisi durulmuş, ayrıca bu yıllarda geleneksel Türk tiyatrosunun izleri görülmüştür. v 1950 'li yıllarda tiyatromuzda hem nicelik hem nitelik bakımından büyük bir gelişme görülür. Devlet ve şehir tiyatrolarının, özel tiyatroların, oyun yazarlarının ve tiyatro türündeki eserlerin sayısında da ciddi bir artış görülür. Bu dönemde yerli oyunlar Devlet Tiyatrolarında sahnelenerek seyirciyle buluşur. Konular ve Temalar ➥ Anadolu’ya yönelimin yoğunlaştığı bu dönem tiyatrosunda Kurtuluş Savaşı yılları, Atatürk'ün fikirleri, Cumhuriyet düzeninin olumlu yönleri, mitoloji, efsaneler ve masalları, Türk tarihi, Türk milliyetçiliği, Batılılaşma, toplumsal değerlerdeki değişimler, eski ve yeni yaşam biçimlerinin çatışması vb. sıkça işlenen temalardır. Musahipzade Celal v Milli Edebiyat Dönemi oyun yazarıdır. v Teknik bakımından zayıf ama gözlem, tarihî ayrıntı ve yergi bakımlarından başarılı komediler yazmıştır. v Sanatcı, bir anlamda Meşrutiyet tiyatrosu ile Cumhuriyet tiyatrosu arasında bir köprü oldu. v Eserlerinde geleneksel Türk tiyatrosundan, özellikle orta oyunu geleneğinden yararlandı. v Yakından tanıdığı saray ve konak hayatını, eski İstanbul’un eğlencelerini, tore ve adetlerini, ticari hayatını eleştirel ve mizahi bir tutumla yansıttı. v Konularını Osmanlı İmparatorluğu’ndan, kendi deyişiyle “tarihin gölgesi altında hayal-meyal seçilen halk hayatından” almıştır. Eserleri : Köprülüler, Türk Kızı, Fermanlı Deli Hazretleri , Bir Kavuk Devrildi, Aynaroz Kadısı , Lale Devri Nihat Sırrı Örik Edebî Kişiliği v Milli Edebiyat zevk ve anlayışıyla eser veren yazarlardandır. v Fotoğraf gerçekçiliğini doğru bulmayan sanatçı , hayatı, realist, adeta fotoğraf çekercesine vermenin yanlışlığını savunur. v Batı klasiklerini dilimize çevirir. v Roman ve hikâyelerinde Cumhuriyet'ten önceki çöküşü anlatır. Makam sevdasında olan ve yeteneksiz memurları eleştirir. Siyasi güç ve hırsı eleştirir. v Uygar bir toplum için tiyatronun gerekliliğini vurgular. v Tarihe özel bir önem verir. Tarihi anlattığı eserlerinde konak betimlemeleri ve kadın karakterini başarılı bir şekilde yansıtır. v "Sultan Hamit Düşerken" romanında II. Abdülhamit dönemini anlatır . Bu romanda Osmanlı’nın çöküşüne neden olan olayların arka planı deşifre edilir. 1908'den sonraki gelişmeleri konu edinir. Bu eser, Kemal Bekir tarafından oyunlaştırılır. Ziya Öztan da bu oyunu filme çeker. v Yazdığı gezi kitaplarıyla 1930 Türkiye'sinden önemli kesitler sunar. Edirne, Kayseri, Yozgat, Kastamonu, Adapazarı, İzmit, Elmadağ, Polatlı başta olmak üzere birçok yeri gezip kitaplaştırır. Bu tür eserlerinde gözlem ve coğrafyadan ziyade tarihi ayrıntıları ön plana çıkarır. v "Kıskanmak" adlı romanı 2009'da Zeki Demirkubuz tarafından filme uyarlanır ve romanın kahramanı "Seniha", Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu seçilir. Eserleri · Öykü: Sanatkârlar, Kırmızı ve Siyah, Eski Resimler, Eve Düşen Yıldırım · Roman: Sultan Hamid Düşerken , Kıskanmak · Oyun: Alın Yazısı, Sönmeyen Ateş 1950-1980 ARASI CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK TİYATROSU v 1950 sonrasında tiyatro teknik açıdan ilerlemiş, tiyatroda işlenen konular çeşitlenmiştir. v Bu dönemde hem çeviri oyunların hem de nitelikli yerli oyunların sayısı artmış, bir yandan da çoğu uyarlama olan müzikli oyun türlerinde eserler verilmiştir. v Sahne tekniğine uygun, yalın bir dil kullanılmıştır. v Bireysel ve toplumsal konular ın işlendiği bu dönemde yurt sorunları, kadının toplum yaşamındaki yeri; köy, töre, kuşak çatışması, değer yargıları vb. temalara yönelim artmıştır. v Bu dönemde eğitim ve sorunları ön plana çıkar. Kuşaklar arası ve kentli köylü arası eğitim farkından doğan çatışmalar işlenir. Ebeveyn-çocuk, kadın-erkek, ağaç-köylü, imam-muhtar-öğretmen ilişkileri işlenir. v Sosyal değişimlerin birey ve toplum yaşamındaki etkileri siyasal, sosyal ve psikolojik yaklaşımlarla yansıtılmıştır. v 1970 'ten sonra 12 Mart olayı buna bağlı olarak Türk tarihini yeniden gözden geçirme, işçi sorunları, Almanya'ya gidenlerin kültür çatışmaları, Almanya'da yetişmekte olan birinci, ikinci kuşak sorunları işlenir.
- Köroğlu Hikayesinin Özeti ve Özellikleri
Bu destanın kahramanı olan Ruşen Ali’nin ve babası Koca Yusuf’un Bolu Beyi ile olan mücadelelerini anlatır. Köroğlu Destanı’nın kahramanı ise 16. yy’da yaşamış halk ozanı Ruşen Ali (Köroğlu)’dur. Bolu beyi, güvendiği ve sevdiği seyislerinden biri olan Yusuf’a: “Çok hünerli ve değerli bir at bul.” emrini verir. Seyis Yusuf, uzun süre Bolu beyinin isteğine göre bir at arar. Büyüdüklerinde istenen niteliklere sahip olacağına inandığı iki küçük tay bulur (Kırat ve Doruat) ve bunları satın alır. Bolu beyi bu zayıf tayları görünce çok kızar ve seyis Yusuf’un gözlerine mil çekilmesini emreder. Gözleri kör edilen ve işinden kovulan Yusuf, zayıf taylarla birlikte evine döner. Oğlu Ruşen Ali’ye talimat verir ve tayları büyütür. Babası kör olduğu için Köroğlu takma adıyla anılan Ruşen Ali, babasının talimatlarına göre atları yetiştirir. Taylardan biri mükemmel bir at haline gelir ve Kırat adı verilir. Kırat da destan kahramanı Köroğlu kadar ünlenir. Seyis Yusuf, Bolu beyinden intikam almak için gözlerini açacak ve onu güçlü kılacak üç sihirli köpüğü içmek üzere oğlu ile birlikte pınara gider. Ancak, Köroğlu babasına getirmesi gereken bu köpükleri kendisi içer, "yiğitlik, şairlik ve sonsuz güç" kazanır. Babası kaderine rıza gösterir ancak oğluna, ne pahasına olursa olsun intikamını almasını söyler. Köroğlu Çamlıbel’e yerleşir, çevresine yiğitler toplar ve babasının intikamını alır. Hayatını fakirlere ve çaresizlere yardım ederek geçirir. Halk inancına göre "Tüfek icat edildi, mertlik bozuldu" demiş kırklara karışmıştır. Köroğlu Hikayesinin Özellikleri Kırat gibi destansı bir varlığın bulunması, önceki Türk destanlarında da görülen “Körün oğlu” motifleri, Ruşen Ali’nin aşırı derecede güçlü olması ve yine aynı şekilde ölümsüzlüğe kavuşması destansı özelliklerdir. Ancak bu olayların nesir şekilde anlatılırken duyguların ve konuşmaların olduğu yerler nazım olarak ifade edilmesi de halk hikayesi özelliğini gösterir. Nazım ve nesir karışık bir şekilde anlatılır. Zamanı tam olarak belli olmasa da 16. yüzyıl olduğu tahmin edilir. Destanın Anadolu, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan'da söylenmiş 24 ayrı biçimi vardır. Ruşen Ali (Köroğlu), iki bade türünü de içen tek âşık. "Er Dolusu Bade" ve "Pir Dolusu Bade" Destanda "Üç Sihirli Köpük" motifi, "Kırat" motifi önemli yer tutmaktadır. Köroğlu Hikayesinin Varyantları Köroğlu Hikayesi iki varyant halinde devam etmiştir. Doğu Varyantı: "Goroğlu" adı, onun olağanüstü bir şekilde mezarda doğuşuyla ilgilidir. Bu yüzden adı, "mezarın oğlu" anlamında Goroğlu olur. "Gor", mezar demektir. Batı Varyantı: Anadolu varyantında ise "babası kör" olduğu için "Köroğlu" verilmiştir Köroğlu Hikayesinin Özeti ve Özellikleri
- Eleştiri Türünün Özellikleri ve Türk ve Dünya Edebiyatında Eleştiri
Bir edebi eserin ya da sanat eserinin iyi ve kötü, başarılı ve zayıf yanlarının belli bir takım bilimsel yöntemlerle incelenip ortaya koyulduğu yazıları tenkit yani eleştiri denir. ELEŞTİRİ TÜRÜNÜN ÖZELLİKLERİ Düşünsel plânla yazılır. Her eser ya da sanatçı eleştirinin konusu olabilir. Eleştiride bir eser olumlu ya da olumsuz özellikleriyle birlikte ele alınır. Eleştiri yapılırken somut verilerden yararlanılmalıdır. Eleştiride amaç; iyi olanın değerini ortaya koymak, sanatı unutulmaktan kurtarmak, iyi olmayana ve kötüye fırsat vermemektir. Eleştirmenin görevi kılavuzluk yapmaktır. Eleştiriler yıkıcı değil yapıcı olmalıdır. Konu, yazının sonuna dek değerlendirilmesi yapılan esere bağlı kalmalıdır. Eser ile ilgili, değerli ve değersiz diye gösterilen yargılar, eserden alınacak örneklere dayandırılmalıdır. Yazar, yargılarında belirli ölçülere bağlı kalmalı, eleştirileri nesnel olmalı, "beğendim, hoşuma gitti" gibi öznel değerlendirmelerden kaçınmalıdır. Bunun yanında eleştiri yazısını okutacak olan elbette eleştiri yazarının kendine özgü konuyu ele alış biçimi, kendine özgü yorumlayışı ve anlatımındaki üslubudur. Eleştirisi yapılan çalışma, bütün boyutlarıyla ele alınmalı, kendi türü içindeki bilimsel, sanatsal, toplumsal yere oturtulmalıdır. Alanındaki diğer çalışmalarla karşılaştırılarak bu türe kattıklarıyla, kendisinden beklendiği halde katamadıklarıyla ele alınmalıdır. Eleştiride açıklama, tartışma, tanık gösterme ve örnekleme gibi yöntemler kullanılır. Edebiyatımızdaki ilk eleştiri yazısı Namık Kemal’in Tasvir-i Efkâr’da yayımlanan “Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şamildir” adlı yazısıdır. İlk eleştiri eseri ise yine Namık Kemal’in Tahrib-i Harabat’ıdır. ELEŞTİRİ TÜRLERİ Sanatçıya Dönük Eleştiri: Sanatçıyı ele alan, onun sanatının iyi ve kötü yönleriyle eleştiren eleştiri türüdür. Okura Dönük Eleştiri: Eleştirmen, eserin kendi üzerindeki etkisini değerlendirir. Topluma Dönük Eleştiri: Eserin toplumsal olaylar ve olgularla bağlantısı, toplumsal gelişmeye katkısı değerlendirilir. Esere Dönük Eleştiri: Eseri oluşturan yapısal unsurlar (olay örgüsü, konu, dil ve anlatım, tür özellikleri vb.) değerlendirilir. Yazarın Eser Karşısındaki Tavır ve Tutumuna Göre Eleştiri Yazıları Nesnel Eleştiri: Eleştiri yazılarında yazarın nesnel olması, eleştirdiği konu üzerinde tarafsız kalabilmesidir. Öznel Eleştiri: Yazarın eleştirdiği konu hakkında kendi düşüncelerini belirterek taraflı bir tutum sergilemesidir. ELEŞTİRİ YAZARLARINDA OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER Bir sanat eserinin gerçek değerini, özünü, yapısını, değerli-değersiz yönlerini ortaya koymalı. Nesnel olmalı. Araştırmacı olmalı. Ciddi, ağırbaşlı olmalı. Dili sade, anlatımı açık ve anlaşılır olmalı. Yıkıcı değil yapıcı olmalı. Kanıtlama yoluna gitmelidir. Geçmişin ve çağının sanat olaylarını iyi bilmeli. Geniş bilgi ve kültür birikimiyle donanımlı olmalı. Dünya Edebiyatı, sanatı ve kültürüyle ilgili genel bilgilere sahip olmalı. Eleştirdiği konuyu, eseri veya olayı bütün olarak kavramalı. D ÜNYA EDEBİYATINDA ELEŞTİRİ Eski Yunancadan Latinceye oradan da Fransızcaya geçen critique (kritik) sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan “eleştiri” Batı’da ortaya çıkıp gelişmiş bir türdür. Dünya edebiyatında Boileau (Bualo), Hippolyte Taine (Hippolit Ten), Anatole France (Anatol Frans) ve Thomas Stearns Eliot (Tamıs Störns Elyıt) eleştiri türünde tanınmış isimlerdir. TÜRK EDEBİYATINDA ELEŞTİRİ Türk edebiyatında eleştiri, Tanzimat edebiyatıyla başlamıştır. Edebiyatımızdaki ilk eleştiri yazısı Namık Kemal’in Tasvir-i Efkar’da yayımlanan “Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şamildir” adlı yazısıdır. İlk eleştiri ESERİ ise yine Namık Kemal tarafından yazılan Tahrib-i Harabat’tır. Servetifünun Dönemi’nde ise Batılı bir anlayışla bu türde eser verilmeye başlanmıştır. Eleştiri kavramını karşılamak üzere, Tanzimat edebiyatında muaheze, Servetifünun ve daha sonraki dönemde tenkit terimleri kullanılmıştır, eleştiriciye de münekkit denmiştir. Tanzimat Dönemi’nde Namık Kemal (Tahrib-i Harabat), Muallim Naci (Demdeme) gibi kimi yazarlar eleştiriyi yergiye dönüştürmüştür. Muallim Naci gibi bazı yazarlar, sadece dil bilgisi açısından eleştiri yapmıştır. Bu dönemde Batı'daki anlamda eleştiri yazısı, Recaizade Mahmut Ekrem tarafından yazılmıştır. Servetifünun Dönemi’nde eleştiri, daha çok kendilerine yapılan eleştirlere cevap verme şeklindedir. Batı’daki eleştiri tarzını kullanan tek sanatçı ise Ahmet Şuayb’dır. Cenap Şahabettin intikad (sahte parayı gerçeğinden ayırmak) anlayışıyla tenkit eder. Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit dönemin diğer eleştirmenleridir. DÖNEMLERE GÖRE TÜRK EDEBİYATINDA ÖNEMLİ ELEŞTİRİ YAZARLARI Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı Önemli Eleştiri Yazarları Namık Kemal (Tahrib-i Harabat, Takip) Recaizade Mahmut Ekrem (Zemzeme, Takdir-i Elhan) Muallim Naci (Demdeme) Ziya Paşa (Zafername) Mizancı Murat (Edebiyatımızın Numune-i İmtisalleri) Servetifünun Dönemi Türk Edebiyatı Önemli Eleştiri Yazarları Hüseyin Cahit Yalçın (Kavgalarım) Ahmet Şuayp (Hayatlar ve Kitaplar) Hüseyin Siret (Kargalar) İsmail Safa (Muhakemat-ı Edebiyye) Cenap Şehabettin (Müntekid-i Hakiki) Ali Ekrem Bolayır (Şiirimiz) Fecriati Dönemi Türk Edebiyatı Önemli Eleştiri Yazarları Mehmet Fuat, Tahsin Nahit Milli Edebiyat Dönemi Önemli Eleştiri Yazarları Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ali Canip Yöntem, Reşat Nuri Güntekin Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Önemli Eleştiri Yazarları Nurullah Ataç, Orhan Şaik Gökyay, Suut Kemal Yetkin, Cevdet Kudret, Orhan Burian, Mehmet Kaplan, Berna Moran, Peyami Safa, Attila İlhan, Asım Bezirci, Memet Fuat, Fethi Naci, Şerif Aktaş, Hüseyin Cöntürk, Rauf Mutluay, Gürsel Aytaç, Nihat Sami Banarlı, Semih Gümüş. CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE ELEŞTİRİ Cumhuriyetin ilk yıllarında eleştiri Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le başlar. İsmail Habip Sevük ve Ahmet Hamdi Tanpınar eleştiriyi edebiyat tarihi içinde ele alırlar. Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin iki öznelci eleştirmendir. Sistematik eleştirmenler Asım Bezirci, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk bağımsız yöntemi geliştirdi. Sabahattin Eyüboğlu ile Vedat Günyol hümanist eleştirmenlerdir. C UMHURİYET DÖNEMİ’NDE ELEŞTİRİ TÜRÜNDEKİ ÖNEMLİ ESERLER Mehmet Kaplan - Şiir Tahlilleri, Hikâye Tahlilleri Orhan Şaik Gökyay - Destursuz Bağa Girenler, Berna Moran - Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış Fethi Naci - Yüz Yılın 100 Türk Romanı, Eleştiri Günlüğü Gürsel Aytaç - Çağdaş Türk Romanı Üzerine İncelemeler Eleştiri Türünün Özellikleri ve Türk ve Dünya Edebiyatında Eleştiri
- Cumhuriyet Dönemi Türk Hikayesi
Hikâyenin tarihsel süreçte taşıdığı anlam çerçeveleri ve gösterdiği değişimi irdeleyeceğiz. Cumhuriyete kadar olan dönem ile Cumhuriyet sonrası dönemde hikâyenin geçirdiği evreler üzerinde durulurken aynı zamanda başlıca eserler ve temsilcilerden de söz edilecek. Cumhurı̇yet Öncesı̇ Türk Hı̇kâyesı̇ Genel anlamı bakımından hikâyenin, bugün “öykü”de ifadesini bulan tek bir türün değil, “mit”ten “modern hikâye” veya “roman”a kadar uzanan türlerin “genel” adı olduğunu unutmamak gerekir. Yani hikâye, öncelikle insanın sözü keşfettiği günden bugüne en çok başvurduğu bir anlatım tarzı; edebiyat sanatı içinde “mit”ten “modern hikâye”ye kadar uzanan pek çok anlatma esasına bağlı eser/türün ortak üst formu; son iki asırdır da anlatma esasına bağlı eser/türler şemsiyesi altında bağımsız bir edebî türdür. Modern hikâye ise gerçek ya da gerçeğe uygun olay ve durumların; insan, zaman ve mekân unsurlarıyla birlikte kurgusal bir dünya çerçevesinde ve üzerinde durulan konu, tema ve mesaja uygun bir biçimde kurgulanıp; ayrıntıya girilmeden yoğunlaştırılarak, okuyucuya estetik haz verecek tarzda anlatılmasından doğan kısa ve mensur metin/türdür . Tanzimat Hikâyesi: Gelenekten pek çok özellik taşımakla birlikte modern Türk hikâyesi veya Tanzimat hikâyesi, Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât-ı Aziz Efendi’si (1852), Emin Nihat’ın Müsameretnâme’si (1870), Ahmet Mithat Efendi’nin Kıssadan Hisse (1870) ve Letâif-i Rivâyât’ı (18701895) ile başlar. Servet-i Fünûn Hikâyesi: Edebiyatımızda hikâyenin hem yapı hem de dil bakımından gerçek formuna ulaşması ve yaygınlaşması, Halit Ziya Uşaklıgil’in on beş kitabı (Solgun Demet, Hepsinden Acı, Aşka Dair, İhtiyar Dost vb.) dolduran 150 civarındaki hikâyesi ile mümkün olmuştur. Servet-i Fünûn hikâyesi; sanatı önemseyen anlayışı, bireyin iç dünyası üzerinde yoğunlaşan psikolojik özelliği, romantik ve içe dönek kahramanları, hayal-hakikat çatışması eksenindeki konu ve temaları (aile, hayat mücadelesi, aşk, merhamet, yalnızlık, ölüm vb.), sağlam kurguları ve okuyucuyu zorlayan dilleriyle, oldukça homojen bir görünüm arz eder. Önemli ölçüde realizmin esas olduğu Servet-i Fünûn hikâyesi, millî edebiyatın kendini büyük ölçüde kabul ettirdiği Balkan Harbi yıllarına kadar geçerliliğini korur. Bağımsızlar: Servet-i Fünûn, Fecr-i Âti ve millî edebiyat anlayışlarının geçerli olduğu dönemlerde eser vermelerine rağmen bu gruplara katılmayan bazı yazarlar da vardır. Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim ve Ebubekir Hâzım Tepeyran gibi isimler bu grupta sayılabilir. Millî Edebiyat Hikâyesi : Millî edebiyat hareketi, “Yeni Lisan” olarak bilinen dilde sadeleşme hareketi ile birlikte 1911’de başlar. Türkçü/milliyetçi düşünceye dayanan millî edebiyat, dilinin yalın ve anlaşılır; konularının millî, milliyetçi ve yerli oluşu ile kendinden önceki mekteplerden ayrılır. Millî Edebiyat anlayışı içinde hikâye türünde eser veren yazarlar; başta Ömer Seyfettin, olmak üzere Memduh Şevket Esendal, Refik Halit Karay, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Aka Gündüz, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edib Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, F. Celâlettin’dir. Cumhurı̇yet Dönemi Türk Hı̇kâyesı̇ Tanzimat’tan itibaren ortaya konan hikâye birikiminin doğal bir devamıdır. Hatta Cumhuriyet Dönemi yazarlarının önemli bir kısmı, önceki dönemlerde pek çok hikâye kaleme almış ve edebî şöhretlerini kazanmış olan yazarlardır. Bu birikimden yola çıkan Cumhuriyet hikâyesi, zaman içinde ve toplumun sosyal, kültürel, ekonomik ve politik şartları ile dünya edebiyatında görülen hikâye anlayışındaki değişmeler ve bunları besleyen edebiyat anlayışları çerçevesinde gelişip zenginleşmiştir. 1923-2010 dönemi Türk hikâyesini şu dört başlık altında değerlendirmeyi uygun bulduk: Cumhuriyet’in İlk Hikâyecileri/Millî Edebiyat Anlayışını Sürdürenler Sosyal/Toplumcu Gerçekçiler İç Gerçekliğin Hikayecileri/Bireyin İç Dünyasını Esas Alanlar Yeni Arayışlar Cumhuriyet’in İlk Hikâyecileri grubu oluşturan yazarlar, ilk eserlerini Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde kaleme almış olmakla birlikte asıl II. Meşrutiyet sonrasının hürriyet ortamında kimliklerini kazanmışlardır. Ayrıca onların önemli bir kısmı Balkan veya Binci Dünya savaşlarına kadar daha çok Servet-i Fünûn mektebinin etkisi altında bireysel hikâyeler yazdıktan sonra Millî Edebiyat hareketine katılıp toplumcu sanat anlayışı benimserlerken bir kısmı Millî Edebiyat anlayışına katılmadan kendi yollarında yürümeyi tercih etmişlerdir. Bu yazarlardan Hüseyin Rahmi Gürpınar, Aka Gündüz, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edib Adıvar, Memduh Şevket Esendal, Reşat Nuri Güntekin gibi isimler, Cumhuriyet Dönemi’nde de hikâye yazmayı sürdürmüşlerdir. Sosyal/Toplumcu gerçekçilerin birinci kuşağını bir bütün olarak ele aldığımızda Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesinde en belirgin özelliğinin eleştirel ve toplumcu gerçekçilik olduğunu görürüz. Başlangıcı Nâbizâde Nâzım ve Hüseyin Rahmi’ye kadar giden bu anlayış; toplumun içinde yaşadığı hayatın yakından gözlemi, tespit edilen bütün problemlerin açık biçimde tasviri ve eleştirisini esas alır. Realist olan yazar, büyük ölçüde gözlemlenebilen dış gerçeklik üzerine yoğunlaşır. Eleştirel ve toplumcu gerçekçilik, özellikle 1930 sonrasında Vakit gazetesi etrafında toplanan yazarlarla yeni bir boyut kazanır. Sadri Ertem’in öncülüğündeki bu ilk kuşak; Selahattin Enis, Reşat Enis Aygen, Hakkı Süha Gezgin, Refik Ahmet Sevengil, Kenan Hulusi Koray ve Bekir Sıtkı Kunt’tan oluşur. İkinci Kuşak (1945-2000) ise Nabizâde Nâzım’la başlayıp birtakım değişmelerle Cumhuriyet Dönemi’ne ulaşan ve giderek güçlenen sosyal ve toplumcu gerçekçilik, Cumhuriyet Dönemi’nin ikinci kuşağını oluşturan Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Bekir Yıldız gibi isimlerle varlığını sürdürür. Adı geçen yazarlar hikâyelerinde ülkenin tamamı veya bir bölgesindeki sosyal problemleri eleştirel bir yaklaşımla ele alırlar. Özellikle köy ve köylü, alt gelir grupları, köyden şehre göç etmiş insanların hayat mücadeleleri, bu mücadele esnasında yaşanan çatışmalar hikâyelerin temel konuları olur. Cumhuriyet Dönemi sosyal ve toplumcu gerçekçi ikinci nesil yazarlarından Aziz Nesin, Haldun Taner ve Rıfat Ilgaz, hikâyelerindeki mizahî ve ironik tavırlarıyla diğerlerinden önemli ölçüde ayrılırlar. Bunlardan Aziz Nesin (1916-1995), mizahî hikâye alanında Cumhuriyet Dönemi’nin önemli yazarıdır. Yazı hayatına şiir ve realist hikâyelerle başlayan Aziz Nesin, bir süre sonra asıl kimliğini oluşturan mizahî hikâyelerde karar kıldı. Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim, Osman Cemal Kaygılı ve Refik Halit gibi önceki dönemlerin mizah yazarlarından ve halk mizahından da faydalanan yazar, zaman içinde kendine özgü bir mizah anlayışı geliştirmiştir. Böylece birey ve toplum hayatındaki birçok aksaklığı, çarpıklığı veya yanlışlığı kıyasıya eleştirmiştir. Söz konusu eleştiriler zaman zaman seslendiği toplumun dinî ve ahlakî değerlerine kadar uzanır. İç Gerçekliğin Hikâyecileri/Bireyin İç Dünyasını Hedef Alanlar Cumhuriyet Dönemi hikâyesinin ikinci ana kolunu, daha çok iç gerçekliğin anlatımı üzerinde yoğunlaşan hikâyeciler oluşturur. Söz konusu iç gerçeklik, insanın duygu, zihin ve psikolojik dünyasıdır. Dış gerçekliği bir kenara bırakan veya iç gerçekliği yansıtmada bir ayna olarak gören yazar, bütün dikkatini insanın iç dünyasına yöneltir. Bu iç dünya çoğu zaman, yazarın kendi iç beni, kimi zaman da başka insanların iç benleridir. Peyami Safa, Samet Ağaoğlu, Ziya Osman Saba, Sait Faik Abasıyanık, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Oktay Akbal, Nezihe Meriç hikâyelerinde insanın iç gerçekliği üzerinde yoğunlaşan yazarlardan bazılarıdır. Birinci Kuşak (1930-1945) daha çok romanları ile tanınan Peyami Safa (1899-1961), edebiyata adımını, genç yaşta Alemdâr gazetesinin açtığıhikâye yarışmasında kazandığı birincilikle atar. Ağabeyi ile birlikte çıkardıkları Yirminci Asır gazetesinde Asrın Hikâyeleri başlığı altında imzasız hikâyeler neşreder. Edebiyat kamuoyu onu önce, söz konusu bu küçük hikâyeleri ile tanır. Cumhuriyet yıllarına kadar da büyük ölçüde hikâye türünde eser vermeyi sürdürür. İkinci Kuşak (1945-2000) Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli hikâye yazarı, hiç şüphesiz Sait Faik Abasıyanık (19061954)tır. Çünkü o, kendisine kadarki Türk hikâye geleneğini değiştiren ve türe yeni bir kimlik kazandıran bir yazardır. Belli bir yapısı, olayı ve tezi bulunmayan bu hikâyelerde röportaj, hatıra, hikâye ve şiir birbirine karışır. Şairlik tarafı da bulunan yazar, kalemini asıl hikâye türüne adamış ve hayatının sonuna kadar ondan vazgeçmemiş nadir yazarlarımızdandır. Yeni Arayışlar; Türk hikâyesi 1970; özellikle 1980 sonrasında, neredeyse yüz yıldır devam edegelen ve gelenekleşmiş bulunan hikâyeden farklı ve yeni birtakım arayışlara sahne olur. Bu gelişmenin arkasında 1960’tan sonra her on yılda bir tekrarlanan askerî ihtilallerin doğurduğu sosyal, siyasi ve ekonomik çalkantılar; 1950’den sonra giderek yoğunlaşan köy ve kasabadan büyük şehirlere göç; toplumun çeşitli ideolojiler etrafında kamplaşması gibi iç gelişmelerin büyük etkisi vardır. Söz konusu iç gelişmelere dış dünyadaki; yani Batı’daki gelişmeleri de ilave etmek gerekir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra giderek sertleşen soğuk savaş şartları, Sovyet Birliği blokunun dağılması, varoluşçuluk ve özellikle hızla bütün dünyayı saran postmodernizm akımları, bu gelişmelerin başında yer alır. Her geçen gün biraz daha Batı’ya ve dünyaya açılan Türk kültürü ve edebiyatı, söz konusu siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik ve sanatsal gelişme veya değişmelerden geniş ölçüde etkilenir. Bunun yanında bazı sanatkârlarımız gelenekten beslenmeye veya gelenek ile moderni sentez etmeye çalışırlar. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Sait Faik Abasıyanık’la başlayan modernist hikâye, Yusuf Atılgan, Adalet Ağaoğlu, Ferit Edgü, Nazlı Eray, Tomris Uyar, Murathan Mungan gibi yazarların kalemlerinde daha da ileri seviyeye ulaşıp yer yer postmodernist özelliklere sahip olur. Sevinç Çokum, Rasim Özdenören daha çok klasikleşmiş hikâye çerçevesinde kalırlarken Mustafa Kutlu, geleneksel hikâye ile modern hikâye arasında kendine özgü yeni bir hikâye formu ortaya koymaya çalışır. Toplam sayıları iki yüzü bulan Cumhuriyet Dönemi hikâyecilerinin eserlerinde, genel yapı, konu, dil ve üslup bakımından birtakım ortaklıklar veya yakınlıklar söz konusu ise de bunları kesin çizgilerle ayırıp mutlak bir tasnife tabi tutmak oldukça zordur. Çünkü her sınıflandırma, karşılıklı geçişler sebebiyle birtakım karışıklıkları beraberinde getirecektir. Bu durum dikkate alınmak kaydıyla 90 yıllık Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesi; Cumhuriyet’in İlk Hikâyecileri/Millî Edebiyat Anlayışını Sürdürenler, Sosyal ve Toplumcu Gerçekçiler, Bireyin İç Dünyasına Yönelenler, Yeni Arayışlarda Olanlar (Modernistler-Postmodernistler-Yeni Gelenekçiler) olmak üzere dört ana başlık altında gruplandırmak mümkündür. Bir başka açıdan yaklaştığımızda Cumhuriyet hikâyesinin ele alınan konular bakımından iki ana grup etrafında toplandığını görürüz. Bunlardan ilk grubu, daha çok sosyal/toplumsal konu ve temaları esas alan hikâyeler; ikinci grubu ise daha çok bireysel konu ve temayı esas alan hikâyeler oluşturur. Balkan Savaşı yıllarından itibaren öne çıkmaya başlayan sosyal/toplumsal konu ve temalar, Birinci Dünya Harbi ve Millî Mücadele yıllarında daha da genişleyerek Cumhuriyet Dönemi’ne ulaşır. Yaşanan önemli olay ve gelişmeler, yazarların hikâyelerini, toplumun dili hâline getirmeye sevk eder. Böylece hikâye, yaşanmakta olan sosyal ve siyasi olaylar karşısında kesin tavrını belirlemiş, çok açık mesajı olan bir niteliğe bürünmüştür. Bununla birlikte gerek dönemin romantik ruhu gerekse yazarın idealistliğinden kaynaklanan romantik tavrı, kendini hissettirmekten geri kalmaz. Olay örgüsü çok açık kutupluluk ve çatışma üzerine kurulur. Doğu-Batı, eski-yeni, idealist-yozlaşmış, Türk-yabancı, bu kutupların belli başlılarıdır. Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesi, dünya hikâye edebiyatındaki gelişmeleri yakından takip eder ve etkilenir. Maupassant tarzı hikâye, Çehov tarzı hikâye, modernist ve postmodernist hikâye, bu takip ve tesirin somut sonuçlarıdır. Sami Paşazâde Sezâî’den itibaren Türk hikâyesinde belirginleşmeye başlayan Maupassant tarzı hikâye, Servet-i Fünûn, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi hikâyesinin en önemli tarzıdır. Gözlemlenebilen gerçekliğin büyük çatışmalarından doğan gerilimi önemseyen bu tarz, gücünü olay örgüsünden alır. Çok açık zıt güçler arasında yaşanan çatışma, çoğu zaman okuyucuyu şaşırtan bir sonuçla biter. Sosyal bir konuyu ele alan ve mesajı önemseyen hikâyede, mekân-insan, mekân-konu ilişkisi önemlidir. Son olarak Cumhuriyet hikâyesinin kendinden önceki dönemlerin hikâyesinden en büyük farklarından biri, dil ve üslupta kendini gösterir. Cumhuriyet öncesinde Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’ın çerçevesini çizdikleri yalın, açık ve tabiî bir Türkçe, Refik Halit, Yakup Kadri, Memduh Şevket, Reşat Nuri gibi yazarların kalemlerinde giderek yaygınlaşıp zenginleşir. Daha sonraki dönemlerde de bu süreç devam eder. Böylece Türk hikâyesi hem dış gerçekliğin hem de iç gerçekliği bütün ayrıntılarıyla anlatımında kıvrak bir dile kavuşur. Yazarlar, sanat kabiliyetleri, dili kullanma becerileri ve dil işçiliklerine göre en karmaşık olayların anlatımını, mekân ve insanın ayrıntılı tasvirini, kahramanın psikolojik dünyasının çözümlemesini başarıyla gerçekleştirirler. Cumhuriyet Dönemi Türk Hikayesi
- 1970 - 2000 Yılları Arası Çağdaş Türk Şiiri
1970-1980 ARASI TÜRK ŞİİRİ 1960’ların ikinci yarısından itibaren dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal tansiyonun yükselişine paralel olarak Türk şiirinde politik söylem, ağırlığını hissettirmeye başlamıştır. 1970-1980 arası Türk şiirinin genel görünümü siyasal söylemin ve buna bağlı düşünsel eylemin, poetik niteliği geriye ittiği bir dönem olmuştur. Bu dönemde edebiyatın ideolojilerle yoğun ilişkiye girmesini sağlayan etkenler, sosyalist ve kapitalist bağlamdaki iki kutuplu dünya algısı, modernist poetikaların akılcı ve seçkinci tavırlarından doğan insana ve toplumlara yön verme iddiaları ve soğuk savaş dönemi şartlarıdır. Ancak 70-80 arası Türk şiiri, oldukça çeşitli ideolojik ve düşünsel tabanı olan söylemler geliştirmiştir. Dolayısıyla bu dönemin şiirini, siyasal ve düşünsel arka plana göre kümeleştirmek gerekir. Bu kümeleştirmenin izleri 1980’lerden sonraki şiirde de görülür, ama ideoloji, 80 sonrası şiirin temel belirleyeni değildir. 80 sonrası süreçte biçim, dil, imge gibi kuramsal algılar önem kazanmıştır. 1970’in eşiğindeki yıllarda yeniden canlılık kazanmaya başlayan sosyalist şiirin temelleri Nazım Hikmet’e bağlanabilir. Ancak bu yıllarda dergilerde şiir yazmaya başlayan genç şairlerin harekete geçişlerinin ilk etkeni, Nazım’dan çok İkinci Yeni şiiridir. İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Süreyya Berfe, Egemen Berköz, Eray Canberk, Refik Durbaş, Güven Turan, Özkan Mert, Afşar Timuçin, Nihat Behram gibi şairler, başlangıçta İkinci Yeni uzantısı sayılabilecek bir görüntü sergilerler. Bu kuşak şairlerinin, sosyalist (toplumcu gerçekçi) bir öze geçişleri, l965’lerde hızlanan siyasal-ideolojik hareketlere paraleldir. Bu dönemde yazılan şiirin genel özellikleri arasında şunları sıralamak mümkündür: Şiirin siyasal mücadelenin bir aracı olarak görülmesi, Duyarlılığın yerine duygusallığın öne çıkışı, Biçimsel özellikler yerine, sınıf çatışması, toplumsal mücadele gibi genel ve geniş kitlelerce paylaşılması istenilen tematik öğelerin belirleyici olması, Şiirin ses, imge gibi elementlerinin yerini, doğrudan söyleyişin alması, İkinci Yeni akımı anlayışını reddederek Nazım Hikmet ve toplumcu-gerçekçi anlayışa bağlanılmak istenilmesi. 70’lerde yazılan toplumcu şiir ile 40 kuşağı toplumcu şairleri arasında benzerlik kurulabilir. Ancak 70’lerin toplumcu şiiri, tıpkı 40 kuşağı toplumcu şairlerinde olduğu gibi yalnızca biçimin dış öğesi olan dize düzeni gibi özellikleri bakımından Nazım Hikmet’in şiiriyle de benzerlik taşımaktadırlar. 1970’li yıllar, Türk şiirinin toplumsal-siyasal gelişmelerin yoğun etkisi ile slogana dönüştüğü bir dönem olmuştur. Toplumcu şairler dışında Necip Fazıl Sezai Karakoç çizgisini izleyen poetik oluşumların da bu dönem edebiyatında dikkati çektiği görülür. Özellikle 1969’da Ankara’da Nuri Pakdil’in öncülüğünde yayımlanan Edebiyat dergisi çevresindeki toplaşma ve 1976’da yine Ankara’da Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Akif İnan vd. tarafından yayımlanan Mavera dergisi çevresi, dönemin topluma dönük edebiyat ve eylemci karakterini İslami değerler ve Batı karşıtlığı bağlamında taşıyan oluşumlar olarak dikkati çeker. Bu dönemde edebiyat ortamına giren ve genel koşulların etkisini kendi tutum ve yetenekleriyle aşmayı başaran, zaman içerisinde kendi şiirini bu ortalamadan uzaklaştırarak kuran ve geliştiren şairler de bulunmaktadır. Bunlar arasında ilk şiirlerini Diriliş dergisinde yayımlayan ve Kuşluk Saatleri, Kayıpların Şarkısı, Yirmi dört Şiir, Şahitsiz Vakitler, Berzah, Sınır Taşı, Sesli Harfler adlı kitaplarında toplayan Ebubekir Eroğlu’nun şiirleri içerik bakımından tasavvuf kültüründen gelen öz ile çağdaş bireyin insan, tabiat ve toplumla karşılaşmasını imgesel göndermelerle aktardığı gibi özellikle gelenekten beslenme konusunda pek çok klasik şairin şiirlerini çağın diliyle yeniden ve metinler arası tekniğini kullanarak üreten özgün yapısıyla dikkati çeker. Bu yönüyle Ebubekir Eroğlu (1950), Necip Fazıl-Sezai Karakoç çizgisindeki şiiri zenginleştiren, güçlendiren bir şairdir. Sonuç olarak, 1970’lerde yazılan şiir için genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, şiir atmosferinin sığ ideolojik bir ortam oluşturduğu, bunun içerisinde pek az şairin kendisini ortamın havasından koruyarak, şair kimliklerini kurmayı başarabildiği söylenebilir. 12 Eylül 1980 darbesi ülkedeki demokratik rejimi askıya almakla, 70’lerin ideolojik havasının da toplum üzerindeki etkisini kesmiş oldu. Ama bu, aynı zamanda şiire, kendisi hakkında düşünme imkânı sağladı, en azından bunu bir imkân olarak kullananlar oldu. 1980’lerden sonra oluşan şiir anlayışı, söz konusu kesinti dolayısıyla, 70’li yılların şiir karakterinin zaaflarından uzak durmayı başaracaktır. 1980-2000 ARASI TÜRK ŞİİRİ 1980’lerde yazılan Türk şiirinin genel özelliği 12 Eylül darbesinin ardından toplumsal-siyasal ortamın değişmesine paralel olarak şiir anlayışının söylevci-slogancı anlayıştan saf şiire doğru değişmesidir. Bu dönem şairleri âdeta kendilerinden önceki 70 kuşağı şiirini atlayarak 60 kuşağı (özellikle İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu gibi) şairlerinden, oradan geçerek İkinci Yeni ve önceki dönemlerin şiirlerinden beslenme; gelenekten, divan ve halk şiiri kaynaklarından, Batı şiirinin son örneklerinden istifade etme yolunu seçmişlerdir. 1970’lerde yazılan şiir ile 1980’ler ve sonrasında yazılan şiir arasındaki genel farklılık, slogancı-söylevci şiirden saf şiire geçiştir. 80’li yıllarda beliren bu genel eğilim, 90’larda da kimi değişikliklerle sürmüştür. Henüz yaşanmakta olan sürecin canlı bir organizması biçiminde oluşmaya devam etmekte olan Türk şiirinin bu son döneminde önceki dönemlere göre oldukça geniş bir çeşitlilikten söz etmek de mümkündür. Adnan Özer, Ahmet Erhan, Arif Ay, Cevdet Karal, Haydar Ergülen, Hüseyin Atlansoy, İhsan Deniz, Lale Müldür, Murathan Mungan, Osman Konuk, Tuğrul Tanyol, Vural Bahadır Bayrıl gibi isimler 1980-2000 arasında yazılan şiirin belli başlı temsilcilerinden bazılarıdır. 1980-2000 arasında etkili olan şairlerden biri de Sırat şiirleri, Eskiden Terzi, Kırk şiir ve Bir, Nar, Üzgün Kediler Gazeli gibi şiir kitapları olan Haydar Ergülen’dir. 1980 öncesi siyasal merkezli katı şiir teorilerinin buharlaştığını gösteren yaklaşımlar, bu tarihten sonra sıkça görülmeye başlar. Ergülen’deki bu yaklaşımların temeli Behçet Necatigil, Attila İlhan, Hilmi Yavuz gibi şairlerle atılır. İntihar İlacı, Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi, Şehir Konuşmaları, Kaçak Yolcu, Karşılama Töreni, Yarın Bekleyebilir adlı şiir kitapları olan Hüseyin Atlansoy da genel olarak Sezai Karakoç’un açtığı, modern şiirin işaret levhalarının bulunduğu yolda ilerleyen bir şairdir. Cahit Koytak ve Osman Konuk’la aralarındaki yakınlık sadece, aynı kuşaktan olmalarından kaynaklanmaz. Üç şair de, Diriliş, Edebiyat, Yönelişler ve Hece dergileri çevresinde oluşan edebiyatın önemli temsilcileridirler. Üç şairin şiirinde de modernizme karşı eleştirel ve ironik bir tavır her zaman vardır. Mağara Külleri, Yalnız Sana Söylenen, Adımlarımın Gizli Sokağı, Gecediloldu, Hurûfî Melâl, Buz ve Fire adlı şiir kitapları olan İhsan Deniz (1960) de, Sezai Karakoç’la açılan çizginin yolcularındandır. Ama bu yolda yürüyen ve aynı kuşaktan olan Cahit Koytak, Osman Konuk, Hüseyin Atlansoy gibi şairlerden biçim ve dil olarak farklılıklar gösterir. Şiirin ve şairin en çok ihtiyaç duyduğu şeyin metafizik algı olduğunu söyleyen İhsan Deniz’i, Baki Asiltürk’ün “mistik metafizikçi” şairler grubuna dahil etmesi yerindedir. “Mistik”le kastedilen İslâm tasavvufu veya sûfi öğretiler ve tecrübelerse, mistik, “metafizik”ten farklıdır. Birincisi kökleri dine dayalı bir algı ve yaşama biçimi veya bu algı ve yaşama biçimlerinin metinsel tecrübesini; ikincisi ise, modernizmin getirdiği olgusal gerçekliğin ötesini göstermektedir. Kuzey Defterleri, Buhurumeryem, Uzak Fırtına, Seriler Kitabı, Divanü Lügat-it Türk, Saatler/Geyikler adlı şiir kitapları bulunan Lale Müldür (1956) de, 80 kuşağının önemli bir şairidir. Müldür’ün şiirleri geniş bir kültür ve coğrafya haritasından izler taşır. Sürekli biçim arayışları, metinlerarası göndermeler, yer yer çarpıcı bir lirizmden sıra dışı eğilimlere uzanan söyleyiş özellikleri şiirinin dikkat çekici nitelikleri arasındadır. 1981’de yayımladığı Osmanlıya Dair Bir Hikâyât ile kültürel ve edebî geleneği, şiirinde kendine özgü bireysel bir duygu atmosferi haline getirmekle dikkat çeken Murathan Mungan (1955) da son yirmi yıllık şiirin önemli isimlerinden biri olarak anılmaktadır. Osmanlıya Dair Hikâyât, Kum Saati, Sahtiyan, Yaz Sinemaları, Eski 45’likler, Mırıldandıklarım, Yaz Geçer, Oda, Poster ve şeylerin Kaderi, Omayra, Metal, Oyunlar, İntiharlar, Şarkılar, Mürekkep Balığı, Başkalarının Gecesi gibi çok sayıda şiir kitabı bulunan Mungan “şiirlerinde masallardan, mitolojilerden, halk öykülerinden ve diğer geleneksel anlatılardan yola çıkarak günümüz insanının sorunlarını, toplum içindeki var oluşunu, yabancılaşma sorunlarını, kimi zaman anlatımcı bir üslupla dile getirmektedir. İmgeyi ve sesi önceleyen genel bir şiir ortamı içerisinde kendi bireysel ürünlerini ortaya koyarken Türk şiirinin önceki dönemlerdeki verimlerinden yararlanmayı ihmal etmeyen ve etkilenme endişelerine kapılmayan bir şairler kuşağı temsilcileri olarak 1980 sonrası şairlerinin her biri, bu genel çerçeve içerisinde kendi şiirini kurmaya çalışmıştır. Şiirin estetik ve poetik değerini önde tutan, buna karşılık hem yöneldikleri kaynaklar, hem ideolojik tutumları, hem de şiirlerinin yapı özellikleri bakımından birbirinden farklılaşan çeşitliliği, bu kuşağın en dikkat çekici özelliğidir. Sonuç olarak 80 sonrası şiirinin kendisinden hemen önceki dönemden keskin bir kopuş, buna karşılık daha önceki olgun örneklerin dikkatle değerlendirilerek özgün bireysel verimlerin ortaya konulması çabası olduğunu söylemek mümkündür. Dönemin ortak özellikleri olarak şu noktalar belirlenebilir: İmgeye önem veren, sözü metafor ve metonimi teknikleri içerisinden söyleyerek anlamdan ziyade bir duyuş oluşturmaya çalışmak. Başta İkinci Yeni şiiri olmak üzere, Türk şiirinin çeşitli şair ve akımlarından yararlanmak. Dünya görüşü ile şiirin gerektirdiği teknik arasında birini tercih etmek yerine şiirden taviz vermeyen bir denge gözetmek. Yer yer halk ve Divan şiiri gelenekleriyle, dünya şiirinin çağdaş örnekleriyle ilişkiler kurmak. Bireyin toplum, kültür ve varlık karşısındaki konumunu farklı bakış açılarından ve farklı referanslara dayanarak belirleme çabaları taşımak. Biçimsel olarak ironiden öykülemeye, imgecilikten somut şiire uzanan geniş bir uygulama yelpazesi oluşturmak. Ancak bu yapısal genişlik, dönem hakkında ortak bir yargı üretmeyi zorlaştıran faktörlerin en önemlilerinden biri belki de birincisidir. Denilebilir ki: Türk şiiri son yirmi yılda yeni imzaların katılımıyla akışını sürdürmektedir. Son dönemin dikkat çeken imzaları arasında Cevdet Karal, Ömer Erdem, İbrahim Tenekeci, Murat Menteş ve Serkan Işık sayılabilir. 1970 - 2000 Yılları Arası Çağdaş Türk Şiiri















