top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 850 sonuç bulundu

  • Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı

    Kam Gan oğlu Han Bayındır’ın İç Oğuz, Taş Oğuz beylerine verdiği bü­yük bir ziyafette veziri Kazılık Koca şarabın etkisiyle coşarak Bayındır Han’dan akın diler. Han izin verir. Kazılık Koca işe yarar kocalarını toplar, hazırlık yapıp yola çıkar. Çok dağ, dere tepe aşarak Arşun oğlu Direk Tekfur’un Karadeniz kıyısın­daki Düzmürd kalesine gelip konarlar. Yapılan savaşta Kazı­lık Koca tutsak edilerek kaleye hapsolunur. Kazılık Koca on altı yıl hi­sarda tutsak kalır. Emen adında biri altı defa saldırır, fakat kaleyi alamaz. Kazılık Koca’nın tutsak edildiği sırada bir yaşında olan oğlu Yigenek on beş yaşına gi­rer. Yigenek babasını ölmüş bi­lir, tutsaklıkta olduğunu çocuk­tan saklarlar. Fakat bir gün Kara Göne oğlu Budak ile bir sohbette atışınca Budak, yiğit ise gidip babasını kurtarması­nı söyler. Babasının sağ olduğunu öğrenen Yige­nek, Bayındır Han’dan asker ister ve akın izni alır. Bayındır Han’ın buyruğu ile, eskiden Demürkapu Derbendi’nde bey olan Kıyan Selçuk oğlu Delü Tundar, Aygır Gözler suyunda at yüzdüren ve elli yedi kalenin kilidini alan Eylik Koca oğlu Dülek Evren, Bağrıncı oğlu İlalmış, Toğsun oğlu Rüstem, Delü Evren, Soğan Saru, hasılı yirmi dört sancak beyi Yigenek’le birlikte hazırlık görürler. Ertesi gün Yigenek dayısı Emen’i rüyasında gördüğünü anlatarak, rüyasında Emen’in kendisine kaleye gitmekten vazgeçmesini söylediğini, kendisinin de bunu reddettiğini nakleder. Hep birlikte yola girip Düzmürd kalesine ulaşırlar. Yapılan savaşta Arşun oğlu Direk Tekfur, Delü Tundar’ı, Dülek Evren’i ve yirmi dört sancak beyinin diğerlerini bir bir meydandan kaçırır, hiçbirisi karşısında duramaz. Sonunda Yigenek meydana at sürerek daha ilk vu­ruşta tekfurü yaralar. Tekfur kaleye kaçmak ister­se de Yigenek arkasından yetişerek kale kapısında boynunu vurur. Bunun üzerine Kazdık Koca’yı ser­best bırakırlar. Fakat beyler bununla yetinmeyerek kaleyi de alırlar. Kilisesini yıkıp mescit yapar, aziz Tanrı adına hutbe okuturlar. En değerli hediyeleri Bayındır Han’a ayırdıktan sonra ganimetleri gazi­lere bağışlayıp dönerler, evlerine gelirler. Dedem Korkut gelip destanlar söyler ve bu Oğuznameyi Yigenek’e ithaf eder. Burada biten hikâyenin sonunda yine aynı ozan duası vardır.

  • Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı

    Oğuz zamanında Kanlı Koca adında bir gür­büz erin Kan Turalı adlı yetişmiş bir yiğit oğlu vardır. Kanlı Koca oğlunu evlendirmek ister. Fakat oğlu alacağı kızın kendisi kadar kahraman bir kız olması gerektiğini söyler. Önce Kan Turalı, sonra babası Oğuz’u gezerler; İç Oğuz’da da, Taş Oğuz’da da böyle bir kız bulamazlar. Kanlı Koca dönüp dolaşıp Trabzon’a gelir. Trabzon tekfurünün Selcen Hatun adında bir kızı vardır. Tam istedikleri gibi­dir. Fakat babası, bu kızı almak için sakladığı üç canavarı öldür­meyi şart koşmuştur. Bu üç ca­navar kağan aslan, kara boğa ve kara erkek devedir. O zamana kadar kızı isteyen otuz iki kâ­fir beyinin oğlu yalnız boğa ile dövüşmüş ve daha birincisinde yenilerek hepsinin başları kesil­miş ve burca asılmıştır. Kanlı Koca bunları dehşetle görür ve evine döner. Durumu oğluna anlatır, fakat gitmesini istemez. Kan Turalı dinlemeye­rek yola düşer ve kırk yiğidiyle Trabzon’a gelir. Yaptığı karşılaş­mada her üç canavarı da öldü­rür. Kızı alarak Oğuz’a yöne­lirler. Yedi gün yedi gece sonra Oğuz’un sınırına gelirler. Kan Turalı kırk yoldaşını babasına müjdeci gönderir ve kendisini karşılamalarını ister. İki sevgili güzel bir yerde inerek “işrete” dalar, yer, içerler. O zamanlar Oğuz yiğitlerinin başına ne gelse hep uykudan gelirmiş. Kan Turalı’nın da uykusu gelir ve uyur. Fakat kız kendisini sevenlerin arka­sına düşebileceklerini düşünerek uyumaz ve tam kuşam atına binip nöbet bekler. Gerçekten tekfur, kızı verdiğine pişman olmuştur. Altı yüz kâfiri bun­ların arkasına takar. Kâfirler kız nöbet beklerken görünürler. Selcen Hatun Kan Turalı’yı uyandırır, savaşa tutuşurlar. Bir müddet sonra Selcen Hatun kâfirin yenildiğini sanarak kanlı kılıcıyla döner. Bu sırada Kan Turalı’nın anası ile babası da karşı­lamaya gelmişlerdir. Selcen Hatun Kan Turalı’nın dönmediğini görünce yeniden savaş meydanına gider. Bir derede Kan Turalı’yı kâfirlerin sıkıştırdı­ğını görür. Atı vurulmuş, göz kapağı yaralanmış­tır. Derhal saldırarak kâfirleri dağıtır ve kendisini tanımayan Kan Turalı’ya kendisini tanıtarak onu atının arkasına alır, dönmek üzere yola girerler. Yolda Kan Turalı, Selcen Hatun’un Oğuz’da ken­disini kurtardığını söyleyerek övüneceği düşün­cesiyle kızı öldürmek ister ve bu düşüncesini kıza açar. Selcen Hatun önce tatlılıkla Kan Turalı’yı bu düşüncesinden vazgeçirmek ister. Başaramayınca kızar ve dövüşmeye hazır olduğunu söyler. Kar­şı karşıya geçerler. Selcen Hatun temrensiz bir ok atar, Kan Turalı ürperir. Koşarak kucaklaşır, barı­şırlar ve birbirlerini denediklerini söylerler. Sonra yeniden yola düşüp babasının yanına gelirler, oradan hep beraber Oğuz’a girer, düğüne başlarlar. Kan Turalı gerdeğe girip muradına erişir. Dedem Korkut gelip şadlık çalıp destanlar söyler. Hikâyenin sonunda yine dünyanın geçiciliğini anlatan manzume ile ozan duası gelmektedir.

  • Duha Koca Oğlu Delü Dumrul Destanı

    Oğuzda Duha Koca oğlu Delü Dumrul adlı bir yiğit bir kuru çayın üzerine bir köprü yaptırıp ge­çenden otuz üç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alırmış. Bunu benimle kim savaşabilir şeklin­de bir kabadayılık ve zorbalık olarak yapar, yiğit­likte şanının Rum’a, Şam’a gitmesini istermiş. Bir gün köprüsünün yanında konmuş olan bir obada iyi bir delikanlı ölür. Ağlayış, sızlayışları duyan Delü Dumrul gelip genç yi­ğidi kimin öldürdüğünü sorar, ölen gencin canını Azrail’in aldığını öğ­renince Allah’a yalvararak Azrail’i gözüne göstermesini söyler. Azrail’i öldürüp iyi gençlerin canını kurtar­maya and içer. Hak Taala, Delü Dumrul’un bu küstahlığına kızarak, gözüne görün­mesi için Azrail’e emir verir. Delü Dumrul kırk yiğidiyle yiyip içip otururken, Azrail kapıcı ve çavuş­lara görünmeden içeri dalar. Delü Dumrul onun heybetinden ürperir. Azrail olduğunu sorup öğrenince kılıcına el atarak vurmak ister. Tam hamle yaparken Azrail bir güvercin olup bacadan kaçar. Delü Dumrul ata binip ardı­na düşer. Yolda bir iki güvercin öldürür. Bir müd­det sonra Azrail atının gözüne görünür. At ürker ve Delü Dumrul’u yere vurur. Azrail derhal göğ­sünün üzerine biner ve canını almak ister. Delü Dumrul yalvarmaya başlar. Azrail kendisine değil, Allah’a yalvarmasını söyler. Bunun üzerine Delü­Dumrul Allah’a yalvararak “canımı alacaksan sen al, Azrail’e bırakma” der. Bu söz Allah’ın hoşuna gider ve Azrail’e nida eyleyerek, canı yerine can bulursa, Delü Dumrul’un canını bırakmasını buyurur. Azrail bu buyruğu Delü Dumrul’a söyler. Delü Dumrul bunun üzerine babasına gelir ve durumu anlatarak canı yerine ba­basından can ister. Babası malını mülkünü vermeye hazır olduğu­nu, fakat canına kıyamayacağını söyleyerek anasına gitmesini tav­siye eder. Delü Dumrul anasına gider, fakat o da canını vermeye razı olmaz. Bunun üzerine Azrail can bulamayan Delü Dumrul’un karşısına çıkar ve canını ister. Delü Dumrul hasreti olduğunu, karısı ile iki oğlunu görmek istediğini ve onlara ısmarlayacağı emaneti bu­lunduğunu söyleyerek biraz daha izin ister ve karısına gelir. Olup bi­tenleri anlatarak malını mülkünü kendisine bıraktığını, gönlünün sevdiğiyle evlenmesini ve çocuk­larını öksüz bırakmamasını söyler. Fakat karısı öne atılarak kendisinin canını vermeye hazır olduğu­nu bildirir. Bunun üzerine Azrail kadının canını almaya gelir. Fakat burada Delü Dumrul, Allah’a yeniden yalvararak, alacaksa ikisinin birden canını almasını, bırakacaksa ikisininkini birden bırakma­sını niyaz eder. Hak Taalâya Delü Dumrul’un sözü hoş gelir. Azrail’e buyurarak bunların yerine ana­sının babasının canını almasını ve Delü Dumrul ile karısına yüz kırk yıl ömür verdiğini bildirir. Azrail ana ile babanın canını alır. Delü Dumrul eşiyle yüz kırk yıl daha yaşar. Dedem Korkut gelerek destanlar söyler. “Bu destan Delü Dumrul’un olsun, benden sonra alp ozanlar söylesin, alnı açık cömert erenler dinlesin” der. Hikâyenin sonunda yine aynı ozan duası vardır.

  • Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Düştüğü Destan

    Bir gün Ulaş oğlu Kazan Bey büyük bir zi­yafet verir. Doksan tümen genç Oğuzu sohbetine toplar. Kalın Oğuz beyleri dokuz kâfir kızının altın kadehlerle sundukları al şarabı içerler. Kazan Bey hediyeler dağıtır. Bu ziyafette bir ara Kazan Bey sağ tarafında oturan Kara Göne’ye bakar güler, sol yanında oturan dayısı Aruz’a bakar neşelenir, fa­kat karşısında yaya dayanıp du­ran oğlu Uruz’a bakınca ağlar. Uruz bunun sebebini sorunca Ka­zan, 16 yaşına geldiği hâlde henüz oğlunun baş kesmemiş olduğunu hatırlatarak kendisi ölünce tahtı­nı tacını sonra ona vermeyecekle­rinden korktuğunu söyler. Uruz babasının kendisine örnek olma­dığını hatırlatınca Kazan Bey üç yüz yiğitle ata biner, kırk yiğidi ile oğlu Uruz da atlanırlar, ava çıkılır. Kâfirin serhaddine, Cızığlar’a, Ağlağan’a, Gökçe Dağa giderler. Av avlayıp çadırlar kurarlar. Fakat Başı Açuk Tatyan kalesinden, Ak Sıka kalesinden kâfirin casusları varmış, gidip tekfure haber verirler. On altı bin kâfir bunların üzerine gelir. Kazan, oğlu Uruz’u savaşa sokmaz, çıkıp bir yüksek yerden seyretmesini emreder. Fakat savaşa baka baka heyecanlanan Uruz da­yanamaz, kırk yiğidiyle kâfirin bir tarafına dalar. Yapılan savaşta kırk yiğidi şehit olur, kendisini de tutsak ederler. Kazan düşmanın ezildiğini sanarak beyleriyle geri döner. Oğ­lunun korkup eve kaçtığını sanarak kızgınlıkla eve gelir. Bu sırada Kazan Bey’in hanımı boyu uzun Burla Hatun oğlunun ilk avıdır diye Kazan’ı ve Uruz’u karşılamak üzere büyük hazırlıklar yapmış, Oğuz beyleri için büyük bir ziyafet tertip etmiştir. Fakat oğlunun gelmediğini görünce Kazan’ı yorgun argın geri çevirir. Kazan Kanlı Kara Dervend’de kâfirlere yetişir. Oğlu Uruz kâfirlerden izin alarak babasını savaşmamak için kandırmak isterse de, Kazan razı olmaz ve tek başına savaşa girer. Bir müddet dövüştükten sonra göz kapağına kılıç do­kunur ve kendisini sarp yerlere atar. Bu sırada kırk ince belli kızı ile Burla Hatun yetişir. Arkasından Oğuz beyleri de birer birer yetişirler: Kazan’ın kar­deşi Kara Göne, Kıyan Selçuk oğlu Delü Tundar, Gaflet Koca oğlu Şir Şemseddin, Beyrek, Kazılık Koca oğlu Yigenek, yirmi dört bo­yunu okşayan Delü Tundar, bin kavim başları Döger, bin Bügdüz başları Emen, dokuz koca başları Aruz vb. Hasılı Kazan’ın bütün beyleri dört nala gelirler. Büyük bir savaş olur. Kazan ortaya hücum ederek tekfur ile Şökli Melik’i öl­dürür. Tundar sağ kanada hücum ederek Kara Tüken Melik’i kılıçtan geçirir. Sol tarafta Buğaçuk Melik’i Kara Budak öldürür. Burla Hatun kâfirin kara tuğunu kılıçlar, yere düşürür. Kâfir ordusu yenilgiye uğrar. Kazan, oğlunu kurtararak Ağca Kala Sürmelü’ye gelir, kırk otağ diktirip yedi gün yedi gece şenlik yaptırır. Dedem Korkut ge­lip destanlar söyler ve bu Oğuzna­meyi bu şekilde düzenler. Burada biten hikâyenin so­nunda yine dünyanın geçiciliğini anlatan manzume ile ozan duası gelmektedir.

  • Kam Büre Oğlu Bamsı Beyrek Destanı

    Kam Gan oğlu Han Bayındır, İç Oğuz ve Taş Oğuz beylerine büyük bir ziyafet veriyor. Pay Büre adında bir bey de orada hazır bulunmaktadır. Bir ara onun Kara Göne oğlu Kara Budak, Kazan oğlu Uruz, Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek gibi gençlere bakarak ağladığı görülür. Sorarlar, oğlu olmadığı için ağladığını söyler. Beyler oğlu olması için dua ederler. Pay Bicen adındaki bir bey de kızı olsun diye dua ister, onun için de dua ederler. O da kızı olur­sa Pay Büre’nin oğlu ile beşik kert­me nişanlı yapacağını vadeder. Bir müddet sonra Pay Büre’nin bir oğlu, Pay Bicen’in bir kızı olur. Pay Büre bezirgânlarını oğ­luna armağanlar almak üzere Rum iline gönderir. Bezirgânlar İstanbul’a gelir, çocuk için bir at, bir yay, bir gürz alırlar. Aradan on beş sene geçer. Ço­cuk delikanlı olur. Bir gün av do­layısıyla babasının tavlasına gelir. Bu sırada İstanbul’dan dönmekte olan bezirgânlar da Kara Dervend ağzına gelmişlerdir. Fakat Evnük kalesinin kâfirleri bunlara saldıra­rak mallarını yağmalarlar. Bezirgânın biri Oğuz’a kaçarken önüne çıkan tavlada gördüğü yiğitten yardım ister. O yiğit kâfirleri yakalayıp malı kur­tarır. Önce yiğit, sonra bezirgânlar Pay Büre Bey’in evine gelirler. Çocuk baş kesip kan döktüğü için Dede Korkut gelip ona ad kor ve Bamsı Beyrek adını verir. Bu vesileyle beyler av tertip ederler. Beyrek bu avda bir geyiği kovalaya kovalaya yavuklusunun otağına gelir. Burada Pay Bicen kızı Banı Çiçek’le ok atar, at koşturur, güreş tu­tar. Üçünde de kızı yener ve Banı Çiçek olduğunu anlayınca yüzük takarak nişanlanır. Avdan dönünce Bey­rek kızla evlenmek için teşebbüse geçer. Fakat kı­zın Delü Karçar adında bir kardeşi vardır, kız kar­ deşini isteyeni öldürmekte­dir. Delü Karçar’ın gönlünü yapmak üzere beyler Dede Korkut’u göndermeye karar verirler. Dede Korkut kaçma kovalama olunca değiştirmek üzere iki atla gider. Kardeşini Karçar’dan isteyince Delü onun peşine düşer ve yaka­lar. Fakat kılıç çalacağı sırada Dede’nin duasıyla eli havada kalır. Bunun üzerine Dede’ye yalvarır ve kızı vermeye razı olur. Dede’nin duasıyla kolu iyileşir. Dede Korkut dönerek Delü Karçar’ın istediği bin at, bin deve, bin koç, bin köpek ve pireleri alır, Karçar’a götürür. Malları teslim ederken Karçar’ı soyarak pireleri topladığı ahıra sokar. Delü, pirele­rin hücumundan, Dede’nin tavsiyesi üzerine, ken­disini suya atmakla kurtulur ve düğün hazırlığına başlar. Fakat tam gerdeğe gireceği gece, Bayburt hisarının beyi yedi yüz kâfirle gelerek Beyrek’i ve otuz dokuz yiğidini tutsak eder, naibi de şehit olur. Bunun üzerinden on altı yıl geçtiği hâlde Beyrek’in ölüsü dirisi bilinmez. Delü Karçar Ba­yındır Han’a başvurarak Beyrek’in dirisi haberi­ni getirene hediyeler, ölüsü haberini getirene kız kardeşini vereceğini söyler. Yalancı oğlu Yaltacuk isimli birisi bu işi üzerine alır, gidip Beyrek’in vak­tiyle kendisine vermiş olduğu gömleği kana bu­laştırarak Beyrek’in öldüğü haberini getirir. Banı Çiçek’i almak için küçük düğününü yapar, büyük düğününe mühlet kor. Bu sırada Beyrek’in babası bezirgânlarını Beyrek’i aramaya gönderir. İki bezirgân gelip Bayburt’ta Beyrek’i bulur ve durumu anlatırlar. Beyrek kendisine âşık olan Bay­burt beyinin kızının yardımıyla ur­ganla hisardan aşağı inip kurtulur ve Oğuz’a gelir. Yurtlarında, önce, Yaltacuk’a geçeceği yolda suikast hazırlayan babasının çobanlarıyla karşılaşır. Sonra atını bir ozanın kopuzu ile değiştirerek evlerine uğrar. Fakat kendisini tanıtmaz. Bir eski deve çuvalını boynuna ge­çirerek deli ozan kılığında düğüne gider. Bu sırada düğünde güveyi, Budak, Uruz, Yigenek ve Şir Şem­seddin ile ok atmaktadır. Beyrek diğer ok atanları övdüğü hâlde güveye sövünce Yaltacuk kızarak yayını çekmesini söyler. Beyrek Yaltacuk’un yayını çekince yay iki parça olur. Sonra getirilen kendi yayı ile ok atarak güveyinin yüzüğünü parçalar. Bunun üzerine Kazan Bey bu deli ozana o günkü beyliğini verir ve hareketle­rinde serbest bırakır. Deli ozan da bütün düğün yemeğini döker, çalgıcıları döver. Kadınların top­landığı otağa gelir. Orada evlenen kızı oynatmak ister, Kısırca Yenge ile Boğaz­ca Fatma adlı iki kadını gelin diye oynattırırlarsa da, ozan aldanmaz ve sonunda Banı Çiçek oyuna kalkar. Burada deli ozan, Beyrek olduğu­nu anlatır. Düğün karışır ve Yaltacuk kaçarak Tana sazına girer. Beyrek sazı ateşleyin­ce çıkar, yalvarır ve Beyrek de bağışlar. Beyrek’in anası babası sevinir, babasının ağ­lamaktan kör olan gözleri Beyrek’in serçe parmağının kanı ile açılır. Beyrek otuz dokuz yiğidi ile iki bezirgânını kurtarmadan düğün yapmaz. Oğuz beyleri Bay­burt hisarı üzerine yürürler. Yapılan savaşta Kazan Bey, Şökli Melik’i, Delü Tundar, Kara Tekfur’ü, Bu­dak, Kara Arşları Melik’i öldürür, yedi kâfir beyi kılıçtan geçer. Beyrek, Yigenek, Kazan Bey, Kara Budak, Delü Tundar, Uruz Bey hisarı alırlar. Kâfi­rin kilisesini yıkıp cami yapar, keşişlerini öldürüp ezan okuturlar. Bayındır Han’a değerli hediyeler ayırırlar. Bey­rek, Melik’in kızını alıp geri döner. Kırk gün kırk gece toy düğün olur. Dede Korkut gelip destanlar söyler ve bu Oğuznameyi düzenleyerek Beyrek’e ithaf eder. Destan burada biter. Bundan sonra ozan duası gelmektedir.

  • Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması Destanı

    Bir gün Ulaş oğlu, Uruz’un babası ve Bayın­dır Han’ın güveyisi Salur Kazan büyük çadırlarını kurarak ziyafet verir. Dokuz kâfir kızının sakilik ettiği ziyafette Oğuz beyleri içerler, içe içe Kazan sarhoş olur ve beylere av teklif eder. Kıyan Selçuk oğli Delü Tundar ile Kara Göne oğlu Kara Budak uygun görürler. At ağızlı Aruz Koca, Kazan’a Gür­cistan ağzında oturduğunu hatırlatarak yurdunun üstüne kimi bırakacağını sorar. Kazan üç yüz yiğit ile oğlu Uruz’u bırakacağını söyler ve atına biner. Kardeşi Kara Göne, Bayındır Han’ın düşmanını bastıran Şir Şemseddin, Bayburt hisarından uçan Beyrek, Kazan’a keşiş diyen Yigenek, saymakla tükenmez, hasılı bütün Oğuz beyleri atlanırlar, ala dağa ala ordu ava çıkar. Kâfirin casusu bunu kâfirler azgını Şökli Melik’e haber verir. Elbisesinin arkası yırtmaçlı ve alaca atlı yedi bin kâfir gece yarısında Kazan Bey’in yurduna baskın yaparak evini barkını yağmalar ve kırk ince belli kız ile karısı Burla Hatun’u ve üç yüz yiğit ile oğlu Uruz’u tutsak ederler. Kâfirler bununla kalmayarak altı yüz kişi ile Kazan’ın Ka­pular Derbendi’ndeki on bin koyununu da almaya giderler. Karaçuk Çoban, Kıyan Güci ve Demür Güci adındaki iki kardeşi ile bunlara karşı koyar, iki kardeşi şehit olur, Karaçuk Çoban taşı bitince koyun ve keçi atarak ünlü sapanı ile kâfirleri boz­guna uğratır ve kaçırır. Aynı gece Kazan av yerinde kaygılı bir rüya ile uyanır. Kardeşi Kara Göne’ye eviyle ilgili bu korkulu rüyayı yordurur. Yurdunun tehlikede ol­duğunu sezerek tek başına yola çıkar, üç günlük yolu bir günde alarak yurduna gelir. Durumu gö­rünce kâfirin ardına düşer. Yolda sudan, kurttan haber sorar. Bunları geçince Karaçuk Çoban’ın kö­peği karşısına çıkar. Onu izleyerek çobanın yanına gider. Çoban durumu anlatır. Kazan kâfirin gittiği yana yönelir, çoban da arkasına düşer. Tek başına gitmek için Kazan, çobanı altında yemek yedikle­ri ağaca bağlarsa da, çoban ağacı koparıp arkasına alır ve peşini bırakmaz. Birlikte kâfir ülkesine gi­derler. Öte yandan Şökli Melik şen­lik yapmaktadır. Bu arada Burla Hatun’u saki yapmak ister. Fakat kırk kızdan hangisinin Burla Ha­tun olduğunu anlayamazlar. Bu­nun üzerine oğlu Uruz’un etinden yemek yaparak bey kızlarına ver­melerini söyler, hangisi yemezse, Burla Hatun odur der. Bunu du­yan Burla Hatun oğluna gelerek ne yapması gerektiğini sorar. Uruz kâfire teslim olmamak için kendi etinden çekinmeden yemesini söy­ler. Uruz’u asılacağı ağacın dibine götürürler. Tam bu sırada Kazan ile Ka­raçuk Çoban yetişir. Kazan, at ayağı altında kalmasın diye önce kâfirlerden annesini ister, fakat vermezler ve oğul doğurması için onu Yayhan Keşişoğlu’na verecek­lerini söylerler. Bu sırada Oğuz beyleri de yetişirler. Demür­kapu Derbendini alan Kıyan Selçuk oğlu Delü Dündar; Hemid ile Merdin kalesini yıkan, Kap­çak Melik’e kan kusturan, Kazan’ın damadı, Kara Göne oğlu Kara Budak; destursuzca Bayındır Han’ın düşmanını basan Gaflet Koca oğlu Şir Şem­seddin; Parasar’ın Bayburt hisarından parlayıp uçan, Kalın Oğuz imrencesi, Ka­zan Bey’in ınağı Beyrek; Kazılık Koca oğlu Yigenek; Kazan Bey’in dayısı Aruz Koca; Peygamberi görüp Oğuz’da sahabesi olan Bügdüz Emen; Aygır Göz­ler suyunda at yüzdüren, elli yedi kalenin kilidini alan, Ağ Melik Çeşme kı­zına nikâh eden, Sofi Sandal Melik’e kan kusturan Eylik Koca oğlu Alp Eren vb., hasılı Oğuz beyleri hep gelirler. Büyük bir savaş olur. Düşmanı yener, Şökli Melik’i, Kara Tüken Melik’i, Buğaçuk Melik’i öldürürler. Kazan Bey çoluk çocuğunu, malını, hazinesini kurtarır, geri döner. Yedi gün yedi gece şenlik ya­parlar. Dedem Korkut gelip destanlar söyler ve bu Oğuznameyi bu şekilde düzenler. Destanın sonunda yine, dünyanın geçiciliğini anlatan manzume ile ozan duası vardır.

  • Dirse Han Oğlu Buğaç Han Destanı

    Hanlar hanı olan Kam Gan oğlu Han Bayındır yılda bir kere büyük bir ziyafet tertipleyerek Oğuz beylerini konuklarmış. Bir gün Bayındır Han yine böyle bir ziyafet hazırlığı yaparken bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere de kara otağ kurdurur. “Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondu­run, oğlu kızı olmayanı kara otağa alın, altına kara keçe döşeyin, önüne kara koyun yahnisinden geti­rin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin, -oğlu kızı olmayana Tanrı Taala gazap etmiştir, biz de ederiz, iyi bilsin” der. Oğuz beyleri birer birer gelip toplanmaya baş­larlar. Dirse Han adında oğlu kızı olmayan bir bey de kırk yiğitini yanına alarak toplantıya gelir. Ba­yındır Han’ın adamları Dirse Han’ı karşılayarak kara otağa kondururlar, altına kara keçe sererek önüne kara koyun yahnisi getirirler. Dirse Han hiddetle bunun sebebini sorar, Bayındır Han’ın buyruğunu anlatırlar. Bunun üze­rine Dirse Han yiğitlerini alarak zi­yafeti bırakıp karısıyla görüşmek üzere eve döner. Durumu tatlılıkla anlattıktan sonra hiddete gelerek çocuk olmamasında hangisinin suçlu olduğunu sorar. Karısı iki­sinde de suç olmadığını, bu işin Allah’tan geldiğini söyleyerek bü­yük bir ziyafet vermesini, îç Oğuz ve Taş Oğuz beylerini çağırmasını, fakirlere yardımda bulunmasını teklif eder. Dirse Han karısının dediğini yaparak büyük bir ziya­fet tertip eder ve sonunda beyle­rin duasını ister. Beyler el kaldırıp Dirse Han’a çocuk vermesi için Tanrıya dua ederler. Bir ağzı dualının duası ile is­tedikleri olur ve bir zaman sonra Dirse Han’ın bir oğlu dünyaya gelir. Oğlan on beş yaşına gelince Dirse Han Bayın­dır Han’ın ordusuna karışır. Bayındır Han’ın bir boğası ile bir buğrası var­mış. Bir yazın, bir güzün boğa ile deveyi savaştırır, seyrederlermiş. O yaz hayvanları yine meydana çıkardıkları gün Dirse Han’ın oğlu üç ordu çocuğu ile orada aşık oynuyormuş. Diğer çocuklar kaçı­şırlar, Dirse Han’ın oğlu kaçmayarak orada boğa ile karşı karşıya kalır. Çetin bir boğuşmadan son­ra çocuk boğayı öldürür. Beyler başma toplanırlar. Çocuğa ad koymak ve babasından taht ve beylik istemek için Dede Korkut gelir. Babasından taht ve beylik alarak oğlana boğayı öldürdüğü için Buğaç adını verir. ( Oğuz zamanında bir çocuğa, kan dök­meden, baş kesmeden ad takmazlarmış). Buğaç beylik alıp tahta çıkınca babasının kırk yiğitini anmaz olur. O kırk namert yiğit de eski iti­barlarına kavuşmak için Buğaç’ı yok etmeye karar verirler. Babasına oğlunu kötüleyen dedikodular getirerek onu oğlunu öldürmek için teşvike başlar­lar. Dirse Han bunlara kanarak oğlunu öldürmek üzere bir av tertip eder. Av sırasında kırk namert bir yandan çocuğa babasını sevindirmek için önünde av avlamasını söylerken öte yandan Dirse Han’a “Bak oğlun senin üzerine geliyor, geyiğe atarken seni vuracak” deyip Dirse Han’ı oğlunu vurma­ğa teşvik ederler. O da çekip ok ile oğlunu vurur. Buğaç düşünce babası üzerine gitmek isterse de o kırk namert buna engel olur ve evlerine dönerler. Buğaç’ın annesi oğlunun ilk avıdır diye büyük bir hazırlık yapmıştır. Fakat gelenler arasında oğ­lunu göremeyince deliye döner, Kırk namert, çocu­ğun avda olduğunu söylerlerse de annesi durmaz kırk ince belli kızı yanına alarak av yerine gider. Bir çukurda çocuğu kanlar içinde bulurlar. Buğaç korkmamalarını söyler ve yaralanınca Hızır’ın ge­lerek yarasını sıvazladığını, “sana bu yaradan ölüm yoktur, ananın sütü ile dağ çiçeği sana merhemdir” dediğini anlatır. Buğaç’ı getirip babasından gizli olarak tabiplere verirler. Kırk günde iyileşir. Kırk namert bunu duyunca, yaptıkları ortaya çıkmadan, bu sefer Dirse Han’ı yakalayıp kâfir illerine götürmeye karar verirler. Han’ı tutup ellerini bağlarlar, boynuna ip takıp yaya yürüterek kâfir illerine yönelirler. Oğuz beyleri bundan haberli de­ğillerdir. Annesinin isteğiyle Bu­ğaç Han arkadan yetişerek kırk namerdi öldürüp babasını kurta­rır. Hanlar hanı Bayındır Buğaç’a taht verir, beylik verir. Dedem Korkut gelip destanlar söyler, bu Oğuznameyi bu şekilde düzenler ve tespit eder. Burada biten Buğaç hikâye­sinden sonra, destanları tespit edene ait olduğu anlaşılan ve dünyanın geçiciliği­ni anlatan manzume ile dinleyenlere hayır duada bulunan ozan dilekleri gelmektedir.

  • Dede Korkut Kitabı’nın İçeriği

    Kitabın girişi Dede Korkut’u takdim için yazıl­mış olup iki kısımdan ibarettir. Birincisi hikâyele­rin kopyalanması sırasında yazılmış olan ve Dede Korkut’u tanıtan kısımdır. Besmeleden sonra başla­yan bu kısımda Peygamber zamanına yakın Bayat boyundan Korkut Ata adında bir erin ortaya çıktı­ğı, bu Korkut Ata’nın Oğuz kavminin müşkülleri­ni çözen ve gaipten türlü haberler veren bir kimse olduğu bildiriliyor ve onun hanlığın, sonunda Kayıla­ra geçeceğini söylemiş olduğuna işaret edilerek Korkut Ata’nın bu­nunla şimdi hüküm sürmekte olan Osmanlıları kastetmiş olduğu be­lirtiliyor. Girişin bu kısa tanıtımdan sonra gelen ikinci kısmı ise Dede Korkut’un sözlerine ayrılmıştır. Yine ikiye ayırabileceğimiz bu kı­sımda önce Dede Korkut’un söyle­miş, olduğu vecizeler sıralanmak­ta, sonra da kadınları dörde ayıran sözleri gelmektedir. Vecizeler dört grupta toplanmış olup bir grupta­kilerin sonları hep aynı şekil veya kelime (-mez, yig, bilür, görklü) ile bitmekte, her grubun sonu da bir iki dua cümlesiyle bağlanmak­tadır.

  • Dede Korkut Hikayeleri

    Türk dilinin en güzel ve en dikkate değer eserlerin­den biri olan Dede Korkut Kitabı bir buçuk asra yakın bir zamandan beri bilinmek­tedir. Bilim dünyasıyla Türk dili ve edebiyatı alanında Dede Korkut Kitabı yahut kısaca Dede Korkut adıy­la tanınan eser bir destansı Oğuz hikâyeleri mecmua­sıdır. Prof. Dr. Fuat Köprü­lü, eserin değerini “Bütün Türk Edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut Destanı’nı öbür gözüne koy­sanız, yine Dede Korkut ağır basar” diyerek ifade etmiş­tir. Biri Dresden’de, öteki Vatikan’da olmak üzere iki nüshası bulunan bu eserin Dede Korkut adıyla anılma­sının sebebi, Dede Korkut adındaki ozanlar pirinin eserin bir nevi müellifi du­rumunda bulunması, eserde toplanmış olan Oğuz destan­larının onun tarafından dü­zenlenmiş gösterilmesidir. D ede Korkut adındaki “Dede” kelimesinin “Korkut” adı kadar eski olmadığı ve bunun efsanevi Korkut’un yaşlılığını vasıflandırmak için asıl isme sonradan eklendiği şüphesizdir. Tarihî kay­naklarda ve çeşitli Oğuz rivayetlerinde Korkut  adının bazen Dede’siz ola­rak sadece Korkut, bazen de Korkut Ata şeklinde geçmesi bunu açıkça göstermektedir. Esasen, Kâşgarlı’da mev­cut olan ve Oğuzca olduğu kaydedilen, XIII. yüzyıldan bu yana da Anadolu metin­lerinde gördüğümüz dede kelimesiyle daha eski Türk­çede ve Doğu Türkçesi hariç Batı Türkçesi dışındaki öteki Türk şivelerinde (şive keli­mesini Kurum’un kabul et­tiği lehçe sözü yerine kulla­nıyoruz) karşılaşılmaktadır. Radloff’ta Çağatayca olarak da bulunmakla beraber, ya­pısı bakımından şüpheli gö­rünen bu kelimenin Doğu Türkçesine de Oğuzcadan geçtiği anlaşılmaktadır. Es­kiden beri Türkçede ve öteki Türk şivelerinde yaşlı bü­yüklerin unvanı olarak Batı Türkçesindeki dede kelimesi yerine genel olarak ata unva­nı kullanılmıştır. Buna Batı Türkçesinde de rastlanmaktadır. D ede Korkut Kitabı’nın İçeriği D irse Han Oğlu Buğaç Han Destanı S alur Kazan’ın Evinin Yağmalanması Destanı K am Büre Oğlu Bamsı Beyrek Destanı K azan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Düştüğü Destan D uha Koca Oğlu Delü Dumrul Destanı K anlı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı K azılık Koca Oğlu Yigenek Destanı B asat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Destanı B egil Oğlu Emren’in Destanı U şun Koca Oğlu Segrek’in Destanı S alur Kazan’ı Oğlu Uruz’un Tutsaklıktan Çıkardığı Destanı İ ç Oğuz’a Taş Oğuz Asi Olup Beyrek’in Öldüğü Destanı D ede Korkut Hikâyelerinin Niteliği D ede Korkut Hikâyelerinin Sayısı D ede Korkut Kitabı Nüshaların Karşılaştırılması Korkut adının geçtiği tarihî kaynaklara bakı­lınca sadece Korkut olarak zikredilmediği zaman, bunun Doğu Türkçesinde Korkut Ata, Batı Türk­çesinde ise Korkut Ata veya Dede Korkut şekille­rinde kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan Dede Korkut adını kullanan kaynakla­rın, bugün elde bulunan Dede Kor­kut hikâyelerinin ve bu hikâyelere dayanan rivayetlerin etkisi altında kaldığına kolayca hükmolunabilir. Kahramanımızın adı tarihî kaynaklarda şu şekillerde geç­mektedir: Reşidüddin’in Câmiü’t-tevârih’inde Korkut, Nevayî’nin Nesâimü’l-mahabbe’sinde Korkut Ata, Şecere-i Terâkime’de Kor­kut veya Korkut Ata, Târih-i Dost Sultan’da Korkut; buna karşılık Yazıcıoğlu’nun Selçuknâme’sinde Korkut Ata, Topkapı Sarayı Oğuzname’sinde Dede Korkut, Câm-i Cem-âyin’de Korkut Ata ve Dede Korkut, Atalar Sözi ki­tabında Dede Korkut, Bayburtlu Osman’ın tarihinde Dede Korkut, Edirneli Ruhî ve Müneccimbaşı tarihlerinde Kor­kut Ata (bk. Tarihî kaynaklarda Dede Korkut). Asıl Dede Korkut Kitabına gelince, eserin Dre­sden nüshasında ad 4 defa Korkut Ata, 29 defa Dede Korkut, 21 defa Dedem Korkut, 18 defa yal­nız Dede, 1 defa da Dede Sultan şeklinde geçmek­tedir. Bunlardan 4 yerde geçen Korkut Ata isim grubu eserin asıl hikâyelerle ilgisi şüpheli görünen giriş bölümünde bulunmakta, Vatikan nüshasında da girişten başka yerde Korkut Ata şekli geçme­mektedir. Böylece her iki nüshada da hikâyelerde tam hâkimiyet dede tarafındadır. Dresden nüsha­sının üzerinde de Kitâb-i Dedem Korkut yazılıdır. Vatikan nüshasının başında Dede Korkut adı bu­lunmamaktadır. Görülüyor ki Korkut’un asıl metnin tespit edildiği Türk zümresi arasındaki unvanı Ata değil, Dede’dir. Adın 18 defa yalnız Dede olarak geçmesi her türlü tereddüdü ortadan kaldı­racak durumdadır. Gerçi akrabalık adları ve un­vanlar Türkçede genel olarak un­van grubu teşkil edecek şekilde asıl isimden sonra gelmektedir. Fakat bunların ismin başına gele­rek sıfat tamlaması şeklinde isim grupları meydana getirdikleri de görülür (Hoca Mes’ud gibi). Bu kullanış Dede Korkut Türkçesinin içinde bulunduğu Doğu Anadolu ve Azeri alanı için çok yaygın bu­lunmaktadır. Azeri alanında Hoca Nasreddin, Dede Kasım gibi sıfat tamlaması şeklindeki isim gruplarının kullanılma­sı bugün artık Nasreddin Hoca, Kasım Dede gibi unvan gruplarından daha az değildir. Bu türlü kul­lanışa Dede Korkut metninde de çok fazla rastla­maktayız (Han Bayındır, Han Kazan, Han Beyrek, Big Begil, Big Yigenek gibi) . Sonra dede kelimesi, menşei şüpheli görün­mekle beraber, ses taklidi yoluyla türemiş bir söze de çok benzemek­tedir. Anne, nine, nene, meme gibi ses bakımından birbirine benze­yen iki heceden kurulmuş olan bu kelimenin öteki Türk şivelerinde bulunmaması ve esas itibarıyla Oğuz şivesinde kullanılmış olma­sı ise Dede Korkut adına şüphey­le bakmayı gerektirmez. Çünkü Dede Korkut hikâyeleri her şey­den önce Oğuz destanlarıdır ve Korkut da esas itibarıyla Oğuz da­iresine mensuptur. Bunlara ilave olarak ata keli­mesinin, eserin içinde bulunduğu alanda olduğu gibi, eserin kendi­sinde de hep “baba” anlamında kullanıldığını belirtmeliyiz. Bütün bunlar göz önünde bu­lundurulunca elimizdeki metin için unvan grubu şeklindeki Korkut Ata adı yerine sıfat tamlaması şeklindeki Dede Korkut adını kullanmanın daha doğru olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur. Onun için bu incelememizde biz de Dede Kor­kut adını kullanacak ve incelediğimiz eserin her iki nüshasına da Dede Korkut Kitabı diyeceğiz.

  • Runik Harfli Türkçe Kitabeler

    unik harfli Türkçe kitabelerin bilinen ilk örnekleri Köktürklerin ikinci döneminden kalmış olan bengü taş ve yazıtlardır. Bunlar şunlardır:  1.Çoyr 2.Hoytu Tamir 3. Ongin (Işbara Tamgan Tarkan) 4.İhe-Huşotu (Köl İç Çor) 5.İhe-Aşete (Altun Tamgan Tarkan) 6.Bayın Çokto (Tonyukuk) 7.Birinci Orhun (Köl Tigin) 8.İkinci Orhun (Bilge Kagan) 9.İhe-Nûr 10.Hangiday Çoyr yazıtı, tarihi bilinen ve bugüne ulaşan en eski Türk yazıtıdır. Bir Köktürk erinin İlteriş Kağan’a katılışını anlatan yazıt 687-692 yıllan arasında dikilmiştir. Taş, 6 satırdan oluşmaktadır. Hoytu Tamir bölgesinde bulunmuş olan metinler diğerlerinden farklı olarak, taş üzerine kazınarak değil, kayalar üzerine boya ile yazılmıştır. 34 parçadan oluşur; yayımlanmış olan 21 parça yazıtta toplam 42 satır vardır. Metinlerde Tarduşların başı Köl İç Çor’un Türgişlerle savaşması ve Beş Balık’a yapılan seferden bahsedilmektedir. Ercilasun’a göre bu yazılar 717-720 tarihleri arasında yazılmıştır. 719-720 tarihlerinde dikilmiş olan 19 satırlık Ongin anıtı, Bilge Işbara Tamgan Tarkan adlı bir beyin ve babası İl İtmiş Yabgu’nun, İlteriş ve Bilge Kağan zamanlarında Türk milleti için nasıl çalıştıklarını ve düşmanla savaş­tıklarını anlatmaktadır. Bu anıtta “kağana bağlılık” fikri veciz bir şekilde işlenmiştir.  Köl İç Çor anıtı 723-725 yılları arasında dikilmiştir ve 29 satırdan oluşmaktadır. Tarduşların başı olan Işbara Bilge Köl İç Çor’un savaşlardaki yiğitliğini anlatmaktadır. Işbara Bilge Köl İç Çor, Bilge Kağan zamanında Tarduşlar üzerine şad olarak tayin edilmiştir ve bu husus Bilge Kağan anıtında da yer almaktadır. Köl İç Çor’un savaşlardaki yiğitliğini anlatan satırlar, Köl Tigin bengü taşındaki tasvirlere çok benzemektedir. İhe-Aşete yazıtı, Altun Tamgan Tarkan adına, tahminen 724 yılında di­kilmiş 10 satırlık küçük bir yazıttır. Genel olarak “Orhun Abideleri” diye adlandırılan Tonyukuk, Köl Tigin ve Bilge Kağan bengü taşrı, Köktürk edebiyatının en uzun ve en mükemmel örnekleridir. İhe-Nûr yazıtı 6 satırlık küçük bir yazıttır. 730 civarında dikildiği tah­min edilmektedir. Hangiday yazıtı, Hangiday dağında bir kaya üzerine yazılmıştır. Bu yazıt, 4 satır­dır.   Runik harfli veya Köktürk harfli metinler sadece Köktürklerden kalmış değildir. Bulgar Türklerinden, Avarlardan, Uygurlardan, Kırgızlardan, Türgişlerden, Oğuzlardan, Peçeneklerden ve Kıpçak-Kumanlardan da Köktürk harfli yazıtlar kalmıştır. Köktürk harfli anıt ve yazıtların bulunduğu alan Moğolistan ve Sibirya içlerinden Romanya, Maca­ristan ve Bulgaristan’a kadar uzanmaktadır. Yazıtların Moğolistan’dan sonra en yaygın olarak bulundukları alan Güney Sibirya’da Yenisey ve kollarının suladığı alandır.

  • Göktürk Türkçesi ile Günümüz Türkçesi Arasındaki İlişkisi

    Köktürk kitabeleri Eski Türkçe denilen dönemin ilk ayağını oluşturan Kök Türkçe ile yazılmıştır. Kök Türkçenin kendine has birtakım özellikleri mevcuttur. Bugünkü Türkçede bulunan seslerden c, f, ğ, h, j, v sesleri Kök Türkçede yoktur. Buna karşılık bugünkü ölçünlü (standart) Türkçede bulunmayan; fakat pek çok ağız ve lehçede mevcut olan ŋ sesi Kök Türkçede de vardır. Kök Türkçede 8 ünlü (bazı bilginlere göre kapalı e ile birlikte 9 ünlü), 19 ünsüz vardır. Kök Türkçenin ünlüleri şunlardır: a, e, ı, i, o, ö, u, ü. Kök Türkçenin ünsüzleri şunlardır: b, ç, d, g, g, k, k, I, m, n, ŋ, ń, p, r, s, ş,t, y, z. Bu döneme ait bazı ses özellikleri şunlardır: 1. Bugün g- ile söylediğimiz bazı kelimeler, Kök Türkçede k- ile söylenmekteydi: keç- (geçmek), kel- (gelmek), kir- (gir­mek), köl (göl), kör- (görmek), köz (göz), küç (güç), kümüş (gümüş), kün (gün). 2. Bugün d- ile söylediğimiz bazı kelimeler de Kök Türkçe döneminde t- ile söylenmekteydi: tag (dağ), taş (dış), tebi (deve), teg-(değmek), temir (demir), ti- (demek), tir- (dermek), tod- (doymak), tokuz(dokuz), tört (dört), tuy- (>duymak), tüz (düz). 3.Bugün, içinde v olan kelime içi ve sonundaki sesler Kök Türkçede b’dir: eb (ev), ebir- (evirmek), kabış- (kavuşmak), sab (>sav), sebin- (sevinmek), tabışgan (tavşan), tebi (deve), yabız (>yavuz). 4.İlk hece sonundaki g ve g’lar korunur: ag- (ağmak, yükselmek), beg(bey), egri (eğri), oglan (oğlan), ög- (öğmek-övmek), tag (dağ), teg- (değ­mek), tog- (>doğmak), yıg- (yığmak), yig (yeğ). 5.Bugün Türkiye Türkçesinde düşmüş olan ikinci ve daha sonraki hecelerin sonunda bulunan g ve g’lar korunur: adgırıg (aygırı), arıg (an, temiz), atlıg (atlı), başlıg (başlı), bilig (>bilü), bitig (biti), elig (el), elig (elli), kullug (kullu), küçlüg (güçlü), sarig (sarı), tügünlüg (düğümlü), yadag (yay). 6.İkinci ve daha sonraki hecelerin başında bulunan g ve g’lar korunur:edgü (iyi), ilgerü (ileri), kazgan- (kazanmak), tabışgan (tavşan), algalı (>a-lalı), ölgeli (>öleli). 7.d’ler korunur: adak (ayak), adgır (aygır), adrıl- (ayrılmak), bod(>boy), edgü (iyi), yadag (yaya). 8.İlk hecedeki i’ler korunur: bir- (vermek), biş(beş), il (ülke, devlet),ir- (ermek, ulaşmak), it- (etmek), ti- (demek), tir- (dermek), yi- (yemek), yig(yeğ), yir (yer), yiti (yedi). Bazı araştırıcılar, Türkiye Türkçesinde e olan ilkhece i’erinin Kök Türkçede i değil kapalı e olduğu fikrindedirler. 9.Türkiye Türkçesinde v ile başlayan üç kelime Kök Türkçede b’lidir: bar (var), bar- (varmak), bir- (vermek). 10.Bol- (olmak) fiilindeki b sesi korunur: bol-, bolma-. K ökeni Türkçe olan bir kelimenin Kök Türkçedeki söylenişini bulmak için şunları yapmalıyız: 1.c’leri ç yapmalıyız: anca ança, bunca bunça, ucuz uçuz, ocak oçuk, tö-resince törüsinçe. 2.v’leri b yapmalıyız: ev eb, sebin- sevin-, yavuz yabız, var bar, var- bar-,ver- bir-. 3.g-‘leri k- yapmalıyız: gel- kel-, gör- 4.d-‘leri t- yapmalıyız: dil tiz, dağ tile-, dök- 5.ğ’leri g yapmalıyız: dağ ağrı- 6.Sonunda ı, i, u, ü bulunan kelimelerde büyük bir ihtimalle g düşmüşolabileceğini düşünerek bu sesi eklemeliyiz: arı (temiz) arıg, diri tirig, ölüölüg, sevi sebig, katı katıg. Sahiplik ifade eden +lı ekinin Kök Türkçede dai­ma g’li olduğunu unutmamalıyız: başlı başlıg, dizli tizlig, güçlüküçlüg. 7.Olmak fiilinin b ile, vurmak fiilinin v’siz söylendiğini unutmamalıyız: ol- bol-, vur- ur- 8.Sınırlı sayıdaki kelimede ilk hece e’lerinin Kök Türkçede i olduğunu bilmeliyiz: beş biş, ver- bir-, ye-yi-, de- ti-, yet-yit- (ulaşmak), yer yir, yedi yiti. 9.Az sayıda kelimede bulunan -y’lerin Kök Türkçede d olduğunubilmeliyiz: ayak aygır

bottom of page