Arama Sonuçları
"" için 691 öge bulundu
- Yüzyıllara Göre Divan Edebiyatının Gelişimi
Türklerin Anadolu’ya göçleri ve fetih sürecinin hızlanmasıyla birlikte, ikinci bin yılın ilk yüzyılından sonra Anadolu’da yeni bir kültürel ve edebî yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Selçuklu döneminde edebî faaliyetler de artmış; ancak Farsça ve Arapçaya karşı Türkçe yeterince varlık gösterememiştir. Beylikleri döneminde ise, Türkçenin yıldızının parlamıştır. Türk beyleri, yerleşik yaşam tarzının ve İslâm dininin esaslarının halk tarafından benimsenmesini sağlamak amacıyla, Türkçe yazılmasını teşvik etmişler; böylece Türkçe eser sayısında büyük artış görülmüştür. Bu arada başta dinî, tasavvufî, ahlaki, tarihî ve destani konular olmak üzere aruzla pek çok mesnevinin yazıldığı bu dönemde gazel ve kaside gibi nazım şekilleriyle de edebî ürünler verilmeye başlanmıştır. Bu anlamda Hoca Dehhânî, akla gelen ilk isimdir. Klâsik Türk şiiri geleneğine uygun olarak oluşturulan ilk divanlar da 14. yüzyılda kaleme alınmıştır. Ahmedî, Seyyîd Nesîmî ve Kadı Burhâneddîn, bu dönemde divan sahibi şairlerdir. Osmanlı Devletinin Anadolu ve Rumeli’de istikrarı sağladığı 15. yüzyıl, klâsik Türk edebiyatı geleneğinin yerleşmeye başladığı ve kendi üstatlarını yetiştirdiği bir dönemdir. Bu anlamda mesnevide Şeyhî, kasidede Ahmed Paşa, gazelde Necâtî Bey, nesirde ise Sinan Paşa dikkat çekmiştir. Bu yüzyılda devlet adamları, şehzâdeler ve padişahlar da şiirle ciddî biçimde ilgilenmişlerdir. 16.yüzyıl; siyasî, askerî, iktisadî alanlarda olduğu gibi edebiyat alanında da Osmanlı’nın en görkemli ve en zengin devri olmuştur. Bu dönemde İstanbul, tam bir kültür merkezi hâline gelmiş; Anadolu ve Rumeli’de başta Edirne, Bursa, Kütahya, Amasya, Kastamonu, Manisa, Trabzon, Bağdat, Kahire, Üsküp, Şam, Bosna, Sofya, Belgrad, Prizren, Yenice Vardar, Priştine gibi şehirler olmak üzere, pek çok kültürel merkez oluşmuştur. 16. yüzyılda klâsik Türk edebiyatında Fuzûlî, Bâkî, Nev‘î, Zâtî, Hayâlî, Taşlıcalı Yahyâ Bey, Kemal Paşazâde, Lâmi‘î Çelebi, Gelibolulu Âlî gibi büyük isimlerin yetiştiği görülmektedir. Osmanlı için duraklama devrini ifade eden 17.yüzyılda edebî faaliyetler devam etmiştir. Dönemin önemli isimleri; kasidede sahasının büyük üstadı Nef‘î, gazelleriyle dikkat çeken Şeyhülislâm Yahyâ, Sebk-i Hindî’nin önemli temsilcileri Neşâtî, Fehîm-i Kadîm, Nâ’ilî-i Kadîm, hikemî tarzın üstâd şairi Nâbî; mesnevi şairi Nev‘îzâde Atayî ve seyahat edebiyatının tartışmasız ismi Evliyâ Çelebi’dir. 18.yüzyıl, Osmanlı Devleti için gerileme dönemini ifade etmektedir. Yüzyılın ilk yarıyılına damgasını vurmuş olan Lâle Devri, söz konusu gerilemenin edebî faaliyetlerdeki etkisini azaltmıştır. 18.yüzyılın klâsik Türk şiirindeki üstat isimleri, Lâle Devri şairi Nedîm ile Hüsn ü Aşk şairi Şeyh Gâlip’tir. Enderunlu Fâzıl, Fıtnat Hanım, İzzet Ali Paşa, Kânî, Koca Râgıb Paşa, Nahîfî, Neş’et, Seyyid Vehbî, Sünbülzâde Vehbî bu yüzyılın diğer isimlerindendir. 19.yüzyıl, Osmanlı’da yenileşme çabalarına ağırlık verildiği bir dönemdir. Bu yüzyılın ilk yarısında Tanzimat Fermanı, ikinci yarısında da Meşrutiyet ilan edilmiştir. Bu arada yenileşme ve Batılılaşma çalışmaları, edebî faaliyetlerde de etkili olmuştur. Leskofçalı Gâlip, Yenişehirli Avnî, Enderunlu Vâsıf, Keçecizâde İzzet Molla, Şeyhülislâm Ârif Hikmet klâsik Türk şiiri geleneğinin bu dönemdeki temsilcileridir. Ne var ki bu dönemde klâsik Türk şiiri geleneğinin devamını sağlayacak üstatlar yetişmemiştir. Diğer taraftan Batı edebiyatını örnek ve esas alan isimler, Batılılaşma çalışmalarından ve siyasî ortamın sağladığı fırsatlardan da yararlanarak, klâsik Türk edebiyatına karşı sistemli bir muhalefet geliştirmişlerdir. Sonuçta bu isimler, aslında kendileri de şiir estetikleri açısından üstâd olmasalar da, zamanın ve şartların da etkisiyle, gelenek karşısında etkili olmuşlardır. Böylece 20.yüzyılda temsilcilerine ancak istisnaî ölçüde rastlanan klâsik Türk şiiri geleneği, 19.yüzyılın sonlarında iyice gözden düşmüştür.
- Mehmet Akif İnan
Mescid-i Aksa Şairi: Mehmet Akif İnan “Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu Götür Müslüman’a selam diyordu. Dayanamıyorum bu ayrılığa Kucaklasın beni İslam diyordu.” Mehmet Akif İnan, 12 Temmuz 1940’ta Şanlıurfa’da doğdu. Eğitim hayatına bu kentte başlayan İnan, lise son sınıfı okumak için 1958’de dayılarının bulunduğu ve hayatının dönüm noktası olan Kahramanmaraş’a gitti. Öğrencilik hayatını faal bir şekilde geçiren İnan, aynı yıl bir grup arkadaşıyla ilk deneyimi olan Derya gazetesini çıkardı. Edebiyata meraklı İnan, liseyi bitirdiği yıl Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandı ancak 2 yıl sonra okulu bıraktı. “Yedi Güzel Adam”dan biri” Mehmet Akif İnan, 1960’ta Kahramanmaraş’ta şair, yazar, fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştı. İnan, burada fikir ve edebi çalışmalarıyla Türk edebiyatına damga vuran, aralarında Nuri Pakdil, Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu’nun da bulunduğu, “Yedi Güzel Adam” olarak milyonların beğenisini kazanan şair ve yazarlardan biri olarak öne çıktı. Yarıda bıraktığı fakültesine geri dönen İnan, öğrenim hayatını edebiyat, dergi, şiir ve yazarlıkla meşgul olarak sürdürdü. Eserlerle dolu yıllar Fikir adamı İnan, 1964-1969 yıllarında Türk Ocağı Genel Başkanlığı da yaptıktan sonra 1969’da Nuri Pakdil ile Edebiyat Dergisi’ni kurdu. Ardından 1969-1972 yıllarında Türk Taşıt İşverenleri Sendikasında uzman görevinde bulunan İnan, ilk kitabı “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” adlı eserini 1972’de çıkardı. İlk kitabından bir alıntı: “Geçmişi ile ilgisini kesmiş bir edebiyat, çağı ile de alakasını koparmış demektir. Yani çağdaş da değildir, muallaktır, gayribeşeridir ve edebiyat olmak niteliğinden yoksundur kısacası.” İlk şiir kitabını ise 1974’te “Hicret” adıyla çıkaran usta kalem, 1976-1990’da ise kurucusu olduğu Mavera Dergisi’nde çeşitli görevlerde bulundu. Usta kalem, 1985’te “Din ve Uygarlık” adlı denemeler kitabını çıkardı, ardından 1991’de “Tenha Sözler”i yayınladı. Ölümsüz eseri “Mescid-i Aksa” şiiri Milli ve manevi değerlerine bağlı Mehmet Akif İnan’ın ölümsüz eseri ise 1979’da yazdığı “Mescid-i Aksa” şiiri oldu. İlk defa gazeteci yazar Akif Emre tarafından Akıncılar Dergisi’nde yayınlanan şiir, kısa sürede ülke çapında büyük beğeni kazandı. İslam’ın ilk kıblesi olması dolayısıyla dünya Müslümanlarının göz bebeği olan Kudüs’e yönelik İsrail’in saldırılarından duyduğu derin üzüntü, duayen kalem İnan’ın dizelerine yansıdı. Bütün Müslümanların ruhuna hitap eden bu şiiriyle İnan, adeta tüm İslam coğrafyasının da ortak dili olma başarısını gösterip halk arasında “Kudüs Şairi” olarak gönüllere taht kurdu. “Gözlerim yollarda, bekler dururum “Nerde kardeşlerim” diyordu bir ses. İlk kıblesi benim ulu Nebimin Unuttu mu bunu acaba herkes. Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde Götür Müslüman’a selam diyordu. Dayanamıyorum bu ayrılığa Kucaklasın beni İslâm diyordu.” Akciğer kanserine yakalandı Akciğer kanserine yakalandığı ortaya çıkan İnan, 1999’un haziran ayında tedaviden ümidin kesilmesi üzerine, sürekli “Peygamber Diyarı” diye nitelendirdiği memleketi Şanlıurfa’ya döndü. İnan, ramazana denk gelen 6 Ocak 2000’de hayata gözlerini yumdu.
- Erdem Beyazıt
Varoluşun hikmetini arayan kişi: Erdem Bayazıt “Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu” Tam adı Adil Erdem Bayazıt olan ünlü şair, Kahramanmaraş’ta, 18 Aralık 1939’da dünyaya geldi. Erdem Bayazıt’ın çocukluk ve ilk gençlik yılları kışın Maraş’ın Yörükselim mahallesindeki büyük konakta, yazları ise Güzlek ve Çağsak’taki yaylalarda doğayla iç içe geçti. Daha ilkokul çağlarındayken dönemin popüler tarihi romanlarını okudu. Lisede Yusuf Ziya Beyzadeoğlu ve Mustafa Atatanır gibi öğrencilerine edebiyat zevki aşılayan öğretmenlerden ders alan Bayazıt, ileride edebiyat dünyasında isim yapacak Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören ve Mehmet Akif İnan gibi okul arkadaşlarıyla oluşturdukları bir edebiyat ortamı içinde bulundu. İlk şiirleri 1958’de “Hamle” dergisinde yayımlandı Henüz lise yıllarında Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Rasim ve Alaeddin Özdenören’le “Hamle” dergisini birkaç sayı yayınlayan Erdem Bayazıt, yine Pakdil’in yayına hazırladığı “Hizmet” gazetesinde sanat ve edebiyat sayfası hazırladı. Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı da yapan Bayazıt’ın ilk şiirleri 1958’de “Hamle” dergisi ve “Gençlik” gazetesinin sanat ekinde, sonraki şiir ve yazıları ise “Büyük Doğu”, “Edebiyat”, “Mavera” ve “Yedi İklim” dergilerinde yayımlandı. Bayazıt, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydolarak buradan mezun oldu. Sebeb Ey Edebiyat çevrelerince “Yedi Güzel Adam”dan biri olarak anılan ve “Mavera” dergisinde de yazı işleri müdürlüğü görevini yürüten şairin “Sebeb Ey” isimli ilk şiir kitabı, 1972’de edebiyatseverlerle buluştu. “Zamanın idrak incisi ses döner döner döner de Yönelir sebebe Sebeb ey.” “İpekyolu’ndan Afganistan’a” Bir süre Cumhuriyet gazetesinde muhabirlik de yapan şair, Nuri Pakdil ve Necip Fazıl Kısakürek başta olmak üzere Sezai Karakoç ile Fethi Gemuhluoğlu’ndan etkilendi. Bazı şiirleri İngilizceye de çevrilen Erdem Bayazıt, 1981’de arkadaşlarıyla Ajans 1400’ü kurarak Şenol Demiröz, Yücel Çakmaklı, Ahmet Bayazıt, Çetin Tunca, Halil İbrahim Sarıoğlu ve Necdet Taşçıoğlu’ndan oluşan ekiple, Pakistan, İran, Hindistan ve Afganistan’a yolculuk yaptı, belgesel filmler hazırladı. Bayazıt, ayrıca 1987 yılında Kahramanmaraş milletvekili olarak girdiği TBMM’nin 18. Dönem çalışmaları süresince Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı. Sanatkar varoluşun hikmetini arayan kişidir Şiirlerinde mesajı ön planda tutan, şiir anlayışını öncelikle “Büyük Doğu” ve Sezai Karakoç’la biçimlendiren şairin kaleme aldığı son şiirleri ise “Risaleler” adı altında 1987’de Akabe Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Bayazıt bir söyleşisinde, şiirini ne amaçla yazdığına dair şu ifadeleri kullanmıştı: “Şiirim hakkındaki olumlu olumsuz bütün eleştirileri ve değerlendirmeleri saygı ile karşılıyorum. Şüphesiz en sağlam hüküm zamana aittir. Bir kere daha vurgulamak gerekirse bence sanatkar varoluşun hikmetini arayan kişidir. Şiirimi var eden tek gerçeklik budur.” Akciğer kanseri sebebiyle 69 yaşında hayatını kaybetti Usta şair, yaptığı iki aylık gezide izlenimlerini topladığı “İpek yolundan Afganistan’a” adlı eseriyle 1983’te Türkiye Yazarlar Birliği Basın Ödülü’nü kazandı. 1988 yılında “Risaleler” adlı şiir kitabıyla da Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüle değer görülen Bayazıt, yine TYB tarafından gerçekleştirilen “Türkçe’nin 5. Uluslararası Şiir Şöleni” kapsamında Yahya Kemal adına düzenlenen büyük ödülün sahibi oldu. Daha sonra İstanbul’a yerleşen, evli ve dört çocuk babası olan Erdem Bayazıt, akciğer kanseri sebebiyle 69 yaşındayken 5 Temmuz 2008’de İstanbul’da vefat etti. “Erdem Bayazıt’ın tarzında şiir bir çeşit duaya dönüşür” Erdem Bayazıt’ın şiirindeki anlam ilk olarak doğa etrafında öbekleşiyor. İçinde bir nahiflik de taşıyan bu şiirler başlangıçta yüksek perdeli bir ses tonuyla konuşuyor. Güneş, dağ, deniz gibi iri cüsseli imgelere yaslanıyor. Kitleler önünde seslendirilmeye yatkın. Bazı imgeler ise savaş metaforu etrafında bir araya getirilmeye uygun. Ancak bu şiirlerdeki savaş ve başkaldırı poetik bir karakter taşıyor. Daha sonraki şiirlerinde bütün kabarmalar, fırtınalar, boğuşmalar Allah’ı anışta, kalbin ritminin evrendeki büyük ritimle buluşmasında anlamını bulur ve yatışır. Dışa doğru atılma ve yükselme arzuları içe doğru bir derinleşmeye evrilir. Şiir bir çeşit duaya dönüşüyor. Erdem Bayazıt’ın Bulmak şiirinden bir alıntı: “Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”
- Nuri Pakdil
Yedi Güzel Adam’ın ağabeyi: Nuri Pakdil ”Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.” Kahramanmaraş’ta 1934’te dünyaya gelen Nuri Pakdil, ailesinin tavrı nedeniyle eğitim hayatını aralıklarla sürdürdü. İlkokuldan itibaren yazmaya başlayan Pakdil, ortaokuldayken tanıştığı “Büyük Doğu” dergisiyle hem düşünce ve hem de yazı macerasına ivme kazandırdı. Ailesinin okumasını istemediğini “Bir Yazarın Notları”ndaki yazısında dile getiren usta edebiyatçı, bu durumu şöyle anlatmıştı: “İlkokulun öğretisiyle, annemin babamın öğretisi kanlı bıçaklı savaş halinde miydi birbiriyle? Ama evimize kimi günler oturmaya gelen o çok sevdiğim bayan öğretmenimi, annem de çok sevmez miydi? Annem, bazen bu öğretmenimle de gözyaşları içinde konuşmaz mıydı? Şu ilkokul, hep düğüm atılan acayip bir iplik miydi? Annem, babam ilkokuldan, genelde, tüm okullardan neden bu denli tiksiniyordu? Başka kentlerde de var mıydı ilkokulu, genelde tüm bu okulları özdeş bir duyguyla gören anne babalar?” Lise yıllarında “Hamle” dergisini çıkardı Ortaokula 3 yıl gecikmeli başlayan Pakdil, 1954 -1955 yıllarında Maraş Lisesi’nde okurken, beraber eğitim gördüğü iki arkadaşı ile birlikte “Hamle” isimli edebiyat dergisini çıkardı. Bu küçük lise dergisi Ankara’dan İstanbul’a birçok yazarın ve şairin dikkatini o dönem çekmişti. Nuri Pakdil, Maraş Lisesi’nin ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kahramanmaraş’ta çıkan “Demokrasiye Hizmet” ve “Gençlik” gazetelerinde de yazıları yayınlanan Pakdil, bir süre “Yeni İstiklal” gazetesinde sanat sayfaları düzenledi. Üniversite yıllarında aralarında Sezai Karakoç ve Necip Fazıl Kısakürek’in de bulunduğu edebiyatçı, sanatçı birçok düşünürle yakın ilişki kurdu. Yedi Güzel Adam ile Edebiyat dergisini çıkardı Nuri Pakdil, edebiyat hayatı boyunca “Büyük Doğu” ve “Diriliş” dergileriyle de güçlü bağlar kurdu. Bu dergilerin çevresinde ayrıca çok sayıda yeni şair ve yazar yetişti. Pakdil, Diriliş dergisinin yayına ara verdiği ve bir daha basılıp basılmayacağının belli olmadığı dönemde, Türk edebiyatında “Yedi Güzel Adam” olarak bilinen ekipten Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt ve Akif İnan ile “Edebiyat” dergisini yayınlamaya başladı. “Sabır üssü” olarak tanımladığı “Edebiyat” dergisi, 1969’un Şubat ayından 1984 Aralık’a kadar aylık olarak okuyucuyla buluştu. Pakdil, dergide yazanlara müstear isimler takmakla meşhurdu. Kendisinin de dergide 16 farklı ismi bulunan Pakdil, en çok “Ebubekir Sonumut” adını kullandı. Pakdil, bu süreçte 1972 yılında Edebiyat Dergisi Yayınları’nı kurdu. Bu yayınların ilk kitabı Pakdil’in “Batı Notları” oldu. “Hız telâşı tedirgin etti iç sistemimizi. Belki en iyisi yürüyerek gidilir yaşamaya.” 1984 yılına kadar 18 kitap çıkardı Pakdil, 1984 yılına kadar “Biat”, “Batı Notları”, “Bir Yazarın Notları”, “Anneler ve Kudüsler”, “Klas Duruş”, “Edebiyat Kulesi”, “Bağlanma”, “Sükut Suretinde”nin de aralarında olduğu 18 kitap çıkardı. Nuri Pakdil ‘in “Otel Gören Defterler” başlıklı 6 kitaptan oluşan deneme serisi 1997’den itibaren okuyucuyla buluştu. Uzun bir dönem otellerde yaşayan Pakdil, bu seride inzivaya çekilmiş bir yazarın tahlillerini, sorgulamalarını ve kendisiyle hesaplaşmalarını kaleme aldı. Kitaplarıyla deneme türünün ustalarından Yazarın “Bağlanma” adlı kitabı da birçok açıdan onun ve Edebiyat Dergisi’nin edebiyat ve düşünsel bağlamının anlaşılabilmesi için manifesto niteliğindeydi. Hem Orta Doğu hem Batı edebiyatından yaptığı şiir ve düşünce yazısı çevirileriyle edebiyat dünyasında farkını ortaya koyan Pakdil, “Bir Yazarın Notları” adlı eserinde amacını “İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!” cümlesiyle özetlemişti. ”Benim için yazı yazmak bir bakıma savaşmak demektir.” Pakdil, devrimciliğinin temelini, İslam’a olan sarsılmaz bağlılığının oluşturduğuna da her zaman sözleriyle dikkati çekerek, şu ifadeleri kullanmıştı: “İslam dini kıyamete kadar sürecek sürekli devrim anlayışını öngörür. Yeryüzünde zulüm, haksızlık, adaletsizlik var olduğu sürece, bu zulmün, bu haksızlığın, bu adaletsizliğin kaynağı olan egemen güçlerin yok edilmesi için, Müslümanların devrimci mücadelesi de sürecektir. Kirli mülkiyete karşı, kara siyasaya karşı devrimci savaş kesintisiz sürecektir. Çünkü İslam dini bunu öngörmektedir. İslam dini özgürlükçüdür, ilericidir, devrimcidir, bağımsızdır, sömürünün her biçimine karşıdır, başta anamalcılığa karşıdır, başta yabancılaşmaya karşıdır İslam Öğretisi. İnsanın, yalnızca, ’emeğinin karşılığını yiyebileceğini’ vurgular bu din. Benim için yazı yazmak bir bakıma savaşmak demektir. Çünkü yazılarımda, her türlü putçuluğa karşı, her türlü yabancılaştırmaya karşı, her türlü sapmalara karşı vermekte olduğum savaş anlatılmaktadır. Yazılarımda kirli mülkiyet tutkusunun insanı ele geçirmesi anlatılmaktadır. Yazılarım, kapitalizme ve sömürü düzenine karşı bir tepkiyi, bir eleştiriyi ifade etmektedir.” Kudüs’üne 81 yaşında kavuştu Türk edebiyatının “Kudüs Şairi” olarak tanımlanan usta yazar, Kudüs için hissettiği yürek sızısını, “Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır” ifadeleriyle kaleme döktü. Nuri Pakdil, 2015’te 81 yaşında geldiğinde Kudüs’e giderek, Mescid-i Aksa’da cuma namazı kıldı ve hayali gerçek oldu. Türkiye’deki İslami uyanışa büyük önem veriyorum İslam dünyasının Kudüs’e tavrını çok “trajik” bulduğunu dile getiren Pakdil, “Zaten İslam dünyası kendi arasında kavgalı durumdadır ve maalesef Kudüs’e yönelme imkanı şu anda gözükmüyor. İslam dünyasının kurtuluşu ancak ve ancak Türkiye’nin ayağa kalkmasıyla mümkün olacaktır. Ben yeryüzündeki İslami hareketin, Türkiye’den başlayacağına inanıyorum. Bu inancı içimde her zaman capcanlı tutuyorum. Türkiye’deki İslami uyanışa büyük önem veriyorum.” demişti. Nuri Pakdil, üst solunum yolları enfeksiyonu nedeni ile kaldırıldığı Ankara Şehir Hastanesi’nde 18 Ekim 2019’da 85 yaşındayken hayatını kaybetti. Usta edebiyatçının cenazesi, Hacı Bayram Veli Camisi’nden kılınan cenaze namazının ardından Taceddin Dergahı’nda defnedildi. Nuri Pakdil’in 7 Güzel Adam’ın her birisi için bir tanımlamada bulunuyordu: “Rasim Özderen denge adamı, Akif İnan iadam, Alaeddin Özdenören deli fişek, Cahit Zarifoğlu artist, Erdem Bayazıt Beyoğlu beyzade”
- Gül yetiştiren adam: Rasim Özdenören
“İçinizdeki İslam’ı gösterin. Çünkü İslâm, sizin üzerinizde görünmek ister. İman gizlidir, İslâm açık. İman kalbtedir, İslâm zahirde.” Rasim Özdenören 1940’ta Maraş’ta dünyaya geldi. Şair Alaeddin Özdenören’in ikiz kardeşi olan yazar, Kahramanmaraş Lisesinde, edebiyatla yakından ilgili Erdem Bayazıt, Hasan Seyithanoğlu, Sait ve Cahit Zarifoğlu kardeşlerle arkadaş oldu. Öğrencilik yıllarında arkadaşlarıyla Türkiye’nin önde gelen edebiyat dergilerini izleyip, yerel gazetelerde sanat sayfaları düzenlemeye başlarken, birlikte, o dönem yayınına ara verilen Maraş Lisesinin Hamle dergisini yeniden çıkardılar. İlk hikayesi Varlık’ta 1957’de yayınlandı Usta yazarın ilk hikayesi, “Akarsu”, Varlık dergisinde 1 Ocak 1957’de çıktı. Aynı dergide, “Kasap” ve “Bayır Dereden Öyküler” adlı eserleri de yayınlandı. Özdenören’in ilk hikayeleri 1957-1958 arasında Türk Sanatı ve Arayış dergilerinde okuyucuyla buluştu. Usta kalem, edebi hayatı için bir dönüm noktası olan lise öğrenimini 1958’de tamamladı. Üniversite öğrenimi dolayısıyla ailesiyle İstanbul’a taşınan Özdenören, İstanbul Üniversitesinde, İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsünü 1964’te, Hukuk Fakültesini ise 1967’de bitirdi. “Biz hepimiz lüzumundan fazla ciddiyiz.. Belki de bunun için mutlu olamıyoruz…” Sezai Karakoç ile 1962’de tanışan yazar, 1964-1965’te Yeni İstiklal gazetesinin sanat sayfasını yönetti, 1950’li yıllarda yazdığı, “Eskiyen”, “Oda”, “Yolda”, “Kan Otları”, “Mani Olunmuş Adam”, “Ricat”, “Çark”, “Sabah”, “Koridor” ve “Düğüm” adlı hikayelerini aynı sayfada yayımladı.Türk hikayesinde yerlilik unsurunu benimseyen Özdenören, 1969’da Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt ve Alaeddin Özdenören ile “Edebiyat” dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1969’da Edebiyat dergisinde yazıları yayınlandı Akif İnan ve Erdem Bayazıt gibi isimlerle 1969’da, Nuri Pakdil’in yayımladığı “Edebiyat” dergisinde yazılar kaleme alan Özdenören, “Kalkınma İktisadı” konulu yüksek lisans çalışması için 1970’te ABD’ye gitti.Usta yazar, New Mexico Üniversitesinde tezini tamamlayamadan geri dönerek, Eylül 1971’de Ayşe Çalkaya ile Kahramanmaraş’ta evlendi. İkilinin, Ömer Ümran ile Merve adını verdiği iki çocuğu dünyaya geldi. 7 Güzel Adam’dan biri Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt ve Alaeddin Özdenören ile 1976’nın sonunda “Mavera” dergisini kuran yazarın, hikaye ve yazıları Varlık, Türk Sanatı, Arayış, Hamle, Dost, Soyut, Yeni İstiklal, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yeni Devir, Yeni Zemin, Yedi İklim, Kaşgar, Hece, Zaman, Yeni Şafak, Yeni Dönem’de yayımlandı. Özdenören, 1967’de ilk kitabı “Hastalar ve Işıklar”ın ardından 1973’te “Çözülme”, 1974’te “Çok Sesli Bir Ölüm” adlı kitaplarını okuyucuyla buluşturdu. Prag’da yapılan Uluslararası TV Filmleri Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Çok Sesli Bir Ölüm 1984’te, Çözülme ise 1973’te, televizyona film olarak uyarlandı. Yazarın “Çarpılmışlar” kitabı 1977’de, “Gül Yetiştiren Adam” romanı 1979’da, “Denize Açılan Kapı” eseri 1983’te, Hz. Yusuf kıssasından yola çıkarak kaleme aldığı “Kuyu” 1999’da, “Ansızın Yola Çıkmak” ile “Hışırtı” 2000’de, “Toz” ise 2002’de okuyucuyla buluştu. Rasim Özdenören’in, Türk edebiyatına damga vuran Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve Ali Kutlay’dan oluşan 7 güzel adam arasında yer aldığı belirtiliyordu. İçerikte medeniyetten, gelenekselden ve maneviyattan kopuşun doğurduğu çelişkileri, çözülmeleri, buhranları anlatan yazar modern okumalar eşliğinde tezini sağlamlaştırdı. Özdenören’in geleneksel ve modern harmanlaması diline de sirayet etti. Bütün eserleri İz Yayıncılık’tan çıkan usta isim en son aylık yayımlanan Hece dergisinin yayın yönetmenliğini üstlenmişti. Sağlık sorunları nedeniyle bir süredir Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde tedavi gören Rasim Özdenören, 82 yaşında, 23 Temmuz 2022’de hayatını kaybetti.
- Türk edebiyatının zarif şairi: Cahit Zarifoğlu
“Seçkin bir kimse değilim ismimin baş harfleri acz tutuyor Bağışlamanı dilerim” Temmuz 1940’ta Ankara’da dünyaya gelen Cahit Zarifoğlu, okuma-yazmayı, resim yapmayı ve Kur’an-ı Kerim okumayı, okula başlamadan önce, annesi Maraşlı Evliyazadelerden Şerife Hanım ile anneannesi ve mahalle hocalarından öğrendi. Zarifoğlu, Şanlıurfa’da başladığı ilköğrenimini, 1951’de Kahramanmaraş’ta tamamladı. Babasının görevi sebebiyle Zarifoğlu’nun çocukluğu Silvan, Baykan, Siirt, Siverek ve Kızılcahamam’da geçti. Usta kalem, lise son sınıfta edebiyat ve matematik derslerinden bütünlemeye kaldığı için 1955’te başladığı lise öğrenimini 1961’de bitirdi. Kahramanmaraş’a dönerek kısa bir süre vekil öğretmenlik yapan Zarifoğlu bir gazetede çalışmaya başladı. Başarılı edebiyatçının ilk şiirleriyle denemeleri, yerel gazete ve dergilerde yayımlandı. Lise dönemi hayatının dönüm noktası Lisede Türk edebiyatının önemli isimleriyle dostluklar kurdu. Zarifoğlu ile Türk edebiyatının önemli isimlerinden Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Ali Kutlay ve Mehmet Akif İnan’ın Maraş Lisesinde başlayan arkadaşlıkları, “Diriliş”, “Edebiyat” ve “Mavera” dergilerinde sürdü. Daha sonra “Yedi Güzel Adam” olarak da hatırlanacak olan aynı arkadaş grubu, 1956-1959 arasında “Yenilik”, “Yeni Ufuklar”, “Seçilmiş Hikayeler”, “Türk Sanatı”, “Varlık”, “Yeditepe”, “Dost”, “Pazar Postası” gibi yayınlarda yer alarak, “Maraş’ın Sesi” gazetesinin sanat sayfasında yazı ve eleştiriler kaleme aldı. “Ve oturdu mu bir masaya Hakkını verir çay içmenin” İlk şiir kitabı İşaret Çocukları’nı aynı yıl kendi imkânlarıyla 1967’de bastırdı. Şair, sonradan kitabının, dağıtım imkânı bulamadığı için yazıhanesine bıraktığı kişilerce ısınmak amacıyla yakıldığını duydu. “Bu adam kitapların uçlarına Çizilmiş itilmiş resim Korkmadan yaşar tebessüm gösterir Ağır başıyla nöbet alır Dağdan kaçar şehri çevirir Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına” Çıkmasına ön ayak olduğu “İnkılap” gazetesinde yaptığı haberlerin yanı sıra günlük yazılar yazan ve sanat sayfası hazırlayan Zarifoğlu’nun bu sayfalardaki yazıları, 1980’de çıkan “Yaşamak” kitabında topladığı günlüklerinin ilk örnekleri oldu. Zarifoğlu, 1961’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdi, uzun süren öğrenciliğin ardından 1971’de mezun oldu. Kısakürek ve Karakoç etkisi İstanbul’da üniversite öğrenimi gördüğü dönemde, Necip Fazıl Kısakürek ile Sezai Karakoç’un, Cahit Zarifoğlu’nun kişiliği ve şiiri üzerinde büyük etkisi oldu. Yazı hayatı boyunca lisedeki arkadaş grubuyla birlikte hareket eden Zarifoğlu’nun şiirleri Mart 1966’da yeniden çıkmaya başlayan “Diriliş” dergisiyle “Türk Dili” ve “Soyut” dergilerinde, Cemal Süreya’nın “Papirüs”ü, Memet Fuat’ın “Yeni Dergi”sinde yayımlandı. Cahit Zarifoğlu, haftalık “Yeni İstiklal” gazetesinin Rasim Özdenören tarafından yönetilen sanat sayfasında 1965’te asıl başlangıcını yaptı. Abdurrahman Cem ve Cahit Zarifoğlu imzalarıyla peş peşe 13 şiir kaleme alan başarılı edebiyatçı, bu şiirleri 1967’de yayımladığı ilk kitabı “İşaret Çocukları”na aldı. “Yedi Güzel Adam” kitabı 1973’te çıktı Edebiyat çevrelerinde ilgiyle karşılanan, ilk kitabını kendi parasıyla çıkaran ve yeterince dağıtamadığı için büyük kısmı elinde kalan Zarifoğlu’nun Eylül 1973’te çıkan ikinci kitabı “Yedi Güzel Adam”, en bilinen eserlerinden biri oldu. Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt ve Alaeddin Özdenören ve Ali Kutlay’ı “Yedi Güzel Adam” şiirinde anlatmış ve bu grubun adı artık, “Yedi Güzel Adam” olmuştu. Şairin “İns” adlı eseri 1974’de Edebiyat Dergisi Yayınları arasında çıktı. Hayatının sonuna kadar TRT’de çalıştı Cahit Zarifoğlu 1976’da TRT Genel Müdürlüğü’nde mütercim-sekreter olarak görev aldı. Bu kurumda önce Ankara’da 1983’ten sonra da İstanbul Radyosunda olmak üzere ölümüne kadar çalışmaya devam etti. Necip Fazıl’dan “artist” seslenişi Amatör çizimler yapan başarılı edebiyatçıya, Kısakürek’in “artist” diye seslenmesinin ardından, liseden itibaren “Aristo” olan lakabı, “Artist” oldu. İçine kapanık bir karakteri olan ve şiirini temelde “İkinci Yeni”nin kazanımları üzerine kurarak bu akımda kendi yeniliğinin peşine düşen Zarifoğlu, alışılmadık söz dizimiyle, imge ve bütünlüğe verdiği önemle, Türk şiirine kendi orijinalliğini getirebilen şairlerden biri oldu. Şiir yazmakta zorlanmayan, kendi deyimiyle “ilhamı ele geçiren” Zarifoğlu’nun şiirleri İngilizce ve Arapçaya çevrildi. Gül Çocuk dergisinde de yazan Zarifoğlu, “Çocuklar için yazmak, acılarımı azaltıyor.” ifadelerini kullanmıştı. Şair, pankreas kanseri nedeniyle, 7 Haziran 1987’de İstanbul’da vefat etti. Abdurrahman Cahit Zarifoğlu “Sultan” şiirinde şöyle seslenmişti: “Seçkin bir kimse değilim/ ismimin baş harfleri acz tutuyor/ Bağışlamanı dilerim Sana zorsa bırak yanayım/ Kolaysa esirgeme/ Hayat bir boş rüyaymış/ Geçen ibadetler özürlü/ Eski günahlar dipdiri/ Seçkin bir kimse değilim/ İsmimin baş harflerinde kimliğim/ Bağışlanmamı dilerim Sana zorsa bırak yanayım/ Kolaysa esirgeme/ Hayat boş geçti/ Geri kalan korkulu/ Her adımım dolu olsa/ İşe yaramaz katında/ Biliyorum Bağışlanmamı diliyorum” “Zarifoğlu, çocukluğun izinde koşmuştur hep” “İşaret Çocukları”, “Yedi Güzel Adam”, “Menziller”, “Korku ve Yakarış”, “Şiirler” isminde şiir kitapları olan Zarifoğlu, “Serçekuş”, “Ağaçkakanlar”, “Katıraslan”, “Yürekdede ile Padişah”, “Motorlu Kuş”, “Küçük Şehzade”, “Kuşların Dili”, “Gülücük” ve “Ağaçokul” isminde çocuk kitapları da kaleme aldı. Zarifoğlu, günlük türünde “Yaşamak”, roman türünde “Savaş Ritmleri” ve “Anne” eserlerini yazarken, deneme türündeki “Bir Değirmendir Bu Dünya” ve “Zengin Hayaller Peşinde” isimleriyle toplanan eserlerinin yanı sıra, “Sütçü İmam” adlı tiyatro oyunununa da imza attı. Şairin üniversite tezi “Rilke’nin Romanında Motifler” adıyla kitaplaştırıldı. Beyan Yayınları ayrıca “Konuşmalar”, “Romanlar,” “Hikayeler”, “Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk”, “Okuyucularla”, “Mektuplar” ve “Radyo Oyunları”nı okurla buluşturdu.
- Müessif bir yitim: Ali Kutlay
7 Güzel Adam’ın Ali Kutlay’ı 15 Haziran 1940’ta doğdu. İlk, ortaokul ve lise eğitimini Kahramanmaraş’ta tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde üniversite eğitimini sürdürdü. Ali Kutlay, Hukuk Fakültesi son sınıfından itibaren ve mezuniyetinin ardından, yaklaşık 10 yıl Almanya ve İsviçre’de yaşamış, bu süreçte İsviçre kökenli Migros firmasının üst yönetim kadrosunda görev yaptı. Firmanın Türkiye faaliyetlerine girişi üzere 1970 yılında idari ekibiyle birlikte Türkiye’de kurulumunda yer almış ve yöneticilik görevine ülkesinde devam etti. 1974 yılında eczacı Gonca Hanım’la evlendi. Emekliliğinin ardından bir müddet Hukuk Danışmanlığı yapan Kutlay, 3 kız çocuğu babası. Edebiyata hayatı boyunca çok düşkün olan Kutlay, Kahramanmaraş Lisesi’ndeki eğitimi süresince Yedi Güzel Adam olarak anılan sınıf arkadaşlarıyla birlikte Hamle dergisini çıkardı. Ayrıca Edik, Başkent Ankara, Türk Sanatı, Arayış, Varlık dergileri ile Demokrasiye Hizmet ve Gençlik gazetelerinde 1956-1961 yılları arasında yazmış, Yeni İstiklal’de ise bir yazısı 1965 yılında kendisinden habersiz gönderilerek yayınlandı. Öykü yazmaya 16 yaşında başlayıp 18inde bırakan Ali Kutlay’ın basılmış bir eseri bulunmuyor. Merhum Yazar, Rasim Özdenören, Kutlay için “Ali Kutlay, benim öykü yazmama vesile olan arkadaşımdı.” diyor. Ali Kutlay 7 Kasım 2008’de hayatını kaybetti.
- Çekim Ekleri ve Türleri
Selleri, sayyaleleri durdurursunuz; fakat benim milletimden akseden bu ah ü eninimi, vatanımdan gelen bu gözyaşlarımı durduramaz, dindiremezsiniz. (Abdülhak Hâmit Tarhan) Yukarıdaki cümlede italik harşerle dizilmiş parçalar çekim ekidir: • -lAr, sözcüklere çoğulluk anlamı katmaktadır. • -(y)I durum eki, sözcüklerin nesne görevinde olduklarını belirtmektedir: selleri, sayyaleleri, eninimi, gözyaşlarımı. • -DAn durum eki, sözcükleri tümleç yapmıştır. • Yaşlarımı sözcüğündeki -ım, tümlenen (iyelik) ekidir. • -im, benim sözcüğünde tümleyen ekidir. • -siniz parçası, eylemlere çoğul ikinci kişi anlamı katmaktadır. Çekim ekleri; sözcüğün anlamını, biçimini, türünü değiştirmez; cümledeki görevini belirtir. Ad çekim ekleri ve eylem çekim ekleri olmak üzere ikiye ayrılabilir. İsim Çekim Ekleri Tüm ad tabanlarına gelebilen ad çekim ekleri şunlardır: • Ad durum ekleri: Belirtme durumu eki -(y)I, yönelme durumu eki -(y)A, bulunma durumu eki -DA, ayrılma durumu eki -DAn • Çoğul eki: -lAr • İlgi eki (adılı): -ki • İyelik ekleri (adılları): -(I)m, -(I)n, (s)I; -(I)mIz, -(I)nIz, -lArI • Tamlama ekleri • Ek eylem: idi, imiş, ise,-DIr Fiil Çekim Ekleri Tüm eylem tabanlarına gelebilen eylem çekim ekleri şunlardır: • Kip ekleri • Kişi ekleri • Olumsuzluk eki: -mA • Ek eylem: idi, imiş, ise,-DIr
- Kök, Gövde ve Ek
Dilde anlamı olan, yapı ve ses bakımından anlamlı daha küçük parçalara ayrılamayan ögelere biçim (şekil) denir. Buna göre sadece kök olan anlamlı sözcükler biçim olabileceği gibi köklere eklenerek onların anlamını değiştiren ya da cümledeki diğer sözcüklerle ilişkilerini gösteren ekler de birer biçimdir. Kök Başka sözcüklerden ekle ya da birleşme yoluyla türememiş, anlamlı daha küçük parçalara bölünemeyen sözcüklere kök denir. a) Türkçede kök sözcüklerin çoğu bir hecelidir: göz, yol, ak, iç, yaş, göl, yıl, el, taş, saç, dil, at, et, ok, gök, gel-, git-, o, çok, ah... b) İki heceli sözcük de çoktur: çiçek, ağaç, gövde, çirkin, deniz, kıyı, tepe, oku, işit-, kadın... c) Üç heceli sözcük daha azdır: kelebek, araba, karınca, pencere, bacanak, kaburga, bağırsak, böğürtlen... Türkçe köklerin incelenmesinden çıkan sonuç gösteriyor ki kök sözcükler, çeşit bakımından genel olarak ikiye ayrılır: • Ad kökleri: Ad soyundan olan sözcüklerin (ad, sıfat, adıl, belirteç...) kökleridir. • Eylem kökleri: Eylem soyundan olan sözcüklerin kökleridir. Gövde Bir sözcük, yapım eki alarak türemişse buna gövde denir: bil-ge, bil-ge-lik; kömürlük, tuz-suz... Bazı kaynaklarda, gövde için de kök terimi kullanılmakta; bir ayrım yapmak gerektiğinde birincil ve ikincil köklerden söz edilmektedir. Sözcük kök ve gövdeleri, tek başlarına anlamları veya söz dizimsel işlevleri olan ögelerdir. Sözcüğün kök mü, gövde mi olduğunu anlamak kolaydır: a) Yapım eki almamış ve başka bir sözcükle birleşmemiş sözcükler köktür. b) Yapım eki almış ya da başka bir sözcükle birleşmiş sözcükler gövdedir. Bir sözcüğün sonundaki parçanın (harf/hece) ek olup olmadığı kestirilemiyorsa şöyle bir denemeye başvurulur: Ek sanılan parça atıldıktan sonra geriye kalan bölüm; a) Anlamlı değilse, büsbütün anlamsızlaşıyorsa, b) Bir anlamı olsa bile bağlı bulunduğu sanılan sözcük soyunun anlamıyla aralarında bir ilgi bulunmuyorsa atılan parça ek değildir; sözcüğün kökündedir. Bunları şu örneklerle açıklayalım: a) “Deniz” sözcüğünün son harfini ya da her hecesini ek sayıp atalım. Geriye kalan kısım büsbütün anlamsız olur. Demek ki “deniz” sözcüğünde ek yoktur; bütün harfler, dil bilgisine göre, sözcüğün kökündedir. b) “Tepe” sözcüğünde /e/’yi ek sayıp atalım. Geriye “tep” kalır. Bu sözcük, tep- eyleminin köküdür ve anlamlıdır; ne var ki “tepe” ile “tep” kökü arasında, dil bilgisince, bir anlam bağı bulunamaz. Bunun içindir ki tepe sözcüğü tep- kökünden türemiş sayılmaz. Bu sözcükte de ek yoktur. Ek 10 Kasım 1939 Meydan daha dün çağlayıp inlerdi sesinden, Meydanda kalan ruhum O’nun ruhuna daldı Düşmüş gibi bir levha geniş çerçevesinden Ayrıldığı gün yeryüzü karşımda boşaldı... Bir yolcu geçen yıl bu saat gurbete çıktı; Yaşlarla geçirdim ben o gün yolcumu erken, Ufkumda O’nun varlığı sönmez bir ışıktı; Sönmez bir alev kaldı hayalimde giderken. (Faruk Nafiz Çamlıbel) İtalik harflerle dizilmiş parçalardan kimileri eklendikleri sözcüklerin türlerini değiştirerek başka anlamda sözcükler türetmeye yaramıştır: yol-cu, geç-en, var-lık, sön-mez, çağ-la-yıp, in-le... Geriye kalanlar, sözcüklerin cümlelerdeki görevlerini belirtmektedir. Sözcük türetmeye ya da sözcüklerin görevlerini belirtmeye yarayan parçalara ek denir.
- Fiilimsiler (Eylemsiler)
Eylemden türedikleri hâlde ad, sıfat, belirteç görevlerinde kullanılan ve yan önerme kuran çifte görevli sözcüklere eylemsi denir. Aşağıdaki paragrafta italik harflerle dizilen sözcükler birer eylemsidir. Atatürk, yüreği yufka bir adam manzarasıyla görünmek istemezdi. Buna rağmen çok defa bir arkadaşının ölümüne saatlerce hüngür hüngür ağladığını, bir kurban kesme merasiminde boğazlanan koyunun deprenişlerini görmemek için başını çevirdiğini ve harp meydanlarında düşman cesetlerine gözleri sulanarak baktığını yakından görenler arasındayım. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Eylemsilerin çok bol ve çeşitli olması, cümlelere geniş bir anlatım değeri ve kolaylığı kazandırmıştır. Her eylemsi, kurduğu önerme ile birlikte, çeşitli yönlerden, temel önermenin tümleyicisi olur; böylelikle de birkaç duyguyu, birkaç isteği, birkaç düşünceyi bir cümle içinde anlatma kolaylığı sağlar. Bütün eylemsiler, türedikleri tabanlara göre olumlu, olumsuz durumlarda bulunur; geçişli, geçişsiz; etken, edilgen, dönüşlü, işteş olur; yani eylemler gibi her çatıya girer. Şimdi eylemsileri ayrıntılı olarak örneklerle inceleyelim: Yukarıdaki tepeye tırmanmaya başladı. (Ahmet Hikmet Müftüoğlu) Haksızlık eden başları bir gün koparırlar. (Tevfik Fikret) Ayak sesi işittikçe yüreğim titriyordu. (Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin) Yukarıdaki örneklerin her birinde eylem soyundan ikişer sözcük var. İtalik harflerle dizilen bu sözcüklerden cümle sonundakiler eylemdir. • “Tırmanmak”, bir devinim adıdır; addır. Eylem anlamlıdır. “Tepeye” tümlecini alarak önerme kurmuştur. Bu bakımdan eylem gibidir. • “Haksızlık eden” bileşiği, “baş” adını niteliyor; sıfattır. Eylem anlamlıdır; öznesi “baş”tır. Önerme kurduğu için eylem gibidir. • “İşittikçe” sözcüğü, belirteç gibi görev yapıyor. Eylem anlamlıdır, önerme kurmuştur; öznesi, nesnesi vardır: İşittikçe Kim? Ben: özne İşittikçe Neyi? Ayak sesini: nesne Görülüyor ki eylem anlamlı sözcükler iki türlüdür: Eylem ve eylemsi. Eylem ve eylemsilerin görevleri birbirinden farklıdır: • Eylemler, kip ve kişi ekleriyle çekimlenir. Eylemsilerde eylem çekimi yoktur. Eylemsiler, ad çekim eklerini alarak ad gibi çekimlenir. • Eylemler, cümle ya da temel önerme kurar. Eylemsilerle ancak yan önermeler kurulur. Görevleri ve anlamları bakımından eylemsiler üçe ayrılır: • Ad-eylemler (İsim-fiiller) • Ortaçlar (Sıfat-eylemler) • Ulaçlar (Bağ-eylemler)
- Zarf-Fiiler (Ulaçlar - Bağ-Fiiller)
Ulaçlar, belli eklerle eylemlerden türetilen ve cümlede belirteç göreviyle kullanılan sözcüklerdir. Ulaçlar, Türkçenin önemli bir özelliğidir. Birçok dilde önermeleri ilgi adılı ya da bağlaç gibi bir sözcük bağlarken Türkçede bu görevi ortaçlar ile ulaçlar yapar. Böylece cümleler gereksiz fazlalıklardan sıyrılmış olur. -Ip Ekiyle Türemiş Ulaçlar Erişip bahara bülbül yenilendi sohbet-i gül. Yine nevbet-i tahammül dil-i bikarara düştü. (Şeyh Galip, XVIII.) Eylem tabanlarının sonuna, uyuma göre, değişen -Ip eki gelir. Taban ünlü ile bitiyorsa, Türkçede iki ünlü yan yana gelmeyeceği için, araya /y/ kaynaştırma harfi girer. Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal. (Yahya Kemal Beyatlı) Heva-yı aşka uyup kûy-i yare dek gideriz. (Naili, XVII.) Kendinden sonra “de” bağlacı gelen -Ip eki almış ulaçlar; uyarmak veya anlatıma azarlama, şaşırtma gibi türlü anlamlar katmak için kullanılabilir: Beni böyle tozlu bir dükkânda görüp de kaba saba bir yazıcı zannetmeyiniz. (Hüseyin Rahmi Gürpınar) Taş atıp da kolun mu yoruldu? (Atasözü) -Ip eki almış ulaçlar, kendi tabanından türemiş eylemlere yalnız pekiştirme anlamı da katar: Durup dururken başımıza neler geldi. İşte su namına görüp göreceğin budur. -Ip eki almış ulaçların yinelenmesi sıklık anlamı verir: Düşüp düşüp bayılırdı. Gidip gidip pencereden bakıyor. Kendi tabanlarından olan eylem türevlerinin olumsuzlarından önce gelen –Ip eki almış ulaçlar, yapıca da anlamca da olumlu kalır: Törene katılıp katılmamakta serbestsiniz. Onu görüp göremeyeceğimi kestiremem. Parayı alıp almadığı belli değil. -ArAk Ekiyle Türemiş Ulaçlar Eylem tabanlarına uyuma göre -erek, -arak eki gelir. İnsan dünyaya ağlayarak gelir, inleyerek gider; gülerek yaşamalıdır. -ArAk’lı durum ulaçları, kurdukları önermelerle birlikte, kendilerinden sonra gelen eylemlerin ya da eylemsilerin ne durumda, ne zamanda yapıldıklarını gösteren birer tümleyici, durum belirteci olur. Bu türlü kullanışlarda ulaçla tümlediği yüklemin zamanları birdir: Koşarak gidiyor. Bağırarak konuşuyor. Gülerek anlattı. Bazı kullanımlarda ulaçtaki işte bir öncelik anlamı belirir: Orhan odaya girerek kitaplarını aldı ve teyzesine uğrayarak okula gitti. -ArAk ulaçlarının özneleri, çok kez, sonraki yüklemin de öznesi olur: Orhan yüzerek sandala yetişti. Daha çok konuşma dilinde -ArAktAn biçiminde kullanıldığı da olur: Ben yolcuyum bugün. Yolun ufkunda Çamlıca Hâlâ görünmüyor; Hâlâ görünmüyor diyerekten sabırsızdım. (Karnaval ve Dönüş, Yahya Kemal Beyatlı) -ken (iken) Ekiyle Türemiş Ulaçlar Daha çok geniş zaman, görülen geçmiş zaman ve şimdiki zamanın tekil üçüncü kişisine -ken (iken) eki getirilerek yapılır. -imek (irmek) ek eylemlerinden türemiş olan iken (-ken) ulacı, eylem olmayan sözcüklere de gelir. Bu ulaç, büyük ünlü uyumuna aykırıdır; kalın ünlülü sözcüklerden sonra da ince kalır. Tan yeri ağarırken çıktı yine yolculuk... (Han Duvarları, Faruk Nafiz Çamlıbel) Kaş yapayım derken göz çıkarır. (Atasözü) ...sokakta, her yerde işlerimizi görürken, düşüncelerimizi anlatırken, içimizi dökerken konuştuğumuz Türkçe, acaba bir gün bizi ifade eden bir yazı kâinatı olacak mı? (Yahya Kemal Beyatlı) Dönüyorken kıyılar koyu bir laciverde Sesini dinliyoruz sularda Barbaros’un. (Kemalettin Kamu) Alaca bir karanlık sarmaktayken her yeri, Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri. (Han Duvarları, Faruk Nafiz Çamlıbel) -A Ekiyle Türemiş Ulaçlar Eylem tabanlarına -a, -e gelir, yinelenerek kullanılır: Akşamı duya duya Sular yattı uykuya... (Necip Fazıl Kısakürek) Yardımcı eylemlerle yapılmış birleşiklerde yalnız yardımcı eylemler yinelenir: ... ziyafeti methede ede bitiremez. (Hind, Falih Rıfkı Atay) Anlamdaş, anlamca ilgili ya da karşıt anlamlı eylem tabanlarından da ikiz ulaçlar türer: Gehi zir-i serde desti geh ayağı kalktuğunda Düşe kalka hasta-i gam der-i lûtf-ı yâre düştü. (Şeyh Galip, XIII.) Sağı solu koruya gözete ve kelimeleri ölçe tarta konuşuyorlar. (Refik Halit Karay) -IncA Ekiyle Türemiş Ulaçlar Eylem tabanlarına, uyuma göre değişen -IncA gelir. Gölgeler yaklaştı. Bir adım kalınca onu kıyafetinden tanıdılar. (Ömer Seyfettin) Sen gelmeyince hatıra busen neler gelür. (Nabi, XVII.) İki gönül bir olunca samanlık seyran olur. (Atasözü) Bu ulaçlar, kendisinden sonra gelen eylemin ya da eylemsinin hemen, kendisinin ardı sıra yapıldığını, yapılacağını gösterir; yani kurduğu önerme ile birlikte zaman belirteci olur: Turgut gelince beni görsün. -IncA yapılı ulaçların olumsuzlarında nedenlik anlamı sezilir: Tanrı vermeyince er baymaz. (Dede Korkut) Vermeyince Mabut, neylesin Sultan Mahmut. (Atasözü) Sizi görmeyince pek üzüldü. -IncA ulacı, -DIkçA ulacı yerinde de kullanılır: Gemiye binmeyince (binmedikçe) navlun verilmez. Kız, anadan görmeyince (görmedikçe) öğüt almaz. (Atasözü) Onun sağlıcaklı zamanında, coşunca (coştukça) yüreğinin içinden gelen bir inançla okuduğu: “Canımı canan eğer isterse minnet canıma Can nedir ki anı kurban etmeyim cananıma.” mısralarının, işte canlanmış bir örneği idi bu... (Atatürk’ün Hastalığı, Ruşen Eşref Ünaydın) -(I)r -mAz Ekleriyle Türemiş Ulaçlar Geniş zamanın, üçüncü tekil kişilerinin olumlu ve olumsuzları art arda kullanılarak yapılır. Elini topuza değdirir değdirmez kapı açılıvermişti. (Peyami Safa) Bu ulaçtan sonra “çabuk, hemen, birdenbire...” belirteçlerinden biri gelince eylemin daha çabuk yapıldığı anlatılır: Otobüs durur durmaz hemen atladık. -AlI Ekiyle Türemiş Ulaçlar Eylem tabanlarına uyuma göre -AlI gelir. Dediler oğlun gibi hiçbir oğul Yaradılalı cihan gelmiş degül. (Mevlit, Süleyman Çelebi) Sen gideli onların yaşadıkları hayat değil, bir rüya... Yiyorlar, içiyorlar, nefes alıyorlar, yürüyorlar, düşünüyorlar; fakat hep rüyada gibi. (Cenap fiahabettin) Başladı başlayalı, gittim gideli, geldik geleli... biçimleri de olayın sürüp gittiğini anlatır: (Boğaziçi’nin) deniz kenarları çoktan dolmuştur; sırtlar ise yolsuzluk, taşıtsızlık yüzünden bildik bileli boştur. (Refik Halit Karay) Bu ateş, gönlüne düştü düşeli adeta hayatının estetiği değişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Bu ulaçlar, kendilerinden sonra gelen yüklemlerin başlangıcını belirtmek için kullanılır. -IncAyA dek (kadar) Ulacı Eylem tabanlarına uyuma göre değişen -IncAyA dek (kadar) gelir. Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin. (Tevfik Fikret) Bu ulaçlar, kendisinden sonra gelen eylemin ya da eylemsinin bitimini gösterir. -AnA kadar (dek) Ulacı Eylem tabanlarına uyuma göre değişen -AnA kadar (dek)gelir. Perde açılana kadar... (Yaşamak Güzel fiey Be Kardeşim, Nazım Hikmet) -AsIyA (kadar, dek) Ekiyle Türemiş Ulaçlar Eylem tabanlarına -AsIyA gelir. Eylem tabanlarına -mAmAsIyA biçiminde de gelir. Bu bileşik ek, yan önermeyi olumsuz kılar. Koyunları memelerinden kan gelesiye sağardı. (Aziz Nesin) İyi süvari, cambaz marifetleri göstermez; ama iki sıçrayıştan birinde de bir daha kalkmasıya düşmez. (Falih Rıfkı Atay) Öyle görünüyor ki kızıl pençeli hortlağı tekrar tekmelerle mezarına göndermek ve onu iyice, bir daha sırtlan dişlerini ve kanlı pençesini göstermemesiye gömmek lazımdır. (Falih Rıfkı Atay) -DIkçA Ekiyle Türemiş Ulaçlar Eylem tabanlarına uyuma ve benzeşmeye göre değişen -DıkçA eki gelir. Estikçe bâd-ı subh perişansın ey gönül. (Nedim, XVIII.) Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz. (Mahir, XVIII.) Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak. (Süleyman Nazif) Hakkın yüzü güldükçe gülümser beşeriyet. (Tevfik Fikret) Bir kayalıktan dökülen, döküldükçe köpüren beyaz bir şelale... (Aşk-ı Memnu, Halit Ziya Uşaklıgil) -DIkçA ulacı, kendisinden sonra gelen yüklemin hangi vakitlerde yapıldığını belirtir. Ulaç ne kadar yapılırsa sonraki yüklem de o kadar yinelenir, sürer; yani ulaçla sonraki yüklem birlikte yapılır. Yinelenen eylem tabanlarından birincisine gelir; ikincisine süre anlamlı aşırılık, abartı anlamı katar: Sürüdeki koyunlar azaldıkça azalıyordu. (Aziz Nesin) Olumsuzlarında biraz şart anlamı sezilir, sonraki önermenin yüklemi de olumsuz olur: Biz medeniyet kavgamızı bitirmedikçe, fiark’tan kopup ayrılmadıkça eski gelenek ve görenek zincirlerini atmadıkça kurtulamayız. (Falih Rıfkı Atay) “Oldukça” sözcüğü türeyiş anlamından, yani ulaçlık görevinden sıyrılarak “yeterince, bir hayli” anlamında belirteç olmuştur: Oldukça zengin bir adam Oldukça bakımlı bir bahçe... “Gittikçe” sözcüğünün ulaçlık görevinden sıyrılarak cümlesindeki eylemin zamanla artıp eksildiğini, yavaşlayıp hızlandığını anlatan belirteç olduğu da görülür: Fırtına gittikçe artıyordu. Her şey gittikçe ucuzlayacakmış... -DIkçA yerine -DIğIncA biçiminin kullanıldığı örnekler de vardır. -DIğIncA yapılı ulaçların kişilere göre çekimlendiği de olur. Bu yapıdaki ulaçların çoğunda nicelik (miktar) anlamı bulunduğu da gözden kaçmamalıdır. Ya ver bana mihnetimde takat Ya takatim olduğunca mihnet. (Fuzuli, XVI.) Dil ise gitti kesilmez heva-yı aşkından Nasihat eylediğimce beter melamet olur. (Nef’i, XVII.) -DIğI yapılı ortaç, -dA ekiyle birleşince zaman ulacı olur: Biz baktığımızda ot bürümüş hendeğin güneşinde ısınan bir tavusun renkleri pırıldayarak yanıyordu. (Hind, Falih Rıfkı Atay) - DIğI ve -AcAğI yapılı ortaçlar “vakit, zaman, gün, yıl...” sözcükleriyle öbekleşince zaman ulacı olur: Okula ilk gittiğim gün Orhan’la tanışmıştım. Kitaplarınızı trene bineceğiniz zaman veririm. -mAdAn (evvel, önce) Ekiyle Türemiş Ulaçlar Eylem tabanlarına olumsuzluk eki -mA ile -dAn gelir. -mAdAn önce, -mAdAn evvel biçimleri de vardır. Üstümüzde çayır çemen Bitmeden bir dem sürelim Gözümüze kara toprak Girmeden bir dem sürelim. (Karacaoğlan) Ben gelmeden işe başlamayınız, dedi ve bir daha ağzını açmadan, kimseye bakmadan çıkıp gitti. O, gelmeden biz işi bitirmiştik. —mAdAn eki, -mAksIzIn, -mAyArAk anlamında da kullanılır: Niçin bana bakmadan cevap veriyorsunuz? (Mavi ve Siyah, Halit Ziya Uşaklıgil) Olumsuzluk eki olan -mA, vurguyu çekmediği için vurgu kendinden önceki hecede kalır. -mA, ad-eylem eki ise vurgu sözcüğün sonunda bulunur: Daha okumadan gözleri yoruluyormuş. Çok okumadan gözleri yoruluyormuş. -mAdAn önce, evvel öbekleri de bu anlamda kullanılır. -mAdAn ulacı, kendisinden sonra gelen yüklemin yapılma zamanını ve ne durumda, nasıl yapıldığını, yapılacağını belirtir. -DIktAn sonra Ulacı -mAdAn yapılı ulacın olumlusu ve karşıtıdır. Kardeşim iyileştikten sonra okula gelecek. Ben gelmeden işe başlamayınız. Geldikten sonra yaparız. -DIğI, -AcAğI için (-den, -den dolayı...) Ulacı -Dık ve -AcAk ortaçlarının sonuna iyelik ekleri ve “için, -den, -den dolayı” gibi nedenlik bildiren ilgeçler, ekler gelir. Kendisinden sonra gelen yüklemin yapılışındaki nedeni belirtir. Orhan, üstün başarı gösterdiği için (gösterdiğinden, gösterildiğinden dolayı) ödül kazandı. Yarın gelemeyeceğimiz için... Gelemediğimden (ötürü, dolayı) üzgünüm. -DIğI gibi, -DIğI kadar; -AcAğI kadar Ulaçları -Dık ve -AcAk ortaçlarına “gibi, kadar, denli” benzetme ilgeçleri eklenince kurdukları önermelerle birlikte sonraki yüklemin ölçümleme belirteci olurlar. Her parti, iç meselelerde olduğu gibi dış meselelerde de kendi görüşünü savunur. (Falih Rıfkı Atay) İstediğiniz kadar alabilirsiniz. Sevincinden bayılacak gibi oldu. -mAktAnsA Ekiyle Türemiş Ulaçlar Ad-eylemler, -dAn durum eki aldıktan sonra “ise, -se” ek eylemiyle birleşince ulaç görevine geçmektedir. Bu birleşmede eki kuran -mAk, -tAn, -sA parçalarından her üçü de anlamlarından sıyrılmıştır. Ulacın kurduğu yan önerme, sonraki önermeye aykırılığı yeğleme anlamı katar: Züğürt olup düşünmektense uyuz olup kaşınmak daha hayırlıdır. (Atasözü) Bu havada sokağa çıkmaktansa evde kalıp aç oturmaya razıyım. -mAksIzIn Ekiyle Türemiş Ulaçlar Ad-eylemler, -sIzIn ekiyle -mAdAn yapılı ulaç gibi olumsuzluk anlamıyla durum ulacı olur: (Ali Süavi) durmaksızın ve yılmaksızın hakikat bildiği şeyleri öğretmek için çırpınıp durdu. (Falih Rıfkı Atay) -AndA Ekiyle Türemiş Ulaçlar -IğA vakit ya da -DIkçA, -IncA ulaçları yerinde kullanılmıştır. Bugün de bölge ağızlarında kullanılmaktadır: Karangu akşam olanda vaf vaf üren Acı ayran tökülende çap çap içen. (Dede Korkut) Bir yiğit silkinip ata binende Derelerde boz kurtlara ün olur. (Köroğlu) -CAsInA Ekiyle Türemiş Ulaçlar Ad soylu sözcüklere gelince cümlesinin eylemini niteleyen bir belirteç olur; duyulan geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman ve geniş zamanın III. tekil kişilerine gelerek yine belirteç görevli bir ulaç olur: Bir armağan kazanmışçasına sevindi. Ağlarcasına yalvarıyordu.
- Şahsenem Akkaş (Şahsenem Bacı)
Adı Soyadı: Şahsenem Akkaş Mahlası: Şahsenem / Şahsenem [Şah Senem] Bacı Doğum Yeri – Yılı: Kars / Sarıkamış / Boyalı Köyü – 1945 Etkilendiği Kişi / Kişiler: Amcası Âşık Mustafa Akkaş’ın yanı sıra Mahzunî Şerif’ten etkilendiğini söyleyen âşık, Pir Sultan Abdal’ın şiirleriyle beslendiğini de belirtmiştir. Şiirlerindeki Konular: Geçmiş yıllarda, şiirlerinde toplumsal sorunların öne çıktığı görülürken, son zamanlarda, duygularının yoğunlukta olduğu konuların [tabiat, aşk] işlendiği görülmektedir. Eser Sayısı: ~700 şiir; ~150 müzikli eser. Kars’ın Sarıkamış ilçesinin Boyalı Köyü’nde dünyaya gelen, Fatma ve Mahmut Akkaş’ın kızı olan Şahsenem Akkaş, ilkokulu köyünde bitirmiştir. Ortaöğrenimine Çankırı’da askerlik yapan ağabeyinin yanında başlayarak, ağabeyinin tayinleri dolayısıyla çeşitli illeri dolaşmış ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamlamıştır. Lise öğrenimini dışarıdan başlayıp bitiren Âşık, bir kamu kuruluşunda bir süre memurluk yapmıştır. 1961 yılında Yılmaz Bingöl ile evlenen Şahsenem Hanım’ın bu evlilikten üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocuk yaşlarda [5–6] saz çalmak isteyen Şahsenem Akkaş’a, annesi karşı çıksa da hayvancılık yapan babası, kızına bir saz almıştır. Alevi-Bektaşi kültüründe yetiştiğini ve bu kültürün sazlı-sözlü ortamlarında beslendiğini belirten Âşık, yöresinde tanınan âşıklar arasında yer alan amcası Mustafa Akkaş’ın, faaliyetlerine fırsat buldukça katılmış ve onu kendisine örnek almıştır. Amcasının sazını dinlemekten büyük keyif alan Şahsenem Bacı, bulunduğu bu ortamların etkisiyle de Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Köroğlu kitapları-şiirleri okuyarak kendisini geliştirmiştir; fakat, kendisini çevresine kabul ettirmesi kolay olmamıştır. Çocukluğundan beri, içinde yer almaya karar verdiği âşıklık mesleğinde, var olmaya çalışan Şahsenem Bacı, bir kadın âşığa ilk defa tanık olan çevresi tarafından yadırganmış ve hakkında yapılan “kara sevdalı”, “deli” yakıştırmalarına maruz kalmıştır. Çocuk yaşlarda kendisini âşıklık geleneğiyle özdeşleştirmiş olan Şahsenem Bacı, 1970’li yıllarda toplumun önünden giden, sömürülen insanlara rehber olan bir âşık kimliğine bürünmüştür. Bu yıllarda toplumsal hareketlerin akışıyla âşıklığının yön değiştirmiş olduğunu belirten Şahsenem Bacı, siyasi kimliğiyle öne çıkmış ve bu amaçta üreterek çalıp söylemiştir. Şahsenem Hanım, âşık edebiyatı nazım türlerinden güzelleme, taşlama türlerinde şiirler yazmıştır. Şiirlerinde, zamanla bireysel sorunlarından ziyade toplumsal sorunların öncelik kazandığı konular görülmektedir. Âşık, ayrıca şiirlerinde, inancına dayalı unsurları da sıklıkla işlemiştir. Her konserin, festivalin, gecelerin aranan ismi olan Şahsenem Bacı, hareketli geçen sanat yaşamının ardından, kendi tabiriyle: “kabuğuna çekildiğini ve bu durgunluğun zorunlu olduğunu”, belirtmektedir. 1980’li yıllarda yaşanan siyasi gerilimler-gelişmeler, Türkiye’de tüm alanları etkilediği gibi sanatçıların yaşamını da olumsuz etkilemiş ve Şahsenem Bacı da daha sessiz bir sürece girmiştir. Âşık, her şeye rağmen üretmeye devam etse de daha önceki sanat yaşamına özlem duymaktadır. Şahsenem Akkaş, ismini mahlas olarak kullanmasının yanı sıra, kendisine halk arasında yaygın olarak kullanılan ‘Bacı’ terimiyle de hitap edildiğini belirtmekte ve ‘Şahsenem Bacı’ mahlaslı şiirler de yazdığı görülmektedir. Şahsenem Akkaş, kendisine ‘Âşık’ sıfatından ziyade ‘Ozan’ sıfatını uygun görmektedir. Ozanların görevinin âşıklara göre daha ağır, daha sorumluluk getirdiğini söyleyen Şahsenem Hanım, ozanların siyasi kimliklerinin daha öne çıktığını düşünmekte ve eserlerinde toplumu bilinçlendiren konuların amaçlandığını, dile getirildiğini belirtmektedir. Şahsenem Akkaş, çocuk yaşlarda saz çalmaya başlamıştır, yetiştiği kültür çevresi sazla tanışık olsa da âşıklık geleneği içinde kadın olarak var olmaya çalışması kolay olmamıştır. Bir kadın âşığa ilk defa tanık olan çevresi tarafından yadırgansa da kendisini kabul ettirmek için yılmayarak üretmiş ve ürettikleriyle halktan olumlu tepkiler almaya başlamıştır; fakat, üç çocuk annesi olarak zorluklar yaşamış, mesleğinde yeterli desteği görememiş, öyle ki çocuklarını emanet edecek kimseyi bulamadığından, zaman zaman onları da konserlerine götürmek durumunda kalmıştır. Mesleği adına eşinden yeterince destek göremeyen Şahsenem Bacı, şiirlerinin yakılmasına, sazının kırılmasına kadar giden tartışmalar yaşamıştır. Şahsenem Hanım, bu meslek adına sadece kazancını önemseyen eşinin, sanatına olan ilgisizliği ve pek tabii ki başka sorunların sonrasında evliliğine son vermek durumunda kalmıştır. Halen bu gelenek içinde kendi kimliklerini oluşturmak için çalışmalarına devam ettiğini belirten Şahsenem Bacı, âşık sanatı içerisinde kendilerine sahip çıkılmadığını düşünerek kırgınlığı olduğunu dile getirmiştir. Şahsenem Akkaş, 15 Haziran 2022 tarihinde vefat etmiştir. #KadınAşıklar #ŞahsenemAkkaş #ŞahsenemBacı