Arama Sonuçları
"" için 691 öge bulundu
- Fiillerde Zaman, Kip, Kişi ve Olumsuzluk
Fiillerde Zaman Fiillerde Kişi Fiil Kipleri Bildirme Kipleri (Haber Kipleri) Dilek Kipleri (Tasarlama Kipleri) Fiillerde Şahıs Ekleri Fiillerde Olumsuzluk Eylemlerde Zaman Eylemlerin temel anlamlarından biri de zaman ilgisidir. Zaman; başlangıcı, sonu olmayan; başlangıç ve son düşünülemeyen soyut bir süre kavramıdır, bir akıştır. Genel olarak üçe ayrılır: I. Geçmiş zaman II. Şimdiki zaman III. Gelecek zaman I. Geçmiş zaman: İş (edim), anlatıştan önce yapılmıştır: Orhan dün geldi. Sizi aradık. Gezmeye gitmişsiniz... II. Şimdiki zaman: İşin (edimin) yapılmakta olduğunu, başka bir deyişle işle anlatışın birlikte olduğunu bildiren zamandır: Orhan kapıyı açıyor. Ben elimi kaldırıyorum. Siz dinliyorsunuz... III. Gelecek zaman: İşin (edimin) söylendikten sonra yapılacağını bildiren zamandır: Orhan bize gelecek. Uluslar yükselecek. Biz de yükseleceğiz... Eylemlerde Kişi İşi, oluşu, kılışı, hareketi; yani edimi yapan varlığa kişi adı verilir. Eylemler kişileri bakımından üç çeşittir: Birinci kişi: getirdim, söyleyeceğim; okuyoruz, yazabildik, yardım edelim... İkinci kişi: getirdin, söyleyeceksin; okudunuz, anlatabilirsiniz... Üçüncü kişi: getirdi, söyleyecek, okusun, sorabilir; anlatıyorlar, başarmalılar... EYLEM KİPLERİ Eylemler, zaman ve anlam özelliklerine göre türlü eklerle değişik biçimlere girer. Bu biçimlerin her birine kip denir. Kipler, iki bölüme ayrılır: I. Bildirme Kipleri (Haber Kipleri): Eylemin yapıldığını, yapılacağını bildiren kiplerdir: -di, -miş, -ecek, -(i)yor, -(ı)r. Hepsi de zaman anlamlıdır. II. Dilek Kipleri (Tasarlama Kipleri): Eyleme dilek anlamı katan kiplerdir: -meli, -e, -se, -sin. Özel bir zaman anlamı yoktur. Hepsinde kendini pek göstermeyen bir gelecek zaman anlamı sezilir. Onun için bu kipler zamanlara değil anlamlarına göre adlandırılmışlardır. Bu dört kipin anlamca ortak yönü ‘dilek’tir. Bildirme Kipleri: • Görülen geçmiş zaman kipi • Duyulan geçmiş zaman kipi • Şimdiki zaman kipi • Gelecek zaman kipi • Geniş zaman kipi Dilek Kipleri: • Gereklilik kipi • İstek kipi • Dilek-şart kipi • Emir kipi Bildirme Kipleri (Haber Kipleri) Eylemin yapıldığını, yapılacağını bildiren bildirme kiplerini şöyle inceleyebiliriz: Görülen Geçmiş Zaman (Kesin Geçmiş): Eylem tabanlarına (kök ya da gövdelerine) -di eki gelir. Bu ek, uyuma ve benzeşmeye göre değişerek -di, -dı, -du, -dü; -ti, -tı, -tu, -tü olur. Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı Bir dakika araba yerinde durakladı. Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden. Sen onları görmedin; koşarak gittiler. Atlarımız çözüldü... Girdik handan içeri. (Han Duvarları, Faruk Nafiz Çamlıbel) Çekimi: Geldim, yazdın, okudu, güldük, içtiniz, korktular... örneklerinde görüldüğü gibi tekil ve çoğul kişi ekleri alarak çekimlenir. Çekimi bir eylemde görelim: • İşin sözden önce yapıldığını bildirir: Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle... (Akıncı, Yahya Kemal Beyatlı) • İşin yapıldığı -söyleyenin duyularıyla ya da inancıyla- kesindir: Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç sakladı. (Ben işittim.) Bir dakika araba yerinde durakladı. (Ben gördüm.) (Faruk Nafiz Çamlıbel) Fatih, İstanbul’u fethetti (Olay, tarihin tanıklığıyla kesin bir gerçektir.)... Duyulan Geçmiş Zaman: Eylem tabanlarına -miş eki gelir. Ünlüler uyumuna göre değişerek -miş, -mış, -muş, -müş olur. Zaman bakımından görülen geçmiş zaman kipi gibidir, işlerin sözden önce olduğunu bildirir. Görülen geçmiş zaman ile duyulan geçmiş zaman birbirinden kesinlik bakımından ayrılırlar. Görülen geçmişte işin yapıldığı kesindir. Duyulan geçmişte bu kesinlik yoktur. Söyleyen kendisi görüp duymamış, başkalarından işitmiştir. Orhan bir ev almış. (Aldığını görmedim, söylediler.) Bir gün böyle (cimri) elçilerden biri Yahya Kemal’e demiş ki: Orhan, Erzurum’a gitmiş, arkadaşları da Kars’a gitmişler. Beni dün aramışsın, aramışsınız... • İşin yapıldığını kesinlikle kavrayamayış, farkında olmaksızın yapılış anlamında da kullanılır: Başladım uyku taharrisine, lakin ne gezer? Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer Ortalık açmış uyandım; dedim, artık gideyim. (SeyŞ Baba, Mehmet Akif Ersoy) • Bu kip, masallarda çok kullanılır: Bir varmış bir yokmuş, gurbet çölünde bir susuz seyyah varmış. Allah ona acımış, bir pınara rast getirmiş: Pınar ona can, sonra da iman vermiş. (Bir İçim Su, Refik Halit Karay) Bir varmış, bir yokmuş... Annesi söylemiş, Keloğlan dinlememiş; almış başını, gitmiş gurbete... • Şaşma, şaşırtma durumlarında kullanılır: Bak bak!... Karşıki tepelere kar yağmış!... • Acıları, üzüntüleri anlatmaya elverişlidir: Vardım ki yurdundan ayak götürmüş; Yavru gitmiş, ıssız kalmış otağı. Camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş; Sakiler meclisten çekmiş ayağı. Laleyi, sümbülü, gülü har almış; Zevkü şevk ehlini ahu zar almış, Süleyman tahtını sanki mar almış. (Bayburtlu Zihni) Gama tebdil olmuş ülfetin çağı! Güller kurumuş, son kuş uzaklaşmış ufuktan; Sönmüş hep ocaklar ve hep ölmüş kelebekler; Sorsam şu uçuk yüzlü ve yaş gözlü çocuktan Atiden acep elleri böğründe ne bekler. (Cenap Şahabettin) •Sesteki ton değişikliğiyle öğünme ve böbürlenmelerde kullanılır: Biz öylelerini çok görmüşüz... Şimdiki Zaman: Eylem tabanlarına -(i)yor eki getirilerek yapılır. Kar yağıyor. Çocuklar kartopu oynuyorlar. Ne duruyorsunuz? Niçin oynuyorsunuz? Anlamıyorum... Kendinden önceki geniş ünlüleri daraltır: bekle - bekliyor, iste - istiyor, gitme - gitmiyor, yazma - yazmıyor... Daralan ünlü, iki yuvarlak ünlü arasında kalırsa yuvarlaklaşır: söyle - söylüyor, durma - durmuyorum, kokla - kokluyorlar, gürle -gürlüyor... • İşte anlatışın birlikte olduğunu belirtir: Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor. (Yahya Kemal Beyatlı) Gökten dökülen sıcak, yanakları yakıyor, göğüsleri eziyor, nefesleri tıkıyor, elle tutulabilir bir alev hâline geliyor. (Ahmet Hikmet Müftüoğlu) • Geçmişteki olaya bir yakınlık, şimdiki zaman anlamı katmak için de kullanılır: Kurtuluş Savaşı başarıyla sona erince Atatürk, yeni bir toplumsal savaşa, devrimler yapmaya başlıyor. • Geçmiş, gelecek ve geniş zaman anlamlı kullanışları da çok yaygındır. Gelecek Zaman: Eylem tabanlarına -ecek eki getirilerek yapılır. Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin. Bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın; Her şey olacak kudret-i irfanla inandım. (Tevfik Fikret) Ne var ne yoksa dünyada kalacak Ölüp gittiğin zaman... (Nahit Ulvi Akgün) • İşin sözden sonra olacağını, yapılacağını bildirir. • Olasılık anlamı da verebilir. Evde ekmek olacak. (Sanırım evde ekmek var.) • Ünlüyle biten eylem tabanlarına ekten önce /y/ kaynaştırma ünsüzü gelir. • -ecek eki kalın heceden sonra -acak olur. Geniş Zaman: Eylemin her zaman yapıldığını, yapılacağını bildirir. Alçak yere yatma sel alır Yüksek yere yatma yel alır. (Atasözü) Şen adam güneşe benzer; girdiği yer aydınlanır. (Cenap Şahabettin) Münafığın sonu gelmez, söner sefil ocağı. (Mehmet Akif Ersoy) Roman yazmaktan zevk duyarım. (Ahmet Mithat) İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar. (Yahya Kemal Beyatlı) Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim. Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. Adam, aldırma da geç git, diyemem aldırırım; Çiğnerim, çiğnenirim; hakkı tutar kaldırırım. (Mehmet Akif Ersoy) Çalış başarırsın, başarırsınız; biz de bunları görür, seviniriz... Yukarıdaki örneklerin hepsine birer “Ne zaman?” sorusu katılınca yanıt “Her zaman, her vakit” olur. • Alışkanlıkları anlatmaya yarar: Her akşam içer, kumar da oynar. • Genel gerçeklerin anlatımına da elverişli bir kiptir. Atasözlerinin, özdeyiş, genel yargı ve yasal cümlelerin pek çoğunun eylemi geniş zaman kipidir: Su uyur, düşman uyumaz. Başa gelen çekilir. Ölenle ölünmez. Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur... • Geniş zaman kipinin, gelecek zaman kipi anlamında kullanıldığı da görülür: Topla, fırlat ne varsa, taş, iğne, Şu muhitin ser-i rehavetine. O biraz belki canlanır ve senin Zahmetin, himmetin ve fazlın için Koyar elbet vatan, bu hasta nine, Bir sıcak buse terli nasiyene!.. (Tevfik Fikret) • Ünlülerle biten eylem tabanlarına yalnız -r gelir. • Tek heceli eylem köklerinden sonra genellikle, çift ünsüzle biten eylem köklerinden sonra ve et- yardımcı eyleminden sonra -ar, -er gelir: sev-er, soy-ar, yap-ar, gül-er, kork-ar, çırp-ar, serp-er... • Tek heceli köklerde -ır alan eylemler de vardır: al-, bil-, bul-, gel-, gör-, kal-, ol-, öl-, var-, ver-, vur-, san-... Dilek Kipleri (Tasarlama Kipleri) Eyleme dilek anlamı katan kipleri şöyle inceleyebiliriz: Gereklilik Kipi: Eylemin yapılmasının, olmasının gerektiğini bildiren kiptir. Eylem tabanlarına -meli eki gelir. Ek kalın ünlülerden sonra -malı olur. Yükselmeli, dokunmalı alnın semalara (=Yükselmen, alnının göklere dokunması gerek.) Çalışmalıyız (= Çalışmamız gereklidir.). Oraya gitmemelisiniz (= Gitmemeniz gerekir.). Yükselmeli, dokunmalı alnın semalara; Doymaz beşer dedikleri kuş itilalara. Yükselmeli artık yetişir zillet ü zulmet; Parlatmak her nasiye bir neyyir-i fıkret. Cehl ölmeli, zulm ölmeli, hak bulmalı kuvvet; Hakkın yüzü güldükçe gülümser beşeriyet. (Tevfik Fikret) Ruhları birleştiren o havayı bulmak için ne yapmalı, nereye gitmeli?(Yakup Kadri Karaosmanoğlu) • Bu kipin cümleye olasılık anlamı kattığı örnekler de vardır: Annem eve varmış olmalı. İstek Kipi: Eylemin olmasının istendiğini gösteren kiptir. Yarın bir kitap alayım (= Almayı istiyorum.) Gidelim (= Gitmemizi istiyorum.) Bana artık izin ver, bir yaşlı Şaman gibi, Bu arık topraklarda dolaşmaya gideyim: Sazımı terk edeyim, sözümü terk edeyim. Ondan dil almak için, ona dil vermek için Rabb’e erenler gibi köylüye ermek için. (Behçet Kemal Çağlar) Siz kuyumcu olunuz, ben demirci olayım, Elmas saçan dehayı bütün sizde bulayım: Kıvılcımlı her ocak vatan için yanmıştır. Biz hepimiz bir ruhla sarılalım çekice!.. (Mehmet Emin Yurdakul) Kendimize inanalım. Kendimize inanışı sarsmak isteyen inkârcı ve nankörlere karşı koyalım. Mustafa Kemal milliyetçiliğine sarılalım. (Falih Rıfkı Atay) • İstek kipinin birinci çoğul kişisi öğüt, dilek anlamında kullanılır: Okuyalım Fuzuli divanını, beyitler arayalım onda, bulduğumuz güzelliklerle coşalım. (Nurullah Ataç) • Eylem tabanlarına -e eki gelir. • Ek, kalın ünlülerden sonra -a olur. • Ünlü ile biten gövdelerden sonra /y / kaynaştırma harfini alır: bekle - bekleyeyim, anla - anlayayım... Dilek-Şart Kipi: Eylem tabanlarına -se ekinin gelmesiyle oluşan kiptir. Bu ek, kalın ünlülerden sonra gelirse -sa’ya dönüşür. Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz. (Mehmet Akif Ersoy) Bir iş çevirdi ama nasıl anlasak! (Refik Halit Karay) Bu kipin, dilek ve şart olmak üzere iç içe iki anlamı vardır. Bu nedenle “dilekşart” kipi olarak bilinir. Kipin cümlede dilek ve şart anlamlarından hangisine kayacağı, kimi durumlarda, konudan, sözün gelişinden kolayca ayırt edilir. Bu, ses ve söyleyiş tonuyla da belirtilir. Dilek: Yarın bize gelsen, arkadaşlarla gelseniz (Gelmenizi dilerim.). Tanrı bize acısa da yeniden o eski onlar, yüzler ve binler felaketini gösterse! Ve trilyonluk bütçelerden biz bedbaht kullarını sakınsa! (Falih Rıfkı Atay) Şart: Birkaç kez okusa unutmayacak (Unutmamasının şartı birkaç kez okumaktır.)... Emir Kipi: Eylemin yapılmasını buyurmak için kullanılan kiptir. Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma! Ne varsa doğrudadır; doğruluk şaşar sanma! (Tevfik Fikret) Ölürsem görmeden millette ümmit ettiğim feyzi Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun, ben mahzun! (Namık Kemal) • İstek anlamında kullanıldığı da olur: Kimsesizdir; incitme, gönlünü kırma! Hatta biraz da yardım ediver!.. • Dua ve beddualarda da emir kipi kullanılır: Tanrım yavrumu koru; onu yuvamıza bağışla! Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni. (Fuzuli, XVI.) Kör olsun ağlamayan ey vatan felaketine! (Mehmet Akif Ersoy) • Emir kipinin üçüncü kişisi dilek, umut, yalvarma anlamlarında kullanılır: Solsun filiz öfkeler hınçlar solsun Çılgın coşkulardan gebe kalsın evren Olsun tüm sevincin görünümü bu yaşam Kalmasın sanatçının haykıracağı bir nen. (24’ün İçi, Oğuz Kâzım Atok) Tanrı yurdumuzu korusun! Tanrı yardımcımız olsun!... • Emir kiplerinin komut olarak ünlemleştiği sık görülür: Bölük dur! Yaşasın! Sağa dön! Sağ ol!... Söz söyleyen, kendisine emir veremez; onun için bu kipin birinci kişisi yoktur. Ancak bütün eylem tabanları, söyleyiş özelliğiyle, ikinci kişiye emretmiş gibi olur: oku, yaz, anlat, gidiver, yardımcı ol, hissettir... Üçüncü kişiye buyurmalar -sin ekiyle biçimlenir. Bu ek, uyuma göre değişerek -sin, -sın, -sun, -sün olur. EYLEMLERDE KİŞİ EKLERİ Eylemlerin çekimlerini incelediğimizde kişi eklerinin bazı kiplerde değiştiği görülür. Bu değişiklik aşağıdaki tabloda özetlenmiştir. Aldıkları kişi eklerinin çeşidine göre kipler şöyle kümelenir: I. çeşit kişi eklerini alanlar: Görülen geçmiş zaman kipi, şart kipi. II. çeşit ek alanlar: Duyulan geçmiş zaman kipi, şimdiki zaman kipi, gelecek zaman kipi, geniş zaman kipi, gereklilik kipi. İstek kipinin birinci çoğul eki -lim yerine -k de kullanılmaktadır: Gelin çıhak dağlara (çıkalım) Yalvarak adamlara (yalvaralım) Su dökek çadır kurak (dökelim, kuralım) Dedem gelen yollara. III. çeşit kişi eklerini alanlar: İstek kipi. IV. çeşit kişi eklerini alanlar: Emir kipi. EYLEMLERDE OLUMSUZLUK Olumsuz eylemler; işin yapılmadığını, gerçekleşmediğini bildiren eylemlerdir. Şi’r için “göz yaşı” derler; onu bilmem, yalnız, Aczimin giryesidir bence bütün âsarım! Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım! Oku, şayet sana bir hisli yürek lazımsa; Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa... (Mehmet Akif Ersoy) Bu parçadaki eylemlerin: Bazıları işin yapıldığını, gerçekleştiğini bildiriyor, olumludur: derler, ağlarım, hissederim, oku, lazımsa, yazdım, yazdımsa. Bazıları da işin yapılmadığını, gerçekleşmediğini bildiriyor, olumsuzdur: bilmem, ağlatamam, söyleyemem. Görülüyor ki olumsuzluk kavramı eylemlere -me ekiyle katılıyor. Bu ek; • Eylem tabanlarının sonlarına gelir. • Kalın ünlülerden sonra uyuma göre -ma olur. -yor eki gelince -me, -ma’nın sonundaki geniş ünlüler daralır -mi, -mı olur: gelmiyorum, yazmıyor... • Tabanın son hecesinde yuvarlak ünlü varsa olumsuzluk eki -mu, -mü olur: sormuyor, görmüyor... • Eylem kiplerinde olumsuzluk nedeniyle bir değişiklik olmaz. Yalnız geniş zaman kiplerinde kip eki değişir. Olumlu: gelir, gelirsin, gelirsiniz, gelirim, geliriz... Olumsuz: gelmez, gelmezsin, gelmezsiniz, gelmem, gelmeyiz...
- Zarf (Belirteç) ve Zarf Türleri
Zaman Zarfları Yer-yön Zarfları Durum Zarfları Azlık-Çokluk Zarfları Soru Zarfları Koşul Zarfları Diğer Zarflar Yapılarına Göre Zarfları Sizin ecdad-ı pakiniz Cidden birer hazane-i himmetti; en metin, En zinde bir meram ile asrın ve şüphesiz Dünyanın en bahadırı onlardı; fahredin... Mağrur olun... Fakat vatan, ikmal-i şan için Evladının kemalini ister. O, mutlaka ister ki siz de himmet edin, siz de yükselin, Yükselmek isteyenlere pervaz için feza Daim küşadedir... (Tevfik Fikret) Dün bezminizin bir ezelî neş’esi vardı. Saz sesleri ta fecre kadar körfezi sardı. Vaktaki sular şarkılar inlerken ağardı. Bendim geçen ey sevgili, sandalla denizden. (Yahya Kemal Beyatlı) Yukarıda gördüğünüz örneklerden birinci parçada italik harşerle dizilen sözcüklerden; “en” sözcüğü; sırasıyla “metin, zinde, bahadır” sıfatlarını belirtiyor. “şüphesiz, mutlaka, daim” sözcükleri de kendilerinden sonra gelen “onlardı, ister, küşadedir” yüklemlerini belirtiyor. İkinci parçadaki “dün” sözcüğü, “vardı” sözcüğündeki geçmiş zamanın sonsuzluğundan bir gününü ayırarak gösteriyor; yani zamanı kısıyor. “Ta fecre kadar, vaktaki” söz öbekleri de kendilerinden sonra gelen “sardı, ağardı” eylemlerinin ne zamana kadar sürdüğünü belirtiyor. Sıfatların, eylemlerin ya da görevce kendine benzeyen sözcüklerin anlamlarını belirten ya da kısıp sınırlayan sözcüklere belirteç (zarf) denir. BELİRTEÇ TÜRLERİ Zaman Belirteçleri Zaman, “Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit.” şeklinde tanımlanmaktadır (TDK, 2005). Zaman, başlangıcı ve sonu olmayan; hatta başlangıcı ve sonu düşünülemeyen bir akıştır. Bu başsız ve sonsuz soyut akışı içinde olup biten işlerin, eylemlerin anlatılışı bakımından, kısaca, dil bakımından ayırabiliriz: • Geçmiş zaman • Şimdiki zaman • Gelecek zaman Bu ayrımları gerektiren ve belirten kavramlar şunlardır: • İş, yani eylem • İşin anlatılması Bu iki kavramın birbirinden önce ya da sonra oluşlarına göre üç zaman şöyle karşılaştırılır: • İş önce, anlatış sonra = Geçmiş zaman • Anlatış önce, iş sonra = Gelecek zaman • İşle anlatış birlikte = Şimdiki zaman Yer sarsıldı, cümlesindeki zaman şöyle düşünülebilir: Sarsılma eylemi anlatıştan öncedir; yani geçmiş zamandadır. Anlatıştan az önce için de “sarsıldı” denir, yüzlerce, binlerce yıl öncesi için de. İşte bu sınırsız geçmişte bir olayın zamanını belirtmek için eyleme sınırlayıcı sözcükler katmak gerekir: Şimdi sarsıldı. Biraz önce sarsıldı. Akşam sarsıldı. Dün sarsıldı. On yıl önce, bin yıl önce sarsılmış. ... Yağmur yağacak, cümlesindeki eylemin zamanı da böyledir. Gelecek zamanın sonsuzluğu için de belirtici sözcüklerden yararlanmak gerekir: Şimdi yağacak. Az sonra yağacak. Bugün yağacak. Yarın yağacak. Bir yıl, beş yıl, bin yıl sonra yağacak. ... Diğer eylemler de böyledir. Görülüyor ki bu belirteçlerin görevleri, eylemlerin sonsuz zamanlarını sınırlamaktır. Şimdi bazı zaman belirteçlerinin nasıl kullanıldıklarını örneklerle görelim. Dün, geçmiş zamanlı eylemleri ve eylemsileri bir gün önce yapıldıklarını göstererek sınırlar: Dün gördüm. Dün gelmiş. Dün okuyacaktık. Dün aldığı kitabı satacak. ... Yarın, geçmiş zamanlı olmayan bütün eylemlerle eylemsileri bir gün sonra yapılacaklarını belirterek sınırlar: Yarın gelecek. Yarın gider. Yarın gitmeli. Yarın gidiniz. Yarın gideyim. Yarın giderse. ... Bugün, bütün kiplerin ve eylemsilerin, içinde bulunduğumuz yirmi dört saatte yapıldığını ya da yapılacağını gösterir: Bugün geldi. Bugün gelmişler. Bugün çalışıyoruz. Bugün okuyacağım. Bugün söylersin. Bugün görmeliyim. Bugün anlatalım. Bugün çalışırız. Bugün gülüyordu. Bugün gitse. ... Aşağıdaki örneklerde ise bugün belirteci “bugünlerde, bu zamanda” anlamı katmaktadır: Bugün çalışan yarın rahat eder. Bugün kazandığımızı yarın harcarız. Şimdi, zamanı en çok kısan belirteçtir. Eylemlerin, anlatışa en yakın zamanda yapıldıklarını ya da yapılacaklarını belirtmek için kullanılır: Şimdi geldi. Şimdi gidecek. Şimdi yazar. Şimdi yatıyor. Şimdi çalışan... Şimdi anlattığım... Artık ayırt ediyorum Fabrikayı mezarlıktan Meydan şimdi meydan oldu Yollar şimdi yola benzer. (Cahit Sıtkı Tarancı) Şimdicik, konuşma dilinde küçültme ekiyle yakınlık anlamını biraz daha belirginleştirir: Şimdicik oturur yazarım. Şimdicik kalkar gideriz. Şimdicik söylediniz. ... Şimdilik, eyleme “yapıldığı, yapılacağı sıralarda” ayrımını katar. Bu da bir sınırlamadır: Şimdilik kendimi unutturmaya çalışıyor, hemen hiç sokağa çıkmıyorum. (Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin) Hemen, zamanı kısıtlamada şimdi ile görevdeş gibidir; eyleme “hiç vakit geçirmeden” anlamını katar: Onları duyunca hemen yola çıktı. Hemen gideceğim. Hemen başlamalıyız. Gider, hemen dönersiniz. Hemen anlatınız. ... Hemen hemen biçiminde yinelenince “az çok” anlamlı yaklaşma belirteci olur: ... hemen hemen size benzer. - İşlerinizi bitirdiniz mi? - Hemen hemen. “Aşağı yukarı” anlamında yaklaştırma görevi, tek kullanışlarda da görülür: Hemen gün aşırı giderim. Hemen her saat uğradım. Hemen hepinizi tanır. ... Hemen şimdi öbeği ise daha sınırlıdır: Uçak hemen şimdi kalkacak. Orhan hemen şimdi gidiyor. Hemen şimdi geldim. Hemen şimdi söyleyiniz. ... Demin, demincek; eylemin az önce yapıldığını bildirir: Çok sigara içiyorsun. Daha demincek söndürmüştün. Demin söyledim. Orhan demin buralardaydı. ... Çabuk, çabucak, çarçabuk, derhal sözcükleri de eylemin zamanını tezlik ayrıntısıyla sınırlandırıp belirtir: O, eve gelince her şey çarçabuk eski tas, eski hamam olacaktı. (Reşat Nuri Güntekin) Niyetim derhal Abant’a gitmek, dört beş gün kalmak... (Refik Halit Karay) Ansızın, apansız sözcükleri, eylemin birdenbire yapıldığını gösterir: Mucip ne hakarete apansız Tarihi yazan benim, yapan siz. (Eşber, Abdülhak Hâmit) Biraz sözcüğü sonra, önce belirteçleriyle öbekleşerek eylemlerdeki ve eylemsilerdeki zaman anlamını “azlık” ayrımıyla kısıp belirtir. Öbekleşmeden de zamanı kıstığı olur: Biraz sonra gel. Biraz önce gitti. Biraz bekleyiniz. Biraz oturacağım. ... Sonra, eylemin belirtilmeyen bir gelecekte yapılacağını ya da düşünüldüğünü anlatmak için kullanılır: Sonra söylerim. Sonra anlaşırız. Biz gidiyoruz; o, sonra gelecek. ... Sonra ile zaman adları öbekleşince belirtisizlik ayrımı kalkar: Bir hafta sonra Ankara’ya gideceğim. Bu fidanlar üç yıl sonra meyve verecek. Bir saat sonra düşünürüz. ... Önce, önceleri, ilk önce sözcükleri; eylemin belirtisiz bir geçmişte yapıldığını ya da düşünüldüğünü gösterir: Önce söyledi, sonra vazgeçti. İlk önce bu işi yapalım. Bir hafta önce yazdım. ... İlk önce sözü “hemen, derhal” gibi zamanı kısarken anlama “her şeyden önce” ayrımı da katar. -leyin ekiyle türemiş sözcükler de eylemin zamanını gösterir: Sabahleyin yola çıkacağım. Akşamleyin Orhan’ı gördüm. ... -in yapılı belirteçler: Birkaç sözcük -leyin yerine -in eki alır: Karınca eğlenir: - Beyim, .................. ne var? Yazın çalan kışın oynar. (Tevfik Fikret) ... içinde gündüzün kandil yanan dar, uzun, tek pencereli oda... (Son Arzu, Hüseyin Rahmi Gürpınar) Kışın havalar soğur. Ekinler yazın biçilir. Öğleyin işten dönüyordum. Güzün yapraklar sararır. İlkin size rastladım... Sabah, akşam, gece, gündüz, hafta, ay, yaz, kış, bıldır (geçen yıl) gibi zaman adları da tek ya da öbekleşmiş olarak belirteç görevinde kullanılır: Sabah hava açıktı. Bu gece ay tutulacak. Bu yıl ekinler iyi imiş. Sabah akşam işe geliyor. Gece gündüz çalışıyor. Okullar bu hafta açılacak. Geçen kış görüşmüştük. ... Erken, geç sözcükleri de zaman belirtmek için kullanılır: Erken gel, geç kalma. Geç yatıp erken kalkan rahatsız olur. ... Er geç deyimi “nasıl olsa bir gün” anlamıyla zaman belirteci görevinde kullanılır: Kadını er geç hastaneden taburcu edecekler. ... Henüz, hâlâ, daha sözcükleri; eylemin konuşulan ana dek sürdüğünü bildiren birer zaman belirtecidir: - Henüz geldim; derslerimi yapacağım. - Daha bitiremediniz mi? - Orhan nerede? - Uyuyor, daha kalkmadı. Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle. (Yahya Kemal Beyatlı) Beri, sonra, önce sözcükleri ile -den eki almış sözcüklerin öbekleşmesinden doğan belirteçler; eylemlerin başlangıçlarını göstermek için kullanılır: Akşamdan beri bekliyordum. Öteden beri tanışırız. Çoktan beri uğramadınız. Sizden önce onu gördüm. Dün akşamdan sonra görüşemedik. İstanbul beş yüz yıldan beri Türk elindedir. 1908’den beri iktidarlar, muhalefeti kötülemekten başka bir şey düşünmediler. (Dünya, Falih Rıfkı Atay) Kadar sözcüğüyle -e eki almış sözcüklerin öbekleşmesinden doğan belirteçler eylemin bitimini göstermek için kullanılır: Akşama kadar bekledik. Gece yarılarına kadar çalışır. Bugüne kadar uğraştım. ... -e kadar’la öbekleşen yer anlamlı sözcükler de eylemin nerede bittiğini gösterir: Eve kadar girmiş. Buraya kadar... Ankara’ya kadar gitmek zorunda kaldı. ... Bir sözcüğü ile -de eki almış zamanla ilgili sözcükler öbekleşince eylemin belirtilen zamanlarda yinelendiğini gösterir: Haftada bir sinemaya gidermiş. Yılda bir uğramak ... İkide bir, arada bir deyimleri de bu anlamda belirteç olur. Zamanla ilgili sözcüklerden kimileri çoğullandıktan sonra iyelik eki -i’yi alarak yineleme anlamında belirteç olur: Akşamları hava serinliyor, geceleri soğuk oluyor. Sabahları işe gider. Önceleri yemeğe gelirdi, sonraları gelmez oldu. ... Bir zamanlar, bir vakitler, her vakit, her zaman... söz öbekleri de eylemlerin belirtili olmayan zamanlarda yapıldıklarını, yinelendiklerini göstermeye yarayan belirteç görevli deyimlerdir. Yer-Yön Belirteçleri Geri dönmeyelim. Dışarı çıkınız. İçeri giriniz. Uzak durmayınız. Yiğit Mehmetçikler ileri atıldı. Yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal. (Atasözü) Temaşa çün beri gel kim göresin Nite gözüm yaşı ırmağ u çaydır. (Sultan Velet, XIII-XIV.) Yer ve yön anlamlı üst, alt, ön, arka, art, sağ, sol, yakın, uzak, ırak, yukarı, aşağı, dışarı, ileri, içeri, geri, yan, öte, yanı sıra, ardı sıra... belirteçleri sıfat ve ad olarak da kullanılır: üst yamaç, alt yol, ön kapı, arka bahçe, sağ kol, uzak ülkeler, Orta Asya, öte yanda, ileri uluslar... Daha öncede belirtildiği gibi sözcüklerin çeşidi, konuluş anlamından çok kullanılış anlamına bağlıdır. Bir sözcük hem ad hem sıfat hem belirteç olarak kullanılabilir. Yukarıda gördüğünüz yer ve yön belirteçlerinin çoğu yalın hâldedir, bir kısmı da türemiştir. Bunların yanında öbekleşen belirteçler de vardır: güneye doğru yönelmek, yana doğru kaymak, düşmana karşı gitmek ... Kırlara doğru yürüdü. (Metres, Hüseyin Rahmi Gürpınar) dağdan dağa (kaç-) bir baştan bir başa (dolaş-) karşıdan karşıya (geç-) uzaktan uzağa (bak-) ... -den, -e durum eklerini almış adlar, sıfatlar yinelenerek öbekleşmişlerdir. Durum Belirteçleri Eylemin nasıl yapıldığını, ne durumda olduğunu belirten sözcüklerdir; çok ve çeşitlidir. Anlam ayrımlarına göre başlıcaları şunlardır: Niteleme Belirteçleri: Bir sözcük sıfatı, daha çok da eylemi niteleyince; yani “nasıl, ne durumda, ne biçimde...” sorularını yanıtlayınca niteleme belirteci olur: Açık sarı çiçekler, koyu kahverengi bir palto... Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma; Ne varsa doğrudadır; doğruluk şaşar sanma. (Tevfik Fikret) Yirmi beş yıllık meslek hayatından kolay kurtulunur mu? (Reşat Nuri Güntekin) Alnını ne kadar yüksek tutarsan yere o kadar sağlam basarsın. (Cenap Şahabettin) Eğri oturalım, doğru söyleyelim. (Atasözü) Erken kalkan yol alır. Yorgun görünüyorsunuz. Kitaplar temiz tutulmalı. ... Pekiştirmeli sıfatlar da bu görevde kullanılabilir. Pekiştirmeli sıfatlar belirteç görevinde kullanıldıklarında bunlara pekiştirmeli belirteç de denir. Dosdoğru söyleyiniz. Apaçık anlattı. Şimdi bambaşka konuşuyor. ... Küçültme sıfatları da niteleme belirteci olabilir: İyice düşündüm. Tren hızlıca gidiyor. Azıcık bekleyiniz. Kısaca anlatayım. Hemencecik anladım. Kapıyı sertçe çarptığı için onu güzelce azarlayacağım. ... Böyle, şöyle, öyle sözcükleri adları tamlayınca niteleme sıfatıdır: Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir. (Şeyh Galip, XVIII.) Eylemleri niteleyince belirteç olur: Sandım olmuş ceste bir fevvare-i ab-ı hayat Böyle gösterdi bana ol kadd-i müstesna seni. (Nedim, XVIII.) Gider hab-ı tegafül didelerden dür olur bir gün Bu meclis böyle kalmaz mestler mahmur olur bir gün. (Veysi, XVII.) Öyle sanıyorum ki Orhan bu konuda böyle düşünmeyecek. ... Yinelenmiş sözcükler de eylemi çeşitli anlamlarla nitelemeye yarar: Güzel güzel anlaşmışlardı. Birden sert sert bakışmaya ve hızlı hızlı konuşmaya başladılar. Yavaş yavaş yürüyelim. ... Rahat rahat uyuyun son aşiyanınızda. (Kemalettin Kamu) Eylemi niteleme görevi, kimi niteleme sıfatlarıyla kendilerine uyan yakıştırma sözlerin öbekleşmesiyle (ikizleşmesiyle) de yapılır: açık saçık gezmek eğri büğrü yürümek saçma sapan konuşmak ... Eylem tabanlarından -e yapılı sözcükler yinelenir (ikileşir): Civarda (Bolu ormanlarında) köpüre köpüre boşa akıp giden bir Ömerler maden suyu varmış... “At Yaylası” nın latişiğini, hele kirazlarının methini anlata anlata bitiremiyorlar. (Refik Halit Karay) Güle güle gidiniz. Korka korka anlattı. Sevine sevine gidiyor. ... Eylem tabanlarından -e ekiyle yapılmış anlamca ilgili ikiz sözcükler de yüklemi niteler: ite kaka, gire çıka, kıra döke, özene bezene, tıka basa... ağlaya sızlaya anlatmak, utana sıkıla istemek ... Düşe kalka hasta-i gam der-i lûtf-i yâre düştü. (Şeyh Galip, XVIII.) Yinelenmiş adlar da eylemin yapılış anlamına belirtisiz bir genişlik, bir abartı anlamı katar: kapı kapı dolaşmak, demet demet toplamak, avuç avuç saçmak... Altı aşınmış pabuçlarıyla diyar diyar dolaşarak “hürriyet” dilenirdi. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi; Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi. (Yahya Kemal Beyatlı) ... sırma saçları zihni gibi perişanlaşarak yüzüne saçılıyor, baygın gözleri büsbütün süzülüyor, yanakları gül gül oluyor. (Billur Kalp, Hüseyin Rahmi Gürpınar) Hep kanı kalbine kaçar; saçları, kaşları, bıyıkları diken diken kabarır. (Tutuşmuş Gönüller, Hüseyin Rahmi Gürpınar) İkinci sözcükleri -e durum eki alan yinelenmiş adlar, ikilemeler eyleme yaklaşıklık anlamı katmaktadır: Yan yana yürüyorlardı. Burun buruna geldiler. Diz dize oturdular. Yüz yüze konuştuk. ... Nerede ise bir İsveç bestesi yüzünden kadeh kadehe, tabak tabağa, boğaz boğaza geleceğiz. (Falih Rıfkı Atay) Yansımalar ve yansımalardan -ir, -il gibi eklerle gelişmiş tabanlarla yinelenerek, ikileşerek, ikizleşerek eylemi niteleyen sözcükler belirteç olur: Çatır çatır kırdı. Harıl harıl okuyor. Horul horul uyudunuz. Püfür püfür eser. Çat pat konuşur. Paldır küldür yuvarlandı. ... Kutuyu açarken yüreği küt küt çarpıyormuş.(Aziz Nesin) -den, -e durum eklerini art arda alarak öbekleşen deyim değerli ikilemelerle ikizlemeler de birer belirteç olur: Havadis kulaktan kulağa yayılmış. Tepeden tırnağa ıslandım. ... -den...-e belirteci, yerine göre, zaman ve yer anlamlarında kullanılabilir. Yansımalardan türemiş eylemlerin kökleri de yinelenir: ... kalkmamak için homur homur homurdanıyordu. (Eşkıya İninde, Hüseyin Rahmi Gürpınar) Yinelenmiş, ikileşmiş dilek-şart kipleri de “ancak” anlamında durum belirteci olur: Bu gemi alsa alsa saatte yirmi mil yol alır. ... Gösterme ve Tanıtma Belirteci: İşte, eylemi göstererek kesinleştirir: Aradığınız ev işte karşıdadır. Bak işte yazıyorum. ... Özneleri gösterirken yüklemi kesinleştiren bir belirteç olur: İşte Orhan geliyor. İşte biz bu hâle düştük. ... İşte Anadolu’nun kıyı ve köşelerinde böyle baharlar, böyle cennetler saklıdır.(Refik Halit Karay) Yinelemeli kullanımlar, anlatıma kışkırtma anlamı katar: İşte sen, işte göğsüm, işte hançer... (Nesteren, Abdülhak Hâmit Tarhan) Yüklemleri düşmüş cümleler, kızgınlık vurgusuyla, tonuyla söylenmeye elverişlidir: İşte başımın belası!.. İşte yaramazlığın sonu!.. Belirteçleri pekiştirirken yüklemlere de farklı anlamlar katar: İşte şimdi gelecek. İşte o zaman görürsün. ... Cümle sonuna gelirse belirtme anlamı kesinleşir: Vermeyeceğim işte!.. Geldim işte!.. Kesinlik Belirteçleri: Elbet, elbette belirteçleri Elbette gider gelen cihana. (Fuzuli, XVI.) Açılur elbet nesim-i nevbahar essün hele Bend-i dil muhkem değil bend-i nikahından senin. (Nedim, XVIII.) Elbette olur ev yıkanın hânesi viran. (Ziya Paşa, XIX.) örneklerinde görüldüğü gibi gitme, açılma, viran olma eylemlerinin olacağından kuşku bırakmıyor, bu eylemleri kesinleştiriyor: ... Vatandaş, herkesin bildiğini söylemekte elbette mahzur görmez. (Falih Rıfkı Atay) Mutlaka, şüphesiz, kuşkusuz sözcükleri de eylemin pekiştirilmesi, kesinleştirilmesi için kullanılır: Mutlaka gitmeliyim. Şüphesiz hepimizden büyüktür. ... Asla, eylemlerdeki olumsuzluk anlamını pekiştirmek ve kesinleştirmek için kullanılır: Kimseye asla minnet etmez. Kurnazlık yapıyor; asla sezdirmiyor. ... Hiç, olumsuzluğu pekiştirmek ve kesinleştirmek için kullanılır: Doğduğumdan beridir âşıkım istiklale, Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale. (Mehmet Akif Ersoy) “mi” soru ilgeci almış olumlu eylemlere “herhangi bir zaman” anlamı katar: Hiç ava gittiniz mi? ... Söyleyiş tonuyla belirtilince karşıtı kastedilen sorulara pekiştirme anlamı katar: Hiç böyle şey olur mu? İnsan arkadaşlarını unutur mu hiç? Hiç devlet ahlak bozuculuğu eder mi? (Dünya, Falih Rıfkı Atay) Sorulu cümlelerin yanıtında tek olarak kullanılır. Ögeleri düşmüş bir cümlenin yerini tutar. Vurgu ve tonla olumsuzluk anlamı pekişir: Bir şey anladınız mı? Hiç! Hiçbir şey anlamadım. Ne mi kazandım? Bir hiç!.. Hiç olmazsa, hiç değilse; “başka bir şey olsa bile, en az, bari” gibi anlamlarla yüklemleri belirginleştirerek durum belirteci olur: Hiç olmazsa günde bir iki kez sokağa çıkar. Hiç değilse ben, bu kitapları okudum. ... Gerçekten, “gerçek olarak” anlamıyla yüklemi kuvvetlendirir. Ne olursa olsun, söze kesinlik katar: Ne olursa olsun gideceğim. Verdiğim sözden, ne olursa olsun, dönemem. ... Dilek Belirteçleri: Keşke, bari, tek sözcükleri; “hiç olmazsa” ve benzeri anlamlarla kullanılır: Keşke ben de o günleri görseydim. Keşke bu işe başlamasaydım. ... Umma Belirteçleri: Umarım ki, umulur ki, inşallah, Allah kerim... sözleri cümleye umma anlamı katar: Bu iş, umarım ki yarıda kalmaz. İnşallah sona erer. Allah kerim, her şeyin kolayı bulunur. ... Olasılık Belirteci: Belki, “olabilir, umulur, ihtimal ki, galiba” anlamları katarak eylemi pekiştirir: Ben şairim o kamet-i mevzunu doğrusu Sevmem desem de belki yalan söylerim sana. (Nedim, XVIII.) Affeyleyelim ki belki bilmez. Bir sürçen atın başı kesilmez. (Şeyh Galip, XV.) Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum; Kesilir belki fakat çekeye gelmez boyunum. (Mehmet Akif Ersoy) Doğacaktır sana vadettiğim günler Hakk’ın; Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın. (Mehmet Akif Ersoy) Yineleme Anlamlı Belirteçler: Yine, gene sözcükleri; bulundukları cümlenin yüklemini yineleme anlamıyla belirtince belirteç olur: Eyvah bu baziçede bizler yine yandık. Zira ki ziyan ortada, bilmem ne kazandık. (Ziya Paşa, XIX.) Her sabahki gibi ortalık gene yağmur içinde. (Kavak Yelleri, Reşat Nuri Güntekin) Tekrar; Tekrar anladım ki yolsuz bir ülkede terakki namına hiçbir iş görmeye, hele ilk tahsil mecburiyetini başarmaya imkân yoktur. (Refik Halit Karay) Kolumun ağrısı dün akşam geçer gibi olduğu hâlde bu sabah tekrar başladı. (Kavak Yelleri, Reşat Nuri Güntekin) Bir daha, bir kez (kere) daha, beş defa, bin defa belirteçleri de eylemin yinelendiğini, yineleneceğini anlatmak için kullanılır: Bu yıl Ankara’ya üç kere gittim. ... Çok kez (kere), ikide bir sözleri eylemdeki yinelenişe belirtilmeyen bir sıklık anlamı katar: İkide bir otomobili durduruyor, ormanın zevkini çıkarmaya çalışıyordum. (Refik Halit Karay) Çok kez (kere) karşılaşır; konuşmadan geçeriz. İki günde bir bize gelir. ... Ara sıra, arada sırada, bazı kere, bazı defa, bazı bazı, kimi kere, kimi kez sözleri ve söz öbekleriyle “bazen” sözcüğü; belirtilmek istenen yinelenişe seyreklik anlamı katmak için kullanılır: Neticeden korkmuştu, ara sıra sertelmeye çalışıyordu. (Reşat Nuri Güntekin) Yanıt (Cevap) Belirteçleri: Sorulara karşılık olarak kullanılan sözcüklerdir. Eylemleri çeşitli yönlerden pekiştirir. Bu görevde kullanılan söz sayısı çoktur: evet, elbet, elbette, pekiyi, şüphesiz, kuşkusuz, hay hay, olur; hayır, yok, asla... - Siz mi yazacaksınız? - Evet. = (Ben yazacağım.) - Yarın gelecek misiniz? - Elbette. Bu görevde başka sözcükler de kullanılır: - Siz de böyle mi düşünüyorsunuz? - Tamamıyla, herhâlde, tabi... - Parayı verecek misiniz? - Hayır. = (Parayı vermeyeceğim.) ... Üleştirme Belirteçleri: Yinelenen, ikileşen ya da ikizleşen üleştirme sayıları da eylemlerden önce gelirse nitelik anlamlı durum belirteci olur: Arabalara üçer üçer binmişler. Masalarda dörder beşer oturuyorduk. Elmaları teker teker topladılar. ... Yukarıdaki belirteçlerin dışında -ce, -cesine yapılı sözcükler de eylemi niteleyerek durum belirteçleri olurlar: insanca yaşamak ; mertçe, erkekçe ölmek ; akıllıca iş yapmak... Kavga edercesine bağırıyor; delicesine koşuyorlardı... Köylüler ta karşıma bağdaş kurmuşlar, konuşmaya fırsat arayarak sabırsızca bekliyorlardı. (Falih Rıfkı Atay) Artık sözcüğü de eylemin gecikmeden yapılmasının gerekli olduğunu göstermek için kullanılan bir durum belirtecidir. Yüklemden sonra gelirse sabırsızlık, dayanılmazlık anlamı pekişir: Artık keseyim yeter figanı; Ervaha dokunmasın ziyanı. Bu ah ki candan eyliyor cûş. Artık anı kendim eyleyim gûş. Artık kalayım sükût içinde Şkretmek için o yâr-ı canı. (Makber, Abdülhak Hâmit Tarhan) Yeter artık! Sus artık! Bıktım artık! Bittim artık! ... Azlık -Çokluk Belirteçleri Sıfatları, eylemleri ve kendi türünden olanları nicelik, azlık - çokluk bakımından kısan ya da pekiştiren sözcüklerdir. Başlıcaları şunlardır: Eşitlik belirteci: Kadar ilgeci, kendinden önce gelen sözcüklerle öbekleşerek sıfatlara eşitlik anlamı katarak belirteç göreviyle kullanılır. Melek kadar uslu çocuk Tüy kadar haŞf çanta ... Senin bugün cennet kadar güzel vatanın var. (Tevfik Fikret) Eyleme de nicelikle ilgili eşitlik anlamı katar: İki saat kadar yürüdünüz. Beş yüz metre kadar koştuktan sonra yarışı bıraktı. Bu kadar düşünmeyiniz. ... O kadar... ki... biçiminde kullanılınca eşitlikten sıyrılarak sıfata ve eyleme sınırsız bir aşırılık anlamı katar: O kadar güzel ki... Dün o kadar yoruldum ki... O kadar çalışkandır ki... İnsanoğlu o kadar garip bir mahlûktur ki yüz verdikçe şımarır. Şımardıkça yüz bulacak olursa daha ziyade şımarır. Cihan anın esiri olsa, ezmek için cihanın haricinde ahrar aramaya kalkışır. (Ahmet Mithat) Sorulu cümlelerde de bu kadar, o kadar sözlerinin temel anlamı, eşitlik olmakla birlikte söyleyiş tonuyla aşırılığa kaymaya elverişli olur: O kadar uyunur mu? Bu kadar yaramazlık görülmüş müdür? ... Üstünlük belirteci: Daha, sıfatları ve belirteçleri üstünlük derecesine çıkarır: Ondan daha iyi bir insan bulunmaz. Daha önce geldim. Daha çalışkan bir öğrenci Bu kalemi beğendim; ama daha güzel bir kalem isterim. ... ile (-le) ilgeciyle öbekleşerek belirteç göreviyle kullanılan adlara üstünlük anlamı katar: Ellerini bu sefer daha şiddetle çarptı... (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Eylemlere “henüz, başka” gibi çeşitli anlamlar katar: Daha uyanmadı. Daha ne istiyorsunuz? Bir saat daha beklemeli. İki lira daha vermelisiniz. ... -den durum ekiyle çekimlenen adlarla tamlanmış kimi sıfatlarda da üstünlük anlamı bulunur: Minareden uzun kavak Kardan beyaz çamaşır Kapıdan geniş pencere... En üstünlük belirteci: En, sıfatları en üstünlük derecesine yükseltir: en şerefli millet, en yakın arkadaş... En güzel çiçek güldür. En yüksek tepeye çıkıyorduk. En âciz, en felekzede millet, kadınlığı hemşire-i cehalet edendir!.... (Tevfik Fikret) Bölüğün en çalışkan eri Yalçın’dır. ... Aşırılık belirteçleri: Aşırılık, gereğinden fazlalık anlamı veren belirteçlerdir: Çok, pek, gayet... Pek sevimli bir kuzu aldım. ... Bolu’dan itibaren şose gayet meskûn ve refahlı bölgeden, Düzce ile Hendek’ten geçiyor. (Refik Halit Karay) Bu belirteçler, niteleme sıfatlarını aşırılık derecesine yükseltir. Eylemlere de aşırılık anlamı katar: Çok yoruldum. Pek usanmış. Pek çok sevineceksiniz. ... Aşırılık belirteçleri yinelenince anlam daha da pekişir: Pek, pek iptidai milletlere yaraşacak olan bu zilletten Türklüğün topluluğunu kurtaralım. (Dünya, Falih Rıfkı Atay) Bu belirteçlerle “en” arasında anlam ayrımı vardır. Karşılaştıralım: Orhan, sınıfın en çalışkan öğrencisidir. Orhan, pek çalışkan öğrencidir. Birinci cümlede bir kıyaslama, bir ölçümleme farkı vardır. İkinci cümlede ise Orhan’ın çalışkanlığı başkalarınınkiyle karşılaştırılmamıştır. Terimleri de buna göre verilmiştir. Fazla; Fazla zayıf ve şahsiyetsiz insanlardan hoşlanmam. (Ruşen Eşref Ünaydın) “Fazla” ile “pek, çok” arasında önemli kullanım ayrımı vardır: Orhan bugünlerde çok çalışıyor. Kitaplarımızın çokluğu Orhan bugünlerde fazla çalışıyor. Kitaplarımızın fazlalığı... Örnekler gösteriyor ki “fazla” sözcüğünde gereksizlik, ondan da ileri zararlılık anlamı vardır. Bu anlam özelliğini göz önünde bulundurarak “fazla” sözcüğünü yanlış kullanmaktan kaçınmak gerekir. Arapçadan Türkçeye geçen fevkalade, harikulade gibi birleşik deyimler de aşırılık belirteci olarak kullanılır. Refik Halit Karay, son yazılarından birinde bu yabancı deyimler yerine “olasıya” sözcüğünü kullanır: Etrafı, dağların en ormanlı ve en güzel biçimleriyle uzaktan çevrilmiş yayvan, ufak; lakin olasıya sevimli ve refah bir kasaba (Bolu)... Ne güzel dağlar onlar. Meşhur Boğaziçi parkları gibi muhtelif ağaçlarla kaplı, olasıya gölgelik... Bu anlamda “alabildiğine” sözcüğü de kullanılabilir. “Çok” belirtecinin karşıtı olan “az” sözcüğü de aşırılık anlamındadır. Yukarıda sıralanan bu belirteçler eylemlere de aşırılık anlamı katar: Çok oturduk. Pek üzüldüm. Fazla konuşur. Bu gece az uyudu. ... Daha çok, en çok, pek çok, daha fazla, en fazla, pek fazla, daha az, en az, çok az biçiminde öbekleşmiş belirteçler de kullanılır. Bu öbeklerdeki sözcüklerin her ikisi de belirteçtir. Birinciler ikincileri pekiştirmektedir. Bu öbekler, diğer belirteçleri de pekiştirebilirler: İşe çok erken başlarız. En geç ayrılan da biziz. Hemen şimdi geldi. Koyu siyah bir palto giymişti. Pek yorgun görünüyordu. Konuşmayı biraz kısa tutsak... Dilde titizliğe önem verenler, bu belirteçlerle pekişerek öbekleşmiş belirteçleri gelişigüzel kullanmaktan çekinirler. Doğrusu da budur. Her belirtecin anlam özelliğini göz önünde bulundurmak gerekir. Aşırılık belirteçlerinden bazıları küçültme ekleri alır: Çokça, fazlaca; Orhan’ı çokça üzgün gördüm. Fazlaca yorgundu da... Azıcık; Bolu’ya iniş azıcık daha kolay oldu. Bolu, zelzele felaketinden sonra kendisini azıcık toplamış. (Refik Halit Karay) Biraz sözcüğü de sıfatların, eylemlerin anlamlarını sınırlar: Biraz çarpıktı. Biraz yürüdüm. Ta; Cedvel-i Sim içre âdem binse bir zevrakçeye İstese mümkün varılmak cennetin ta yanma. (Nedim, XVIII.) Merdivenleri tırmandık, ta üst kata çıktık. (Gecelerim, Ahmet Rasim) Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz’den başlar. (İnce Memet, Yaşar Kemal) Ta Ağrı’nın tepesinde aramışlar bu kalıntıları.... Örnekler gösteriyor ki “ta” belirteci, -den ve -e, kimi kez de -de eki almış tümleçlerin başına geliyor; eylemin başlangıcına, bitimine, yerine, uzaklık ve yakınlıkta “en son” anlamını katıyor. “Kendi” adılını pekiştirdiği örnekler de vardır: İşte ta kendisi... Soru Belirteçleri Soru belirteçleri, yüklemleri ve sıfatları soru yoluyla kısan ya da pekiştiren sözcüklerdir. Ne Ne bakıyorsun? O adam buralarda ne dolaşıp duruyor? “Ne” sözcüğü sıfatlara, ses tonuyla pekişen bir aşırılık anlamı katar; eylemlere de değişik anlamlı soru anlamı katar. Ne, “etmek, eylemek, olmak” yardımcı eylemleriyle “idi, imiş, ise, -dir” ek eylemlerine bir ön ek gibi bitişir: Ben bana zulmeyledim ettim günah Neyledim nettim sana ey padişah. (Yunus Emre, XIII-XIV.) Kendin aldırdın gönül noldun ne hal olmuş sana? (Nedim, XVIII.) Neydi, neymiş, nedir, neyse... Nasıl Bu kayguya yürek nasıl dayansın? (Recaizade Ekrem) Rüzgârlı engin denizden, kuytu bir orman köşesindeki avuç kadar gölün durgunluğu nasıl istenebilir?(Refik Halit Karay) Nasıl düştün bu titreşimli boğuntuya? (Oğuz Kâzım Atok) Niçin (ne için) Beni niçin aradınız? Niçin erken çıkıyorsunuz? Niçin gelmiyor? Bana niçin karamsar olduğumu soranlar var. Ben karamsar değilim, realistim. (Falih Rıfkı Atay) Atatürk, Yalova’ya ne zaman, niçin gelmişti?.. (Atatürk’ün Hastalığı, Ruşen Eşref Ünaydın) Ne diye öbeği de anlatıma pişmanlık sorusu katan bir belirteç görevindedir: Ne diye bu acıklı hatırlara saptım? ... Ne biçim, yüklemlere “nasıl” anlamını katınca belirteç olur: İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen Ne biçim okumaktır? (Yunus Emre, XIII-XIV.) Nice Bu binayı nice gördüler? (Evliya Çelebi, XVII.) Yukarıda sıralanan soru belirteçleri yüklemlere, birbirine yakın anlamda sorular katmaktadır. Hani Hani bir gün seninle Topkapı’dan Geliyorduk; yol üstü bir meydan, Bir çınar gördük... (Haluk’un Vedaı, Tevfik Fikret) Hani çay gelmedi yahu?.. (Mehmet Akif Ersoy) “Hani”nin soru anlamından sıyrılarak “değil” sözcüğünü ve olumsuzluk kavramını çeşitli anlamlar katarak pekiştirdiği de olur: Hani taş atmak için değil de ortalığı neşelendirmek için bir fıkra anlatayım. (Falih Rıfkı Atay) “Ya” ünlemiyle uzamış olan “hani ya” anımsatma belirteci olur: Hani ya sen geçen gün bana, “Gelirim.” demiştin, niçin gelmedin? Ne kadar, sıfatlara ve eylemlere sorudan çok abartı ve nicelik anlamları katarak pekiştirir: Ne kadar tatlı konuşuyordu. Bu dağ ne kadar yüksekmiş. Ne kadar aradım sizi. Ne kadar zengin olsa da... Koşul Belirteci Eğer, koşullu yüklemleri pekiştirir. Konuşma dilinde “şayet” sözcüğünün de bu anlamda kullanıldığı görülür: Eğer demokrasiye inanıyorsak ve memlekette bir hürriyet rejimi kararlaştırması nı istiyorsak bir şeref terbiyesine ihtiyacımız vardır. (Falih Rıfkı Atay) Eğer beğenmiyorsa almasın. Şayet beğenmiyorsa almasın. O gelmezse eğer biz yaparız. O gelmezse şayet biz yaparız. ... Diğer Belirteçler Sırasıyla, bütünüyle, dolayısıyla, hakkıyla durum belirteci olarak kullanılabilir. İyelik eki almış “vaktiyle” sözcüğü de “ile” ilgeciyle kaynaşarak belirteç olarak kullanılmaktadır: Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi? (Tevfik Fikret) Aşağı yukarı, sayı sıfatlarına “tastamam değil, ona yakın...” anlamıyla belgisizlik katar: Aşağı yukarı iki yıl önceydi. O gün, aşağı yukarı elli lira harcadık. ... Şöyle böyle sözü de aynı görevde kullanılır: Şöyle böyle kırk yıllık gazeteciyim. (Falih Rıfkı Atay) “Şöyle böyle bir adam” tamlamasında ise “iyi değil, kötü de değil, orta” anlamındadır. Yinelenen soru sıfatı ve adılı “ne”ler, ses tonuyla beslenince soru anlamından sıyrılarak anlatıma aşırılıkla ilgili çeşitli anlamlar katar, belirteç olur: Koridor çocuk bahçesine döndü. Ne kovalamacalar, ne saklambaçlar... (Refik Halit Karay) BELİRTEÇLERİN YAPILARI Yapılarına göre belirteçler beş grupta incelebilir: • Yalın belirteçler • Türemiş belirteçler • Birleşik belirteçler • Öbekleşmiş belirteçler • Deyim biçiminde belirteçler Yalın belirteçler: dün, yarın, geç, az, çok, en, hep... Türemiş belirteçler: şimdicik, önce, ansızın, akşamleyin, öğleyin... Birleşik belirteçler: bugün, ilk önce, biraz, bıldır (= bir yıldır)... Öbekleşmiş belirteçler: hemen şimdi, güzel güzel... Durum eki almış adların ilgeçlerle öbekleşmesinden oluşan söz kalıpları da vardır: Sabaha karşı uyandım. Akşama değin bekledik. Gece yarısına doğru geldi. ... Bu öbekler, biçim bakımından, cümlede ilgeç tümleçleri; anlam bakımından belirteç tümleçleri sayılır. Deyim biçiminde belirteçler: ikide bir, arada sırada, er geç...
- Zamirler (Adıllar)
Kişi Zamirleri İşaret Zamirleri Belgisiz Zamirler Soru Zamirleri İlgi ve İyelik Zamirleri Zamirlerin Cümledeki Görevleri O gitti, bilmem nereye? Galiba Plevne’ye gitti ve gelmedi; bir daha hiç gelmedi. Ben bundan yirmi sene evvel, bugün sizin olduğunuz gibi, ey aziz kardeşlerim, bir şehidin yetimi olmuştum; benimki de sizinkiler gibi hayatını barut dumanlarına sarmış gitmişti. Bugünkü siz, yirmi sene evvelki bensiniz; ben sizin hissiyatınızı, bütün ruhunuzu bilirim... Ben o yaranın samimi bir aşinasıyım. O yarayı, seviniz; o, sizin ebedi bir nişane-i iftiharınızdır. Söyledim, söyledim, çocukluğumun bütün kalb-i melülünü söyledim. Çünkü herkes size vermek istiyor; ben sizden olmak, alanınıza iştirak etmek suretiyle sizin dertlerinizden bir kısmını almak istiyorum. (Cenap Şahabettin) Yukarıdaki parçada italik harflerle dizilen “o, bu, ben, siz, herkes, nereye” sözcükleri ve -ki; adları anlatmak için kullanılmıştır: o: Anılan kişinin adı yerine (babam) kullanılmıştır. bu: İşaret edilmek istenen nesneyi, içinde bulunduğu günü anlatmak için kullanılmıştır. ben: Söz söyleyeni, yazıyı yazanı anlatır. siz: Kendilerine söz söylenenleri anlatır. herkes: Adları söylemekle bitmeyen ya da söylenmek istenmeyen kişilerin hepsini birden anlatmaya yarayan sözcüktür. Adların, ad öbeklerinin, bazen de cümlelerin yerini tutan ve ad gibi kullanılan sözcüklere adıl ( zamir ) denir. ADIL TÜRLERİ Adıllar, yerlerini tuttukları varlıklara ve tutuş özelliklerine göre beşe ayrılır: Kişi adılları, işaret (im) adılları, belgisiz adıllar, soru adılları, ilgi adılları. Kişi Adılları Dil bakımından kişiler üçe ayrılır: I. Söz söyleyen kişi, birinci kişi II. Kendisine söz söylenen kişi, ikinci kişi III. Anılan kişi, üçüncü kişi Söz söyleyen kişi, cümleye kendi adını katmaz; yerine ben der. İkinci kişiye adını söylemediğimiz durumlarda sen deriz. Üçüncü kişinin adını söylemediğimiz ya da yazmadığımız durumlarda o adılını kullanırız. Kişilerin adları yerine kullanılan sözcüklere kişi adılı denir. Adıllar, adların yerine kullanıldıkları için adlar gibi çoğullanır ve durum ekleriyle çekimlenir. - Siz de gelecek misiniz? = Sen de gelecek misin? - Biz öyle yerlere gidemeyiz. = Ben öyle yerlere gidemem. İkinci tekil kişi adılı “sen”, söze nezaket ve saygı katmak için “siz” olarak kullanılır. “Ben” yerine “biz” kullanılmasında da bir anlam farkı vardır. Yukarıdan bakış, ululanma, böbürlenme veya çekingenlik anlamı sezilir: Biz, onun içindir ki iktidar elindeki kahır ve lütuf imkânlarının hür rejimdeki ölçülere indirilmesini istemişizdir. (Falih Rıfkı Atay) Bu güzel kitabı bana sen vermiştin, kardeşim. cümlesinde ise “sen” yerine “siz” dersek daha ince olur; fakat sıcak içtenlik gider. İçtenliğin üstün olacağı yerlerde “sen” yerine “siz” kullanmak; sözü, soğuk bir yapmacıklık havası içine itebilir. Azarlamalarda, küçümsemelerde, kızgın konuşmalarda da “sen” kullanıldığı olur: Belediye reisi azametle kalkarak: - Yalan söylüyorsun, dedi. Bakkal dişlerini sıkarak: - Sen şimdi görürsün, diye söylendi. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Anlatıma bir genellik, bir öğüt anlamı katmak istenince de “sen” kullanılabilir: Sana ısmarladılar mı bu yalan dünyayı Sen yarını düşünmezsen yarın seni kim düşünecek? (Namık Kemal) Anlatıma abartı katmak isteğiyle birinci ve ikinci kişi adıllarının çoğulları –ler ekiyle bir daha çoğullanır: sizler, bizler. Böyleleri bizlerden ırak olsun. Biz çok iyiyiz; sizler nasılsınız?... -ler çoğul eki almış olan “siz” adılının üçüncü kişi adılı gibi tümleyen olarak kullanıldığı olur: Sarp bir dağ bölgesinde kadınlar, sizlerin yurdunda erkeklerin aldığı vazifeler görürler. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Tanrı için; yurt, ulus, bayrak, sancak gibi kutsal varlıklar için de “sen” kullanılır: Ya İlahi ger sual etsen bana Budur anda cevabım üş sana Ben bana zulmeyledim ettim günah Neyledim nettim sana ey Padişah. (Yunus Emre XIII-XIV.) Sen misin, sen misin garip vatan? (Vaveyla, Namık Kemal) Ulu, yüce kişilere coşkulu hitaplarda da “sen” kullanılır: Atamızsın sen, Adımız senden, Yürür izinden Sana inanan. (Atatürk, Hasan Âli Yücel) Ad Tamlamalarında Kişi Adılları Benim evim, bahçem; bizim evimiz, bahçemiz, Senin evin, bahçen; sizin eviniz, bahçeniz, Onun evi, bahçesi; onların evleri, bahçeleri... Kişi adılları ad tamlamalarında ancak tümleyen olur. Kişi adıllarıyla kurulan tamlamalar, sözcüklerin ikisi de ek aldığı için, belirtili ad tamlamasıdır. Birinci kişi adıllarıyla kurulan tamlamalarda; Tümleyen eki: -im Tümlenen eki: tekilde -(i)m, çoğulda -(i)miz’dir. İkinci kişi adıllarıyla kurulan tamlamalarda; Tümleyen eki:-in Tümlenen eki: tekilde -(i)n, çoğulda -(i)niz’dir. Üçüncü kişi adıllarıyla kurulan tamlamalarda diğer ad tamlamalarında olduğu gibi; Tümleyen eki: -nun Tümlenen teki: -i veya -si’dir. Ad tamlamalarında tümlenen eklerinin düştüğü de görülür: Bizim ev şu sokaktadır. Sizin dükkân da buralarda mıdır?... Kişi adıllarıyla kurulmuş ad tamlamalarında tümleyen tekil kişi adılı kullanılsa da kullanılmasa da tümlenenin çoğul kullanılması anlatıma saygı, ululama anlamı katar: Öğretmenim, kitabınızı getirdim. Verdiğiniz ödevi de getireceğim. Sayın Başkan geliyor. Eşleri de gelecek... “Kendi” sözcüğü Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmışım kalmışım yaylının şiltesine. (Han Duvarları, Faruk Nafiz Çamlıbel) Kendi evim, kendi kitabınız, kendi düşünceleri... söz öbekleri birer ad tamlamasıdır. “Kendi” sözcüğü tümleyendir. Orhan’ın kendisi söyledi. Bu, sizin kendinizi ilgilendirir. Ben, kendimi başkalarıyla ölçmem. Çeşmeden su doldurmaya gelen köyün genç ve orta yaşlı kadınları çok defa meraktan kendilerini alamayıp yavaş yavaş, sessiz sessiz onun yanına sokuldular, kulaklarını onun ağzına yanaştırdılar. (Panorama, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Yukarıdaki cümlelerde “kendi” sözcüğü tümlenendir ve şöyle çekimlenir: “Kendi” sözcüğü şu cümlelerde pekiştirme görevindedir; özneyi pekiştirmektedir. Bu öbeklere pekiştirmeli özne adı verilir: Ben kendim söyledim. Siz kendiniz almadınız mı? O, kendisi götürecek... Bais-i şekva bize hüzn-i umumidir Kemal; Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadına. (Namık Kemal) “Kendi” sözcüğünden tümlenen ekinin düştüğü örnekler de vardır: Babur’un kendi şarkılar bestelemiştir. (Falih Rıfkı Atay) “Kendi” sözcüğü durum eklerini araya gelen /n/ sesi yardımıyla alır: kendini, kendinde, kendinden, kendine. I. ve II. kişilere ait tümlenen (iyelik) eki almış olanlar, durum eklerini aldıklarında bu özellik görülmez: kendimi, kendimde, kendinize, kendinizden... Kişi Adıllarıyla Kurulan Ad Tamlamalarında Tümleyenin Düşmesi (Benim) kardeşim geldi. (Sizin) yemeğinizi getirdim. (Bizim) evimizin kapısı açıldı. (Senin) kalemin nerede? Orhan’ı gördüm, (onun) babası iyileşmiş. Yukarıdaki cümlelerde ad tamlamalarından parantez içindeki tümleyenler atılınca anlatımda bir eksiklik olmaz; çünkü tümlenen kardeşim, yemeğiniz, evimiz, kalemin, babası sözcüklerindeki -im, -iniz, -in, -sı ekleri; tümleyen adılları açıkça gösteriyor. Bu nedenle bu tümleyenlerin düşmesi, daha kısa söyleme yoluyla anlatımı durulaştırdığı için tercih edilir: Oğlum, onu gönlünce yaşat... Ölme fakat sen! (benim oğlum) (Tevfik Fikret) Bir canlı izin varsa yer üstünde silinmez... (senin izin) (Mehmet Akif Ersoy) İşaret (İm) Adılları Korkma; sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O, benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O, benimdir; o benim milletimindir ancak! (Mehmet Akif Ersoy) Son dizelerdeki “o” sözcükleri “al sancak” yerine kullanılmıştır; işaret anlamlı birer adıldır. “Bu, arkadaşım; şu, dostum; o da kardeşimdir.” cümlesindeki “bu, şu, o” sözcükleri de adıldır. İşaret adılları, parmakla gösterilen varlıkların adları yerine kullanılır. İşaret adıllarıyla işaret sıfatları aynı sözcüklerdir: Bu, şu, o. Bu kitaplar benimdir. Şu kalemi kaça aldınız? O çocuğa veriniz. Bunlar benimdir. Şunu kaça aldınız? Ona veriniz... Yukarıdaki ilk üç örnekte “bu, şu, o” sözcükleri “kitap, kalem, çocuk” adlarını işaretle gösterdikleri için birer işaret sıfatıdır. Diğer örneklerde ise “bu, şu, o” sözcükleri “kitap, kalem, çocuk” adlarının yerlerini tutuyor; onun için adıldır. İşaret adıllarında da işaret sıfatlarında olduğu gibi yakınlık uzaklık derecelidir: bu: Yakındakini işaretlemek için: Bu benimdir. şu: Biraz ötedekini göstermek için: şu da sizin. o: Uzaktakini, göz önünde olmayanı işaretlemek için: Atkımı kaybettim; onu bulan var mı? İşaret adılları; adların yerlerini tuttukları gibi önce geçmiş bir kavramın da bir cümlenin, bir önermenin de yerini tutar: Damarlarımızda yaşayan iyi hisler takviye edilsin. Bu, kâfidir. İşaret adılları, adların bütün görevlerinde kullanıldıkları için hem çoğullanır hem de çekimlenir. Öteki, beriki sözcükleri de işaret anlamlıdır: Sıfat olur: öteki ev ... Adıl olur: Berikinden güzeldir ... Öteki beriki istediğini söyleyebilir. Ötekine berikine kulak asma, işine bak. Ötekinin berikinin sözüyle iş olmaz. örneklerinde olduğu gibi ikisi birlikte kullanılınca şu bu, şuna buna, şunun bunun... anlamlarında belgisiz adıl olur. Yer Anlamlı İşaret Adılları Burayı kaça aldınız? Şuradan gidelim. Oranın suyu nasıldır? Yukarıdaki cümlelerde “bura, şura, ora” sözcükleri yer anlamlı birer işaret adılıdır . -ra ekiyle türeyen bu adıllar, daha çok, -si ekiyle kullanılmaktadır: Burası bizimdir. Şurasını yeni aldık. Orasını satacağız... Yer anlamlı adıllar da öbür adıllar gibi eklerle çekimlenir ve cümlede adların bütün görevlerinde kullanılabilir: Ben ölürsem bayrağımın altında ölürüm, şuradan şuraya kımıldamam. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Yer anlamlı adıllar; önceden geçmiş kavramların, cümlelerin de yerlerini tutar: Beyin mühim bir işi var mı? Ciddi bir adamla mı konuşuyor? Kafası yorgun mu? Hiç burasını düşünen yok. (Billur Kalp, Hüseyin Rahmi Gürpınar) Tarz Anlamlı İşaret Sözcükleri “Bu, şu, o”dan gelişen böyle, şöyle, öyle sözcükleri; Böyle elma gördünüz mü? Şöyle bir düşünce ileri sürdü. cümlelerinde birer işaret sıfatıdır. Böylesini görmedim. Öylesiyle konuşulmaz. cümlelerinde işaret adılıdır. Herkes fırsat düştükçe çeşni değiştirmeye can atıyor. Ben de böyleyim, sen de böylesin. (Billur Kalp, Hüseyin Rahmi Gürpınar) örneğinde ek eylemle yüklem olmuştur. Böyle tuttum. fiöyle kırdım. Öyle konuşmayınız... Siyasi havayı öyle bir karıştırmıştı ki... (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Yukarıdaki cümlelerde eylemlerdeki oluş ve kılışın nasıl yapıldığını, nasıl olduğunu gösterdikleri için birer belirteçtir. “Böyle, şöyle, öyle” sözcükleri”; -sine ekiyle de sıfat ya da belirteç olurlar: Ben böylesine bir gönül acısı ömrümde görmedim. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Öylesine yalancı ki doğru söylediği zaman yüzü kızarır. (Falih Rıfkı Atay) Ad Tamlamalarında İşaret Adılları Şunun defteri nerededir? Öylesinin evine gidilir mi? Ötekinin sözü Bunun anlatışı ile onun okuyuşu birbirine benzemez... Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi işaret adılları, ad tamlamalarında ancak tümleyen olur. Kişi adıllarında olduğu gibi anlamda bir eksiklik bırakmıyorsa işaret adılları da düşer: Bu kitapları kaça aldınız? Paralarını verdiniz mi? (bunların paraları) Belgisiz Adıllar Ödevlerinizi gözden geçirdim. Birçoğu pekiyi, birtakımı orta, birkaçı da başarısızdır. Hepinizi başarılı görmek isterim. Başkalarına değil, kendi aklınıza uyunuz. Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için... Yukarıdaki cümlelerde adların yerlerine kullanılan sözcükler birer adıldır. Bu adılların hangi adların yerlerini tuttukları açıkça belli olmadığından bunlara belgisiz adıl adı verilir. Belgisiz adılların çoğu, aynı zamanda belgisiz sıfattır. Ancak arada şu ayrım vardır: Belgisiz sıfatlar adları tamlar: başka insanlar, birkaç kişi... Belgisiz sıfatlarla kurulmuş tamlamalardan adlar düşünce; Başkalarına yardım borcumuzdur. Birkaçı içeri girdi. Öbürleri de içeri girsin. cümlelerinde olduğu gibi belgisiz adıl olur. Belgisiz sıfatlardan adıllaşanlar iyelik eki alır; yani ad tamlamalarında tümlenen olur: bunların hepsi, birkaçı, birçoğu, bazısı, kimisi... Herkes, öte, beri, şey; söylemek istemediğimiz, söyleyemediğimiz, adını unuttuğumuz varlıkların yerlerini tutar: Öteden saikalar parçalıyor âfakı; Beriden zelzeleler kaldırıyor âmakı. (Mehmet Akif Ersoy) Öte beri almak için pazara gittim. Sahibine söylenmeden bir şey alınmaz... Kimse, kimi, kimisi sözcükleri de belgisiz adıl olarak kullanılır: Ne sen bir kimseden incin ne kimse senden incinsin. Dünya talebiyle kimisi halkın emekte Kimi oturup zevk ile dünyayı yemekte. (Ruhi XVI.) Herkesin zevki başkadır: Kimi okumayı sever, kimi gezmeyi sever; kimi musikiden hoşlanır, kimi eğlenceden... Falan sözcüğünün belgisiz adıl gibi kullanıldığı örnekler vardır. Bir addan sonra kullanılınca da o adın benzerleri anlamında belgisiz adıl olur: Canım, dedi, sen bana son defa paramı kurtarmak için bir dava açacağım, bundan bir şey çıkmazsa meclise istida vereceğim, filan falan demiştin hani? (Panorama, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Para falan istemem. Toplantıya çocuk falan getirilmesin... Soru Adılları Sessiz yaşadım; kim beni nerden bilecektir? (Mehmet Akif Ersoy) Ne var, dedim, nereden geldin ihtiyar? Ne adın? (Orhan Seyfi Orhon) Bir zindanda bir mahpus, kasvetin manasını benden daha iyi bilemez. Ne istiyorum, ne arıyorum? Bugünü de nasıl geçireceğim? (Bir Mektup, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Hanginiz anlatacaksınız? Kaça aldınız? Niçin söylemiyorsunuz?... Yukarıdaki örneklerde soru sözcükleri hem soru anlamındadır hem de diğer adıllar gibi adların yerlerini tutmaktadır. Bunlara soru adılı denir. Soru adıllarının başlıcaları şunlardır: • Ne, kim gibi asıl adıllar, • Çekim eki almış hangi, kaç gibi soru sıfatları. Kim adılı, insanları sormak için kullanılır. Ne; insandan başka varlıkları, kavramları sormak içindir. Hangisi adılıyla insanlar da nesneler de sorulur. Kaç, nicelikleri sormaya yarar. Ne adılı, dilek-şart kipiyle öbekleşir. Öbek soru anlamından sıyrılarak -diği (-diğinin hepsi) ortacının anlamını verir: Ne söylese (= söylediğine, söylediğinin hepsine) kimse inanmaz. Ne verdimse (= verdiğimi, verdiklerimin hepsini) az buldu. Ne isteseniz (= istediklerinizi, istediklerinizin hepsini) yaparım... Nereye, nereden, nerede; neden türemiş yer anlamlı sözcüklerdir. “Ne” soru adılı ad tamlamalarının eklerini “su” sözcüğünde olduğu gibi daha çok araya /y/ sesi getirerek alır: Neyi varsa ona atalardan kalmıştır. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Samimi konuşmalarda şöyle de kullanılır: Benim nem, senin nen, onun nesi; bizim nemiz, sizin neniz, onların neleri. Soru adılı “ne”, yer anlamlı -re ekini alır ve durum ekleriyle çekimlenir: nereyi, nereden (nerden), nereye, nerede (nerde), nerdeki... Diğer Soru Adılları Çekim eki almış soru sıfatları da belgisiz sıfatlar gibi soru adılı olur ve cümlede çeşitli görevlerde kullanılır: Bu kalemi kaça aldınız? Hangisi daha ucuz? Hangisini beğeniyorsunuz?... İlgi ve İyelik Adılları İlgi Adılı Orhan’ın boyu uzun, Erdem’inki kısadır. Komşunun kuzusu bizimkinden iri. Kalemimi evde unutmuşum; sizinkini alabilir miyim? Yukarıdaki cümlelerde; Erdem’inki = Erdem’in boyu, Bizimki = bizim kuzumuz, Sizinki = sizin kaleminiz anlamındadır. Örneklerin hepsinde de -ki, belirtili ad tamlamalarında tümleyenin sonuna gelmiş ve tümlenenin yerini tutmuştur. Adların yerlerini tutan bu -ki’ ler adıl sayılır. Belirtili ad tamlamalarında mal, daha geniş anlamıyla iyelik ve ilgi kavramı vardır: Anne: “Benimki benden gitti. Ellerinki yaşasın.” (Hüseyin Rahmi Gürpınar) Tümlenen görevinde olan -ki, tümleyenin malı olan varlığın yerini tutar; ilgi anlamı taşır. İlgi Adılının Çekimi İlgi adılı -ki’nin eklendiği sözcüklerde çekim özellikleri şöyledir: • -ki, çoğul eki almış tümleyenlerin de sonuna eklenir: komşularınki, sizlerinki, arkadaşlarınki... • Çoğul eki, -ki’den sonra da gelir; böylece -ki adılı anlamca çoğullanır: benimkiler, komşununkiler, arkadaşlarınkiler... • Çoğullanmış -ki’ler, iyelik eki -i ile de biçimlenir ve türlü eklerle çekimlenir: benimkileri, Orhan’ınkileri, sizinkilerini, komşununkilerinden, seninkilerine... Durum ekleri araya /n/ sesi alarak gelir: benimkini, bizimkini, onlarınkinde, komşularınkinden... İyelik Adılı İlgi adılı -ki’nin ek-adıl oluşundan örnekseme yoluyla, kişi adıllarıyla kurulan benim başım, senin gözün, bizim evimiz, sizin bahçeniz... tamlamalarındaki tümlenen eklerini (-(i)m, -(i)n, -(i)miz, -(i)niz...) iyelik adılı sayan görüşler de vardır. Zamirlerin Cümledeki Görevleri Adıllar adların yerlerini tutar. Cümledeki görevleri de adlarda olduğu gibidir: Özne olur: O kaça satıldı? Kimse bilmiyor. Birkaçı çalışıyor. Hepimiz oturuyorduk. Hanginiz gördünüz? Kim söyledi? Ben söyledim, siz dinlediniz, o okudu. Bu satılacak; şu, biraz daha bekleyecek. Bizim ev uzakta; sizinki yakın mı?... Nesne olur: Sizi arıyorlar. fiunu gösteriniz. Kimseyi görmedim. Neyi bekliyordunuz? Orhan kendi kalemini değil benimkini aldı... Tümleç olur: Bana anlatınız. Bundan alalım. Nerede beklediniz? Orhan’ın evi bizimkinden güzelmiş. Birçoğunuzla anlaştık... Ad tamlamalarında tümleyen olur: Bunun değeri... Herkesin arkadaşı... Kimin evini arıyorsunuz? Hangisinin kitabı?... Ad tamlamalarında tümlenen görevli adıllar da vardır: Kitaplarımın hepsi öğretmenlerin birkaçı sizin birçoğunuz Onun nesi kırıldı? Zavallı yavrucağın kimsesi yoktur. ... Ek eylem alarak yüklem olur: Bendim geçen ey sevgili sandalla denizden. (Yahya Kemal Beyatlı) Tarihi yazan benim; yapan siz. (Abdülhak Hâmit Tarhan) Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak, Neler yapmış bu millet en yakın tarihe bir sor, bak. Yerim sensin, göğüm sensin; cihanım, cennetim hep sen; Nasıl bir şanlı millet çıktı gördüm hasta sinenden. (Süleyman Nazif) Özne Olan Adılların Düşmesi Yüklemlerdeki çekim ekleri, öznenin kaçıncı kişi olduğunu göstermeye yeter. Örneğin Yarın Ankara’ya gideceğim. Öğrenciyiz, İzmirli misin? Bunu dün anlatmıştınız. cümlelerinde özne olan “ben, biz, sen, siz” adılları kullanılmamıştır. Bu düşme, kişi adıllarının tümleyen olduğu belirtili ad tamlamalarında da görülür. Kişi adılları kullanıldığında cümlelere pekiştirme anlamı katar. Belirtme vurgusu da bu pekiştirmeyi güçlendirir.
- Adlaşmış Sıfatlar (Sıfatların Ad Gibi Kullanılması)
Her sıfatın ana görevi bir varlığı nitelemek, belirtmek; yani bir adı tamlamaktır. Sıfatla ve adla kurulan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Her sıfat tamlamasında temel sözcük addır. Sıfat, onun anlamını tamlar. Dünyanın değişmez ilkelerinden biri de şudur: Az emek, çok iş. Bütün çabalar buna yönelmiştir. Fabrikalar, makineler, bütün uygar buluşlar, durmadan sürüp giden araştırmalar, hep bunu sağlamak içindir. “Az emek”in dilde de önemi sonsuzdur. Az sözcükle çok nesne anlatmak, anlamca bir eksiklik bırakmamak üzere elden geldiğince sözcük atarak anlatımı kısaltmak önemli bir başarıdır. Kolayca anlaşılacak durumlarda sıfat tamlamasından ad düşer, anlamıyla eki sıfata geçer. Çalışkan insanlar başarı gösterir. Çalışkanlar başarı gösterir. Çalışkan insanlar sıfat tamlamasından insan sözcüğü düşmüş, anlamıyla çoğul eki çalışkan sıfatına geçmiştir. “İnsan” adının anlamını içine alan çalışkan sözcüğü -aslında sıfat olmakla birlikte- bu cümlede adlaşmıştır: “Zenginler, yoksulları düşünmelidir.” cümlesindeki zenginler, yoksulları sözcüklerinin anlamı açıktır: Zengin insanlar, yoksul kimseleri düşünmelidir, demektir. Kolayca ve iyice anlaşılacağı için adlar düşmüş; anlamları ekleriyle birlikte kendilerine geçmiştir. Bütün sıfatlar -kolayca ve iyice anlaşılmak koşuluyla- bu şekilde adlaşır. Kimi sıfatların adlaşma derecesi giderek artar; ayırt edilemez olur. Böylelerini konuluş anlamına göre değil kullanılışına uygun olanıyla değerlendirmek gerekir. Çekim eki alan her sıfat adlaşmıştır. Adlaşmış yalın sıfatlar da çoktur: Yayladan inerken bir güzel gördüm Ağlar melil melil bilmem nedendir? Ak yerine karaları başına Bağlar melil melil bilmem nedendir? (Karacaoğlan) Hikâye, söyleyenin ve dinleyenin heyecanını artırarak gelişiyordu. (Atatürk’ün Hastalığı, Ruşen Eşref Ünaydın) Akşamları “serin”e yavaş yavaş “soğuk” demeğe başladık. Ağaç yaprakları arasında solmuşlar bile var. (Falih Rıfkı Atay) Yüzde yetmişi okur yazar olmayan bir memlekette... Adlaşmış Sıfatların Cümledeki Görevleri Adlaşmış sıfatlar, cümlede ad gibidir: • Özne olur: Hırsız, Mehmet’e doğru geliyordu. (Reşat Nuri Güntekin) Büyük buyurur, küçük yapar. Çalışan kazanır... • Nesne olur: Tembeli babası da sevmez. Yaramazı gördünüz mü? Zaman yeniyi doğurmak için eskiyi bütün hışmıyla öldürür. (İffet, Hüseyin Rahmi Gürpınar) • Tümleç olur: İnsanın söylemezinden, suyun şarlamazından kork. (Atasözü) Usludan örnek al. Haylaza bakma. Yedincide dur. ... derim de pek az kimse inanmışa benzer, birçokları gülere benzer. (Falih Rıfkı Atay) • Edimi niteleyerek eylemlere belirteç olur. • Ad tamlamalarında tümleyen olur: çalışkanın notu, birçoğunun anlayışı, binin yarısı, öğrenci sırası... • Ad tamlamalarında tümlenen olur: sınıfın çalışkanı, ulusun sevgilisi, dünya güzeli, adamın biri, sözün doğrusu... Ovanın yeşili, göğün mavisi Ve minarelerin en ilahisi... (Ahmet Hamdi Tanpınar) • Adlar gibi hitap ve ünlem de olur: Dolaş da yırtıcı arslan kesil behey miskin! Niçin yatıp kötürüm tilki olmak istersin? Elin kolun tutuyorken çalış kazanmaya bak Ki arağınla geçinsin senin de bir yatalak! (Mehmet Akif Ersoy) • Ek eylem alarak cümlenin yüklemi olur: Tanrı uludur! Pek naziksiniz. Çok güzelmiş. Orhan beşincidir. ... • Yüklemi sıfat olan cümleler devrik de olur: Açıktır pencere. Güzeldir bugün hava. Üzgünmüş Yalçın. ... Bu cümlelerden ek eylem düşünce kimileri sıfat tamlamasına benzeyebilir. Bu benzerliği; konuşmada belirtme vurgusu, yazıda da sıfattan sonra konacak virgül önleyebilir: Güzel, bugün hava. Açık, pencere. Üzgün, Yalçın. ... • Adlaşmış ortaçlar da özne ve tümleç olur; ek eylem alarak cümlelerin, temel önermelerin yüklemi olur: Koşan elbet varır; düşen kalkar; Kara taştan su damla damla akar. Birikir sonra bir gümüş göl olur; Arayan, Hakkı en sonunda bulur. (Tevfik Fikret) Parayı veren, düdüğü çalar. (Atasözü)
- İsim (Ad) Tamlamaları
Adlar cümlede özne, nesne, tümleç oldukları gibi başka sözcükleri de tamlar. Ad, adı tamlayınca ad tamlaması (ad takımı) oluşur. Orhan’ın evi, okul defteri, demir kapı, benim evim, sizin tarlanız, onların dileği, çalışmanın faydası... Tamlamalarda ikinci adlar tümlenendir; yani asıldır. Birinci sözcükler tümleyendir. Ad tamlamaları, eklerine göre üçe ayrılır: I. Sevim’in kalemi, Orhan’ın paltosu, Ali’nin bileği... II. yazı kalemi, çocuk paltosu, erkek bileği... III. altın kalem, yün palto, demir bilek... Belirtili Ad Tamlaması (Birinci Türlü Ad Takımı) Sevim’in eli, ağacın dalı, Ülkü’nün iğnesi, Erdem’in kuzusu... örneklerinde sözcüklerin ikisi de ek alıyor: • İki ad arasında iyelik ilgisi ile kurulan bu tamlamalarda tümleyen eki -in tümlenen eki -i’ dir. • Eklerin ikisinde de -i’ler ünlü uyumuna göre değişerek -in, -ın, -un, -ün;-i,-ı, -u, -ü olur. Türkçede iki ünlü yan yana gelmez. Ünlü ile biten sözcüklere ünlü ile başlayan ekler gelince bu yan yana gelişi önlemek için araya kaynaştırıcı bir ünsüz harf girer. • Tümleyeni kişi adılı olan ad tamlamalarında tümleyen, çok kez, söylenmez: Kardeşim, kaleminizi verir misiniz? Belirtili Ad Tamlamasının Anlamı: Belirtili ad tamlamalarında başlıca şu anlamlar vardır: • Belirtili bir iyelik anlamı vardır: Çocuğun gömleği ile çocuk gömleği tamlamalarından birincisini ancak belli bir çocuk için kullanırız, ikincisinde belirlilik yok, genellik vardır; çocuklara özgü gömlek” demektir. • Toplumsal ilgiler belirtmeye yarar: Orhan’ın babası, annesi, kardeşi, arkadaşı, dostu, düşmanı, komşusu; benim dayım, sizin teyzeniz... • Yerlerle ilgileri belirtir: Yalçın’ın sokağı, mahallesi, köyü, memleketi; bizim yurdumuz... • İç benlikle ilgili kavramları belirtir: çocuğun zekâsı, usu, üzüntüsü, vicdanı; senin talihin... • Kişisel oluşları belirtir: Sevim’in yürüyüşü, hastalığı; sizin sağlığınız... • Türlü yönlerden ilgiler belirtir: sözün doğrusu, olayın nedeni, arkadaşların birkaçı, okulun birincisi, onun okuması... Tümleneni sıfat olan ad tamlamaları da kullanılır ve kimileri o sözcüklerle kurulmuş sıfat tamlamalarından daha belirgin bir anlam verir. Karşılaştıralım: Çiçeğin güzeli, sözün doğrusu, arkadaşın biri, tarlanın hangisi... Güzel çiçek, doğru söz, bir arkadaş, hangi tarla... Bu durumlarda tümlenenleri adlaşmış sıfat ya da adıl saymak daha doğru açıklama yoludur; çünkü bu biçimde oluşmuş her tamlamanın çevirisinde anlam yakınlığı bulunmuyor. Deneyelim: Ailenin büyüğü, Ankara’nın yerlisi, okulun çalışkanı, sınıfın birincisi... tamlamalarını sırasıyla sıfat tamlamalarına çevirelim. Anlamın ne denli değiştiği görülür: Büyük aile, yerli Ankara, çalışkan okul, birinci sınıf... Belirtisiz Ad Tamlaması (İkinci Türlü Ad Takımı) Ders aracı, yaz günü, okul müdürü, Ankara armudu, Türk yurdu... örneklerinde sözcüklerden biri, tümlenen ek alıyor. Belirtisiz ad tamlamaları, tümleyen eki bulunmadığı için belirtili ad tamlamalarına göre daha geniş sınırlı olur; genel olarak bir belirsizlik taşır ve çeşitli anlamlarda kullanılır: • erkek eldiveni, okul kitabı, Türk bayrağı, yolcu uçağı... örnekleri birer genel varlığa özgüdür. • armut ağacı, gül Şdanı, bulgur pilavı, şeker pancarı... tür göstermek için kurulmuştur. • kardeş sevgisi, anne şefkati, çimen yeşili, ayva sarısı, yıldırım hızı... örneklerinde tümleyenler tümlenenlerin niteliğini gösteriyor. • deniz tutması, deprem yıkıntıları, sinir hastalığı, sel felaketi... örneklerinde tümleyenler tümlenenlerin nedenidir. • Fincan böreği, tespih böceği, parmak üzümü... örneklerinde tümleyenler tümlenenlerin neye benzediğini gösteriyor. • belediye başkanlığı, tabur komutanlığı, fabrika işçiliği... de birer görev adıdır. Bu tamlamalardaki -lik eki olmazsa görevi yapan, görevli anlamına gelir: belediye başkanı, tabur komutanı, fabrika işçisi gibi bu tamlamaların hepsi de genellik anlamı içindedir. • Şehir, yer özel adlarıyla yapılan görev anlamlı belirtisiz ad tamlamalarında bu genellik anlamı daralır ve belirsizlik ortadan kalkar: Ankara Valiliği, Ankara Valisi; İngiliz Kralı, İngiltere Krallığı; Amerika Elçiliği, Amerika Elçisi; Kanlıca Muhtarlığı, Kanlıca Muhtarı... • çiçek bahçesi, kimsesizler yurdu, taş ocağı, kuş yuvası, savaş alanı, oyun salonu gibi örnekler; tümleyenlere özgü yerleri anlatmaktadır. • Yer adları olmaya elverişlidir: İskenderun Limanı, Taksim Alanı, Konya İstasyonu, Sakarya Köprüsü, Ankara Caddesi, Taşkent Sokağı... • Kurum ve kurul adları olur: Ziraat Bankası, Türk Dil Kurumu, Öğrenci Birliği, İşçi Sigortası, Fen Fakültesi, İş Bankası... • Mecazlı anlatımlara elverişlidir: umut ışığı, gönül avcısı, akşam güneşi, ömür törpüsü... • Belirtisiz ad tamlamalarında; tümleyenler, şehir ve yer adları olunca varlıkların yetiştiği, çıktığı yerleri, cinslerini belirtir: Amasya elması, Ankara keçisi, Van kedisi, Antep fıstığı, Rize çayı... Tümleyen, kişi adları olunca onlara ilişkin yapıtları, buluşları belirtir: Fuzuli Divanı, Naima Tarihi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Arşimet Kanunu... Böyle örneklerin belirtili ad tamlamalarıyla anlatıldığı da olur: Reşat Nuri’nin romanları, Yakup Kadri’nin Yaban’ı, Ziya Gökalp’ın makaleleri, Sait Faik’in hikâyeleri... • Tümleyeni kişi adı, tümleneni sıfat ve sıfat gibi kullanılmaya elverişli olan belirtisiz ad tamlamaları yerme, aşağılama için de kullanılabilir: Orhan yaramazı, Ali çapkını, Musa budalası,... toplanıp da neler yapmışlar neler!... edepsizi..., domuzu..., hınzırı..., serserisi... • Osmanlıcada Arapça, Farsça sözcüklerden -i ekiyle yapılan sıfatlarla kurulmuş tamlamaların birçoğu, dilimize bu belirtisiz ad tamlamalarıyla çevrilmiştir: lisan-ı Farisi, takvim-i şemsi, ticaret-i bahriye; Fars dili, güneş takvimi, deniz ticareti... • Kaynaşıp bileşik ad olan örnekler de çoktur: Adapazarı, Boğaziçi, Kuşadası, İnönü, Dadaloğlu, hanımeli, dil bilgisi... Kullanım alanı çok geniş olan belirtisiz ad tamlamalarının anlamları da çok çeşitlidir. Yukarıdaki açıklamalarda yer almayan diğer örnekleri bulmak sizin için güç olmayacaktır. Takısız Ad Tamlaması (Üçüncü Türlü Ad Takımı) Demir çubuk, bakır kap, yün çorap, tunç bilek, taş yürek... Tamlamayı kuran sözcüklerin ikisi de ek almıyor. Bu tamlamalar anlam bakımından ikiye ayrılır: • Tümleyen, asıl adın neden yapıldığını gösterir: mermer saray, kerpiç duvar, ipek gömlek, tahta sandık, lastik top, taş köprü, bakır mangal, keten gömlek... • Tümleyen, asıl adın neye benzediğini gösterir: aslan asker, tunç bilek, taş yürek(li), sırma saç, demir pençe, çelik irade, şeytan adam... Bu çeşit tamlamalar, benzetmelerin en kısası ve anlamca en güçlüsüdür. Takısız ad tamlamalarında tümleyen, -den ekiyle çekimlenmiş de olabilir: mermerden saray... Ad Tamlamalarında Sözcük Türleri: Ad tamlamaları; • Ad soylu sözcüklerle; ad, adlaşmış sıfat, adıl, belirteç, ünlemlerle kurulur: evin duvarı, düşenin dostu, onun kardeşi, arkadaşların çoğu; ahların vahların uzaması, öğrencilerin üçü, işin kötüsü, sözün kısası... • Eylem soylu sözcüklerle (eylemsilerle) de ad tamlamalarının kurulduğu olur: Orhan’ın yazdığı yazacağı; bunun olup olmayacağı... • Bağımsız cümleler de ad tamlamalarına girer: “Yalnız duyan yaşar.” sözü derler ki doğrudur. (Düşünce, Yahya Kemal Beyatlı) “Vakit nakittir”in doğruluğu... Yaşa, var ol sesleri alanı dolduruyordu. Ad Tamlamalarında Sözcüklerin Yer Değiştirmesi: Türkçe tamlamalarda tümleyen önce, tümlenen sonra gelir. Bu sıranın ölçü ve uyak (kaŞye) düzeni yüzünden koşuklarda değiştiği az da olsa görülür: Postu sırtında gezer hayvanın. = (hayvanın postu) İlmi sadrında olur insanın. = (insanın ilmi) (Sümbülzade Vehbi, XVIII.) Koçyiğitler elde silah tutuyor. Zafere çıkıyor yolu Afyon’un. = (Afyon’un yolu) (Afyon Türküsü, Osman Atillâ) Nema’rekeydi çepçevre göğsü kandı yerin. = (yerin göğüsü) (Vahdet, Mehmet Akif Ersoy) Devrik cümlelerde, konuşma dilinde de bu değişmelere rastlanır: Çocuklar, serin sularına daldılar denizin. = (denizin serin sularına) (Efsaneler, Ali Püsküllüoğlu) Açıldı mı kapısı sınıfın? = (sınıfın kapısı) Bu yer değiştirme ancak belirtili ad tamlamalarında olur. Ad Tamlamalarında Sözcük Düşmesi: • Soruya yanıt olan cümlelerde: Tümlenen düşer: - Turgut kimin kardeşidir? - Orhan’ın... Tümleyen düşer: - Turgut, Orhan’ın nesidir? - Kardeşidir. • Yinelememek için de tümlenen düşer: Bu defter benim (defterim) dir. Şu ev çobanın (evi) dır. Elimdeki kalem sizin (kaleminiz) dir. Mesut ve ileri Türkiye’nin saadeti herkesindir. = (herkesin saadetidir.) (Falih Rıfkı Atay) • Özel ad bulunan tamlamalarda; “oğlu, kızı...” tümlenenleri, yinelenmiş olacağı için, düşürülebilir: Muhtarın (oğlu) Memiş, Hasan Dayıların (kızı) Fatma, İmamın (kızı) Zehra... • Kişi adıllarıyla kurulan tamlamalarda tümleyen sık sık düşer: (Benim) kardeşim, (sizin) babanızı tanıyor... • Üçüncü kişilere ait iyelik (tümlenen) eki almış sözcükler vardır ki tümleyenlerin bulunduğu ve düştüğü artık düşünülmez olmuştur: süresi dolmadan, ellisinde bir kadın, yetmişini bulmuş bir adam, iyisi mi, doğrusu, başkası, çoğu, birkaçı, öbürü, hangisi, nicesi... Burası, şurası, orası nasıldır? Böylesi, öylesi görülmüş müdür? Bazısı (bazıları) böyle söyler. Biri geldi. Önemi yok... Ad Tamlamalarında Araya Sözcük Girmesi: • Orhan’ın beş gün önce kaybolan defteri bulundu. Şehrin, şimdiye değin görmediğim bir semti... Memleket ve milleti korumaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu mütehassıs ve birer âlim olmaları lazımdır. (Atatürk) örneklerinde olduğu gibi belirtili ad tamlamalarında tümlenenin sıfatları ve sıfat öbekleri araya girer. • Belirtisiz tamlamalarda ve takısız tamlamalarda araya sözcük girmez. Bunlarda tümlenenin sıfatları tamlamaların başına gelir: siyah güneş gözlüğü, ucuz okul önlüğü, dört fabrika işçisi, Büyük Millet Meclisi, büyük mermer saray, küçük demir kapı... • Belirtisiz tamlamanın başına, tümlenenin neden yapıldığını gösteren ad gelir. Böylece belirtisiz ve takısız tamlamaların öbekleştiği görülür: Hasır yemek sepetlerinin altında kullanılmaktan eskiyen... (İshak, Onat Kutlar) Altın kol saati, yün erkek çorabı, gümüş çay kaşığı... Bunlara karma tamlama adı da verilir. Ad Tamlamalarının Çoğullanması: Çocukların oyunu, evin pencereleri, öğrencilerin kitapları... Belediye başkanları, gül fidanları, müdürler toplantısı, yürekler acısı, kahramanlar yurdu, avuçlar dolusu... Taş bebekler, demir bilekler, çelik süngüler, yün ceketler... Yukarıdaki örnekleri incelersek şu sonuçları elde ederiz: • Belirtili ad tamlamalarında, anlam gereğine göre, sözcüklerden biri ve ikisi de çoğullanır. • Belirtisiz ad tamlamalarında sözcüklerden ancak biri çoğullanır. • Takısız tamlamalarda yalnız tümlenenler çoğul eki alır. • Çoğul eki, türetme eklerinden önce gelir. Zincirleme Ad Tamlaması Şehrin sokaklarının temizliği, çocuk kitapları sergisi, belediye başkanları toplantısı, Orhan’ın kardeşinin tarih kitabı, Sevim’in teyzesinin oğlunun arkadaşı, (sizin) teyzenizin torunu, (benim) halamın kızı... Örneklerde görülüyor ki: • Her tamlama bir ad sayılıyor ve başka bir ada tümleyen oluyor. • Böylece ikileşen tamlama da bir başka ada tümleyen olabilir. Bu yolla, tamlamaların üçlüsünü, dörtlüsünü ve daha çoğunu da kurabiliriz. Bunlara zincirleme ad tamlaması adı verilir. İkiyi aşan tamlamalar, kullanışlı değildir; bu tür tamlamalardan sözde de yazıda da kaçınmakta yarar vardır. İkililer içinde de çok hecelilerin söylenişlerindeki ağırlık hoşa gitmez. Odanızın pencerelerinin açıklığı, küçüklerin teyzelerinin oğulları gibi örneklerde de gördüğünüz gibi aralıklı da olsa ikiyi aşan zincirlemeler kullanışlı değildir: Okulumuzun üçüncü sınıflarının dün sona eren sınavlarının sonuçlarını bildiriyorum. Yukarıdaki gibi cümlelerde sevimsizliği gidermek veya azaltmak için tamlama sadeleştirilebilir: Üçüncü sınıfların sınav sonuçlarını bildiriyorum. Anlatımı cümlelere bölmek yoluna gidilebilir: Üçüncü sınıfların sınavları sona ermiştir; sonuçlarını bildiriyorum... Ad Tamlamalarında Tümlenen Ekinin Art Arda Gelmesi: Türkçede görevleri aynı olan ekler art arda gelmez. Tümleyen ve tümlenen ekleri de böyledir. Ancak: • Birkaç sözcükte tümlenen ekinin art arda geldiği görülür: birisi, kimisi... Bu ekler, sözcüklerin gövdelerine kaynamıştır, kalıplaşmıştır. • Belirtisiz ad tamlamalarının kaynaşmasıyla oluşmuş birkaç birleşik adda da iki tümlenen ekinin art arda geldiği görülür: onbaşı - takımın onbaşısı, yüzbaşı - bölüğün yüzbaşısı; Orhan’ın kahvaltısı, ayakkabıları... • Ad tamlamalarında çoğul eki -ler, tümlenen eki -i’den önce gelir. Şu örneklerde ekle gövde büsbütün kaynaştığı için -ler, en sona gelir: onbaşılar, yüzbaşılar, yılbaşılar, kahvaltılar, ayakkabılar...
- İsimlerin Cümledeki Görevleri
Varlıkları tanımaya yarayan adların kullanım alanı çok geniş ve çeşitlidir. • Adlar cümlede özne olur: Turgut geldi. Orhan çalışacak. Sevim gülüyor. Tarla ekildi. Kuş uçar. örneklerinde birinci sözcükler öznedir. Özneler yalın durumda bulunur. • Adlar cümlede nesne (düz tümleç) olur: Orhan’ı gördük. Önder’i arıyordu. İzmir’i gördünüz mü? Pencere açalım. Yurdumuzu her şeyden çok severiz. Örnek cümlelerin birinci sözcükleri nesnedir. Nesneler iki türlüdür: Belirtili nesne: -i durumunda bulunur. Belirtisiz nesne: -i eki almaz; yalın durumda bulunur. • Adlar cümlede dolaylı tümleç olur: Kardeşim yarın Ankara’ya gidiyor. Oturmaktan usandım. İyilik etmeye çalışalım. Gönüllerimizde yurt sevgisi var... Dolaylı tümleçler -den, -de, -e durum ekleriyle çekimlenir. • Adlar cümlede ilgeç tümleci olur: Vatan için ölmek de var. (Küçük Asker, Tevfik Fikret) Eskiden araba ile gidilen yerlere şimdi uçakla gidiliyor. Askerlerimiz arslanlar gibi çarpışıyorlar... • Zaman adları ve öbekleri zaman belirteci olur: Bu akşam daldan dala uçuyordum bahçede. (Kelebekler, Faruk Nafiz Çamlıbel) On gün bekledik; iki saat daha bekleyelim. Yarın gelir... • Adlar cümlede bir adı tümler: Mermer şadırvanda şakırdayan su. (Bursa’da Zaman, Ahmet Hamdi Tanpınar) İstanbul’un havası güzeldir. Yurt sevgisi hiçbir şeyle ölçülemez... • Adlar ek eylem alarak yüklem olur: Bir adım kelebektir, melektir öbür adım. Ben sevinçle kardeşim; bana kelebek derler. Belli ki kardeşsiniz nazlı çiçeklerle siz. (Kelebekler, Faruk Nafiz Çamlıbel) Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı. Oralar başka bir cihandı. (Forsa, Ömer Seyfettin) • Adlar hitap olur, her coşkulu hitap ünlem sayılır: Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın! (İstiklal Marşı, Mehmet Akif Ersoy) Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! (Atatürk) Güzel Marmara, menekşelendin! Daha bir saat önce pek şendin: Bahardın, gülşendin!.. Ey güzel İstanbul, Ey şiirin yuvası... gül, neşe bul! (Ali Canip Yöntem)
- İsim (Ad)
Varlıklara Verilişlerine Göre Adlar Adlar, varlıklara verilişlerine göre özel ad ve tür adı olmak üzere ikiye ayrılır: Özel ad: Bir tek varlığa verilmiş tanıtıcı sözcüktür: Balkan, Bayron, Rakofça, İstanbul, Toros, Akdeniz, Asya, Zeynep... gibi kıta, bölge, köy, kent, dağ, deniz, ırmak, sokak ve kişi adlarıyla kimi hayvanlara takılmış sözcükler özel addır. Ulus, yurt, devlet ve millet adları özeldir: İngiliz, Arap, Birleşik Amerika, İran... Gazetelere, kitaplara verilmiş adlar özeldir: Vatan, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Çalıkuşu, Sinekli Bakkal, Türkçe Sözlük... Kurum, dernek, okul, hastane ve devlet dairelerinin adları özeldir: Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Başbakanlık, İstanbul Erkek Lisesi, Kızılay, Numune Hastanesi, Adana Belediyesi... Dil adları özel addır: Türkçe, Farsça, Almanca, İngilizce, Uygurca, Latince, Arapça... Kişilerin adlarıyla soyadları özeldir. Okulda, yurtta, yeryüzünde Turgut, Yalçın, Sevim, Ahmet adlı birçok kişinin bulunması bu sözcükleri özel ad olmaktan çıkarmaz; çünkü bu adlar, onların her birine ayrı ayrı verilmiştir. Tür adı: Bir türden olan varlıkların hepsine verilmiş addır: deniz, şehir, alev, hasret, dağ, hava, özgürlük, dere, duygu, bölük... Pamuk sözcüğü, bilinen nesneyi anlatıyorsa tür adıdır. Bir kediye verilmişse özel addır: Bir kilo pamuk..., Bu akşam Pamuk miyavlıyordu. ... Kişi adlarıyla soyadlarında da böyle olanlar vardır: “Dün kayalara tırmandık.” cümlesindeki “kaya” belli varlığın genel adıdır. “Arkadaşım Kaya anlatıyordu.” cümlesinde ise “Kaya” bir kişinin adıdır; özel addır. Güneş, ay, dünya... sözcükleri, genel olarak birer tür adı gibi kullanılır ve büyük harfle yazılmaz. Ancak “Ay, Dünya’nın uydusudur. İkisi birden Güneş’in yörüngesinde döner.” cümlesinde olduğu gibi bu sözcüklere birer özel ad değeri verilince büyük harfle yazılır. Tür adları, varlıkları kavrayış ve anlatış bakımından şöyledir: • Tür adı olan her sözcük, o türün bireyleri için de kullanılır. Kuzu meliyor. Atılan taş camı kırdı. Bu, bir bilim sözcüğüdür... • Tür adı olan her sözcük, o türün hepsini ya da bir kısmını toptan anlatır. Gül dikensiz olmaz. (Atasözü) Balık suda yaşar... • Biçimce çoğullanmamış, -ler eki almamış tür adlarının çoğul yerine kullanıldığı da olur. Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak! (Türk İlahisi, Süleyman Nazif) Gülü seven dikenine katlanır. (Atasözü) Çağımızın en kolay, en rahat taşıtı uçaktır. örneklerindeki dede, gül, seven, diken, uçak sözcükleri dedeler, güller, sevenler, dikenler, uçaklar anlamında kullanılmıştır. Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. (Atasözü) cümlesinde olduğu gibi yinelenmiş tür adlarında da çoğulluk açıktır; dağlar birbirine, insanlar birbirine anlamındadır. Varlıkların Oluşlarına Göre Adlar Varlıkların oluşlarına göre adlar somut ad ve soyut ad olmak üzere iki türlüdür: Somut ad: Duyularımızla anlaşılan(özdek) varlıklara verilmiş adlardır: deniz, ev, Ankara, yaprak, Marmara, bitki, Turgut, kuş, mikrop... Soyut ad: Duyularla anlaşılamayan (özdek olmayan); ancak akılla (usla) tasarlanan varlıkların adıdır: sevinç, dilek, yiğitlik, ülkü, arkadaşlık, uyku, üzüntü, özgürlük... Varlıkların Sayılarına Göre Adlar Varlıkların sayılarına göre de adlar tekil ad ve çoğul ad olmak üzere iki türlüdür: Tekil ad: Bir varlığı anlatmaya yarayan addır: çiçek, taş, çocuk, öğrenci, Atatürk, Ankara, üzüntü, ülkü, sevgi... Çoğul ad: Birden çok varlığı anlatmaya yarayan addır: çiçekler, taşlar, öğrenciler, ülküler, üzüntüler, okullar, tarlalar... Türkçede bütün sözcükler tekildir. Ad soyundan olan sözcüklerle eylemlerin üçüncü kişileri -ler ekiyle çoğullanır. Çoğul Ekinin Başka Görevlerde Kullanılışı: • Çoğul eki -ler, öz anlamından sıyrılarak adlara aile anlamı katar: Oğuzlar, Selçuklular, Osmanlılar, Gazneliler... • 1. ve 2. kişilere ait iyelik eki almış soydaşlık adlarından sonra gelen -ler, çoğulluk anlamından sıyrılarak o soydan olanların birkaçını, hepsini ya da evlerini anlatmaya yarar: Dedemler gelecek. Dayımlar çağırıyor. Ablanlara gidelim mi? • Tümleyeni düşmüş ad tamlamalarında, tümlenene getirilen -ler eki, kimi durumda, sonuna geldiği sözcüğün değil tümleyenlerin çoğul olduğunu göstermeye yarar: Üç kardeş, kapı önünde oturup annelerini bekliyorlar. Her şeylerini sattılar. Ellerinde bugün bir tek evleri var. Pek çok sıkılmışlardı. O akşam bir tek liralarıyla ancak ekmek alacaklardı. Bir inekleri, üç keçileri, iki koyunları var... • Çoğul ekinin abartma anlamında kullanıldığı da olur: Kanlara boyanmak Çocuğu güneşlerde gezdirmek İşini gücünü yüz üstü bırakıp Afrikalara gitmek Ben seninçün al kanlara boyandım. Hasta ateşler içinde yatıyor. Dünyalar kadar malı var... Yağmurlar yağdı, gök gürledi ve yıldırımlar sakladı bir kâfirî kubbeye yıldırım indi. (Aşıkpaşazade Tarihi, XV.) • -ler çoğul ekinin yüceltme için, saygı için, nezaket için tekil kişilere ilişkin eylemlere ve adlara getirildiği de görülür: Sayın bay evdeler mi? Daha dönmediler mi? Biraz önce valideleri hanımefendiyi gördüm. • -ler eki, “bir” belgisiz sıfatıyla “zaman, vakit” sözcüklerinden oluşan tamlamalara gelince geçmişe yönelik sürerlik ayırıntısı katar: Bir zamanlar biz de gençtik. Bir vakitler gezilere çıkmayı severdik... • -ler çoğul eki, sonuna geldiği adlara, kimi kez “aşağı yukarı, ona yakın...” gibi anlamlar katar: Özgür, beş yaşlarında bir çocuktur. O sıralarda ben de okula yeni başlamıştım. Saat iki sularında (sıralarında) sizi evinizden aradım... • -ler + i birleşik eki sabah, akşam, gündüz, gece, yaz, bahar, öğle gibi belirli zaman adlarına; “her” belirtme sıfatının anlamını katar ve onları belirteç yapar: Sabahları (her sabah) erken uyanırım. Geceleri (her gece) uyku girmez gözüme. Yazları (her yaz) yaylaya çıkar, kışları (her kış) ovaya inerler. Topluluk Adları: Ordu, bölük, dizi, sürü, sınıf... sözcükleri birer addır ve tekildir. Bunların öteki tür adlarına benzemeyen yanları şöyle gösterilebilir: “Koyun”, tür adıdır. Tekil kaldıkça bir tanedir. Oysa tür adı ve tekil olan “sürü”de birçok tekler vardır. Topluluk adları da öbür tür adları gibi çoğullanır: ordular, bölükler, sınıflar, tamlamalar, sürüler... Anlamlarına Göre Adlar Adlar, anlamlarına göre de bölümlere ayrılır: Kesin anlamlı adlar: Anlamları bilimsel bir tanımla kesinleşmiş olanlar: üçgen, açı, metre, kilo, dikdörtgen, azot... Anlamı yansıtan adlar: başkent, göz kapağı, dişeti, binbaşı, ısırgan, burgu, süzgeç... Sözlük anlamını düşündürmeyen adlar: Turgut, Hasan, Yalçın, Erdem, hanımeli, Eskişehir, Ahlat... Değişik anlamlı adlar: Çağlar boyunca, öbür sözler gibi türlü etkilerle anlam değiştirenler ve değişik anlama gelenler, somuttan soyuta geçenler: kanat (kuşların uçmaya yarayan örgenleri) - uçağın kanadı - kapının, pencerenin kanadı dal (ağacın, bitkilerin) - bilim dalları göz (görme örgeni) - masanın gözü, iğnenin gözü, - göz aşısı, göz değmek... Küçültme Adları Bir varlığın küçük olduğunu anlatmak isteyince adın önüne küçük, ufak gibi niteleyici sözcükler getirilir: küçük tepe, ufak çocuk... Çoğu kez bu niteleyici sıfatların anlamını bir ek ile de söyleyebiliriz: küçük tepe = tepecik ufak kuş = kuşcağız Görülüyor ki -cik, -ceğiz ekleri adlara küçüklük anlamını katıyor. Bu ekler küçümseme amacıyla da kullanılır: Bu işi yaparım; ama elli liracığınızı da alırım. -cik, -ceğiz ekleri: • Büyük ve küçük ünlü uyumları gereğince sözcüklerin son hecelerine uyarak -cik, -cık; -cuk, -cük; -ceğiz, -cağız olur. • İki ve daha çok heceli sözcüklerin sonlarındaki /k/, çoğu kez düşer: bebe(k)cik, aya(k)cık, yüre(k)cik, yuvarla(k)cık, kava(k)cık, barda(k)-cık, ine(k)cik... Bir tek ineciğimiz var. (Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Nazım Hikmet) Mor menekşe boynun eğmiş yapracığı suya değmiş... (Bir türkü)
- Üslup ve Özellikleri
Üslup konusunda ciddi ve ayrıntılı bilgi veren ilk yazarlarımız arasında bulunan Recaizade Mahmut Ekrem, üslup için: “Üslup dediğimiz şey her şahsın efkar-ı mülhazatının ta’birleri tarzı mahsusudur. Herkesin üslubu ifadesi ise efkür-ı mülhazatının kalbidir: Söylediği, yazdığı şeyler o kalbe girdikçe sahibini teşhis edecek kadar başka bir suret ve şekil iktisap eyler. Fransa üdeba-yı hükemasından Buffon’un “üslüb-u beyan ayniyle insandır” sözü sahihan bir bedia-yı hakikat denmeye şayandır. Zira dikkat olunsa her şahsın üslub-u beyanı mizacının, ahlakının, etvarının, evzaının meriyet-i in’itafıdır. Fikir saçma olursa üslubun hiç ehemmiyeti kalmaz.” diyor. Bu görüşleri bugünkü dille anlatırsak üslup, her insanın fikirlerinin, kendisine özgü anlatımıdır. Herkesin üslubu, görüşlerinin, düşüncelerinin kalbidir. Söylediği, yazdığı şeyler o kalbe girdikçe sahibini anlatacak kadar özel bir görünüm kazanır. Fransız edebiyatçılarından Buffon’nun “Üslup insanın ta kendisidir.” sözü bir sanat gerçeği denmeye yaraşır ölçüde doğrudur. Çünkü dikkat edilirse her insanın üslubu mizacının, ahlakının, davranışlarının, çevresinin aksidir. Anlatılan fikir saçmaysa üslubun önemi kalmaz. Görülüyor ki üslup bir yazarın anlatımında kendisini yansıtan, başkalarından farklı özellikler bütünüdür. Bir yazarın üslubu, yaradılışının, inandığı değerlerin, yaşadığı çevrenin, yaşadığı yılların, ülkesinde uygulanan yönetimin ister istemez etkisinde kalır. Bir bakıma biz, yazdıklarında, anlattıklarında yazarı bulabiliriz. O yüzden Buffon. “Üslup insanın ta kendisidir.” diyor. Üslubu bugünkü edebiyatçılarımız “yazara görelik”, “yazıda kişisellik” diye de tanımlamaktadırlar. Bundan şunu anlamak gerekir: Bir düz yazıda bir şiirde onu yazan sanatçının adı altında olmasa da onun yazış tarzından, düşünce biçiminden, olayları yorumlayışından adını çıkarabiliyorsak, bu tip yazarlara “üslup sahibi yazar”; kazanılan bu yazı özelliğine de “üslup” diyoruz. Kompozisyonda, sanat eserlerinde, konuşan ya da yazan sanatçının düşüncelerine, duyuşlarına, hayallerine, heyecanlarına verdiği biçim üsluptur. Üslup yazıda kişilik kazanmaktır. Güzel yazı yazma sanatı üslupta kendini gösterir. Yazı yazmak, kusursuz yazmak, hüner isteyen bir iştir. Üslup çalışmayla, uygulamayla elde edilebilir. Tıpkı yüzmenin, yüzmeye çalışarak öğrenildiği gibi. Her yazarın kendine göre bir üslubu vardır. Bir yazının hangi yazarın kaleminden çıktığını gösteren sanat ve anlatım özelliklerine üslup denir. Üslup sanat eserlerinde, içerikten farklı, anlatım unsurlarının bütünü şeklinde düşünülemez. Çünkü “üslup içeriğin formudur.”
- Anlatım Türüne Göre Paragraf Çeşitleri
Paragraflar konularını işleyiş biçimlerine göre; açıklama paragrafları, betimleme paragrafları, olay paragrafları, çözümleme paragrafları gibi türlere ayrılırlar. 1. Açıklama Paragrafları: Bir düşüncenin, bir konunun, bir sorunun, açıklandığı paragraflardır. İçinde duygu, bilgi, düşünce, yargı, yorum, dilek, öneri bulunabilir. Yardımcı düşüncelerle, örneklerle konu aydınlatılır. Açıklama paragrafında konunun ayrıntılarına girilebilir ancak bu paragraflar, okuyucuyu sıkmayacak, ilgi uyandıracak biçimde düzenlenmelidir. “Denge bir doğa kuramıdır, temel bir yaşam ilkesidir. Dengenin ifadesini, doğada, mevsimlerde, gece ve gündüzde, hareket ve durgunlukta sürekli görürüz. Gıda uzmanı aldığımız gıdanın dengeli olması gerektiğini söyler. Ekonomist iç ve dış ticaretin dengesinden, hukukçu siyasal güçlerin dengesinden söz eder.” (Doğan Cüceloğlu, İçimizdeki Biz, s. 103) 2. Betimleme (tasvir) paragrafı: Betimleme, “tasvir etmek” anlamındadır. Tasvir etmek ise “anlattıklarımızı zihnimizde gözle görür gibi canlandırmak” demektir. Bu yüzden bir eşyanın, bir olayın geçtiği yeri, yani manzarayı ya da olay kahramanlarını okuyucunun gözünde canlandırmak, betimleme paragraflarıyla yapılır. Roman, hikaye ve tiyatro gibi türlerde kahramanların canlandırılması, yaşadıkları çevrenin tanıtımı için betimleme kaçınılmaz olmaktadır. Betimleme bir bakıma kahramanların ve görünen çevrenin sözcüklerle resmini yapmaktır. Örnek 1: “Çağlayan sesleri ile gönül oyalayıp, renklerine resimlerine doyamadığımız bu şeyin adına ‘tabiat’ diyoruz. Burada tabiatın her türlüsü var: Lübnan çamları yetişen yaylaları ile dağ ve orman tabiatı, denize yukardan bakan ve çağlayan döken, sonra uzaklarda alçala alçala geniş ve derin bir kumsalda eriyen yalısı ile eşsiz bir kıyılar tabiatı, sağa döndüğümüzde gözlerinizi görünmez çizgileri ile dinlendiren, sola baktığımızda hayalinizi enginler rüyası içinde sallayan deniz tabiatı, iki taraça ile Toros eteklerine doğru geniş, düz aylık ve seyranlık ova tabiatı, hepsi, her çeşidi var. İsviçre’deki dağ karşınızda, Riviera’daki kıyılar önünüzde, Macaristan’daki ova arkanızdadır.” Falih Rılkı Atay “Gezerek Gördüklerim”den Örnek 2: “Yine öyle iri kasketli ve iri belli, iri kara gözlü, kocaman gövdeli dağ gibi adamlar, istasyonda buğday çuvallarını sırtlayacaktı. Bu sinsi yağmur kasımpatıları parlatmıştır. İstasyon bahçesinde masalar, sandalyeler kalkmıştır. Yalnız o ihtiyar akasyalar. Madeni ışıltılar yayarak uzanan raylar arasında kömür toplayan, burunlarını ve bol pantolonlarını çekerek, esmer yüzlerinde beyaz dişlerini göstererek aniden gülüveren çocuklar olacak mıydı? Bir fayton kiralamalıydı. O kemikleri çıkmış sıska atları, eski ve buruşuk körüğü, iki yanında asılı asırlık kandilleri ve tütün sarısı bıyıklarını burup mütevekkil bekleyen sürücüleri görmeliydi.” Mustafa Kutlu, “Sözün Nihyeti ve Sevdanın Bidyeti” hikyesinden Betimleme paragraflarında olay, eşya, hayvan, manzara ve insan betimlenebilir. Her varİığm ve kavramın bir resim çizer gibi anlatımı ortaya konabilir. Bu durumda paragraflarda karşımıza çıkan betimlemeler: 1. Olay betimlemesi 2. Eşya betimlemesi 3. Hayvan betimlemesi 4. Manzara betimlemesi 5. İnsan betimlemesi a. Fiziki betimleme b. Ruhi (tinsel) betimleme, biçiminde gruplandırılabilir. Betimleme örnekleri: Olay betimlemesi: ‘Mart başlayalı kırkını geçmiş nice tanıdıklarım hastalandı. Bazılarının bronşiti, bazılarının romatizması azmış. Baharın hastalıkları saymakla tükenmez ki,.. Mart güneşi canlılığı ile çöreklenip yatan bütün yılanları uyandırıyor. Toprağın yeniden gençliğe kavuştuğu bu mevsimde, hava, kuş cıvıltıları ile beraber insan iniltileri ve hırıltıları ile dolu. Dün, neşeli bir kır köşesinde baharın bu iki zıt levhasını yan yana gördüm: Bir tarafta genç hayvanlar oynaşıyor, kuşlar uçuyor; diğer tarafta ise yaşlı hastalar, yorgun iskeletlerin soğumuş kemiklerini güneşte ısıtmakla meşgul. Bahar, bir muhasip gibi, hayata yeni kavuşturduğu mahkûmların sayısını, yaşayanların toplamından çıkartmakta.” Ahmet Haşim, “Bize Göre” Fiziki betimleme: “Milly Buck şafak sökerken barakadan çıktı. Sundurmada durarak biran gökyüzüne baktı. Şişman, çarpık bacaklı, uçları aşağı doğru kıvrık bıyıklı, avuçları nasır bağlamış dört köşe elleri olan bir adamdı. Su rengindeki gözlerinde düşünceli bir ifade vardı. Şapkasının altından fırlayan saçları dik dik ve dağınıktı. Bir yandan sundurmada duruyor, bir yandan da gömleğinin eteğini pantolonunun içine sokmaya çalışıyordu. Kemerini çözdü. Tekrar bağladı. Aradan geçen yıllar zarfında Billy’nin göbeğinin ne derece fark ettiğini kemerindeki yıpranmış deliklerden anlamak mümkündü. Havayı iyice kontrol ettikten sonra birini işaret parmağıyla kapatıp kuvvetle sümkürerek burun deliklerini sırayla temizledi. Sonra ellerini ovuşturarak ahıra doğru ilerledi.” John Steinbeck , “Kırmızı Midilli”den Ruh betimlemesi: “Giton, dolgun yüzlü, yanakları şişkin, dik bakışlı, kendine güvenir, omuzları geniş, göbekli, bakışı sağlam, yürüyüşü sert biridir. Konuşurken de kendine pek güvenir, fakat karşısındakini hemen hiç dinlemez. Ona sözlerini tekrar ettirir. Mendili kocamandır, burnunu gürültüyle siler, uzağa tükürür, bağırarak hapşırır. Gündüz uyur, derin derin, herkesin içinde de olsa horlayarak uyur. Yemekte, arabada yeri herkesten çok yer kaplar. Gezintilerde hep ortadadır, o durunca durulur, yürüyünce yürünülür. Ona uyar herkes, isterse konuşanın sözünü keser. Fakat onun sözü kesilmez, o istediği kadar söyler ve söylediği kadar dinlenir. Herkes onun düşüncesindedir. Verdiği haberler doğrudur. Oturunca koltuğa gömülür. Bacak bacak üstüne atar, kaşlarını çatar, şapkasını birden arkaya atarsa, bu iddialı, kendini beğenmiş, küstah bir alın ortaya çıkarıyor demektir. Öfkelidir, sabırsızdır, iddiacıdır, şakacı, küstah, inatçı, gevşek, ahlak konusunda zayıftır. Kahkahalarla güler, politikacıdır, gizli işleri vardır, kendini zeki, değerli sanır. Zengindir.” La Bruyör, Karakterler”den Hayvan betimlemesi: “Küçük yüzü pek sevimli idi: Pırıldayan, genç, hemen hemen çocuk gözleri ve pembe burnunun ucu görünüyordu. Vücudu, ipek gibi, tertemiz, sıcacık, güzel kokulu, dokunulması ve öpülmesi zevkli bir küme, Ankara yapağısı içinde kayboluyordu. Kulaklarının arasında canlı gözler üzerine bir kurdele gibi dümdüz yerleştirilmiş, siyah bir takke omuzlara atılıvermiş kısa, siyah bir pelerin ve en son, bir yelpaze gibi kımıldanıp duran sorguca benzer siyah bir kuyruk. İşte yeni kedimiz.” Piyer Loti 3. Olay paragrafı: Dikkat çekecek özellikte ya da ibret alınacak nitelikte olayların anlatıldığı paragraflardır. Bu tip paragraflarda olay belli bir zaman sırası içinde genellikle süssüz ve yorumsuz bir şekilde anlatılır. Bu tür paragraflar roman ve hikaye gibi edebiyat türlerinde daha yaygın kullanılırlar. Bu paragraflar roman ve hikaye kişilerini belli bir mekan içinde anlatırlar. Olay paragrafları yazıda hareketliliği sağlarlar. Örnek 1: “-Kolunun diyetini benim verdiğimi unutuyorsun galiba, dedi. Ben olmasam şimdi çolak kalacaktın. Koca Ali yine cevap vermedi. Acı acı gülümsedi. Kızardı. Sonra birden sarardı. Hızla döndü. Bilediği satırların en büyüğünü kaptı. Sıvalı kolunu, yüksek kıyma kütüğünün üstüne koydu. Kaldırdığı satırı öyle bir indirdi ki... 0 anda kopan koluna tuttu. Gördüğü şeyin dehşetinden gözleri dışarı fırlayan Hacı kasabın önüne: -Al bakalım, şii diyetinı verdiğin şeyi! diye hızla fırlattı. Sonra esvabının kolsuz kalan yenuni sıkı bir düğüm yaptı. Dükkandan çıktı. Onun vaktiyle geldiği yer gibi, şimdi gittiği yeri de şehirde kimse öğrenemedi.” Ömer Seyfettin “Diyet” hikayesinden Örnek 2: “- Söylesene be!... Sen misin? Kadın biraz kımıldandı, sonra o vücuttan inanılmayacak kadar boğuk, kalın bir yaşlı şişman Lehli kadın sesiyle: -Benim, dedi, adım Emine, babamın adı Abdullah, anamınki Hürmüz.,. Üç yüz yirmide doğmuşum, rumi hesap, hamidiyemde öyle kayıtlı imiş, kağıdıma Yanık Emine yazmışlar amma o yanlış, bana Yatık Emine derler... Karakollarda, mahkemelerde tekrar ede ede öğrenmiş, ezberlemiş olduğu bu sözleri bir biri arkasından kayıtsızca söylüyordu. Teğmen sözünü keserek: -Bana bak, dedi. Yatık Emine misin, Yanık Emine mi, her ne herze ise, bana onun gereği yok; burası Ankara değil, aklını başına al, uslu uslu otur, ufak bir uygunsuzluğunu duvarsam seni karakola çeker, eşek sudan gelinceye kadar döverim, kemiklerin kırılır anladın mı? Şimdi marş!” Refik Halit Karay “Yatık Emine hikayesinden 4. Çözümleme Paragrafları: Yazıda ele alınan konunun parçalara ayrılarak işlendiği, konunun daha iyi anlaşılmasının sağlandığı paragraflardır. Konunun temel öğeleri bulunarak sonuca gidilir. Örnek 1: “Trene daha bir buçuk saat vardı. Bütün kafile, istasyonun arkasında büfe vazifesini gören bakkal kulübesinin hemen eşiğinde alçak iskemlelere oturmuşlar; içerde hazırlanan çayı bekliyorlardı. Hepsinin yüzünden son üç günün yorgunluğu akıyordu. Uykusuzluk, içki mahmurluğu bütün yüzlerde sert, ince, sanki tutkaldan bir maskeye benziyordu. Bununla beraber hepsi yine uyanık, canlı, birbirine karşı az çok nazik ve bu son fırsatların anını kaçırmamaya azimli idi. Hemen hepsi bir lahza bir uykuya iner gibi hafızasına dalıyor, bir şey unutup unutmadığını düşünüyorlar, icabında küçük defterlere, paltonun, ceketin ceplerinde telaşla araştırdıkları kağıtlara bakıyorlar sonra yanı başındakinin kulağına ve bakışlarına kısa fısıltılarla akıyorlardı. Bu baş başa fısıltılar dışında, arada bir verilen küçük kaş göz işaretleri, hatırlatan, ısrar eden, şüpheyle düşünen yahut vadeden bakışlarla uzaktan uzağa, şüphesiz birincisinden biraz daha dağınık, fakat onun kadar ehemmiyetli ikinci bir konuşma dahayadı. Ve bütün bunların üstünde, ara sıra yüksek sesle yapılan şakalar, ehemmiyetsiz dikkatler meclisin umumi adabını muhafaza ediyordu.” Ahmet Hamdi Tanpınar “Teslim Hikayesi”nden Örnek 2: “Oscar Wilde: ‘Her sanat sapına kadar yararsızdır’ der. Bundan daha doğru ve bundan daha yanlış söz zor bulunur. Doğrudur, çünkü gündelik anlamıyla yarar, çıkar duygusunda olan sanat, her şeyden önce sanat değildir. Gerçek sanat yarar, çıkar düşünmez, düşündüğü anda sanat olmaktan çıkar, üstelik insanları kandırır ve sömürür de. Sanat sevgisi insanın ne sağlığını artırır, ne kazancını, ne rahatını. Gerçeği, hem sanatçıyı hem çevresini tedirgin eder, sahtesiyse tedirgin etmez, ama kafasını, yüreğini körletir; daha kötü. Wilde’in sözü, yine de yanlıştır, çünkü bütün yararlıların en yararlısı, insanı insan eden şeydir, o şeyse en çok sanatta vardır. Ölümlü dünyamızda bize yaşamanın tadını duyurmuş, insanı daha insanca yaşatmış, insana her şeyden çok yaklaştırmış olan sanatın yararı, düşünebileceğimiz bütün yararların en büyüğüdür. Sanatın bilimi, bilimin tekniği dürtüklemesinden doğan yararlar bunun yanında hiç kalır. ‘En tatlı ve en acı şey nedir?’ diye bir bilmece vardır; dil bilmecesi: Sanat için de ‘en yararlı ve en yararsız, en kârlı ve en zararlı şey’ diye bir bilmece yapılabilir.” Sabahattin Eyüboğlu “Sanat Üzerine Denemeler”den "Mesaj şudur: Bırakmaktan ve denemekten vazgeçmediğiniz sürece asla yenilmiş değilsiniz. Başarısızlıklarımızdan işlerin nasıl yapılmayacağını öğreniriz. Edison ampulü keşfetmek için yaptığı ilk altı bin denemede başarılı olamamıştı. Cesaretinin kırılıp kırılmadığı sorulduğunda şöyle yanıtladı: “Hayır. Şimdi bunu yapamayacağınız altı bin yolu da iyi biliyorum.” Edison gibi bizim de bazen başarıyı öğrenmeden başarısızlığı öğrenmemiz gerekiyor."
- Ahmet Yesevi ve Divan-ı Hikmet
İlk Türk mutasavvıfı Hoca Ahmed Yesevî'nin şiirlerinin toplandığı yazmalara "Dîvân-ı Hikmet" denir. Bunun sebebi Ahmed Yesevî'nin şiirlerinin "hikmet" terimiyle anılmasıdır. Ahmed Yesevî, 12. yüzyılda Batı Türkistan'da Karahanlı devletinin hüküm sürdüğü topraklarda yaşamış mutasavvıf bir şairdir. Sayram (İsfîcab) şehrinde doğmuş, 7 yaşında Yesi şehrine göçmüştür. "Yesevî" mahlâsı, "Yesi şehrine ait" anlamına gelmektedir. 11. yüzyılın sonlarında doğduğu tahmin edilen Ahmed Yesevî'nin babası Şeyh İbrahim, annesi Ayşe Hatundur. 7 yaşında yetim kalan Ahmed Yesevî, Yesi şehrine yerleşir ve burada Arslan Baba'ya intisap eder. Fakat Arslan Baba'nın bir yıl içinde ölümü üzerine Buhara'ya gider ve Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî'ye intisap eder. Ahmed Buhara'daki çeşitli bilim ve tasavvuf çevrelerinde bulunur bu sürede kendisini ilmî ve edebî yönden yetiştirir. Hemedânî 1140'ta ölmüş, ilk iki halifeden sonra 3. olarak Ahmed Yesevî tarikat şeyhi olmuştur. Ancak 1160'ta Hemedânî'nin postuna oturan Yesevî, kısa bir müddet sonra bundan vazgeçmiş ve Yesi'ye dönmüştür. Peygamberin 63 yaşında ölmüş olması dolayısıyla Yesevî'nin de 63 yaşına gelince Yesi'de tekkesinin altında bir çilehane yaptırıp içine girdiği ve kalan ömrünü orada geçirdiği rivayet edilir. Ahmed Yesevî 1166 yılında Yesi'de vefat etmiştir. Ahmed Yesevî'nin, kendisi hayatta iken vefat eden İbrahim adında bir oğlu, Gevher Şehnaz ve Gevher Hoşnaz adlarında iki kızı vardır. Onun soyu Gevher Şehnaz ile devam etmiştir. Türk dünyasının her köşesine ismi ve müridleri yayılan Yesevi, geçimini tahta kaşık yontup satarak kazanmıştır. Ahmed Yesevî'nin en önemli tarafı, kurduğu Yesevîlik tarikatı, yaptığı irşatlar ve yazdığı şiirler yoluyla Müslümanlığı sade bir şekilde göçebe Türk halkına anlatmasıdır. 12. yüzyılda vefat etmiş bulunan Yesevî'nin etkisi 14. yüzyıl sonlarındaki Temür devrinde çok güçlü bir şekilde devam etmektedir. Dîvân-ı Hikmet yazmaları çok sonra (16. yüzyıldan sonra) istinsah edildikleri için dil bakımından genellikle Karahanlı Türkçesinin değil Çağatay Türkçesinin özelliklerini yansıtırlar. Ancak Yesevî, Karahanlılar döneminde yaşadığı için onun hikmetleri Karahanlı dönemi edebiyatı içinde değerlendirilmektedir. Hikmetlerin çoğu koşma tarzında kafiyelenmiş dörtlükler hâlindedir ve hece vezniyle yazılmıştır. Mesnevi tarzındaki münâcat ve nât ile gazelleri aruz vezniyle kaleme alınmıştır. Heceyle yazılmış gazel kafiyeli şiirleri de vardır. Arapça, Farsça kelimelerde tam kafiyeyi, Türkçe kelimelerde yarım kafiyeyi, hatta bazen sadece redifi tercih eden Yesevî'nin şiirlerinde çok güçlü bir zikir ritmi vardır. Hikmetlerin birçoğu zikir sırasında okunmak için yazılmıştır. Yesevî'nin hikmetlerinde işlenen konular çok derin değildir. Dinin esasları, tasavvuf adabı, cennet-cehennem, kıyamet ahvali, peygamber sevgisi, dünyadan şikâyet, dervişlere ait menkıbeler hikmetlerin başlıca konularıdır. Ahmed Yesevî kendi hayatına ait bazı olayları da şiirlerinde anlatır. Yaşname (yaş şiiri) tarzındaki uzun şiirde onun hayat safhalarını görmek mümkündür. Ahmed Yesevî, Batı Karahanlıların hüküm sürdüğü Batı Türkistan'da, Karahanlıların son dönemlerinde yaşamış ve eser vermiş mutasavvıf bir şairdir. Ancak onun müritleri de aynı tarzda hikmetler yazmışlardır. Bunlardan bilhassa Hakim Süleyman Ata meşhurdur. Müritlerinin şiirleri de bazen Yesevî'ye mal edilmiştir. Dolayısıyla Dîvân-ı Hikmetlerdeki bütün şiirlerin Yesevî'ye ait olduğunu söylemek zordur.
- Doğu Türkistan Türk Edebiyatı
Sincan Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan), Çin Halk Cumhuriyeti içerisinde ve ülkenin batı bölgesinde yer almaktadırlar. Tarihte önemli devletlere merkezlik yapmış olan bu Türk yurdunda yaşayan Doğu Türkistan Türkleri, daha sonra Ali Han Töre başkanlığında Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Bütün Çin’e hakim olan Komünist Çin Kuvvetleri, 1949′da Stalin’in de onayı ile Doğu Türkistan’a girerek bu tarihi Türk ülkesini resmen işgal etmiştir. 10-15. yüzyıllar arasında Uygur edebiyatında, Budist ve Maniheist dinî inançlara dayanan iki ayrı edebiyat anlayışı oluştu. 18. yüzyıldan itibaren yaşanan Çin istilâsı, sözlü Uygur edebiyatına büyük destanlar kazandırmıştır. Bunların en ünlüsü 1827 mücadelesine katılan, Nazuğum adlı Uygur kadının başına gelenleri ve Çin zulmüne karşı direnişini anlatan Nazugum Destanı’dır. 20. yüzyılın başlarında şekillenmeye başlayan modern Uygur edebiyatı, genellikle Doğu Türkistan Türklerinin emperyalizme, müstemlekeciliğe, feodalizme, cehalete karşı mücadelesini içeriyordu. Kâşgar merkez olmak üzere, Abdülkadir Abdülvaris Azizî’nin teşebbüsü ve onun gerçek önderliğinde meydana gelen cedidizm cereyanı, Yeni Uygur edebiyatının doğmasında mühim rol oynamıştır. Uygur Türklerinin önderi İsa Yusuf Alptekin’in öncülüğünde 1936’da kurulan Altay Neşriyatı adlı yayın evi ve bu yayın evinin çıkardığı Uruş Haberi, Yurt, Altay, Tiyanşan dergileriyle, Türkçülük hareketinin hâkim olduğu bir edebiyat anlayışı geliştirildi. Mesut Sabri Baykuzu; Uluğ Ana, Niyaz Kız, Terme Çatmalar, Türklük Oranı, İlk Öğretmen, Nutuk adlı eserlerinde ortak Türkçe üzerinde durdu. 1944’te siyasî şartların değişmesinden dolayı, Altay Neşriyatı başkent Urumçi'ye taşındı. Başyazarlığını, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı için çok büyük çabalar harcayan Mehmet Emin Buğra’nın yaptığı Erk gazetesi çıkarıldı. Erk gazetesinin ardından Polat Kadirî Turpanî’nin başında bulunduğu Sincan gazetesi yayın hayatına başladı. Turpanî, bu tür gazetecilik faaliyetlerinin yanında 1948’de Doğu Türkistan tarihini anlatan Ülke Tarihi’ni yayımladı. Bu eser, 1949’da İstanbul’da yeniden basıldı. Doğu Türkistan’dan gelip Türkiye’de öğretmenlik okuyan ve 1946’da memleketine dönen Kurban Koday, yalnız öğretmen değil, aynı zamanda yazar ve gazeteciydi. Kurban Koday, Urumçi’de Yalkın adında bir gazete çıkardı. Ardından da Yurt adında bir gazete çıkarmaya başladı. Çok zor şartlar altında çıkardığı bu gazetede, Doğu Türkistan ile Türkiye arasındaki bağları kuvvetlendirme, kültürel alanda birleşme fikrini işlerken, özellikle Türkiye’de kaldığı yıllarda tanıyıp benimsediği Atatürk’ün fikirlerine yer vermek için gayret ediyordu. Aynı dönemde, Urumçi sahnelerinde Mesut Sabri Baykuzu’nun yazdığı Niyaz Kız piyesiyle, Mehmet Emin Buğra’nın yazdığı Kutluk Türkan opereti oynandı. Yine o tarihlerde, Doğu Türkistan’ın tanınmış şairlerinden Abdurrahim Ötkür’ün Tarim Boyliri adlı şiir kitabı yayımlanmıştır. 1949’da başlatılan kültür ihtilâli, Uygur Türk Edebiyatı’nda büyük tahribata yol açmıştır. 1978’e kadar millî kültürü yok etme çabaları aralıksız devam etmiştir. Bu dönemde pek çok milliyetçi Uygur yazar ve şairin yazı yazması ve eser vermesi yasaklanmıştır. Tarım Boyları ve Ömür Menzilleri gibi önemli şiir kitapları bulunan Abdurrahim Ötkür, 1913’te Kumul’da Mançu istilâsında, yerli iş birlikçilerden Maksut Van’a karşı mücadele eden, Timur Halife’yi konu edinen, İz ve Oygangan Zemin (Uyanan Toprak) adlı romanı kaleme almış ve Kutadgu Bilig’i manzum olarak çağdaş Uygur Türkçesine aktarmıştır. Son dönemlerde, Seyfettin Azizî’nin Sultan Satuk Buğra Han, Teŋritag Bürkütü (Tanrıdağ Kartalı) ve Eslime (Hatıralar) adlı romanları ile Amannisahan adlı tiyatro eseri türlerinin başarılı örnekleridir. Ayrıca Zordur Sabir’in İzdiniş (Arayış), Turdi Samsak’ın Ahirettin Kelgenler (Ahiretten Dönenler) ve Ferhat Cilân’ın Mahmud Kâşgarî adlı romanları sayılabilir. Uygur Türk Edebiyatı’nda yazılan hikâye ve romanlarda tarihî konular ve sosyal hayatın içinden seçilen olaylar ön sırada yer almaktadır. Doç. Dr. İbrahim DİLEK
- Balkanlar ve Türk Edebiyatı
Balkanlar; Avrupa’nın güneydoğusunda Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Türkiye’nin bir bölümünü içine alan bir yarımadadır. Batısında Adriyatik denizi, güneyinde Akdeniz ve doğusunda Ege, Marmara ve Karadeniz yer alıyor. Kuzey sınır olarak Tuna ve Drava nehirleri kabul ediliyor. Türkler; MS.4. yüzyılda Batı Hun Türklerinin yerlerinden kopmaları ve Orta Avrupa’ya gelmeleri sonucunda yeni bir yurt kurarlar. Bu yerleşme aynı zamanda günümüz Avrupa dünyasının biçimlenmesine ve bu günkü coğrafi düzene girmesine etki eder. Hun Türkleri Ural ve Kafkasya bölgesinde Orta Avrupa, Adriyatik kıyıları ve Balkanlar’a uzanan geniş bir alanı kontrol ederler. Kuzeyden ve güneyden gelen Türkler 13.yüzyıl içinde Avrupa’da birleşir. Türk edebiyatının bu coğrafyada etkisi bu yıllara dayanır. Türk milletinin Balkanlarla, daha doğrusu Rumeli ile ilişkisi çok erken dönemlerde başlamıştır. Fakat Balkanlarla asıl uzun süreli ve kalıcı ilişkiler Osmanlılar zamanında başlamış ve günümüze kadar da devam etmiştir. Balkanlardaki Türk hakimiyeti ve ardından gelen uzun barış devresinde ortaya çıkan gelişmelerden bilim, kültür ve sanat da kendine düşen payı almış ve bölgede bu açıdan da büyük bir gelişme görülmüştür. Balkanlarda bugün mevcut pek çok merkezi yerleşim birimini şehir haline getirenler Türkler'dir. Bu medeniyetin Türk olmayan yöre halkına ne denli tesir ettiğinin en açık göstergesi ise dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Bunların sayısı Sırpça ve Hırvatça'da 7000, Makedonca'da biraz daha fazla, Bulgarca'da 5000, Rumuca'da 3000 civarında, Macarca ve Romence'de çok sayıda, Arnavutça'da ise hepsinden fazla miktardadır. Şehirlerin Osmanlı medeniyeti doğrultusunda gelişme aşamasında bilim, kültür ve sanatın alt yapısı olan medrese, mektep, tekke ve zaviyeler tesis edilmiş, bunları takiben bilim, kültür ve sanatın ilk temsilcileri bu topraklarda boy vermeye başlamıştır. Meseleye edebiyat tarihi açısından bakılacak olursa ilk örneklere II. Bayezid döneminde (1481–1512) rastlanır. Kültür kaynaklarının Orta Asya’dan Anadolu’ya Anadolu’dan Balkanlara uzanan çağlar boyu devam eden süreçte Balkan Türk Edebiyatı’nı şekillendirici bir etkisi vardır. Türk Kültürü yüzyıllar boyuna Balkan kültürünü besleyen en önemli kaynaktır. Türk halk kültürü Balkanlar’da Türk kimliğinin oluşmasını sağlayan en önemli alt yapı kurumu olmuştur. Türklerin Balkanlara hakimiyeti Kosova savaşı (1389) sonrasında 14.yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. Balkanlar’da Türk Edebiyatı da bu tarihten sonra başlar. 15.yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal alanda da önemli olduğu bir dönemdir. Bu dönem edebiyatta da önemlidir. Böylece Balkanlar kendilerini Anadolu’da gelişip yeniden şekillenen Türk edebiyatının içinde bulmuştur. Balkanlar’a gelen aşıklar sazını ve bağlı bulundukları aşıklık geleneğini de taşıyarak buralara yaymışlardır. Âşıklık geleneği özellikle Müslümanlar arasında kabul görerek Balkanlarda Balkan kültürüyle yeniden yapılanmıştır. Çeşitli tarikatlara bağlı dervişler, şeyhler gelerek tekkeler kurmuşlardır. Şehirlerde medreseler kurulmuştur. Medreselerde, tekkelerde yetişenler; Balkan divan edebiyatının ve Balkan Türk tekke edebiyatının temellerini atmışlardır. Balkan Türk edebiyatı Balkanlardaki edebiyatlardan etkilenmiştir. Bu edebiyatlar temelde yabancı edebiyatlardır ve bu etkilenmenin açtığı yoldan Balkan Türk dili de, edebiyatı da çok farklı bir mecraya girmiştir. Osmanlı’nın Balkanlardan çekilmesinden sonra Anadolu Türk edebiyatıyla bağları zayıflayan Balkan Türk edebiyatı yüzünü yabancı edebiyatlara, Batıya çevirmiştir. Balkan Türk Şiiri çeşitli eğilimleri içinde barındırsa da başlangıçta olduğu gibi bu gün de belli ortak noktalara özelliklere sahiptir. Onlar geçmiş şiiri, şiir birikimine geleneğe en azından onu bilme, tanıma zorunluluğu temelinde olsa da sahip çıkmıştır. Edebiyatta temel türlerden biri olan şiir, Balkan Türk edebiyatının çok önemli bir yeri olan, gelenek oluşturan divan, tekke edebiyatları aslında şiir edebiyatlarıdır. Batıya yönelince hikâye ve roman ayrı bir önem kazanır, fakat şiir daima ön planda yer almıştır. Doç. Dr. İbrahim DİLEK