Arama Sonuçları
"" için bulunan 692 sonuç
- Tanzimat Dönemimde Diğer Türler
Şiir, roman, öykü ve tiyatro dışında kalan türler de görülür bu dönemde. Tanzimat öncesinde az çok bu türlerde eser verilmişse de batılı anlamdaki örnekler ancak Tanzimat edebiyatında görülür. Bu türlerin başında gülmece (mizah), yergi (hiciv), edebî eleştiri, edebiyat tarihi ve gazetelerde yer alan makale, fıkra, deneme gelir. Batılı anlamda gülmecenin yazarları Edhem Pertev Paşa (Avavanâme), Âli Bey (Lehçetü’l- Hakaayık, Seyyarreler). Yergide önde gelen yazarlar Ziya Paşa (Zafernâme), Namık Kemal (Hirrernâme, Hürriyet Kasîdesi), Mehmet Eşref (İstimdad, Deccal, Hasbıhâl)’tir. Ebedi eleştiride Ziya Paşa (Şiir ve İnşa, Harabat), Namık Kemal (Tahrîb-i Harabat, Takip), Recaizade Ekrem (Tâlim-i Edebiyat, III. Zemzeme, Takrizat), Muallim Naci (Demdeme, Istılahat-ı Edebiye) öne çıkarlar. Edebiyat tarihi konusunda çalışan yazarlar ise Ebuzziya Tevfik (Numune-i Edebiyat- ı Osmaniye), Abdülhalim Memduh (Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye), Recaizade Ekrem (Kudernadan Birkaç Şair), Muallim Naci (Osmanlı Şairleri) ve Faik Reşat (Eslâf)’tır. #TanzimatEdebiyatıDiğerTürler
- Tanzimat Dönemi Gazeteleri
Bu dönemde edebiyatımıza giren yeni türlerin içinde diğerlerine nazaran gazeteciliğin önemi büyüktür. Çünkü; makale, fıkra, haber, röportaj, sohbet, mülakat, anı, gezi,şiir, inceleme vb. Pek çok türün gelişmesinde ve yaygınlaşmasında gazetenin payı büyüktür. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifade ettiği üzre “bu devirde gazete hemen tüm yeniliği idare eder.” Gazete, her gün bir toplumdan, bir sorun üzerinde fikir ve görüşe sahip ikinci bir toplum çıkarabilecek kudrette bir çözümleme ve birleştirme organıdır. Gazetenin diğer toplumlara göre bizde farklı bir yere sahiptir. Tanpınar’ın da dediği gibi “hiçbir yerde gazete bizdeki role benzer bir rol oynamamıştır. (…) bütün işaretler ondan gelir. Kalabalık onun etrafında kurulur. Okumayı o yazar. Mekteplerin uzak bir gelecek için hazırladığı ocağı o tutuşturur. Gazete sayfaları her gün milyonlarca kişinin beraber toplanıp beraber düşündükleri, konuştukları bir toplantı meydanı gibidir. Demokratik toplumların hayatında en önemli rolü fikirler oynamaktadır. Fikir özgürlüğünün olduğu her yerde kişiler, çeşitli olanak ve araçlardan faydalanarak fikirlerini savunmak isterler. İşte bu araçların en önemlisi ve etkilisi gazetedir. Gazete: dünyadaki bütün olup biten olayları günü gününe halka bildiren, haberleri kendi görüşü ile yorumlayan, ufkumuzu her türlü bilgiler vererek genişleten düşüncelerimizi aydınlığa götüren basılmış kağıtlar topluluğudur. Tanzimat gazeteciliği ise, halkın görüşünün yanı sıra edebiyatı da değiştirir. Bu gazeteleri okuyanlar, batıdaki yeni dünya görüşü ile karşılaşırlar.özellikle dergilerin çıkışı gazetelerden sonra geldiği için edebiyatla ilgili ilk yazılar gazetelerde yaynlanır. TANZİMAT DÖNEMİNDE ÇIKARILAN GAZETELER TAKVİM-İ VEKÂYİ ( 1831) Toplumlarda gazetenin iki önemli görevi vardır. İktidarın bildirdiklerini halka iletmek ve halkı siyasi güncel olaylar hakkında bilgilendirmek. 1826 yılında Yeniçeri Ocağını kaldıran ve devlet yönetiminde reform hareketlerine girişen II. Mahmut’un bu gelişmelere paralel olarak 1831 de Takvim-i Vekayinin Osmanlıca ilk resmi gazete sıfatı ile çıkması tesadüf olamaz. 1830 yıllar II.Mahmut’un iktidarı merkezleştirmeyi amaçladığı bir dönemdir. Padişah, reformlarının gerçekleşmesinde siyasi basın gücünün farkındadır. Yurt içinde kamoyu oluşturmayı hedeflediği kadar imparatorluktaki reform ve değişileri batı dünyasına duyurma arzusu içinde Arapça, Ermenice,Farsça, Fransızca, ve Rumca baskılarıda yayımlanmıştır. Ayrıca Mısır ‘da Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın teşebbüsü ile 1831 de Takvim-i Mısriyye yayımlanmıştır. Osmanlı Devletine karşı etkin bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Takvim-i Vakayi haftalık olarak yayınlanan bir gazetedir. Resmi ilanların yanı sıra iç ve dış gelişmelere ilişkin haberler yer almaktaydı. Resmi bir gazete olmasından dolayı makale içerikleri devletin görüşleri doğrultusundaydı. 1860’tan sonra sadece resmi duyurular ve kabul edilen yasa metinleri yayınlanır oldu. II.Abdülhamit devrinin büyük bir kısmında yayınlanmasına karşın, 1878 yılından 1891 yılına kadar yayınlanmadı. 1892 de yeniden yayın hayatı durdu. 1908 de Jön Türk İhtilali sırasında yenıden yayınlandı. Türkiye Cumhuriyeti döneminde onun yerini Resmi Gazete almıştır. CERİDE-İ HAVADİS( 1840) Ceride-İ Havadis, Türk basın tarihinin ilk özel türkçe gazetesi olarak kabul edilir ancak devletten yardım alması yarı resmi bir yapı doğurmuştur. William Churchill adında bir ingiliz tarafından 1840 yılında çıkarılmaya başlanmıştır. sadece haber içerikli olan gazete ilk yayınlandığı günlerde hiç ilgi görmemiş, ilk üç sayı bedava dağıtılmıştır. gazete haftalık olarak çıkarılmaya başlanmış ardından on günde bir çıkarılması kararlaştırılmıştır. ardından William Churchill siyasi nüfuz kullanarak devletten ayda 2500 kuruşluk yardım almayı başarmıştır. gazetede, dış ülkelerden muhabirleri vasıtasıyla dış haberlere yer verilmiştir. bu özelliği nedeniyle gazete seçkin zümre tarafından takip edilmiştir. gazeteye iskenderiye’den haber gönderen bir muhabir türk basın tarihinin ilk muhabiri sayılmaktadır. Gazetenin diğer bir özelliği ilanlara yer vermesidir. ilk ölüm ilanları bu gazetede yer almıştır. 1854 Kırım savaşına, gazete savaş muhabirlerini göndermiştir, gazete 1864 yılında 1212 sayıyı geride bırakarak kapanmıştır. TERCÜMAN-I AHVAL(1860) Tercüman-ı Ahvâl, İstanbul’da 1860-1866 arasında yayımlanan ilk özel Türkçe gazetedir. Bu gazete hem gazetecilik hem de edebiyat yönünden tam bir dönüm noktası olmuştur. Sosyal ve siyasal olayların yoğunluk arz ettiği halk tarafından merak ve heyecanla izlenen olaylar bu gazetede yayınlanmıştır. Bir övgü gazetesi değil , düşünce ve tartışma gazetesi olmuş, fertlerin düşünce ve kanatlarını açığa vurulmasına katkı sağlamış, imtiyazlı baş yazı geleneği ilk bu gazetede başlamış, tefrika ve tartışmalar, haberi ön plana çıkaran araştırmalar, eğitim sisteminin aksaklıkları ve siyasi eleştiri örnekleri yine ilk bu gazetede yer almıştır 22 Ekim 1860’ta Agah Efendi tarafından çıkarıldı. Önceleri pazar günleri çıkan gazete 22 Nisan 1861’deki 25. sayısıyla birlikte haftada üç gün yayımlanmaya başladı. Gazete zamanla Ceride-i Havadis gazetesiyle rekabet edebilmek için yayınını beş güne çıkardı. Bahçekapı’da bir matbaada basılan gazete, matbaanın altındaki bir tütüncü dükkanından satılıyordu. Şinasi, Ahmed Vefik Paşa, Ziya Paşa, Refik Bey’in sık sık bu gazetede yazıları yer aldı. Bu yazılarda Osmanlı toplumunun geri kalma nedenleri ve ülkede olup bitenler tartışılıyordu.Ayrıca edebi eserlerin de yayımlandığı gazetede, batılı anlamda ilk Türkçe oyun olan Şinasi’nin Şair Evlenmesi de (1860) dizi olarak yayınlamıştı. Gazete, Ziya Paşa’nın kaleme aldığı sanılan ve eğitim sistemine sert eleştirilerde bulunan bir yazı yüzünden Mayıs 1861’de iki hafta süreyle kapatıldı. Bu olay Türk basınında yayın durdurmanın ilk örneği oldu. 792 sayı yayımlanan Tercüman-ı Ahval 11 Mart 1866’da yayınına son verdi. TASVİR-İ EFKÂR( 1862) Tercüman-ı Ahvalin açtığı yolda çok emek ve titizlikle yayın hayatına giren, daha ileri bir adam atan (Tasvir-i Efkar) olmuştur. Şinasi’nin kalemiyle özgürlük düşüncesini yayması bakımından bu gazetenin Türk basın tarihinde çok önemli bir yeri vardır. O dönemin en özlü ve kültürlü yazıları onun kaleminden çıkmıştır. İlk sayıdaki giriş bölümünde gazetenin amacının haber ulaştırmak, halkın kendi yaraları düşünmeyi, kendi sorunları üzerinde durmayı, öğretmek olduğu belirtilmiş bulunmaktadır. padişahın tahta çıkış ve doğum günlerinde övgüler koymayı reddeden Şinasi parlamenter sistemi savunmuş, bu konuyla ilgili olarak Avrupa Basınından çeviriler yayınlanmıştır. Şinasi’ye göre gazete bilimin ve eğitimin gelişmesi sorunları ele alacak ve halkın anlayacağı dille yayınlanacaktır. bu amaçla yayın ve eğitimle ilgili haberlere önem vermiş, hatta bunlarla ilgili ilanları parasız basmıştır.Tasvir-i Efkar haftada iki gün çıkıyordu. Gazete iç ve dış haberler için ayrı ayrı sütunlar ayırmış ve bunlar ‘’Havadis-i Dahiliye ve ‘’Havadis-i Hariciye’’ diye süslü başlıklarla verilmiştir. Şinasi, kamuoyu, düşünce özgürlüğü gibi konularda uyarıcı başyazılar yazıyordu. Gazeteyi üç yıla yakın bir süre Şinasi çıkardı.O sıralarda bir arkadaşının tutuklanmasından tedirgin olan Şinasi,1865 İlk baharında Paris’e kaçtı.Fazıl Mustafa Paşanın kendisini bu yolda desteklemiş olduğu öne sürülür. Şinasi’nin ayrılışından sonra gazetenin başına Namık Kemalin geçtiğini görüyoruz. Şinasi’nin etkisi altında kalan Namık Kemal daha 25 yaşında iken başyazı yazmaya başladı. Yazılarında özgürlük konularına değiniyor ve aydın çevrelerde geniş yankılar uyandırıyordu. 1867de çıkan ‘’Şark meşalesi ‘’ başlıklı bir yazı dizisi üzerine Namık Kemal in gazeteciliği yasak değildi. Bunun üzerine Namık Kemal de Avrupa ya kaçtı ve gazetenin yönetimi Recaizade Mahmut Ekrem’e kaldı. . Tasvir-i Efkar 835 sayı yayınlanmıştır.Tasviri Efkarın eğitim ve edebiyat alanlarında yepyeni bir yaklaşım oluşturduğu da kabul edilir. Halk dilini ön plana çıkarması, sade anlatım ve keskin fikirli stili, gazetesine izin için yaptığı başvurusundaki olabildiğince Türkçe anlatım ilgisine sadık kaldığını gösterir. Okuyucu mektuplarına ve fikirlerine sütunlarını açmıştır. Arap harfleriyle dizgiyi kolaylaştırmak için dizgi kasasındaki harf sayısını 112 ye indirmiştir. V-AYİNE-İ VATAN (1866) Ayine-i Vatan, Eğribozlu Mehmed Arif Bey’in gazetesi 1866’da çıkmıştır. İlk resimli gazetedir. Kapatıldıktan sonra İstanbul adıyla yeniden çıkmıştır. MUHBİR GAZETESİ (1866) Kurucusu Ali Suavi’dir. Hükümeti sert bir dille eleştirdiğinden gazete kapanmıştır. Yurt dışında çıkan bu muhalif basının ekseriyeti Türkçe olmakla birlikte; Fransızca, Arapça, Almanca, İngilizce ve hatta İbranice olarak yayın yapıyordu. Bu gazetelerin en eskisi, Ali Süavi’nin Avrupa’ya kaçmasından sonra Londra’da yayınlamaya başladığı Muhbir’dir. Fransızca ve İngilizce ekler de veren Muhbir, Mustafa Fazıl Paşanın maddi desteğiyle 1867-1868 yıllarında 50 sayı kadar yayınlandı. Muhbir’den sonra Yeni Osmanlıların yayın organı olan Hürriyet, Ziya Paşa ve Namık Kemal tarafından 1868-1869 yıllarında Londra’da seksen dokuz sayı çıkarıldı. Ali Süavi’nin, Sadrazam Ali Paşa hakkındaki bir yazısı üzerine, İngiltere adliyesi tarafından takibata uğrayınca, 1870 yılında Cenevre’de Ziya Paşa tarafından on bir sayı olarak çıkarıldı. Altmış üçüncü sayıdan itibaren Namık Kemal gazeteden ayrıldı ve 1869’da yurda döndü. Ziya Paşa ise 1871’de döndü. Ali Süavi, Mustafa Fazıl Paşanın verdiği para ile Paris’te Ulum adlı bir gazete çıkarmaya başladı. İnkılap fikirlerini yayan ilk gazetedir TERAKKİ GAZETESİ (1868) Terakki, 1868’de Ali Raşid ve Filip Efendi’lerin çıkarttığı gazetenin bir hususiyeti haftada bir kadınlara mahsus bir gazete çıkarmasıdır. Yine haftalık mizah nüshası da vardır. MÜMEYYİZ GAZETESİ (1869) Mümeyyiz,1869’da çıkan gazetenin sahibi Sıtkı Efendi’dir. En büyük meziyeti çocuklar ait bir nüshasının olmasıdır.hafta içi 5 gün yayımlanan bir gazete idi. İlk sayısı Çarşamba’ya denk düşmesine rağmen geri kalan baskıları gazetenin Cuma günkü baskılarının yanında ve aynı ismi, Mümeyyiz ismini taşıyan, yanında ise “çocuklar için gazetedir” yazısı bulunan bir ilave olarak Mümeyyiz, dönemin Süpyan Mektepleri’nde (ilkokul) verilen eğitime ek olarak çocuklara, daha çağdaş daha Batılı eğitimle destek vermeyi ve bu yolla uzun vadede de olsa Türk toplumunun daha eğitimli ve daha çağdaş bir konuma gelmesi hatta Batılı ülkelere karşı yitirdiği eski itibarını ve gücünü yakalaması için çözüm üretmeyi hedeflemişti. İBRET GAZETESİ (1870) 1870 yılında yayın hayatı başlayan gazetenin adı iki yıllık çalkantılı bir dönem geçirdikten sonra Ahmet Mithat Efendi tarafından “kiralanır” ve 1872’den başlayarak Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik gibi ünlü adların bulunduğu kadrosuyla çıkmaya başlar. Başyazarı Namık Kemal’dir. Özellikle Namık Kemal’in yazıları nedeniyle ilgi gören gazete, yine Namık kemal yüzünden 1873’de kapatılır. Sebebi de yazarın “Vatan Yahut Silistire” adlı oyunudur. Oyunu beğenen ve tezahüratlarla İbret gazetesi önünde toplanan halkın heyecanı Osmanyı Sarayını ayağa kaldırınca gazete 1873 yılı Nisan ayında kapatılır. Ebüzziye Tevfik ile Ahmet Mithat Efendi Rodos adasına gönderilir. Gazete ancak 132 sayı yayınlanabilmiştir. Namık Kemal bu gazetede, özgürlükçü fikirleri savunmuş, basının işlevlerini ve önemini vurgulamıştır. MUSAVVER GAZETESİ (1872) Musavver,1872’de çıktı. En önemli özelliği tercümelere yer vermesi ve Fotoğraflı olarak yayımlanan ilk gazete olmasıdır. TERCÜMAN-I HAKİKAT( 1878) II. Abdülhamid döneminde yayımlanan en önemli gazete,1878’de çıkmaya başlayan Tercüman-ı Hakikat Gazetesi, Ahmed Mithad Efendinin başarılı kalemi ile ve hükumeti tenkid etmeyen büyüklere şantaj, sansasyon özelliğinde olmayan ciddi haberciliğiyle bu devrin en uzun ömürlü ve itibarlı gazetesi oldu. Daha sonraki senelerde Ahmet Midhat Efendinin damadı Muallim Naci’nin idare ettiği bir edebi ilave verdi. Bu son derece ciddi ve terbiyevi bir edebiyat mecmuasıydı. Çocuklar için haftalık ilaveler verdi. Bu gazetede telif romanlar tefrika edildiği gibi, batı klasikleri de veriliyordu. Midhat Efendi bu arada 150’den fazla roman ve ilmi kitap yayınladı. Kitaplar, çekici ve akılcı bir üsluba sahib olduğundan, okutucu ve öğreticiydi. On dört ciltlik Avrupa Tarihi, üç ciltlik Dünya Tarihi serileri, o devirde halk tarafından merakla okundu. Ayrıca, Tercüman-ı Hakikat gazetesi tarafından açılan yardım kampanyası Osmanlı hükûmetinin yaptığı yardımların paralelinde olarak, İstanbul’da yayımlanan ve Ertuğrul’un battığını ilk kez Bahriye bakanı da dahil kamuoyuna duyuran Tercüman-ı Hakikat gazetesi tarafından da şehit ailelerine ve yetimlerine yardım toplanmaya başlanmıştı. Bu gazete gericiliğe ve tutuculuğa savaş açmıştır. Daha sonraları Ağaoğlu Ahmet’inde sert yazılar yazdığı gazete , devamlı suretle ittihatçılarla yapılan tartışmaların yayın aracı olmuştur. Balkan Harbi’nden sonra Ahmet Mithat’ın ölümü üzerine gazete Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar yayınlarını sürdütmüş daha sonra kapanmıştır. MİZAN GAZETESİ (1886) Mizan Gazetesi : 21 Ağustos 1886’da haftalık mizan gazetesi çıkarılmıştır. bu gazeteyi Mizancı Murat adıyla anılan Murat bey çıkarmıştır. Gazetede iç ve dış politika konularına , ekonomi eğitim , maliye ile ilgili çeşili problemlerin çözümüne yer verilmiştir.Mizan Gazetesi 1897’de kapatılmıştır. Not: Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Hakikat, Mizan gazeteleri halkın okuma alışkanlığının artmasında etkili olmuşlardır. İKDAM GAZETESİ (1894) Ahmet Cevdet tarafından İstanbul’da çıkarılan günlük gazete. Yazarları Bâbanzade İsmail Hakkı, Abdullah Zühtü, Ahmet Rasim idi. 24 Temmuz günü Hüseyin Cahit’te onlara katılmıştır. Abdülhamid döneminde birkaç defa kapatılmıştır. Ahmed Cevdet (Oran) kurduğu bu gazeteyi “siyasi Türk Gazetesi” olarak nitelemiştir Sonuç olarak baktığımızda, Tanzimat ile birlikte Batı ya ait pek çok edebi tür edebiyatımıza başarıyla uyarlanmıştır. Günümüzdeki yayınlanan pek çok yayın çeşidinin temelleri bu dönemde atılmıştır. Yukarıda belirtilen gazetenin dışında pek çok gazete bu dönemde yayınlanmış halkı bilgilendirme görevini başarıyla yapmıştır. Bu dönemde dikkat çeken bir başka önemli konu 1860 ta Türk basınının devlet ve hükümete karşı tavır alması, diğer dillerde yayınlanan gazetelerinde devletin birlik ve bütünlüğünü bozucu yayınlar yapması üzerine devlet bazı tedbirler almıştır.1864 te Matbuat Nizamnamesi düzenlenmiştir. Nizamname ile daha önce kurulmuş olan Babıali Tercüme odası, Matbuat müdürlüğü gibi kurumlara yeni görevler veriliyordu. Bunlar; siyasi nitelikteki yayınlara ruhsat vermek, yayınların içeriğini kontrol etmek, gazetelere verilecek resmi ilanları düzenlemek, Avrupa’da ülke aleyhi yayınlar yapan mecmuaların ülke içine girmesine engel olmak, aykırı davrananlara para ve hapis cezası uygulamak. Böylece devlet başta padişah ve diğer mensuplarını koruma altına almış oluyordu. Bu durum 19092a kadar devam etmiştir. #TasviriEfkar #AyineiVatan #TercümanıHakikat #AhmetMithatEfendi #CerideİHavadis #TanzimatDönemiGazeteleri #İbretGazetesi #TakvimiVekayi #TercümanıAhvâl #Terakki #Musavver #İkdamGazetesi #Muhbir #MizanGazetesi #Mümeyyiz #Şinasi
- Tanzimat Tiyatrosu
Türk tiyatrosu, Tanzimat’a dek Karagöz ve Ortaoyunundan oluşmuş bir halk tiyatrosu biçimindedir. Tanzimat’la birlikte Avrupaî biçimler tanınmaya başlamıştır. 1840’tan başlayarak, önce İtalya, Fransız tiyatroları kurulmuş; sonra Hacı Nazım, Hasköy, Şark, Ortaköy gibi yerli tiyatrolar açılmıştır. İlk Türk tiyatrosu 1867’de kurulan Osmanlı Tiyatrosu’dur. Sahibi Güllü Agop’tur. Bu tiyatroda Namık Kemal, Âli Bey, Ahmet Mithat, Ebuzziya Tevfik, Şemsettin Sami gibi yazarların oyunları sahneye konmuştur. İlk Türk operaleri Arif’in Hilesi, Leblebici Horhor, Köse Yahya burada oynanmıştır. İlk Türk oyununu Abdülhak Hamit’in babası Hayrullah Efendi yazmıştır. Hikâye-i İbrahim Paşa be İbrahim-i Gülşenî oyun dört perdelik küçük bir dramdır. İkinci eser ise Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı güldürüsüdür. Oyunda hem batı tiyatrosunun, Molière (Molyer) güldürülerinin etkisi görülür, hem de orta oyununun izleri. Tiyatro eserini de gazete gibi halkı bilinçlendirmek için bir araç sayan Şinasi’nin oyununun konusu “görücü usulüyle evlenme”dir. Tiyatroyu hem bir eğlence, hem de düşünce yönüyle önemli bir kurum, adetâ bir ahlâk ve dil okulu olarak gören Namık Kemal, hem düşünceleriyle, hem yazdığı oyunlarla dikkati çeker: Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Kara Belâ, Celâleddin-i Harzemşah, Gülnihal.Dönemin öteki tiyatro yazarlarından önde gelenleri şöyle sıralayabiliriz: Ali Haydar (Sergüzeşt-i Perviz), Âli Bey (Kokana Yatıyor, Misafiri İstikal, Geveze Berber, Letâfet, Recaizade Ekrem (Afîfe Anjelik, Atalâ yahut Amerika Vahşileri, Vuslat, Çok Bilen Çok Yanılır), Ahmet Mithat (Eyvah, Açık Baş, Ahzı Sâr yahut Avrupa’nın Eski Medeniyeti, Çerkez Özdenler, Bir Facia yahut Siyavuş, Çengi yahut Danıj Çelebi, Zîba), Şemsettin Sami (Besa yahut Ahde Vefa, Seydî Yahya, Gave) Tanzimat edebiyatı tiyatrosunun başlıca özellikleri şunlardır: Tanzimat’a değin geleneksel Türk tiyatrosu dışında ürün verilmemiştir. Batılı anlamda tiyatronun gelişimi tanzimat’la başlar. Şinasi’nin 1859’da yazdığı Şair Evlenmesi modern tiyatronun başlangıcı kabul edilir. Tanzimat dönemi tiyatro sanatçıları, tiyatronun eğlence olduğu kadar eğitim aracı olduğu konusunda birleşmişlerdir. Komedilerde kalsisimin, dramlarda realizmin etkisi görülür. Tiyatro doğrudan halka seslenen ve konuşmaya dayanan bir tür olduğu için yapıtlar genellikle konuşma diliyle yazılmıştır. #ŞairEvlenmesi #Şinasi #TanzimatTiyatrosu
- Tanzimat Edebiyatı’nda Roman Ve Hikaye
Batılı anlamda roman da tiyatro gibi 1860’tan sonra başlar. Önce Fransız romanlarından yapılan çeviriler örneklik eder. Sonra yerli romanlar ortaya çıkmaya başlar. Fakat bu romanlar teknik bakımından pek başarılı sayılmaz. Edebiyat tarihimizde Türkçe yazılmış ilk roman Şemsettin Sami‘nin Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat’ıdır (1873). Bu dönem romanlarında işlenen başlıca konular, batılılaşmanın yanlış anlaşılması, aşk, kadınla erkek arasındaki eşitsizlik, kadının toplumdaki yeri, kölelik ve tarihsel olaylardır. Tanzimat yazarları romanın gerçeği vermesi gerektiği görüşündedirler. Çünkü amaçlar toplumsal yarar sağlamaktır. Özellikle Namık Kemal, tiyatro oyunu için düşündüğünü roman için de yineler. Ona göre roman, toplumsal yarar sağlamak için bir araçtır; yararlı bir eğlencedir. Roman ve öykü yazarları gerçekçi konuları işlerler. Fakat işleyiş biçiminde romantizmin ağır bastığı görülür. Gerçekçilik (realizm) ve doğalcılığın (natüralizm) doğru tanımı ve uygulamasını yalnızca Nabizade Nazım‘da görebiliriz. Karabibik adlı öyküsünün önsözünde gerçekçiliğin ve doğalcılığın ne olduğunu anlatır. Türk edebiyatında ilk gerçekçi(realist) öykü, Nabizade Nazım’ın Karabibik (1890) adlı uzun öyküsüdür. İlk psikolojik roman da onun Zehra adlı eseridir. Tanzimat yazarları kimi roman ve öykülerinde tarihi konu etmişlerdir. Namık Kemal’ın Cezmi (1881) adlı romanı edebiyatımızın ilk tarihsel romanıdır. Tanzimat edebiyatında roman ve öykünün özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: Roman Şemsettin Sami ile başlamış Ahmet Mithat ile gelişmiştir. Konular günlük yaşamdan veya tarihten alınmıştır. Duygusal ve acıklı konular tesadüfi aşklar ön plandadır. Bireyi eğitme, toplumu düzeltme amacı güdülmüştür. Gözleme yer verilmiş, gerçekçi bir bakış açısı sergilenmiştir. Anadolu ihmal edilmiş, İstanbul ve çevresi işlenmiştir. Hikaye ve romanlar teknik ve kompozisyon bakımından ilk olmanın eksikliklerini taşıdıklarından roman tekniği zayıftır. En önemli temalar, Fransız İhtilali ile dünyaya yayılan “vatan, özgürlük, adalet, milliyetçilik ve esaret”tir. Kişiler genelde tek yönlü; iyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. Yazarlar eserlerinde kişiliğini gizlememiş, hatta yer yer olayın akışını keserek okuyucuya bilgi ve öğüt vermişlerdir. İkinci kuşak sanatçıları realizmin etkisiyle gözleme önem vermişler, daha gerçekçi bir tarzla eserlerini yazmışlardır. Roman ve öykücülükte Tanzimat edebiyatındaki ilkler: İlk yerli roman: Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat (Şemsettin Sami)İlk öykü örnekleri: Letaif-i Rivayet ( Ahmet Mithat Efendi)Batılı anlamda ilk öykü: Küçük Şeyler (Sami Paşazade Sezai)İlk edebi roman: İntibah (Namık Kemal)İlk tarihi roman: Cezmi (Namık Kemal)İlk köy romanı: Karabibik (Nabizade Nazım)İlk realist roman: Araba Sevdası (Recaizade mahmut Ekrem) #TaaşşukıTalatveFitnat #NamıkKemal #ŞemsettinSami #TanzimatRomanveHikayesi #İntibah
- Tanzimat Şiiri
Konulardaki büyük değişikliğe karşın, Tanzimat şiiri teknik bakımdan Divan şiirinden çok ayrılamamıştır. Hece ölçüsüne verilen yer artmış da olsa daha çok aruz kullanılmıştır. Yeni nazım biçimlerinin yanında Divan nazmının özellikle gazel, terkib-i bent, kıta biçimleri ve edebi sanatları da görülmektedir. Tanzimat dönemi şairleri dili yalınlaştırmaya çalışmış, konuşma dili ve anlatımına yönelmişlerdir. Biçim bakımından olduğu kadar, konu bakımından da eski şiirden uzaklaşmaya çalışmışlardır. Özellikle Tanzimat’ın Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa’dan oluşan ilk kuşağının şiirlerinde uygarlık, hak, adalet, yasa, özgürlük, vatan gibi toplumsal konular ağır basar. İkinci kuşağın Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamit gibi önde gelen şairleri ise Tanrı, madde, ruh gibi fizik ötesi konulara yönelerek bu konuları ikinci plana atmışlardır. Tanzimat Dönemi şiirinin en önemli temsilcisi kimdir?Tanzimat döneminde yeni şiirin ilk temsilcisi olan Şinasi (1826-1871), Fransa’ya gitmeden önce klâsik kasideler yazmıştır. Fakat Fransa’dan döndükten sonra kasidede biçim açısından değişiklikler yapmış, ayrıca toplumsal kavramlara yer vermiştir. Artık şiirleri duygusallıktan yoksundur, akılcılık öne çıkmıştır. Bu yönüyle Şinasi Tanzimat’tan sonraki edebiyatımızda akılcılığın öncüsü olarak yerini almıştır. Şinasi konuşulan Türkçe ile yeni bir şiir dili yaratmayı amaçlamışsa da bunda başarılı olamaz. Ancak bu konuda öncülük etmesiyle, batılı Türk edebiyatının oluşmasına katkılarıyla önem kazanmıştır. Ziya Paşa (1829-1880); Tanzimatla birlikte gelen yeniliklere düşünce olarak bağlıdır. Ancak uygulamada eskiye bağlı olduğu görülür. Uzun manzum önsözünden dolayı 1874’te yayımladığı Harâbât adlı, antolojisi ile eski edebiyatın propagandasını yapmakla suçlanır. Gerçekten de hece ile yazdığı birkaç şiir bir yana bırakılırsa, Ziya Paşanın şiirleri biçim bakımından Divan nazmına bağlıdır. Namık Kemal (1840-1888) ise yeniliğe hem düşünce yönüyle bağlıdır, hem de uygulama yönüyle. Edebiyatımızın batılılaşmasını yürekten savunmuş; bütün edebî türlerde eser vermiştir. “Toplum için sanat” anlayışıyla “özgürlük, vatan, yasa, hak, adalet, ahlâk” konularını işlemiştir. Şiirlerinde kimi zaman yeni, kimi zaman da biraz eski biçimleri kullanır. Vâveylâ, Hilâl-i Osmanî gibi kimi şiirlerinde dil, konuşma diline yaklaşmıştır. Tanzimat’ın ikinci kuşağındaki şairler toplum için sanat formülünden vazgeçmiş; “sanat için sanat” anlayışına yönelmişlerdir. Bunda 1880’den sonra kendini iyiden iyiye gösteren romantizmin olduğu kadar, II. Abdülhamit yönetiminin baskıcı politik koşullarının da etkisi vardır.Tanzimat şiirinin ikinci kuşağından önde gelen iki şairden biri Recaizâde Ekrem (1847-1914) dir. Ekrem bütün türlerde eser vermiştir. R. Ekrem, şiirin tek amacının güzellik olduğunu düşünür. Çünkü ona göre şiir ahlâka, mantığa uymak zorunda değildir. Ama ahlâka aykırı da olamaz. Güzel olan her şey şiirin konusunu oluşturabilir. Şiiri bir bütün olarak gören R. Ekrem, hem içeriğe hem biçime büyük önem verir. Biçimde “müzeyyen” i, yani süslü olanı yeğler. Şiirin konuşma dilinden ayrı, kendine özgü bir dile sahip olduğunu öne sürer. Onun bu düşüncesi, ilerde Servet-i Fünün dilinin konuşma dilinden uzaklaşmasına yol açar. Ancak Ekrem, kuramcı olarak öne sürdüklerini gerçekleştiremez. Bu nedenle edebiyat tarihine iyi bir sanatçı olarak değil, iyi bir kuramcı olarak geçer. Ekrem, divan nazmından vazgeçmese de yeni nazım biçimlerini dener. R. Ekrem’e göre ölçü (vezin) içeriğe uygun bir ahenkte olmalıdır. Başka bir deyişle, ölçünün müzik yönüyle değerlendirilmesi gerekir. Ekrem’in izlediği başlıca konular aşk ve doğadır. Ayrıca kadın, Türk şiirinde gerçek değerini Ekrem ile bulur. Böylece Türk şiirine ilk kez aile yaşamı girmiş olur. Fransız romantiklerinin etkisi altında kalmıştır. Bu yüzden şiirleri melânkolik bir havadadır. Yaşadığı acılar da buna eklenince, ünlü bir mersiye (ağıt) şairi oldu. Şiirin yalnızca nazıma özgü olamıyacağı düşüncesiyle “mensur şiir” biçimini ortaya koydu. Tanzimat’ın ikinci kuşağında yer alan Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937), batılılaşma hareketinde en önde giden şairlerdendir. Batı şiirinde gördüğü, Türk şiirinde olmayan özellikleri hemen uygulamaya geçmiştir. A. Hamit’in en çok işlediği konular “aşk” ve “doğa” dır. Doğa, Divan şiiirinde bir motifken, Tanzimat’ın ilk kuşağında tasvir malmezesi olarak kullanılmıştır. Ancak Hamit için duygu ve düşünceye seslenen, psikolojik ögelerle bir araya getirilen önemli bir konu olmuştur. Hamit’in şiirlerinde “ölüm” konusu geniş bir yer tutar. İlk eşi Fatma Hanım’ı yitirdikten sonra yazdığı Makber, Ölü, Hacle gibi şiirlerinde ölümün verdiği acıyı, ölüm ve öteki fizikötesi sorunlarla ilgili düşünceleri işler. Sonunda aklın evrenin gizlerini çözmede yetersiz olduğu sonucuna vararak, Tanrı’ya, dine bağlanır. Onun şiirlerinde az da olsa toplumsal ögeler bulunur. Bunlar kimi toplumsal aksaklıklar (Garam, Bir Sefile’nin Hasbıhâli) ve vatanî duygular (İlhâm-ı Vatan)dır. Ancak onun hem fizikötesi düşünceleri, hem de toplumsal sorunlarla ilgili düşünceleri yansıtışı düzensizdir. Tanzimat şiirinin özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: Tanzimat şiirinde söyleyişten çok fikirler ve yeni konular önem kazanmıştır. Dilde sadeleşme fikri savunulmuş; fakat bunda başarılı olunamamıştır. İlk dönem Tanzimat şiirinde gazel, kaside, terkib-i bent… gibi biçimler kullanılırken ikinci dönemde Fransız şiirinin etkisiyle yeni biçimler kullanılmıştır. Her iki dönemde de aruz ölçüsü kullanılmış, hece ölçüsü denenmiştir. Nazım birimi beyittir. Divan şiirindeki parça bütünlüğü yerine konu bütünlüğü esas alınmıştır. İlk dönemde siyasal ve toplumsal sorunlar, ikinci dönemde bireysel ve duygusal konular işlenmiştir. Birinci dönem şiiri dışa ikinci dönem şiiri içe dönüktür. İlk dönem şiirindeki dil ikinci dönem şiirindeki dilden daha sadedir. I. dönem şairleri divan şiirini eleştirerek yıkmaya çalışmış; II. dönem şairleri ise şiiri sanat açısından ele alıp divan şairleri gibi estetiğe önem vermişlerdir. Fransız İhtilali’nin etkisiyle, özellikler ilk dönem şairlerinde, kanun, düzen, adalet, özgürlük,esaret, millet, vatan, bayrak gibi temalar işlenmiştir. #Tanzimatşiiri
- Tanzimat Edebiyatı’nın Oluşumu
Osmanlı Devleti yükselme devrinde kendi uygarlıklarının Batınınkinden daha üstün olduğuna inanmış ve batıda olan yenilik ve reformlara kayıtsız kalmıştır. Batı ile olan ilişkiler sadece siyasal alanda olmuş bunun dışında kültürel ve bilimsel hiçbir konuyla ilişki içinde olunmamıştır. Ama 17. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başlarında ardı ardına gelen malubiyetler ve bunun sonucunda gelen toprak kayıpları Osmanlı’ya adeta bir takat gibi gelmiş ve önemsemedikleri yenilikleri kale almayıp uygulamadıkları Avrupa’nın kendisinden kat kat önde olduğunu fark etmiştir. Gerileme dönemine giren Osmanlı, Batının askerî teknolojisinin savaşın sonucunda oldukça etkili olduğunu anlamış ve askerî teknolojiyi öğrenip kendi sistemlerine uygulayabilmek için Avrupa’ya elçiler göndermeğe başlamıştır. Batının Osmanlı karşısındaki bu siyasal üstünlük bir süre sonra kendini farklı alanlarda da göstermiş ve zaman içinde halka da bu üstünlük yansımış olacak ki; halk arasında Batı özellikle Fransız taklitçiliği yayılmağa başlamıştır. Osmanlı aydınları Batıya gidip orada öğrendikleri her bilgiyi Osmanlı Devleti’nde uygulamağa çalışmışlar ve bunun için pek çok uğraş vermişlerdir. Bu arada Osmanlı her geçen gün biraz daha kötüleşip toprak kaybetmeğe devam etmiştir. Osmanlı’nın bu kötü durumundan faydalanmak isteyen Avrupalı devletler azınlıkları bahane ederek Osmanlı’nın iç işlerine müdahale etmeğe başlamışlar ve hatta tüm kontrolü ellerinde bulundurmuşlardır. Gerekli gördükleri yerde azınlıklara ayrıcalık verilmesini isteyerek sözde yenilik altında pek çok hak elde etmişlerdir. Bunlardan biri de 1839’da 2. Mahmut’tan sonra tahta çıkan Abdülmecit, Reşit Paşa’nın da etkisiyle yayınlanan Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayun) adlı siyasal içerikli bir fermandır. Bu nedenle 1839’da başlayan bu döneme Tanzimat Dönemi denir. II.Mahmut döneminin sonuna doğru Batıda görev yapan Osmanlı elçileri Avrupa’da kameralizm adlı sistemi keşfetmişlerdir. Millî (ulusal) devletlerin kurulmasında ve orta sınıfların güçlenmesinde etkili olan bu sistem bir yandan sınıfların güçlenmesinde etkili olan bu sistem bir yandan da feodalizmin kalan etkilerini yok etmeyi amaçlamıştır. Osmanlı aydınlarına kameralizmin en cazip gelen tarafı Osmanlı İmparatorluğu gibi dağınık ve çok uluslu bir ülkeyi birleştirme ihtimalinin olmasıydı. Osmanlı devlet adamları ise hala halk üzerinde bir ‘’Osmanlıcılık’’ bilinci oluşturabileceklerini düşünüyorlardı. Tanzimat’ı başlatanların (Mustafa Reşit, Ali Paşa, Fuat Paşa) bir türlü anlayamadıkları ya da kabul edemedikleri şeyi artık Batılı devletlerin sınırsız bir rekabet ve savaş içinde oldukları ve sömürgeci politikalarını gün geçtikçe daha da yaygınlaştırdıkları gerçeğidir. Osmanlı Devleti, 1838’den sonraki bütün ticari ve siyasi antlaşmalarda kendini savunup haklarını koruyamadığı gibi bu durum tarım ve endüstri alanlarına da sıçratılmıştır. Tanzimat kurucuları Batıdan askeri teknik ve teknolojiyi Osmanlı’ya uyarlarken bir yandan da onların günlük kültürlerini de Osmanlı içerisine almışlardır. Bu Avrupalılaşma denen durum yaşamın her sahnesinde gözle görülebilecek bir ilerleme kaydetmiştir. Şehrin her yerinde (binaların, evlerin tarzında, kullanılan eşyalarda, insanların birbiriyle olan ilişkilerinde ve konuşmalarında) Batıya ait izlere rastlamak mümkündü. Tanzimat Fermanı’nda halkın can ve mal güvenliği, kanun önünde eşitlik, mülkün miras olarak bırakılabilmesi, alınacak vergilerin adaletli olması gibi maddeler yer alıyordu. Bu maddelerin Osmanlı ayanları tarafından ortaya atılmasındaki amaç, gerileme dönemi yaşayan Osmanlı’yı bir bütün olarak ayakta tutabilmekti. Aynı zamanda ortaya çıkan Fransız İhtilali’nden sonra bu fermanın yayınlanmasının altında yatan asıl sebep de buydu: Osmanlı gibi çok uluslu bir devleti ‘’milliyetçilik’’ akımının etkisinden kurtarmak. Yapılan bu fermanla halka daha fazla hak, adalet ve eşitliğin getirilmeğe çalışıp orta yolun bulunmasıyla kısa süreliğine de olsa bir başarı sağlanmıştır. Tanzimat Fermanı’nın Müslümanlara yönelikten ziyade gayrimüslim halka hitap etmesi, gayrimüslim halkın yapılan yeniliklerden memnun olmaması ve bunların yanında kendilerini Osmanlı’daki azınlıkların haklarını korumakla mükellef sayan Avrupalı Devletlerin de yapılan yeniliklerden hoşnut olmayarak baskılarına devam etmeleri Osmanlı Devleti’ni tekrar başa döndürmüştür. Tanzimat Fermanı Avrupa devletlerinin Osmanlı’yı elde etmek için çabaladıkları bir dönemde onlara karşı tedbir olarak uygulamağa çalışmış ancak bu tedbir yukarıdaki sebeplerden ötürü başarıya ulaşamadığı gibi Avrupa’nın Osmanlı için planladıklarının işleyişini de kolaylaştırmıştır. Bu kargaşalı dönemde yeni bir grup meydana gelmiştir. Yeni Osmanlılar adlı bu rejim muhalefetleri ilk kez 1860 yılında Tanzimatçıların yetersiz olduklarını dile getirmişlerdir. Onlara göre devletin bu kargaşadan kurtulması için kişisel egemenlikten (mutlak krallıktan) vazgeçilmeli, gerekirse halk padişahtan daha üstün görülmesiyle sağlanabilirdi. Yine onlara göre Tanzimat daha geniş şekilde desteklenmeli ve Tanzimat’ta yer alan maddeler çerçevesinde yönetim denetlenmelidir. Yeni Osmanlılar bu düşüncelerini uygulayabilmek için büyük bir mücadeleye girmişler ve sonunda da Abdülaziz’i tahttan indirmişlerdir. Sonunda Tanzimat amacına ulaşamamış ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. #TanzimatEdebiyatı
- Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının Genel Özellikleri
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, her alanda olduğu gibi edebiyat ve sanatta da yeni bir dönem başlamıştır. Cumhuriyet döneminde dilin yalınlaşması, özleşmesi çalışmaları hızlanmış; sürüp gelen dil tartışmaları, Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıyla bilimsel bir zemine oturtulmuştur. Dil devrimiyle birlikte Türkçe ve Türk edebiyatı gerçek macerasına girmiş;milliyetçi, halkçı, yenilikçi, modern sanat ve edebiyat görüşlerinin benimsendiği bir edebiyat doğmuştur. Bu dönemde edebiyat, millileşme akımının devamı olarak hızlı bir gelişme göstermiştir. Edebiyatımız Batı taklitçiliğinden kurtulmuş, yeni bir atılımla kendi kişiliğini bulmuş, halk aydın arasındaki mesafe büyük ölçüde kapanmıştır. Bu dönemde sanatçılar, yeni kurulan Cumhuriyet’in, Atatürk ilke ve devrimlerinin yaygınlaşıp benimsenmesinde önemli işlev görmüşlerdir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, daha önce Milli Edebiyat akımı etkisinde şiirler yazan Beş Hececiler, yine hece ölçüsüyle şiir yazmayı sürdürmüşlerdir. Bu dönemde Beş Hececilerden ayrı özellikleri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Muhip Dıranas gibi şairler de vardır. 1928’de Yedi Meşaleciler olarak bilinen topluluk ortaya çıkmıştır. Yine bu yıllarda Cahit Sıtkı Tarancı ile Fazıl Hüsnü Dağlarca önemli şairler olarak göze çarparlar. Hikaye ve romanda, Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Peyami Safa dönemin önce çıkan en önemli yazarlarıdır. 1940’lı yıllarda, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan görüşlerin etkisiyle Garip Akımı ortaya çıkmıştır. Garipçiler geleneğe karşı çıkmış, ölçü ve uyağı terk etmiş, sıradan insanın yaşamını günlük dille şairanelikten uzak bir tutumla anlatmışlardır. 1960’lı yıllarda, İkinci Yeni adı verilen sanatçıları görüyoruz. Yine 1940 sonrası edebiyatımızda Hisarcılar adlı bir grup oluşmuş; edebiyat ve sanat anlayışlarıyla etkili olmaya çalışmışlardır. Son yıllarda ise birçok şair ve yazarımız henüz durulup yaygınlaşmamış yeniliklerle çağdaş anlamda eser vermeyi sürdürmektedir. Cumhuriyet Dönemi Edebiyatının genel Özellikleri: Edebiyatta İstanbul dışından da konuların seçilmesine paralel olarak İstanbul dışından da pek çok edebiyatçı yetişmiştir. Şiirin geleneksel kalıpları yıkılmış, aruz vezninin yerini milli ölçü olan hece ölçüsü almış, şiirde biçim serbestliği sağlanmıştır. Öykü ve romanda toplumsal gerçekçilik olarak adlandırılabilecek bir anlayış ortaya çıkmıştır. Sanatçılar, Atatürk ilkelerini yaymayı, halkı aydınlatmayı bir görev saymışlardır. Edebiyat eserlerinde yurt güzellikleri, milli sorunlar ve Anadolu halkının yaşam biçimi işlenmiştir. Şiir, roman, hikaye ve tiyatro gibi türler gelişmiş; bu türlerde Batı edebiyatındaki örnekler ölçüsünde başarılı örnekler verilmiştir. Yazı diliyle konuşma dili arasındaki öteden beri süregelen fark ortadan kalkmış; dilde sadeleşme çabaları sürmüş ve bunda başarılı olunmuştur. Hikaye, roman ve tiyatroda yurt ve köy romanlarına yöneliş başlamış; düzyazıda özellikl Nurullah Ataç’ın öcülük ettiği yeni nesir ve öz Türkçecilik ve devrik cümle anlayışı yaygınlaşmıştır. Bu dönemde Kurtuluş Savaşı’nı konu alan romanlar yazılma devam edilmiştir. Bu dönemde gerek edebi eserler gerek öğretici eserler ilgili her türde ve konuda örnekler verilmişti. #CumhuriyetDönemiTürkEdebiyatı #CumhuriyetEdebiyatı
- Milli Edebiyat Döneminin Genel Özellikleri
Tanzimat dönemine kadar “Türk” terimi, Osmanlı İmparatorluğundaki Türkleri, Tanzimat döneminde “Türk” terimi bütün Türkleri karşılar olmuştur. Dildeki Arapça Farsça sözcüklerin atılmasını; ezanın hutbelerin, namazdaki surelerin Türkçe olmasını, yazıda kısa cümleler kullanılmasını ilk öneren Ali Suavi’dir. Osmanlıcayı savunanlar da olunca hükümet dil tartışmalarını yasaklar. Akçuralı Yusuf ve onun gibi düşünenler yayınlarını yurt dışında yaparlar. 1908’de Türk Derneği kurulur. 1911’de derneğin dil üzerindeki ilkeleri bir beyanname ile açıklanır. Aynı yıl Türk Yurdu derneği kurulur. Onu Türk Ocağı izler. 1912’deki Balkan yenilgisi, siyasileri Osmanlıcılıktan Milliyetçiliğe çeker. İttihat ve Terakki Partisi bu hareketi destekler. 1911’de Selânik’te çıkarılan Genç Kalemler dergisi yazarları edebiyatın ulusallaşması için önce dilin ulusallaşması tezinden hareketle konularını da halka dayandırırlar. Onlar ne doğunun ne de batının taklitçisi olmak istemezler. Bu görüşe sanatın evrenselliğini savunan Servet-i Fünuncular ile Fecr-i Atici’ler karşı çıkar. Bir yıl sonra onlar da ulusal görüşü desteklemeye başlarlar. Milli görüşü destekleyenlerden birisi de Ziya Gökalp’tir. Önce Turancılık görüşünü savunur, sonra bu aşırılığın zararlı olabileceğini düşünerek Türkiye Türkçülüğünü benimser. İlkelerini Türkçülüğün Esasları adlı bir kitapta toplar. Bu kitabın bir bölümünü de Türk Dili ve Edebiyatına ayırır. Birçok dilci ve edebiyatçıyı bu amaçta birleştirmeyi başarır. Cumhuriyet kurulurken konuşma dilini ilke edinmiş, halkın sorunlarını konu edinen bir edebiyat hazırdır. Millî Edebiyatın Temel Nitelikleri 1911’de Genç Kalemler dergisinin genç yazarlarınca başlatılan Yeni Lisan hareketi gelişerek Millî Edebiyat akımı başlatılmıştır. Ulusal bir dil ve edebiyatın geliştirilmesinin amaçlandığı bu dönem, yeni Türk edebiyatının önemli bir aşamasını oluşturmuştur. “Millî Edebiyat” adını almış olan bu dönemin belli başlı nitelikleri nelerdir? Konuşma dilini yazı diline döndürme düşüncesi zamanın yazarlarının büyük çoğunluğunca benimsenmiş; böylece Osmanlıcadan Türkçeye dönülmüştür. Şiirde Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanılmış; aruz ölçüsünden heceye geçilmiştir. Ancak bir geçiş dönemi özelliği olarak, zaman zaman her ikisi de kullanılmıştır. Halkın yaşamı edebî eserlere konu edilmiştir. O zamana dek olayların geçtiği yer hep İstanbul iken, yazarlar artık İstanbul dışına da eğilmeye başlamışlardır. Ayrıca Türk tarihi ve gelenekler de yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır. Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin, Ali Kemal gibi birkaç muhalif dışında zamanın bütün şair ve yazarları Millî Edebiyat hareketine katılmışlardır. Edebiyatın ulusallaştırılması çabası büyük ölçüde amacına ulaşmıştır. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, ağır bir edebî dil yerine konuşma dili kullanılmaya ve halkın yaşayışı, sorunları konu edilmeye başlanmıştır.
- Fecr-i Ati Edebiyatı'nın Genel Özellikleri
Servet-i Fünun’dan sonra yetişen genç kuşak edebiyatçılar, 1909’da bir araya gelerek Fecr-i Ati topluluğunu oluşturdular. Topluluk üyesi olan Ahmet Haşim, Ahmet Samim, Tahsin Nahit, Celâl Sahir, Hamdullah Suphi, Refik Halit, Şehabettin Süleyman, Yakup Kadri ile öteki şair ve yazarlar bir beyanname hazırlayarak, kendilerini kamuoyuna tanıttılar. Fecr-i Ati topluluğunun 24 Şubat 1910’da, Servet-i Fünun dergisinde yayımladıkları beyanname, Türkiye’de bir ebedî toplulukça yayımlanmış ilk bildiridir. Bu bildiride Fecr-i Ati topluluğunun amaçları dil ve edebiyatın gelişmesine çalışmak, konferanslar düzenlemek, kamuoyunu aydınlatmak, Batının önemli eserlerini çevirtmek, Batı’daki benzer oluşumlarla ilişki kurmaktır. Fakat topluluğun ömrü kısa sürer. Fecr-i Ati, 1912’de dağılır. 24 Şubat 1909′da bir bildiriyle sanat anlayışlarını ve ilkelerini açıklayan bu topluluk Ahmet Haşim, Celal Şahir, Emin Bülent, Emin Sami, Ahmet Samim, Hamdullah Suphi, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İzzet Melih Devrim, İbrahim Alaattin Gövsa gibi ünlü edebiyatçılardan oluştu. Bu sanatçıların amaçları şunlardır: 1. Sanat kişisel ve değerli bir uğraştır, onurdur. 2. Kamuoyunu aydınlatmak bir görevdir, borçtur. 3. Batının önemli eserlerinin çevrilmesi ve kazanılmasını sağlamak. 4. Herkese açık toplantılarla sanat-halk iletişimini güçlendirmek. 5. Dilin, yazınsal ve toplumsal bilimlerin ilerlemesini sağlamak. Ancak Fecr-i Ati’nin dinamik ve güçlü bir sanat akımı değil bir arkadaş topluluğu biçiminde olması bu amaçların gerçekleşmesini engeldi. Sonuçta dağıldılar ve Milli Edebiyat akımına katıldılar. Genç Kalem adlı grup bu topluluktan doğdu. Fecri Ati Edebiyatının Genel Özellikleri: Bu dönemin yazar ve ozanları topluluk içindeyken önemli bir varlık gösterememiş, topluluğun dağılmasından sonra kimi kendi bağımsız çizgisinde yürüyüp kimi de Milli edebiyatın içinde yer alarak üne kavuşmuştur. Duyuşta, düşüncede, üslup ve sanat anlayışında Servet-i Fünun sanatçılarına özenmişlerdir. Bu nedenle onların silik bir kopyası olarak kalmışlardır. “Sanat sanat içindir.” ilkesine bağlı kalarak sembolizmden etkilenmişlerdir. Ahmet Haşim dışında sanat değeri taşıyan şiirler yazamamışlardır. Ayrıca, Ahmet Haşim 20. Yüzyılın bağımsız bir şairi olarak değerlendirilir. Örnek olarak Fransız edebiyatını aldılar. Eserlerinde aşk ve tabiat konusunu işler. Duygulu ve romantik bir aşkı dile getirdiler. Gerçekten uzak tabiat tasvirleri yaptılar. Fransız sembolistlerinden etkilendiler. Şiirlerinde aruz veznini kullandılar. Serbest müstezadı geliştirerek kullanmaya devam ettiler. Ağır bir dil kullandılar dilleri vardır. Dil Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklüdür. Herhangi bir yenilik getirememişlerdir. Serveti Fünun edebiyatının devamından öteye gidememişlerdir.
- Edebiyatımızda İlkler
İlk yerli tiyatro eseri: Şinasi – Şair Evlenmesi (1895) İlk yerli roman: Şemsettin Sami – Taaşşuk-u Talat ve Fıtnat Batılı anlamda yazılan ilk roman: Halit Ziya Uşaklıgil – Mai ve Siyah İlk çeviri roman: Y. Kamil Paşa – Fenelon’dan Telemak (1859) İlk köylü romanı: Nabizade Nazım – Karabibik İlk natüralist eser: Nabizade Nazım – Zehra İlk realist roman: R. Mahmut Ekrem – Araba Sevdası İlk kölelik ve cariyelik temasını işleyen roman: Samipaşazade Sezai –Sergüzeşt İlk resmi Türkçe gazete: Takvim-i Vakayi (1831) İlk yarı resmi gazete: Ceride-i Havadis (1840) İlk Özel Gazete: Tercüman-ı Ahval – Şinasi-Agah Efendi (1860) İlk Makale: Şinasi – Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi İlk tarihi roman: Namık Kemal – Cezmi İlk pastoral şiir: A. Hamit Tarhan – Sahra İlk şiir çevirisi yapan, ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerini ilk kez kullanan, ilk Türk Gazeteci: Şinasi Aruzla yazılan ilk manzum tiyatro eseri: Abdülhak Hamit – Eşber Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri: Yusuf Ziya Ortaç – Binnaz (1919) İlk bibliyografya: Katip Çelebi – Keşfü’z-Zünun İlk hatıra kitabi: Babürşah – Babürname İlk hamse yazarı: Ali Şir Nevai İlk tezkire: Ali Şir Nevai – Mecalisü’n-Nefais İlk antoloji: Ziya Paşa – Harabat İlk atasözleri kitabı: Şinasi – Durub-ı Emsal-i Osmaniye İlk mizah dergisi: Teodor Kasap – DiyojenØ İlk hikaye kitabı: Ahmet Mithat Efendi – Letaif-i Rivayet Basılan ilk küçük hikaye kitabı: Samipşazade Sezai – Küçük Şeyler İlk fıkra (köşe yazısı) yazarı: Ahmet Rasim Bilinen ilk Türk yazar: Yolluğ Tigin (Göktürk Kitabelerini yazmıştır.) Türkçe yazılan ilk kitap: Kutadgu Bilig İlk Siyasetname: Kutadgu Bilig İlk Türkçe Mesnevi: Kutadgu Bilig Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan: Mehmet Emin Yurdakul İlk Türkçe Sözlük: Divan-ı Lügati’t-Türk Edebiyatımızda sahnelenen ilk tiyatro eseri: Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre Kurtuluş Mücadelesini işleyen ilk roman: Halide Edip Adıvar – Ateşten Gömlek Hikayeciliğimizi İstanbul’dan Anadolu’ya taşıyan: Refik Halit Karay – Memleket ve Gurbet Hikayeleri Edebiyatımızdaki ilk eleştiri: Namık Kemal – Tahrib-i Harabat (Ziya Paşa’nın Harabat adlı eseri eleştirilmiştir.)
- Tanzimat Edebiyatı
Batı tarzında okulların açılması, yurtdışına öğrenci gönderilmesi, gazetelerin yayımlanması, yabancı tiyatro topluluklarının İstanbul’a gelip oyunlar sergilemesi, batı uygarlığının pencerelerini açmıştır. İşte 1938-1860 yılları arasında, bu ortamda yetişmiş aydınlar, 1860’tan sonra batılılaşmayı siyaset, toplum ve edebiyat olmak üzere üç alanda birden sürdürdüler. Edebiyatta batı etkisinin görülmeye başladığı bu döneme Tanzimat Edebiyatı diyoruz. Tanzimat Edebiyatının başlıca şair ve yazarları önce gazetelerde dilin ve edebiyatın nasıl olması gerektiğini tartışmışlardır. Dönemin en önde gelen kişiliği Şinasi, Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları Tercüman-ı Ahvâl (1860) ve yalnız başına çıkardığı Tasvîr-i Efkâr’da Batı uygarlığına ulaşmak için bilgisizlikle yobazlığın ortadan kaldırılması gerektiğini savunmuş; bunun için, gazete aracılığıyla halkın düzeyini yükseltmeye çalışmıştır. Bu sırada halkın analayabileceği bir dile gereksinim duymuş ve yeni, yalın bir düzyazının ortaya çıkmasına önayak olmuştur. Namık Kemal ise “Lisan-ı Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı Şamildir” (Tasvir-i Efkâr, 1866) adındaki uzun makalesinde yapaylığı, gerçeğe dayanmaması nedeniyle Divan Edebiyatını eleştirir. Türk edebiyatının yeniden düzenlenmesi gerektiğini öne sürer. Bunun da yazı dilinin konuşma diline en kısa sürede dönüştürülmesiyle olabileceğini belirtir. Ayrıca N. Kemal, edebiyatın bir ulusun devamının güvencesi olduğunu öne sürerek, edebiyatta toplumsal yarar arama ilkesini ortaya koyar. Ziya Paşa, ünlü Şiir ve İnşa makalesinde Divan Edebiyatının ulusal bir edebiyat olmadığını, çağdaş Türk edebiyatının Halk edebiyatına dayanarak kurulabileceğini ileri sürer. Halkın düzeyine ve ifade biçimine gidilmesi gerektiğini savunur. Görüldüğü gibi bu dönemin edebiyatçıları Batı edebiyatını örnek alırken, halkın analayabilecği yeni bir dil ve anlatım da aramışlardır. Bu dönemde Türk edebiyatında en dikkat çekici yan, yüzyıllardır ilk kez edebiyatın toplum hizmetine girmesi olmuştur. Artık edebiyat, eski edebiyatın soyutluğundan, kalıplarından kurtulmuştur. Böylece sanatçılar için daha özgür, yaratıcı olmanın yolu açılmıştır.Tanzimat edebiyatında 1875’e dek toplumsal yarar ilkesi geçerli olmuştur. Bu yıldan sonra ise romantizmin etkisi kendini gösterir. Batıya yönelme ile birlikte aydınlar bir Avrupa dili, özellikle de Fransızcayı öğrenme çabası içine girdiler. Böylece Fransız kültürü ve edebiyatından etkilenme başladı. Şair ve yazarlar bir yandan eski edebiyattan farklı ürünler verirken, bir yandan da çeviriler yapmaya başladılar. Önce, Fransa’da öğrenim gören Şinasi’nin Fransız şairlerden çevirdiği şiirleri kitaplaştırdığını görüyoruz. Terceme-i Manzume (1858). Sonra, bir devlet adamı olan Yusuf Kâmil Paşa bir Fransız romanı olan Telemak’ı çevirerek yayımlamıştır (1862). Bunu dünyaca ünlü Sefiller, Robinson Cruzoe, Monte Cristo gibi romanların çevirileri izler. Tanzimat edebiyatının genel özelliklerini şöyle özetlemek mümkündür: Batı etkisiyle oluşturulan Tanzimat edebiyatı, Batılı edebiyata yakışır biçimde, sanatın dilini ve toplumsal yararlılığını tartışarak başlatılmıştır. İlk resmi olmayan gazete bu dönemde çıkartılmış; gazete aracılığı ile halkın bilinç düzeyini yükseltmek amaç edinilmiş; Divan edebiyatı konuları bırakılarak özgürlük, vatan, adalet, eşitlik… gibi konular işlenmiştir. Aydınlar, Halk edebiyatı ürünlerinden ve dilinden yararlanmışlar, fakat teknik açıdan Divan şiirinin etkisindedirler. İkinci dönemde, siyasal baskı ile halka açılamayan sanatçılarda, dil yeniden konuşma dilinden ayrılır, fizik ötesi konular işlenir. İçeriğe göre biçim çalışmaları yapılırken, şiire ailenin girmesi de bu dönemdedir. İlk mensur şiir denemeleri yapılır. Batılı anlamda roman, öykü, tiyatro çalışmaları 1860’tan sonra Batıdan çevirilerle başlar, adaptelerle tür bilgileri pekiştirilir, sonra da yerli konular işlenir. İlk uygulamalarda teknik yanlışlar vardır. İçerik olarak batılılaşmanın yanlış anlaşılması, cariye, köle kadınlar ve aile sorunları, aşk, tarih olayları… gibi konular işlenir. Düz yazıda sadeleşme bu dönemde başlar. 1875’ten sonra edebiyatımız Fransız romantiklerinin etkisine girer. Karagöz, Orta Oyunu yanında Batılı tiyatrolar gösterilmeye başlar. Tiyatroya halk okulu anlayışıyla yaklaşılır. Ayrıca hiciv, edebi eleştiri, edebiyat tarihi, makale, fıkra, deneme… türleri işlenir. #ModernTürkEdebiyatı #TanzimatEdebiyatı
- Batılılaşma Hareketleri
Meşrutiyet Dönemleri Batılılaşma Hareketleri Tanzimat Öncesi Batılılaşma Hareketleri Tanzimat Dönemi Batılılaşma Hareketleri Cumhuriyet Dönemi Batılılaşma Hareketleri 13. yüzyılın sonlarında 14. yüzyılın başlarında kurulan Osmanlı Devleti kısa sürede hızla büyüyerek dünyanın en güçlü devletlerinden biri oldu. Ancak bu gücünü uzun süre koruyamadı. Önce duraklama daha sonra gerileme ve nihayet parçalanma sürecine girdi. 17. yüzyılın sonlarında toprak kaybetmeye başlayınca geri kaldığının ayırdına varan kimi devlet yöneticileri yeniden eski güce özlem duymaya başladı. Bunun için de bazı kurumlarda reform yapmak istediler. Böylece ülkede batılılaşma isteği filizlenmeye başladı. Türkiye’de batılılaşma hareketinin başlangıcı, Osmanlı Devletinin gerileme dönemi olan 18. yüzyıla uzanır. Çünkü padişahlar ve devlet adamları ülkenin batıdan geride kaldığını; çözümünse, her alanda gerek duyulan yenilikleri yapmak olduğunu görmeye başlamışlardır. Yeniliklerin başlaması I. Mahmut’a dek gider. Bu dönemde batı tarzındaki ilk okul sayılabilecek Hendesehane açılır (1731). Bunu III. Mustafa, III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde yapılan yenilikler izler. 3 Kasım 1839’da ilân edilen Tanzimat Fermanı ile batılılaşmanın, batı tarzdaki düzenlemelerin devletçe kabulü ve bunun duyurulduğu görülür. Artık batılı devletlerde uyulan temel hak ve özgürlükler de güvence altına alınmıştır. Yaşamın her alanında yenilik ve düzenlemeler yapılmıştır. Yeni Osmanlılar adı verilen, mutlak monarji karşıtı gençlerin mücadelesi sonunda 23 Aralık 1876’da anayasalı bir döneme girildi.Ancak kısa sürdü.Fakat Anayasa âdeta ülke sorunlarının çözümünde sihirli bir değnek olarak algılandı. Ülkedeki istibdat yönetiminden bunalan gençler, yeni bir özgürlük mücadelesini başlattılar ve 23 Temmuz 1908’de askerlerin de yardımıyla II. Meşrutiyeti bu amacı gerçekleştirdiler. İttihat ve Terakkiciler ülkeyi çağdaşlaştırmak için çeşitli alanlarda reformlar yapmaya devam ettiler. Tüm bu yenilikler çağdaşlaşmak için yeterli olmadı. Devletin ve toplumun çağdaş bir yapıya kavuşturulması ancak Cumhuriyetle birlikte, Atatürk devrimlerinin sonucunda gerçekleştirilebildi. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet’e kadar ki çağdaşlaşma hareketlerini aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz: