Arama Sonuçları
"" için bulunan 692 sonuç
- Modern Türk Edebiyatının Ana Dönemleri
Çağdaş Türk Edebiyatı, Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin hızlandığı, yapılan yeniliklerin başarıya ulaşamadığı, batıya yönelme gereğinin duyulduğu bir zamanda, yani 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilân edilmesiyle başlayan medeniyet ve kültür değişikliği ve bu değişikliğin dayandığı Batılılaşma olgusunun belirlediği bir gelişim sürecinde değerlendirilebilir. 19. yüzyılda Türk edebiyatı, batılılaşma hareketine bağlı olarak roman, hikâye, tiyatro gibi yeni türlerin denenmesiyle çağdaş bir çizgiye girdi. Türk edebiyatının yönü batı düşüncesinin temel alınması sonucu değişti. Batıyla ilişkiler, aydınların bir batı dilini öğrenmeleri, batı edebiyatından yapılan çeviriler, batıdaki fikir akımları ile tanışma bir kültür ve medeniyet değişimini gündeme getirdi. Sosyal, ekonomik ve siyasî hayatta meydana gelen değişiklikler edebiyata da yansıdı, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar arayışlar devam etti. Modern Türk edebiyatını şu bölümler altında gruplandırabiliriz: Tanzimat dönemi, Servet-i Fünun dönemi, Fecr-i Âti dönemi, Milli edebiyat dönemi, Cumhuriyet ve sonrası. 1- Tanzimat Edebiyatının önemli isimleri: Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Mithat, Ziya Paşa, Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Samipaşazade Sezai vb. 2- Servet-i Fünun Edebiyatının önemli isimleri: Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf vb. 3- Fecr-i Âti Edebiyatının önemli isimleri: Ahmed Haşim, Emin Bülent Serdaroğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Fuad Köprülü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu vb. 4- Milli Edebiyatın önemli isimleri: Ömer Seyfettin, Mehmet Akif Ersoy, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin vb. 5- Cumhuriyet ve Sonrası Edebiyatın önemli isimleri: Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Nazım Hikmet, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat, Cahit Külebi, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Peyami Safa, Kemal Tahir, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Selim İleri, Fakir Baykurt, Orhan Pamuk vb. #ÇağdaşTürkEdebiyatı
- Nazım – Nesir Karışık Anonim Ürünler
Hem şiir, hem düzyazı şeklinde söylenmiş, söyleyeni belli olmayan halk edebiyatı türlerinden olan tekerleme, bilmece, alkış ve kargışların toplumsal kültür yaşamımızda önemli bir yeri vardır. Bilmeceler çeşitli doğa olaylarını, yaşama değgin soyut ve somut hemen her olguyu, çeşitli çağrışımlarla tanımlayan ve çoğu zaman da yanıtlarını bu çağrışımlarda gizleyen, sözlü ve ortak halk edebiyatı ürünleridirler ve içerdikleri konulara göre sınıflandırılırlar. Belirli bir ana konusu olmayan tekerleme, birbirine aykırı düşünce ve olguları, gerçekdışı , olmayacak durumları biraraya getirip mantık dışı bir takım sonuçlara vararak şaşırtıcı bir etki yaratır. Bu özellikleriyle tekerlemenin, ilgiyi sıcak tutup anlatılacak olan anlatıya veya yapılacak olan eyleme dinleyicileri, katılımcıları hazırlamak gibi bir işlevi de vardır. Cümle sonları uyaklı olmakla birlikte, genellikle düz yazı biçiminde söylenirler. Alkış ve kargışlar ise; bir toplumun maddi-manevi kültürünü, değer yargılarını, inançlarını yansıtan, kısa ve derin anlamlı söz kalıplarıdır. Bu söz kalıpları özgün, etkileyici ve duygu yüklüdür. Bunlar da kendi içlerinde sınıflandırılırlar. NAZIM-NESİR KARIŞIK ANONİM ÜRÜNLER Alkış-Kargış (Hayırdua-Beddua) Bilmece Özellikleri Tekerleme Özellikleri Türk Halk Edebiyatında Bilmeceler #alkış #bilmece #kargış #tekerleme
- Âşık Şiiri Nazım Biçimleri
Biçim, şiirin dize birimi, dizelerindeki hece sayısı ve uyak düzeni ile belirlenen biçimidir. Halk edebiyatı şiiri biçim olarak incelendiğinde temelde iki ana biçim vardır mâni, koşma. Diğer nazım biçimleri bu iki biçimden zamanla türemiştir. ÂŞIK ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ Aşık Edebiyatı Destan Türü Koşma Semai Varsağı #varsağı #destan #koşma #semai #AşıkŞiiriNazımBiçimleri
- Âşık Şiiri Nazım Türleri
Âşık edebiyatı adı altında topladığımız edebiyat yaratılarını başlıca iki türe ayıran Boratav (1942), bunları anlatı ve şiir türü olarak değerlendirmektedir. Anlatı türünde, uzun birtakım kahramanlık romanlarıyla aşk romanları ya da daha kısa birtakım türkülü hikayeler meydana gelmiştir; halk hikayeleri, ya da sadece hikaye adı verilen bu yapıtlar da âşık yaratmalarıdır. Yine Boratav (1968), “Âşık Edebiyatı” başlıklı incelemesinde âşık şiirini, kullanılan başlıca konuları göz önünde bulundurarak, tür bakımından şöyle sıralamaktadır: Destanlar, uzunca parçalardır (dörder dizelik “hane”lerin sayısı sekseni yüzü bulabilir, buna karşılık on “hane”yi aşmayan destanlar da vardır). Bu destanlar, askeri, siyasal, toplumsal önem taşıyan bir olayı, örneğin bir komutanın kahramanlıklarını, başarılarını, bir su baskınını, bir haydutun ettiklerini, bir hastalık salgınını, bir kıtlık olayını vb. anlatır. Güzellemeler, genellikle güzelliğin ya da özellikle bir güzelin övgüsünü yapan şiirlerdir. Bu lirik parçaların ana konusu sevgidir, aşktır. Ancak, duyulan iç yükümünden, arkadaşlıktan ötürü insanlara yapılan her türlü övgü, kısacası, duygusal bir hava taşıyan her türlü şiirsel yaratı bu ulama girer. Güzellemeler, âşıkların kullandıkları bütün öbür şiir türleri gibi, destan dışında oldukça kısadır; hane sayısı en az 3 olur, 10’u aştığı da pek seyrek görülür. Taşlamalar, toplumsal ya da bireysel yergi, eleştiri yapan parçalardır. Koçaklamalar, kahramanlık konulu türkülerdir ama destana göre daha kısa, daha sınırlı, buna karşılık, daha şiirli, deyişli daha zengin imgeli bir tür meydana getirirler; destan ise büyük bir anlatım yetkinliği aramadan olayları düzce bir deyişle dile getirmekle yetinir. Ağıtlar, acıklı olaylar karşısında yakılır. Ağıt yakılmasına yol açan en önemli olay, ölümdür; özellikle toplumsal anlam taşıyan ürkünç bir olayın ardından gelen ölümler… Ancak, seferberlik, deprem gibi, ortaklaşa duyulan birtakım acılar, üzücü başka olaylar da, ağıt adı yakıştırılan şiirler düzülmesine yol açmıştır. Muammalar ise, âşık geleneğinde, bilmecelere karşılık olan biçimlerdir. #koçaklama #AşıkŞiiri #destan #nazımtürleri #güzelleme #Ağıt #muamma #taşlama
- Aşık Edebiyatı
Âşık edebiyatı, bir yanıyla toplumsal iş bölümünün arttığı, bir yanıyla da özellikle XV. yüzyılın sonları ve XVI. yüzyılın başlarında Osmanlı toplumsal düzeninde belirginleşen farklı kültür daireleri sonucunda oluşmuş bir edebiyat koludur. Âşık edebiyatı, bireysel yaratmayla olur. Saz şairi ve âşık kavramları anlamdaş kavramlardır. Bu bakımdan zaman zaman saz şairlerinin, âşıkların, halk edebiyatı kapsamında değil de edebiyat tarihi içerisinde ele alınmaları yönünde yaklaşımlar olmuşsa da genel eğilim bu edebiyat kolunun da halk edebiyatı kapsamı içerisinde ele alınması yönündedir. Âşık edebiyatı ürünlerinin en belirgin özelliği mani, ninni, ağıt, tekerleme gibi halk edebiyatının diğer türlerine göre söyleyeninin belli oluşudur. Kuşkusuz mani, ninni, ağıt gibi halk edebiyatı ürünlerinin de bir ilk yaratıcısı vardır. Ne var ki bu ürünler özellikle söylendikleri mekanlar ve söyleniş biçimleri ilk söyleyenin adını kayda geçirecek biçimde olmadığından, zamanla ortak bir yaratıya dönüşerek anonimleşmektedirler. Âşık şiirlerinde ise “tapşırma” denilen son dörtlük ya da bentte söyleyenin adı anılarak bu ürünün kime ait olduğu kayda geçirilmiş olur. 16. yüzyılda âşık tarzına dönüşen ozan şiiri, bu tarzdaki yetkin ürünlerini 17. yüzyılda verir. Halk, divan ve tekke edebiyatındaki unsurları bünyesinde birleştiren âşık tarzı, ozan şiir geleneğini kendine özgü bir kimlikle Cumhuriyet’e değin sürdürür. 19. yüzyıl başlarında büyük kentlerde eski önem ve etkinliğini yitiren âşık tarzı, varlığını özellikle oba, köy ve kasaba gibi kentdışı mekanlarda sürdürür. Cumhuriyetle birlikte, devletin halkçılık politikası paralelinde halk edebiyatına gösterdiği ilgi yeni bir heyecanı yaratmış olsa da, Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Müdami gibi yer yer gelenekle buluşan ama değişen şartlarla birlikte yeni bir içerik de kazanan temsilciler bulmuştur. Özellikleri: Aşık veya ozan denilen kişilerin, saz eşliğinde söyledikleri şiirlerden oluşur. Genelde sözlü olmasına rağmen şairler, şiirlerini “cönk” dedikleri defterlerde toplamışlardır. Şairler, sazlarını omuzlarına alarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır. Şiirlerde anlatım içten, canlı ve yalındır. Şairler, halkın içinden çıktığından halk dilini kullanmışlardır. Bu sade dil 18. ve 19. yüzyıllarda bazı şairler tarafından Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalmasıyla eski arılığını kaybetmiştir. Nazım birimi dörtlüktür. Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır. Hece ölçüsünün 7’li, 8’li ve 11’li kalıplarına ağırlık verilmiştir. Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik, toplumun sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler konu olarak işlenmiştir. Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı veya mahlası geçer. Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir. Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b , ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır. Genellikle yarım ve cinaslı kafiye kullanılmıştır. Benzetme (teşbih) ve kişileştirme (teşhis) dışında edebi sanatlara fazla yer verilmemiştir. Bazı ürünlerde yöresel özellikler görülür. Şiirler genellikle hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi söylenir. Divan Edebiyatı’nda görülün kalışlaşmış benzetmeler (mazmun) Halk Edebiyatı’nda da vardır. Buna göre sevgili anlatılırken yeşil başlı ördek, inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma saç, selvi boy gibi benzetmeler kullanılmıştır. Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir edebiyattır. Halk Edebiyatı’nda ise şair gördüğünü, yaşadığını anlatır. Bu nedenle Aşık Edebiyatı, somut bir edebiyattır. Ayrıca Divan Edebiyatı’nda sevgilinin tipi çizilir, adı söylenmez. Halk Edebiyatı’nda ise sevgilinin adı (Elif, Ayşe…) vardır. Şiirler, işlenen konulara göre “koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt” gibi adlar alır. Aşık Edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır. Halk Şairlerinde Âşık Olma Geleneği, Aşıklık Geleneği Dinin büyüden sıyrılmaya ve kurumlaşmaya başladığı süreçte siyasal otorite topluluklar içinde birinci plana geçer. Artık büyücü şairler yalnız dinsel görevlerle sınırlı ve onlardan sorumludur. Gelenekten getirdikleri sihirbazlık, halk hekimliği gibi yetileri işlevini yitirmiş, sürdüregeldikleri toplumsal konum da önemini kaybetmiştir. İslami çerçeve içerisinde güzel sanatlarla birlikte saza ve söze getirilen sınırlamalar, siyasal otoriteyle eklemlenmiş dinsel otoritenin şaman geleneğinden gelen ozan şiirini etkilemesi ve yeni sosyo kültürel koşulların dayatmasıyla âşık tarzı oluşmuştur. Âşıkların, saz çalıp şiir söylemeyi bir mürşidin, pirin ya da Hızır Peygamber’in görünmesi ile öğrendiklerini anlatan öyküler, eski büyücü ozanların topluluk üzerindeki etkilerinden yararlanabilmek için yeğledikleri, topluluklara kendilerini sunuş ve onlar tarafından algılanış biçimlerinin günümüze kalmış izleridir. Bu etkiyi özellikle şehir merkezinde yetişmiş âşıklarda çok daha belirgin görürüz. #AşıkEdebiyatı #varsağı #AşıkŞiiri #destan #dörtlük #koşma #semai #SazŞairi #koşuk
- Anonim Halk Nesri - Anonim Halk Edebiyatında Düz Yazı
Atasözleri, fıkralar, halk hikayeleri genellikle düz anlatım şeklinde söylenmiş ve söyleyeni belli olmayan ortak (anonim) halk edebiyatı ürünleridir. Atasözleri kısa, kesin ve yalın bir şekilde söylenirler. Yer yer ölçülü uyaklı söylenenlerine de rastlanır. Kimi atasözleri bir gözlemi bir yargıyı yansıtarak bir sonuç bildirirler. Kimileri de doğrudan öğüt verirler. Yüzyılların deneyimlerinden süzülüp gelen gelenek, görenek ve toplumsal değer yargılarını geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe taşıyan atasözlerinin yol gösterici, öğüt verici, insanları iyiye ve güzele yönlendirici işlevleri vardır. Bir anlatım içinde yeri geldiğinde kullanılmaları, anlatılan duyguyu, düşünceyi güçlendirir ve anlatımı etkili kılar. Fıkralar; bir konuda ders vermek, bir görüşü, düşünceyi mizah yoluyla anlatmak için kullanılan sözlü halk edebiyatı ürünleri olup kahramanlarının belirli olup olmamasına göre sınıflara ayrılırlar. Fıkraların önemli bir işlevleri de toplum yaşamında örtük transaksiyon (imalı iletişim) aracı olarak kullanılmalarıdır. Ayrıca gelenek-görenek yaptırımlarının ve toplumsal baskıların altında ezilen bireye bir çıkış yolu da gösterirler. Halk hikayeleri ise aşk ve kahramanlık gibi konuları, şiir ve düz anlatım olarak, aşıkların saz eşliğinde söyleyip anlatmalarından oluşur. Konularına göre sınıflandırılırlar ve özellikle eskiden, köy ve kasabaların toplumsal yaşamında önemli bir yerleri olduğu görülür. ANONİM HALK NESRİ Atasözlerinin Özellikleri Efsanelerin Genel Özellikleri Halk Fıkraları Halk Hikayeleri Halk Masalları Türk Halk Masallarının Özellikleri Türk Masallarındaki İletiler #masal #AnonimHalkNesri #efsane #Fıkra #halkhikayesi
- Anonim Halk Şiiri
Mani, türkü, ağıt, ninni söyleyeni belli olmayan Türk halk şiiri ürünleridir. Estetik-sanatsal boyutları dışında, içerdikleri sosyolojik göstergelerle ve psikolojik olarak da dışavurum aracı özellikleriyle önemli bir işleve sahiptirler. Ölçü ve uyak düzenleri bakımından birbirlerine yakın olan bu türler, halkın yaşamına tutulmuş bir ayna görevi de görürler. Dil anlatımları ise örneklerde de görüldüğü gibi süsten, özentiden uzak, anlaşılır ve yalındır. Çünkü, halk kendi yaşam gerçeğini, en iyi yine kendi diliyle anlatabilir. Bu türler, şekilleri ve içerdikleri konular bakımından, kendi içlerinde ayrıca alt gruplara ayrılmışlardır. Bu sınıflama, bu alanda yapılacak araştırma ve incelemeler için konuyu sistematize etme bakımından, halkbilimciler açısından önemli ve gerekli bir ayrıştırmadır. Anonim Halk Edebiyatı Türk Şiirinin Özellikleri; -Sözlü ve yazılı olarak yaşayan bir edebiyattır. -Dili sade, yalın, halkın konuşma dilidir. -Nazım birimi dörtlüktür. -Ölçü hece ölçüsüdür. -Yarım uyak kullanılır. -Aşk, ölüm, hasret, yiğitlik, gurbet gibi konuları işlemiştir. #Mani #AnonimHalkŞiiri #Türkü #Ağıt #ninni
- Anonim Halk Edebiyatı
Günümüze kadar ele geçirilen kaynaklardan anlaşıldığına göre, çok geniş bir coğrafyaya yayılan Türk ulusu kendi içinden yetişip adları hatırlanan yada unutulmuş olan şairlerine ve onların eserlerine büyük saygı ve sevgi duymuştur. Bu büyük ilgi ve sevginin en önemli kaynağı dildir. Şairler dilleri sayesinde insanlara duygu, düşünce, sevinç ve özlemlerini aktarmışlardır. Aktarılan ürünler halkın içinden olan insanlar tarafından olduğunda ürünler halkın ortak malıdır. İşte halkın bu ortak ürünlerine “Anonim” denir. Anonimin sözlük anlamı ise “isimsiz” demektir. Söyleyeni belli olan, olmayan yada unutulan, halkın ortak malı olan ürünlerin tümü Anonim Halk Edebiyatını oluşturur. Anonim ürünler İslamiyet kabul edilmeden ortaya çıkmış ve günümüze gelene kadar birçok farklılıklar göstermiştir. Kimileri unutulmuştur. Bu unutulmanın en önemli sebepleri coğrafi şartlar, savaşlar, isyanlar, göçler vb nedenlerdir. İslamiyet öncesinden bu güne kadar aktarılan ürünler insanların acılarını, sevinçlerin, özlemlerini, gelişmelerini ve isteklerini ortaya koymuştur. Bu ürünleri bize aktaran ilk söz sanatkarları Çuçu, Aprınçur, Tigin, Kül Tarkan, Kalım Keysi ve daha birçoklarının eserleri günümüze kadar gelmiştir. Bu günümüze kadar gelen eserlerin en önemli kaynaklarından biri olan Divan-ı Lügat-it Türk’te Kaşgarlı Mahmut un örnek verdiği bir çok şiir bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut a göre Türklerde türkü yakma, mani söyleme, bir olayı hikaye etme gibi özellikler İslamiyet öncesi yıllarda canlı olarak var olmuş ve günümüze kadar canlılığını sürdürmüştür. Halk arasında duyduklarını aktaran Kaşgarlı Mahmut’a bu bakımdan tarihteki ilk folklor derlemecimiz denmiştir. #AnonimHalkEdebiyatı #Mani
- Halk Tiyatrosu
İnsanlıkla yaşıt olan oyun bugün bile bütün toplumlarda görülebilir. Halkın eğlenme, öğrenme vb. gereksinimleri yine kendi içinden çıkardığı oyunlarla giderilmeye çalışılmıştır. Gelenekselleşmiş olan halk seyirlik oyunları yüzyıllarla tanımlanabilecek bir zaman dilimini içermektedir. Kuşaktan kuşağa aktarım sonucu bazı değişimlere, kayıplara uğrasa da halka özgü olan yanını hep korumuştur. Gerek kullanılan dil, gerek eleştiri anlayışı, gerekse eğlendirirken eğitmesi halk kültürünü yansıtır. Halk seyirlikleri çağdaş sanatların da yararlandığı önemli bir kaynak olma özelliğini korumaktadır. Bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de geleneksel halk seyirlik oyunları, halk yazınının önemli bir dalını oluşturmaktadır. Bu ünitede de Türk halk yazınının bir bölümü olan geleneksel halk seyirlik oyunları ile ilgili kısa bilgiler verilmiştir. Geleneksel seyirlik oyunlarımız, bir sonraki kuşaklara aktarıldıkça yaşamayı sürdürecektir. Seyirlik oyunlarda taklit en önemli özellik olarak yansır. Çatışma ve kişileştirme taklitle sağlanır. Sözlü veya sözsüz oyunlarda bir eylemin veya rolün taklidi söz konusudur. İlkinde eylem olarak olay dizisi, ikincisinde ise insan, hayvan, bitki ve cansız nesneler taklit edilir. Bir başka özellik ise sözlü oyunların belli bir metne bağlı olmadan doğaçtan oluşturulmasıdır. Geleneksel Türk tiyatrosunun en az bilinen dallarından biri Kukla’dır. Geçmişi çok eskilere dayanmakla birlikte 16.yy’de Türkler tarafından kullanıldığı öne sürülmektedir. Türk kuklasındaki kişiler, Karagöz veya Ortaoyunu’ndakiler gibi belirgin özelliklere sahip değildirler. Kukla oyunlarında Karagöz’le Ortaoyunu’ndan alınmış konuları ya da halk efsaneleri, aşk hikayeleri vb. konuları işlenir. Sözlü halk yazınının en önemli yanlarından biri de öykü anlatmadır. Özellikle doğu ülkelerinde görülmekle birlikte bütün dünyada raslanabilir. Türk seyirlikleri arasında yer alan Meddah da bunlardan biridir. Amaç, Karagöz ve Ortaoyunu’ndan ayrı olarak hep güldürmek değildir, izleyicide merak, acıma, korku gibi duygular da uyandırılır. Meddahlar izleyiciyi meraklandırmayı, ilgilerini ayakta tutmayı çok iyi bilirler. Günümüz tiyatrosunun da bazen başvurduğu bir yöntem olan anlatı bir bakıma çağdaş meddahlıktır. Zaman zaman geleneksel biçimiyle sunularak yeni öyküler anlatılmakta ve güncel bir boyut kazandırılmaya çalışılmaktadır. Seyirlik oyunların en önemlilerinden biri de Ortaoyunu’dur. Ortada oynanan oyun anlamına gelir. Bu biçimdeki oynanışa değişik ülkelerde de raslanır. Oyun alanları genellikle açık havada oluşturulur. Ortaoyununda dekordan çok giysiye önem verilir. Baş kişileri aynı zamada oyunun düzenleyicisi olan Pişekar ile oyunun baş güldürücü tipi Kavuklu’dur. Karagöz oyunu ise baş oyuncularından Karagöz’ün adıyla anılan bir gölge oyunudur. Oyunun diğer başoyuncusunun adı da Hacivat’tır. Bu oyun deriden kesilmiş bir takım insan, hayvan, bitki ve eşya biçimlerinin arkadan ışık verilerek beyaz perdeye gölgelerinin yansıtılması ile oynatılır. Karagöz oyunları dört bölümden oluşur. Öndeyiş-giriş (mukaddime), söyleşme (muhavere), oyun bölümü (fasıl) ve bitiş. Karagözcüler, oyunun ana temasına bağlı kalmakla birlikte küçük değişiklikler de yaparlar. Örneğin perdeye çıkardıkları taklitlerin sayısını azaltıp çoğaltabilirler. Giriş sıralarını değiştirebilirler. #Karagöz #Meddah #Ortaoyunu #HalkTiyatrosu #KöySeyirlikOyunları #Kukla
- Halk Nesri
Atasözleri, fıkralar, halk hikayeleri genellikle düz anlatım şeklinde söylenmiş ve söyleyeni belli olmayan ortak (anonim) halk edebiyatı ürünleridir. Atasözleri kısa, kesin ve yalın bir şekilde söylenirler. Yer yer ölçülü uyaklı söylenenlerine de rastlanır. Kimi atasözleri bir gözlemi bir yargıyı yansıtarak bir sonuç bildirirler. Kimileri de doğrudan öğüt verirler. Yüzyılların deneyimlerinden süzülüp gelen gelenek, görenek ve toplumsal değer yargılarını geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe taşıyan atasözlerinin yol gösterici, öğüt verici, insanları iyiye ve güzele yönlendirici işlevleri vardır. Bir anlatım içinde yeri geldiğinde kullanılmaları, anlatılan duyguyu, düşünceyi güçlendirir ve anlatımı etkili kılar. Fıkralar; bir konuda ders vermek, bir görüşü, düşünceyi mizah yoluyla anlatmak için kullanılan sözlü halk edebiyatı ürünleri olup kahramanlarının belirli olup olmamasına göre sınıflara ayrılırlar. Fıkraların önemli bir işlevleri de toplum yaşamında örtük transaksiyon (imalı iletişim) aracı olarak kullanılmalarıdır. Ayrıca gelenek-görenek yaptırımlarının ve toplumsal baskıların altında ezilen bireye bir çıkış yolu da gösterirler. Halk hikayeleri ise aşk ve kahramanlık gibi konuları, şiir ve düz anlatım olarak, aşıkların saz eşliğinde söyleyip anlatmalarından oluşur. Konularına göre sınıflandırılırlar ve özellikle eskiden, köy ve kasabaların toplumsal yaşamında önemli bir yerleri olduğu görülür. #Fıkralar #Deyişler #HalkNesri #Atasözleri #Deyimler #Efsaneler #nesir
- Hece Ölçüsü
Türk şiirinin ulusal ölçüsü hece ölçüsüdür. Hece ölçüsünde dizelerdeki hece sayısının ve duraklarının denkliği yeterlidir. Bu nedenle hece ölçüsüne parmak hesabı da denilir. Türk dilinin yapısına uygun bir ölçüdür. Hece ölçüsünün kuralları nelerdir? -Dizelerdeki hece sayısı eşit olur. -Hece sayısı yedili, sekizli on birli kalıplardan oluşur. Çok az beşli ve karışık kalıba rastlanır. -Dizelerdeki heceler, kalıp içinde belli duraklara ayrılır. Şiirde sözcüğün bu duraklarda bitmesi gerekir. -Duraklar sözcük ortasında bitmez. Dizedeki hece sayısı çift ise durak genellikle heceleri eşit böler: 8 = 4+4. Dizedeki hece sayısı tek ise genellikle hece sayısı çok olan durak ya da duraklar önde, hece sayısı az olan durak sonda bulunur: 7 = 4+3, 11 = 6+5, 11 = 4+4+3. Beşli, altılı, yedili kimi zaman da sekizli kalıplarda durak olmadığı da olur. beşli (duraksız) Bilmem nideyüm Işkun elinden Kanda gideyüm Işkun elinden yedili (4 + 3) Koşmat bizim / yolumuz Sıcak akar / suyumuz Sevip sevip / ayrılmak Yoktur öyle / huyumuz sekizli (4 + 4) Kara gözlüm / seni saran Kullar erer / muradına Dudağından / bade alan Diller erer / muradına on birli (4+4+3) Demirciler / demir döver / örs ünen Ben yarime / darılmışım / hırs ınan Atı doru / kucağında / fesleğen Gördüm yarim / yaylalardan / geliyor karışık Boş ver aldırma 5 (2 + 3) Alırım diye kandırma 8 (5 + 3) Hiç aklımdan çıkmıyor 7 (4 + 3) Adalar’daki dondurma 8 (5 + 3) on birli (6+5) Ağılın önüne / gelmiş mi davar Koymuş helkeyi de / yar davar sağar Kurbanım bir daha / sarılsak ne var Kurbanım bir daha / sarılsak ne var on birli (karışık) Yare ipek dikem göğsü dar olsun (6 + 5) Biri çivit mavi biri al olsun (4 + 4 + 3) Ben kadir Mevlâ’dan bir yar isterem (6 + 5) Ağzı şeker dudakları bal olsun (4 + 4 + 3) Türk halk şiirinde ölçü vezin karşılığı ölçü, daha seyrek olarak da tartı terimi kullanılır. Türk halk şiirinde ölçü hece ölçüsüdür. Divanü Lügat-it Türk’te vezin ölçü karşılığı köğ terimi geçer. Hece ölçüsü, Türk dilinin yapısından doğmuştur. Hece ölçüsünde esas, dizelerdeki hece sayısının birbirine eşitliğidir. İlk dörtlüğün dizeleri kaç ise, ondan sonraki dörtlüklerin hece sayıları da ona uymak zorundadır. Hece ölçüsüyle söylenmiş en eski şiir örneklerini Divan-ı Lügat-it Türk’te buluyoruz. Divan-ı Lügat-it Türk’te manzumelerin hece sayıları beş ile on beş arasında değişmektedir. Saz şairleri, hece kalıpları içinde, en çok, 7, 8 ve 11’ li olanları kullanmışlardır. Âşık edebiyatında ve anonim halk edebiyatı ürünleri arasında beşli, altılı, dokuzlu, onlu, on ikili, on üçlü, on dörtlü, on beşli, on altılı kalıplara çok seyrek rastlanır. Bunlar da genelikle, türkülerde, bilmecelerde, manzum atasözlerinde görülür. Hece ölçüsünde uyum sağalayan öğelerden biri, duraklardır. Dizilerin belli bölümlere ayrılması, durguyu sağlar. Kullanılan bütün hece kalıplarda durgulara yer verilir. Duraklar gelişigüzel değildir; belirli bi düzeni vardır. Çift heceli (6, 8, 10, 12, 14, 16) dizelerde durak, dizeyi iki eşit parçaya böler. Tek heceli dizelerde ise, genelikle, çok heceli kısım dizenin ilk yarısında yer alır. Durgular aruzun takti’inde oldğu gibi sözcükleri bölmez. Divanlar, hece ölçüsünün 15’li kalıbının ‘’med ve kasır ile aldığı şekildir.’’ Kalenderi’ler hece ölçüsünün 14 ya da 13’ lü kalıbındadır. Semai’ ler ise, genellikle 16 heceli maznumelerdir. Türk halk şiirinin asıl ölçüsü, başlangıçtan beri, hece ölçüsü olarak kalmıştır; kimi halk şiirlerin aruza da yer vermesi, bu genel kuralı değiştiremez. a. Hece Sayısı: Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı demektir. Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir Bu dörtlükteki bütün dizeler 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla yazılmıştır. Bu da ğı a şam de dim A şam do la şam de dim Bir ha yır sız yâr i çin Her ke se pa şam de dim Bu dörtlük 7’li hece kalıbıyla yazılmıştır. Baş ka sa nat bil me yiz, kar şı mız da du rur ken Söy len me miş bir ma sal gi bi A na do lu’muz Bu şiir Hece Ölçüsünün 14’lü kalıbıyla yazılmıştır. b. Durak: Hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ahengi artırmak amacıyla mısralar belli yerlerinden ayrılır. Bu ayrım yerlerine durak (durgunlanma) denir. Durak, ahenk sağlayan bir çeşit ses kesimidir. Sözün gidişi zorlanmadan şiir okuyucusuna bir nefes payı bırakılmıştır. Duraklarda kelimelerden ortalarından bölünemez. İyi bir durakta kelime mutlaka bitmiştir. Bir şiirde, bütün dizelerin durakları aynı olabileceği gibi, belli dizelerde farklı duraklar da kullanılabilir. Bir şiirin her dizesinde farklı duraklar kullanılmışsa, o şiir duraksız kabul edilir. Hece ölçüsünde ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı duraklar kullanılmıştır. Kalıplar: Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde, bir mısradaki hece sayısı o şiirin kalıbıdır. Hece ölçüsünde “ikili” den “yirmili” ye kadar kalıp vardır. Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplar yedili, sekizli, onbirli, ondörtlü kalıplardır. #Mani #Tamuyak #şiir #ZenginUyak #Uyak #Yarımuyak #HeceÖlçüsü
- Halk Şiiri
Halk şiir terimi, Halk içinde yetişmiş kişileri (ozanların, âşıkların) ya da adları bilinmeyen halk sanatçıların hece ölçüsü ile ve özel biçimde ortaya koydukları nazım türlerini kapsamına alır. Yani halk şiir alanına hem bireysel hem de anonim ürünler girer. Yöntem açısından da halk şiiri terimini kullanmak gereklidir: Adları bilinen ya da bilinmeyen halk sanatçıların, başlangıçtan günümüze değin ortaya koydukları eserleri bir bütün halinde ele almak ve incelemek zorundayız. Tür edebiyatı bir bütündür ve inceleme yönteminin buna uygun olması gerekir. Halk şiirinin, ister yazanı bilinsin ya da bilinmesin sonuç olarak her iki çeşidi de bir halk sanatçısının elinden çıkmış şiirlerin tümü için halk şiiri demekte de bir sakıncası yoktur. Halk Edebiyatı ve onun bir dalı olan halk şiiri, aslında halk bilimi alanına girer. Âşık edebiyatı ise, bireysel temele dayanan belli kuralı ve özelikleri olan bir edebiyattır. Çağlar Boyunca Türk Halk Şiirine Genel Bakış Türklerin tarihleri kadar eski bir edebiyatları vardır. Yazının bilinmediği bu çağlarda bu edebiyat sözlü idi. İslâmlıktan önce Türk edebiyatı bir bütündü; aydınlar ve halk için iki ayrı edebiyat yoktu. Çünkü, yazı diliyle konuşma dili aynıydı. Ozanların şiirlerindeki dil, halkın ve ulusun dili idi. Bu ayrımlaşma, yüksek tabaka ve halk için iki ayrı edebiyat, İslâmlıktan sonra Türk edebiyatında ortaya çıkar ve yüzyıllar boyunca yan yana yaşar. Türkler tarihleri boyunca, çeşitli alfabeler kullanmışlardır: Göktürk alfabesi, Uygur alfabesi, Manihey alfabesi, Soğd alfabesi, Arap alfabesi. Orta Asya’da yaşayan Türkler, hangi dini kabul etmişlerse, o dinin alfabesiyle yazmışlardı. Bunların en eskisi Orhun Yazıtları’ndaki Yenisey-Orhun alfabesi. Yaklaşık olarak beşinci yüzyıldan dokuzuncu yüzyıla değin kullanıldığı sanılan Orhun alfabesinin Türklerce ne zaman bulunduğu ya da hangi kaynaktan alındığı kesinlikle bilinmemekte. Bu duruma göre, Yenisey- Orhun alfabesinin beşinci yüzyılda Türkler arasında geçerli olduğu kabul edilirse, en azından bin yüz yıllık bir yazılı edebiyatımız var demektir. Kutatgu Bilig ile Divanü Lügat-it Türk’teki manzum parçalar, savlar, Budizm ve Maniheizm çevrelerinde yazılan eserler, eski Türk şiiri ve edebiyatı hakkında bizi aydınlatmaktadır. Sözlü eserler; ölçü, tür, konu bakımlarından, yüzyıllar boyunca, pek az değişikliğe uğramıştır. Sözlü edebiyat geleneği, yazılı edebiyat döneminde de unutulmamıştır. Eski Türk topluluklarında ozanlar bütün ilkel topluluklarda görüldüğü gibi, çeşitli görevlileri üzerlerinde toplamışlardı: Kahramanlık şiirler söylüyor, büyücülük ve hekimlik yapıyorlardı. Bu halk sanatçılarına, çeşitli Türk kavimler tarafından ayrı adlar verilmiştir; Altay Türkleri Kam, Kırgızlar Baksı, Yakutlar Oyun, Tonguzlar Şaman, Oğuz Türkleri de Ozan adını vermişlerdir. Bunların görevleri bütün milletlerde aynı idi. Eski Türklerde üç büyük tören vardı: Şölen (Şaylan), Sığır, Yuğ. Şölen, Oğuz Türklerin askerî-dinî nitelikte törenleriydi. Türkler, avcılığı seven bir bil ulustur. Türklerin ulusal totemlerinden birisi yak (Tibet sığırı)’tır. Totemin yılda bir kez avlanması gerekir, bunun için büyük bir av partisi yapılırdı. Eski Türkler Tibet öküzüne sığır dedikleri için bu avlarına da sığır adını vermişlerdi. Adına ilk kez rastladığımız yuğ’lar ise ölüler için yapılan genel dini törenlerdir. Şölen’lerde, sığır’larda, yuğ’larda törenin yönetimi büyücü-şairlerin elinde idi. Türk şiirlerin en eski örnekleri, belki de bu büyücü-şairlerin törenler sırasında müzik eşliğinde söyledikleri parçalardır. Bütün ilkel toplulukların edebiyatlarında, şiir, mitolojik kimlikte başlar, daha sonra dinî kılığına bürünür. Toplumsal gelişme daha ileri basamağa ulaşınca, dini konular yerlerini dini olmayan konular alır. Türk şiirinde de başta destanî şiirler, dini şiirlere dönüşmüş, daha sonraları da her konu şiirin alanına girmiştir. Türklerin şair-çalgıcıları hakkında en eski bilgiler, Hiyungnularla ilgilidir. İslamlıktan sonra da çeşitli Türk sülalelerinin ordularında halk şair-çalgıcıların bulunduğu tarihi kaynaklar bildirmektedir. Gaznelilerde, Karuhanlılarda, Selçuklularda, Harzemşahlarda, Altın Orduda, Mısır Memlüklerinde, Anadolu Selçuklularında, Osmanlılarda ve Anadolu Beyliklerinde, saraylarda, ordu ve halk arasında şair-çalgıcılar, ozanlar bulunuyor ve eski geleneği sürdürüyordu.Yakın zamanlara dek, İslamlıktan önce Türk şairlerinden sadece Çuçu’nun adını biliyorduk.3Turfan kazılranında ele geçen Mani metinlerinden, sekiz Türk şairinin daha adlarını öğrenmiş oluyoruz: Aprınçur Tigin, Kül Tarkan, Sangku Seli Tutung Ki-Ki, Paratyaya-Şiri, Asıng Ttung, Cışuya Tutung, Kalım Keyşi. Oğuz Türklerinin Ozan dedikleri şair- çalgıcılara başka Türk kavimlerinde rastladığımız gibi, bu sözcüğü öteki Türk kavimlerinde görmekteyiz. On üçüncü yüzyılda, Mısır Memluk ordularındaki şair-çalgıcılar Ozan diye anılıyordu. On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda, Azerî alanında da halk şair-çalgıcılarına Ozan deniliyordu. Fuat Köprülü ise, Ozan sözcüğünü ozmak köküne bağlamaktadır; ozmak, ‘’önce gelmek, ileri geçmek’’ anlamlarındadır. Bu kökten türemiş iki sözcük daha vardır: Ozgan (koşuda birinci, gelen köpeklere verilen ad), ozuş (kurtuluş). Fuat Köprülü, ozgan ile ozan’ın aynı olduğu fikrindedir. Ozanlar, ilk zamanlar büyücü, oyuncu, hekim, şarkıcı ve çalgıcı görevlerini yüklenmişlerdi. Sonraları, şiirin hem ezgisini, hem sözünü, hem çalgıyı anlatır oldu. Üçüncü aşamada, şair-çalgıcı yani kopuzlarıyla şiirler söyleyen halk şairi anlamında kullanılmaya başlandı. Ozanlık geleneği, on beşinci yüzyılın ortalarına dek sürmüştür. İslam kültürünün etkisiyle ozanlar ve ozanlık geleneği, yerini âşıklara bırakmıştır. #ozgan #yuğ #şam #halkşiiri #ozuş #baksı #şölen #ozan