top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 856 sonuç bulundu

  • Biyografi Türünün Özellikleri

    Biyografi, ünlü sanatçıların, ülkesine ve insanlığa yararı dokunmuş kişilerin yaşam öyküsünü anlatan eserdir. Bazen bir makale kadar kısa, bazen bir kitap olacak kadar uzun çalışmalardır. Biyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder. Biyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimi daha katmak demektir. Onların başarılarının nedenlerini çözeriz; düşünceleri uğruna, bilgi uğruna, sanat uğruna, nelere göğüs gerdiklerine tanık oluruz. Kendi düşüncelerimiz, bilgimiz, sanatımız için nasıl mücadele edeceğimize karar veririz. Biyografide yapılmış yanlışları görürsek, aynı yanlışları tekrarlamamış oluruz. Biyografinin belirleyici özellikleri: • Düşünsel plânla yazılır. • Biyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak bilgilere yer verilmez. • Kaynak olarak, eğer yaşıyorsa, ünlü kişinin kendine ulaşılır; eserleri, anıları incelenir; değilse onun yakınlarına, onu tanıyanlara ulaşılır. Varsa daha önce yazılmış biyografi ve inceleme yazıları incelenir. • Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır. Kendi subjektif olamayacağı gibi, derlediği bilgilerden de subjektif olanları ayıklar. • Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz. Biyografiler yazım tekniğine göre de farklılıklar arz etmektedir. Bunları kısaca şöyle sınıflandırabiliriz: a. Bilimsel biyografi Biyografik bilgileri kronolojik bir sıra içerisinde, alt başlıklar halinde, onun dönemi içindeki konumunu, getirdiği yenilikleri, gösterdiği başarıları, eserlerini, eserlerinin değişik özelliklerini eleştirel bir tutumla, belgelere, araştırma ve incelemelere dayalı olarak veren çalışmalara bilimsel biyografi ya da biyografik monografi denir. Bu tür eserlerde kişinin doğumu, yetişmesi, öğrenimi, çalışma hayatı, türlerine göre eserleri, eserlerinin önemi, şekil ve muhteva özellikleri, başarıları, ödülleri ve başka özellikleri bölümler halinde verilir. Bilimsel biyografi türüne şu örnekler verilebilir: Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser (1971); İsmail Parlatır, Recaizade Mahmut Ekrem (1995); Ö.Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayatı ve Edebî Eserleri Üzerinde Bir Araştırma (1984). b. Biyografik roman Roman, hikâye gibi tahkiye kurgusu içerisinde, olay anlatımı üslûbuyla kişiyi bir roman kahramanı gibi olayların içindeki konumlarıyla sunan eserlere de edebî biyografi ya da biyografik roman denir. Biyografik romanlarda kişinin ruhsal ve fiziksel özellikleri, davranışları, duyguları, düşünceleri, tepkileri, tavır alışları, giyinişi gibi pek çok değişik özellikleri ayrıntılı olarak verilip bir anlamda onun portresi çizilir. Hayatı içerisinde canlı, yaşayan bir kişilik olarak sergilenir. Buna örnek olarak M. Emin Erişirgil’in Mehmet Akif /İslâmcı Bir Şairin Romanı (1956); Tahir Alangu’nun Ömer Seyfettin (1968) adlı eserleri verilebilir. Ayrıca Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı (1975) adlı romanı da bu türün en iyi örneklerindendir. Yazar bu romanında hocası Mustafa İnan’ı merkez alarak bir dönemin idealist neslinin hayatını yansıtmıştır. c. Nekroloji Ölen ünlü bir kişinin hemen ölümünden sonraki günlerde genellikle gazete ve dergilerde yakın çevresinde yer alan kişiler tarafından onun üstün niteliklerinin, erdemlerinin, çalışmalarının ve diğer özelliklerinin anı üslûbuyla anlatıldığı yazılara denir. Bu yazılar bir anlamda öleni çok seven birinin ağıtları, duygusal, öznel açıklamalarıdır. Bu tür yazılara örnek olarak Yahya Kemal’in ölümü dolayısıyla kaleme alınmış şu yazıları verebiliriz: Vehbi Cem Aşkun, “İstanbul Aşığını Kaybetti” (Dünya, 5 Kasım 1958); Nimet Behsuz, “Büyük Şairin Arkasından” (Yeni Gün, 3 Kasım 1958); Cenap Gedikoğlu, “Bir Dev Şair Göçtü” (Yeni Gün, 5 Kasım 1958). Türk edebiyatında biyografi: Türk edebiyatında ilk biyografik eser, Malik Bahşi’nin Feridüddin-i Attar’dan çevirmiş olduğu Tezkiretü’l-Evliya’dır. Daha çok mesleklerine göre düzenlenmiş ve birden fazla kişinin biyografisinin yer aldığı tezkire, menakıb, vefeyat, devha, sefine, tuhfe, hadika, fihrist, silsilename, şairname, gazavatname, sicil gibi adlar altında birçok eser kaleme alınmıştır. Menakıpname ya da velâyetname denilen eserlerde tarikat büyüklerinin, evliyaların, pir ve şeyhlerin olağanüstü halleri, kerâmetleri ve diğer kişisel özellikleri anlatılır. Yayımlanmış bazı menakıpnamelere şu örnekler gösterilebilir: Hacımsultan Velâyetnamesi (Rudolp Tschudi); Hacı Bektaş Velâyetnamesi (Erich Gross). Vakayinamelerde de birçok devlet adamının biyografilerine ait malzemeler bulmak mümkündür. Şuara Tezkireleri: Şairlerin biyografilerine, eserlerine yer veren, şiirleri hakkında değerlendirmelerin bulunduğu eserlere şuara tezkiresi denir. Türk şairlerinin biyografilerinin toplandığı ilk Türkçe şuara tezkiresi XV. yüzyılda kaleme alınan Ali Şir Nevayî (ö.1501/907) ‘nin Mecâlisü’n-Nefâis (1491/896) adlı eseridir. Tanzimattan günümüze kadar yazılmış biyografilere şu örnekleri verebiliriz: Recaizade Mahmut Ekrem, Kudemadan Birkaç Şair (1885); Muallim Naci, Osmanlı Şairleri (1890); Beşir Fuad, Viktor Hugo (1886); Süleyman Nazif, Mehmet Akif (1924); Kenan Akyüz, Tevfik Fikret (1947); Mehmet Kaplan, Namık Kemal Hayatı ve Eserleri (1948); Olcay Önertoy, Halit Ziya Uşaklıgil, Romancılığı ve Romanımızdaki Yeri (1965); Birol Emil, Mizancı Murad Bey, Hayatı ve Eserleri (1979); Nurullah Çetin, Behçet Necatigil, Hayatı, Sanatı ve Eserleri (1998). #biyografi #biyografitürününözellikleri #TürkEdebiyatındaBiyografi #yaşamöyküsü

  • Söyleşi (Sohbet)

    Yazarın günlük hayattan ya da tarih, siyaset, edebiyat gibi farklı kaynaklardan aldığı bir konuyu yazısında kendi görüş ve düşüncelerini katarak sohbet havası içinde, karşısında birisi varmış gibi, anlatıp aktardığı yazı türüdür. Sohbetin Özellikleri: 1. Sohbet kelimesi eski dilde “dostluk, yarenlik” anlamında kullanılmıştır. Divan geleneğinde sohbete önem verilmiş, iyi konuşan, iyi anlatımda bulunan insanlar “sohbet, muhabbet ehli” olarak adlandırılmıştır. 2. Sohbet yazıları nesnelliği yönü ile makale yazılarına benzer. Sohbet türünün ayırt edici en önemli özelliği konuşma havasında yazılmasıdır. 3. Sohbet yazılarında güncel olaylardan bahsedilir. 4. Sohbet yazılarında günlük konuşma dilinin özellikleri kullanılır. Yazıda ciddi bir tutum takınılmaz. 5. Onu ilgi çekici, merak uyandırıcı ve her kesimden insanı ilgilendirici niteliklerdedir. 6. Sohbet türünde yazar anlatımda daldan dala atladığı için sık sık konuyu toparlar, özetler. 7. Sohbet yazılarında fikirlerin kanıtlanması ihtiyacı duyulmaz. 8. Sohbet yazıları fıkra türünde olduğu gibi gazete ve dergilerde yayınlanır. Tıpkı makalelerin derlenip kitaplaştırıldığı gibi sohbet yazıları da kitap haline getirilebilir. 9. Sohbet yazıları belli bir plan dâhilinde yazılır. Yazar yazısını giriş, gelişme ve sonuç bölümlerine ayırır. 10. Sohbet tününde anlatıcının tavrı özneldir. İyi Bir Sohbet( söyleşi ) Nasıl Olmalıdır? -Sohbet yazılarında konuşma havası yaratabilmek için yazıya bir soru ile başlanır. -Söyleşide yazıdaki inandırıcılığı ve samimiyeti artırmak için farklı yazarların görüş ve düşüncelerine, konu ile ilgili atasözleri ve özdeyişlere yer verilmelidir. -Sohbet yazılarında okuru sıkmamak için ifadeler kısa tutulmalıdır. -Söyleşi yazılarında okur kitlesinin eğitim, yaş gibi özellikleri dikkate alınmalıdır. Bu sebeple her kesimden insana hitap edecek ilgi çekici merak uyandırıcı olaylar, durumlar vb. anlatılmalıdır. -Konuların günlük hayattan ve güncel olması daha çok ilgi çekecektir. -Anlatımda gereksiz ifadelere yer verilmemeli, konuşma diline yakın bir dil ve nesnel bir üslup kullanılmalıdır. -Yazar konu ile ilgili görüş ve düşüncesini özet olarak yazının sonunda aktarmalıdır. -Birçok yazı türünde olduğu gibi yazar yazmaya başlamadan önce araştırma, inceleme, gözlem, tasnif vb. anlatım hazırlık aşamalarına uymalıdır. Makaleye benzer bir yazı türüdür. Konusu daha çok genel ya da günlük sanat olaylarıdır. Fakat konu, tez ve savunma amacı güdülmeden ve karşılıklı konuşma havası içinde, sıcak bir dille yazılır. İnsanlar karşılıklı konuşmayı sevdiklerinden, söyleşi türündeki yazıları okumayı severler. İyi bildiği ve herkesin ilgilendiği bir konuda çoğu kişi söyleşi yazabilir. Bunun için bir konuda, ne söyleneceğini bilmenin yanısıra, nasıl söyleneceğini bilmek gerekir. Söylenecekler, küçük şakalarla daha çekici duruma getirilebilir. İyi bir dinleyici olmak, iyi bir söyleşi yazmak için önemlidir. Usta bir söyleşi yazarı çok ağır konuları bile herkesin okuyup anlayabileceği bir duruma getirir. Söyleşinin belirleyici özellikleri: • Düşünsel plânla yazılır. • Yazar anlattıklarının doğruluğuna, okuyucusu ile olan bağına güvenmeli, anlattıklarını günlük konuşma havasıyla, fakat mantık çerçevesinden ayrılmadan anlatabilmelidir. • Kolay okunabilir bir uslup yakalayabilmelidir. Sözden Söze Mektuptan açılmış talihim, bir tane daha geldi. Öteki gibi değil bu. Bir kere yazan gizlemiyor kendini, kim olduğunu söylüyor: İsmet Zeki Eyüboğlu adında bir genç. İstanbul Bilim-Yurdunda yani Üniversitesinde okuyormuş. Sonra da benimle eğlenmiyor, alaya almıyor beni, över gibi gözüküp alttan alta iğnelemeğe kalkmıyor. Çıkışıyor bana, çıkışıyor ya, haklı olarak çıkışıyor. Eski yazılarımı, şu öz-Türkçe yazılarımı beğenirmiş, yenilerine sinirleniyor, şöyle diyor: “Geçen günkü Nokta dergisinde Ulus’tan aktarılmış bir yazınızı okudum. Ne çok üzüldüm bilseniz! Yoksa sizi de mi elden kaçırdık? Nerde o eski güzelim öz-Türkçe sözler, nerde o yazınızdaki edebiyat, ahlâk, hak, sanat, merak, şiir gibi tatsız-tutsuz Osmanlıca sözler için şunun bunun sözüne bakıp da düşüncelerimizi değiştiriyorsunuz? O yeni sözleri beğenmeyenler var diye mi yazmak istemiyorsunuz? Günün birinde bir kişi çıkıp size: “Beğenmedim bu sesinizi” dese ona bakıp da sesinizi değiştirecek misiniz? Ne derse desin el gün. Biz yolumuza bakalım. Daha böyle çok şeyler söylüyor. O mektubu okurken tatlı bir duygu sardı içimi, “mektup” değil de “beti” dediğim günleri andım. Doğru söylüyor, iyi söylüyor o genç. Utandım kendi kendimden inandığım yoldan dönmenin yeri mi vardı? Bu çıkışmalarına karşılık ne diyeyim de bağışlatayım suçu mu? Var benim de bir özrüm, gelgelelim gençler anlamaz, anlamamaları daha da iyidir. Gene söyleyelim ben. A çocuğum, ben yaşlandım, kocadım da onun için saptım yolumdan. Bilin ki sevinerek olmadı bu. Gene durup durup o yola özlemle bakıyorum. Bir sevgilinin bir daha evine varamayacağınız bir sevgilinin yoluna nasıl bakılırsa öyle bakıyorum. Biliyorum ki doğru oradadır; güzel oradadır, ancak ben yoruldum, dizlerim kesildi. Bir de o işi başaramayacağımı anladım. Yalnızdım, pek yalnız kaldım. Beni tutanlar, benim o yolda gitmemi dileyenler vardı, uzaktan seslenmekle yetiniyorlardı. Beni özendirmek istemelerine ne denli sevinirsem sevineyim, yanımda kimseyi görememek üzüyordu beni. Doğrusu, büsbütün de bırakmadım o yolu. Böyle Arapça, Farsça tilcikleri kullandığım yazılarımda gene o sevdiğim, kimini de kendim uydurduğum tilciklere yer veriyorum. Biliyorum, yetmez bu, en doğrusu gene eskisi gibi öz-Türkçe yazmaktır. Onu yakında, bir dergide gene deneyeceğim. Çok sevindim o mektuba. Birkaç yıl benim yürüdüğüm bir yolu bırakmak, istemeyenler olmasına çok sevindim. Gençler unutsun benim emeklerimi, onları hiçe saysınlar, Arapça, Farsça tilciklerden kaçınmadığım bir suda sevgiliden geliverecek bir esenleme gibi yüreğimi aydınlatır, güneşler doğurur gönlümde. İtalyan yazarı Luigi Pirandello’nun bir iki oyununu görmüşsünüzdür, hikâyelerini okudunuz mu? Bay Feridun Timur onlardan otuz altısını dilimize çevirmiş, Millî Eğitim Bakanlığı da bastırmış. Hepsini okumadımsa da okuduklarım çok hoşuma gitti, diyebilirim ki o yazarın oyunlarından daha çok beğendim hikayelerini. Oyunlarında yüksekten atmayı andırır bir hal vardır. Hikâyeleri öyle değil, Pirandello onlarda kişilerini daha iyi gösteriyor, canlandırıyor. Oyunlarında hep bir görüşü savunmak, okuyanları, yahut seyircilerini düşündürmek ister. Hem de çözümlenemeyeceğini söylediği meseleler üzerinde düşündürmek ister. Bir gerginlik vardır oyunlarında, hikâyeleri ise öyle değil, onlardaki kişiler daha canlı, okuyana daha yakın. Herhalde bana öyle geldi. Bay Feridun Timur da iyi çevirmiş dilimize. Belli ki İtalyanca cümleye bağlı kalmak istememiş, her yerde değilse bile çok yerde: “Bizim dilimizde nasıl söylemeli?” diye düşünmüş. Örneğin bir yerde: “Don Lollo hiddetten küplere biniyordu.” diyor. “Küplere binmek” deyimi sanmam ki İtalyancada olsun. Daha böyle çok buluşlar var Bay Feridun Timur’un çevirisinde. Ama belli ki daha genç bir yazar, o cesareti daima gösteremiyor, bazan acemiliklere düşüyor. İşte bir örnek: “Don Lollo bu sözlere olmaz diyordu. Nafile; olan olmuştu; fakat nihayet kabul etti ve ertesi sabah şafakla beraber, âlet ve edevat torbası sırtında olduğu halde, Zi Dima Locası Primosole’ye geldi. Nihayet kabul etti.” den önce bir “fakat” koymanın ne yeri var? Hele: “avandanlığı sırtında” demek dururken “âlet ve edevat torbası sırtında olduğu halde” demenin cümleye bir ağırlık verdiğini nasıl anlamıyor? Daha böyle kusurlar var Bay Feridun Timur’un çevirisinde, “haykırmak” sözünü çok kullanıyor, hem de “bağırmak” yerine kullanıyor. Gene o hikâyenin bir yerinde: “Küpten olmamak için ihtiyarı orada mevkuf mu tutacaktı?” diyor. Burada “mevkuf” sözü hiç yakışıyor mu? “kendisi küpten olmasın diye ihtiyarı hürriyetinden mi edecekti” diyemez miydi? Bir de şunu söyleyelim. “Ciddi Bir Şey Değil” adlı hikâyede şöyle bir cümle var: “Her defasında bir daha aynı hataya düşmeyeceğine dair yemin üstüne yemin ediyor, ahdü peyman ediyor, yeniden âşık olmamak için kahraman bir deva araştıracağını söylüyordu.” Bay Feridun Timur böyle konuşmaz elbette “düşmeyeceğine yemin etti .”der. Düşmeyeceğine dair yemin etti.” demez. Belki İtalyanlar öyle der, biz demeyiz. “Kahraman deva” da ne oluyor? belli, Fransızların “remède hèroique” dedikleri, İtalyancada tıpkısı olabilir, Türkçede öyle denmez, başka bir şey arasın. Luigi Pirandello’dan “Seçme Hikâyeler” de böyle ufak tefek kusurlar var, gene de o kitap tatlı tatlı okunuyor, Bay Feridun Timur’u iyi çevirmenlerimizden, yani mütercimlerimizden sayabiliriz. Hele bir şeye çok sevindim: ikinci ciltte dil birinci cilttekinden çok daha iyi. Demek ki Bay Feridun Timur’un çevirileri günden güne iyileşecek. Ben adını yeni duyduğuma göre kendisinin bir genç olduğunu sanıyorum, bundan sonraki çevirileri elbette daha kusursuz olur. Siz de okuyun o hikâyeleri, eğlenirsiniz, hele ikinci cildin başındaki Donna Mimma’dan başlarsanız, bütün kitabı okumak hevesi uyanır içinizde. (Nurullah ATAÇ. Söyleşiler, TDK, 231, Ankara 1964 #Sohbet #Söyleşi #SöyleşiTürününÖzellikleri

  • Röportaj Türünün Özellikleri

    RÖPORTAJ : Gazete dergi gibi yayın araçlarında günübirlik yayınlanan haberlerin içeriğinin detaylandırılması amacıyla ilgili haber hakkında yapılan araştırma, görüşme, gözlem, söyleşi vb. sonucu yazılan rapor niteliğindeki yazılardır. Röportajın özellikleri: 1. Röportaj yazıları haber kaynaklı yazılardır. Yazılar içerik ve üslup yönü ile haber yazılarına benzemektedir. 2. Röportaj yazılarında edebi bir dil kullanılır. 3. Röportaj yazıları haberin detaylarını araştırmak maksadı ile gezi ve gözlem yapılarak yazıldığı için gezi yazısı özelliği de gösterir. 4. Röportaj yazılarında birçok anlatım türü kullanılır( açıklama, öyküleme, betimleme). 5. Röportaj yazıları haber niteliği taşıdığı için belgelendirilmeye ihtiyaç duyar. Bu sebeple yazılarda resim, anket, rapor, istatistik gibi yollardan yararlanılır. 6. Röportaj yazıları bilgilendirici, tanıtıcı özellikler gösterir. 7. Röportaj yazıları tek bir yazıdan oluşabileceği gibi birkaç yazının sıralı olarak verildiği yazı dizisinden de oluşabilir. İyi Bir Röportaj Nasıl Olmalıdır? F Röportaj yazmada, şu koşullar göz önünde tutulmalıdır: F Röportaja konu olan şey, iyi gözlenmeli, onun kökeni tanınmalıdır. F Yazar, gördükleri ve işittiklerini, kendi anlayışına göre bir biçime sokabilmelidir. F Yazı, birtakım resimlerle görünür duruma getirilmeli ve desteklenmelidir. Gazete ve dergilerde yayımlanan yazı türlerinden biridir. Öğretici yazı türüdür. Bir olay, bir durum; yerinde gezip görülerek, olayla ya da durumla ilgili değişik kişilerle konuşularak, soruşturularak yazılır.Röportaj hem gezi yazılarının hem makalenin özelliklerini taşır. Makale gibi dayandığı sağlam bir düşünceyi, bir tez vardır. Yazar; sorunu yerinde inceleyerek, gezip görerek, halkla, varsa mağdurla ve yetkili kişilerle konuşarak; fotoğraf, belge, istatistik bilgiler… gibi bilgilerle destekleyerek okuyucunun bilgisine sunar. En çok kamuoyu toplayan gazete yazısıdır. Çok yönlü anlatım olanakları vardır. Bu yönüyle diğer düşünce yazılarından zengindir. Uzunluğu çoğu zaman makaleden çoktur. Bazen bir röportaj yazısı gazetenin iç sayfalarından birinde dizi halinde günlerce yayınlanır. Okuyucunun sıkılmadan, merakla, okuduğu bir yazı bir türüdür. Röportaj yazmak çok önemlidir. Bu nedenle de röportaj yazarının toplumsal sorumluluğu diğer yazarlardan daha çoktur. Röportaj yazarlığı ayrı bir ustalığı ve yan alan becerilerini gerektirir. Yazar evindeki köşesine çekilip yazmaz yazdıklarını. Röportaj yazarı eline ayağına çabuk olmak zorundadır. Yazar bir yandan evinde çalışırken bir yandan kütüphanede, arşivde, devlet dairesinde, iş yerlerinde araştırma yapacak; diğer yandan da olay yerinde incelemeler yapacaktır. Hem fotoğrafçı titizliği ile çalışacak; hem de yerine göre kimi zaman sevecenlikle, kimi zaman ısrarlı ama hiçbir zaman sırnaşık ve terbiyesiz olmadan, haddini bilerek, insan haklarını da çiğnemeden soruşturma yapacaktır. Bütün bunların yanında röportaj yazarı, okuyucu ile bağını koparmamak zorundadır. Röportaj türünün belirleyici özellikleri: • Röportaj da düşünsel plânla yazılır. • İşlenen konu; toplumsal, sanatsal olay ya da olgu olmalıdır. • Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma, bilgi toplama ve fotoğraflarla desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir. • Röportaj yazarı; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de yararlanmalıdır. • Röportaj yazıları zamanla tarihsel belge olabilir. • Fotoğraf ya da belge kullanılabilir. Türk edebiyatında röportaj: Türk edebiyatında röportaj türünün ilk örneklerini Evliya Çelebi vermiştir. Modern anlamda ise Ruşen Eşref Ünaydın’ın Diyorlar ki (1918); adlı çalışması bu türde verilmiş ilk örnek arasındadır. Bunun dışında diğer bazı röportajlar şunlardır: Hikmet Feridun Es, Bugün de Diyorlar ki (1932), Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar (1960); Gavsi Ozansoy, 40 Yıl Sonra Diyorlar ki (1962); Tahir Kutsi, İç Göç (1964); Halil Aytekin, Doğuda Kıtlık Vardı (1965); Abdi İpekçi, Liderler Diyor ki (1969); Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştan Başa (1971); Fikret Otyam, Gide Gide 10 (1969); Yaşar Nabi Nayır, Edebiyatçılarımız Konuşuyor (1976, konuşmalar değişik kişiler tarafından yapılmıştır.); İsmail Parlatır-İnci Enginün – Orhan Okay – Zeynep Kerman – Kâzım Yetiş – Necat Birinci, Röportajlar (1997). Türkiye gazetelerinde röportaj çalışmaları yayımlanan başlıca gazeteciler arasında şunları sayabiliriz: Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Vasfiye Özkoçak, Füsun Özbilgen, Leyla Umar, Nuriye Akman, Ayşe Arman, Fehmi Koru, Yazgülü Aldoğan, Hüsamettin Aslan… #Röportaj #RöportajTürününTürkiye039deGelişimi

  • Otobiyografi Türünün Özellikleri

    Bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü anlattığı eserdir. Kaynak olarak kişi kendini ve aile büyüklerinden aldığı bilgileri kullanır. Otobiyografi yazmak çok güçtür, çünkü insanın kendinden sözederken objektif olması zordur. Otobiyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve yazarın yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder. Otobiyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimini, yaşayanın ağzından katmak demektir. Onların; başarılarının nedenlerini çözeriz. Otobiyografinin belirleyici özellikleri: • Otobiyografi düşünsel plânla yazılır. • Otobiyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak bilgilere yer verilmez. • Derlenen bilgiler bilimsel araştırma yöntemiyle bir araya getirilmelidir. • Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır. • Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz. #Otobiyografi #ÖzyaşamÖyküsü

  • Nutuk (Söylev) Türünün Özellikleri

    Küçük ya da büyük bir insan topluluğu önünde coşkulu bir dille konuşmalara, bu konuşmalara ait metinlere “söylev” denilmektedir. Söylevin Özellikleri: 1. Söylevlerde coşkulu bir dil kullanılır. 2. Dil alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır. 3. Söylevlerde hitabet gücü önemlidir. 4. Söylevler genellikle siyasi ve askeri konulu metinlerdir. 5. Söylevlerde cümleler kısa tutulur. 6. Söylevlerde sık sık özlü sözlere yer verilir. 7. Söylev metinlerinde anlatıcının tavrı özneldir. Söylevin Tarihsel Gelişimi: Eski dönemlerde özellikle Yunan ve Roma medeniyetlerinde söylev türüne büyük önem verilmiştir. Roma saraylarında yapılan siyasi toplantılarda hitabet gücü yüksek insanlar sözcü alarak kullanılmıştır. Grek edebiyatında Demosthenes ; Latin edebiyatında Cicero ; Frenk Edebiyatında Bossuet önemli söylevcilerdir. Söylev, Türk Edebiyatında ilk defa Milli Edebiyat döneminde görülür. Bu dönemde siyasal söylevler ağırlıklıdır. Tanınmış yazarlardan Ömer Naci ve Hamdullah Suphi önemli söylev yazarlarıdır. Cumhuriyet yıllarında söylevin en büyük yazarı Mustafa Kemal Atatürk’tür( Nutuk ). Söylevler duygusal metinlerdir. Söylevlerde amaç duygu yoğunluğu ile dinleyiciyi coşturup fikir aşılamaktır. Peygamber Efendimiz, Veda Hutbesi ’nde insanlığa bu türün özelliğini kullanarak mesaj göndermiş, öğüt vermiştir. Yine çok eski dönemlerde “ Göktürk Yazıtları ”nda söylev özelliği görülür. #Nutuk #Söylev

  • Mülakat (Görüşme) Türünün Özellikleri

    Sanat, siyaset, spor, edebiyat, ekonomi vb. alanlarda uzman kişilerle yapılan aydınlatıcı görüşmelerdir. Mülakat son zamanlarda “görüşme” olarak da adlandırılmaktadır. Mülakatın özellikleri: 1. Mülakatlar aydınlatıcı yazılardır. 2. Herhangi bir alanda yapılan mülakat belge niteliği taşır. 3. Mülakat yazılarında nesnel bir tutum izlenir. 4. Mülakat yazılarında del göndergesel ve alıcıyı harekete geçirme işlevlerinde kullanılır. 5. Mülakatların amacı farklı alanlarda uzman kişilerin bilgi ve görüşlerini paylaşmaktır. 6. Mülakat genellikle bir kişi ile yapılarken aynı anda birkaç kişi ile de yapılabilir. Yine mülakat yapan kişi sayısı da değişebilmektedir. 7. Mülakatlar diyaloglar, karşılıklı konuşmalar, üzerinden yazılır. Bu sebeple mülakat türü söyleşmeye bağlı anlatım türünden yararlanır. 8. Mülakatlarda cümleler, ifadeler açık, anlaşılır ve nettir. Mülakat soruları nasıl olmalıdır? ð Mülakat soruları görüşmeye karar verilip yapılacak görüşme kesinleştiği andan itibaren bir araştırma inceleme sonucu hazırlanır. ð Soruları hazırlamadan önce görüşme yapılacak kişi ve konu hakkında detaylı araştırma yapılmalıdır. ð Mülakat soruları kısa ve özlü olmalıdır. Örneğin görüşme yapılan kişinin yapıtı hakkında bir soru “Yapıtı yazmaya ne zaman karar verdiniz” şeklinde olabilir. ð Mülakat soruları doğrudan anlatıma sahip olmalıdır. Dolaylı yollardan soru sorulmamalıdır. ð Sorular belli bir düzen içinde ilgili konunun aydınlatılmasında sondan başlayarak hazırlanmalıdır. Örneğin yeni bir roman yayınlayan yazar ile yapılacak görüşmede sorulara romanın gördüğü ilgi hakkındaki sorudan romanı yazmaya karar verme aşamasına doğru sorular sorulmalıdır. ð Sorular net cevaplar almaya yönelik olmalıdır. ð Sorular herkesin bildiği konularda hazırlanmamalıdır. ð Sorular yazarı etkilemelidir. Olumsuz sorular aralara serpiştirilmelidir. Hiçbir insan olumsuz sorulara cevap vermek istemez. ð Sorular belli bir konuşma metni ile sunulmalıdır. Mülakatta nelere önem verilmelidir? a. Görüşmenin konusu, merak çeken ve çözüm bekleyen önemli bir sorun olmalıdır. b. Görüşülecek kimseden, buluşmanın yeri ve zamanı hakkında önceden izin alınmalıdır. (Bu izin, telefonla, kısa bir mektupla alınabilir). c. Görüşülecek kimsenin zamanını boş yere harcamamak maksadıyla, söze, görgü ve nezaket kurallarına uygun bir tavır ve konuşma biçimiyle (örneğin “Kıymetli zamanlarınızı aldığım için özür dilerim, efendim.” gibi) başlamalı; kısa yoldan fırsat yakalayarak hemen konuya girmelidir. d. Görüşmenin konusu ve amacı, görüşülen kimseye, başlangıçta açıklanmalıdır. e. Görüşmeyi düzenleyen yazar, konu dışına taşıtmasını önlemek ve umduğu sonuca erebilmek için, konuyla ilgili sorularını, tasarladığı tasara göre önceden hazırlayıp bir kağıda yazmalıdır. f. Görüşülen kişinin sözleri, anlam ve maksadı’ değiştirilmeden yazıya geçirilmelidir. (Bunun için, modern saptama araçları kullanılabilir: video kamera ve ses kayıt cihazı gibi). g. Görüşme, görüşülen kimseye teşekkür edilerek sonuçlandırılmalıdır. Herhangi bir sosyal konu ya da problem üzerinde, uzman kişi veya kişilerle yapılmış konuşmaları yansıtan yazı türüne denir. Toplumun tamamını ya da bir kısmını ilgilendiren her alanda mülakat (görüme) yapılabilir. Bu tür yazılar, genellikle gazete ve dergilerde yayımlanmak için hazırlanır. Mülakatlarda dikkat edilmesi geeken başlıca özellikler şunlardır: a) Görüşmenin konusu ilgi çekici ve toplumsal açıdan önemli olmalıdır. b) Hangi alanda ya da konuda görüşme yapılacaksa, o alanın ya da konunun uzmanları seçilmelidir. Görüşme için, mümkün olduğunca birinci kaynak kişi ya da kişiler tercih edilmelidir. c) Görüşmeye katılacak kişi ya da kişilerle ön görüşme yapılmalıdır. Bu ön görüşmede ( telefon ya da mektupla da olabilir. ), görüşmenin amacı ve özellikleri belirtilmelidir. Özellikle, görüşmeye katılacak kişiye ne zaman, nerede görüşme yapılacağı hakkında bilgi verilmelidir. ç) Görüşmeyi düzenleyen kişi, görüşme başında nazik bir ifadeyle konuya giriş yapmalıdır. Örnek: “Sizi / sizleri, buraya kadar yorduğum, kıymetli zamanlarınızı aldığım için özür diliyorum. Şimdiden vereceğiniz bilgiler için size / sizlere çok teşekkür ederim.” gibi. d) Görüşmeyi düzenleyen kişi, görüşmenin sonunda da yine nazik ve kibar bir ifade kullanmalıdır. Örnek: “Verdiğiniz önemli bilgiler için size / sizlere çok teşekkür ederim.” gibi. e) Görüşmeyi düzenleyen kişi, soracağı soruları önceden plânlamalıdır. Konunun ya da olayın bütün boyutlarını yansıtacak şekilde sorularını özenle seçmelidir. f) Görüşmeye katılan kişi ya da kişilerin duygu ve düşünceleri olduğu gibi yazıya geçirilmelidir. Bu nedenle, görüşme teyp ya da video kasetine alınmalı; daha sonra kasetteki ifadeler yazıya çevrilmelidir. MÜLAKAT YÖNTEMLERİ VE TÜRLERİ Herhangi bir iş görüşmesi farklı şekillerde uygulanabilir. Görüşmeciler, farklı görüşme yöntemlerini uygulayarak söz konusu pozisyon için en uygun adayı belirlemeye çalışırlar. Görüşmenin çeşidine göre, görüşmenin yapısı, sorulacak sorular ve ölçülmek istenen nitelikler ve yetkinlikler farklılık gösterebilir. Altı farklı görüşme çeşidinden bahsedebiliriz: 1.Birebir Görüşmeler 2.Panel Görüşmeler 3.Çalışma Arkadaşları Grubu 4.Sıralı Görüşmeler 5.Değerlendirme Merkezi 6.Telefon Görüşmeler BİREBİR GÖRÜŞMELER Yapılandırılmamış mülakat da denir. En çok kullanılan, esnek ama sonuçları çok tartışılan bir yöntemdir. Aday ile tüm görüşmeler bire bir olarak, yalnız yapılır. Bu yöntemde subjektif değerlendirmelerin görüşmeyi etkilemesi kaçınılmazdır; uygulanması halinde görüşme sürecinin çok iyi planlanması ve etkin bir ön hazırlık yapılması şarttır. Birebir görüşmeler genellikle işveren firmanın bir temsilcisi tarafından yürütülür. Bu görüşmelerin yapısı önceden belirlenebileceği gibi, sohbet havasında da geçebilir. Amaç, söz konusu pozisyon için uygunluk derecesinin belirlenmesidir. Bazı firmalar, birebir görüşmeleri çok rahat ve sohbet havasında yürütmeyi tercih eder. Bunun aday üzerinde rahatlatıcı etki yaptığına ve bilgi alış verişini kolaylaştırdığı savunulur. Buna karşılık bazı firmalar “stres görüşmesi” denilen ve adayın doğal tepkilerini ortaya çıkardığı savunulan yöntemleri kullanmayı tercih eder. Birebir görüşmelerin en büyük dezavantajı değerlendirmenin tek bir kişi tarafından yapılması ve daha subjektif kararların verilmesine neden olmasıdır. Bu tür görüşmelerde katılımcıya görüşmeyi yönlendirme imkanı verilmiştir. Açık uçlu soruar sorulur. “Son işinizde hakkında neler söyleyebilirsiniz?” vb. Amaç, tartışmalarda alınmayacak bilgi, duygu ve davranışalr hakkında bilgi almaktır. Bu görüşmeyi katılımcılar kontrol ettiğinden, yapılandırılmış sorular sorular sorulmadığından katılımcıları birbirleri ile karşılaştırmak zordur. Bu yöntem daha çok üst düzey yönetici seçiminde kullanılır. PANEL GÖRÜŞMELER Bu yöntem, ikiden fazla görüşmecinin veya yöneticinin, birlikte, tek bir aday ile yaptıkları görüşmelerdir. Genellikle çok sayıda elemanın farklı bölümlerde işe alınması planlandığında “toplu alımlar” tercih edilir ve özellikle bankacılık sektöründe sıklıkla kullanılır. Adayı zorlayıcı bir yöntemdir. Şirket açısından bakıldığında ise iyi bir panel yöneticisi ve koordinasyon olduğu takdirde sağlıklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. ÇALIŞMA ARKADAŞLARI GRUBU Bu yöntem, son yıllarda gittikçe daha fazla önem kazanan ekip / takım anlayışının eleman seçme sistemine yansımasıdır. Bu yöntemde seçimin ağırlığı, seçilecek kişinin birlikte çalışacağı ekip üyelerindedir. Bir anlamda panel yöntemine dönüştüğü söylenebilir. Ancak buradaki görüşmenin asıl amacı gruba uyumun ölçülmesidir. Ekip çalışması ve proje bazlı işlerde kullanımın olumlu sonuçlar verdiği gözlenmiştir. Bu tür küçük gruplardan oluşan iş görüşmelerinin amacı daha çok derinlemesine bir görüşme yapmak veya teknik bilgiyi ölçmektir. Bu yöntem ayrıca son işe alım kararını vermeyecekleri halde, başka çalışanların da işe alım sürecinde rol almalarını sağlar. En büyük avantajı, uzun vadede birlikte çalışması söz konusu olan kişilerin önceden birbirlerini tanımalarını sağlamasıdır. Ayrıca çalışanların işe alım sürecine dahil edilmesi onları motive etmekte, karar mekanizmasında önemli rol aldıklarını düşünmelerine olanak vermektedir. SIRALI GÖRÜŞMELER Sıralı görüşmelerde birebir ancak birbiri ardına yapılan birkaç görüşme söz konusudur. Burada mülakat yapan her kişi, söz konusu pozisyonun tek bir yönünü inceler – tecrübe, teknik bilgi, yönetim becerisi gibi. Sıralı görüşmeler de birebir görüşmelerin bütün dezavantajlarına sahiptir. DEĞERLENDİRME MERKEZİ Bu yöntemde panel görüşmelerin tersine, adayların sayısı üçten fazladır. Adaylara, çalışmak istedikleri alan ile ilgili ve/veya genel yöneticilik yeteneklerini ortaya koyabilecekleri örnek olay / olaylar verilir. Belirlenen süre içerisinde eğitilmiş değerlendiriciler olayı izlemekle yetinirler. Süre sonunda örnek olay tartışılır. Adayların bu süre içerisindeki tüm tutum ve davranışları değerlendirmede dikkate alınır. Adaylar, bunun yanı sıra bazı testlerden de geçirilebilir. TELEFON GÖRÜŞMELERİ Sonuçları sağlıklı ancak uygulanması zor bir yöntemdir. Özellikle ülkemizde az kullanılan görüşme tekniklerinden biridir. Kullanılıp kullanılmayacağı kararı yine pozisyona ve görüşmeleri yürütecek olan kişilerin tercihine kalmıştır. Telefon görüşmeleri iki şekilde kullanılabilir: Bunlardan ilki gazete ilanında verilen telefonlara adayların başvurması ve telefon eden adaylarla görevliler tarafından telefonda bir ön görüşme yapılmasıdır İkinci bir alternatif ise başvuran adayların özgeçmişleri üzerinden bir ön eleme yapılmasının ardından yüzyüze görüşmelere geçilmeden önce bir ikinci eleme unsuru olarak; veya özgeçmişte açık olmayan bazı konuları aydınlatmak amacı ile telefon görüşmelerinin yürütülmesidir. Telefon görüşmelerinin en büyük avantajı diğer yöntemlere göre daha hızlı olmasıdır. En acil olarak ihtiyacınız olan bilgileri telefonda öğrenebilirsiniz. Ses tonu, dil hakimiyeti, telaffuz gibi konularda önemli bilgiler verir, ve bu nedenle özellikle telefonda müşteri hizmeti veren birimler için yapılan eleman alımlarında tercih edilen bir yöntemdir. #Mülakat #Söyleşi

  • Mektup Türünün Özellikleri

    Ayrı mekânlarda yaşayan, farklı nedenlerle iletişim kurmak isteyen insanların birbirilerine samimî, sıcak ve konuşma üslûbuyla yazdıkları, mesaj iletme amacı taşıyan metinlere mektup denir. Mektuplarda yazarın kişiliğinin, duygu ve düşüncelerinin içten bir şekilde yansımasını görürüz. Dil ve üslûp genelikle yalındır. Mektupta uyulması gerekenler: Tarih: Kâğıdın sağ üst köşesine, hitapla aynı sıraya yazılır. Tarihten önce mektubun yazıldığı yer yazılır. Hitap: Hitap mektubun başlığıdır. Hitap bir iki sözcükten uzun olmamalı, aradaki sevgi, saygı, içtenlik derecesi bu bir iki sözcükte toplanmış olmalıdır. Hitaptan sonra virgül (,) işareti koymayı unutmamak gerekir. Giriş: Mektubun yazılış nedeni bu bölümde belirtilir. Giriş birkaç cümleliktir. Gelişme: Mektubun söyleşi bölümüdür. Verilecek haberler, sorulacak sorular bu bölümde yer alır. Sonuç: Bu bölümde mektup yazılan kimsenin ve tanıyorsak o ailedekilerin durumu, sağlığı sorulur. Kendi durumumuzdan haber veriler. İyi dileklerle mektup bitirilir. Mektubun sağ alt köşesine ad, soyad yazılıp imzalanır. Kâğıt özenle katlanıp zarfa konularak zarf kapatılır. İyi bir mektup yazmanın kuralları: . İşe kâğıt, kalem ve zarf seçimiyle başlanılmalıdır. Kullanacağımız kalem tükenmez ya da dolmakalem olmalıdır. Kâğıdımız ve zarfımız temiz olmalıdır. . Kullandığımız hitap, göndereceğimiz kişiye uygun olmalı. Hitap içten olmalı, bir iki sözcükten fazla olmamalı, mektubu yazış nedenimiz açık, seçik belirtilmeli. Mektup iyi dileklerle bitirilmelidir. . İki kişi arasındaki haberleşme nedeni ne olursa olsun, ne samimiyeti ne de öfkeyi terbiyesizliğe vardırmamalıdır. Zaten bu gibi durumlarda eğer karşı taraf davacı olursa, mektup aleyhte delil olarak kullanılır. . Mektupta anlatım kişiseldir ama niteliksiz değildir. . Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz. Edebi Mektuplar Edebi mektuplar, özellik olarak, bir bakıma özel mektuptur. Edebiyatçıların birbirlerine ya da yakınlarına yazdığı mektuplar anlatımları sanat yüklü olduğu için zamanla araştırmacılar tarafından yayınlanır. Böyle mektuplara edebi mektup denir. Resmi Mektup Devlet kurumlarının kendi aralarında ya da özel, tüzel kişi ve kuruluşlar ile yaptıkları yazışmalara resmi mektup denir. Devlet kurumlarının mektuplarında kurum başlığı, konu, sayı bulunur. Çünkü resmi mektuplara, resmi dairede kayıt numarası verilir. Resmi mektuplarda da mektup plânı uygulanır; anlatımı ciddi olmak zorundadır. Konu dışındaki ayrıntılara girilmez. . Başlık: Resmi kurumlarda ya da tüzel kuruluşlarda yazılan mektuplar başlıklı kâğıtlara yazılır. Başlık, kâğıdın üstünden iki santim aşağıda ve satırın tam ortasında bulunur. Mektup, kişiden resmi ya da tüzel kuruma yazılıyorsa düz, temiz beyaz bir kâğıda yazılır. . Konu: Başlıktan iki satır aşağıda, sol tarafta yer alır. Mektubun niçin yazıldığı konudan belli olur. Kişiden resmi ya da tüzel kuruma yazılanlarda bu bölüm bulunmaz. Ancak kişi daha önceki bir resmi yazıyı cevaplıyorsa ilgi açılabilir. İlgide kurumdan gelen mektuptaki konu ve sayı belirtilir. “İlgi: …….konu ve …….. sayılı yazınıza.” diye yazılır. . Sayı: Mektuba resmi dairede verilen kayıt numarasıdır. Tek birimli kurumlarda sayı iki bölümden oluşur; birinci bölümdeki rakamlar desimal dosya (yazıların saklandığı dosya) numarasıdır, ikinci bölümdeki rakamlar o yılki kayıt numarasıdır. Bu numara kurumun gelen-giden evrak defterine kaydedilen sıra numarasıdır. Bu numara her takvim yılının başında birden başlar. Birden fazla birimli kurumlarda desimal dosya numarasının önünde harfli kod numarası vardır: Söz gelimi; resmi mektuptaki 243/109 sayısında 243 desimal dosya numarası, 109 gelen-giden evrak kayıt numarasıdır. Bünyesinde birden fazla birim olan üniversiteler, bakanlıklar…. gibi kurumlarda sayı kısmındaki numaralama farklıdır. Örnek: B.30.2.ANA.0.76.03.00230/991 sayısında “B.30.2.ANA.0.76.03.00” birim kod numarası, “230” desimal dosya numarası, “991” gelen ya da giden evrak kayıt numarasıdır. Kişinin yazdığı resmi mektupta bu sayılar bulunmaz. . Tarih: Kâğıdın üst sağ köşesine, konu ile aynı sıraya yazılır. Kişinin yazdığı resmi mektupta tarih, hitaptan iki satır yukarıya ya da mektubun son cümlesinin noktasından sonra yazılabilir. . Hitap : Resmi kurumlarda ya da tüzel kuruluşlarda yazılan mektuplar bir kuruma yazılıyorsa kurum adı ve kurumun bulunduğu yer; eğer kişiye yazılıyorsa kişi adı -varsa unvanıyla birlikte- hitap olarak kullanılır. Hitaptan sonra virgül (,) işareti konur. Kişinin yazdığı resmi mektupta hitap, resmi ya da tüzel kurum adının tamamıdır. Hitap satırın tam ortasına yazılır. . Giriş: Mektubun yazılış nedeni olan konu ya da sorun bu bölümde belirtilir. Kısa bir paragraftır. . Gelişme: Konu hakkındaki kurum kararı ya da kişi görüşü belirtilir. Gelen bir resmi yazıya karşılık ise kişiden istenilen bilgiler verilir. . Sonuç: Resmi mektubu gönderen makamın durumuna göre; üst makamdan alt makama gidiyorsa “rica ederim.” ile, alt makamdan üst makama gidiyorsa ya da kişi gönderiyorsa hep “arz ederim ya da dilerim” ile biter. Sağ alt köşede kişinin ya da makam sahibinin imzası, ünvanı ve adı bulunur. Eğer yazıya belge eklenecekse sol alt köşeye “Eki” ya da “Ekleri” yazılarak maddelerle belgeler tek tek yazılır. Zarf üstünün düzgün, okunaklı yazılması gerekir. Resmi zarfın sol üst köşesine kurum kaşesi basılır. Kaşe yazısının altına sayı yazılır. Zarfın sağ alt köşesine alıcının adresi yazılır. Dilekçe Dilekçe Nasıl Yazılır? Dilekçe , birçok kişinin yazdığı bir resmi mektup türüdür. Kişilerin dileklerini devlet kurumlarına ya da tüzel kurumlara bildirmek, bir isteği cevaplandırmak, bilgi vermek amacıyla yazılan resmi mektuptur. Kişiden kuruma giden resmi mektubun taşıdığı bütün özellikleri taşır. Gönderen, adresini yazmayı unutmamalıdır. İş Mektupları Özel kuruluşla kamu kuruluşlarının aralarında, hizmet verdikleri kişi ve kuruluşlar arasındaki iletişimi sağlayan mektuplara iş yazışmaları denir. Bir iş mektubunda gerekli bütün bilgiler bulunsa bile bu bilgiler belli bir sırayla, belli bir düzen içinde yazılmadıysa algılanması güçleşir. İş mektuplarında amaç içeriği kolayca anlamak ve işi hızlandırmak olduğu için bu tür mektup yazmada da biçimsel ve işlevsel kimi kalıplara uymak gerekir: Bunları şöyle sıralayabiliriz: . Mektubu gönderen kuruluşun adı, adresi, telefon, belgegeçer ve teleks numaraları, Ticarette kayıtlı marka adı, simgesi mektup kâğıdının başlığında yer alır. . Tarih için belli bir yer ayrılarak “Tarih: …./…/……..” yazılır. . Hitap, mektup gönderilen kişinin adına ya da kuruluş adına yazılır. Her iki yazımda da kuruluş adı, adresi yazılır. . “Özü:” Maddesinde mektubun çok kısa bir maddesi verilir. Bu da yazıyı masa masa dolaşmaktan kurtarır, işleri çabuklaştırır. . Ciddi bir anlatım kullanılır ve sözü uzatmadan selâm ve iyi dilekler iletilir. . Mektuptan sorumlu kişi meslek unvanını da yazarak imzalar. . Yazılan mektup gelen bir mektuba karşılık ise, “ilgi:” açılarak bu durum belirtilir. . Ayrıca mektubun gittiği kurum ya da kuruluşta masa masa dolaşmasını önlemek için hitaptan önce “…..’nın dikkatine!” diye belirtmekte yarar vardır. . Eklenecek belge ya da belgeler varsa mektubun sonunda “Eki:” diye bir bölüm açılır, belge ya da belgeler numaralandırılarak yazılır. . Paragraflar arasında ve bölümler arasında bırakılacak boşluklar gerekli bilgileri çabuk bulmayı sağlar. . Diğer mektuplarda olduğu gibi iş mektuplarında da zarf üzerine gerekli bilgilerin yazılması gerekir. Gönderen kuruluşun, gideceği kişi ya da kuruluşun adreslerinin doğru yazılması gerekir. #Dilekçe #DilekçeNasılYazılır #Mektup #MektupNasılYazılır

  • Makale Türünün Özellikleri

    Makale, temeli düşünce olan yazı türüdür. Makalede konu sınırlaması yoktur. Bir düşünce, toplumsal bir olay, bilimsel bir gerçek, söz sanatları, plastik sanatlar, makalenin konusu olur. Makaleler bir tezi savunma yazılarıdır. Bu nedenle yapısı, ortaya atılan bir görüş ve bu görüşü destekleyecek düşüncelerle örülür. Makalenin ülkemizde tanınması, gazetenin yayınlanmasıyla olmuştur. Makaleler köşe yazılarındandır. Gazetelerin ilk sayfalarındaki makaleye başmakale denir. Gazetenin başmakalesi genellikle aynı yazar tarafından yazılır. Gazetenin dünya görüşünü ve olaylara bakış açısını belirler. Gazetenin okuyucu sayısı üzerinde de etkilidir. Kimi insanlar, başyazar gazete değiştirdiğinde ya da beğendikleri makale yazarı artık eskisi kadar etkili ve tutarlı yazmadığında gazetelerini değiştirirler. Bu yüzden makale yazmak çok önemlidir. Makale yazarı, okuyucu ile bağını koparmamak zorundadır. Makalenin belirleyici özellikleri: • Düşünsel plânla yazılır. • Yazar anlattıklarının doğruluğuna güvenmeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir. • İşlenen konu kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmalıdır. • Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden yararlanmalıdır. Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860’ta çıkan Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayımlamıştır. Küresel Çevre Kirlenmesi Günümüzün dünyasında çevre kirliliği, tüm gezegeni kaplayan boyutlara ulaşmış durumda. Dünyanın birçok bölgesinde insanlar, çevre felaketine karşı korumasız, nükleer tehdit ve radyasyondan habersiz bir yaşam sürmektedir. Bilim adamları ise bu olumsuzlukların devamı halinde dünyadaki tüm canlıların ciddi biçimde tehdit altında olduğunu vurguluyorlar. Halbuki insanoğlunun gelişimi başlarda yaşam ve doğal çevre ile uyum içinde sürmüştür. Ancak dünyadaki toplumsal ve teknolojik gelişmelerin hızla artışı karşısında ekolojik sistemin bu hassas dengesi giderek bozulmuştur. Bu tehlikeli gelişmenin seyircisi durumunda olan insanlık ise dünyada dengeli bir çevrenin korunamaması halinde tüm canlıların varlığının sürmesinin olanaksızlığını acaba ne zaman anlayacak? Bu yılın yaz başlarında başlayan yağmur dönemi dünyayı etkisi altına aldı. Barajları, setleri ve köprüleri yıkan seller ölümcül sonuçlara yol açtı. Bir süre önce Trabzon’da yaklaşık üç saat süren yağmur, Sürmene ilçesi ve haritadan silinen Beşköy beldesinde büyük mal ve can kaybına neden oldu, ocakları söndürdü… Yağışların etkili olduğu bir başka ülke olan Çin’in birçok bölgesinde barajlar yıkıldı. Harekete geçirilen askeri birlikler setleri yıkarak sel sularının kırsal kesime yayılmasını sağlamaya çalıştılar. Sel, eylülün ortasında da Meksika’nın Chiapas eyaletinin Valdivia köyünü yok etti. Dünyadaki benzer sel baskınlarının verdiği zararlar ürkütücü boyutlara ulaştı. 240 milyon kişiyi etkilediği söylenen bu yazın selleri, resmi açıklamalara göre şimdiye kadar 2 binin üzerinde insanın ve sayısı bilinmeyen diğer canlıların yaşamlarına mal oldu. Yaklaşık 14 milyon kişi evini terk etmek zornuda kaldı. Bu durum, insana, Çinlilerin “Su ile şaka olmaz” özdeyişini hatırlatıyor. Gün geçmiyor ki çevre felaketi haberlerde yer almasın. Büyük Okyanus’ta 30 metreye kadar yükselen dalgalar sahilleri yerle bir etti. Deniz dibindeki deprem ya da yanardağların patlamasından meydana geldiği söylenen bu dev dalgalara karşı uyarı ağları da para etmiyor. Hatırlanacağı gibu bu dev dalgalar, 1993’te Endonezya’da bir adanın tamamını kapladı ve 2 bin kişinin yaşamını yitirmesine yol açtı. Yine Gine’de yaşamını yitirenlerin sayısı ise 3 bini aştı. Dev dalgalara yol açan depremin merkezi Büyük Okyonus’ta idi. Ama yer kabuğu, dünyanın başka bölgelerinde harekete geçecek şekilde etki alanını genişletti. Örneğin haziran başında başlayan depremlerin, dünyanın dört bir yanını salladığı ortaya çıktı. Ülkemiz de bundan nasibini aldı. Bu ve buna benzer felaketler bize, geleceğimizi bu günden tahmin etmenin olanaksızlığını gösteriyor. Ozondaki delinme ve hava kirliliğinin yaşamda olumsuzluklara neden olabileceği ve doğal yaşamın temellerini dinamitleyeceğini küresel gözlükle niçin göremiyoruz? Küresel çevre sorunlarının çözümü konusunda her ülkenin, çağdaş yöntemlerle halkını bilgilendirmesi bir görev olmalıdır. Sanayinin kent içinden uzaklaştırılmasına ve milli parkların gereği gibi korunup doğal hali ile tutularak toplumun yararlandırılmasına öncelik verilmelidir. Üç binlinli yılların insanları için, doğayla çok daha büyük uyum içinde yaşanacak rüzgârgüneş enerjisinden yararlanacak doğal konut yapımına geçilemez mi? Bu sahada yeni arayışlar içinde olmalıyız. Doğanın intikamının daha büyük olmaması ve acının yoksul ülkelere çektirilmemesi için insanların bir an önce kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor. Ölümcül etkileri yıllardır sürmekte olan ‘Çernobil’ olayından kim sorumlu? Bugün ‘Çernobil’den on misli daha tehlikeli olacak, radyoaktif artıkların bulunduğu söylenen Sibirya’nın batısındaki Karaçay Gölü, bir saatli bombadan farksızdır. Gölün altında, yaklaşık yüz metre derinlikte beş milyon metreküp radyoaktif tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmektedir. İnsanların yazgıları ile ilgili dehşet dolu olası tehlikelere karşı evrensel yurttaş girişimlerinin etkinliği attırılmalıdır. Hepimizin paylaştığı bu dünyayı, bu gezegeni gelecek kuşaklara kirli ve çirkin bırakmaya hakkımız var mı? Geleceğe bir borcumuz yok mu? Hatalarımızın bedelini henüz doğmamışlara ödetmemeliyiz. Doğa ananın yasalarına yeterince duyarlılık göstermeli ve doğal afetlerini ciddiye almalıyız. Doğal zenginliklerle dolu olması gereken bir dünyadan daha fazla yoksun olmamalıyız. (Şaban Ali Yaşaroğlu, Cumhuriyet, 3 Ekim 1998) #Makale #MakaleninÖzellikleri

  • İnceleme Yazılarının Özellikleri

    İncelemenin kapsamı çok geniştir. Her yazı türünün inceleme ile bir bağlantısı vardır. İnceleme bilgisi olmadan makale, fıkra, eleştiri, gezi, röportaj, anı gibi yazı türleri yazılamayacağı gibi; öykü, roman, tiyatro gibi gözlem gücünün kullanıldığı sanatlı yazı türlerinde de başarılı olunamaz; konferans, açıkoturum, panel, sempozyum, açıklama (brifing) gibi sunuşlar yapılamaz; tutanak, rapor gibi yazışmalar yazılamaz. İncelemeyi eser oluşturma yöntemi dışında, ayrı bir uğraşı alanı olarak da kullanıyoruz. Bu alanda çalışanlar; olmuş olayları, oluşturulmuş eserleri değerlendirirler ki, bu konuda verilmek istenen de budur. İncelemeye monografi de denir. İnceleme sözlü ya da yazılı yapılabilir. Kalıcı olması için yazılı olması ve bir düzen içinde verilmesi sağlıklıdır. İncelemenin biçimi eserin türüne göre de değişir. Bu anlamda bir makale, bir şiir, bir roman, bir senaryo… incelenebilir, sonuç her birinde kendine özgü bir düzen içinde yazılır. İncelemeyi yapan kişi teknik olarak yer yer makale gibi, yer yer söyleşi gibi yazma olanağına sahiptir. İnceleme yazıları eleştiri yazılarıyla karıştırılmaktadır. Eleştiri yaparken inceleme yöntemlerinden yararlanılır, fakat incelemede eleştirme amacı güdülmez. Yalnızca incelemesi yapılan kişinin dünyaya ve olaylara bakış açısı yakalanmaya çalışılır. İncelemede önemli bir kişinin, bir dönemin yalnız bir özelliği üzerinde durulur. Bir sanatçıdaki hem yalnızlık duygusu, hem ilerici kişilik aynı incelemede ele alınamaz. İncelemesi yapılan, her ne ise, bir bütün olarak ele alınmalı, sonuca öyle varılmalıdır. Bir sanatçıdaki yalnızlık duygusu hakkındaki yargı, o sanatçının bütün eserleri incelenmeden verilemez. Bir roman inceleniyorsa yarısı incelenip, yarısı inceleme dışı bırakılamaz. İncelenen konu daha önce başkaları tarafından incelendi ise, onların da gözden geçirilmesi gerekir. İncelemede bir yöntem belirlemek gerekir. Bu yöntem incelenen eserin türüne göre ayrılık gösterebilir. Bir makale ile bir romanın, bir roman ile bir şiirin incelenmesi aynı sorularla olamaz. Söz gelimi; bir makale incelemesinde ana düşünce, yardımcı düşünceler ele alınırken; romanda ana olay; ikinci derecedeki, üçüncü derecedeki olaylar ve bu olayları yaşayan kahraman, ikinci derecedeki, üçüncü derecedeki kahramanlar; olayın geçtiği yer, zaman… ele alınır. Şiir inceleniyorsa nazım türü, nazım biçimi, ölçüsü, uyağı ele alınır. Fakat incelenecek yazının türü ne olursa olsun sözcük bilgisi, cümle bilgisi gibi gramer incelemeleri yöntem olarak biraz daha birbirine yakındır. Kitap incelemesi için hazırlanmış bir plân şöyledir: A. Dış Yapı İncelemesi Yerleştirme: • Eserin adı, bir eserden alındı ise kaynağının adı, kaynaktaki sayfa numaraları, basıldığı yer, yıl; boyutları. • Eserin yazarı, yazarın sanatı, sanat yaşamındaki evreler; varsa, çevirmeni. • Eserin yazıldığı dönem, yazarı etkileyen, eserine yansıyan önemli olaylar. • Eserin türü. B. İç Yapı İncelemesi • Eserin konusu • Eserin teması • Eserdeki dünya görüşü • Eserdeki hayal örgüsü • Eserin bölümleri • Ana düşünce (olay), yardımcı düşünceler (olaylar) • Eserde altı çizilecek diğer düşünce, olay, benzetme, sembol… vb. • Eserin anlatım özellikleri • Kullanılan sözcüklerdeki öznellik – nesnellik; sözcükler arası soyut – somut ilişkiler; sıfatların, zarfların, bağlaçların kullanımı; kurduğu tamlamaların özellikleri… • Eserde sözdizimiyle sağlanan iç ahenk (Şiir için: ölçü, uyak, alliterasyon, asonans…) İyi bir incelemede, incelenecek mataryele bol bol Kim/ Ne, Kimden/Neden, Niçin, Nasıl, Nerede, Ne zaman… vb. sorular sormalıyız. İnceleme plânı, incelemeyi yapan kişinin araştırma boyutuna ve isteğine bağlı olarak ufak tefek ayrılıklar göstermekle birlikte, ortak ilkelere uymalıdır: İnceleme yazılarında uyulacak ilkeler: • Düşünsel plân uygulanmalıdır. • Bol döküman incelenerek sonuca ulaşılmalıdır. • Nitelik olarak belirtilen her özellik örneklerle desteklenmelidir. • Konu dışına çıkılmamalıdır. • İnceleme sonucu elde edilen bilgileri herkese benimsetmek gibi bir amaç güdülmemelidir. • İnceleme bittikten sonra yapılan değerlendirmede yazar, incelemeden elde ettiği sonuçları belirtmelidir. Her incelemede ele alınan konunun bir yönü aydınlatılmış olur. İnceleme yapmak, inceleme yazılarını okumak bizim de ufkumuzu açar. Söz gelimi edebiyat eserlerini incelemek bizim edebiyat kültürümüzü arttırır, edebiyat eserlerine, sanata bakış açımızı etkiler. • Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz. #İncelemeYazılarınınÖzellikleri

  • Haber Yazılarının Özellikleri

    İnsanlar arası ilk ilişkilerden biri haberleşmedir. Bugün hayvanlar dünyası gözlendiğinde yine aynı gerçekle karşı karşıya kalırız. Leyleklerin göç katarlarının idaresi; arılardaki, karıncalardaki iş bölümü; anaç tavuğun yavrularını büyütmesi başka nasıl açıklanır? İlk insanlardan günümüze haberleşme dumandan, davuldan, kuştan, atlı postalardan, motorlu postalardan; günlük gazetelere, sesli radyo haberlerine, görüntülü televizyon haberlerine, bilgisayar ağlarına uzanan bir gelişme göstermiştir. Günlük gazetelerde, belli aralıklarla yayınlanan dergilerde, meslek kuruluşlarının belli aralıklarla yayınladığı bültenlerde; radyo ve televizyonlarda belli zaman aralıklarıyla sunulan bültenlerde halka duyurulmak üzere yayımlanan yazılara haber denir. Yayın organlarının en büyük desteği haberdir. Hiç bir yayın organı habersiz düşünülemez. Bir haberin değeri okuyucu sayısıyla belirlenir. Bu nedenle her olay haber olmayabilir. Belli bir okuyucu kitlesine ulaşabilecek olaylar haber sayılır. Halka günlük olayları haber verme geleneğinin -şimdilik- Atina’da başladığı sanılmaktadır. Eski Atina’da, halk günün belirli saatinde, bir meydanda toplanır, hatip kendilerine o günün haberlerini yüksek sesle söylerdi. Eski Osmanlı’daki “tellâl çağırmak”, “tellâl çıkartmak” işi de, halka duyurulması gerekli haberleri ulaştırmak için haberci göndermekten başka bir şey değildi. Tellâl mahalle aralarına girer, sokak sokak gezer, böylece haberi vatandaşın ayağına götürürdü. Günümüzde aynı işi belediyeler; acil durumlarda, haberin hemen iletilmesi için resmi daireler en çok da pazarlamacılar uygarlığın teknik olanaklarını da kullanarak hâlâ yapmaktadırlar. Görülüyor ki, haber kaynağını yaşamdan alır. Genel olarak bu kaynaklar üçe ayrılır: 1. Resmi Haberler, 2. Özel Haberler, 3. Ajans Haberleri. Resmi haberler , resmi ve özel kuruluşlardaki yetkili kişilerden alınan haberlerdir. Özel haberler , halk arasından toplanır. Ajans , haber toplama ve yayma işleriyle uğraşan kuruluştur. Haberde; yurtiçindeki, yurtdışındaki önemli ya da ilginç olaylar kısa ve özlü bir biçimde halka sunulur, gerekirse resimle, fotoğrafla desteklenir. Haber yazıları, anlattığı olayın türüne göre ad alır: Siyasal haberler, ekonomik haberler, bilimsel haberler, teknoloji haberleri, sanat haberleri, spor haberleri, sosyal haberler… vb. Skandal ve dedikodu haberleri… gibi halk arasında heyecan yaratan haberler vardır, böyle haberlere sansasyonel haber denir. Haberin anlatımı çoğunlukla resmi olmak zorundadır. Haber toplayana, haber yazana muhabir denir. Gazeticilikte bir haberde aranan ilkeler: Gazete haberlerinde uyulması gereken ilkeler vardır. Bir haberde bunların eksiksiz verilmesi gerekir:” Ne?/Kim?; Neyi?/Kimi?; Nasıl?; Niçin?; Nerede? ;Ne zaman?” sorularının yanıtları haberde bulunmalıdır. Buna 5N 1K denir. 5N 1K Kuralı • Ne/Kim: Habere kaynak olan olayın kimin başından geçtiği ya da neyin bir olay sonucunda etkilendiği bildirilmelidir. Örneğin: “Vezüv yanardağı patladı”, “Tarihi Zeus Heykeli kaçırıldı.” “Atatürk Bütün Yurtta ve Dış Temsilciliklerimizde Anıldı. “ • Neyi/Kimi: Habere kaynak olan olay kimi, neyi etkiledi. “Bakanlar Kurulu, memur maaş katsayısını görüştü.”, “Milli Eğitim Bakanı, resim çalışmalarıyla uluslararası başarı kazanan beş öğrenciyi kutladı.”… • Nasıl: Habere kaynak olan olayın yapılış, meydana geliş sürecinin anlatıldığı bölümdür. • Niçin: Her olayın bir nedeni vardır. En kötü olayları gerçekleştirenler bile, bir nedenin arkasına sığınırlar. Doğada nedeni çözülemeyen olaylarla bilim adamları hâlâ uğraşmaktadır; kanserin oluş nedenleri, ozon tabakasının delinmesinin nedenleri… • Nerede: Yeryüzü bir yerdir. İnsan bir yerde doğar. Bütün olaylar bir yerde geçer. Yer bilgisi haberlerde genelden, tikele doğru verilir; ülke, il (varsa ilçe, köy), mahalle, semt, cadde, sokak, ev, mutfak… • Ne zaman: Yine bütün olaylar bir zamanda meydana gelir. Zaman bilgisi de haberlerde genelden, tikele doğru verilir; yıl, ay, gün, saat, dakika… Haber yazmak çok önemlidir. Muhabir, bu ilkeleri uygularken okuyucu ile bağını koparmamak zorundadır. Haber yazısının belirleyici özellikleri: • Haber plânı tersine dönmüş pramit diye bilinir. Tersine dönmüş pramitte, haberin giriş bölümünde olay birkaç cümle ile özetlenir. Gelişme bölümünde sözü uzatmadan gerekli ayrıntılar verilir. Sonuç bölümünde ise olayın etkisi, olaya el koyma anlatılır. • Haber ilginç olmalıdır. Haberin başlığı da ilginç olmalı, başlığa gözü takılan okuyucu, gerisini okumak için can atmalıdır. • Haber duyulmamış olmalıdır. Okuyucu duyduğu bir olayı ikinci kez okumaz. • Haber önemli olmalıdır. Haberin ilgilendirdiği okuyucu kitlesi çok olmalıdır. • Haber doğru olmalıdır. Muhabir haberi tarafsız yazmalı, habere yorum katmamalıdır. Yorum köşe yazarlarının işidir. • Haber yazılarında, muhabir okuyucuyu haberle başbaşa bırakmalı, okuyucusuna kendi varlığını hissettirmemelidir. #5N1KKuralı #haberyazıları

  • Günlük (Günce) Türünün Özellikleri

    Yazarların kendi kendileriyle dertleşme, hesaplaşma, konuşma isteklerini kağıt üzerinde yapmalarından doğmuş yazılardır. Bu nedenle yayımlanmak amacı güdülmez, fakat yazarın ilerlemiş yaşlarında ya da yazar öldükten sonra bir şekilde yayımlanır. Günümüzde kimi yazarlar günlüklerini yayımlamak için de yazarlar. Günlüklerde yazarın kendisini buluruz. Yaşadığı günler içindeki sevincini, öfkesini, kaygılarını, umutlarını içtenlikle anlatır. Günlükler, yazarın yaşadığı dönem için önemli bir belgeseldir de aslında. Yazarın sözünü ettiği olaylar artık tarih olmuştur. Günlüğün belirleyici özellikleri: • Günlükler iddia ve ispat yazıları değildir. • Günlüklerde yaşanmakta olan anlatılır. • Yayımlandığında, artık geçmişi anlattığı için bu yazılar da tarihe ışık tutar. Kimi olaylar tarihi olaylardır. Türk ve dünya edebiyatında günlük: Türk edebiyatında İzzet Melih’in Sermet (1918) ve Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu (1922) adlı romanları bir bakıma günlük-roman örneği olarak gösterilebilir. Roman kahramanı Sermet, günlük yaşantısını yer ve tarih vererek aktarıyor. Bu bölümler birer günlüktür. Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in Gönül Hanım (1920) romanının “Mehmet Tolun Bey’in Rûznamesi” başlıklı kısmı da günlük tarzında tutulan notlardan oluşmaktadır. Hemen hemen her meslekten kişiler günlük tutmaktadırlar. Ancak bu türde yazmayı en fazla edebiyatçı olanlar, yani şair ve yazarlar tercih etmektedirler. Başlangıcından 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ortaya konan günlükler, genellikle faydaya dönük gündelik işlerin kayıtlarından ve seyahat notlarından oluşan ve bildiğimiz anlamda modern günlük türünün ayırıcı özelliklerini kazanamamış klâsik metinlerden oluşmaktaydı. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ise günlük, edebî bir tür olma özelliğini kazanmaya başladı. Modern günlük metinlerinde yazarın gün içindeki anlık durumları, refleksleri, duygu ve düşünceleri ön plâna çıkmıştır. Metnin kurulmasında çağrışımların önemli bir payı vardır. Yazar, içe bakış tekniğiyle bilinçaltını deşifre eder. Günlük tutmaya pek fazla rağbet edilmeyen Türk edebiyatında bu türün Tanzimattan sonra ortaya çıktığını görüyoruz. Tanzimattan önce ortaya konan vakâ’yinâme, seyâhatnâme, sefâretname gibi eserlerde günlük türüne özgü kimi nitelikler bulunabilirse de bu eserler esas itibarıyla günlük değillerdir. Ancak bu arada Sünbülî Şeyhi Seyyid Hasan Efendinin 1660-1664 yılları arasındaki dergâh hayatıyla ilgili Sohbetnâme adlı notlarını günlük türü içinde değerlendirmek gerekir. Bizde batılı anlamda ilk günlük yazarı Şair Nigâr Bint-i Osman (1862-1918)’dır. Nigâr Bint-i Osman 20 defter tutarındaki notlarının başına o günün tarihini koymuş günlüklerinin bir kısmı Hayatımın Hikâyesi (1959) kitabında yayımlanmıştır. Şair bu eserinde genellikle çocukluğu, evlilikleri, boşanmaları gibi başından geçen olayları, çektiği acı ve çileleri anı üslûbuyla aktarmıştır. Türk edebiyatında devlet yöneticileri, sanatçı, edebiyatçı, yazar, bilim adamı gibi değişik kesimlerden kişiler günlük tutmuşlardır. Türk edebiyatında günlük türünde en çok edebiyatçılar ürün vermişlerdir. Onların tuttuğu günlüklerde kendi şahsî yaşantıları, sosyal ve siyasî fikirleri, eserleri ve sanatçı kişilikleri ilgili bilgileri bulabildiğimiz gibi içinde yer aldıkları sanat ve edebiyat çevreleriyle ya da dönemlerinin sosyal ve siyasî olaylarıyla ilgili bilgiler de bulmaktayız. Bu bakımdan bu günlükler değişik açılardan önemli zenginlikler içermektedirler. Ömer Seyfettin, Balkan Savaşı sırasında tuttuğu günlüklerini Balkan Harbi Rûznâmesi, 1917’den sonra kaleme aldığı günlüklerine de Rûzname adını vermiştir. Ömer Seyfettin’in bir kısım günlükleri Türk Dili (Nisan 1962, S.127, s.586-590) ‘nin Günlük özel sayısında da yayımlanmıştır. Ali Canip Yöntem de 1920’de Ömer Seyfettin’in hastalığı ve ölümüyle ilgili tuttuğu günlükleri yayımlamıştır (“Ömer’in Ölüm Hastalığına Dair Notlarım”, Ömer Seyfettin, 1947). Cumhuriyet döneminde yayımlanan ilk günlük kitabı Günlük (1955) adıyla Salah Birsel ‘e aittir. Salah Birsel, 20 Ocak 1949-4 Mayıs 1955 tarihleri arasındaki günlüklerinin toplandığı bu kitabında genellikle edebiyatla ilgili sorunlara yer vermiştir. İkinci günlük kitabı Kuşları Örtünmek (1976) 1972-1975 yıllarını kapsar. 1982’de Hacıvat Günlüğü, 1986’daYaşlılık Günlüğü,1988’de Aynalar Günlüğü, 1992’de Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu adlı kitaplarını çıkardı. Birsel, günlüklerinde daha çok şiir ve sanat konularına yer vermiştir. Kendine özgü bir üslûp geliştirmiş, hiç duyulmamış sözcükler üreterek canlı, ilgi çekici bir konuşma üslûbunu yakalamıştır. Nurullah Ataç , 1953’ten 1957 yılına kadar yazdığı günlüklerini gazetelerde yayımlamış; daha sonra bunlar toplanarak önce 1960’ta, daha sonra 1972’de iki cilt halinde yayımlanmıştır. Ataç, günlük yazmaya Fransızca haftalık Carrefour gazetesinde çıkan Monsieur Maurois’nın “Le Journal d’Andre Maurois” adlı güncesinden etkilenerek ve ona özenerek yazmaya başlamıştır. Nurullah Ataç’ın günlükleri kendi özel hayatından ve yapıp ettiklerinden çok, okuduğu kitapların, dergilerin, gazetelerin, görüp duyduklarının kendisinde bıraktığı izlenimleri, çağrışım yoluyla oluşan düşünceleri aktarmıştır. Üzerinde durduğu en önemli konular arasında Türkçenin Arapça ve Farsçadan gelmiş yabancı sözcüklerden kurtulması için ortaya koyduğu düşünceler, sanat, edebiyat tartışmaları yer almaktadır. Yayımlanmış günlük türündeki bazı eserlere şu örnekleri verebiliriz: Oktay Akbal, Günlerde (1968), Anılarda Görmek (1972), Yeryüzü Korkusu (1983), 80’lerde Bir Yazar (1994); Tomris Uyar, Gündökümü 75 (1977), Sesler, Yüzler, Sokaklar (1981), Günlerin Tortusu (1985), Yazılı Günler (1989); İlhan Berk, Elyazılarına Vuruyor Güneş (1983), İnferno (1995); Oğuz Atay, Günlük (1988); Cahit Zarifoğlu, Yaşamak (1990); Cemal Süreya, 999. Gün / Üstü Kalsın (1991); Necati Cumalı, Yeşil Bir At Sırtında (1991); Vüs’at O. Bener, Bay Muannit Sahtegî’nin Notları (1991); Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler (1993); Nilgün Marmara, Kırmızı Kahverengi Defter (1993); Atilla Birkiye, Saptamalar (1985); Mazhar Candan, Günceden (1981) ve Geceden Kalan (1986); Ayşe Şasa, Yeşilçam Günlüğü (1993); Nuri Pakdil, Klas Duruş (1997); Ahmet Oktay, Gece Defteri (1998); Muzaffer Buyrukçu, Arkası Yarın (1976), Sıcak İlişkiler (1982) Dillerinde Dünya (1985); Dünden Bugüne (Günlükler) (1997); Turgay Gönenç, Tarihsiz Günlükler (1990); Enis Batur, Kesif Saint Nazaire Günlüğü (1998); Kemal Özer, Tanık Günler(1994). #Günce #Günlük #TürkEdebiyatındaGünlük

  • Gezi Yazısı (Seyahatname) Türünün Özellikleri

    Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip görmenin, iyi bir gözlemin ürünüdürler. Gezi yazılarının tarihi çok eskidir. İnsanlar hep uzak ülkeleri, uzak ülkelerin doğasını, insanlarını, bu insanların yaşayış biçimlerini ve yarattıkları kültür eserlerini merak etmişlerdir. Bir nedenle başka ülkelere giden kişilerle karşılaştığımızda, onları soru yağmuruna tutmamız bundandır. Günümüzde televizyon görüntüleri dünyanın birçok kültürünü yanıbaşımıza getirdiği halde, hâlâ gezi anılarını dinlemenin ya da okumanın tadı başkadır. Gezi yazılarının çok yönlü anlatım olanakları vardır. Uzunluğu çoğu zaman kitap olacak kadardır. Gazetenin iç sayfalarından birinde dizi halinde günlerce yayınlandığı da olur. Okuyucunun sıkılmadan, merakla okuduğu bir yazı türüdür. Gezi yazısı yazarken ilgiyi uyanık tutmak, okuyucuda okuduğu yerleri görme isteği uyandırmak çok önemlidir. Gezi yazarlığı ayrı bir ustalığı gerektirir. Yazar gezdiği yerlerin ilginç özelliklerini hemen farkedecek kıvrak bir zekâya ve kültür birikimine sahip olmalıdır. Gezi yazısı ile röportaj arasındaki farklar: Gezi yazılarıyla röportaj birbirine karıştırılmamalıdır. Gezi yazısında ilgi çekici yerler anlatılır. Röportajda olduğu gibi, sorunları deşmek, arkasındaki sorunları duyurmak, kamuoyu oluşturmak amacı güdülmez. Gezi yazıları bir bakıma anıya ve günlüğe de benzer, fakat onlardan ayrı bir yazı türüdür. Gezi yazısının belirleyici özellikleri: • Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. Gezi için yapılan hazırlıklar; yolculuk, yolculuk sırasında görülen ilgi çekici olaylar; varış, varıştaki ilk izlenimler… • Gezi yazılarında da kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmak önemlidir. Aynı yerler daha önce de başkaları tarafından görülmüş, yazılmış olabilir. İkinci gidişte görülenlerle, ilk gidişte görülenler arasındaki farklara bile değinmek gerekir. Bu da gezi yazılarının zamanla tarihsel belge olduğunu ortaya koymaktadır. • Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma ile, bilgi toplama ve fotoğraflarla desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir. • Gezi yazılarında yazar; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Ayrıca okuyucuya değişikliği gösterebilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de yararlanabilir. • Resim kullanılmalıdır. Türk ve dünya Edebiyatında gezi yazısı: Dünya edebiyatının en önemli seyahatnameleri arasında 13. yüzyılda yayımlanmış Marko Polo’nun Uzak Doğu izlenimlerini içeren Seyahatnamesi ve 14. yüzyılda yaşamış Arap gezgin İbn-i Batuta’nın İslâm dünyası gezilerini konu edinen Seyahatnamesi yer alır. Türk edebiyatının ilk seyahatname eserleri arasında Farsça yazılan Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Acâibü’l-Letâif adlı eseriyle Ali Ekber Hatâî’nin 1515’te yazdığı Hıtâînâme adlı eseri sayılabilir. Seydî Ali Reis (ö.1562) Mir’atü’l-Memâlik (1557) adlı seyahatnamesinde Belücistan, Hindistan, Afganistan, Buhara, Maveraünnehir’le ilgili gözlemlerini ve yaşadığı olayları anlatmıştır. III. Sultan Murat (1575-1575) döneminde Tokatlı İbrahim oğlu Ahmet, Acâibname-i Hindistan adlı eserinde Kabil, Hindistan, Basra, Yemen, Hicaz izlenimlerini aktarır. Trabzonlu Mehmet Aşık’ın (1555-?) Menâzıru’l-Avâlim adındaki eseri de gezi edebiyatının önemli eserlerindendir. Türk edebiyatının en önemli seyahatname eserlerinden biri Evliya Çelebi’nin (1611-1682) 10 ciltlik seyahatnamesidir. Evliya Çelebi , 40 yıllık gezilerinden elde ettiği coğrafî, etnografik, tarihî, kültürel pek çok bilgiyi akıcı ve mübalâğalı bir üslûpla kaleme almıştır. Türk edebiyatında “seyahatname” adıyla birçok eser yazıldığı gibi, adı “seyahatname” olmadığı hâlde bu türe özgü özellikler gösteren başka eserler de vardır. Pirî Reis’in Bahriye adlı eseri buna bir örnektir. İlk seyahatnameler, genellikle başka ülkelerde elçi olarak gönderilen devlet memurlarının gittikleri ülkenin yaşama biçimi, kültürel özellikleri, sosyal ilişkileri, giyim kuşamları, sokakları, şehircilikleri, bürokrasileri ve başka özellikleri hakkında Türk okuyucusu için aktardıkları ilgi çekici bilgilerden oluşmaktadır. Kimi yazarlar, gittikleri ülkelerden gönderdikleri mektuplarda bulundukları ülke ile ilgili bazı bilgiler de vermişlerdir. Sultanların sefer sırasında konaklar arası mesafeleri gösteren menâzil kitapları, her gün yapılan işleri anlatan rûznâmeler de gezi türüne ilişkin bilgiler içermektedirler. Haydar Çelebi Rûznâmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Keçecizade İzzet Molla (1785-1829) sürgüne gönderildiği Keşan ve İstanbul’a dönüş izlenimlerini Mihnet-Keşan (1269) adlı eserinde anlatır. Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi’nde dört yıl din bilgisi hocası olarak kaldığı Ümit Burnu ve havalisini değişik yönleriyle tanıtır. Türk edebiyatında modern zamanlarda da yurt içine, İslâm dünyasına, Batıya ve başka ülkelere yapılmış pek çok gezinin notları yayımlanmıştır. Kırıkkale’ye Giderken Ankara kalesi, telsiz direkleri ve bir tünel… Yarım dakika karanlık. Ankara geride kaldı. Bu yol, bütün bozkırı geçer, Karadeniz’e dek ulaşır. İsmet Paşa yıllardır fikir döktü, ray döşedi. şimdi ben, bu ray üstünden fikir taşıyan kültür savaşının zırhlı trenine yetişmek için kilometrelerin sekişini sayıyorum. Tren yolunda… Gezici eğitim sergisi Kırıkkale istasyonunda… Tren yolunda dediğim zaman dudaklarımızda yabansı bir kıvrıntı seziyor gibiyim. Sezmeye de gerek yok gerçekten: “Tren yolunda da laf mı a canım.” diyebilirsiniz. Eğer siz, bir zamanlar Yahşıhan’a dek böyle gidip gelen eski tren bozuntusunu anımsarsınız hiç de böyle düşünmezsiniz. Hele benim gibi Yahşıhan yolunda tuhaflıklara tanık olmuşsanız… Size, istasyonların kimi bodurumsu, kimi kavaklar gibi birbirlerinin sırtından sırıtan uzun dallı ağaçlarından, çeşmelerinden, bayrak direklerinden, makaslarından, telgraf direklerine tünemiş güvercinlerinden, yol kenarında doygun doygun treni seyreden öküzlerden, özgür ve neşeli sıpalardan söz edeceğimize bizim orta Anadolu’ya kültür ve yeninin aşkını taşıyan trene rast gelinceye dek bugünkü güzel trenin yerindeki o eski tren ve ray bozuntusundan söz edeyim, her halde canınız sıkılmaz. Yıl 1921, İnönü ile Sakarya savaşının araları… Ankara’dan Kayseri’ye doğru bir akın var. Kağnı, kağnı, kağnı….. Yollardan, dağlardan, taşlardan gıcırtıdan geçilmiyor. Mumyalanmış bir eşeğe benzeyen cılız, sanki tenekeden yapılma bir lokomotif, ince, uzun hörgücünü kaldırmış, bitkin develeri anımsatan vagonlar da bunların arasında Kayseri yolunu tutuyor. Her nedense o zaman burada işleyen dekovilde, sudan geçmeyen hayvanın inadına benzer bir inat vardı. Zaman zaman tutarağı tutardı. Bakarsınız, tıpış tıpış giderken birdenbire zınk yerinde sayar. Bir ses duyulur: “Lokomotifin suyu tükendi. Allah’ını seven su getirsin!…” Kovalarla, ibriklerle, testilerle bir sürü halk su aramaya çıkar, su bulunmayan bir yerde ise herkes mataralarındaki, testilerindeki, teneke ya da toprak ibriklerindeki suları lokomotife boşaltırlar. Mübarek, yürümeye başlar. Ama yürüyüş de ne yürüyüş!… Trenin üstünde pinekleyen ihtiyarlar, kimi zaman şöyle konuşurlardı: “Tren giderken indim, aptes bozdum, elimi yudum, trene bindim.” “Aptes tazeledim, yine geldim, yetiştim.” Yokuş bir yere gelindi mi bir ses yükselirdi: “Allah’ını seven vagonları ardından itsin!” Yüzlerce adam trenden iner, trenin durduğunu gören köylüler de gelir. Helesa yelesa ile treni yürütürlerdi. Trenin kömürü tükenip yöreden çalı çırpı topladığımızı da ben bilirim. Bunları söylerken sadece bir anıyı anlatıyorum. Dün süngüsünü tüfeğine çaputla bağlayıp düşmana saldıran bir ulusun o günü böyle geçerdi. Şimdi İsmet Paşa’nın döşediği raylar üstünde fikir gibi hızlı, düzenli ve rahat trenle Kırıkkale’ye yaklaşıyoruz. Makinenin, tekniğin dokunduğu yer, çölün ortasında bile olsa yepyeni bir uygarlığı fışkırtıveriyor. Kırıkkale işte böyle bozkırın ortasında baca, fabrika, asfalt, geometri, boyalı ev, sağlam tavan, iş gömleği giyen alın terli insan demektir. Kırıkkale bana, kopmuş bir film parçasının sarı bakkal kâğıdına yapıştırılması etkisini yaptı. Kırıkkale, başlı başına minnacık bir fabrika yuvasıdır. Sağı solu, önü arkası bozkırdır. İstasyon kalabalık… Siyahlar giyinmiş öğretmenler, iş gömlekli işçiler, ustalar, mühendisler, bereli kadınlar, irili ufaklı çocuklar vagonların çevresinde toplanıyorlar… [Sadri Etem (Ertem). “Kırıkkale’ye Giderken”,Türk Dili Dergisi, Gezi Özel Sayısı, 1 Mart 1973.] #GeziYazılarınınÖzellikleri #GeziYazısı #Seyahatname #TürkEdebiyatındaGeziYazısı

bottom of page