top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 853 sonuç bulundu

  • Türk Mitolojisinin Kültleri, Türk Mitolojisi Tanrıları ve Türk Dünyasındaki Çeşitlenmeleri

    Türk Mitolojisinde Kültler ve Sınıflandırma Türk dünyasına ait devasa coğrafya ve çeşitli boylar nedeni ile dağınık bilgiler bulunmakta, bu nedenle de kültlerin konulara göre sınıflandırılması gerekmektedir. Karakterler ve kişiler her boyda farklılık göstermektedir. Kült, "tapınma" anlamına gelir; tanrısal veya doğaüstü güçlere sahip şeylerle ilgili inanç örüntüsüdür. Büyü ve ayinle ilgilidir. Kültlerin temelinde animizm (insan düşüncesinin en ilkel dönemlerinde, insanların doğal çevrelerindeki canlı cansız her şeyin canlı bir ruhu ve buna bağlı bir bilinç hâli olduğu düşüncesi) yatar. İnsanlar yaşadıkları coğrafyada yer alan doğal varlıklara yönelik inanç örüntüleri oluşturmuş ve bunlardan bazıları zamanla evrimleşip değişip dönüşerek daha soyut kavramlar hâline gelmişlerdir. Diğer kültlerden (Moğol gibi) etkilenmiştir; su, ateş, dağ, toprak, gök ve atalar vs. kült hâline gelmiştir. Türk Mitolojisinde Teogoni Mitleri ve Çeşitlenmeleri -Türk Mitolojisi Tanrıları Teogoni, tanrıların doğuşunu ve evrenin oluşumunu anlatan mitlerdir. Farklı zamanlarda derlenmiş Türk mitleri tek bir sistem hâlinde açıklanamaz. Şamanlığın "Gökyüzü", "Yeryüzü" ve "Yeraltı" olarak üç katmana ayrılması bağlamında ele alınabilir. 1. Gökyüzünde Bulunan Tanrılar, Kutsal Ruhlar ve Kültleri Gök kubbe, yükseklik ve mitolojik olaylarla ilişkilendirilir. Tanrılar "gökyüzünün sahibi", "gökyüzünün sakini" veya "gökyüzünün hâkimi" şeklinde adlandırılır. Gök Tanrı:  Eski Türklerde zaman içinde evrilerek soyut bir yaratıcı hâline dönüşmüştür. Gök Tanrı, gökte ve çoğu zaman yaşam (kut) ve talihin (ülüğ) iyileştiricisi veya paylaştırıcısıdır. Kozmik düzenin veya evrenin koruyucusudur. Siyasal ve toplumsal düzenin kefili ve takipçisidir. Ona dua edilir ve yılda iki kez takvime bağlı, tercihen lekesiz sütbeyaz aygır at kurban edilir. Gök Tanrı'nın kut vermesiyle gücünü ondan alan kağanlar, keçe üzerinde dokuz kere yükseltilerek kararın Türk kavmi tarafından kabullenilişi gösterilir. Gök Tanrı gökte oturan ve dünyayı unutmuş bir tanrı değildir, gerektiğinde yeryüzündekileri cezalandırır (yıldırım çarpması gibi). Hunlar, Tabgaçlar, Göktürkler ve İlk Uygur Kağanlığında Gök Tanrı varlığı söz konusudur. MÖ ilk defa fetheden Türk soylu Çu Hanedanı'nın, Gök kültü hâkim olan Çin'e Gök Tanrı anlayışını getirdiği düşünülmekte; Çinlilerin İmparatorlarını "göğün oğlu" olarak görme anlayışı bunun devamı olarak görülmektedir. Güneş, Ay ve Yıldız Kültleri:  Güneş, Ay ve Yıldız, Gök Tanrı'ya bağlı kültlerdir. "Tang" (etimolojik olarak tan kökünden gelmekte) güneşin doğduğu yerdir ve Tanrı da "güneşi çağıran", doğmasını sağlayandır. Hun kağanları sabah çadırlarından çıkarken güneşi, akşam Ay'ı selamlar. Altay ve Mişer Türkleri günümüzde bile güneş üzerine ant içme geleneğini sürdürürler. Altay Türklerine göre Güneş ana, Ay atadır; ateş ise yeryüzünde güneşin temsilcisidir. Kamlara (şamanlara) göre, güneşin ve ayın tutulmasının nedeni kötü ruhların onları yakalayıp karanlık dünyaya sürüklemeleridir. Yakut Türklerine göre Güneş ve Ay iki tanrısal güç ve kardeştir. Türk bayrağında Ay ve Yıldız, esasen "Ay" ve "Güneş"tir. Maniheizm:  MS 3. yüzyılda yaşayan İranlı Mani adlı bir kişi tarafından kurulan, kendinden önceki bütün din ve inanışların akla uygun kısımlarını birleştirerek oluşturulan, iki eşit ve karşıt iyilik ve kötülük ilkesinin birlikte var olmasına dayanan dinsel öğretidir. Ülgen:  Altay Türklerinin kam alkış (dua) ve ilahilerinde "Ülgen" (ulu, büyük, yüce) en büyük yaratıcı tanrı olarak yer alır. Şor, Teleüt ve Güney Altay Türklerinde "Kuday" olarak adlandırıldığı görülür. "Kayrakan" da en büyük Tanrı anlamında kullanılır. "Kızagan" ve "Mergen" Ülgen'in yardımcısı olan iyi ruhlardır. Anohin'e (19. yüzyıl) göre Kamlama ayini yaparak Ülgen'e ulaşmak isteyen bir kamın yedi veya dokuz engeli (katı) aşması gerekir. Altay'a göre bir kam en fazla 5. kata (Kutup Yıldızı'na) ulaşabilir. Bir insana benzediği düşünülen Ülgen'e "ak nur", "nurlu bakan", "fırtına koparan", "yıkıcı" denir. Yedi oğlu ve dokuz kızı vardır; bunlar ondan kopmuş ama ona eşit olmayan, çeşitli görevleri olan ruhlardır. Yayık:  Ülgen Tanrı ile insanlar ve kamlar arasındaki en önemli aracı ve yardımcı ruhtur. Ülgen Tanrı onu insanları kötülükten koruması ve canlılara yaşam vermesi için gökten yeryüzüne göndermiştir. "Saçı kurban" Yayık'a verilir (süt, rakı, kımız, yağ, buğday, darı vb. kansız kurban). Yayık'a beyaz kumaşla tasvirler yapılır. Suyla:  Güneş ve ayın parçasıdır, gökyüzünde yatar. At gözlü olan Suyla çok iyi gören bir ruhtur ve insanın yeryüzündeki koruyucusudur. İnsanların hayatını kontrol eder ve bir değişiklik olduğunda Ülgen'e bildirir. Kamı kötülüklerden korur, ona gökyüzü ve yeraltına yaptığı yolculuklarda eşlik eder. "Karlık" adlı tanrısal güç de Suyla ile aynı görevleri üstlenir. Utkuuçi:  Gökte yaşar ve Ülgen Tanrı'nın en yakın elçisidir. Ülgen'e ulaşmak isteyen kamları 5. katta karşılar. Kamın getirdiği kurbanı alır, kam Utkuuçi'den aldığı kazla yeryüzüne döner. Ürün Aar Toyon:  Türk mitolojisini en iyi koruyan ve Sibirya'da yaşayan Türk boyu Sahalara (Yakutlar) göre gökyüzünde iyi tanrılar ve kötü şeytanlar vardır. En büyük tanrı Ürün Aar Toyon'dur; göğün dokuzuncu katında ve doğu tarafında yaşar. Dünyayı ve insanları yaratmıştır. Eşi Küm Kübey Hatun'dur, güneşle bir tutulur, ışığı ile dünyayı ısıtıp temizler. Kötülük veren ruhlar da vardır; örneğin Dobsun Duyar deliliği, İlbis Kuba ve Orol Uola insanlara kıskançlık ve rekabeti aşılayan kötü ruhlardır. 2. Yeryüzünde Bulunan Tanrılar, Kutsal Ruhlar ve Kültleri Eski Türklerde tabiat unsurlarına saygı gösterme, dua etme, kutsal kabul etme davranışları görülmektedir. Türkler dağ, tepe, taş, demir, kılıç gibi varlıkların canlı ve bir ruha sahip olduklarına inanıyorlardı. Bu tür ruhlara sahip olanları "iye" olarak adlandırıyorlardı. Ruh, Kişioğlu, Arvak:  Eski Türklerde ruh bir kuş gibi uçabilir. Orhun Yazıtları'nda Bilge Kağan'ın ölümünün anlatılmasında uçtuğu gibi. Örneğin Hacı Bektaş Veli'nin şahin, Hacı Doğrul'un doğan kılığına girerek uçmaları "arvak" ve "iye kul" anlayışının İslamileşmiş devamıdır. Yo Kan:  Bu ruh Altay Türkleri arasında yeryüzündeki ruhların en güçlüsüdür, dünyanın merkezinde bulunan ve ucu Ülgen'in evine kadar ulaşan bir çam ağacının yanında oturur. Tolay Kan:  Yeryüzündeki bütün suların, denizlerin hâkimi, ölülerin koruyucusu olduğuna inanılır. Su ruhu olarak da kabul edilir. Ana Maygıl, Ak Ene:  Ak Ene bir dişi tanrıçadır; Ülgen Tanrı'ya yaratma ilhamını veren olağanüstü bir güç olarak görülür. Ana Maygıl de ona benzer bir diğer dişi ruhtur; boy ve soy anlamında "ulus"u koruyan bir ruhtur. Umay:  Bir ruhtur. Umay insanın doğumu ve büyümesiyle ilgilenir; çocuk ve hamilelerin koruyucu ruhudur. Güney Sibirya ormanlarında yaşanılan erken dönemde kadınların hâkim olduğu anaerkil bir toplum yapısı vardır ve Umay bu dönemin yaratıcı dişi tanrısıdır. Önce Gök Tanrılı ataerkil dönemde ikincil ruha dönüşmüş, İslamiyet ile birlikte koruyucu ruh Umay kültü Hz. Fatma kültü ile birleşerek günümüze kadar gelmiştir. Al Karısı, Albıs, Al Ruhu:  Tarih öncesi zamanda ateş kültü ile ilgilidir, lohusalara musallat olur. Al, al karısı, albastı, albas, albis, almıs gibi adlarla anılan kötü bir ruhtur. Kazak, Kırgız ve Başkurtlara göre albastı "Kara Albastı" (ciddi ve ağırbaşlı) ve "Sarı Albastı" (hoppa ve şarlatan) olarak ikiye ayrılır. Türkiye'de de Albastılar "Karakura" denilen başka bir kötü ruhla ayrıştırılırlar. Lohusayı Albastı'dan korumak için bıçak, iğne gibi nesneleri başaltına koymak günümüzde süregelen bir davranıştır. Kasırga, Rüzgâr ve Yel Ruhu:  Saha Türklerine göre rüzgârların "Tıal Holoruk İççite" adını verdikleri bir ruhu vardır. Gök gürültüsü ruhu Etin İççite, yıldırım ruhu Çağılgan İççite'dir. Anadolu'da günümüzde "cin çarpması" olarak adlandırılan çarpılmalar, yakın geçmişe kadar "yel çarpması" olarak adlandırılmaktaydı. Azerbaycan Türkleri bütün fırtına ve yelleri yönlendiren mitolojik bir varlık olan "Yel Baba"ya inanırlar. Taş ve Kaya Ruhu:  Taş salt bir tapınma maddesi değildir; kutsallığı onda canlanan ruha aittir. Taş; büyü, dilek, adak, yemin, şifa, uğur ve yağmur yağdırmak amacı ile kutsanmıştır. Dağ Ruhu:  Dağların, taş yığınlarıyla oluşturulan obaların ve kurganların ruhu vardır. Avcılar avın bereketli olması için dağ ruhuna alkış (şaman duası) yapıp adaklar sunmalıdırlar. Dağ kültü bir erkek kültüdür; kadınların katılması yasaktır. Ateş Ruhu:  Türk kültüründe ateş arındırıcıdır ve kötü ruhları kovar. Aileyi ve soyu temsil eder. Altay, Şor, Teleüt ve Saha Türkleri yakın zamana kadar ateşin ruhuna saçı kurbanı yapardı. Teleüt Türklerinde "Ot Ene" (Ateş Ana) vardır. Su Ruhu:  Türk mitolojisinde su her şeyin başı, anasıdır. Kutsal kabul edilen su kirletilmez, ona pislik atılmaz. Suyu kutsal görmek, Su Tanrısı fikrini ortaya koymaz, sadece göl, ırmak ve çay kültünün varlığını ortaya koyar. Ev Ruhları:  Çeşitli Türk boyları evlerini koruyan ruhlara inanırlar. Kapının eşiği veya pervazı, ev ruhunun bulunduğu yerdir. Bu nedenle eşik çok önemlidir. Ata Ruhları:  Kendilerinden yardım umulan ölmüş atalar için yapılan törenler "Atalar Kültü"nü oluşturmuştur. Devleti kuran atanın ruhu sancakta bulunur; Göktürk sancağı bu nedenle kurt başıyla süslenmiştir. 3. Yeraltında Bulunan Tanrılar, Kutsal Ruhlar ve Kültleri Erlik:  Yeraltı dünyasının ruhudur. Sakalları dizlerine kadar uzun, boynuzlu ve kıvırcık saçlı, atletik vücutlu yaşlı bir adamdır. Kam alkışlarında Erlik'e "Kayrakan" (ölümü getiren) da denir. İnsanların gözyaşlarıyla oluşan dokuz nehrin birleşerek Doymadım Nehri'ni oluşturduğu yerdeki sarayında yaşar. Kendisine kurban verilmezse insanlara ve hayvanlara felaketler getirir. Erlik'in Oğulları ve Kızları:  Erlik'in demir başlı yedi veya dokuz oğlu vardır; yeraltı canavarlarını idare eder ve kapı eşiklerini korurlar. Kızları ise oyun ve eğlenceyle zaman geçirir, kamı kandırarak kurbanı kaçırmaya çalışırlar. Türk Mitolojisinde Kozmogoni Mitleri ve Çeşitlenmeleri Türk mitolojisinde yaratılışla ilgili mitler son birkaç yüzyılda derlenmişlerdir ve çeşitli dinlerden etkiler taşırlar. Radloff'un Derlediği Mit (Altay):  Yaratıcı Tanrı Kuday, insanla birlikte su üstünde uçar. Tanrı suya dalıp "kişi"ye toprak getirmesini emreder ve gelen toprakla yeryüzünü oluşturur. Kişinin ağzında saklı topraklarla da dağlar ve tepeler oluşur. Tanrı "Kurbustan", kişi de Erlik yani "şeytan"dır. Gök:  Hem maddi hem de manevi bakımdan Gök, Türkler için çok önemlidir. Orhun Yazıtları'nda Türk tanrısı Gök Tanrı'dır. Yer Ana, Yeryüzü:  Yaratır ve hayat verir. Erken zamanlarda Ulu Ana, Kan Nine, günümüzde Toprak Ana olarak adlandırılmaktadır. Dünyanın Şekli:  Evrensel bir nehirle sınırlandırılan, hayvanların üzerinde duran Dünya dörtgen şeklindedir. Teleüt destanında dört öküzün üzerindedir. Kırgızlara göre bir öküzün boynuzları üzerindedir. Kırım destanında boğanın boynuzları arasındadır; boğanın altında deniz, denizde balık vardır. Dağ ve Ağaç:  Dağlar gökyüzüne yakınlıkları yüzünden kutsaldır; Ötüken Dağı dünyanın merkezi kabul edilir. Ağaç ise kökleriyle yeraltına, gövdesiyle yeryüzüne, dallarıyla gökyüzüne temas ettiği için kutsaldır. Türk mitolojisinde "Dünya Ağacı" sırık şeklinde Kutup Yıldızı'na kadar uzanan bir eksene sahiptir. Türk Mitolojisinde Antropogoni Mitleri ve Çeşitlenmeleri İnsanın türeyişiyle ilgilidirler. Ağaç Ana/Ata:  Kayın ağacı Türklerde kutsaldır. İnsanın yaratılışıyla birlikte bir de kayın ağacı yaratılmıştır ve Umay Ana ile birlikte yeryüzüne inmiştir. İlk insanı da kayın ağacı doğurmuştur. Hayvan Ata/Ana:  Kurt, avcı-toplayıcı dönemlerde en çok korkulan ve saygı duyulan kutsal hayvandır. Diğer kutsal hayvanlar geyik, at, boz inek, şahin ve atmacadır. Dağ Ana/Ata:  Mağara barındıran dağlar doğurgan kabul edilir ve ana rahmi olarak telakki edilir. Türk-Memlük türeyiş anlatısında Ay Atam ve eşi Ay-va bir mağarada oluşmuşlardır. Türk Mitolojisinde Eskatoloji Mitleri ve Çeşitlenmeleri Türk mitolojisinde çok az eskatolojik (dünyanın sonu ile ilgili) mit vardır. Orhun Yazıtları'nda Gök Tanrı, Türkleri dünyayı töresince düzenlemeleri için görevlendirmiştir; buna göre dünyanın sonuyla ilgili her mit Türklerin görevini yapamamakla eşit anlam taşıyacaktır. Altay Türklerinin "Kalgançı Çak" (Kalacak Olan Çağ) olarak adlandırdıkları kıyamet anlatılarında, kıyamet "Uluğ Gün" olarak geçer. Teleüt Türklerine göre bugün geldiğinde gök demir, yer sarı bakır olur; uluslar birbirine düşer, ayak takımı bey olur, evlatlar babalarını saymaz. Türk Mitolojisinin Kültleri, Türk Mitolojisi Tanrıları ve Türk Dünyasındaki Çeşitlenmeleri

  • Türk Mitolojisinin Orta Asya Kökenleri ve Türk Yaratılış Mitleri

    Türk Mitolojisinin Orta Asya'da Yaratılış Bağlamı Türk mitlerinin veya mitolojisinin kökenleri Orta Asya'dır. Bronislaw Malinowski'nin sadece mitler için değil, bütün sözlü edebiyat türleri hatta daha da geniş anlamda sözlü kültür çalışmaları için çığır açıcı olan bağlam tespiti; "Hiç kuşkusuz, metinler son derece önemlidir. Ama kendi bağlamından koparılan bütün metinler ölüdür." şeklindedir. Bundan hareketle herhangi bir mitoloji geleneği gibi Türk mitolojisinin de doğuşunda yer alan ve son derece önemli rol oynayan "coğrafi çevre", "insan unsuru" ve "topluluk/cemiyet" gibi üç temel faktörü kısaca gözden geçirmek ve Türk mitolojisinin Orta Asya kökenlerine dair verileri bu çerçevede değerlendirmek daha kolay anlaşılır olacaktır. Coğrafya Unsuru:  Coğrafya, bir topluluğun hayatında ve kültürünün oluşmasında büyük bir ölçüde belirleyicidir. Türkler, "Türk dünyası" olarak adlandırılan coğrafyada Türk kültürü veya uygarlığı adıyla yaşayan kültürel ekolojiyi yaratmışlardır. İnsan Unsuru:  İnsanın "ihtiyaçları" önem sırasına göre; "fizyolojik, emniyet, sevgi, itibar" ve "kendini gerçekleştirme" şeklindedir. Hangi şart altında ve nerede olursa olsun, yukarıda sıralanan "ihtiyaçları" karşılayabilen herhangi bir fert kültür yaratma iktidarındadır. Toplum Unsuru:  Toplum unsurunun, her bir kültür elementinin ancak bir topluluk içinde ortaklaşa değer vasfını kazanabilen ürün ve davranışları kapsadığı göz önünde bulundurulduğunda ne derece hayati bir öneme sahip olduğu daha iyi anlaşılabilir. Türk mitolojisini ortaya çıkaran sosyokültürel toplumsal yapılanış; Toplayıcı-Avcı, Avcı-Çoban ve Çoban-Tarımcı dönemlerinden geçmiştir. Toplayıcı-Avcılık ve İlkel Bahçe Tarımı Dönemlerinde Türk Mitolojisi Türk mitolojisinin en erken dönemi bitki kökenli mitolojik bir modele sahiptir ve "ağaç-orman kültü"nü oluşturmuştur. Toplayıcı, doğanın ortasında pasif bir rol oynamakta oluşu nedeniyle duyduğu korunma ihtiyacı onu kendi klanı (biz) dışındakilere (onlar) karşı, yalvarıcı/duacı kılar. Dua edilip yalvarılacak muhatap ise neredeyse kendi dışındaki her şeydir. Doğada canlı-cansız her şeyi kendisine benzer bir biliş hâline sahip olarak düşünmekte yani onlara "ruh" izafe etmektedir. Bu dönemde oluşan "ağaçtan yaratılma" mitini, Türk köken mitleri arasında en eski "yaratılış miti" olarak kabul ediyoruz. Türk mitolojisindeki en eski köken mitlerinden birisi olan "Ağaç Ana", zaman içinde totemleşip bir kandaş topluluğun veya klanın totemini veya kolektif üst kimliği anlamında "biz"ini oluşturmuştur. Zaman içinde de avcılıkla ilgili uygulamalar "Kuş Ata" kültünü ortaya çıkardığında, ikisinin sentezinden meydana gelen bir dünya görüşünün dışavurumu olarak kişilerin mensubiyeti; büyük bir ihtimalle "Ağaç Ana"nın temsil ettiği "anne soyu" ile babanın veya erkeğin temsil edildiği "Kuş Ata"nın adlarının kimlik belirleyici unsurlar olarak kullanılmasının zaman içinde aldığı şekil olarak yorumlanabilir. Güney Sibirya ormanlarıyla Altay Dağları arasındaki bölgede yer yer yerleşik hayata geçen ve mağaralarda barınmaya başlayan, ana soyluluk esasına göre ortalama 10-15 kişiden oluşan bu "kandaş" birliklerin ruhanî lideri de doğum ve doğurma nedeniyle "kutsal" ve "üstün" olarak kabul edilen kadın "kam"lardır (şaman). Ormanın en güçlü ve yırtıcı hayvanı olan ayının bu özelliği nedeniyle tabulaştırılmasının ardından, ateşe dayanarak ininden çıkarılması ve mağarasının (daha önce de işaret edildiği gibi muhtemelen dönemin son buzul devrine de denk gelmesi nedeniyle) pratik zorlamalarla barınak olarak elde edilmesi, "Ağaç Ana" kültünün yanı sıra "Ayı Ata" kültünün de başlangıcını oluşturmuştur. Bir dünya görüşü ve inanç sistemi olarak "Şamanlık", Türklerdeki görünümüne "Kamlık" veya "Kamlık Dini" terimini kullanmayı yeğlediğimiz özel bir dinî anlayışa bürünmüştür. Kamlık, ananın oluşturucusu ve yöneticisi olduğu kandaş toplumun örgütselliğini açıklayan sosyal bir temeldir. Kâinatı oluşturan iki ana unsurdan yer karanlık "kararıg", gök ise ışıklı veya parlak "yaruk" olarak sıfatlandırılmıştı. Buna istinaden bütün mevcudat aynı şekilde "kararıg" ve "yaruk" olarak bir sınıflamaya tabi tutuluyordu. Ayrıca, "kararıg" ile "yaruk" umdelerinin, anaya ve ataya teşbih edilen şekilleri, sekiz yönden esen yeller ile taşınarak beş aslî unsurun doğduğuna inanılıyordu. Türk mitolojisine göre kâinatı oluşturan bu beş aslî unsur; "su, ateş, ağaç, maden ve toprak"tan ibaretti. Bunlara "kök, ruh", "töz, oguş" veya "kut" gibi isimler veriliyordu. Yeryüzündeki canlı ve cansız varlıkların tamamı bu beş unsurdan birine mensup addediliyordu. Türk kozmolojisini gösteren ve kuvvetle muhtemelen her biri değişik efsanelere sahip pusulalarda, yönler dört büyük yıldız grubuna göre sınıflandırılıyordu: Doğu:  Gök Ejder "Kök-luu" denilen yıldız grubu ve Ağaç Yıldızı "Igaç Yulduz" ile "Karakuş" denilen Müşteri Yıldızı ve Kuş Yıldızları, Doğu yönünü temsil ediyorlar ve Ağaç unsuru ile ilişkilendiriliyorlardı. Doğu önceleri yeşil sonra mavi daha sonraları sarı renk ile sembolize ediliyordu. Güney:  Kızıl Saksağan "Kızıl Sakızgan" denilen yıldız grubu ve Ateş Yıldızı "Oot Yultuz" denen Merih Yıldızı ve Sin Yıldızları, Güney yönünü temsil ediyorlar ve Ateş unsuru ile irtibatlandırılıyorlardı. Güney kırmızı renk ile sembolize ediliyordu. Batı:  Ak Pars "Ak Bars" denen yıldız grubu ile "Erklig" denilen Zühre Yıldızı ile Kara Alp Yıldızları, Batı yönünü temsil ediyorlar ve Maden unsuru ile ilişkilendiriliyorlardı. Batı ak (beyaz) renk ile sembolize ediliyordu. Kuzey:  Kara Yılan yıldız grubu ise Kuzey yönünü temsil ediyor ve Su unsuru ile ilişkili kabul ediliyordu. Kuzey kara renk ile sembolize ediliyordu. Merkez:  Bu dört yönü gösteren yıldız grupları ve irtibatlandıkları unsurlardan başka beşinci unsur olan "Toprak" unsuru merkez olarak kabul ediliyor ve Sarı Bayraklı "Sarig orunlug" ve "Sekentir" de denilen Zuhal Yıldızı'yla ilişkilendiriliyordu. Merkez veya toprak sarı renk ile sembolize ediliyordu. Gök Tanrı dünya görüşü döneminde ölümden sonra hayat inancının varlığını, gömülen kişilerin kişisel eşyasının da mezarlara konmasından bilmekteyiz. Bütün yıldızların Gök Tanrı'nın mekânı kabul edilen Kutup Yıldızı'nın etrafında döndüğü ve bu yıldızların bir "Gök Çarkı" tarafından taşındığına inanılmaktaydı. Tarihsel dönemlerde "Umay Ana" veya kısaca "Umay" olarak rast geldiğimiz bu dişi ilah, Türk mitolojisinde anaerkil dönemin en önemli tanrıçasıdır. Kadın egemenliğinden erkek egemenliğine geçiş sürecinde meydana gelen değişimlerse; genel olarak orman kültü zamanla eski önemini kaybetmiş, "orman tanrıları" "kötü ruh"lara dönüşmüştür. Anaerkil toplumda birincil konumda bulunan "Umay", "Gök Tanrı" karşısında ikincil konuma düşerken; anaerkilliğin güç kaynaklarından olan "ateş"in işe koşulup türetildiği metalürjik demir ve benzeri madenlerin işlenmesiyle, erkek egemenliğini pekiştiren "demir" ve "demirci" kültleri ortaya çıkmıştır. Türk kültürünün en erken dönemlerinde, Eski Taş ve Cilalı Taş devirlerinde kadın egemenliğini devam ettiren ve hatta "ateş-ocak" kültüyle pekiştiren yalın "ateş" teknolojisidir. Buna karşılık daha sonraki dönemlerde bir anlamda ateşin de katışık ve karışık olduğu "demire" bağlı kutsamanınsa erkek etkinliği olarak ortaya çıktığı görülür. Avcı-Çobanlar Döneminde Türk Mitolojisi Cilalı Taş Devri'nin sonlarına doğru başlayan hayvan evcilleştirmeleri ve hayvanların yününden, sütünden, etinden ve kemiğinden yararlanma yollarını öğrenip çeşitli teknikler geliştirmesi uzun bir zaman diliminde gelişmiş olmalıdır. Vahşi hayvanlara karşı kazanılan bir başka kalıcı zafer de "demirci"nin şahsında kutsanmış erkeklerin de "kam" olabilme hakkını elde etmesidir. Erkeklerin kam olmaya başlamalarıyla birlikte daha önceki "Ayı Ata" ve "Kuş Ata" cübbelerinin yanı sıra "Geyik Ata" cübbeleri ve buna bağlı kültün oluştuğunu düşünüyoruz. Avcıların kuşlar ve köpekle başlayan evcilleştirmeleri, Türk mitolojisinde ve komşu Moğol mitolojisinde oldukça geniş ve etkili kuş ve köpek kültlerinin oluşmasına neden olmuştur. Köpeği takip eden evcilleştirmeler içinde yer alan keçi, koyun, ren geyiği ve sığır gibi hayvanların ve nihayet atın evcilleştirilmesiyle yeni oluşum neredeyse tamamlanır ve ormandan bozkıra yönelinir. Bu dönemde önce yeraltında inşa edilen evler ortaya çıkar ve daha sonraki dönemlerde toprak üstüne yapılan, topraktan ve ağaç kütüklerinden yapılan, hayvan besleme nedeniyle genişliği 200 m² kadar olabilen evler takip eder. Toplulukların nüfusları da yaklaşık on kat artarak 150-200 kişiye ulaşır. Bozkırın uçsuz bucaksız otlakları pek çok araştırmacının da ittifak ettiği gibi dünyanın hayvancılık yapmak için en ideal bölgesidir. Sürüsünün peşinde göçebilen mükemmel "üy" (ev) veya "çadır" (yurt) biçimindeki göçer evlerden müteşekkil göçen şehir hatta devlet, bozkır tipi devletle birlikte; Hunlar başta olmak üzere Türkler tarih sahnesine çıkacakları süreci bu sosyokültürel ve ekonomik şartlar altında başlatmışlardır. Toplayıcı-avcılıktan hayvancılığa geçen avcı-çobanların toplumsal yapısı içinde artık bir yanda zor avcılık maceraları diğer yandan beslenme ve döllenme kaynaklarında artan düzenliliğin getirdiği nüfus artışının yanı sıra yeterli otlak için bozkıra yönelen ailelerin kandaş soy esasından daha da genişleyen bir biçimde soy/sülale birlikleri şeklinde örgütlenen boy esasına göre yeniden düzenlenmiştir. Bu da beraberinde "kut bulma"yla, kutsanan "kutsal kağan"ları ortaya çıkarmış ve kağanlar şamanik yöntemlerle doğrudan iletişime geçtikleri gökteki "Gök Tanrı"nın yeryüzündeki temsilcileri olarak kabul edilip algılanmaya başlamışlardır. Bitki merkezli ve "Toprak Ana" anlayışına sahip "ağaçları kutsayan" ve hatta "Ağaç Ana"ları olan anaerkil yapının yanında daha önce işaret edildiği gibi hayvan merkezli "Hayvan Ata" kültlerinin ortaya çıkışı da "kuş, ayı" ve "geyik" başta olmak üzere yine bu dönemin ürünleridir. Kültleşen ve "tabu"laşan ormanın en güçlü ve yırtıcı hayvanı "ayı"nın yerini "bozkurt" alır. "Kağanlık" erken dönemlerinde anaerkil yapının henüz tamamen gücünü ve önemini yitirmediği bir döneminde ana soyunu sıradan bir kadına bağlamak yerine olağanüstü ve kozmik bir biçimde yeni toteme "bozkurt"a bağlayarak izah edilmek zorundaydı. Bu zorlamalar ve ihtiyaçlar da beraberinde, "Bozkurt Ana" yahut yaygın olarak bilinen adıyla "Asena/Aşina Hanedanı"nı getirmiştir. Bu "kurtarıcı" yahut "doğuran" dişi bozkurt-ana mitlerinin oluşması Türklerin bir kısmının ormandan bozkıra çıkıp ilk devletlerini kurmalarıyla ilişkilidir. Türk dünya görüşünün veya geleneksel anonim halk felsefesinin indirgenebileceği en temel kavram olan "hareket"in kaynağını attan almıştır ve bu nedenle de olağanüstü kökene sahip "at miti" oluşmuştur. Türk mitolojisindeki olağanüstü özelliklere sahip at miti, ataları gö l, deniz gibi suların derinliklerinde yaşayan mitolojik bir aygırdır. Bu aygırla çiftleşen kısrakların tayları gerektiği gibi bakılıp yetiştirilirse, "kanatlı at" yani "tulpar at" olurlar. En ünlü örneğini Köroğlu'nun Kırat'ında gördüğümüz mitolojik "tulpar at" tipi, hemen hemen Türk dünyasındaki bütün epik destan kahramanlarının atı olarak karşımıza çıkar. Göçer evli terimiyle ifade edilen barınak biçimi olan çadır etrafında dünyayı algılayışın biçimi de değişir, Türkler birçok başka halklar gibi gök kubbeyi bir çadır (yurt) gibi tasarlar. Samanyolu çadırın dikiş yeri, yıldızlar da ışık gelsin diye açılmış deliklerdir. Göğün ortasında bu büyük çadırı bir orta direk gibi tutan Kutup Yıldızı parlar. Daha önce de işaret edildiği gibi, Türk mitolojisinde Kutup Yıldızı bir direk veya kazık olarak tasarlanır ve bazı bölgelerde "Demirkazık" bazılarındaysa "Altınkazık" olarak adlandırılır. Türk Mitolojisinin Orta Asya Kökenleri ve Türk Yaratılış Mitleri

  • Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları: Mit, Mitoloji ve Edebiyat İlişkisi

    Mit Nedir? "Mit" (Myth) kelimesinin kökeni, Yunancada "anlatı" veya "hikâye" anlamına gelen "mythos"tur. Mit terimi; "basit", "hayalî" hatta "uydurma" ve "yalan" anlamına gelen bir içerikten, "son derece doğru" ve "kutsal bir öykü"ye kadar çok geniş bir alanı içermektedir. Mitler çoğu zaman bir yaratılışın öyküsüdür. Bir şeyin nasıl yaratıldığını veya nasıl var olmaya başladığını anlatırlar. Mitlerin Kahramanları Mitlerdeki kahramanlar veya kişiler; olağanüstü özelliklere sahip tanrı, tanrıça, yarı tanrı gibi tanrısal varlıklardır. Bu bağlamda mitler; kutsal ya da olağanüstü olan güç veya güçlerin dünyaya çeşitli zamanlarda yaptıkları heyecan verici, değişip dönüştürücü ve yaratıcı akınlarının tasvir edildiği öykülerdir. Mitlerin temel karakterleri veya kahramanı insanoğlu değildir. Ancak mitleri gerçekleştiren tanrısal, olağanüstü karakter veya kahraman, insan tavır ve davranışları sergiler. Mitlerin, yaşadıkları kültürlerde "gerçek hikâye" olduğuna inanılır. Bu tür toplumlarda mitler şu özellikleri gösterirler: a)  Mit, tanrısal ve olağanüstü varlıkların eylemlerinin öyküsüdür. b)  Mitlerde anlatılan bu öykü, kesinlikle "gerçek" ve "kutsal" olarak kabul edilir. c)  Mit, her zaman için bir "yaratılış" ve "köken" ile ilgilidir. d)  Onlara gerçek ve kutsal olarak inananlar tarafından model olarak alınırlar. e)  İnsan, miti bilmekle nesnelerin "köken"ini bildiğine inanır. f)  Mitlerin anlattıklarını kanıtladığına inanılan ritüeller uygulanır. Mitlerde Zaman ve Mekân Kavramı Mitlerde Zaman: Mitlerdeki zaman anlayışına göre geçmiş, şu ana taşınabilecek bir "şimdi"dir; asla geri getirilemeyecek bir zaman olarak düşünülmez. Mitlerde bu anlamda geçmiş, gelecek ve şimdi arasında bir eş süremlilik görülür. Mitlerdeki zaman "köken"le ilgili olduğu için de kutsaldır. Mitsel ritüeller, başlangıçtan beri öyle yapıldığı gerekçesiyle bir örnek üzerine kalıplaşmış bir biçimde tekrarlanırlar. Törene katılanların büyük bir çoğunluğu, bu bir örnek üzerine kalıplaşmayı titizlikle muhafaza etmeye çalışır. Mitlerde başlangıç ve yaşanan an (şimdi) birleştirilir. Birbirine eş ve paralel hâle gelen bu iki zamanın örtüşmesine de "eş süremli zaman" denilir. Mitlerde Mekân: Mitlerde mekân kavramı ikiye ayrılır. Bunlardan birincisi "kutsal olanla ilişkili ve bu nedenle kutsal kabul edilen" mekânlardır. İkincisi ise kutsalla ilişkisi olmayan, sıradan ve anlamsız olan mekânlardır. Mekânı, kutsallıkla ilişkili olarak merkezî bir yapı içinde algılamaya "merkez simgeciliği" adı verilir. Mitlerin İçeriği ve Tasnifi Mitler içeriklerine göre pek çok çeşitlilik göstermektedir. Fakat onları birbirine bağlayan bağ, genellikle mitlerin zamanın ilk başlangıcındaki kararlı ve belirli yaratılış olaylarıyla ilgili bilgi içermesidir. Konularına göre mitler iki temel gruba ve alt gruplara ayrılırlar: 1. Köken ve Yaratılış Mitleri Etiyolojik Mitler:  Mitolojik zamanı aşamamış ve yaşam tarzı olarak ilkel topluluklarda çok yaygın olarak görülen mitlerdir. Teogoni Mitleri:  Tanrıların ve tanrısal varlıkların kökenini ve nereden geldiklerini konu edinen mitlerdir. Kozmogoni Mitleri:  Evrenin, dünyanın ve özellikle de gök ve gök cisimlerinin nasıl oluştuğunu konu edinen mitlerdir. Takvim Mitleri:  Zamanın ölçülmesi bağlamındaki düşünceleri sembolik bir biçimde anlatan öyküler, takvim mitleri olarak adlandırılır. Totem Mitleri:  Bir topluluğun yaratılışı ve kökenini bir bitki, bir hayvan gibi canlı veya dağ gibi bir cansız nesneye bağlayarak izah eden mitlere de totem mitleri denilir. Kahramanlık Mitleri:  Bir misyon ile kendilerini toplumlarına adayarak onları çeşitli felaketlerden kurtaran veya toplumlarındaki çeşitli kültürel kurumları kuran, idealize edilen insan kahramanlardan bahseden mitler. 2. Eskatoloji Mitleri İnsan ve dünyanın geleceğini veya sonunu konu edinen mitlerdir. Mitlerin Şekli ve İşlevi Mit, şeklî açıdan kutsal kaynaklar hakkında bilinenlerin sözlü hikâyesini sunan bir anlatıdır. Mitler; masal, epik destan ve halk hikâyesi gibi göreceli olarak daha sabit özelliklere sahip anlatılara nazaran çok daha değişken ve akışkan özelliklere sahiptirler. Mitler insan davranışları için örnek modeller olarak işlev görmektedir. Mitlerin temelinde tanrıların ve kültürel kahramanların yaratıcı, biçimlendirici etkinlikleri yatar. Mitler sadece dünyanın, insanın, bitkilerin, hayvanların yaratılışını veya kökenini değil; aynı zamanda âdetlerin, kurumların, törenlerin de kökenini veya yaratılışını konu edinirler. Mitin işlevi; dünyaya, insanın varlığına ve davranışlarına bir anlam verecek olan modeller koyup bunları açıklamaktır. Mitlerin İcra Bağlamı Mitin icra bağlamı normal durumlarda bir ritüel, kullanımı onaylanmış bir davranış biçimidir. Mit, kutsal bir davranış şekli için meşruiyet sağlamaktadır. Ritüel, zamanın başlangıcındaki yaratıcı olayları hayata döndürmekte ve onların o anda hemen tekrarlanmasını sağlamaktadır. Mit anlatımında uyulması gereken diğer kuralların başında, günlük konuşmaların alelade sözcüklerinden kaçınmak ve onun geleneksel anlatım biçimi olan şiirli bir dil kullanmak gelir. Mitoloji Nedir? Mitoloji (Mythology) sözcüğü eski Yunanca "mythos" ve "logos" sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Tarihçi Heredot miti "tarih değeri olmayan, güvenilmez söz" olarak tanımlamaktaydı. Antik Çağ'da ve modern çağda mitoloji anlayışı farklılıklar gösterir. 19. yüzyıla kadar mit dendiğinde neredeyse tamamen "Yunan Mitleri" anlaşılırken, bu yüzyıldan itibaren hemen hemen bütün milletlerin mitolojisi olduğu gerçeği ortaya çıkar. 20. yüzyılda sosyal bilimlerin alan araştırmalarıyla elde edilen bilgiler ışığında yenilenen mit kavramı, mitleri anlamaya yönelik yeni kuramsal bakış açılarının (psikolojik, sosyolojik, yapısalcı vb.) ortaya çıkmasına neden olmuştur. Mitoloji ve Edebiyat İlişkisi Mitlerin yaşaması veya "yaşayan mit" demek, onlara inanan insanların tüm davranış ve etkinliklerini onlara göre temellendirmesi demektir. Eğer insanlar mitlere inanmıyorlarsa artık bu mitler "ölü mitlerdir". Ölü mitlerin anlatılması ve kuşaktan kuşağa eğlenmek hatta bilgilenmek gibi inanma ve ona göre yaşama dışındaki amaçlarla aktarılmasıysa edebiyattır. Sözlü Edebiyat - Mit İlişkisi: Mitler kutsaldır; anlatımlarında anlatının doğru, eksiksiz ve ciddiyet içinde anlatılması beklenilir. Fabllar, hayvan masalları gibi hayvanlardan söz eden anlatılar dikkat çekicidir; büyük bir ihtimalle bu tür hayvanlardan söz eden anlatılar başlangıçta birer mittiler. Yazılı Edebiyat - Mit İlişkisi: Yazılı edebiyat ile mitlerin ilişkisi bir bakıma yazı tekniğinin tarihi kadar eskidir. Sümerlerin "Gılgamış" adlı mitolojik destanının yazıya geçirilmesi buna tipik bir örnek olarak verilebilir. Rönesans ile birlikte Avrupa'da mitlere yönelik yeniden ilgilenmenin başlaması, mitlerle yazılı edebiyat ilişkisinin yeni bir dönemidir. Ovidius, Boccaccio, Dante, John Milton, Shakespeare gibi edebiyatçılarda bu etki net gözükür. Mitler; oyun yazarları, şairler ve ressamlar için sürekli bir esin kaynağı olmuştur. Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları: Mit, Mitoloji ve Edebiyat İlişkisi

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: Cumhuriyet Sonrası Halk Şiirinin Genel Özellikleri ve Temsilcileri

    Genel Özellikleri Sanatçılar, usta-çırak ilişkisi içinde yetişmeye devam etmişler ve saz eşliğinde şiir söyleme geleneğini -birkaç sanatçı dışında- sürdürmüşlerdir. Sanatçılar, geleneksel konuların yanında güncel konuları da şiirlerinde ele almışlardır. Şiirlerde divan şiiri geleneğinin, Arapça ve Farsçanın etkisinin azalmasıyla sade, anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Şairler, saz eşliğinde şiir söylemeyi, hece ölçüsünü ve dörtlük nazım birimini kullanmayı devam ettirmişlerdir. Şairler, son dörtlükte mahlas kullanma geleneğine bağlı kalmışlardır. Cumhuriyet Dönemi halk şairleri diğer dönemlerin halk şairlerinden farklı olarak şiirlerinde başlık kullanmışlardır. Seyahat imkânlarının ve iletişimin gelişmiş olması âşıkların yurt içi ve yurt dışında tanınmalarını kolaylaştırmıştır. Konya ve Sivas'ta düzenlenen Âşıklar Bayramı ile âşıklık geleneğine ilginin artırılması amaçlanmıştır. Dönemin önemli halk şairleri; Âşık Veysel Şatıroğlu, Âşık Feymani, Abdurrahim Karakoç, Ali İzzet Özkan, Sefil Selimi, Âşık Daimi, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Âşık Mahzuni Şerif, Neşet Ertaş'tır. Temsilcileri ve Eserleri Âşık Veysel Şatıroğlu (1894-1971) 20. yüzyılın en ünlü halk ozanıdır. Yedi yaşlarında iken çiçek hastalığından dolayı sağ gözünü daha sonra da bir kaza ile sol gözünü kaybetmiştir. Ahmet Kutsi Tecer'in Sivas'ta düzenlediği Âşıklar Bayramı ile tanınmıştır. Şiirlerini hece ölçüsü ve içten, sade, yalın bir dille söylemiştir. Toprak sevgisi, Atatürk, cumhuriyet, yaşama sevinci, kardeşlik duygusu vb. temalar üzerine şiirler söylemiştir. Bütün şiirleri Ümit Yaşar Oğuzcan tarafından derlenerek "Dostlar Beni Hatırlasın" adıyla yayımlanmıştır. Âşık Feymani (1942-...) Asıl adı Osman Taşkaya olan Feymani, Osmaniye'nin Kadirli ilçesine bağlı Azaplı köyünde doğmuştur. Bölgede Karacaoğlan geleneğinin yaygınlığı, ailesinde âşıkların olması onun da bu geleneğe ilgisini arttırmıştır. Doğal, akıcı ve içten bir söyleyişe sahip olan Feymani; şiirlerini atasözleri, deyimler, alkış ve kargışlar vb. yerel ve özgün halk söyleyişleriyle zenginleştirmiştir. Şiirlerinde aşkın yanı sıra gurbet, ayrılık, kaderden ve felekten yakınma, vatan, kahramanlık gibi temaları ele almıştır. Abdurrahim Karakoç (1932-2012) Cumhuriyet Dönemi'nde Millî Edebiyat anlayışını esas alan şairler arasında olan sanatçı önce milli söylemi benimsemiş, sonra İslami anlayışa yönelmiştir. Hece ölçüsünü ustalıkla kullandığı şiirlerinde milli-İslami, halkçı söyleyişte bir derinlik yakalamıştır. Şiirlerinde doğallığı ön planda tutan şair, şiiri davasının tercümanı olarak kullanmayı yeğlemiştir. Toplumsal ve siyasal eleştiri içeren taşlama türü şiirleriyle tanınmıştır. En ünlü şiirleri "Mihriban", "Unutursun Mihriban'ım", "Dosta Doğru", "Tohtur Beg", "Hakim Beg"dir. Şiirleri:  Hasan'a Mektuplar, El Kulakta, Dosta Doğru, Kan Yazısı, Suları Islatamadım. Âşık Ali İzzet Özkan (1902-1981) Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Höyük köyünde doğmuştur. Aşık Sabri'den saz dersleri almak dışında düzenli bir eğitimi olmamış ancak âşıklık geleneğinin köylerinde ve çevresinde yaygın olması onun gelişmesinde önemli olmuştur. Şiirlerini hece ölçüsüyle kaleme alan âşık, şiirlerinde toplumsal ve siyasi meseleler ile aşk temasını ele alır. "Mühür Gözlüm", "Şu Sazıma Bir Düzen Ver", "Güzele Bakması Çok Sevap Derler" gibi birçok şiiri ses sanatçıları tarafından seslendirilmiş ve geniş kitlelere ulaşmıştır. Şiirleri:  Türk'ün Sazından, Âşık Ali İzzet Ağlıyor, Kitap Küçük Dert Büyük, Teller de Muradın Alsın, Mühür Gözlüm. Sefil Selimi (1933-2003) Sivas yöresinde, lebdeğmez şiir söyleyen ve karşılaşma yapan nadir âşıklardandır. Konya Âşıklar Bayramı'na ve Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde düzenlenen birçok etkinliğe katılmış ve birincilikler elde etmiştir. Şiirleri:  Yâr Badesi, Çoban Narı, Yalın Kat. Âşık Daimi (1932-1983) Asıl adı İsmail Aydın olan âşık aslen Erzincanlıdır, dedelerinin saz şairi olması nedeniyle küçük yaşta âşıklık geleneğini öğrenmiştir. Şiirlerinde insan sevgisi, hoşgörü, saygı, birlik ve beraberlik temaları ile insan ögesini ön planda tutmuştur. Şiirleri:  Ne Ağlarsın, Seherde Bir Bağa Girdim, Bir Seher Vaktinde. Âşık Murat Çobanoğlu (1940-2005) Çobanoğlu mahlasını kullanan âşık, Kars'ın Kaleiçi mahallesinde doğmuştur. Artvin, Konya, Kars, Muş, Erzurum gibi yurdun değişik yerlerinde düzenlenen etkinliklerdeki başarıları ile dikkatleri çekmiştir. Özellikle atışma alanındaki başarısı, saza olan hakimiyeti ve kendine özgü söyleyiş tarzı ile güçlü şiirler söylemiştir. Şiirlerinde didaktik özellikler ve ulusal duygular ağır basan şair, Kars'ta Âşıklar Kahvesi açmıştır. "Kiziroğlu Mustafa Bey" türküsü ile ünlüdür. Şeref Taşlıova (1938-2014) Kars'ın Çıldır ilçesine bağlı Gülyüzü (Pekreşen) köyünde doğmuştur. Usta-çırak ilişkisi ile yetişen sanatçı, çıraklığını Âşık Kasım'ın yanında yapmış; bu dönemde başka sanatçılardan da istifade etmiştir. TRT Kars Radyosunda uzun yıllar halk şiiri üzerine programlar hazırlamış, farklı dönemlerde üç defa yılın sanatçısı ödülünü almıştır. TRT'nin düzenlemiş olduğu "Atatürk" konulu şiir yarışmasında, güzelleme dalında "Biri Anadolu Biri Atatürk" isimli şiiriyle Türkiye birincisi olmuştur. UNESCO tarafından âşıklık geleneğine katkılarından dolayı yaşayan insan hazinesi seçilmiştir. "Gönül Bahçesi" adlı şiir kitabı Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. Âşık Mahzuni Şerif (1940-2002) Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesinin Berçenek köyünde dünyaya gelmiş, 1961 yılında ilk plağı ile müzik piyasasında adını duyurmuştur. Halk Ozanları Fedarasyonu tarafından dünyanın en büyük üç ozanından biri olarak gösterilmiştir. Türk halk müziği sanatçıları tarafından söz ve besteleri sıkça kullanılmıştır. "Dom Dom Kurşunu", "Çeşmi Siyahım", "Yedin Beni", "Gül Yüzlüm", "Merdo", "Dostum Dostum", "Yalan Dünya" gibi eserleriyle tanınmıştır. Neşet Ertaş (1938-2012) Kırşehir'e bağlı Çiçekdağı ilçesinin Kırtıllar köyünde dünyaya gelmiştir. Anadolu abdal aşiretlerinin Orta Anadolu koluna mensup olan sanatçı, yaşamın müzikle sürdürüldüğü abdal geleneğinin edebiyatımızdaki en önemli temsilcisidir. Babasının kendisine ilham kaynağı olduğunu dile getirmiştir. Eserlerinde "Garip" mahlasını kullanan ve "Bozkırın Tezenesi" olarak ünlenen Neşet Ertaş, çoğunlukla gurbette diyardan diyara dolaşarak yaşamını geçirmiştir. Eserlerinde Anadolu insanının acı ve kederini dile getirdiğini ifade eden Ertaş'a, İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı tarafından 2011'de fahri doktora ünvanı verilmiştir. "Gönül Dağı", "Zahidem", "Neredesin Sen", "Kendim Ettim Kendim Buldum" en bilinen eserlerindendir. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: Cumhuriyet Sonrası Halk Şiirinin Genel Özellikleri ve Temsilcileri

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: 1980 Sonrası Türk Şiirinin Genel Özellikleri ve Temsilcileri

    Genel Özellikleri 1980 sonrası Türk şiirinde şairlerin genel yaklaşımı "Türk şiirinin bir bütün olduğu, bu şiirin hiçbir ayrım gözetilmeden sahiplenilmesi gerektiği" şeklindedir. Bu dönemde şiirlerde tema olarak "kent kimliği, şehirleşme" öne çıkmıştır. 1980 sonrası Türk şiirinin genel özellikleri şunlardır: 1980 sonrası kuşakta politik ve toplumsal konular arka planda kalırken bireysel kaygılar ön planda tutulmuştur. "Çok seslilik" bu kuşağın belirleyici özelliğidir. Yapı ve söyleyişe içerikten çok fazla önem verilmiştir. İkinci Yeni şiirine özgü uzak çağrışımlar, yeni imgeler peşinde koşulmuş, şiir düzyazıya yaklaştırılmıştır. Aynı dergide farklı şiir anlayışında şairler, birlikte ürünler verebilmiştir. Bu kuşak için Üç Çiçek, Poetika, Şiir Atı, Fanatik, Sombahar, Broy, Yönelişler önemli dergiler olarak sayılabilir. Temsilcileri ve Eserleri Haydar Ergülen (1956-...) İlk şiirini Umur Erkan adıyla Gelişim dergisinde; sonraki dönemlerde yazdığı şiirlerini ise Felsefe Dergisi, Türk Dili, Somut, Yusufçuk, Varlık dergilerinde yayımlamıştır. Şiirlerinde yergi yüklü ve kapalı bir anlatımla insani duyarlılıklarından uzaklaşmış insanı anlatmış; yalnızlık, ölüm, yabancılaşma, hüzün, sevgi, kardeşlik gibi temaları işlemiştir. Şiirlerinde çağrışım zenginliği olan sanatçı, imgeci şiirin güçlü temsilcilerindendir. Şiirleri:  Karşılığını Bulamamış Sorular, Sokak Prensesi, Sırat Şiirleri, Eskiden Terzi, Nar, Hafız ve Semender. Hüseyin Atlansoy (1962-...) Şiirlerinde İslami duyarlılığı ön planda tutarak mistik/metafizik şiir anlayışının 1980 kuşağı şairlerinden biri olmuştur. Şiirlerinde şehir hayatının, modernizmin, küreselleşmenin değerleri yok ettiğini ve bunun insan hayatında meydana getirdiği olumsuz etkileri anlatmıştır. Kimi zaman derin bir lirizmin kimi zamansa sürprizlerle dolu bir ironinin kendini gösterdiği şiirleriyle hayatı algılayış ve sunuş bakımından modernist bir çizgide yer alır. Eserlerinde Sezai Karakoç çizgisinin İkinci Yeni tarzındaki imgeli, kapalı, çok anlamlı okumaya açık şiir dilini kullanmıştır. Şiirleri:  İntihar İlacı, Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi, Şehir Konuşmaları, İlk Sözler, Kaçak Yolcu. Sedat Umran (1925-2013) 1970'te yayımlanan Leke isimli şiir kitabında bir tür eşya sembolizmi geliştirmiş, metafizik unsurlarla modern içerikleri bir araya getirerek farklı bir şiir dili oluşturmuştur. Şiirinde Ahmet Haşim ve Necip Fazıl etkisi görülür. Edebiyat çevrelerinde "Yedigün Şairleri" arasında anılmasının yanı sıra "Leke'nin Şairi" ya da "Eşyanın Şairi" olarak da tanınmıştır. Şiirleri:  Meş'aleler, Leke, Gittin Taş Atarak Denizlerime, Kara Işıldak, Parmak Uçlarımdaki Yangın, Sedat Umran'dan Seçmeler. Ahmet Erhan (1958-2013) Şiirleri ölüm, hayat, geçmiş, acı, umut, umutsuzluk ve Akdeniz konuları etrafında çeşitlenmiştir. Bunlardan "ölüm" ve "Akdeniz" Ahmet Erhan şiirinin ayırıcı izlekleridir. Ölüm düşüncesi onun şiirlerinde bir metafor ya da felsefi zeminde tartışılan bir olgu değildir, aksine yaşam karşısındaki tüm gerçekliğiyle vardır. Şiirlerini lirizm ve ironiyle harmanlamıştır. Ahmet Erhan; sade ve duru diliyle, melankoli ve ölüm gibi temaları işlemesiyle Türk şiirinde önemli bir yere sahiptir. Şiirleri:  Alacakaranlıktaki Ülke, Yaşamın Ufuk Çizgisi Akdeniz Lirikleri, Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin, Deniz, Unutma Adını!. Sunay Akın (1962-...) 1980'lerde Garip Hareketi'nin yazma stilini benimseyen ve bu etkide şiir yazan şairlerin başında gelir. Şiirlerinde başvurduğu sözcük oyunları, esprili ve ironiye dayalı üslubu dikkat çekicidir. Şiirleri:  Makiler, Antik Acılar, Kaza Süsü, 62 Tavşanı. Lale Müldür (1956-...) 1980 kuşağının şairlerinden olan sanatçı mistik-metafizik eğilimli çizgisiyle dikkat çekmiştir. Şiirlerinde çokça İngilizce kelime kullanmıştır, bazı şiirleri İngilizcedir. Sözcük tekrarlarına yer vermiş, noktalama işaretlerini pek kullanmamıştır. Şiirleri:  Uzak Fırtına, Seriler Kitabı, Kuzey Defterleri, Güneş Tutulması. Metin Altıok (1941-1993) Lirik, duyarlı ve melankolik yönü ağır basan şiirleriyle tanınır. Yalın dili, duygulu söyleyişi ile çevresine ve dünyaya yabancılaşan kentli bireyin kırgınlığını ve acısını dile getirmiştir. Metin Altıok şiiri, biçim açısından çeşitlilik göstermiş; şair, şiirlerinde rubai ve gazel gibi geleneksel biçimlerin yanı sıra çağdaş şekilleri de kullanmıştır. Şiirleri:  Gezgin, Yerleşik Yabancı, Kendinin Avcısı, Küçük Tragedyalar, Gerçeğin Öte Yakası. Enis Batur (1952-...) Yazı hayatına şiirle başlaması nedeniyle şiir, edebî şahsiyetinin hep merkezinde olmuştur. Düzyazı yazmaya ise sonradan yönelmiştir. Şiirlerinde hem Doğu hem de Batı medeniyetinin derinliklerine açılan derin, girift ve kendini kolay ele vermeyen bir atmosfer vardır. Şiir, deneme, eleştiri, roman, anlatı, gezi yazısı gibi edebiyatın hemen her türünde eser vermiştir. Şiirleri:  Bir Ortaçağ Yalnızlığı, Nil, Sarnıç, Neyin Nesisin Sen, Kandil. Şükrü Erbaş (1953-...) Bireyselden toplumsala uzanan şair, toplum içinde insanın konumlandırılışından hareketle sosyal meselelere birey penceresinden bakmayı denemiştir. Şükrü Erbaş'ın şiirinin en belirgin özelliği söyleyiş bakımından halk şiiri ve folklordan beslenmesidir. Şiiri modern şiire yakın durmakta ve modernizmin imgelerini belirgin bir biçimde yansıtmaktadır. Şiirleri:  Küçük Acılar, Aykırı Yaşamak, Yolculuk, Kimliksiz Değişim, Bütün Mevsimler Güz. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: 1980 Sonrası Türk Şiirinin Genel Özellikleri ve Temsilcileri

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: 1960 Sonrası Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir ve Temsilcileri

    Genel Özellikleri Türk şiiri 1960'lı yıllarda Türkiye ve dünyadaki siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmelerin etkisiyle 1950'lerdeki İkinci Yeni şiir anlayışından uzaklaşır. 1960'lı yıllarda Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Gülten Akın, Süreyya Berfe, Refik Durbaş, Nihat Behram, Özkan Mert gibi şairler toplumcu gerçekçi anlayışla eser vermeye başlar. İkinci Yeni'yi "bireyci, toplumdan uzak bir burjuva şiiri" olarak suçlayan 1960 sonrası toplumcu gerçekçi şairleri etkileyen en önemli isim, Nazım Hikmet Ran'dır. Bu dönemde toplumcu eğilime sahip şairler; Yeni Gerçek, And, Devinim, Halkın Dostları, Gelecek, Yansıma, Militan gibi dergilerde hem şiirlerini yayımlar hem de amaçlarını açıklamaya çalışır. 1960 sonrası toplumcu eğilimleri yansıtan şiirin genel özellikleri şunlardır:   Ant dergisinde yayımladıkları "Devrimci Şairler Savaş Açıyor" başlıklı bildiriyle İkinci Yeni hareketine cephe almışlardır. Marksist dünya görüşü benimsenmiş ve eserler bu doğrultuda verilmiştir. Sanata estetik kaygılardan çok, ideolojik ve düşünsel işlev doğrultusunda yaklaşılmıştır. Şairler kendilerini toplumun sözcüsü olarak tanımlamış, şiiri siyasi mücadelenin araçlarından biri olarak görmüşlerdir. Umut, yaşama sevinci, sorgulama, isyan, devrim ve direnme gibi temalar üzerinde durulmuştur. İşçi sınıfı ve halkın sıkıntıları, kentleşme sorunları, kadın hakları ele alınmış; yerleşik düzen eleştirilmiştir. Şairler, mesajlarını daha etkili kılmak için slogan üslubundan yararlanmıştır. Geniş kitlelerin sözcülüğünü üstlenmek ve bu kitleleri harekete geçirmek amaçlanmıştır. Soyut bir şiir yerine hayatın gerçeklerine dayanan somut bir şiir ortaya konmuştur. Söyleyişten çok içerik önem kazanmış, uzak çağrışımlara dayanan kapalı anlatım değil açık anlatım tercih edilmiştir. Şiirin ses, ritim ve ahenginde geleneksel söyleyişten yararlanılmıştır. Temsilcileri ve Eserleri İsmet Özel (1944-) Şiir:  Geceleyin Bir Koşu, Evet İsyan, Cinayetler Kitabı, Celladıma Gülümserken, Erbain, Bir Yusuf Masalı, Of Not Being A Jew. Düzyazı:  Şiir Okuma Kılavuzu. Deneme:  Üç Mesele. Ataol Behramoğlu (1942-) Şiir:  Bir Ermeni General, Bir Gün Mutlaka, Yolculuk Özlem Cesaret ve Kavga Şiirleri, Ne Yağmur... Ne Şiirler..., Kuşatmada, Mustafa Suphi Destanı, Dörtlükler, İyi Bir Yurttaş Aranıyor, Kızıma Mektuplar, Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum, Eski Nisan, Bebeklerin Ulusu Yok, Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var, Sevgilimsin, Aşk İki Kişiliktir, Yeni Aşka Gazel, İki Ağıt, Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar, Okyanusla İlk Karşılaşma Hayata Uzun Veda. Gülten Akın (1933-2015) Şiir:  Rüzgâr Saati, Kestim Kara Saçlarımı, Sığda, Kırmızı Karanfil, Maraş'ın ve Ökkeş'in Destanı, Ağıtlar ve Türküler, Seyran Destanı, Seyran, İlahiler, Sevda Kalıcıdır, Uzak Bir Kıyıda, Sonra İşte Yaşlandım, Sessiz Arka Bahçeler, Uzak Bir Kıyıda, Kuş Uçsa Gölge Kalır, Geldi Yine, Celaliler Destanı. Deneme:  Şiiri Düzde Kuşatmak. Süreyya Berfe (1943-2024) Şiir:  Gün Ola, Savrulan, Hayat ile Şiir, Şiir Çalışmaları, Ruhumun, Nâbiga, Seni Seviyorum, Foklar Söyledi Ben Yazdım, Çıkrık. Çocuk Kitabı:  Çocukça, Eksik Alfabe. Refik Durbaş (1944-2018) Şiir:  Kuş Tufanı, Hücremde Ay Işığı, Çırak Aranıyor, Çaylar Şirketten, Nereye Uçar Gökyüzü, Siyah Bir Acıda, Bir Umuttan Bir Sevinçten, Yeni Bir Defter-Şiirler-Meçhul Bir Aşk, Düşler Şairi, İstanbul Hatırası. Özkan Mert (1944-) Şiir:  Kuracağız Her Şeyi Yeniden, Kırlangıçlar Kırlangıçlar, Irgatoğlu Atçalı Kel Mehmet, İşte Hayat! İşte Ölüm ve Tarih!, Stockholm'de Mavi Saatler, Dünya Çarpıyor Yüzüme, Mozart ve Akdeniz, Bir Irmakla Düello Ediyorum, Bir Dünyalının Notları, Kentlerin Senfonisi, Nehir: Şiirler Yeryüzü Şarkıları. Nihat Behram (1946-) Şiir:  Hayatımız Üstüne Şiirler, Fırtınayla Borayla Denenmiş Arkadaşlıklar, Dövüşe Dövüşe Yürünecek, Hayatı Tutuşturan Acılar, Irmak Boylarında Turaç Seslerinde, Militan Şiirler. Roman:  Gurbet, Lanetli Ömrün Kırlangıçları, Miras. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: 1960 Sonrası Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir ve Temsilcileri

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: Dinî Değerleri, Geleneğe Duyarlığı ve Metafizik Anlayışı Öne Çıkaran Modern Şiir ve Temsilcileri

    Genel Özellikleri Duyularımızla algılayamadığımız varlıkların sebeplerini ve temellerini araştıran felsefe disiplinine metafizik  denir. Gerçeklikle ilgili kesin bilgiye, deneyim ya da akıl yoluyla değil mistik bir tecrübe veya sezgi yoluyla erişilebileceğini savunan öğretiye ise mistisizm  denir. Tasavvuf  ise Tanrı'nın niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliği anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefi akımdır. Metafizik, mistisizm ve tasavvufun ortak yönü; fiziki evrenin dışında bir varlık alanı olduğunu kabul etmeleridir. Türk edebiyatında divan ve tekke şairleri tarafından yazılan tasavvufi eserler yüzyıllardır süregelen dinî değerleri, geleneğe duyarlığı ve metafizik anlayışı öne çıkaran bir şiir geleneği oluşturmuştur. Cumhuriyet Dönemi'nde de özellikle Necip Fazıl Kısakürek mistik şiire gerçek anlamda yön veren isimlerden biri olmuştur. Sezai Karakoç, Asaf Halet Çelebi, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Nuri Pakdil gibi isimler Cumhuriyet Dönemi'nde dinî değerleri, geleneğe duyarlılığı ve metafizik anlayışı öne çıkaran sanatçılardır. Dinî değerleri, geleneğe duyarlığı ve metafizik anlayışı öne çıkaran modern şiirin genel özellikleri şunlardır: Kur'an-ı Kerim, hadisler, peygamber kıssaları, mistisizm gibi kaynaklardan yararlanılmıştır. Tasavvuf, hayat, ölüm, günah, kaygı, rahmet gibi temalar ön plana çıkmıştır. Kapalı ve içe dönük bir anlatımla İslami düşünce birleştirilmiştir. İmgeye yaslanan, çok anlamlı okumaya açık bir yapı kurulmuştur. Geleneksel şiir ile modern şiirin bir sentezine ulaşmak amaçlanmıştır. Genellikle serbest ölçü kullanılmış, az da olsa hece ölçüsüyle de şiir yazılmıştır. Temsilcileri ve Eserleri Asaf Halet Çelebi (1907-1958) Şiir:  He, Lâmelif, Om Mani Padme Hum. Araştırma-İnceleme:  Mevlâna, Molla Cami, Eşrefoğlu Divanı, Gotama Buddha, Naima, Ömer Hayyam. Cahit Zarifoğlu (1940-1987) Şiir:  İşaret Çocukları, Yedi Güzel Adam, Menziller, Korku ve Yakarış. Hikâye:  İns. Roman:  Savaş Ritimleri Değirmendir. Çocuk Kitabı:  Serçekuş, Katıraslan, Ağaçkakanlar, Yürekdede ile Padişah, Küçük Şehzade, Motorlu Kuş, Kuşların Dili. Erdem Bayazıt (1939-2009) Şiir:  Sebeb Ey, Risaleler, Gelecek Zaman Risalesi. Gezi:  İpek Yolundan Afganistan'a. Ebubekir Eroğlu (1950-2002) Şiir:  Kuşluk Saatleri, Kayıpların Şarkısı, Yirmidört Şiir, Şahitsiz Vakitler, Berzah, Sınır Taşı, Sesli Harfler, İçkale, Bentler. İnceleme:  Modern Türk Şiirinin Doğası. Nuri Pakdil (1934-2019) Şiir:  Osmanlı Simitçiler Kasidesi. Deneme:  Batı Notları, Bir Yazarın Notları. Oyun:  Umut, Korku. Dinî Değerleri, Geleneğe Duyarlığı ve Metafizik Anlayışı Öne Çıkaran Modern Şiir ve Temsilcileri

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: Garip Hareketi (I. Yeni) Genel Özellikleri ve Temsilcileri

    GARİP HAREKETİ (I. YENİ) 1941 yılında Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat "Garip" adını verdikleri ortak bir şiir kitabı yayımlarlar. Kitap, "Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir." kapak şeridiyle çıkmış ve Türk şiirinde büyük bir çığır açmıştır. Garip hareketi şairlerinin, şiirin biçiminde ve içeriğinde yaptıkları köklü değişiklikler Türk şiirini derinden etkilemiştir. Kitapta Orhan Veli Kanık tarafından yazıldığı bilinen bir ön söz ve üç şaire ait şiirler yer almıştır. Garip Hareketinin Genel Özellikleri Şiirde bütünüyle doğal bir söyleyişe ulaşmayı amaçlayan Garip hareketinin genel özellikleri şunlardır: Eski şiire ait tüm geleneksel ögeleri reddetmiş; her türlü kurala, önceden belirlenmiş kalıplara karşı çıkmışlardır. Garipçiler'e göre uyak ve ölçü yaratıcılığı sınırlandırır, şairin düşüncesine hükmeder ve söz dizimi tuhaflıklarına yol açar. Bu yüzden ölçü ve uyağı terk etmiş, serbest şiire yönelmişlerdir. Doğayı olduğundan daha farklı gösterdiği ve bozduğu için söz ve anlam sanatlarına karşı çıkmış, kapalı bir anlatım yerine açık bir anlatımı yeğlemişlerdir. Azınlık bir kesimin değil, çoğunluğun anlayabileceği ve zevkine varabileceği bir şiir yazmışlardır. Şiirlerinin odağına "sıradan" insanı ve bu insanın sevinçlerini, üzüntülerini, günlük kaygılarını yerleştirmişlerdir. Sanat dallarının birbiri içine girmesine karşı çıkmış, şiirin müzik ve resim ile olan bağlarını koparmışlardır. Şairaneliğe karşı çıkmış, günlük konuşma dilinde yer alan her sözcüğün şiirde kullanılabileceğini savunmuşlardır. "Nasır, çorap, cımbız, salata" gibi sözcükleri kullanmaktan çekinmemişlerdir. Şiirde söyleyişi değil, anlamı ön plana çıkarmışlardır. Bilinçaltına inerek saf ve basit şiire ulaşmak gerektiğine inanmışlardır. Bu durum, onları sürrealizme yaklaştırmıştır. Mizahi dili başarıyla kullanmış; ironi, parodi gibi mizah ögelerine şiirde önemli bir yer vermişlerdir. Bazı şiirlerinde öyküleme tekniğine başvurarak, küçük insanın hikâyesini anlatmışlardır. Politik şiir anlayışından uzak durmuşlardır, bu da onların geniş kitlelerce benimsenmesini kolaylaştırmıştır. Garip hareketi, II. Yeni'nin ortaya çıkışından sonra "I. Yeni" olarak adlandırılmıştır. Garip Hareketinin Temsilcileri Orhan Veli Kanık (1914-1950) Şiir:  Garip, Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı. Öykü:  Hoşgör Köftecisi. Çeviri:  Hamlet, Venedik Taciri, Scapin'in Dolapları, Tartuffe. Melih Cevdet Anday (1915-2002) Şiir:  Garip, Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhane, Yan Yana, Tanıdık Dünya, Yağmurun Altında, Kolları Bağlı Odysseus, Göçebe Denizin Üstünde, Teknenin Ölümü, Sözcükler, Ölümsüzlük Ardında Gılgamış, Güneşte. Oyun:  İçerdekiler, Ölümsüzler, Mikado'nun Çöpleri. Roman:  Gizli Emir, Birbirimizi Anlayamayız, Yağmurlu Sokak. Oktay Rifat (1914-1988) Şiir:  Garip, Güzelleme, Aşağı Yukarı, Karga ile Tilki, Perçemli Sokak, Âşık Merdiveni, Elleri Var Özgürlüğün, Çobanıl Şiirler, Koca Bir Yaz. Oyun:  Çil Horoz, Atlarla Filler ya da Dirlik Düzenlik, Birtakım İnsanlar, Kadınlar Arasında, Yağmur Sıkıntısı. Roman:  Bir Kadının Penceresinden, Danaburnu, Bay Lear.

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: İkinci Yeni Şiiri (1950-1980) Özellikleri ve Temsilcileri

    İkinci Yeni Şiiri İkinci Yeni, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin en önemli olaylarından biridir. İkinci Yeni, Garip (Birinci Yeni) gibi belirli ilkeler etrafında birleşen şairlerin başlattıkları bir akım değildir. 1950'lerin ortalarında Garip şiirinden oldukça farklı tarzda yazan bazı genç şairler; şiir ve yazılarını, birbirinden bağımsız olarak "Pazar Postası" dergisinde yayımlamaya başlar. Pazar Postası gazetesi yazı işleri müdürü Muzaffer Erdost da bu yeni şiir tarzını, Garip şiirinden sonra gelen ikinci önemli yenilik olarak gördüğü için "II. Yeni Şiiri" olarak adlandırır. İkinci Yeni'nin doğuşunda dünyadaki mevcut şiir anlayışının büyük etkisi olmuştur. Batı'da dünya savaşlarının yarattığı bunalımlar sonucunda ortaya çıkmış Dadaizm ve sürrealizm II. Yeni şairlerini etkileyen sanat akımları olmuştur. İkinci Yeni Şiirinin Genel Özellikleri Garip şiirine bir tepki olarak doğan İkinci Yeni'nin genel özellikleri şunlardır: Dil üzerinde özel bir dikkatle durmuş, dili bir iletişim aracı olarak değil estetik bir nesne yaratmanın malzemesi olarak görmüşlerdir. Şiirin kendine özgü bir dille yazılması gerektiğini savunmuş, söz sanatlarına ve çağrışım gücü yüksek sözcüklere yer vermişlerdir. Konuşma diline sırt çevirmiş; buna bağlı olarak şiirlerinde söz dizimini bozmuş, alışılmamış bağdaştırmalara yer vermiş, mantığa aykırı ifadeler kullanmışlardır. Sözcükleri bilinçli olarak deforme etmiş, o güne dek duyulmamış yeni sözcükler oluşturmuşlardır. İmgeye dayalı bir estetik anlayışını savunmuş, anlamsızlığa varan soyut ve kapalı bir şiir dünyası meydana getirmişlerdir. Şiiri akıldan ve anlamdan uzaklaştırmış, şiirde anlamı değil söyleyişi ön plana çıkarmışlardır. Şiirin öteki edebi türlerden kesin çizgilerle ayrılması gerektiğini savunmuş, bu yüzden konuyu ve olayı şiirden atmışlardır. Dil ve imge konusundaki tutumlarının sonucu olarak şiirlerinde, müzik ve resim gibi sanat dallarından yararlanmışlardır. Yazım kurallarını önemsememiş, noktalama işaretlerinin kullanımında özgürce hareket etmişlerdir. Özgünlüğü engelleyeceği düşünülerek halk şiirinden yararlanmaya karşı çıkmış, folklordan uzak durmuşlardır. Nükte, şaşırtmaca ve tekerlemeden kaçınmışlardır. Çoğunluğun değil, aydın kesimin anlayabileceği ve zevk alabileceği bir şiir anlayışı ortaya koymuşlardır. Politik şiir anlayışından uzak durmuş, toplumsal sorunlara yer vermemişlerdir. Yalnızlık, yabancılaşma ve bunalım gibi bireysel konuları ele almışlardır. İkinci Yeni Şiirinin Temsilcileri İlhan Berk (1918-2008) Şiir:  Güneşi Yakanların Selamı, İstanbul, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı, Köroğlu, Galile Denizi, Çivi Yazısı, Otağ, Mısırkalyoniğne, Âşıkane, Şenlikname, Taşbaskısı, Atlas, Kül, Deniz Eskisi, İstanbul Kitabı, Delta ve Çocuk, Galata, Pera. Düzyazı:  El Yazılarına Vuruyor Güneş, Uzun Bir Adam. Turgut Uyar (1927-1985) Şiir:  Arz-ı Hal, Türkiyem, Dünyanın En Güzel Arabistanı, Tütünler Islak, Her Pazartesi, Divan, Toplandılar, Kayayı Delen İncir, Büyük Saat. Düzyazı:  Bir Şiirden, Korkulu Ustalık. Edip Cansever (1928-1986) Şiir:  İkindi Üstü, Dirlik Düzenlik, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı, Petrol, Nerde Antigone, Tragedyalar, Çağrılmayan Yakup, Kirli Ağustos, Sonrası Kalır, Ben Ruhi Bey Nasılım, Sevda ile Sevgi, Şairin Seyir Defteri, Yeniden, Bezik Oynayan Kadınlar, İlkyaz Şikayetçileri, Oteller Kenti. Düzyazı:  Şiiri Şiirle Ölçmek. Cemal Süreya (1931-1990) Şiir:  Üvercinka, Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Sevda Sözleri, Güz Bitiği, Sıcak Nal. Düzyazı:  Şapkam Dolu Çiçekle, Günübirlik, 99 Yüz. Ece Ayhan (1931-2002) Şiir:  Kınar Hanım'ın Denizleri, Bakışsız Bir Kedi Kara, Ortodoksluklar, Devlet ve Tabiat, Yort Savul, Zambaklı Padişah, Çok Eski Adıyladır, Çanakkaleli Melâhat'a İki El Mektup, Sivil Şiirler, Son Şiirler. Düzyazı:  Başıbozuk Günceler, Aynalı Denemeler. Sezai Karakoç (1933-2021) Şiir:  Körfez, Şahdamar, Sesler, Hızırla Kırk Saat, Taha'nın Kitabı, Gül Muştusu, Zamana Adanmış Sözler, Ayinler, Leyla ile Mecnun, Ateş Dansı, Alınyazısı Saati, Monna Rosa, Gün Doğmadan. Ülkü Tamer (1937-2018) Şiir:  Soğuk Otların Altında, Gök Onları Yanıltmaz, Ezra ile Gary, Virgülün Başından Geçenler, İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür, Sıragöller, Yanardağın Üstündeki Kuş. Öykü:  Alleben Öyküleri.

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri: Millî Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiir (Memleket Edebiyatı) ve Temsilcileri

    Millî Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiirin (Memleket Edebiyatı) Genel Özellikleri Memleket edebiyatı ilk örneklerini II. Meşrutiyet'ten sonra vermeye başlamıştır. Bu edebiyatın kaynakları başlangıçta Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul'dur. Memleket konuları işlenmiştir. Didaktik ağırlıklı şiirlerdir. Lirizm de oldukça fazladır. Şiirde halk edebiyatı şekilleri kullanılmış, hece ölçüsü tercih edilmiştir. Dil son derece sadedir. Halkın kullandığı kelimeler, mahalli söyleyişler şiirde kendine yer bulmuştur. Şiirde geçmişin kahramanlıkları övülmüş, vatanın kurtarılmasından sonra şiirlerde gurur temasına yer verilmiştir. Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Sanat" adlı şiiri memleket edebiyatının bildirisi niteliğindedir. Memleket edebiyatı çığırı günümüzde hâlâ devam etmektedir. Ancak güçlü temsilcileri geçmişte kalmıştır. Bu anlayışın içindeki en önemli grup Millî Edebiyat Dönemi'nde kurulmuş olan Beş Hececiler'dir. Bu anlayışın öncüsü Faruk Nafiz Çamlıbel'dir. Ahmet Kutsi Tecer, Halide Nusret Zorlutuna, Zeki Ömer Defne, Ömer Bedrettin Uşaklı, Ceyhun Atuf Kansu, Behçet Kemal Çağlar, Arif Nihat Asya, Yusuf Ziya Ortaç, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek gibi sanatçılar memleket edebiyatının önde gelen temsilcileridir. Beş Hececiler Topluluğunun Genel Özellikleri Hecenin beş şairi olarak kabul edilen bu topluluk; Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek ve Yusuf Ziya Ortaç isimlerinden oluşmuştur. Grubu oluşturan bütün sanatçılar yazdıkları şiirleri ilk önce aruz vezniyle daha sonraları ise hece vezniyle kaleme almışlardır. Halit Fahri Ozansoy'un yazdığı "Aruza Veda" adlı şiir aruzdan heceye geçişin şiiri olmuştur. Millî Edebiyat Dönemi'nin en önemli grubu olan Beş Hececiler, dönemin anlayışıyla paralel olarak "Halka Doğru" ilkesini benimsemişlerdir. Şiirde folklorik malzemeleri çokça kullanmışlardır. Şiirlerin ana konusu memleket sevgisi ve memleket sorunlarıdır. Hece veznini millî vezin kabul eden Beş Hececiler, halk şiiri nazım şekillerini kullanmışlardır. Mahalli söyleyişleri, halk dilini kullanmışlar; sade dil anlayışı ile eserler vermişlerdir. Eserlerde didaktik ve milli romantik ögeler ön plandadır. Birçok türde eser verilmesine rağmen özellikle şiir, Beş Hececiler'in en önemli türü olmuştur. Beş Hececiler'in en güçlü şairi Faruk Nafiz Çamlıbel'dir. Faruk Nafiz Çamlıbel'in yazdığı "Sanat" adlı şiiri bu topluluğun bir bildirisi gibi algılanmıştır. Millî Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiir (Memleket Edebiyatı) Sanatçıları Orhan Seyfi Orhon (1890-1972) Abdülhak Hamit Tarhan, Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin'in etkisindeki ilk şiirlerini aruzla, daha sonraki şiirlerini ise heceyle yazmıştır. Şiirlerinde heceyle aruzu kaynaştırmaya çalışmış, hece ölçüsüyle gazel biçiminde şiirler yazmıştır. Yaşadığı dönemde Rıza Tevfik'ten sonra saz şiirine en çok yakınlaşan şairdir. İnce, zarif ve duygulu şiirler yazmış olan şair, sade Türkçe karşısında olanlara şiddetle karşı çıkmıştır. Şiir ve yazılarıyla hayat verdiği Hıyaban, Papağan, Akbaba, Güneş, Çınaraltı dergileri sanatı için de son derece önemlidir. Eserleri (Şiir):  Fırtına ve Kar, Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi, Gönülden Sesler. Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973) Beş Hececiler topluluğunun en başarılı ve en tanınmış şairidir. Daha çok bir aşk şairi olan Faruk Nafiz şiirlerinde aşk, hasret, tabiat, ölüm, memleket ve toplumsal konuları işlemiştir. Beş Hececiler topluluğunun diğer şairleri gibi ilk şiirlerinde aruz ölçüsünü, gerçek kişiliğini bulduğu sonraki şiirlerinde ise hece ölçüsünü kullanmıştır. Yahya Kemal Beyatlı, onun aruzla yazdığı şiirlerini övmüştür. Yazdığı "Sanat" adlı şiiri kimi araştırmacılar tarafından memleketçi şiirimizin ilk bildirisi olarak kabul edilmiştir. Yalın ve savruk bir şiir dili vardır. Roman, piyes, fıkra türlerinde de eser vermiş olan şair şiirleriyle ün yapmış, özellikle "Han Duvarları", "Çoban Çeşmesi", "Sanat" adlı şiirleriyle çok beğenilmiştir. Eserleri (Şiir):  Şarkın Sultanları, Gönülden Gönüle, Dinle Neyden, Çoban Çeşmesi, Suda Halkalar, Bir Ömür Böyle Geçti, Akıncı Türküleri, Heyecan ve Sükûn, Zindan Duvarları, Han Duvarları. Halit Fahri Ozansoy (1891-1971) İlk şiirlerini aruzla yazmış, daha sonra "Aruza Veda" adlı şiiri ile aruzu bırakmıştır. Bu şiir tüm Beş Hececiler topluluğunun aruzdan heceye geçiş şiiri olmuştur. Şiirlerinde aşk ve ölüm konularına, hüzünlü melankolik duygulara yer vermiş; yer yer kahramanlık konularına değinmiş içli bir şairdir. Manzum olarak aruz ölçüsü ile yazılmış "Baykuş" adlı tiyatrosu ile tanınmıştır. Eserde oğlunun birini kurtların parçaladığı, diğer oğlunu da veremden kaybeden bir ihtiyar köylünün bütün uğursuzlukları baykuş sesinde simgeleştirilmesi anlatılmıştır. Şiirlerinin yanında tiyatro, roman, çeviri türlerinde de eserler vermiştir. Eserleri (Şiir):  Rüya, Cenk Duygulan, Gülistanlar ve Harabeler. Enis Behiç Koryürek (1892-1949) İlk şiirlerini aruzla yazmış, daha sonra Ziya Gökalp'in tavsiyesiyle heceye yönelmiş ve heceyle yazdığı şiirlerle tanınmıştır. Bir şiirde birkaç vezin kullanmıştır. Şiirlerinde yurt ve millet sevgisi konularına çokça yer veren şair, Beş Hececiler topluluğunda tasavvuf konularında şiirler yazmış tek şairdir. Türk denizcilik tarihinden aldığı konularla süslediği "Eski Korsan Hikâyeleri" adlı manzum hikâyeleri ve "Gemiciler" adlı şiiri ile büyük ün sağlamıştır. Eserleri (Şiir):  Miras, Varidat-ı Süleyman. Yusuf Ziya Ortaç (1896-1967) İlk şiirlerini aruzla daha sonraki şiirlerini heceyle kaleme alan şair, Beş Hececiler grubunda heceyi en iyi kullananlardan olmuştur. Şiirlerinde devrinin diğer şairlerinden farklı olarak daha avare bir ruh ve yarı çapkın bir eda vardır. Eserlerinde sade ve temiz bir dil, mizahı bir üslup kullanmıştır. Şiirlerindeki güzellikten daha çok, yazdığı nesir türünde ve mizahi tarzda eserleri ile dikkat çekmiştir. Mizahi dergi olan "Akbaba"yı uzun yıllar çıkarmıştır. "Binnaz" adlı eseri edebiyatımızın ilk başarılı manzum piyesi kabul edilmektedir. Roman, öykü, oyun, şiir, mizah, gezi, anı, biyografi gibi birçok türde eser vermiştir. Eserleri (Şiir):  Akından Akına, Cenk Ufukları, Bir Rüzgâr Esti. Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967) İlk eserlerinde bireysel duygulanmalarını dile getiren ve aşk, ölüm, ıstırap konularını işleyen şair daha sonraları Faruk Nafiz'in açtığı yolda memleket şiirlerine yönelmiştir. Memleket şiiri kavramını özellikle köy havası içerisinde dile getirmiş, bu anlayışla şiirler yazarak yıllar boyu çok fazla şairin kendisinden etkilenmesini sağlamıştır. Şiirlerinin temel malzemesi türküler, destanlar, efsaneler, gelenek ve göreneklerdir. Şiirlerini sade bir dille, az mecazlı, süsten uzak, saf bir üslupla kaleme almış ve şiirlerinde daima hece ölçüsünü kullanmıştır. Halk şiirinin son büyük ustası Aşık Veysel'i tüm Türkiye'ye tanıtmış; ayrıca Karacaoğlan, Yunus Emre gibi büyük şairlerimizin hayatlarının bilinmeyen yönlerinin de aydınlanmasına büyük katkılarda bulunmuştur. Şiirleri ile adını duyurmuş olan Ahmet Kutsi; inceleme, araştırma, tiyatro alanlarında da eserler vermiştir. İnceleme yazılarının çoğu birçok dergide okuyucusu ile buluşmuştur. "Nerdesin" şiiriyle tanınan Ahmet Kutsi'nin "Orda Bir Köy Var Uzakta" adlı şiiri de çok ünlenmiştir. Bu şiir Faruk Nafiz'in yazdığı "Sanat" adlı şiirle aynı mesajı vermektedir. Eserleri (Şiir):  Tüm Şiirleri (ölümünden sonra). Kemalettin Kamu (1901-1948) Savaş duygularını dile getiren şiirlerinin yanında aşk, gurbet yurt konularında şiirler de kaleme almış olan şair Cumhuriyet döneminin bağımsız sanatçılarındandır. Vatanın işgalini bizzat yaşamış ve doğduğu şehir Bayburt'u terk etmek zorunda kaldığından dolayı vatan ve gurbet şiirlerine yönelmiştir. Hece ölçüsüyle lirik ve epik tarzda yazdığı şiirlerin dili sağlam ve sadedir. Şair ilk şiirlerinde kısa süreyle aruzu da kullanmıştır. Şiir dışında başka bir türde adını duyuramamış olan sanatçının en tanınmış şiiri "Bingöl Çobanları" ve "Gurbet"tir. Özellikle "Gurbet" şiirindeki "Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde" dizeleri çok ünlenmiş ve "Gurbet Şairi" olarak anılmıştır. Eserleri (Şiir):  Gurbet, Gurbet Geceleri, Gurbette Renkler, Bingöl Çobanları. Ömer Bedrettin Uşaklı (1904-1946) Memleket edebiyatı çığırını açan sanatçıların önde gelenlerinden olan Ömer Bedrettin Uşaklı gezdiği her yeri ressam duyarlılığı ile anlatmış, Anadolu'yu pastoral bir güzellikle mısralaştırmıştır. Devlet görevlerinden dolayı Anadolu'da gezip gördüğü yerleri şiirlerine konu olarak seçmiştir. Beş Hececiler'e biçim açısından benzemesine rağmen öz olarak onlardan ayrılır. Toplumsal konulara karşı duyarlılığı bulunan sanatçı, sanatının son döneminde Fransız şairlerden de etkilenmiştir. Özellikle Artvin, Ardahan, Antakya'yı eserlerine konu edinen sanatçı deniz, gurbet, özleyiş, tabiat konularını büyük başarıyla anlatmıştır. Eserleri (Şiir):  Deniz Sarhoşları, Yayla Dumanı. Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984) Aruzla da yazdığı şiirleri bulunmasına rağmen heceyle kaleme aldığı şiirleri ile ünlenmiştir. Şairin ayrıca serbest tarzda yazdığı şiirleri de bulunmaktadır. Halide Nusret ilk önce aşk şiirleri kaleme almış, sonra yurt güzelliklerini işlemiş, sonraları ise mistik bir havaya bürünmüş şiirler kaleme almıştır. 1983'te "ümmül muharrirat" (yazarların annesi) ilan edilmiştir. Şiir, roman, öykü türlerinde yazan sanatçı, "Git Bahar" şiiri ile tanınmıştır. Şiirlerinde kendi yaşamına ait izlere yer veren sanatçı hüzünlü, lirik şiirler kaleme almıştır. Eserleri (Şiir):  Yayla Türküsü, Yurdumun Dört Bucağı, Ellerim Bomboş. Zeki Ömer Defne (1903-1992) İlk şiirlerinde halk şairlerinin havası hissedilen sanatçı, daha sonraları yeni şiir anlayışına uygun eserler vermiştir. Halk şiiri ile modern şiir arasında köprü kurmak amacını taşıyan Zeki Ömer Defne, şiirlerinde son derece sade ve ince bir halk dilini kullanmıştır. Bütün şiirlerinde lirizmin hâkim olduğu şair, öğretmenlik duyarlılığını da eserlerine yansıtmıştır. İlk şiirini 1923 yılında yazmasına rağmen şiirlerini "Denizden Çalınmış Ülke" adıyla ancak 1971 yılında kitap hâline getirmiştir. Behçet Kemal Çağlar (1908-1969) Tarih ve memleket konularında yazdığı şiirleriyle tanınmış bir şairdir. Halkevlerinin açılışında yazıp oynadığı "Çoban" piyesi ve "Ergenekon" adlı oyunuyla Atatürk'ün dikkatini çekmiştir. Şairin "Ankaralı Aşık Ömer" mahlasıyla yazdığı halk şiirleri de vardır. Şiirlerini hece ölçüsü ile kaleme almış, halk şiirinin bütün biçimsel özelliklerinden yararlanmıştır. Onuncu Yıl Marşı'nı yazmış ve geniş kitleler tarafından tanınmıştır. Şiir, oyun, inceleme, antoloji, söylev gibi türlerde yazmış; özellikle yazdığı şiirlerle ün sağlamıştır. Eserleri (Şiir):  Erciyes'ten Kopan Çığ. Arif Nihat Asya (1904-1975) Adana'nın kurtuluş günü nedeniyle kaleme aldığı ünlü "Bayrak" şiirinden dolayı "Bayrak Şairi" olarak anılmıştır. Aruzla başladığı şiir hayatına hece ile devam etmiş ve hece ölçüsünde büyük başarı kaydetmiştir. Aruzla yazdığı şiirleri arasında en çok rubaileri ile beğeni toplamıştır. Hece ve aruzla yazdıkları dışında serbest şiir alanında da güzel örnekleri vardır. Yaşadığı toprakları "vatan" olarak düşünmesi ulusalcı düşüncelerle yüklü şiirler yazmasını sağlamış, toplum için sanat anlayışıyla kaleme aldığı şiirlerinde konuda olduğu kadar "sanat" endişesiyle biçime de önem vermiştir. Şiirlerinin dili halk değişlerinden de yararlandığı, herkese hitap eden, son derece canlı bir dildir. Lirik, epik ve didaktik tarzda yazdığı şiirleri "destani şiirler, mistik şiirler ve yurt güzellemeleri" olarak üç bölümde incelenmektedir. Din konularında yazdığı şiirler yanında nükteye ve yergiye önem verdiği şiirler de kaleme almıştır. Nesir türünde de eserler vermesine rağmen asıl şöhretini yazdığı şiirlere borçludur. Eserleri (Şiir):  Ayetler, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Kökler ve Dallar, Emzikler, Dualar ve Âminler, Rubaiyyat-ı Arif I-II, Kıbrıs Rubaileri. Orhan Şaik Gökyay (1902-1994) Halk şiiri geleneğinden etkilenerek yazdığı içten, samimi şiirleri ile tanınmış; özellikle ulusal konularda yazdığı lirik-epik tarzdaki şiirleri ile sevilmiş bir sanatçıdır. "Bu Vatan Kimin?" şiirlerinin en tanınmış olanıdır. İlk şiirlerini aruzla kaleme almış olan sanatçının dili duru, pürüzsüz ve son derece sadedir. 1940'lı yıllardan itibaren folklor ve halk edebiyatı çalışmalarına yönelen sanatçı, özellikle Dede Korkut üzerine yaptığı çalışmalarla dikkat çekmiştir. Şiir inceleme alanında da eser veren sanatçı şiirlerini kitaplaştırmamış, sadece beş şiirini İngilizce olarak "Birkaç Şiir-Poems" kitabına almıştır. Eserleri (Şiir):  Tüm Şiirleri (ölümünden sonra). Mithat Cemal Kuntay (1885-1956) Dil olarak Millî edebiyat anlayışına bağlı olmasına rağmen aruz ölçüsünü kullanır, lirik şiirlerinden ziyade epik şiirleri ile tanınır. Şiirlerinde aşk temasına yer vermeyen şairin tarihî ve toplumsal konulu şiirlerinde Mehmet Akif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı'nın, epik şiirlerinde ise Abdülhak Hamit Tarhan'ın etkisi görülür. Tarih sevgisi, geçmişin ihtişamı ve güzelliği onun konuları arasında en başlardadır. Mehmet Akif Ersoy ile birlikte yazdığı "Acem Şahına" ve kendi yazdığı "Elhamra" adlı şiirlerle adını duyurmuştur. Edebiyat tarihi içinde şöhreti "Üç İstanbul" romanı sayesindedir. Eserleri (Şiir):  Türk'ün Şehnamesi. Necmettin Halil Onan (1902-1968) Millî Edebiyat Dönemi'nin yaşandığı yıllarda yetişmiş, şiirlerinde bireysel ve toplumsal heyecanları birbirine nakşetmiştir. Şiire aruz ölçüsü ile başlayan şair bu şiirlerini Nedîm dergisinde, milli duygularla örülmüş ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerini Dergâh ve Hayat dergilerinde yayımlamıştır. Roman ve ders kitapları da yazmıştır. Çanakkale Savaşı'nı anlatan "Bir Yolcuya" şiiri hamaset edebiyatının en güzide eserlerindendir. "Dinle Yolcu" şiiri de ünlüdür. Eserleri (Şiir):  Çakıl Taşları, Bir Yudum Daha. Şükufe Nihal Başar (1896-1973) Edebiyat dünyasıyla tanışması, Resimli Kitap'ta yayımlanan "Hazan" başlıklı şiiriyle olur. İlk şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmış, daha sonra hece ölçüsüyle yazmıştır. Şiirlerinde romantik, hikâye ve romanlarında ise realist çizgidedir. Tahkiyeli eserlerinde toplumsal konuları işler. Ölümünden sonra oğlunun yayımladığı "Şiirler" adlı kitabı diğer eserlerinden seçilen şiirlerden oluşmaktadır. Eserleri (Şiir):  Yıldızlar ve Gölgeler, Hazan Rüzgârları, Sabah Kuşları, Gayya, Yerden Göğe, Şile Yolları, Su.

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri (1923-1960): Toplumcu Gerçekçi Şiir

    Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri (1923-1960): Toplumcu Gerçekçi Şiir 1930'lu yıllarda Sovyet Rusya'da güçlenen toplumcu gerçekçilik akımı, Türk edebiyatında 1930-1940 yılları arasında yayılmaya başlamıştır. Nâzım Hikmet'in etkisiyle 1940'lardan sonra toplumcu gerçekçi şairler yetişmiştir. Marksizm'e, sosyalizme ve materyalizme bağlı bir akım olan toplumcu gerçekçi şiir; işçi, emekçi ve köylü sınıfının ezildiği temel düşüncesinden hareket eder. Toplumcu gerçekçilere göre sanat, toplumu sadece yansıtan bir ayna değildir; aynı zamanda toplumu değiştirecek araçlardan biridir. Sanatçılar, şiirlerini "Aydınlık" ve "Resimli Ay" dergilerinde yayımlamışlardır. Temel Özellikler: "Halkçılık, köycülük, hümanizm" gibi fikirler toplumcu gerçekçi sanatçıları etkilemiştir. Bazı sanatçılar fütürizm (gelecekçilik) akımından etkilenmiştir. Biçimde serbest şiir anlayışını benimsemişler, içerikte ise ideolojik konuları işlemişlerdir. Toplumcu gerçekçi şiir; toplumsal problemler, savaş karşıtlığı, barış özlemi, işçi hakları, yoksulluk gibi temaları işlemiştir. Toplumcu gerçekçiler hayata daima iyimser bakarlar. Onlara göre en büyük duygu yeryüzünde yaşama mutluluğudur. Bazı şiirlerde uyak kullansalar da şiirde geleneksel nazım şekillerinin ölçü, kafiye, redif gibi özelliklerini reddetmişlerdir. Yalın, açık ve anlaşılır bir dil ve üslup kullanmışlar, halkın konuşma dilinin özelliklerini şiirlerinde yansıtmaya çalışmışlardır. Geniş kitleleri harekete geçirme amacında olan toplumcu gerçekçi şiir, söylev üslubunu benimsemiştir. 1923-1960 yılları arası toplumcu eğilimleri yansıtan şiir anlayışında; 1940'a kadarki kuşakta Nâzım Hikmet'le beraber Ercüment Behzat Lav, Hasan İzzettin Dinamo; 1940'tan sonraki kuşakta ise Attila İlhan, Rıfat Ilgaz, Ceyhun Atuf Kansu gibi şairler yer almıştır. Hatırlayalım: Fütürizm (Gelecekçilik) Fütürizmin kurucusu İtalyan şair Marinetti'dir. Özgürce seçilen kelimeler, kuralsız anlatım, otomatik yazı fütüristlerin kullandıkları biçimsel ögelerdir. Fütürizm; modern hayatın hareketliliğini, ilerlemeyi, değişimi ve hızı yüceltmiştir. Fütürist sanatçılar; sanatın, hareketsizliği değil hızı, dinamizmi ve makineyi anlatması gerektiğini savunmuşlardır. Nâzım Hikmet, fütürizmin Rus edebiyatındaki önemli temsilcileri arasında sayılan Mayakovski'den etkilenerek Türk edebiyatında bu akımın özelliklerinin görüldüğü şiirler yazmıştır. Toplumcu Eğilimi Yansıtan Şiirin Temsilcileri Nâzım Hikmet Ran (1902-1963) Dergilerde çıkan ilk şiirini hece ölçüsüyle yazan sanatçı, sonra serbest şiire geçmiştir. Öz, biçim ve tema bakımlarından yeni şiirleriyle, toplumcu gerçekçi şiirin öncüsü kabul edilir. Fütürizmin etkisiyle yazdığı şiirlerle Türk edebiyatında serbest şiirin önemli temsilcilerinden biri olmuştur. İlk şiir kitabı "Güneşi İçenlerin Türküsü" 1928 yılında Bakü'de yayımlanmıştır. "835 Satır" adlı eseri 1929 yılında şairin Türkiye'de basılan ilk şiir kitabıdır. Şiirlerinde sosyalist dünya görüşünü ve ideolojisini yansıtan sanatçı; "Rubailer", "Saat 21-22 Şiirleri" gibi çalışmalarında lirizmi güçlü bir şekilde kullanmıştır. Nâzım Hikmet; "Kuvâyı Milliye", "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı" adlı eserlerinde halk şiiri geleneğinden çağdaş bir tutumla yararlanmıştır. Birçok türde eser veren Nâzım Hikmet'in çocuklar için hazırladığı "La Fontaine'den Masallar" ve "Sevdalı Bulut" adlı kitapları da vardır. Şair, "Memleketimden İnsan Manzaraları" adlı eserinde hikâye, destan, tarih, sinema, tiyatro gibi türlerin anlatım olanaklarından yararlanmıştır. Ercüment Behzat Lav (1903-1984) Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinde serbest ölçünün ilk uygulayıcılarından biri olarak bilinir. Dadaizm, fütürizm, kübizm, sürrealizmi şiirine yansıtmıştır. Şiirlerinde toplumsal temalara yer veren sanatçının şiirinde kullandığı önemli bir unsur da ironidir. Şiirleri:  S.O.S, Kaos, Açıl Kilidim Açıl, Mau Mau, Bir Anadolu Efsanesi: Üç Anadolu. Hasan İzzettin Dinamo (1909-1989) Başta Faruk Nafiz Çamlıbel etkisi görülen şiirleri, Nâzım Hikmet şiiriyle tanıştıktan sonra şekil ve içerik olarak değişmiştir. Hapishane hayatı, işsizlik, yoksulluk, sosyal hayatta karşılaşılan problemler, eşitlik, özgürlük romanlarının ve şiirlerinin ortak konusu olmuştur. Şiirleri:  Adsız Kitap, Deniz Feneri, Mapushanemden Şiirler, Gecekondumdan Şiirler, Sürgün Şiirleri. Attila İlhan (1925-2005) Toplumsal gerçekçiliğin (sosyal realizm) önemli isimlerinden olan şair, Nâzım Hikmet'ten etkilenmiştir. Toplumcu kimliğinin yanı sıra bireyin duygu dünyasına da yönelmiştir. Kendine özgü bir söz dizimine, çarpıcı benzetmelerle zenginleşmiş bir üsluba sahip olan sanatçı; şiirlerinde barış, bağımsızlık, eşitlik, özgürlük, aşk gibi kavramları işlemiştir. Şiir hayatında tanınması, "Cebbaroğlu Mehemmed" şiiriyle olmuştur. Şiirlerinde canlı konuşma dilinden, argodan, halk deyişlerinden yararlanmış; genellikle büyük harf kullanmamış, noktalama işaretlerine fazla yer vermemiştir. Son dönem şiirlerinde klasik şiirin biçim özelliklerini de kullanan şair, halk ve divan şiiri geleneğini modern biçimde yorumlamıştır. "Duvar" şiiri toplumcu dönemde yazdığı en önemli şiiridir. Ayrıca "Ben Sana Mecburum", "Aysel Git Başımdan", "Mahur Beste" şiirleri ünlüdür. Şiirleri:  Duvar, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, Bela Çiçeği, Elde Var Hüzün, Kimi Sevsem Sensin. DİKKAT:  Attila İlhan 1950'li yıllarda Mavi dergisi çevresinde gelişen Mavi Hareketi içinde yer almıştır. Hatırlayalım: Maviciler Adını 1952-1956 yılları arasında Ankara'da çıkan "Mavi" adlı dergiden almıştır. Bu şairler, Garip Akımı'na ve Orhan Veli'nin şiir anlayışına karşı çıkmışlar; şairane bir sanat anlayışını benimsemişlerdir. Attila İlhan'ın "Sosyal Realizmin Münasebetleri yahut Başlangıç" adlı makalesiyle bu karşı çıkışı dile getirmişlerdir. Şiirin basit olamayacağını, zengin benzetmelerle bir derinliğinin olması gerektiğini belirtmişlerdir. Mavi dergisi, bir süre sonra sosyal realizm konulu yazılara yer vermiş; toplumsal gerçekçiliğin sözcüsü olmuştur. Orhan Duru, Ferit Edgü, Tahsin Yücel, Demir Özlü grubun önde gelen isimleridir. Rıfat Ilgaz (1911-1993) Toplumcu gerçekçi sanat anlayışının önemli isimlerinden biridir. Şiire bireysel duyarlılıkla kaleme aldığı şiirlerle başlamış, 1940'lardan itibaren toplumcu sanat anlayışına yönelmiştir. Nâzım Hikmet'in etkisiyle şiirler kaleme alan şair; şairanelikten uzak, mizah ve yergiye yaslanan şiirler yazmıştır. Toplumcu anlayışla yazdığı şiirlerini 1943'te "Yarenlik"te bir araya getirmiştir. Şiirleri:  Sınıf, Devam, Yaşadıkça, Karakılçık, Üsküdar'da Sabah Oldu, Soluk Soluğa. Ceyhun Atuf Kansu (1919-1978) İlk şiirlerini hece vezniyle ve halk şiirinin etkisinde yazan şair, daha sonra toplumcu bir çizgide ve serbest tarzda şiirler kaleme almıştır. Anadolu'nun güzelliklerini, milli duyguları ve toplumsal konuları işleyen şiirler yazmıştır. Anadolu'da gözlemlediği yoksulluk ve çaresizliği çocuklar üzerinden dramatik bir şekilde işlemiştir. "Dünyanın Bütün Çiçekleri" adlı şiiriyle tanınmıştır. Şiirleri:  Haziran Defteri, Bir Çocuk Bahçesinde, Bağbozumu Sofrası, Çocuklar Gemisi, Yanık Hava. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri (1923-1960): Toplumcu Gerçekçi Şiir Özellikleri ve Temsilcileri

  • Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri (1923-1940)

    Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinin Genel Özellikleri 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla başlayan Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı günümüzde de devam eder. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı'nın ilk yıllarında (1940'lı yıllara kadar olan dönem) memleket edebiyatı anlayışı, sonraki yıllarında ise bireysel yaklaşımlar etkili olmuştur. Cumhuriyet'in ilk yıllarında eserlerin konusu Millî Mücadele, her yönüyle Anadolu, Atatürk ve Türk tarihi iken sonraki yıllarda bireysel duygu ve sorunlardır. Dil; Millî Edebiyat Dönemi'nde olduğu gibi sade, açık ve anlaşılırdır. Millî Edebiyat Dönemi'nde eser veren sanatçılar, Cumhuriyet Edebiyatı'nın ilk yıllarında da sanat hayatlarına devam etmişlerdir. Dünya edebiyatı daha yakından takip edilir olmuş, bu yönde evrensel nitelikler taşıyan eserler kaleme alınmıştır. Realizm başta olmak üzere varoluşçuluk, gerçeküstücülük, modernizm, postmodernizm gibi akımlar etkili olmuştur. İlk yıllarda daha çok hece ölçüsü ve dörtlüklerle şiir yazılırken sonraki yıllarda serbest şiir büyük ilgi görmüştür. Toplumsal ve bireysel temalarda toplumcu gerçekçi, modernist roman/hikâye gibi farklı anlayışlarla başarılı eserler kaleme alınmıştır. Tiyatro diğer dönemlere oranla büyük gelişme göstermiş, yerli oyunların yazımı ve sahnelenmesi artarken dünya tiyatrosundaki gelişmelere paralel eserler yazılmıştır. Deneme, eleştiri, edebiyat tarihi gibi metin türlerinde de gelişme olmuş; başarılı yazılar kaleme alınmıştır. 1940'lı yıllardan sonra şiir, hikâye ve romanda farklı anlayış/akım ve sanatçı toplulukları etkili olmuştur. Cumhuriyet Dönemi Saf (Öz) Şiir Anlayışı Saf şiir anlayışı, Batı edebiyatında Fransız şair Paul Valery öncülüğünde ortaya çıkmış, Türk şairlerce de benimsenmiş bir şiir akımıdır. Türk edebiyatındaki ilk örneklerini Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı vermiştir. "Şiir soylu bir sanattır." düşüncesi etrafında şekillenmiştir. Saf Şiirin Başlıca Özellikleri: "Sanat için sanat" anlayışı egemendir. Sanatçılar sembolizm akımının etkisinde kalmışlardır. Bu şiir anlayışını benimseyen şairlerin amacı, iyi ve güzel şiir yazmaktır; bunun da iyi bir çalışmayla mümkün olduğunu düşünürler. Şiirde biçim önemsenir, anlam ise geri plandadır. Müzikalitenin önemsenmesi; sözcüklerin ses özelliklerine, ahenk unsurlarına da önem verilmesine vesile olmuştur. Saf şiir bir şeyi öğretmez, açıklamaz; müzikalite aracılığıyla hissettirir, sezdirir. Şiirlerde hece ölçüsü ve serbest ölçü kullanılmıştır. "Dil her şeyin üstündedir." anlayışıyla biçimlenmiştir. Özgün bir şiir dili oluşturmak esastır, bu yüzden özgün imgeler kullanılır. Aşk, yalnızlık, ölüm, çocukluk yıllarına duyulan özlem, bireyin iç dünyası, masal, rüya, mit, zaman gibi düşsel konular saf şiirin başlıca temalarıdır. Temsilcileri:  Cumhuriyet Dönemi'nde saf şiir anlayışını benimsemiş başlıca şairler: Yedi Meşaleciler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek, Asaf Halet Çelebi, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil'dir. Yedi Meşaleciler Temsilcileri:  Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Cevdet Kudret Solok, Vasfi Mahir Kocatürk, Sabri Esat Siyavuşgil, Kenan Hulusi Koray, Muammer Lütfi Bahşi. Topluluğun Özellikleri: Cumhuriyet Dönemi'nin bildiri ile ortaya çıkan ilk edebî topluluğudur. Biri öykü yazarı, altısı şair olmak üzere yedi sanatçıdan oluşur. Türk edebiyatında kısa süreli ama etkili olmuş bir topluluktur. Şiirlerini "Yedi Meşale" adlı bir kitapla yayımladıkları için bu adla anılmışlardır. Sanat için sanat anlayışıyla hareket etmişlerdir. Edebiyattaki ilkelerini "samimilik, canlılık ve devamlı yenilik" olarak açıklamışlar, Türk şiirine yeni ufuklar açmayı hedeflediklerini belirtmişlerdir. Eserlerinde sembolizmin etkileri görülür. Beş Hececiler'e ve memleket edebiyatına karşı ortaya çıkmışlardır. Ziya Osman Saba topluluğun şiire en sadık şairidir. Dönemin Önemli Şairleri Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) Sanat hayatına "Musul Akşamları" şiiriyle başlamıştır. Fransız sembolistlerinden, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı'dan etkilenmiştir. Doğu-Batı kültürünü sentezleyerek kendine özgü bir şiir anlayışı geliştirmiştir. Şiirlerinde zaman, rüya, hayal, musiki, masal kavramlarına yer vermiş; aşk, ölüm, metafizik şiirlerinin başlıca temaları olmuştur. Serbest şiiri denese de şiirlerini hece ölçüsüyle yazmıştır. Sanatçının "Bursa'da Zaman" ve "Ne İçindeyim Zamanın" şiirleri öne çıkar. Necip Fazıl Kısakürek (1905-1980) Edebî kişiliğini daha çok, şiir alanında verdiği eserlerle ortaya koymuştur. Türk edebiyatının mistik (gizemci) şairlerinden biridir. İlk şiirlerinde halk şiirinin yapı özelliklerinden yararlanmış ve şehir yaşamındaki bireyin iç dünyasını anlatmıştır. Dünya görüşündeki ve yaşamındaki köklü değişimlerin etkisiyle daha sonraki dönemlerde mistik duygu ve düşüncelerin hâkim olduğu metafizik şiire yönelmiştir. Şiirlerinde insanın evrendeki yerini araştırmış; madde ve ruh problemlerini, iç âleminin gizli duygu ve tutkularını dile getirmiştir. Sanat anlayışını "mutlak hakikati arama" olarak tanımlayan sanatçı, "Çile" adlı kitabının sonuna eklediği poetika bölümünde şiir anlayışını dile getirmiştir. Şiirlerini hece ölçüsüyle yazmıştır. "Kaldırımlar" şiiri büyük ilgi görmüş, bu kitabın ardından uzun süre "Kaldırımlar Şairi" olarak anılmıştır. Şairin Sakarya Türküsü, Takvimdeki Deniz, Zindandan Mehmed'e Mektup, Beklenen adlı şiirleri tanınmış şiirlerindendir. Eserleri (Şiir):  Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile. Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) "Otuz Beş Yaş" şiiriyle üne kavuşmuştur. Şiirlerinde sembolizmin etkileri görülür. Hece ölçüsü ve serbest ölçüyle şiirler yazmıştır. Açık ve sade bir üslup benimsemiştir. Şiiri, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı olarak görmüştür. Şiirlerinde sözcüklerin sıralanışına önem vermiştir. Ölüm korkusu ve yaşama arzusu başta olmak üzere aşk, yalnızlık, çocukluk günlerine duyulan özlem şiirlerinin temasını oluşturur. Otuz Beş Yaş, Memleket İsterim, Abbas, Desem ki, Gün Eksilmesin Penceremden şiirleri çok sevilmiştir. Eserleri (Şiir):  Otuz Beş Yaş, Ömrümde Sükût, Düşten Güzel, Sonrası. Ahmet Muhip Dıranas (1909-1980) "Serenad" ve "Fahriye Abla" şiirlerinin sahibi olan şair Baudelaire ve sembolizmden etkilenmiştir. Anadolu'yu, yurt güzelliklerini, tarih ve doğa sevgisini işleyen şiirler kaleme almıştır. Biçim, ölçü ve uyağa bağlı kalmış; hecenin 12, 13'lü kalıplarını kullanmıştır. Sone ve terzarima gibi Batı kaynaklı nazım biçimlerini de kullanmıştır. Eserleri (Şiir):  Şiirler (Ağrı, Olvido, Dağlara, Kar...). Asaf Halet Çelebi (1907-1958) Sezgi şairi olarak tanınır. İlk şiirlerinde divan şiirlerinden etkilenmiş daha sonra serbest şiire yönelmiş ve Batı şiirinin tekniklerinden yararlanmıştır. Eserlerindeki masal havası dikkat çekicidir. Eski Doğu ve Hint kültürüyle ilgilenmiş, İslam tasavvufuyla Hint mistisizmini birleştirmiştir. Çoğu kendi kültür evrenini ve şiirini etkilemiş olan Fars, Hint ve Osmanlı şairleri üzerine önemli araştırmaları ve incelemeleri vardır. Eserleri (Şiir):  He, Lâmelif, Om Mani Padme Hum. Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-2008) Eserlerinin özü, sayısı ve hacmi bakımından Türk şiirinin en verimli sanatçılarındandır. Edebiyat dünyasında adını "Yavaşlayan Ölüm" adlı şiiriyle duyurmuştur. Şiirleri devamlı gelişme gösteren sanatçı; kurallı biçimlerden serbest biçimlere, anlamlı özlerden en yalın anlamlara varan şiir türlerini dener. Şiirleri sezgisel ve akılcı şiirler olmak üzere iki farklı dönemsel nitelik taşır. Sezgisel şiirlerinde soyut konulara yönelen şairin akılcı şiirlerinde dil duyarlılığı dikkat çekicidir. Türkçe konusundaki duyarlılığını "Türkçem benim ses bayrağım" diyerek dile getiren şair, sade ve duru bir dil kullanmıştır. Şairliğinin ilk yıllarında yayımladığı "Havaya Çizilen Dünya" adlı eserinde geleneksel biçim ve söyleyiş özelliklerini kullanmıştır. Şair, asıl edebî kişiliğini serbest ölçüyle yazdığı şiirlerini içeren "Çocuk ve Allah" adlı eserinde bulmuştur. İlk şiirlerinde hece ölçüsünü kullanan şair, sonraki yıllarda serbest şiire yönelmiştir. Destan şairi olarak bilinen şair, vatan sevgisini epik şiirleriyle dile getirmiştir. Üç Şehitler Destanı, Çanakkale Destanı gibi pek çok yapma destanı edebiyatımıza kazandırmıştır. Eserleri (Şiir):  Çakırın Destanı, Toprak Ana, Yedi Memetler, Hiroşima, Nötron Bombası, Sivaslı Karınca, Türk Olmak, Delice Böcek, İçimdeki Şiir Hayvanı. Behçet Necatigil (1916-1979) "Evler şairi" olarak bilinir. Hece ve serbest ölçüyle şiirler yazmıştır. Garip şiiri çizgisinde başladığı sanat hayatını halk, divan ve Batı şiirinin özellikleriyle zenginleştirerek sürdürmüştür. Ev, aile, yakın çevre, dış dünya, aşk, ölüm, bunalım, yokluk temalarında eserler yazmıştır. Radyo oyunlarıyla da kendinden söz ettirmiş bir sanatçıdır. "Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü" ile "Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü" adlı eserleri Türk edebiyatının önemli kaynaklarındandır. Eserleri (Şiir):  Kapalı Çarşı, Çevre, Evler, Eski Toprak, Arada, Divançe, İki Başına Yürümek. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri (1923-1940) ve Saf Şiir Anlayışı: Temsilcileri ve Özellikleri

bottom of page