Arama Sonuçları
Boş arama ile 856 sonuç bulundu
- Uygur Edebiyatında Şiir
745 yılında Uygur kağanlığının kurulmasıyla birlikte Köktürkler dönemindeki Bengütaş edebiyatı yerini öncelikle bir tercüme edebiyatına bırakmıştır. Tercüme edebiyatı olarak adlandırdığımız bu edebiyat henüz İslamiyet ile tanışmamış olan Türklerin Maniheizm ve Budizmin etkisinde oluşturdukları bir edebiyattır. Uygur edebiyatındaki şiir parçaları Türklerin en eski manzum eserleridir. Uygurlar 762’de Bögü Kağan’ın mani dinini kabul edişiyle birlikte bu dine girmişler; ancak Maniheizm halk arasında fazla rağbet bulmamıştır. 840 yılındaki göçten önce Doğu Uygurlarının bir bölümünün Burkan dinine girdiği düşünülmekle birlikte Budizm Uygurlar arasında 9. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlamıştır. 8.-14. yüzyıllar arasında Uygurların oluşturduğu edebiyat daha çok manzum metinlerden meydana gelmektedir. Bu metinlerin büyük bir çoğunluğu da dini içeriklidir. Uygur şiirinin bir bölümü Maniheist çevreye ait eserler meydana getirse de daha büyük bir bölümünü Budizm çevresine ait manzumeler oluşturur. Uygurlar manzum edebiyatta kendilerine ait ölçü biçimleri, ahenk unsurları, nazım birimleri oluşturmuşlardır. Örneğin Mani edebiyatında “nazım, manzume, şiir” için Hintçeden geçen şlok ve Türkçe takşut kelimeleri kullanılmıştır. Küg kelimesi de şiir ve nazım için kullanılan terimlerden biridir ve bu terim aynı zamanda ezgiyi de ifade eder. Soğdakça kökenli baş ve başik kelimeleri de Manici edebiyatta ilâhî anlamına gelmektedir. Mani çevresi edebiyatından ancak sekiz şiir bulunmaktadır. Mani şiirinde dörtlük şeklindeki nazım biriminin yanı sıra manzum hikâyelerde beşlikler de görülmektedir; ayrıca bağlantı maksadıyla iki veya üç mısralı birlikler de kullanılmaktadır. Uygur şiirinin en küçük nazım birimi ise beyitlerdir. Bu dönem şiirinde Türk atasözleri de kaynak olarak kullanılmıştır. “Kıt’a aliterasyonu”, “Altay aliterasyonu” veya “Söz Başı Aliterasyonu” da denilen mısra başı kafiyesi, Mani şiirinin en belirgin özelliğidir. Mısra sonlarında kafiye çok azdır. Ek ve kelime tekrarlarıyla redife başvurulduğu da olur. Kelimelerin ve mısraların tekrarı da ahenk unsuru olarak kullanılmıştır. “Ölüm”, “Hakana Arz”, “Sevgili” ve “Tan Tanrı” şiirleri Mani şiirinin en güzel örnekleridir. Maniheist ilahiler de bu dönem şiriinin önemli birer parçasıdır. Burkancı edebiyatta “nazım, manzume, şiir” kavramı için takşut ile birlikte Türkçe koşug kelimesi; ayrıca Sanskritçe şlok ve padak tabirleri kullanılmıştır, Ir kelimesi ise daha çok “şarkı” anlamına gelmektedir. Burkancı edebiyatta da yine tercüme eserler dikkat çekmektedir. Bu dönem eserlerine dinî inanışlar ve motifler hâkimdir. Nazım birimi genellikle dörtlük olmakla beraber sekizliklerden meydana gelen şiirler de görülür. Burkancı şiirde de en önemli ahenk unsuru mısra başı kafıyesidir. Mısra sonu ahenk unsurları, Burkancı şiirde daha ileri bir derecededir. “Gramer aliterasyonu” denilen eklerle yapılan redif Burkancı şiirde çok kullanılmıştır; ayrıca mısra sonu kafiyesine de rastlanmaktadır. Burkancı şiirde hece sayısı kimi zaman 7 kimi zaman 20 olabilmektedir. Kısa mısralı şiirlerde 4 + 3 duraklı hece vezni kullanılmıştır. “Öyle Yerlerde”, “Alfabe”, “Aklın özünün Öğretimi Sutrası” şiirleri Burkancı şiirin önemli örnekleridir. Bu dönem şiirlerinin içeriklerinde tövbe ve övgü unsurları bulunmaktadır. Ayrıca bu dönem şiirinde tercüme ile oluşturulmuş şiirlerin sonlarında yer alan Uygurlar tarafından yazılmış olan parçalar mevcuttur. Bu şiir parçaları, çevirisi yapılan dinî metinlerin kopyalanmasının veya basılmasının amacını; çevirinin yerini ve zamanını; çevirmenin, yazarın veya baskıyı yapanların adlarını, bu metinleri çevirmenin, kopyalamanın, yazmanın ve basmanın ödülünü yüklenen kişilerin adlarını göstermeleri açısından oldukça önemlidir.
- Uygur Edebiyatında Nesir
Uygur edebiyatının genel özelliği dinî içerikli olmasıdır. Bunlar 762’de Bögü Kağan’ın mensup olduğu Maniheizm ve daha sonraları mensup oldukları Budizm çevreleridir. Mani edebiyatında meydana getirilen mensur eserler sayıca ve hacim bakımından çok değildir. Maniheist hikâye örneklerinin en önemlileri Hristiyan Süryaniler aracılığıyla Uygurlara geçmiş olan Ezop masallarının Uygurca çevirileridir. Tahminen 930 yılında ve Köktürk harfleriyle kaleme alınmış olan Irk Bitig (Fal Kitabı), dinî bir eser değil, bir fal kitabıdır. Her biri ayrı bir fal olarak yorumlanan 65 paragraftan meydana gelmiştir. Turfan’da bulunan Huastuanift adlı eser Mani dinine ait uzunca bir tövbe duasıdır. Pek çok nüshası bulunan bu metin, maniciliğe ait birçok kavramı ihtiva etmesi bakımından önemlidir. Eserde çok sık kullanılan şartlı birleşik cümlelerin bazen uzamasına rağmen cümle yapısının sağlam olarak kalması ilgi çekicidir. Tarım havzasında bulunmuş diğer Mani metinleri arasında İki Yıltız Nom (İki Kök Kanunu) adlı Maniheizmin felsefesi ile ilgili bir eser de vardır. Burkancılığa ait kutsal kitaplar üç sepet adı altında bir araya toplanmıştır: Vinayalar, Sûtralar, Abidarmalar. Bunların dışındaki eserler ise Çatikler (çeşitli dinî hikâyeler) ve bir biyografiden meydana gelir. Vinayalar, Burkancı rahip ve rahibelerin hayatını, günlük yaşamlarını düzenleyen kuralları içine alır. Sayıları çok değildir. Karmavâcana adlı vinaya, manastır kıyafetinin kullanılışına dair bir metindir. Pravâranâ, bir Burkan rahibinin yağmurlu bir mevsimde çekildiği inzivayı anlatır. Vinayavibhańga adlı metin manastır kurallarıyla ilgilidir Uygurcada nom, nom sudur, nom bitig ve sudur adı verilen mukaddes kitap türünde, târihî Burkan’ın bütün burkanların verdikleri veya vermiş olduklarına inanılan ‘vaazları’ bir araya toplanmıştır. Uygurcaya çevrilmiş en hacimli sudur Altun Yaruk’tur (Altın Işık). Beş Balık’lı Şıngku Seli Tutuŋ tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilmiş olan eser adaptasyon nitteliğindedir. Sekiz Yükmek (Sekiz Tomar) adlı sudur, Uygurlar arasında çok yayılmış olan dinî bir eserdir. Çinceden çevrilmiştir. Kuanşi İm Pusar (Ses İşiten İlâh), “Asil Dinin Nilüfer Çiçeği” adlı sudurun bir bölümüdür. Çinceden çevrilmiştir. Çinceden çevrildiği tahmin edilen İnsadi Sudur, rahiplerin günah çıkarma törenidir. Eserde Sundarî Kız adlı bir çatik de vardır. 1328’de Çinceden çevrilen, tahta baskıları da bulunan Yitiken Sudur büyü ile ilgili bir metindir. Kşanti Kilguluk Nom Bitig adlı sudur ise bir günah çıkarma kitabıdır. Çatik adı verilen parçalar, Buda’nın hayatlarından herhangi birini anlatır. İslâmî edebiyattaki menkıbeleri hatırlatırlar. Çatiklerin bazen mûsikî refakatinde piyes gibi temsil edildikleri tahmin edilmektedir. Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi adıyla meşhur olan Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade) en tanınmış çatiklerden biridir. Aslı Çince olan ve 10. yüzyılda Uygurcaya çevrilen eserde çok canlı bir hikaye üslûbu vardır. Altun Yaruk içinde bazı çatikler de vardır. Bunların en meşhurlarından biri Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi’dir. Diğeri ise Dantipali Bey hikâyesidir. Çaştani Bey hikâyesinde Çaştani Beğ’in şeytanlarla mücadelesi anlatılır. Eseri Şilazin adlı bir mütercim Toharcadan Türkçeye çevirmiştir. Dantipali Bey ise emrindeki geyikleri kurtarmaya çalışan beyin hikâyesidir. Maytrisimit Toharcadan çevrilmiştir. Prajnâraksita adlı İl-Balık’lı bir Türk tarafından tercüme edilen eserde Maitreya Burkan’ın menkıbevî hayatı anlatılır. Burkancı Uygur edebiyatında daha pek çok çatik vardır. Küentso (Hüen-Tsang) Biyografisi Küentso adlı Çinli bir Burkan rahibinin 630-645 yılları arasında Türkistan üzerinden Hindistan’a yaptığı seyahati ve Çindeki hayatını anlatan bir seyahatname ve biyografidir. Uygurlardan kalma birçok hukuk belgesi de bulunmaktadır. Hristiyan ve Müslüman çevreye ait metinler.
- Uygur Dönemi Şiirinde Türler
Uygur dönemi şiirinin genel özelliği dinî içerikli olmasıdır. Bununla birlikte dinî özelliği olmayan unsurlara da rastlanabilir. Uygur Dönemi Türk şiirinde sözlü şiir ürünleri olarak değerlendirebileceğimiz Halk Türküleri ve atasözleri bir takım şiir ve ahenk unsurlarını içermesi bakımından önemlidir. Bunlar içlerinde kıta aliterasyonunun ve bu dönem şiirinin diğer bazı özelliklerini de içerir. Türk dilinde başlangıçtan itibaren belli şekiller içerisinde karşımıza çıkan atasözü, fal ve bilmeceler, Aprın Çor Tigin gibi adı bugüne kadar gelen ve de daha adlarını bilmediğimiz pek çok şairin kıta alliterasyonları ile söylenmiş dörtlüklerden oluşan ilahilerine kaynak oluşturmuştur. Maniheist ilahiler bu dönem şiirinin bir türüdür. Bu dönem ilahi metinleri, Maniheizm dinine girmiş olan Uygurların dinî inançları gereği ihtiyaç duydukları ve dolayısıyla tercüme edilmiş olan metinlerdir. Bu dönemden günümüze kadar gelmiş olan ilahilerde kıta aliterasyonu, iç aliterasyon gibi unsurlar kendini göstermektedir. İlk mani ilahilerinin tarihini, ancak bunların tespitinde kullanılan Uygur yazısının şekline bakarak çıkarmak mümkün olmaktadır. Bu dönemin belli başlı ilahileri arasında “Adınçıg Türkçe Başıg” , “Mani’ye Büyük İlahi”, “Parlak Tanrı”, “Tan Tanrı” sayılabilir. Burkancı şiirin de belli başlı türleri vardır. Uygur alfabesinin sırasına göre oluşturulan akrostiş şiir diyebileceğimiz bir çeşit şiir türü bu dönemde görülmektedir. Dörtlükler halinde yazılan bu şiirler alfabeyi ve alfabedeki harf sırasını vermeyi hedefler. Meselâ Reşid Rahmeti Arat’ın “Eski Türk Şiiri” adlı eserinde yer alan bir manzumede mısra başı kafiyeleri, Soğdak alfabesi sırasına göredir. Bu, bizim divan edebiyatındaki elifnâmelerde gördüğümüz önemli bir özelliktir. Daha Uygur dönemi şiirinde bu geleneğin varlığını göstemesi bakımında oldukça önemlidir. Burkancı şiirin başka türleri arasında Budizm inanışında ölüm gerçeği ve insan varlığının geçiciliği, sadaka vermenin önemi vb. gibi din adamı olmayanlar için şiir içerikli olarak oluşturulan şiirler ve tövbe dualarını saymak mümkündür. Budizm’e ait dinî masallar Burkancı edebiyatta avadana ve jataka (çatik) isimleri ile yer almıştır. Avadanalarda buda olmaya aday olan varlıkların, Burkanlık mertebesine ulaşabilmek için yaptıkları faaliyetler anlatılır. Jatakalarda (Çatiklerde) ise Tanrı, insan, hayvan, aç ruh, cehennem, cin gibi beş, altı varlığın şeklinde Burkanın başından geçen olaylar anlatılır. Uygur edebiyatında üç avadana, on bir jataka bulunmaktadır. Budist edebiyatının manzum jatakalarının hiçbiri tam değildir. En ünlü manzum jataka olarak Viśvantara- jataka sayılabilir. Burkancı şiirin bir başka türü methiye “övgü” şiirleridir. Burkan edebiyatında medhiye için ögdi, stava terimleri kullanılmıştır. Medhiyelerin büyük bir kısmı Budalara, Bodisavatlara itaf edilmiştir. Buda ya da Bodisavat rahipler, Budizm dininde saygıdeğer varlıklardır. Dolayısıyla onlara övgüler yapılmıştır. Bunun yanında devrin Moğol ve Uygur yöneticilerine yazılmış medhiyeler de vardır. Eski Türk şiirinde yirmi beşten fazla medhiye bilinmektedir. Bu türün önemli örnekleri arasında Yirmi Bir Tanrıya Övgü sayılabilir. Uygur şiirinde bir de hatimeler (sonlamalar, kolofonlar) bulunur. Bunlar çevirisi yapılan Budist Uygur metinlerinin sonuna konulan ek bölümlerdir. Bu bölümler genellikle çevirisi yapılan dinî metinlerin kopyalanmasının veya basılmasının amacını; çevirinin yerini ve zamanını; çevirmenin, yazarın veya baskıyı yapanların adlarını, bu metinleri çevirmenin, kopyalamanın, yazmanın ve basmanın mükâfatını yüklenen kişilerin adlarını gösterir. Çoğunlukla başkafiye sistemine göre, manzum yazılan bu bölümler için sonlama, kolofon terimleri de kullanılmaktadır. Bu türün örneklerinden birini Şaraki’nin Avalokiteśvara (Pamapani) methiyesinin sonunda bulmak mümkündür. Bu dönem şiiri genellikle dinî içerikli olsa da dinî içerik taşımayan din dışı şiirlere de rastlanmaktadır.
- Uygur Alfabesinin Özellikleri
Göktürklerin yıkılışından sonra Orta Asya’da Türk kültür ve edebiyatını geliştirip devam ettiren Uygurlar bir kısım eserlerde Run alfabesi olmak üzere; Brahma, Tibet, Süryani, Soğd, Uygur, Mani alfabelerini kullanmışlardır. Bu kadar çok çeşitli alfabe kullanmış olmaları onların farklı din ve kültür çerçeveleri içerisine girişlerine bağlanabilir. Bu çeşitli alfabeler içerisinde Uygurlar arasında en yaygın olanları Soğd, Uygur ve Mani alfabeleri olmuştur. Brahma alfabesi ancak Budizmle ilgili dini metinler, tıp metinleri ve takvim metinlerinde kullanılmıştır. Bu yazı soldan sağa doğru satırların birbirine yatık olarak yazıldığı yarı alfabetik yarı hece yazısıdır. İlk defa Karabalgasun yazıtında kullanılan Soğd alfabesi ise Uygurlar arasında hem din hem de ticaret yoluyla girmiş ve ilgi görmüştür. Yirmi iki işaretten oluşan bu yazı sağdan sola doğru yazılır ve imlası oldukça tutarsızdır. Uygurlar Budizm ve Maniheizm dinlerine mensup olmuşlardır. Dolayısıyla Mani alfabesinin de kullanılış sebebi yine Mani dinine giriş ve bu dinle ilgili eserler nedeniyle olmuştur. Bu alfabe Mani dini ile ilgili metinlerin bir kısmında kullanılmıştır. Bu alfabe sağdan sola doğru yazılmaktadır. Fonetik bir yazı sistemine dayanan Tibet yazısı Uygurlar arasında en az rağbet gören alfabe olmuştur. Çok küçük metin parçalarında bu yazıya rastlanır. Uygurlar döneminde Maniheizm ve Budizm yanında onlar kadar olmasa da Hristiyanlık da küçük bir kesimde rağbet görmüş ve bu Hristiyan Türkler Uygur alfabesinin yanı sıra Süryani alfabesini de kullanmışlardır. Orta Asya’da yerleşik düzende bir edebiyat ve kültür dairesi oluşturmaya başlayan Uygurların kullandıkları Uygur alfabesi ise tam olarak esası belli olmayan Arami asıllı bir Soğd alfabesinden meydana gelmiştir. Türklerin en uzun süre ve en geniş ölçüde kullandığı bu alfabede on sekiz işaret bulunur. Sağdan sola doğru yazılan alfabede harfler bazıları istisna olmakla birlikte bitişik yazılırlar. Satırlar birbirine paraleldir. Ünlü ve ünsüz harf sayısı sınırlı olan bu alfabede ünlüler için ancak üç işaret vardır. Ünsüzler ise on beş tanedir. Alfabede bulunan bu harfler tıpkı Arap alfabesinde olduğu gibi kelime içi, ortası ve sonunda değişik şekillerde yazılırlar. Türkler tarafından uzun bir süre kullanılan bu alfabe, Uygurların yıkılışı ve İslamiyetin Türkler arasında yayılmaya başlamasından sonra da önemini hemen kaybetmemiş onunla eserler yazılmaya devam etmiştir. Buhara, Semerkand gibi bazı önemli merkezlerde alfabenin kullanılmasına son verilmiş, ardından yavaş yavaş alfabe Arap alfabesi karşısında etkisini kaybetmiştir. Bununla birlikte Moğol devletinin kuruluşu ile birlikte yeniden canlanmış ve uzun bir süre Moğolların resmi yazı sistemi olmuş ve Moğollar arasında kullanılmaya devam etmiştir. Hatta öyle ki Fatih Sultan Mehmet’in sarayında bile rağbet bulmuş, sarayda Uygur yazısı ile eserler yazılmıştır. Türkçenin daha sonraki dönemlerinin verimleri olan Kutadgu Bilig ve Atabet’l- Hakayık gibi önemli eserlerin bazı nüshaları Uygur harfleri ile yazılmıştır. Bunun gibi İslami devrin önemli eserlerinin de bir kısmının Uygur harfleri ile yazılmış nüshaları mevcuttur(BULUNMAKTADIR). Bunlar arasında Miraçname, Tekiretü’l Evliya, Harezmî’nin Muhabbetnamesi vb. gelir. Bunun yanısıra Altın Ordu, Kırım ve Kazan sahalarında Uygur yazısının kullanılmaya devam ettiğini görülmektedir. Bu dönemlerde yarlık adı verilen fermanlar Uygur yazısı ile yazılmıştır. Ayrıca, Büyük Türk dilcisi Kaşgarlı Mahmut büyük eseri Divan-ü Lügati’t Türk’te Uygur alfabesini devrinin Türk alfabesi olarak gördüğünü ifade etmiştir.
- Aprın Çor Tigin ve Şiirleri
Mani dini etkisi altında yazılmış şiirlerden ikisinde, bunların Aprın Çor Tigin adlı bir şaire ait olduğu kaydedilmiştir. Bu varsayımdan hareketle, adı günümüze kadar gelebilmiş ilk şair, Aprın Çor Tigin’dir. Bu nedenle pek çok kaynakta Aprın Çor Tigin’in, adı bilinen en eski Türk şairi sayılabileceği belirtilmektedir. Turfan kazılarında bulunan bu şiirler ilk kez A. von Le Coq tarafından 1919 yılında yayımlanmıştır. Bu şairin elimize geçen iki şiirinden ilki, üç dörtlükten oluşan ve ilâhî tarzında yazılmış bir övgüdür. İlk dörtlüğü zedelenen bu şiirin ikinci ve üçüncü dörtlükleri şöyledir: İLÂHÎ Bilegüsüz yiti vaj[ır ti]yür Bilegüsüz yiti vajı[r ti]yür Vajırda ötvi biligligim tözünüm yarukum Vajırda ötvi biligligim bilgem yangam Bilenmeden keskin (olan) elmas(tır) derler; Bilenmeden keskin (olan) elmas(tır) derler; Elmastan daha keskin bilgilim, asilim, ışığım, Elmastan daha keskin bilgilim, bilgem, filim. Kün tengri yarukın teg köküzlügüm bilgem Kün tengri yarukın teg köküzlügüm bilgem Körtle tözün tengrim külügüm küzünçüm Körtle tözün tengrim burkanım bulunçsuzum Gün Tanrıışığı gibi göğüslüm bilgem, Gün Tanrı ışığı gibi göğüslüm bilgem; Güzel (ve) asil Tanrım, ünlüm, koruyanım! Güzel (ve) asil Tanrım, Buda’m, bulunmazım! Aprın Çor Tigin’in ikinci şiiri, aşk konusunda yazılmış din dışı bir şiirdir. Yedi dörtlükten oluşan bu şiirin ilk dörtlüğü kayıptır. “Sevgili” adı verilebilecek olan bu şiir, Uygur edebiyatının, dolayısıyla Türk şiirinin ilk ve en eski lirik şiir örneği sayılmaktadır. SEVGİLİ kasınçığımın öyü kadgurar men kadgurdukça kaşı körtlem kavışıgsayur men Yavuklumu düşünüp dertleniyorum. dertlendikçe kaşı güzelim kavuşmayı özlüyorum öz amrakımın öyür men öyü evirür men ödü/…/ çün öz amrakımın öpügseyür men Kendi sevgilimi düşünürüm ben düşünürüm düşünürüm de… [mısra kopuk!] kendi sevgilimi öpmek isterim ben barayın tiser baç amrakım baru yime umaz men bağırsakım Kaçıp gitsem güzel sevgilim gene de gidemem ki ben merhametlim! kireyin tiser kiçigkiyem kirü yime urnaz men kin yıpar yıdlıgım Sokulayım desem (sana) yavrucuğum gene de sokulamam ki ben misk gibi güzel kokulum! yaruk tengriler yarlıkazunın yavaşım birle yakışıpan ardılmalım Işık Tanrılar sayesinde huyu güzelimle birleşip ayrılmayalım küçlüg priştiler küç birzünin közi karam birle külüşüpen külüşügin oluralım Kudretli meleklerin kudreti sayesinde kara gözlümle gülüşüp oturalım.
- Uygur Şairleri
Mani edebiyatı döneminden günümüze kadar ulaşan adı bilinen ilk şair Aprınçor Tegin’dir. Bugün şairi belli olan ilk şiirlerimiz ona aittir. Şiirlerin başında ve sonunda ona ait kayıt vardır. Günümüze iki şiiri ulaşmıştır. Bunlardan biri bir methiye diğeri ise “Sevgili” adlı lirik şiirdir. Dini içeriğe sahip olan “Medhiye” dörtlükler halinde ve 12 mısradan oluşur. Şairin adı bu manzumede zikredimiştir. Şaire ait olduğu düşünülen “Sevgili” şiiri Türk lirik şiirinin ilk örneğidir denilebilir. Manzume üçlükler halinde yazılmış 21 mısradan ibarettir. Şiirde mısra başı kafiyesi ile birlikte mısra sonunda da kafiye unsurları kullanılmıştır. Burkancı Uygurlardan adı bize kadar ulaşan şairler şunlardır: Pratyaya-şiri, Şıngku Şeli Tutung, Ki-Ki, Asıg Tutung, Çısuya Tutung, Kalım Keyşi, Kül Tarkan, Çu- Çu. Bunlar arasında özellikle Pratyaya-Şiri dikkate değer. Bu şairinin gerçek Türk adının kaydı bulunmamaktadır. Onun yaklaşık 321 mısra civarında 10 manzumesi bulunmaktadır ve o bu parçaları “Her zaman söylenmek için, başkalarına gerek olur düşüncesiyle, canlılara faydalı olsun ve burkan olsunlar” diye bizzat nazmettiğini ifade etmiştir. Bu parçalar şunlardır: “On Türlü Niyaz Usulü”, “Ara- Parçası”, “Canlılara Faydalı Olmak”, “Ara Parçası”, “İtiraf”, “Doğru Yol”, “İyi Dilek”, “İnanç”, İyi Niyet”, “Hikmet Fazileti”. Bunlardan “Hikmet Fazileti” nde de “Çok derin hikmet fazileti için hürmete layık Nagarjuna hıca tarafından aryabhasa (Sanskrit) dilinde düzenlenmiş Nirvikalpa adlı methiyeyi ben Pratyaya Şiri nazmettim” kaydı düşülmüştür. Onuncu asırda yaşadığı ve Beş Balıklı olduğu tahmin edilen Şıngku Şeli Tutung Burkan edebiyatının büyük eserlerinden biri olan “Altun Yaruk” tercümesiyle(ÇEVİRİSİYLE) dikkati çeker. Bu eserdeki manzum parçalarda Şıngku Şeli Tutung kimi zaman lirik bir üslup sergilemiştir. Bunun yanı sıra “Hüen-Tsang Seyahatnamesi” ni de çevirmiştir. Burada da şairin güçlü bir üsluba sahip olduğu görülür. Ki-Ki Burkan edebiyatının önemli şaiirlerinden bir diğeridir. Onun “Abita Tanrı” ve “İstiğrak İle İlgili Parçalar” adlı iki manzumesi vardır. “Abita Tanrı” iki sayfalık bir manzumedir ve ikinci sayfasında eserin başka bir eser içerisinden seçilip Ki-Ki tarafından nazma çevrildiğinin kaydı düşülmüştür. Bu iki sayfalık eserin her sayfasında beş satır, her satırda ikişer mısra bulunur. Ki-Ki ile ilgili kayıt şu şekildedir: talulap yıgıp men Ki-Ki “Ben Ki-Ki seçip toplayıp takşutka intürü tegindim Nazma çevirmeye gayret ettim” Asıg Tutung’a ait tam bir manzume bulunmamakla beraber bir manzumenin sonunda isminin zikredildiği bir dörtlük bulunmaktadır. Bu dörtlük Pratyaya Şiri’nin “Hikmet Fazileti” olarak adlandırılan manzumesinin son dörtlüğüdür. Pratyaya Şiri bir önceki dörtlükte şiiri nazmettiğini söylemekle beraber son dörtlükte Asıg Tutung’un isminin geçişi ilginçtir: “inçge tering bilge biliglig begimizning iniş ödtekilerke ulalzun tip sakınçın koşmuş ıduk kirdü kurugug okıdtaçı bu şloknı ilip tardıp kie bitimiş boldum asıg tutung.” (İnce, derin hikmet sahibi olan beyimizin Gelecek zamandakilere ulaşması düşüncesi ile nazmedilmiş Aziz hakiki boşluğu öğreten bu manzumeyi Ancak iliştirip çekerek yazmış oldum, Asıg Tutung) “Gevezelik Boyası” adlı manzumede yarı manzum yarı mensur olarak kaydı düşünülen Çısuya Tutung da yine Burkan edebiyatının önemli şairlerinden biridir. Altmış mısra on beş dörtlükten ibaret olan bu eser sade bir dille yazılmıştır. Mısra başı kafiyesi ile birlikte mısra sonu kafiyesine de yer verilmiştir. Ruhani zümreye mensup bulunan bir şair Kalım Keyşi “Samandabhadra Niyazı” adlı uzunca bir dini metni nazmen çevirmiştir. Dörtlükler halinde yazılmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un Divan’ında geçen ve “Bir Türk şairinin adıdır” şeklinde açıklanan Çu-Çu’nun eserlerine henüz ulaşılamasa da onun bu dönem şairlerinden biri olması muhtemeldir. Ayrıca kaynaklarda Kül Tarkan, Çinaşiri ve An-tsang Hanlin Keyşi’nin de Uygur şairleri arasında adı geçmektedir. Ancak bu şairlerin de bugüne kadar manzumelerine rastlanmamıştır. #uygurmetinleri #UygurŞairler #UygurTürkçesi
- Uygur Türkçesinin Özellikleri
Uygur Türkçesi, Türk boylarının ve bu boylardan biri olan Uygurların 7.,8. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar kullandıkları, Güney-Doğu Türkçesinin doğu sahası içinde yer alan ağızlar topluluğu ve bu alanda gelişmiş yazı dilidir. Genel olarak dil tarihi ve dil araştırmalarında bu dönem Eski Türkçe içerisinde değerlendirilir. Eski Türkçenin gramerini yazmış olan A. von Gabain Uygur metinlerini y ve n ağzı olmak üzere iki ana ağız grubuna ayırır. Köktürkçedeki ny sesini n’ ye çeviren metinler n ağzını, y’e çeviren metinler y ağzını oluştururlar. Mani metinleriyle Köktürk harfli yazmalar çoğunlukla n ağzını, Burkan metinleri ise y ağzını temsil ederler. Ancak aynı metinde bazen hem n’li hem y’li örnekler birlikte bulunabilmektedir. Örneğin “Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin” hikâyesinin Tun-huang yazmasında küçültme ekinin hem +kıya, hem +kına biçimi mevcuttur. Hristiyan yazmalarının dilini de ayrı bir ağız olarak değerlendiren Gabain, bu ağzın en önemli özelliğinin yüklemin sonda bulunmayışı olduğunu belirtir. Hristiyan metinleri ağzının ikinci bir özelliği de er- ve bol- yanında tur- yardımcı fiilinin de kullanılmış olmasıdır. Köktürkçe ile Uygurcanın ses ve biçim özellikleri büyük ölçüde benzemektedir. Eski Uygur Türkçesi metinleri çoğunlukla y ağzıyla yazılmıştır, n ağzı Köktürkçeye daha yakın olmakla birlikte y ağzı da Köktürkçeden çok uzak değildir. Eski Uygur Türkçesi dönemi, yazı dili olarak Köktürkçeye dayanan, onun devamı niteliğinde olan bir dönemdir. Sonuç olarak Köktürkçe ile Uygurca aynı yazı dilinin iki koludur. Eski Uygurcada görülen az sayıdaki ses ve biçim farklılıklarından bir kısmı ağız, bir kısmı da zaman farkından kaynaklanmaktadır. Köktürkçe ile Uygurca arasındaki en önemli farklar söz varlığında ortaya çıkar. Köktürkçenin söz varlığında Türkçe kökenli kelimeler hâkimdir; Çince veya Soğdakçadan girmiş olan alıntı kelimeler çok azdır. Ayrıca Köktürk Türkçesinde bozkır yaşayışı, savaşçılık ve devlet düzeniyle ilgili kelimeler ağırlıktadır. Uygur metinlerinde ise Maniheizm ve Burkancılıkla ilgili kelimeler hâkimdir. Bunlar da Sanskritçe, Çince, Soğdakça, Toharca, Pehlevice, Süryanice, Tibetçe gibi dillerden alınmıştır. Bu dillerden alınan kelimelere genellikle Türkçe karşılıklar bulunmakla birlikte söz varlığı bu alıntı kelimelerden etkilenmiştir. Temel söz varlığı ise her iki dönem metinlerinde aynıdır. Köktürkçe ile Uygurca arasında sesler ve bu seslerin konumu; yani kelimenin başında, içinde ve sonunda bulunuş durumları, iki ses dışında tamamen aynıdır. Farklı sesler n ve b ile ilgilidir. Bunlar dışında bir de eklerde bulunan veya yardımcı ses olarak kullanılan I ünlüsünün genişlemesi olayı vardır. Bunu da Uygurcaya özgü ses özellikleri arasında sayabiliriz. Böylece Uygurcanın Köktürkçeden farklı olan ses özelliklerini aşağıdaki şekilde tespit etmek mümkündür. Köktürkçe ile Uygurca arasındaki ses ve biçim farklılıklarının bir kısmı iki bölgede de görülen, ancak kullanım alanlarında farklılıklar bulunan unsurlardan kaynaklanmaktadır. Örneğin yükleme hâli eki iki bölgede üç türlüdür; fakat Uygurcada kullanım düzeninde bir farklılık oluşmuştur. Bazı farklılıklar da Uygurcanın bütün yazılı metinlerini kapsamayıp; belirli bir kısmını içine almaktadır. Uygurcayı Köktürkçeden ayıracak belli başlı ses özellikleri şunlardır: 1) /n/ sesinin /n/ veya /y/ olması, 2) /b/ sesinin /w/ olması, 3) -lAr çokluk ekinin yaygınlaşması, 4) Ünsüzle biten kelimelerde de ilgi hâli ekinin -nlŋ biçiminde olması, 5) Çıkma hâli eki olarak -Dın’ın görülmesi, 6) Gelecek zamanda -DAçI yerine -gAy kullanılması, 7) -sAr ekinin şahıslara bağlanmasıyla şart kipinin oluşması. Bu özellikler Uygurcadan sonraki dönemlerde de büyük ölçüde görülecektir. Daha Şehirli Bir Dil Uygurlar devirlerinin komşu devletlerini imrendirecek kadar gelişmiş yapılı hukuki bir devlet yaratmışlardır. Bu aynı zamanda yerleşik hayat için Türkün bir uygarlık hamlesi olarak görülmelidir. Köktürkler döneminde göçebe bir hayat tarzı içerisinde yaşayan, Gök Tanrıya inanan ve Köktürk harfli Köktürk Türkçesini konuşan Türkler, Uygur dönemine gelindiğinde pek çok bakımdan değişikliklerle karşılaşmışlardır. Özellikle ticaret ve din bu değişikliklerin temelini oluşturmuştur. 762 yılında Bögü Kağan’ın Maniheizm dinine mensup olmasının ardından halk da bu dini benimsemiş, bu dinin benimsenmesi için Mani dinine ait bir takım edebi eserler Uygur Türkçesi’ne çevrilmiştir. Ardından Uygurlar arasında Budizm yaygınlaşmaya başlamış, bu defa Budist dini anlayabilmek, kavrayabilmek ve halk arasında da taraftarlarını artırabilmek amacıyla geniş kapsamlı bir Budist eser çevirisi başlamıştır. Bütün bu çeviri edebiyat esnasında da hem dil hem kültür belli derecede bu yeni kavram ve unsurlardan etkilenmiştir. İşte Uygurların yeni dinî çevreleri üzerine dinî inanç sistemi ve dil böyle etki altında kalırken, göçebe olarak yaşayan Türkler bir yandan da yavaş yavaş şehir hayatına geçiş sürecine girmişlerdir. Sogdlu tüccarların Çin’de ve Çin’e giden ticaret yolu üzerinde ticaret kolonileri kurmaları Uygur Türkleri için farklı tecrübelere kapı açmıştır. Köktürk İmparatorluğu boyunca Uygurlar hayvan besleme ve hayvansal üretimle ilgilenmişlerdi. Ancak Uygurların hayvancılık ve kürk ticaretiyle ilgilenmelerinin yanısıra, Çin kaynalarında da bahsedilen bir başka geçim kaynakları pamuk yetiştiriciliğidir. Dolayısıyla göçebe hayatın öncelikli olduğu zamanlarda bile Uygurlar yerleşik hayatın içindeydiler. Uygurların başkenti Ordubalık/Karabalgasun kaynaklarda büyük şehir, tarımda zengin olan şehir olarak geçmektedir. Uygur devleti içerisinde kağanlar kendileri göçebe veya yarı göçebe hayatlarını devam ettirirken bir yandan da kentsel kültür ve üretimden yararlanmak istemişlerdir. Dolayısıyla şehirlere ve şehirlerdeki hayata önem verip teşvik etmişlerdir. İşte bütün bu şartlar altında Türk dili, Uygur döneminde artık bozkırdan kentlere inmiş burada yerleşik kültür dilleri ile boy ölçüşmeye başlamıştır. Göçebe kültür içerisinde belirli eserler dışında, ki bunlar da genellikle tarihî eserler niteliğinde ele alınabilir, gelişimini gerçekleştiremeyen Türk dili, Uygurlar döneminde yerleşik kültürün dolayısıyla şehirleşmenin artmasıyla birlikte daha düzenli ve tertipli bir edebiyata sahip olmaya başlamışlardır. Şehirleşme ve tarım toplumu, milletleri göçebe kültürün hareketliliğinden uzaklaştıracağı için biraz daha edebiyata ve edebî faaliyetlere yaklaştıracaktır. Uygurlarda da durum böyle olmuştur. Her ne kadar ilk edebî eserlere çeviri edebiyatı çerçevesinde verilmiş olsa da Uygurlar döneminde edebiyat canlanmış, edebî ürünler artmıştır. Medenî hayat karşısında kendilerini yenileyip geliştiren Uygurların bu şehirleşme süreci ile bilirlikte dilleri de daha şehirli bir dil haline gelmiştir. Dil, din, kültür ve iktisadi durumdan ilk etkilenecek ögelerden biridir. Nitekim Uygurlarda da böyle olmuş dil, yeni girilen dinî çevrelerin etkisiyle yeni kelime ve kavramları hemen kazanmış, ayrıca iktisadî ve kültürel bakımdan da etkilenen dil kendisini yenilemiş ve gelişmiştir. Dilin Gelişmesi 745 yılında Göktürk devletinin çöküşü ile kurulan Uygur Kağanlığı 840 tarihine kadar devam etmiştir. Orta Asya Türk dil ve kültürünün gelişip yayılmasında Uygurların etkileri büyük olmuştur. Uygurların 7.- 8. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar kullanmış oldukları yazı dili, dil tarihi içerisinde dil araştırmacıları tarafından Eski Türkçe içinde ele alınıp incelenir. Bu dönemde vokal uyumu Türkçenin diğer dönemlerine göre tamdır denilebilir. Kelime hazinesi bakımından ise kullanılan söz varlığı bütün Türk boylarının ortak söz varlığıdır. Ancak bununla birlikte yeni dinler çerçevesinde yeni kelimeler ödünçlenmiştir. Özellikle 8. yüzyıldan itibaren yeni kurulan Uygur devleti ve yeni girilen dinî çevreler nedeniyle Uygur Türkçesinde bazı gelişme ve değişmeler olmaya başlamıştır. Maniheizm, Budizm gibi yeni kabul edilen dinlerin etkisiyle hem edebiyat hem de dil farklı çizgiler arzetmiş, farklı bir yönde ilerlemiştir. Bu dönemde Maniheizm ve Budizm dairesi içerisine giren Uygurların edebiyat ve dillerinde yoğun çeviri faaliyetleri başlar. Çeviri faaliyetleri temelde dinî metinlerden yapılmıştır. Yeni girilen dinleri tanımak ve tanıtmak adına çeviri faaliyetleri elbette normaldir. Ancak bu çevirileri yapan edipler çevirdikleri eserlerle sınırlı kalmayıp çevirilerine kendilerinden de birşeyler katmışlardır. Yani Uygur dönemi çevirileri daha çok bir adaptasyon niteliğindedir. Hem çeviri eserler hem de yeni kabul edilen dinin dairesine girişle birlikte Uygurcanın söz varlığı genişlemeye başlar. Uygurlar Sanskritçe, Çince, Soğdakça, Toharca, Pehlevice, Süryanice, Tibetçe gibi dillerden fazlaca kelime almışlardır. Diğer yandan Türkçe eklerle yeni kelime ve terimler türetme yoluna gidildiği için Türk dilinin morfolojik yapısı işleklik kazanır. Uygurların girdiği Manihist ve Budist çevreler tercüme faaliyetleri ile dili bu şekilde etkilerken bir yandan da şehirleşme sürecinin verdiği bir takım sonuçlar da dili etkilemiş, dile hukuk ve resmi dilde kullanılan birçok yeni kelime girmiştir. Dil, göçebe hayat tarzından çıkıp, yeni yeni tanıdığı bu çevre ve dilde, yerleşik kültür dillerinin ulaştığı semantik kavramlar dünyasını kendi kalıpları içinde karşılama isteği ve gayretine girmeye başlamıştır. Böylece bozkırdaki durgun mağrur Köktürkçe yerini hareketli, canlı, büyüyen ve gelişen Eski Uygurcaya bırakmıştır. Dini Duyarlılığı İfade İmkanı Türkistan için karakteristik olan bir şey varsa o da muhtelif dinlerin birbirlerine karşı gösterdikleri büyük hoşgörü sayesinde yanyana yaşamış olmalarıdır. Arap istilasından önce Maveraünnehir’de Türkler için yabancı sayılan üç muhtelif dinin bir arada yaşaması bu gerçeğin açık bir delilidir. İran’da Samaniler devletinin takibine uğrayıp sonraları Maveraünnehir’e geçen Mazdeizm, milattan önce I. yüzyılda buralara girip hızla gelişen Budizmle beraber III. yüzyılın ortasında Mezopotamya’da eski Maniheizm tam bir ahenk içinde yanyana yaşamakta idiler. Sasaniler zamanında resmen kabul edilen Maniheizm büyük bir hızla yayılmıştır. Ancak 8.-10. yüzyılda Türkler arasında tamamen yayılma gösterememiştir. Eski Şamanizm daima kendisini hissettirmiştir. Yine de Uygurlar Bögü Kağan’ın 762’de bu dine mensup olmasından sonra Manihezim’e daha da yaklaşmışlardır. Bu dinler dışında Hristiyanlık da Uygurlar arasında az da olsa bir gelişme sahası bulmuştur. Ancak bu dinle ilgili metinler son derece azdır. Hristiyanlığın Nesturi koluna ait bazı Uygurca metin örneklerine Turfan bölgesinin kuzeyindeki Bulayık’da rastlanmaktadır. Uygurlar bu şekilde birkaç din dairesine mensup olarak yaşamışlar, bu da onların hem hayat tarzlarına hem de kültür ve dillerine etkilerde bulunmuştur. Mensup oldukları dine göre hayat tarzlarını düzenleyen Uygurlar bu dinleri anlayabilmek ve anlatabilmek için geniş kapsamlı bir çeviri edebiyatına girişmişlerdir. Maniheizm ve Budizm ile ilgili belli başlı kaynaklar bu dillerden çevrilmeye başlanmıştır. Bu çeviriler yapılırken sadece metne bağlı kalınmamış, Uygur yazar ve şairleri çevirdikleri eserlerin kimi unsurlarını çıkarırken, kimi kısımlarda da eklemeler yapmışlardır. Böylece çeviriden çok adaptasyon diyebileceğimiz eserler ortaya çıkmıştır. Dinî içerik taşıyan bütün bu eserlerde hem yazanın hem de okuyanın dinî duyguları en yüksek derecede ifadesini bulmuştur. O dönemden kalma pek çok Uygur elyazmasında ve duvar resimlerinde de göründüğü gibi tapınakların etrafında bulunan toplanma yerlerinde yapılan Budist festivallerde, vaazlarda, Budist içerikli dramalar ve hikâyeler anlatılmaktadır. Budist edebiyatta bu şekildeki drama metinleri dikkati çekmektedir. Bunun yanı sıra, Uygur soyluları ve sıradan insanlar Budist inanışlarına göre hayırseverik ve dindarlığın gereklerini yerine getirmek üzere Budist tapınaklar, heykeller, freskler, sutra kopyaları yapmak, yaptırmak için oldukça fazla emek ve güç harcamışlardır. Bütün bu eserler, hem Uygurların kültür ve sanatta ne kadar ileriye gittiklerini hem de dinî duygularını edebiyat kültür ve sanatta ne şekilde aksettirdiklerini göstermektedir.
- Irk Bitig
Tahminen 930 yılında Göktürk harflariyle kaleme alınlış olan Irk Bitig, Mani muhitinde yazılmış önemli bir eserdir. İçinde dine ait unsurlar bulunmakla beraber dini bir eser değildir; bir fal kitabıdır. Her bir ayrı bir fal olarak yorumlanan 65 paragraftan meydana gelmiştir. Her falın başında siyah mürekkeple çizilmiş küçük daireler vardır. Her faldaki daireler üç dizi halindedir. Her dizide 1-4 arasında değişen daireler vardır. Böylece her fal, üç rakamlı bir sayıyla numaralandırılmış gibidir. Mesela, bir paragrafın başındaki birinci dizide 2, ikinci dizide 4, üçüncü dizide 2 daire varsa bu fal 242 numaralı faldır. Falına bakmak isteyen insan, muhtemelen dört yüzünden her biri ayrı bir sayıya dalalet eden aşık kemiğini üç defa atmak suretiyle kaç numaralı falın kendisine isabet ettiğini tespit eder. Irk Bitig’in son derece ilgi çekici bir yapısı ve üslubu vardır. Her fal; “ şöyle biliniz iyidir” veya “şöyle biliniz kötüdür” şeklinde bir hükümle bitmektedir. Bu küçük eserde çeşitli adetler, inanışlar ve masal unsurları da yer almakta, günlük dilin kelimeleri de bolca kullanılmaktadır. #IrkBitig #IrkBitik #uygurmetinleri
- Sekiz Yükmek
Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlâkî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker. Sekiz bilgi, Sekiz tomar anlamlarına gelmektedir. Eserde beş duyu organı ve bazı manevi bilgiler anlatılmıştır. Sekiz Yükmek’in bölümleri şunlardır: 1. Köz bilig (görme) 2. Kulgak bilig (duyma) 3. Til bilig (tatma) 4. Burun bilig (koklama) 5. Etüz bilig (< et + öz bilig “dokunma”) 6. Kö?ül bilig (gönül) 7. Adra-tigre bilig (akıl-ayırma bilgisi) 8. Anılık bilig (hazine bilgisi – dini kitaplardan bahseder) #Burkancılık #SekizYükmek
- Kalyanamkara Papamkara Hikayesi
Prens Klayanamkara ve Papamkara Hikayesi adıyla meşhur olan “Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin”( İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü düşünceli Şehzade) Uygurlar döneminin en tanınmış hikayelerinden biridir. Kansu vilayetindeki Bin Buda mabetlerinde bulunan bu eserde, iyi yürekli bir şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerine engel olmak üzere çok değerli bir mücevheri ele geçirmek için çıktığı maceralı yolculuk anlatılır. Gemilerle yapılan yolculukta bin bir türlü tehlike vardır. Şehzadenin sahip olduğu mücevher kötü yürekli kardeş tarafından gözleri oyularak çalınır. Fakat sonunda adalet yerini bulur ve iyi yürekli şehzade Buda’ya dönüşür. Aslı Sanskritçe olan ve 10. yüzyılda Uygurcaya çevrilen bu eserde çok canlı bir üslup vardır. Olaylar çok akıcı bir dille anlatılmakta, yer yer görülen çok canlı tasvirler çok kısa tutulmakta, yine yer yer rastlanan karşılıklı konuşmalar üslubun akıcılığını bir kat daha artırmaktadır. #KalyanamkaraPapamkara #uygurmetinleri
- Altun Yaruk (Altın Işık)
Uygurcaya çevrilen, Budizmle ilgili bir başka kitap da Altun Yaruk’tur. Budizmin kutsal kitabı sayılan ve İslâmiyet öncesi Türk edebiyatının ünlü yapıtlarından sayılan bu kitap, Uygurların dinî inançlarını, dil zenginliğini ve ulusal özelliklerini göstermesi bakımından, bir çeviri olmasına rağmen kültürel değerlerimiz arasında sayılmaktadır. Altun Yaruk “Altın Işık” manasına gelir. Uygurcaya çevrilen, Budizmle ilgili bir başka kitap da Altun Yaruk’tur. Budizmin kutsal kitabı sayılan ve İslâmiyet öncesi Türk edebiyatının ünlü yapıtlarından sayılan bu kitap, Uygurların dinî inançlarını, dil zenginliğini ve ulusal özelliklerini göstermesi bakımından, bir çeviri olmasına rağmen kültürel değerlerimiz arasında sayılmaktadır. 10. yüzyılın ilk yarısında yazıldığı tahmin edilen Altun Yaruk’un tanınması 17. yüzyıldadır. Birkça nüshası bulunan ve oldukça hacimli olan Altun Yaruk, Budizm’in esaslarını, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini anlatan bir eserdir. Budizm’e ait esaslar eserde geniş anlatımlarla ve oldukça akıcı bir üslupla anlatılır. Aslında düzyazı biçiminde yazılan Altun Yaruk içinde, pek çok manzum parça da bulunmaktadır. Altun Yaruk’taki hikâyelerden “Şehzade ile Pars Hikâyesi”ndeki bazı bölümler manzumdur. Bu şiirlerden bazılarını ve olayın kısa bir özetini, bu döneme örnek olması açısından veriyoruz: Şehzade İle Aç Pars Hikayesi: Bu hikayedeaçlıktan ölmek üzere olan bir parsı kurtarmak isteyen fedakar şehzade anlatılır. Parsın ölmemesi için şehzade kendisini ona yem eder. Hikayenin sonunda Buda, şehzadenin, kendisi olduğunu ifade eder. Bu hikaye çok canlı ve akıcı bir üsluba sahiptir. Şehzadenin ölümü üzerine söylenen şiirlerde tam bir ağıt havası vardır. “Şehzade ile Pars Hikâyesi”nden Mahasatvi, kendini aç parsa yedirince yer gök sarsılır, büyük ve çok şiddetli bir deprem olur. Bunun üzerine Mahasatvi’nin büyük ağabeyi, ortanca kardeşine şöyle seslenir: Yagız yir bütürü tepreyür Ügüzler taglar birle kalısız Bulung yıngak kararıp Ölez boltı kün tengri Yağız yer tümden sarsılıyor, Irmaklar, dağlar ile birlikte; Köşe bucak kararıp Sönüp gitti Gün Tanrı. Köktin tüşer tengridem Hua çeçekler bulgaşu Odgurak erki inimizning Et’özin titmek belgüsi Gökten düşüyor ilâhî Güller ve çiçekler ard arda; Acaba (bunlar) kardeşimizin Vücudunu feda işaretleri mi? Ağabeyinin bu sözlerini işiten ortanca kardeş, ona şöyle cevap verir: Eşidtim men Mahasatvi’ning Sözlemiş çın savın Timinkiye körmişte Toruk küçsüz aç barsıg İşittim ben Mahasatvi’nin Söylediği gerçek sözleri; Daha demin görünce Zayıf, güçsüz aç parsı; Aç emgekke egirtip Enükin yigeli kılmışın Anın sizindim inimke Et’özin titdi erki mü Açlık acısı ile kıvranıp Eniklerini yemeye kalkıştığını. Bu yüzden şüphelendim kardeşimden: Vücudunu feda mı etti ki? Bunun üzerine ağabey-kardeş, aç parsı gördükleri yere giderler. Orada Mahasatvi’nin, pars tarafından parçalanıp yenildiğini görünce, cesedinin artan parçaları ve kemikleri başında yüksek sesle ağlayıp feryat ederler ve şunları söylerler: Körkle kövşek tokılıg İnimiz erding küvez a Ögke kangka sevitmiş [İnimiz] erding kadaş a Güzel, nazik yapılı Küçüğümüzdün, ey yiğit! Anaya babaya sevdirmiş Küçüğümüzdün ey kardeş! Neçükin yana birgerü Birlekiye ünüp üçegü Negülüg titding özüngin Bizni birle barmadıng Ne için, hep beraber, Birlikte büyümüşken üçümüz, Ne diye feda ettin kendini Bizim ile varmadın? Ögümüz kangımız bizinge Utru körüp ayıtsar Biz ikegü negü tip Ötünelim sözlelim Anamız babamız bize Karşı çıkıp sorarsa, Biz ikimiz ne deyip Arz edelim, söyleyelim? Ol yig bolgay üçegü Birlekiye ölser biz Neng bizinge kergeksiz Bu et’özümüz tirigi Yeğ olurdu üçümüz Hep beraber ölsek biz; (Şimdi) bize gereksiz Bu vücudun dirliği! Altun Yaruk dışında var olan birçok hikayeden ikisi de aşağıdakilerdir. Çeştani Beğ Hikayesi: Çeştani beğ’in ülkesinde yaşayan insanlara hastalık ve belalar hetiren insanlarla mücadelesini anlatır. Şeytanların tasviri son derece canlıdır. Eseri Şilazin adlı bir tercüman Toharcadan Türkçeye çevirmiştir. Dantipali Beğ Hikayesi: Kendi emrindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden bir geyiği anlatır. Geyiği öldüren Dantipali Beğ’i ise korkunç alevler yutar. Hikaye, çok canlı tasvirlere sahiptir. #AltunYaruk #uygurmetinleri
- Dede korkut
Dede Korkut’un gerçek ismi, hayatı, yaşadığı çağ ve coğrafyayı kesin olarak aydınlatmak eldeki kaynaklar ve rivayet ile mümkün değildir. Dede Korkut Hikayelerinde çıkarılabildiği kadarıyla ise Dede Korkut’un kişiliği iki şekildedir; 1- Kutsal Kişiliği , 2- Bilge Kişiliği. Başka kaynaklarda devlet adamı kişiliğinin de bulunduğu belirtilmektedir. Dede Korkut çok kişilikli olarak karşımıza çıkması farklı zaman, hatta farklı mekanda yaşamış benzer şahsiyetlerin destanlarda tek isim altında toplanmış olabileceğini düşündürüyor. Fakat bu kişiliklerin halkın eklentisi olma ihtimali de vardır Destanlarda Dede Korkut keramet sahibi biridir. Doğa üstü bir manevi güce sahiptir. Destanlarda şu gibi kerametleri görülmüştür; 1- Gelecekten Haber Verme: ” Korkut Ata söyledi: Ahir zamanda hanlık tekrar Kayı’ya geçecek. Kimse ellerinden alamayacak, ahir zaman olup kıyamet kopuncaya kadar. ” (Mukaddime) Destanda geçen örnekte de belirtildiği gibi Dede Korkut gelcekten haberler verirdi. Bu haberleri geçmişte yaşadığı denyimlere dayanarak söylerdi. 2- Halkın Onun Sözünü Tutması: ” Korkut Ata Oğuz kaminin müşgülün hallederdi. Her ne iş olsa Korkut Ata’ya danışmadan yamazlardı. Her ne ki buyursa kabül ederlerdi. Sözünü tutup tamam ederlerdi. ” (Mukaddime) Hanlardan çobana kadar herkes onun sözüne güvenirdi, ona danışırlardı. 3- Duasının Allah Katında Kabul Olması: “… Ne derse olurdu. Gaipten haber söylerdi. Hak Taala onun gönlüne ilham ederdi. ” (Mukaddime) , “… Dede Korkut dedi: (Kılıç) Çalarsan elin kurusun dedi. Hak Taala’nın emri ile Deli Karçar’ın eli yukarıda asılı kaldı. Zira Dede Korkut keramet sahibi idi, dileği kabul olundu. ” (Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı) Birinci örnekte geçen “Ne derse olurdu.” Cümlesi hem halkın onun sözünü dinlediği hem de duasının kabul edildiği anlamındadır. İkinci örnekte de duasının kabul olduğu belirtilmiştir. Dede Korkut’taki bu kerametlerin iki kaynaktan gelmiş olabileceği düşünülmektedir; 1- İslam Tasavvufu 2- Şamanist İnanç Dede Korkut’un destanlarda islam tasavvufuna uymayan davranışları bu ihtimali zayıflatıyor. Mutasavvuflardaki kamil insan olma hedefi, çile çekme, dergah… gibi unsurlar Dede Korkut’ta görülmüyor. Ermişlerinkine benzeyen olağan üstü olaylar yaşaması da yazıya geçirilene kadar uğramış olduğu değişiklikler olbilir. Çünkü Türkler’in islamı henüz kabul ettiği ve değişim içerisinde olduğu 15-16. yy.larda yazıya geçirilmiştir. Dede Korkut’un kutsal kişiliğinin şamanist yaşantıdan gelmiş olabileceğini kabul edebiliriz. Ozan oluşu şamanistlerin özelliğini hatırlatmaktadır. Ayrıca kerametlerini gizlememesi de kutsal kişiliğinin şaman inancından geldiğini güçlendirmektedir. DEDE KORKUT’UN BİLGE KİŞİLİĞİ Dede Korkut devlet adamlarından sıradan insanlara kadar etkili ve öğüt vericidir. Bilgeliği eğitici, öğretici ve tenkit edicidir. Onun bu kişiliği tarih ve toplum yaşantısından gelmektedir. Geçmiş alplerin başından geçen olayları anlatır ve öğüt verir. DEDE KORKUT’UN SOYU Dede Korkut’un soyu hakkında kesin bir bilgi elde edilememekle birlikte, mukaddimede Bayat Boyu’ndan olduğu geçiyor. Ayrıca bazı kaynaklar Kara Hoca’nın oğlu olduğunu söylemektedir.Ebulgazi de Kayı boyundan olduğunu yazmıştır. Karmış Han’ın oğlu demiştir. Bazı rivayetler İshak Peygamberin soyundan söyler. Bir başka rivayete göre de Hristiyan Aziz Kirkor’dur. #DedeKorkut #DedeKorkutKimdir #DedeKorkut039unHayatı #KorkutAta



