Arama Sonuçları
Boş arama ile 856 sonuç bulundu
- Dirse Han Oğlu Buğaç Han Destanı
Hanlar hanı olan Kam Gan oğlu Han Bayındır yılda bir kere büyük bir ziyafet tertipleyerek Oğuz beylerini konuklarmış. Bir gün Bayındır Han yine böyle bir ziyafet hazırlığı yaparken bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere de kara otağ kurdurur. “Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olmayanı kara otağa alın, altına kara keçe döşeyin, önüne kara koyun yahnisinden getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin, -oğlu kızı olmayana Tanrı Taala gazap etmiştir, biz de ederiz, iyi bilsin” der. Oğuz beyleri birer birer gelip toplanmaya başlarlar. Dirse Han adında oğlu kızı olmayan bir bey de kırk yiğitini yanına alarak toplantıya gelir. Bayındır Han’ın adamları Dirse Han’ı karşılayarak kara otağa kondururlar, altına kara keçe sererek önüne kara koyun yahnisi getirirler. Dirse Han hiddetle bunun sebebini sorar, Bayındır Han’ın buyruğunu anlatırlar. Bunun üzerine Dirse Han yiğitlerini alarak ziyafeti bırakıp karısıyla görüşmek üzere eve döner. Durumu tatlılıkla anlattıktan sonra hiddete gelerek çocuk olmamasında hangisinin suçlu olduğunu sorar. Karısı ikisinde de suç olmadığını, bu işin Allah’tan geldiğini söyleyerek büyük bir ziyafet vermesini, îç Oğuz ve Taş Oğuz beylerini çağırmasını, fakirlere yardımda bulunmasını teklif eder. Dirse Han karısının dediğini yaparak büyük bir ziyafet tertip eder ve sonunda beylerin duasını ister. Beyler el kaldırıp Dirse Han’a çocuk vermesi için Tanrıya dua ederler. Bir ağzı dualının duası ile istedikleri olur ve bir zaman sonra Dirse Han’ın bir oğlu dünyaya gelir. Oğlan on beş yaşına gelince Dirse Han Bayındır Han’ın ordusuna karışır. Bayındır Han’ın bir boğası ile bir buğrası varmış. Bir yazın, bir güzün boğa ile deveyi savaştırır, seyrederlermiş. O yaz hayvanları yine meydana çıkardıkları gün Dirse Han’ın oğlu üç ordu çocuğu ile orada aşık oynuyormuş. Diğer çocuklar kaçışırlar, Dirse Han’ın oğlu kaçmayarak orada boğa ile karşı karşıya kalır. Çetin bir boğuşmadan sonra çocuk boğayı öldürür. Beyler başma toplanırlar. Çocuğa ad koymak ve babasından taht ve beylik istemek için Dede Korkut gelir. Babasından taht ve beylik alarak oğlana boğayı öldürdüğü için Buğaç adını verir. ( Oğuz zamanında bir çocuğa, kan dökmeden, baş kesmeden ad takmazlarmış). Buğaç beylik alıp tahta çıkınca babasının kırk yiğitini anmaz olur. O kırk namert yiğit de eski itibarlarına kavuşmak için Buğaç’ı yok etmeye karar verirler. Babasına oğlunu kötüleyen dedikodular getirerek onu oğlunu öldürmek için teşvike başlarlar. Dirse Han bunlara kanarak oğlunu öldürmek üzere bir av tertip eder. Av sırasında kırk namert bir yandan çocuğa babasını sevindirmek için önünde av avlamasını söylerken öte yandan Dirse Han’a “Bak oğlun senin üzerine geliyor, geyiğe atarken seni vuracak” deyip Dirse Han’ı oğlunu vurmağa teşvik ederler. O da çekip ok ile oğlunu vurur. Buğaç düşünce babası üzerine gitmek isterse de o kırk namert buna engel olur ve evlerine dönerler. Buğaç’ın annesi oğlunun ilk avıdır diye büyük bir hazırlık yapmıştır. Fakat gelenler arasında oğlunu göremeyince deliye döner, Kırk namert, çocuğun avda olduğunu söylerlerse de annesi durmaz kırk ince belli kızı yanına alarak av yerine gider. Bir çukurda çocuğu kanlar içinde bulurlar. Buğaç korkmamalarını söyler ve yaralanınca Hızır’ın gelerek yarasını sıvazladığını, “sana bu yaradan ölüm yoktur, ananın sütü ile dağ çiçeği sana merhemdir” dediğini anlatır. Buğaç’ı getirip babasından gizli olarak tabiplere verirler. Kırk günde iyileşir. Kırk namert bunu duyunca, yaptıkları ortaya çıkmadan, bu sefer Dirse Han’ı yakalayıp kâfir illerine götürmeye karar verirler. Han’ı tutup ellerini bağlarlar, boynuna ip takıp yaya yürüterek kâfir illerine yönelirler. Oğuz beyleri bundan haberli değillerdir. Annesinin isteğiyle Buğaç Han arkadan yetişerek kırk namerdi öldürüp babasını kurtarır. Hanlar hanı Bayındır Buğaç’a taht verir, beylik verir. Dedem Korkut gelip destanlar söyler, bu Oğuznameyi bu şekilde düzenler ve tespit eder. Burada biten Buğaç hikâyesinden sonra, destanları tespit edene ait olduğu anlaşılan ve dünyanın geçiciliğini anlatan manzume ile dinleyenlere hayır duada bulunan ozan dilekleri gelmektedir.
- Dede Korkut Kitabı’nın İçeriği
Kitabın girişi Dede Korkut’u takdim için yazılmış olup iki kısımdan ibarettir. Birincisi hikâyelerin kopyalanması sırasında yazılmış olan ve Dede Korkut’u tanıtan kısımdır. Besmeleden sonra başlayan bu kısımda Peygamber zamanına yakın Bayat boyundan Korkut Ata adında bir erin ortaya çıktığı, bu Korkut Ata’nın Oğuz kavminin müşküllerini çözen ve gaipten türlü haberler veren bir kimse olduğu bildiriliyor ve onun hanlığın, sonunda Kayılara geçeceğini söylemiş olduğuna işaret edilerek Korkut Ata’nın bununla şimdi hüküm sürmekte olan Osmanlıları kastetmiş olduğu belirtiliyor. Girişin bu kısa tanıtımdan sonra gelen ikinci kısmı ise Dede Korkut’un sözlerine ayrılmıştır. Yine ikiye ayırabileceğimiz bu kısımda önce Dede Korkut’un söylemiş, olduğu vecizeler sıralanmakta, sonra da kadınları dörde ayıran sözleri gelmektedir. Vecizeler dört grupta toplanmış olup bir gruptakilerin sonları hep aynı şekil veya kelime (-mez, yig, bilür, görklü) ile bitmekte, her grubun sonu da bir iki dua cümlesiyle bağlanmaktadır.
- Dede Korkut Hikayeleri
Türk dilinin en güzel ve en dikkate değer eserlerinden biri olan Dede Korkut Kitabı bir buçuk asra yakın bir zamandan beri bilinmektedir. Bilim dünyasıyla Türk dili ve edebiyatı alanında Dede Korkut Kitabı yahut kısaca Dede Korkut adıyla tanınan eser bir destansı Oğuz hikâyeleri mecmuasıdır. Prof. Dr. Fuat Köprülü, eserin değerini “Bütün Türk Edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut Destanı’nı öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar” diyerek ifade etmiştir. Biri Dresden’de, öteki Vatikan’da olmak üzere iki nüshası bulunan bu eserin Dede Korkut adıyla anılmasının sebebi, Dede Korkut adındaki ozanlar pirinin eserin bir nevi müellifi durumunda bulunması, eserde toplanmış olan Oğuz destanlarının onun tarafından düzenlenmiş gösterilmesidir. D ede Korkut adındaki “Dede” kelimesinin “Korkut” adı kadar eski olmadığı ve bunun efsanevi Korkut’un yaşlılığını vasıflandırmak için asıl isme sonradan eklendiği şüphesizdir. Tarihî kaynaklarda ve çeşitli Oğuz rivayetlerinde Korkut adının bazen Dede’siz olarak sadece Korkut, bazen de Korkut Ata şeklinde geçmesi bunu açıkça göstermektedir. Esasen, Kâşgarlı’da mevcut olan ve Oğuzca olduğu kaydedilen, XIII. yüzyıldan bu yana da Anadolu metinlerinde gördüğümüz dede kelimesiyle daha eski Türkçede ve Doğu Türkçesi hariç Batı Türkçesi dışındaki öteki Türk şivelerinde (şive kelimesini Kurum’un kabul ettiği lehçe sözü yerine kullanıyoruz) karşılaşılmaktadır. Radloff’ta Çağatayca olarak da bulunmakla beraber, yapısı bakımından şüpheli görünen bu kelimenin Doğu Türkçesine de Oğuzcadan geçtiği anlaşılmaktadır. Eskiden beri Türkçede ve öteki Türk şivelerinde yaşlı büyüklerin unvanı olarak Batı Türkçesindeki dede kelimesi yerine genel olarak ata unvanı kullanılmıştır. Buna Batı Türkçesinde de rastlanmaktadır. D ede Korkut Kitabı’nın İçeriği D irse Han Oğlu Buğaç Han Destanı S alur Kazan’ın Evinin Yağmalanması Destanı K am Büre Oğlu Bamsı Beyrek Destanı K azan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Düştüğü Destan D uha Koca Oğlu Delü Dumrul Destanı K anlı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı K azılık Koca Oğlu Yigenek Destanı B asat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Destanı B egil Oğlu Emren’in Destanı U şun Koca Oğlu Segrek’in Destanı S alur Kazan’ı Oğlu Uruz’un Tutsaklıktan Çıkardığı Destanı İ ç Oğuz’a Taş Oğuz Asi Olup Beyrek’in Öldüğü Destanı D ede Korkut Hikâyelerinin Niteliği D ede Korkut Hikâyelerinin Sayısı D ede Korkut Kitabı Nüshaların Karşılaştırılması Korkut adının geçtiği tarihî kaynaklara bakılınca sadece Korkut olarak zikredilmediği zaman, bunun Doğu Türkçesinde Korkut Ata, Batı Türkçesinde ise Korkut Ata veya Dede Korkut şekillerinde kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan Dede Korkut adını kullanan kaynakların, bugün elde bulunan Dede Korkut hikâyelerinin ve bu hikâyelere dayanan rivayetlerin etkisi altında kaldığına kolayca hükmolunabilir. Kahramanımızın adı tarihî kaynaklarda şu şekillerde geçmektedir: Reşidüddin’in Câmiü’t-tevârih’inde Korkut, Nevayî’nin Nesâimü’l-mahabbe’sinde Korkut Ata, Şecere-i Terâkime’de Korkut veya Korkut Ata, Târih-i Dost Sultan’da Korkut; buna karşılık Yazıcıoğlu’nun Selçuknâme’sinde Korkut Ata, Topkapı Sarayı Oğuzname’sinde Dede Korkut, Câm-i Cem-âyin’de Korkut Ata ve Dede Korkut, Atalar Sözi kitabında Dede Korkut, Bayburtlu Osman’ın tarihinde Dede Korkut, Edirneli Ruhî ve Müneccimbaşı tarihlerinde Korkut Ata (bk. Tarihî kaynaklarda Dede Korkut). Asıl Dede Korkut Kitabına gelince, eserin Dresden nüshasında ad 4 defa Korkut Ata, 29 defa Dede Korkut, 21 defa Dedem Korkut, 18 defa yalnız Dede, 1 defa da Dede Sultan şeklinde geçmektedir. Bunlardan 4 yerde geçen Korkut Ata isim grubu eserin asıl hikâyelerle ilgisi şüpheli görünen giriş bölümünde bulunmakta, Vatikan nüshasında da girişten başka yerde Korkut Ata şekli geçmemektedir. Böylece her iki nüshada da hikâyelerde tam hâkimiyet dede tarafındadır. Dresden nüshasının üzerinde de Kitâb-i Dedem Korkut yazılıdır. Vatikan nüshasının başında Dede Korkut adı bulunmamaktadır. Görülüyor ki Korkut’un asıl metnin tespit edildiği Türk zümresi arasındaki unvanı Ata değil, Dede’dir. Adın 18 defa yalnız Dede olarak geçmesi her türlü tereddüdü ortadan kaldıracak durumdadır. Gerçi akrabalık adları ve unvanlar Türkçede genel olarak unvan grubu teşkil edecek şekilde asıl isimden sonra gelmektedir. Fakat bunların ismin başına gelerek sıfat tamlaması şeklinde isim grupları meydana getirdikleri de görülür (Hoca Mes’ud gibi). Bu kullanış Dede Korkut Türkçesinin içinde bulunduğu Doğu Anadolu ve Azeri alanı için çok yaygın bulunmaktadır. Azeri alanında Hoca Nasreddin, Dede Kasım gibi sıfat tamlaması şeklindeki isim gruplarının kullanılması bugün artık Nasreddin Hoca, Kasım Dede gibi unvan gruplarından daha az değildir. Bu türlü kullanışa Dede Korkut metninde de çok fazla rastlamaktayız (Han Bayındır, Han Kazan, Han Beyrek, Big Begil, Big Yigenek gibi) . Sonra dede kelimesi, menşei şüpheli görünmekle beraber, ses taklidi yoluyla türemiş bir söze de çok benzemektedir. Anne, nine, nene, meme gibi ses bakımından birbirine benzeyen iki heceden kurulmuş olan bu kelimenin öteki Türk şivelerinde bulunmaması ve esas itibarıyla Oğuz şivesinde kullanılmış olması ise Dede Korkut adına şüpheyle bakmayı gerektirmez. Çünkü Dede Korkut hikâyeleri her şeyden önce Oğuz destanlarıdır ve Korkut da esas itibarıyla Oğuz dairesine mensuptur. Bunlara ilave olarak ata kelimesinin, eserin içinde bulunduğu alanda olduğu gibi, eserin kendisinde de hep “baba” anlamında kullanıldığını belirtmeliyiz. Bütün bunlar göz önünde bulundurulunca elimizdeki metin için unvan grubu şeklindeki Korkut Ata adı yerine sıfat tamlaması şeklindeki Dede Korkut adını kullanmanın daha doğru olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur. Onun için bu incelememizde biz de Dede Korkut adını kullanacak ve incelediğimiz eserin her iki nüshasına da Dede Korkut Kitabı diyeceğiz.
- Runik Harfli Türkçe Kitabeler
unik harfli Türkçe kitabelerin bilinen ilk örnekleri Köktürklerin ikinci döneminden kalmış olan bengü taş ve yazıtlardır. Bunlar şunlardır: 1.Çoyr 2.Hoytu Tamir 3. Ongin (Işbara Tamgan Tarkan) 4.İhe-Huşotu (Köl İç Çor) 5.İhe-Aşete (Altun Tamgan Tarkan) 6.Bayın Çokto (Tonyukuk) 7.Birinci Orhun (Köl Tigin) 8.İkinci Orhun (Bilge Kagan) 9.İhe-Nûr 10.Hangiday Çoyr yazıtı, tarihi bilinen ve bugüne ulaşan en eski Türk yazıtıdır. Bir Köktürk erinin İlteriş Kağan’a katılışını anlatan yazıt 687-692 yıllan arasında dikilmiştir. Taş, 6 satırdan oluşmaktadır. Hoytu Tamir bölgesinde bulunmuş olan metinler diğerlerinden farklı olarak, taş üzerine kazınarak değil, kayalar üzerine boya ile yazılmıştır. 34 parçadan oluşur; yayımlanmış olan 21 parça yazıtta toplam 42 satır vardır. Metinlerde Tarduşların başı Köl İç Çor’un Türgişlerle savaşması ve Beş Balık’a yapılan seferden bahsedilmektedir. Ercilasun’a göre bu yazılar 717-720 tarihleri arasında yazılmıştır. 719-720 tarihlerinde dikilmiş olan 19 satırlık Ongin anıtı, Bilge Işbara Tamgan Tarkan adlı bir beyin ve babası İl İtmiş Yabgu’nun, İlteriş ve Bilge Kağan zamanlarında Türk milleti için nasıl çalıştıklarını ve düşmanla savaştıklarını anlatmaktadır. Bu anıtta “kağana bağlılık” fikri veciz bir şekilde işlenmiştir. Köl İç Çor anıtı 723-725 yılları arasında dikilmiştir ve 29 satırdan oluşmaktadır. Tarduşların başı olan Işbara Bilge Köl İç Çor’un savaşlardaki yiğitliğini anlatmaktadır. Işbara Bilge Köl İç Çor, Bilge Kağan zamanında Tarduşlar üzerine şad olarak tayin edilmiştir ve bu husus Bilge Kağan anıtında da yer almaktadır. Köl İç Çor’un savaşlardaki yiğitliğini anlatan satırlar, Köl Tigin bengü taşındaki tasvirlere çok benzemektedir. İhe-Aşete yazıtı, Altun Tamgan Tarkan adına, tahminen 724 yılında dikilmiş 10 satırlık küçük bir yazıttır. Genel olarak “Orhun Abideleri” diye adlandırılan Tonyukuk, Köl Tigin ve Bilge Kağan bengü taşrı, Köktürk edebiyatının en uzun ve en mükemmel örnekleridir. İhe-Nûr yazıtı 6 satırlık küçük bir yazıttır. 730 civarında dikildiği tahmin edilmektedir. Hangiday yazıtı, Hangiday dağında bir kaya üzerine yazılmıştır. Bu yazıt, 4 satırdır. Runik harfli veya Köktürk harfli metinler sadece Köktürklerden kalmış değildir. Bulgar Türklerinden, Avarlardan, Uygurlardan, Kırgızlardan, Türgişlerden, Oğuzlardan, Peçeneklerden ve Kıpçak-Kumanlardan da Köktürk harfli yazıtlar kalmıştır. Köktürk harfli anıt ve yazıtların bulunduğu alan Moğolistan ve Sibirya içlerinden Romanya, Macaristan ve Bulgaristan’a kadar uzanmaktadır. Yazıtların Moğolistan’dan sonra en yaygın olarak bulundukları alan Güney Sibirya’da Yenisey ve kollarının suladığı alandır.
- Göktürk Türkçesi ile Günümüz Türkçesi Arasındaki İlişkisi
Köktürk kitabeleri Eski Türkçe denilen dönemin ilk ayağını oluşturan Kök Türkçe ile yazılmıştır. Kök Türkçenin kendine has birtakım özellikleri mevcuttur. Bugünkü Türkçede bulunan seslerden c, f, ğ, h, j, v sesleri Kök Türkçede yoktur. Buna karşılık bugünkü ölçünlü (standart) Türkçede bulunmayan; fakat pek çok ağız ve lehçede mevcut olan ŋ sesi Kök Türkçede de vardır. Kök Türkçede 8 ünlü (bazı bilginlere göre kapalı e ile birlikte 9 ünlü), 19 ünsüz vardır. Kök Türkçenin ünlüleri şunlardır: a, e, ı, i, o, ö, u, ü. Kök Türkçenin ünsüzleri şunlardır: b, ç, d, g, g, k, k, I, m, n, ŋ, ń, p, r, s, ş,t, y, z. Bu döneme ait bazı ses özellikleri şunlardır: 1. Bugün g- ile söylediğimiz bazı kelimeler, Kök Türkçede k- ile söylenmekteydi: keç- (geçmek), kel- (gelmek), kir- (girmek), köl (göl), kör- (görmek), köz (göz), küç (güç), kümüş (gümüş), kün (gün). 2. Bugün d- ile söylediğimiz bazı kelimeler de Kök Türkçe döneminde t- ile söylenmekteydi: tag (dağ), taş (dış), tebi (deve), teg-(değmek), temir (demir), ti- (demek), tir- (dermek), tod- (doymak), tokuz(dokuz), tört (dört), tuy- (>duymak), tüz (düz). 3.Bugün, içinde v olan kelime içi ve sonundaki sesler Kök Türkçede b’dir: eb (ev), ebir- (evirmek), kabış- (kavuşmak), sab (>sav), sebin- (sevinmek), tabışgan (tavşan), tebi (deve), yabız (>yavuz). 4.İlk hece sonundaki g ve g’lar korunur: ag- (ağmak, yükselmek), beg(bey), egri (eğri), oglan (oğlan), ög- (öğmek-övmek), tag (dağ), teg- (değmek), tog- (>doğmak), yıg- (yığmak), yig (yeğ). 5.Bugün Türkiye Türkçesinde düşmüş olan ikinci ve daha sonraki hecelerin sonunda bulunan g ve g’lar korunur: adgırıg (aygırı), arıg (an, temiz), atlıg (atlı), başlıg (başlı), bilig (>bilü), bitig (biti), elig (el), elig (elli), kullug (kullu), küçlüg (güçlü), sarig (sarı), tügünlüg (düğümlü), yadag (yay). 6.İkinci ve daha sonraki hecelerin başında bulunan g ve g’lar korunur:edgü (iyi), ilgerü (ileri), kazgan- (kazanmak), tabışgan (tavşan), algalı (>a-lalı), ölgeli (>öleli). 7.d’ler korunur: adak (ayak), adgır (aygır), adrıl- (ayrılmak), bod(>boy), edgü (iyi), yadag (yaya). 8.İlk hecedeki i’ler korunur: bir- (vermek), biş(beş), il (ülke, devlet),ir- (ermek, ulaşmak), it- (etmek), ti- (demek), tir- (dermek), yi- (yemek), yig(yeğ), yir (yer), yiti (yedi). Bazı araştırıcılar, Türkiye Türkçesinde e olan ilkhece i’erinin Kök Türkçede i değil kapalı e olduğu fikrindedirler. 9.Türkiye Türkçesinde v ile başlayan üç kelime Kök Türkçede b’lidir: bar (var), bar- (varmak), bir- (vermek). 10.Bol- (olmak) fiilindeki b sesi korunur: bol-, bolma-. K ökeni Türkçe olan bir kelimenin Kök Türkçedeki söylenişini bulmak için şunları yapmalıyız: 1.c’leri ç yapmalıyız: anca ança, bunca bunça, ucuz uçuz, ocak oçuk, tö-resince törüsinçe. 2.v’leri b yapmalıyız: ev eb, sebin- sevin-, yavuz yabız, var bar, var- bar-,ver- bir-. 3.g-‘leri k- yapmalıyız: gel- kel-, gör- 4.d-‘leri t- yapmalıyız: dil tiz, dağ tile-, dök- 5.ğ’leri g yapmalıyız: dağ ağrı- 6.Sonunda ı, i, u, ü bulunan kelimelerde büyük bir ihtimalle g düşmüşolabileceğini düşünerek bu sesi eklemeliyiz: arı (temiz) arıg, diri tirig, ölüölüg, sevi sebig, katı katıg. Sahiplik ifade eden +lı ekinin Kök Türkçede daima g’li olduğunu unutmamalıyız: başlı başlıg, dizli tizlig, güçlüküçlüg. 7.Olmak fiilinin b ile, vurmak fiilinin v’siz söylendiğini unutmamalıyız: ol- bol-, vur- ur- 8.Sınırlı sayıdaki kelimede ilk hece e’lerinin Kök Türkçede i olduğunu bilmeliyiz: beş biş, ver- bir-, ye-yi-, de- ti-, yet-yit- (ulaşmak), yer yir, yedi yiti. 9.Az sayıda kelimede bulunan -y’lerin Kök Türkçede d olduğunubilmeliyiz: ayak aygır
- Kültigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk
Genel olarak “Orhun Abideleri” diye adlandırılan Tonyukuk, Köl Tigin ve Bilge Kağan bengü taşlaru, Köktürk edebiyatının en uzun ve en mükemmel örnekleridir. Bilge Kağan anıtı 79, Köl Tigin 71, Tonyukuk anıtı ise birinci taşı 35, ikincisi 27 olmak üzere 62 satırdan oluşur. üç metinde geçen kelime sayısı yaklaşık 6000’dir. Farklı kelimelerin sayısı ise 840’tır. Moğolistan’ın başkenti Ulanbator’un yaklaşık 75 km doğusunda bulunan Tonyukuk anıtı iki bengü taştan oluşmaktadır. Tonyukuk bengü taşı 725-726 yılları arasında dikilmiştir. Tonyukuk bengü taşının son satırında Türk Bilge Kagan Türk sir bodunug Oguz bodunug igidü olurur (Türk Bilge Kağan, muzaffer Türk milletini, Oğuz milletini besleyerek tahtta oturmaktadır) denildiğine göre Tonyukuk anıtının, Bilge Kağan’ın hükümdarlık dönemi olan 716-734 tarihleri arasında dikildiği kesindir. Bengü taşı diktiren ve üzerindeki yazıları yazdıran doğrudan doğruya Bilge Tonyukuk’tur. Bengü taşta Türk milletinin Çin tutsaklığından kurtuluşu ve İlteriş Kağan zamanı ile Kapgan Kağan’ın ilk yıllarında Köktürklerin Oğuzlarla, Kırgızlarla, Türgişlerle ve Çinlilerle yaptığı savaşlar anlatılmakta; bütün bu olaylarda Tonyukuk’un rolü özellikle belirtilmektedir. Köl Tigin bengü taşı 21 Ağustos 732 tarihinde Bilge Kağan tarafından diktirilmiştir Köktürklerin birinci dönemdeki şevket devrini, daha sonra nasıl zayıflayıp Çin’e tutsak olduklarını, Çin esaretinden nasıl kurtulduklarını ve nihayet Köl Tigin’in kahramanlıklarla dolu hayatını anlatır. Köl Tigin, İlteriş Kağan’ın oğlu ve Bilge Kağan’ın kardeşidir. 71 satırdan oluşan Köl Tigin bengü taşının yazarı Bilge Kağandır. Olaylar Bilge Kağan tarafından anlatılmaktadır. Bengü taş ve barkın duvarları üzerine yazıyı bizzat yazan veya yazılmasına nezaret eden, Köl Tigin’le Bilge’nin yeğeni Yollug Tigin’dir. Muhtemelen Bilge Kağan metni daha önce hazırlayıp Yollug Tigin’e vermiş hatta belki de Bilge Kağan tarafından nutuk olarak oluşturulan metin Yollug Tigin tarafından not edilmiş; sonra da taşlar üzerine kazınmıştır. Köl Tigin bengü taşı, Türk edebiyatının san’atkârane üslûpla yazılmış ilk eseridir. Muharrem Ergin’in belirttiği “yalın ve keskin üslûp, hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı” anıtta hemen kendini hissettirmektedir. “Teŋri teg teŋride bolmış Türk Bilge Kagan ” diye başlayan ilk satırdan itibaren âdeta göklerden gelen muhteşem bir sesleniş asırları delip geçerek ruhumuzu titretir. “Üze kök teŋri asra yagız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış ” cümlesiyle başlayan satırları okuyunca semavî bir yücelik benliğimizi sarar. Köl Tigin’in ölümü üzerine Bilge Kağan’ın söyledikleri ise trajik bir çığlıktır. “Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu… Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden feryat gelse bastırarak düşünceye daldım… İki şad ve kardeşlerimin, oğullarım, beylerim ve milletimin gözü kaşı perişan olacak diye düşündüm” ifadeleri, lirik ve trajik unsurların iç içe girdiği şaheser bir üslûbu yansıtmaktadır. Bilge Kağan, Türk milleti için olduğu kadar kendisi için de çok büyük bir mana ve değer ifade eden kahraman kardeşi Köl Tigin’in ölümü üzerine gözünden yaşlar dökmek, haykırıp feryat etmek istemekte; fakat işgal ettiği kağanlık mevkii, bütün yakınlarının, beylerinin ve milletinin üzerindeki sorumluluğu buna mani olmaktadır. Böyle bir trajik hâlin birkaç kelime içinde bu kadar veciz şekilde anlatılması, edebiyatımızın ilk yazılı örnekleri için çok yüksek bir edebî değer ifade eder. Bilge Kağan bengü taşı 24 Eylül 735 tarihinde, oğlu Teŋri Kağan tarafından diktirilmiştir. Bilge Kağan anıtının büyük bölümü Köl Tigin anıtındaki metinle aynıdır. Sadece Köl Tigin’in bulunmadığı olaylar Bilge Kağan anıtında farklıdır; bunlar da çok azdır. Bilge Kağan bengü taşında da Bumın ve İstemi Kağan zamanlarındaki şevket devri, Çin’e nasıl tutsak olunduğu, Çin esaretinden nasıl kurtulunduğu, Bilge Kağan’ın savaşları ve Türk milleti için yaptıkları anlatılır. Tonyukuk, Köl Tigin ve Bilge Kağan bengü taşlarındaki ilk edebî metinlerimizi Muharrem Ergin, “Orhun Abideleri” adlı eserinde mükemmel bir şekilde değerlendirmektedir: “Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin… İlk Türk tarihi… Taşlar üzerine yazılmış tarih… Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması… Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri… Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası… Türk askerî dehasının, Türk askerlik san’atının esasları… Türk gururunun ilâhî yüksekliği… Türk feragat ve faziletinin büyük örneği… Türk içtimaî hayatının ulvî tablosu.. Türk edebiyatının ilk şaheseri… Türk hitabet san’atının erişilmez şaheseri… Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı… Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi… Türk milliyetçiliğinin temel kitabı… Bir kavmi bir millet yapabilecek eser… Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık… Türk dilinin mübarek kaynağı… Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulâde işlek örneği… Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına çıkartan delil… Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika… Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser… İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en mânalı mezar taşları… Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı…
- Tonyukuk Yazıtı
Tonyukuk anıtı dört cepheli iki dikilitaş halindedir. Yazılar, diğer taşlara göre daha silik durumdadır. Tonyukuk, Bilge Kağan’ın babası İlteriş Kağan’ın amcası Kapgan Kağan’ın ve Bilge Kağan’ın baş bilicisi yani başveziri idi. Bu anıtı ihtiyarlık devrinde kendisi diktirmiştir ve yazılar da kendisine aittir. Taşlarda Göktürklerin Çin esaretinden nasıl kurtulduğu, kurtuluş savaşının nasıl yapıldığı ve Tonyukuk’un neler yaptığı anlatılır. Birinci yazıt, 243 cm; ikinci yazıt ise, 217 cm yüksekliğindedir. Birinci yazıtta 35, ikinci yazıtta 27 satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. T onyukuk Anıtı’nın 1. Taş Güney Cephesi“ Geyik yiyerek, tavşan yiyerek oturuyorduk. Milletin karnı tok idi. Düşmanımız çevremizde ocak gibi idi, biz ateş idik. B öyle otururken Oğuz’dan casus geldi. Casusun sözü şöyle idi: Dokuz Oğuz boyu üzerine kağan oturmuş; Çin’e Kunı Sengün’ü göndermiş; Kıtay’a Tongra Esim’i göndermiş. Şu haberi göndermiş: Azıcık Türk (Köktürk) boyu var; fakat kağanı yiğit, danışmanı bilgili. Bu iki kişi var oldukça seni, Çinliyi öldürecek, diyorum; doğuda Kıtay’ı öldürecek, diyorum; beni, Oğuz’u mutlaka öldürecek diyorum. Çinli, sen güney yönünden saldır; Kıtay, sen doğu yönünden saldır; ben de kuzey yönünden saldırayım; Türk Sır boyunun yerinde hiç kimse kalmasın; mümkünse hepsini yok edelim, diyorum. B u haberi işitince gece uyuyasım gelmedi, gündüz oturasım gelmedi. Bunun üzerine kağanıma arza çıktım. Şunu arz ettim: Çinli, Oğuz, Kıtay… bu üçü birleşirse biz kalırız. Dıştan sarılmış gibiyiz. Yufka iken delmek kolay imiş, ince iken koparmak kolay. Yufka kalın olsa delmek zor imiş, ince yoğun olsa koparmak zor. Doğuda Kıtay’dan, güneyde Çin’den, batıda batılılardan, kuzeyde Oğuz’dan gelecek iki üç bin askerimiz var mı acaba? Böyle arz ettim. K ağanım, ben Bilge Tonyukuk’un arzını işitti, gönlünce idare et dedi. Kök Öng’ü çiğneyerek Ötüke ormanına doğru orduyu sevkettim. İnek ve yük arabalarıyla Togla’da Oğuz geldi. Üç bin askeri varmış. Biz iki bin idik. Savaştık. Tanrı yarlığadı, yendik. Irmağa döküldüler. Pek çoğu da dağıttığımız yerde öldü. O ndan sonra Oğuz tamamıyla geldi. Türk milletini Ötüken yerine, beni, Bilge Tonyukuk’u Ötüken yerine yerleşmiş diye işiten güneydeki millet; batıdaki, kuzeydeki, doğudaki millet geldi.”
- Kültigin Yazıtı
3,35 metre yükseklikte, kireçtaşından yapılmış ve dört cephelidir. Doğu-batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimetredir. Kuzey-güney cepheleri de aşağıda 46, yukarıda 44 santimetredir. Üst kısım kemer şeklinde ve yukarıda beş kenarlı olarak bitmektedir. Anıttaki satırların uzunluğu 235 santimetredir. Yazıtın doğu yüzünde 40; güney ve kuzey yüzlerinde 13’er satır Göktürk harfli Türkçe metin vardır. Batı yüzünde ise, devrin Tang İmparatoru’nun Köl Tigin’in ölümü dolayısıyla gönderdiği Çince mesajına yer verilmiştir. Batı yüzde Çince yazılar dışında yazıta sonradan eklenmiş Göktürk harfli iki satır bulunmaktadır. Yazıtın kuzeydoğu, güneydoğu, güneybatı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe metinler mevcuttur. Kültigin yazıtında Göktürk tarihine ait olaylar, Bilge Kağan’ın ağzından nakledilerek birlik, bütünlük mesajı verilir. Yazıtın doğu, kuzey ve güney yüzlerinin yazıcısı, Yollug Tigin, batı yüzünün yazıcısı ise, Tang İmparatoru Hiuan Tsong’ın yeğeni Çang Sengün’dür. Köl Tigin yazıtının doğu yüzünde, bütün Türk boylarının ortak damgası olduğu sanılan dağ keçisi damgasına; doğuya ve batıya bakan “tepelik” kısımlarında ise, kurttan süt emen çocuk tasvirlerine yer verilmiştir. Yazıt, geçen yaklaşık 1300 yıllık süreç içinde önemli ölçüde tahrip olmuştur. Zira yazıtın doğu ile kuzey yüzlerini birleştiren kısım yıldırım düşmesi sonucunda parçalanmıştır. Orijinalinde kaplumbağa kaide üzerinde bulunan yazıt, bu kaidenin de parçalanması üzerine 1911 yılında, sunak taşından kesilen granit bir blok üzerine oturtulmuştur. K ültigin Yazıtı’nın Güney Yüzü“ Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit. Bilhassa küçük kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat, Buyruk beyleri, Otuz Tatar ……….. Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle: Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tâbidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Güneyde Dokuz Ersin’e kadar ordu sevk ettim, Tibet’e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapı’ya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından daha iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip, çok insan, öldün! O yere doğru gidersen, Türk milleti öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın. Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin. Orda, geri kalanınla her yere hep zayıflayarak, ölerek yürüyordun. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için, kağan oturdum. Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Yoksa, bu sözümde yalan var mı? Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız? Ben ebedî taş yontturdum …. Çin kağanından resimci getirdim, resimlettim. Benim sözümü kırmadı. Çin kağanının maiyetindeki resimciyi gönderdi. Ona bambaşka türbe yaptırdım. İçine dışına bambaşka resim vurdurdum. Taş yontturdum. Gönüldeki sözümü vurdurdum … On Ok oğluna, yabancına kadar bunu görüp bilin. Ebedî taş yontturdum … İl ise, şöyle daha erişilir yerde ise, işte öyle erişilir yerde ebedî taş yontturdum, yazdırdım. Onu görüp öyle bilin. Şu taş …. dım. Bu yazıyı yazan yeğeni Yollug Tigin.”
- Göktürk Türkçesinin İmla Özellikleri
Türklerin tarihte kullanmış olduğu alfabeler arasında Köktürk, Uygur, Arap, Latin ve Kiril alfabeleri başlıca önem arz edenlerdir. Bunlardan biri de Köktürk anıtları diye bilinen Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk abidelerinin yazılmış olduğu Köktürk alfabesidir. Köktürk alfabesi 38 harften oluşmaktadır. Bunlardan 4’ü ünlü, 31’i ünsüz, 3’ü çift ünsüz sesler için kullanılır. Ünlüler için kullanılan harfler ikişer ünlüyü gösterir. Yani a/e, ı/i, o/u, ö/ü için bir işaret kullanılmıştır. Ünsüzler için kullanılan 31 harften 20’si kalın ve ince sesler için ayrı ayrıdır. Bu 31 harfin 7’si kalınlık-incelik bakımından nötr harflerdir. Ünsüzler için kullanılan 31 harften 4’ü çoğunlukla ünlü-ünsüz veya ün-süz-ünlü değerindedir (ok, uk, ko, ku/ ök, ük, kö, kü/ ık, kı / iç, çi). Çift ünsüz için kullanılan harfler ise şunlardır: lt, nç, nt. Alfabede ünlüler azdır ama bu ünsüzlerin fazlalığı ile giderilmeye çalışılmıştır. a, e, ı, i sesleri birbirine karıştırılmadan okunabilir. Fakat yuvarlak ünlülerde açıklık yoktur. BUNLARDAN o ile u, ö ile ü okuyuşta karıştırılabilir. Bu yüzden araştırmacılar Köl Tigin/Kül Tigin benzeri farklı okuyuşlarda bulunabilmişlerdir. Köktürk harfleri çoğunlukla dikey ve çapraz çizgilerden oluşmuşlardır. Kavisli çizgiler düz çizgilere göre daha az kullanılmışlardır. Yatay çizgi ise çok azdır. Harflerin bu karakterlerini, sert cisimler üzerine kazıyarak yazma tekniğinin tabiî bir sonucu olarak değerlendirenler olmuştur. K öktürk yazısında bütün ünlüler gösterilmez. Ünlülerin gösterilmediği durumlar şunlardır: a, e ünlüleri, kelime sonu hariç, genellikle gösterilmez. Bu durum, kalın ünsüzlerin ab-ba, ad-da, ag-ga, ak-ka, al-la, an-na, ar-ra, assa, at-ta, ay-ya seslerini; ince ünsüzlerin eb-be, ed-de, eg-ge, ek-ke, el-le, en-ne, er-re, esse, et-te, ey-ye seslerini birlikte verebilme özelliğinden kaynaklanmaktadır. İlk hecelerden sonraki hecelerde bulunan ı, i genellikle yazılmaz. İlk hecedeki ı, i ünlülerinin yazılmadığı da olur. Köktürk yazısında noktalama işareti olarak sadece üst üste konan iki nokta kullanılmıştır. Bu iki nokta kelimeleri veya kelime gruplarını ayırır.
- Göktürk Kitabelerinin Önemi
Köktürk kitabeleri Türklerin hacimli ilk yazılı belgeleri olmaları dolayısıyla çok büyük bir öneme sahiptirler. İnsanların kimlik belgeleri olduğu gibi milletlerin de kimlik belgeleri vardır. Bu kitabeler Türklerin kimlik belgeleridir âdeta. Kitabelerin önemini en iyi şekilde kitabeler üzerinde çalışanlar ifade etmişlerdir: Bu isimlerden biri olan Muharrem Ergin “Orhun Âbideleri” adlı eserinde abideleri şu şekilde değerlendirmiştir: “Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin… İlk Türk tarihi… Taşlar üzerine yazılmış tarih… Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması… Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri… Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası… Türk askerî dehasının, Türk askerlik san’atının esasları… Türk gururunun ilâhî yüksekliği.. Türk feragat ve faziletinin büyük örneği… Türk içtimaî hayatının ulvî tablosu… Türk edebiyatının ilk şaheseri… Türk hitabet san’atının erişilmez şaheseri… Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı… Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi… Türk milliyetçiliğinin temel kitabı… Bir kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık… Türk dilinin mübarek kaynağı… Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulâde işlek örneği… Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına çıkartan delil… Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika… Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser… İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en mânalı mezar taşları… Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı… ” Bengü taşlar üzerinde çalışanlardan biri olan Talat Tekin’in değerlendirmesi de şöyledir: “Orhon yazıtları yalnızca siyasî ve askerî olayların oluş sırasıyla hikâye edildiği kuru bir harp tarihi değildir. Tam tersine, bu yazıtların özellikle Bilge Kağan’ın beylerine ve halkına seslendiği ve onları Çinlilerin entrikalarına ve anayurdu bırakıp uzak diyarlara gitmelerinin doğuracağı felâketlere karşı uyardığı bölümleri son derece etkili bir anlatım gücüne ve güzelliğine sahiptir. Bu bakımdan Orhon yazıtlarının Türkçenin en eski ve en güzel hitabet örnekleri olduğu söylenebilir.” Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Fuat Köprülü ise, Köl Tigin ve Bilge Kağan anıtlarını şu şekilde değerlendirmiştir: “Üslûp bazı yerlerde biraz kuru, muttarit, hatta ekseriyetle ‘tahkiye’de dürüst bir mantık tertibinden mahrumdur. Lâkin buna rağmen, bazı parçalarda eda o kadar canlı ve ahenkli, o kadar samimî ve derin tahassüslere mâkestir ki (duygulanmaları yansıtır ki), işte buralarda çok kuvvetli ‘maşerî bir lirizm,, ‘destanı bir ruh’ kendini kuvvetle hissettiriyor; burada, hatta alelâde nakil ve hikâyenin fevkinde (üstünde) ‘bediî bir gaye’ de takip edilmektedir: Kısa lâkin kat ‘î ve vâzıh cümleler, tasvirlerinde sahtelikten tamamen uzak sade ve kuvvetli bir ifade, birbiriyle ahenktar bir surette telif edilmiş fiiller, arada ifadeyi yeknesaklıktan kurtarmak için fiillerin değiştirilmesi, tekrarlar, hülâsa bütün bu gibi beyan incelikleri, bu kitabeleri alelâde bir lisan ve tarih vesikası şeklinden kurtarıyor… GökTürkçenin bu kadar muntazam ve güzel, imlâsı mazbut bir nesir lisanı olabilmesi için, herhâlde uzun tekâmül devirleri geçirdiği muhakkaktır. “ Nihal Atsız da “Türk Edebiyatı Tarihi”nde Köl Tigin bengü taşını şöyle değerlendirmektedir: “…Bu yazılarda yalan, mübalega, boşuna öğünme yoktur. Türk milletinin bütün ahlâkî safiyeti, bütün değerleri ve kusurları apaçık göze çarpmaktadır.
- Göktürk Kitabelerinin Bulunuşu
Köktürk yazılı metinlerinden ilk defa 13. yüzyılda İlhanlı tarihçisi Alâeddin Ata Melik Cüveynî bahsetmiştir. Tarihçi İbni Arabşah da 15. yüzyılda yazdığı “Acâibü’l-Makdûr fi Nevâib-i Teymur” adlı eserinde Köktürk harflerinden söz etmiştir. Romen seyyah ve şarkiyatçı N.Gavriloviç Milescu, Batıda Yenisey yazıtlarından bahseden ilk kişi olmuştur. Milescu’dan sonra Batıda Yenisey yazıtlarından bahseden ikinci isim Nicolaes Witsen’dir. 1687’de Rusya ve Sibirya haritasını çizen Witsen, 1692’de yayımladığı Noord-en Oost Tartarye (Kuzey ve Doğu Tataristan) adlı eserinde “Tobol’a dökülen Tura nehri üzerindeki Verhoturye kasabası civarında rastladığı kaya üzerine yazılı meçhul harflerden bahsetmektedir. 1721 yılının son günlerinde Güney Sibirya’da Abakan bölgesinde genç bir doktor olan Alman bilgin Messerschimidt ile genç bir harita subayı, dağ bayır dolaşarak araştırmalar yapmaktadırlar. Genç subay, 8 Temmuz 1709’daki Poltava savaşında Ruslara esir düşerek Sibirya’da ikamete mecbur tutulan İsveçli yüzbaşı Johann Philipp Tabbert (von Strahlenberg)’tir. Messerschimidt, 1722 yılının Ocak ayında bir Kazak köylüsünün de yardımıyla Yenisey’e dökülen Uybat ırmağının kollarından Bey nehri kıyısında, Çarkov köyü yakınlarındaki bir tepenin üstünde, 3.20 metre yüksekliğinde bir taş bulur. Bu taş, Yenisey bengü taşlarından Üçüncü Uybat yazıtıdır. Messerschimidt Abakan şehrine dönünce, dostu yüzbaşı Johann Tabbert’e bu keşfini anlatır. İki arkadaş yeni taşlar bulmak ümidi içinde merakla araştırmalarına devam ederken yine bir Kazak köylüsünden insan boyundaki bir taş heykelin haberini alırlar. 1722 yılının 24 Ocağında yüzbaşı Tabbert birkaç yardımcısı ile birlikte Yenisey’i geçerek Tes ırmağı kıyılarına gelir. Burada, yüzü doğuya dönük, 1.76 metre boyundaki Yenisey-Tes yazıtını bulurlar. Johann Tabbert’in esaret hayatı 1722’de bitince ülkesi İsveç’e döner ve Messerschimidt’in notlarının yayımlanmasını bekler. Fakat ne notlar yayımlanır, ne de Messerschimidt’ten bir haber gelir. Genç doktorun topladığı bütün malzeme Petersburg İlimler Akademisindedir. Bir kısmı, 1729’da Akademi mazbatalarında yer alan notların tamamı ancak 1960’larda Berlin’de altı cilt hâlinde yayımlanır. Messerschimidt’ten haber alamayan Johann Tabbert von Strahlenberg, Stockholm’de 1730 yılında meşhur eserini neşreder: Das Nord und Östliche Teil von Europa und Asia. Eserde, Yenisey kıyılarında bulunan iki taştaki yazılar ile madenî bir ayna üzerindeki tek satırın kopyaları da vardır. Bu ilk keşiflerden sonra diğer keşifler birbirini kovalamıştır. N. A. Kostrov 1857’de Acura yazıtını, bir Hakas köylüsü ise 1878’de Altın Köl I-II yazıtlarını bulur. Sonraki yıllarda Kemçik Kayabaşı (Kaya Ucu), Oya, Uybat II, Tuba II ve Ak Yüs yazıtları keşfedilir. 1888’de Aspelin’in başkanlığında bir Fin sefer heyeti önce Çaa Köl yazıtlarını, daha sonra Ottuk Daş ve nihayet o güne kadar bulunanların en uzunu olan 12 satırlık Elegest yazıtını keşfetmişlerdir. Aynı heyet, Uyuk Arhan, Uyuk Tarlag, Tuba yazıtlarını da bulmuştur. Yeni keşiflerle ve eski keşiflerin mükemmel yeni kopyalarıyla dönen heyetin bu çalışması 1889’da Helsinki’de yayımlanmıştır. Bu yayında Yenisey’deki 32 yazıtın kopyası yer almıştır. İlim adamları elde kopyaları bulunan meçhul yazının peşine düşerler. 1889 yılında Moğolistan’a gönderilen etnograf ve gazeteci Nikolay M. Yadrintsev, Moğolistan’da araştırmalar yaparken aynı yazıyı taşıyan daha büyük taşlar bulmuştur. N. M. Yadrintsev, 1889 yılının 18 Temmuzunda, Ulan Bator’un 400 km kadar batısındaki Koşo-Çaydam gölü yakınlarında kaplumbağaya benzer bir taş heykelin yanına uzanmış 3.75 metre boyunda beyaz mermerden olan ve Köl Tigin’e ait olduğu sonradan anlaşılan bengü taşı bulur. Yadrintsev, bir kilometre ötede üç parçaya bölünmüş hâlde Bilge Kağan abidesini de bulur. Yadrintsev’in aynı yıl yayımlanan raporu Avrupa bilim çevrelerinde duyulur duyulmaz Finliler, Axel O. Heikel’in başkanlığında bir heyeti, Ruslar da W. RAdloff başkanlığında bir heyeti Moğolistan’a gönderirler. 1890 ve 1891 yıllarındaki yolculuklardan sonra her iki heyetin seyahatinin neticesi 1892’de yayımlanmıştır. Bu arada Yadrintsev, Moğolistan’daki araştırmalarına devam etmiş, 1891’de Ongin bengü taşını da keşfetmiştir. Araştırmacı Klementz de Moğolistan’a gitmiş ve 1893 yılında Hoytu-Tamir kaya yazıtlarını bulmuştur. Köl Tigin ile Bilge Kağan abidelerinin 360 km doğusunda bulunan Tonyukuk bengü taşı, 1897’de Klements tarafından keşfedilir. Suci bengü taşı 1900’de, Şine-Usu bengü taşı 1909’da Finli Ramstedt tarafından keşfedilir. İhe-Huşotu bengü taşı, Kotwicz tarafından bulunur.



