Arama Sonuçları
Boş arama ile 856 sonuç bulundu
- Noktalama İşaretleri
Duygu ve düşünceleri daha açık ifade etmek, cümlenin yapısını ve duraklama noktalarını belirlemek, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmek üzere noktalama işaretleri kullanılır. Noktalama işaretlerinden nokta, virgül, noktalı virgül, iki nokta, üç nokta, soru, ünlem, tırnak, ayraç ve kesme işaretleri ait oldukları kelimelere bitişik olarak yazılır ve kesme dışındaki işaretlerden sonra bir harf boşluğu ara verilir. Nokta ( . ) Virgül ( , ) Noktalı Virgül ( ; ) İki Nokta ( : ) Üç Nokta ( … ) Soru İşareti ( ? ) Ünlem İşareti ( ! ) Kısa Çizgi ( – ) Uzun Çizgi (—) Eğik Çizgi ( / ) Ters Eğik Çizgi ( \ ) Tırnak İşareti ( “ ” ) Tek Tırnak İşareti ( ‘ ’ ) Denden İşareti (“) Yay Ayraç ( ) Köşeli Ayraç ( [ ] ) Kesme İşareti ( ’ ) Nokta ( . ) 1. Cümlenin sonuna konur: Türk Dil Kurumu, 1932 yılında kurulmuştur. Saatler geçtikçe yollara daha mahzun bir ıssızlık çöküyordu. (Reşat Nuri Güntekin) 2. Bazı kısaltmaların sonuna konur: Alb. (albay), Dr. (doktor), Yrd. Doç. (yardımcı doçent), Prof. (profesör), Cad. (cadde), Sok. (sokak), s. (sayfa), sf. (sıfat), vb. (ve başkası, ve benzeri, ve benzerleri, ve bunun gibi), Alm. (Almanca), Ar. (Arapça), İng. (İngilizce) vb. 3. Sayılardan sonra sıra bildirmek için konur: 3. (üçüncü), 15. (on beşinci); II. Mehmet, XIV. Louis, XV. yüzyıl; 2. Cadde, 20. Sokak, 4. Levent vb. 4. Arka arkaya sıralandıkları için virgülle veya çizgiyle ayrılan rakamlardan yalnızca sonuncu rakamdan sonra nokta konur: 3, 4 ve 7. maddeler; XII – XIV. yüzyıllar arasında vb. 5. Bir yazının maddelerini gösteren rakam veya harflerden sonra konur: I. 1. A. a. II. 2. B. b. 6. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: 29.5.1453, 29.X.1923 vb. UYARI: Tarihlerde ay adları yazıyla da yazılabilir. Bu durumda ay adlarından önce ve sonra nokta kullanılmaz: 29 Mayıs 1453, 29 Ekim 1923 vb. 7. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: Tren 09.15’te kalktı. Toplantı 13.00’te başladı. Tören 17.30’da, hükûmet daireleri kapandıktan yarım saat sonra başlayacaktır. (Tarık Buğra) 8. Kitap, dergi vb.nin künyelerinin sonuna konur: Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, TDK Yayınları, Ankara, 1960. 9. Dört ve dörtten çok rakamlı sayılar sondan sayılmak üzere üçlü gruplara ayrılarak yazılır ve araya nokta konur: 1.000, 326.197, 49.750.812 vb. 10. Genel ağ adreslerinde kullanılır: http://edebiyol.net 11. Matematikte çarpma işareti yerine kullanılır: 4.5=20, 12.6=72 vb. Virgül ( , ) 1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime gruplarının arasına konur: Fırtınadan, soğuktan, karanlıktan ve biraz da korkudan sonra bu sıcak, aydınlık ve sevimli odanın havasında erir gibi oldum. (Halide Edip Adıvar) Sessiz dereler, solgun ağaçlar, sarı güller Dillenmiş ağızlarda tutuk dilli gönüller (Faruk Nafiz Çamlıbel) Zindana atılan mahkûmlar gibi titreşerek, haykırarak geri geri kaçmaya uğraşıyorduk. (Hüseyin Rahmi Gürpınar) Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa İstanbul yolunu tutar. (Ömer Seyfettin) 2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Umduk, bekledik, düşündük. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) 3. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan özneyi belirtmek için konur: Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) 4. Cümle içinde ara sözleri veya ara cümleleri ayırmak için ara sözlerin veya ara cümlelerin başına ve sonuna konur: Zemin bu kadar koyu bir kırmızıya dönüşünce, bir an için de olsa, belirginliğini yitiriverdi sivilceleri. (Elif Şafak) Şimdi, efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım. (Atatürk) 5. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına konur: Akşam, yine akşam, yine akşam, Göllerde bu dem bir kamış olsam! (Ahmet Haşim) 6. Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerinden sonra konur: Adana’ya yarın gideceğim, dedi. Aç karnına sigara içmekle hiç de iyi etmiyorsun, dedi. (Necati Cumalı) 7. Konuşma çizgisinden sonraki alıntı cümlesinin bitimine konur: – Bu akşam Datça’ya gidiyor musunuz, diye sordu. 8. Edebî eserlerde konuşma bölümünden önceki ifadenin sonuna konur: Bahçe kapısını açtı. Sermet Bey’e, – Bu anahtar köşkü de açar, dedi. (Ömer Seyfettin) 9. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak ret, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, evet, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, başüstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra konur: Peki, gideriz. Olur, ben de size katılırım. Hayhay, memnun oluruz. Haydi, geç kalıyoruz. Evet, kırk seneden beri Türkçe merhale merhale Türkleşiyor. (Yahya Kemal Beyatlı) 10. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek ve anlam karışıklığını önlemek için kullanılır: Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. (Halit Ziya Uşaklıgil) Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi. (Reşat Nuri Güntekin) 11. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur: Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücadele, müsademe demektir. (Atatürk) Sayın Başkan, Sevgili Kardeşim, Değerli Arkadaşım, 12. Sayıların yazılışında kesirleri ayırmak için kullanılır: 38,6 (otuz sekiz tam, onda altı), 0,45 (sıfır tam, yüzde kırk beş) 13. Metin içinde art arda gelen zarf-fiil eki almış kelimelerden sonra konur: Ancak yemekte bir karara varıp, arkadaşına dikkatli dikkatli bakarak konuştu. UYARI: Metin içinde zarf-fiil eki almış kelimelerden sonra virgül konmaz: Cumaları bahçede buluştukça kıza kendisinin adi bir mektep talebesi olmadığını anlatmaya çalışıyordu. (Halide Edip Adıvar) Şimdiye dek, ben kendimi bildim bileli kimse Değirmenoluk köyünden kaçıp da başka köyde çobanlık, yanaşmalık etmedi. (Yaşar Kemal) Meydanlığa varmadan bir iki defa İsmail kendisini gördü mü diye kahveye baktı. (Necati Cumalı) 14. Özne olarak kullanıldıklarında bu, şu, o zamirlerinden sonra konur: Bu, benim gibi yazarlar için hiç kolay olmaz. O, eski defterleri çoktan kapatmış, Osmanlıya kucağını açmıştı. (Tarık Buğra) 15. Kitap, dergi vb.nin künyelerinde yazar, eser, basımevi vb. maddelerden sonra konur: Falih Rıfkı ATAY, Tuna Kıyıları, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1938. Yazarın soyadı önce yazılmışsa soyadından sonra da virgül konur: ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara, 1958. UYARI: Metin içinde ve, veya, yahut, ya … ya bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz: Nihat sabaha kadar uyuyamadı ve şafak sökerken Faik’e bol teşekkürlerle dolu bir kâğıt bırakarak iki gün evvelki cephe dönüşü kıyafeti ile sokağa fırladı. (Peyami Safa) Ya şevk içinde harap ol ya aşk içinde gönül Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül! (Yahya Kemal Beyatlı) UYARI: Tekrarlı bağlaçlardan önce ve sonra virgül konmaz: Hem gider hem ağlar. Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli. (Atasözü) Gerek nesirde gerek nazımda yeni bir söyleyişe ulaşılmıştır. Siz ister inanın ister inanmayın, bir gün bile durmam. Ne kız verir ne dünürü küstürür. Bu kurallar bugün de yarın da geçerli olacaktır. UYARI: Cümlede pekiştirme ve bağlama görevinde kullanılan da / de bağlacından sonra virgül konmaz: İmlamız lisanımız düzelince, lisanımız da kafamız düzelince düzelecek çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur, fazla değil! (Yahya Kemal Beyatlı) UYARI: Metin içinde -ınca / -ince anlamıyla zarf-fiil görevinde kullanılan mı / mi ekinden sonra virgül konmaz: Ben aç yattım mı kötü kötü rüyalar görürüm nedense. (Orhan Kemal) Öyle zekiler vardır, konuştular mı ağızlarından bal akıyor sanırsın. (Attila İlhan) UYARI: Şart ekinden sonra virgül konmaz: Tenha köşelerde ağız ağıza konuşurken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı. (Reşat Nuri Güntekin) Gör gözlerinle de aklın yatarsa anlatıver millete. (Tarık Buğra) Noktalı Virgül ( ; ) 1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımları birbirinden ayırmak için konur: Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir. Türkiye, İngiltere, Azerbaycan; Ankara, Londra, Bakü. 2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum. At ölür, meydan kalır; yiğit ölür, şan kalır. (Atasözü) 3. İkiden fazla eş değer ögeler arasında virgül bulunan cümlelerde özneden sonra noktalı virgül konabilir: Yeni usul şiirimiz; zevksiz, köksüz, acemice görünüyordu. (Yahya Kemal Beyatlı) İki Nokta (: ) 1.Kendisiyle ilgili örnek verilecek cümlenin sonuna konur: Millî Edebiyat akımının temsilcilerinden bir kısmını sıralayalım: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem. 2. Kendisiyle ilgili açıklama verilecek cümlenin sonuna konur: Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. (Atatürk) Kendimi takdim edeyim: Meclis kâtiplerindenim. (Falih Rıfkı Atay) 3. Ses bilgisinde uzun ünlüyü göstermek için kullanılır: a:ile, ka:til, usu:le, i:cat. 4. Karşılıklı konuşmalarda, konuşan kişiyi belirten sözlerden sonra konur: Bilge Kağan: Türklerim, işitin! Üstten gök çökmedikçe, alttan yer delinmedikçe ülkenizi, törenizi kim bozabilir sizin? Koro: Göğe erer başımız başınla senin! Bilge Kağan: Ulusum birleşip yücelsin diye gece uyumadım, gündüz oturmadım. Türklerim Bilge Kağan der bana. Ben her şeyi onlar için bildim. Nöbetteyim! (A. Turan Oflazoğlu) 5. Edebî eserlerde konuşma bölümünden önceki ifadenin sonuna konur: – Buğdayla arpadan başka ne biter bu topraklarda? Ziraatçı sayar: – Yulaf, pancar, zerzevat, tütün… (Falih Rıfkı Atay) 6. Genel ağ adreslerinde kullanılır: http://tdk.gov.tr 7. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 56:8=7, 100:2=50 vb. Üç Nokta ( … ) 1. Anlatım olarak tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur: Ne çare ki çirkinliği hemencecik ve herkes tarafından görülüveriyordu da bu yanı… (Tarık Buğra) 2. Kaba sayıldığı için veya bir başka sebepten dolayı açık yazılmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur: Kılavuzu karga olanın burnu b…tan çıkmaz. Arabacı B…’a yaklaştığını söylüyor, ikide bir fırsat bularak arabanın içine doğru başını çeviriyordu. (Ahmet Hamdi Tanpınar) 3. Alıntılarda başta, ortada ve sonda alınmayan kelime veya bölümlerin yerine konur: … derken şehrin öte başından boğuk boğuk sesler gelmeye başladı… (Tarık Buğra) 4. Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümün okuyucunun hayal dünyasına bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur: Sana uğurlar olsun… Ayrılıyor yolumuz! (Faruk Nafiz Çamlıbel) Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir noktainazardan istifade ederiz. O noktainazar şudur: Türk milletini, medeni cihanda layık olduğu mevkiye isat etmek ve Türk cumhuriyetini sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün, daha ziyade takviye etmek… (Atatürk) 5. Ünlem ve seslenmelerde anlatımı pekiştirmek için konur: Gölgeler yaklaştılar. Bir adım kalınca onu kıyafetinden tanıdılar: — Koca Ali… Koca Ali, be!.. (Ömer Seyfettin) UYARI: Ünlem ve soru işaretinden sonra üç nokta yerine iki nokta konulması yeterlidir: Gök ekini biçer gibi!.. Başaklar daha dolmadan. (Tarık Buğra) Nasıl da akşam oldu?.. Nasıl da yavrucaklar sustu?.. Nasıl da serçecikler yuvalarına sığındı?.. (Necip Fazıl Kısakürek) 6. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan, eksik bırakılan cevaplarda kullanılır: — Yabancı yok! — Kimsin? — Ali… — Hangi Ali? — … — Sen misin, Ali usta? — Benim!.. — Ne arıyorsun bu vakit buralarda? — Hiç… — Nasıl hiç? Suya çekicini mi düşürdün yoksa!.. — !.. (Ömer Seyfettin) UYARI: Üç nokta yerine iki veya daha çok nokta kullanılmaz. Soru İşareti ( ? ) 1. Soru eki veya sözü içeren cümle veya sözlerin sonuna konur: Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı? (Faruk Nafiz Çamlıbel) Atatürk bana sordu: — Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz? (Falih Rıfkı Atay) 2. Soru bildiren ancak soru eki veya sözü içermeyen cümlelerin sonuna konur: Gümrükteki memur başını kaldırdı: — Adınız? 3. Bilinmeyen, kesin olmayan veya şüpheyle karşılanan yer, tarih vb. durumlar için kullanılır: Yunus Emre (1240 ?-1320), (Doğum yeri: ?) vb. 1496 (?) yılında doğan Fuzuli… Ankara’dan Antalya’ya arabayla üç saatte (?) gitmiş. UYARI: mı / mi ekini alan yan cümle temel cümlenin zarf tümleci olduğunda cümlenin sonuna soru işareti konmaz: Akşam oldu mu sürüler döner. Hava karardı mı eve gideriz. Bahar gelip de nehir çağıl çağıl kabarmaya başlamaz mı içimi geri kalmış bir saat huzursuzluğu kaplardı. (Haldun Taner) UYARI: Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur: Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı? Üsküdar’dan mı, Hisar’dan mı, Kavaklardan mı? (Yahya Kemal Beyatlı) Ünlem İşareti ( ! ) 1. Sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma gibi duyguları anlatan cümle veya ibarelerin sonuna konur: Hava ne kadar da sıcak! Aşk olsun! Ne kadar akıllı adamlar var! Vah vah! Ne mutlu Türk’üm diyene! (Atatürk) 2. Seslenme, hitap ve uyarı sözlerinden sonra konur: Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! (Atatürk) Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. (Atatürk) Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! (Yahya Kemal Beyatlı) Dur, yolcu! Bilmeden gelip bastığın Bu toprak bir devrin battığı yerdir. (Necmettin Halil Onan) UYARI: Ünlem işareti, seslenme ve hitap sözlerinden hemen sonra konulabileceği gibi cümlenin sonuna da konabilir: Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken Sana uğurlar olsun… Ayrılıyor yolumuz! (Faruk Nafiz Çamlıbel) 3. Alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırılmak istenen sözden hemen sonra yay ayraç içinde ünlem işareti kullanılır: İsteseymiş bir günde bitirirmiş (!) ama ne yazık ki vakti yokmuş (!). Adam, akıllı (!) olduğunu söylüyor. Kısa Çizgi ( – ) 1. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna konur: Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi bil- mem. Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri 12’yi geçmiş. Kanepe- lerde kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvayda- ki adam bir tanıdık mı idi acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı? Yoksa kimseciklerin oturmadığı kanepelerde bu saatte pek başıboş- lar mı oturur? (Sait Faik Abasıyanık) 2. Cümle içinde ara sözleri veya ara cümleleri ayırmak için ara sözlerin veya ara cümlelerin başına ve sonuna konur, bitişik yazılır: Küçük bir sürü -dört inekle birkaç koyun- köye giren geniş yolun ağzında durmuştu. (Ömer Seyfettin) 3. Kelimelerin kökleri, gövdeleri ve eklerini birbirinden ayırmak için kullanılır: al-ış, dur-ak, gör-gü-süz-lük vb. 4. Fiil kök ve gövdelerini göstermek için kullanılır: al-, dur-, gör-, ver-; başar-, kana-, okut-, taşla-, yazdır- vb. 5. İsim yapma eklerinin başına, fiil yapma eklerinin başına ve sonuna konur: -ak, -den, -ış, -lık; -ımsa-; -la-; -tır- vb. 6. Heceleri göstermek için kullanılır: a-raş-tır-ma, bi-le-zik, du-ruş-ma, ku-yum-cu-luk, prog-ram, ya-zar-lık vb. 7. Arasında, ve, ile, ila, …-den …-e anlamlarını vermek için kelimeler veya sayılar arasında kullanılır: Aydın-İzmir yolu, Türk-Alman ilişkileri, Ural-Altay dil grubu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 09.30-10.30, Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşması, Manas Destanı’nda soy-dil-din üçgeni, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, Türkçe-Fransızca Sözlük vb. UYARI: Cümle içinde sayı adlarının yinelenmesinde araya kısa çizgi konmaz: On on beş yıl. Üç beş kişi geldi. 8. Matematikte çıkarma işareti olarak kullanılır: 50-20=30 9. Sıfırdan küçük değerleri göstermek için kullanılır: -2 °C Uzun Çizgi (—) Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna konuşma çizgisi de denir. Frankfurt’a gelene herkesin sorduğu şunlardır: — Eski şehri gezdin mi? — Rothschild’in evine gittin mi? — Goethe’nin evini gezdin mi? (Ahmet Haşim) Oyunlarda uzun çizgi konuşanın adından sonra da konabilir: Sıtkı Bey — Kaleyi kurtarmak için daha güzel bir çare var. Gerçekten ölecek adam ister. İslam Bey — Ben daha ölmedim. (Namık Kemal) UYARI: Konuşmalar tırnak içinde verildiğinde uzun çizgi kullanılmaz. Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu: “Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?” (Faruk Nafiz Çamlıbel) Eğik Çizgi ( / ) 1. Dizeler yan yana yazıldığında aralarına konur: Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak / O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak / O benimdir, o benim milletimindir ancak. (Mehmet Akif Ersoy) 2. Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına ve semt ile şehir arasına konur: Altay Sokağı No.: 21/6 Kurtuluş / ANKARA Ülke adı yazılacağında ise: Atatürk Bulvarı No.: 217 06680 Kavaklıdere / Ankara TÜRKİYE 3. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur: 18/11/1969, 15/IX/1994 vb. 4. Dil bilgisinde eklerin farklı biçimlerini göstermek için kullanılır: -a /-e, -an /-en, -lık /-lik, -madan /-meden vb. 5. Genel ağ adreslerinde kullanılır: http://tdk.gov.tr 6. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 70/2=35 7. Fizik, matematik vb. alanlarda birimler arası orantıları gösterirken eğik çizgi araya boşluk konulmadan kullanılır: g/sn (gram/saniye) Ters Eğik Çizgi ( \ ) Bilişim uygulamalarında art arda gelen dizinleri birbirinden ayırt etmek için kullanılır: C:\Belgelerim\Türk İşaret Dili\Kitapçık.indd Tırnak İşareti ( “ ” ) 1. Başka bir kimseden veya yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır: Türk Dil Kurumu binasının yan cephesinde Atatürk’ün “Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” sözü yazılıdır. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin ön cephesinde Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” vecizesi yer almaktadır. Ulu önderin “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü her Türk’ü duygulandırır. Bakınız, şair vatanı ne güzel tarif ediyor: “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” UYARI: Tırnak içindeki alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti, ünlem işareti vb.) tırnak içinde kalır: “İzmir üzerine dünyada bir şehir daha yoktur!” diyorlar. (Yahya Kemal Beyatlı) 2. Özel olarak vurgulanmak istenen sözler tırnak içine alınır: Yeni bir “barış taarruzu” başladı. 3. Cümle içerisinde eserlerin ve yazıların adları ile bölüm başlıkları tırnak içine alınır: Bugün öğrenciler “Kendi Gök Kubbemiz” adlı şiiri incelediler. “Yazım Kuralları” bölümünde bazı uyarılara yer verilmiştir. UYARI: Cümle içerisinde özel olarak belirtilmek istenen sözler, kitap ve dergi adları ve başlıkları tırnak içine alınmaksızın eğik yazıyla dizilerek de gösterilebilir: Höyük sözü Anadolu’da tepe olarak geçer. Cahit Sıtkı’nın Şairin Ölümü şiirini Yahya Kemal çok sevmişti. (Ahmet Hamdi Tanpınar) UYARI: Tırnak içine alınan sözlerden sonra gelen ekleri ayırmak için kesme işareti kullanılmaz: Elif Şafak’ın “Bit Palas”ını okudunuz mu? 4. Bilimsel çalışmalarda künye verilirken makale adları tırnak içinde yazılır. Tek Tırnak İşareti ( ‘ ’ ) Tırnak içinde verilen cümlenin içinde yeniden tırnağa alınması gereken bir sözü, ibareyi belirtmek için kullanılır: Edebiyat öğretmeni “Şiirler içinde ‘Han Duvarları’ gibisi var mı?” dedi ve Faruk Nafiz’in bu güzel şiirini okumaya başladı. “Atatürk henüz ‘Gazi Mustafa Kemal Paşa’ idi. Benden ona dair bir kitap için ön söz istemişlerdi.” (Falih Rıfkı Atay) Denden İşareti (“) Bir yazıdaki maddelerin sıralanmasında veya bir çizelgede alt alta gelen aynı sözlerin, söz gruplarının ve sayıların tekrar yazılmasını önlemek için kullanılır: a. Etken fiil b. Edilgen “ c. Dönüşlü “ ç. İşteş “ Yay Ayraç ( ) 1. Cümledeki anlamı tamamlayan ve cümlenin dışında kalan ek bilgiler için kullanılır. Yay ayraç içinde bulunan ve yargı bildiren anlatımların sonuna uygun noktalama işareti konur: Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (Nurullah Ataç) 2. Özel veya cins isme ait ek, ayraçtan önce yazılır: Yunus Emre’nin (1240?-1320)… İmek fiilinin (ek fiil) geniş zamanı şahıs ekleriyle çekilir. 3. Tiyatro eserlerinde ve senaryolarda konuşanın hareketlerini, durumunu açıklamak ve göstermek için kullanılır: İhtiyar – (Yavaş yavaş Kaymakam’a yaklaşır.) Ne oluyor beyefendi? Allah rızası için bana da anlatın… (Reşat Nuri Güntekin) 4. Alıntıların aktarıldığı eseri, yazarı veya künye bilgilerini göstermek için kullanılır: Cihanın tarihi, vatanı uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmaya hak kazanmamıştır. Bu vatan ya senindir ya kimsenin. (Ahmet Hikmet Müftüoğlu) Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklerdin Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin? (Mehmet Akif Ersoy) Bir isim kökü, gerektiğinde çeşitli eklerle fiil kökü durumuna getirilebilir (Zülfikar 1991: 45). 5. Alıntılarda, alınmayan kelime veya bölümlerin yerine konulan üç nokta, yay ayraç içine alınabilir. 6. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için kullanılan ünlem işareti yay ayraç içine alınır: Adam, akıllı (!) olduğunu söylüyor. 7. Bir bilginin şüpheyle karşılandığını veya kesin olmadığını göstermek için kullanılan soru işareti yay ayraç içine alınır: 1496 (?) yılında doğan Fuzuli… 8. Bir yazının maddelerini gösteren sayı ve harflerden sonra kapama ayracı konur: I) 1) A) a) II) 2) B) b) Köşeli Ayraç ( [ ] ) 1. Ayraç içinde ayraç kullanılması gereken durumlarda yay ayraçtan önce köşeli ayraç kullanılır: Halikarnas Balıkçısı [Cevat Şakir Kabaağaçlı (1886-1973)] en güzel eserlerini Bodrum’da yazmıştır. 2. Metin aktarmalarında, çevirilerde, alıntılarda çalışmayı yapanın eklediği sözler için kullanılır: “Eldem, Osmanlıda en önemli fark[ın], mezar taşının şeklinde ortaya çık[tığını] söyledikten sonra…” (Hilmi Yavuz) 3. Kaynak olarak verilen kitap veya makalelerin künyelerine ilişkin bazı ayrıntıları göstermek için kullanılır: Reşat Nuri [Güntekin], Çalıkuşu, Dersaadet, 1922. Server Bedi [Peyami Safa] Kesme İşareti ( ’ ) 1. Özel adlara getirilen iyelik, durum ve bildirme ekleri kesme işaretiyle ayrılır: Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk’üm, Türkiye’mizin, Fatih Sultan Mehmet’e, Muhibbi’nin, Gül Baba’ya, Sultan Ana’nın, Mehmet Emin Yurdakul’dan, Kâzım Karabekir’i, Yunus Emre’yi, Ziya Gökalp’tan, Refik Halit Karay’mış, Ahmet Cevat Emre’dir, Namık Kemal’se, Şinasi’yle, Alman’sınız, Kırgız’ım, Karakeçili’nin, Osmanlı Devleti’ndeki, Cebrail’den, Çanakkale Boğazı’nın, Samanyolu’nda, Sait Halim Paşa Yalısı’ndan, Resmî Gazete’de, Millî Eğitim Temel Kanunu’na, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği’ni, Eski Çağ’ın, Yükselme Dönemi’nin, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’na vb. “Onun için Batı’da bunlara birer fonksiyon buluyorlar.” (Burhan Felek) 1919 senesi Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. (Atatürk) Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman ekten önce kesme işareti kullanılır: Hisar’dan, Boğaz’dan vb. Belli bir kanun, tüzük, yönetmelik kastedildiğinde büyük harfle yazılan kanun, tüzük, yönetmelik sözlerinin ek alması durumunda kesme işareti kullanılır: Bu Kanun’un 17. maddesinin c bendi… Yukarıda adı geçen Yönetmelik’in 2’nci maddesine göre… vb. Özel adlar için yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığında kesme işareti yay ayraçtan önce kullanılır: Yunus Emre’nin (1240?-1320), Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) vb. Ek getirildiğinde Avrupa Birliği kesme işareti ile kullanılır: Avrupa Birliği’ne üye ülkeler… UYARI: Sonunda 3. teklik kişi iyelik eki olan özel ada, bu ek dışında başka bir iyelik eki getirildiğinde kesme işareti konmaz: Boğaz Köprümüzün güzelliği, Amik Ovamızın bitki örtüsü, Kuşadamızdaki liman vb. UYARI: Kurum, kuruluş, kurul, birleşim, oturum ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumundan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığının; Bakanlar Kurulunun, Danışma Kurulundan, Yürütme Kuruluna; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112’nci Birleşiminin 2’nci Oturumunda; Mavi Köşe Bakkaliyesinden vb. UYARI: Başbakanlık, Rektörlük vb. sözler ünlüyle başlayan bir ek geldiğinde Başbakanlığa, Rektörlüğe vb. biçimlerde yazılır. UYARI: Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı, Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Türklerin, Türklüğün, Türkleşmekte, Türkçenin, Müslümanlıkta, Hollandalıdan, Hristiyanlıktan, Atatürkçülüğün vb. UYARI: Sonunda p, ç, t, k ünsüzlerinden biri bulunan Ahmet, Çelik, Halit, Şahap; Bosna-Hersek; Kerkük, Sinop, Tokat, Zonguldak gibi özel adlara ünlüyle başlayan ek getirildiğinde kesme işaretine rağmen Ahmedi, Halidi, Şahabı; Bosna-Herseği; Kerküğü, Sinobu, Tokadı, Zonguldağı biçiminde son ses yumuşatılarak söylenir. UYARI: Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz ve kendisinden sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz. 2. Kişi adlarından sonra gelen saygı ve unvan sözlerine getirilen ekleri ayırmak için konur: Nihat Bey’e, Ayşe Hanım’dan, Mahmut Efendi’ye, Enver Paşa’ya; Türk Dil Kurumu Başkanı’na vb. 3. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için konur: TBMM’nin, TDK’nin, BM’de, ABD’de, TV’ye vb. 4. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur: 1985’te, 8’inci madde, 2’nci kat; 7,65’lik, 9,65’lik, 657’yle vb. 5. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adlarına gelen ekleri ayırmak için konur: Başvurular 17 Aralık’a kadar sürecektir. Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu’nun veri tabanının genel ağda hizmete sunulduğu gün olan 12 Temmuz 2010 Pazartesi’nin TDK için önemi büyüktür. 6. Seslerin ölçü ve söyleyiş gereği düştüğünü göstermek için kullanılır: Bir ok attım karlı dağın ardına Düştü m’ola sevdiğimin yurduna İl yanmazken ben yanarım derdine Engel aramızı açtı n’eyleyim (Karacaoğlan) Şems’in gözlerine bir şüphe çöreklendi: “Dostum ne’n var? Her şey yolunda mı?” (Elif Şafak) Güzelliğin on par’etmez Bu bendeki aşk olmasa (Âşık Veysel) 7. Bir ek veya harften sonra gelen ekleri ayırmak için konur: a’dan z’ye kadar, Türkçede -lık’la yapılmış sözler.
- İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı (Koşuk - Sagu)
10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı (Koşuk - Sagu) Varlığı belgelerle kanıtlanan ilk ve en eski dönem İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı Dönemi’dir. Bu dönem edebiyatı; dil, anlatım, duyuş ve zevk itibariyle yabancı etkilerden uzak ve millî bir edebiyat niteliğindedir. Sözlü ve yazılı edebiyat olmak üzere ikiye ayrılır. Sözlü edebiyat ürünleri arasında destanlar, savlar, sagular, koşuklar yer alır. Bunlar; günlük yaşantıdan izler taşıyan, halkın konuştuğu dille söylenen ürünlerdir. “Şaman, kam, baksı, ozan” gibi adlar verilen kişilerce “kopuz” eşliğinde söylenmiştir. Dörtlükler ve hece ölçüsüyle söylenen bu ürünlerde kahramanlık, doğa, ölüm gibi konular işlenmiştir. Yazılı Edebiyat Dönemi’ni ise Kök Türk ve Uygur metinleri oluşturmaktadır. Dönemin ilk ürünleri VIII. yüzyılda Kök Türk Devleti’nin tarihî ve edebî varlığını belgeleyen Kök Türk Yazıtları’dır. Koşuk Şiir Türünün Özellikleri İslamiyet’in kabulünden önceki dönemde Türk topluluklarında görülen bazı törenlerde, insanların bir araya geldiği, etkileşimde ve paylaşımda bulundukları görülmektedir. Bu törenler sırasında koşuk şiir türü, şaman tarafından söylenmektedir. Koşuk şiir türü, aşk, tabiat ve yiğitlik konularını işleyen şiirlerdir. Koşuk örneklerini Kaşgarlı Mahmut’un Divânû Lugati’t-Türk adlı eserinde görmekteyiz. 7’li, 8’li veya 11’li hece ölçüsüyle ve yarım kafiye ile söylenen şiirlerdir. Kopuz denilen saz eşliğinde söylenen şiirlerdir. Koşuklarda kafiye düzeni aaab (abab veya abcb) –cccb –dddb … şeklindedir. Koşuklar, söyleyeni belli olmayan anonim ürünlerdir. Lirik bir söyleyişin esas olduğu koşuklar bu özelliği dolayısıyla halk edebiyatındaki koşmalara ve divan edebiyatındaki gazellere benzetilebilir. Sagu Şiir Türünün Özellikleri Sagular yuğ adı verilen cenaze törenlerinde; ölen bir kişinin ardından duyulan acı, onun yiğitliği, fazileti gibi konuları işler. Dörtlük nazım biriminin kullanıldığı sagular, 7’li hece ölçüsüyle oluşturulur. Kafiye düzeni koşukla aynıdır. Sözlü Edebiyat Dönemi’ne ait bir ürün olduğu için anonimdir. Dil sade, halkın anlayabileceği yalınlıktadır. Kısacası dönemin ürünlerinde henüz bir yabancılaşma söz konusu değil, yerlilik esastır. İslamiyet’in Kabulünden Önceki Dönem’de sagu adı verilen biçimin divan edebiyatındaki karşılığı mersiye, halk edebiyatındaki karşılığı ise koşma nazım biçimiyle söylenen ağıtlardır. İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı’nın Sözlü Dönemi’ne ait diğer iki ürünü ise bugünkü atasözü yerine kullanılan savlar ve bir milleti derinden etkileyen, yiğitlik, savaş, göç gibi konuları işleyen destanlardır. Sözlü Dönem’e ait bu ürünler, dilden dile aktarılarak yayılmış ve günümüze kadar gelmiştir. Kaşgarlı Mahmut da Türk boyları arasında dolaşarak bu sözlü ürünleri derlemiş ve Divânu Lugati’t-Türk adlı eserine almıştır.
- Hoca Dehhani
Kaynaklarda hayatıyla ilgili çok az bilgi bulunan Hoca Dehhânî’nin yaşadığı döneme dair bilgiler de birbirleriyle tam olarak uyuşmamaktadır. Ağırlıklı olarak 13. yüzyılın başlarında yaşadığı söylense de 14. yüzyılın ortalarında yaşadığına dair görüşler de vardır. Bununla birlikte kaynaklar, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Konya’ya geldiği hususunda hemfikirdir. Bugün elimizde 1’i kaside, 6’sı gazel olmak üzere sadece 7 şiiri (74 beyit) bulunsa da bazı nazire mecmualarında (Ömer bin Mezîd, Eğridirli Hacı Kemal) ve başka bazı eserlerde adının yer alması, şöhretinin sonraki yüzyıllara aksettiğini göstermektedir. Diğer taraftan 15. yüzyıl şairi Hatiboğlu, manzum Makâlât-ı Hacı Bektaş-ı Velî tercümesinde Dehhânî’nin adını Mevlânâ, Nizâmeddîn, Sa‘dî, Attâr gibi büyük şairler ve Ahmedî ile Şeyhoğlu gibi devrin diğer Türk şairleriyle birlikte zikretmektedir. Dehhânî’den ilk bahseden bilim adamı Fuad Köprülü olmuştur. Köprülü, Dehhânî’yi Anadolu sahasında dindışı klâsik şiirin başlangıcı ve “tamamiyle sanat gayesini hedef alan” yeni türün ilk şairi olarak tanıtmaktadır. Şiirlerinde eğlence meclislerinden, bahar coşkusundan, aşk ve özlem gibi insanî ve dünyevî konulardan bahseden Dehhânî’nin Selçuklu hükümdarı Alaaddîn Keykûbâd’ın isteği üzerine 20.000 beyitlik Farsça bir Şâhnâme (Selçuklu Şâhnâmesi=Selçuknâme) yazdığı muhtelif kaynaklarda belirtilmektedir. Ne var ki bu eser, henüz gün ışığına çıkarılamamıştır. Şiirleri, iyi yetişmiş bir şair olduğunu göstermektedir. Henüz gün ışığına çıkarılamamış da olsa, kaynaklarda Selçuknâme adlı eserinin varlığından bahsedilmesi, Farsçaya da hakim olduğunun işareti sayılabilir. Diğer taraftan dönemin diğer şairlerinin aksine şiirlerinde tasavvufî konulara yer vermemiş olması, kendine farklı bir yol çizecek kadar güvendiğinin kanıtı sayılabilir. Bu, aynı zamanda Dehhânî’nin muhitindeki şairlerden çok Fars şairlerinden ilhâm aldığının, onları kendine örnek seçtiğinin bir göstergesi de kabul edilebilir. Örnek beyitler: Husrev-i hûbân iden sen dilber-i şîrîn-lebi Bîsütûn-ı ‘aşk içinde beni Ferhād eyledi [Sen şirin dudaklı dilberi, güzellerin şahı eden (kudret); beni aşkın Bîsütûn dağında Ferhâd eyledi.] İster iseñ mülk-i hüsn âbâd ola dâd eyle kim Pâdişehler dâd ile mülkini âbâd eyledi [Güzellik ülkenin âbâd olmasını istiyorsan adaletli ol. (Çünkü) padişahlar (da) ülkelerini (hep) adalet (sayesinde) âbâd etmişlerdir.]
- Hacı Bektaşi Veli ve Bektaşilik
Hacı Bektaş-ı Velî, sadece Anadolu’nun değil Balkanların Türkleşmesi ve İslâmlaşması sürecinde de etkili olmuş önemli isimlerden biridir. Hoca Ahmed Yesevî’nin müritlerinden ve Babaî halifelerinden kabul edilmektedir. Devrin birçok sûfîsi gibi onun da hayatı hakkında yeterli ve kesin bilgiler mevcut değildir. Daha çok rivâyetler, söylentiler ve menkıbelerle tanınmaktadır. Muhtelif kaynaklarda, Mevlânâ ile aynı dönemde yaşadığı belirtilmektedir. Makâlât-ı Sûfiyâne adlı eseri, Hacı Bektaş-ı Velî’nin Arapça yanında İslâmiyet ve tasavvuf konusunda geniş bilgi sahibi olduğunu göstermektedir. Bu eser, Sa‘düddîn adlı bir Bektaşî tarafından Türkçeye çevrilmiştir. 14. yüzyılın âlim ve Mevlevî şairi Hatiboğlu da bu eserin manzum çevirisini yapmıştır. 1271’de ölen Hacı Bektaş-ı Velî’nin kabri, Kırşehir’de bugün kendi adıyla anılan ilçededir. Kaynaklarda Makâlât, Velâyetnâme, Kitâbü’l-Fevâ’id, Fâtihâ Sûresi Tefsîri, Şathiyye, Nasîhatler, Şerh-i Besmele, Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye gibi eserleri olduğu belirtilir. Horasan Türklerinden olan Hacı Bektaş-ı Velî, Anadolu’ya gelince Suluca Kara Öyük’e (Kırşehir) yerleşmiş ve orada Türk kültür ve tarihi açısından en önemli tarikatlardan olan Bektâşîliği kurmuştur. Fuad Köprülü, Osmanlı coğrafyasında hem İslâmiyetin hem de Türk kültürünün gelişmesi noktasında büyük katkısı olan Bektaşîliğin silsilesini Kutbüddîn Haydar, Lokman-ı Serahsî ve Ahmed Yesevî gibi Türk mutasavvıflarına kadar götürmektedir. Anadolu’da kurulan en güçlü ekonomik ve sosyal yapılardan olan Ahîlik teşkilatına dahil olan Bektaşîlik, yeniçeri ordusunun kuruluşunda önemli rol oynamıştır. Öyle ki Hacı Bektaş-ı Velî, yeniçeri ocağının pîrî ve üstâdı kabul edilmektedir. Nitekim Nihad Sâmi Banarlı’nın işaret ettiği gibi yeniçerilerin savaşlara giderken söyledikleri Allah Allah! Eyvallah... Baş üryân, sîne püryân! Allah Allah! Nûr-ı Muhammed nebî; pîrimiz, hünkârımız Hacı Bektaş-ı Velî... şeklinde başlayan gülbang da bu görüşü desteklemektedir. Bektaşîlik tarikatının gelişmesinde 15. yüzyılın ikinci devresi şeyhlerinden Balım Sultan’ın önemli katkıları olmuştur. Bu dönemde Bektaşîlik, Anadolu ve Rumeli’de büyük bir gelişme göstermiştir. İkinci Mahmud’un yenileşme çabaları çerçevesinde yeniçeri ocağını kaldırmasıyla bağlantılı olarak Bektaşî tekkeleri de kapatılmıştır. Abdülazîz tarafından bu tekkeler tekrar açılmışsa da tekke ve zâviyeler hakkındaki kanunla diğer bütün tarikatlarla birlikte tamamen kapatılmıştır. Bununla birlikte 13. yüzyıldaki şekliyle tamamen örtüşemese de, bugün Anadolu ve Rumeli’de halkın günlük yaşantısında ve gönlünde yaşamaya devam etmektedir.
- Anadolu'da Üç Dil: Arapça - Farsça - Türkçe
1071’deki Malazgirt zaferinin ardından 1077’de Selçuklulara bağlı olarak kurulan Anadolu Selçuklu Devleti dönemi, 1243’te Moğollarla yapılan Kösedağ Savaşına kadar devam etmiştir. Bundan sonra ise Anadolu’da 15.yüzyıla kadar süren beylikler dönemi başlamıştır. Zeynep Korkmaz, ilk dönemi Selçuklu Devri Türkçesi, ikinci dönemi ise Beylikler Dönemi Türkçesi olarak adlandırmıştır. 12 ve 13.yüzyıllarda Anadolu’nun özellikle doğu ve iç bölgelerinde Rumca ve Ermenice dışında üç dil daha kullanılmaya başlanmıştır. Bunlar, Anadolu’ya yeni gelen Türklerle birlikte kullanılmaya başlanan Türkçe, Arapça ve Farsçadır. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması sürecine paralel olarak bu üç dilin ağırlığı da artmıştır. Anadolu’ya yeni yerleşen Türkler, günlük hayatlarında daha çok Türkçeyi kullanıyor; tıp, gramer, fıkıh gibi alanlarda bilim dili olarak Arapça; edebiyat ve sanat dallarında ise genellikle Farsça tercih ediliyordu. Farsçanın Türkler arasında yaygınlık kazanmasında Farsçanın o dönemde en görkemli edebî ürünlerini vermiş ya da veriyor olmasının; Arapçanın yaygınlık kazanmasında ise başta dinî ilimler olmak üzere, bütün İslâm dünyasında Arapçanın bilim dili olarak ön plâna çıkmış olmasının etkisi vardır. Şüphesiz Orta Asya’dan göçebe olarak gelip Anadolu’ya yerleşen Türklerin henüz dil ve edebiyatlarının yeterince gelişmemiş olmasının da bu süreçte etkisi olmuştur. Bir dönem, Türkçeyi geliştirmek ve zenginleştirmek yerine, hazır ve işlenmiş iki dil olan Farsça ve Arapçadan yararlanmak, Anadolu’yu yurt edinme mücadelesiyle meşgul olan Türkler açısından daha kolay olmuştur. Diğer taraftan İslâmiyeti Araplardan ve Farslardan öğrenen Türkler, bu arada onların dillerinden de etkilenmişler; Türkçeye sırf bu yolla pek çok Arapça ve Farsça kelime geçmiştir.
- Anadolu'da Mevlana Rüzgârı
Sadece Türk ve İslâm dünyasının değil, bütün dünyanın tanıdığı ve saygı duyduğu bir isim olan veMevlevî, Hüdâvendigâr, Mevlânâ Hüdâvendigâr, Mollâ-yı Rûm, Belhî, Rûmî, Konevî olarak da bilinen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 13.yüzyılın tartışmasız en önemli ismidir. 1207’de Belh’te doğmuş, babası Bahâeddîn Veled’le birlikte Nişabur, Bağdat, Mekke ve Şam’ı dolaştıktan sonra önce Lârende’ye, sonra Konya’ya yerleşmiştir. Vefâtına (1273) kadar Konya’da kalan Mevlânâ, burada hayatında önemli bir dönüm noktası olan Şems-i Tebrîzî ile tanışmıştır. Mevlânâ’nın adını asırları ve coğrafyaları aşıp bütün dünyaya duyuran eseri, 25.700 beyitten oluşan 6 ciltlik Mesnevi’dir. Her ne kadar mesnevi nazım şekliyle yazıldığından bu adı almışsa da zamanla mesnevi dendiği zaman Mevlânâ’nın bu eseri akla gelir olmuştur. Mesnevi-i Şerîf ve Mesnevî-i Ma‘nevî olarak da bilinen bu Farsça eserde, insanlara ibret ve örnek oluşturacak alegorik hikâyeler, dualar, nasihatlar yer almaktadır. Mevlânâ, bu eseri aracılığıylaAnadolu’da kardeşlik ve dayanışmaya en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde toplumsal huzura ve barış ortamına büyük katkı sağlamıştır. Mesnevi, o kadar geniş bir etki sahası oluşturmuştur ki zamanında ve sonraki dönemlerde yaşayan pek çok şair ve yazar, eserinde ondan ya ilhâm almış, alıntı yapmış ya da bir vesileyle ona göndermede bulunmuştur. İletişim imkânlarının son derece kısıtlı olduğu bir dönemde Şeyyâd İsâ, Elvân Çelebi, Kirdeci Ali, İzzetoğlu, Yûsuf-ı Meddâh, Mehmed Hatîboğlu, Sultan Veled, Muhyî, Muîn bin Mustafa, Gülşehrî, Âşık Paşa, Ahmedî, Bedr-i Dilşâd, Şeyhî, Ârif, Gelibolulu Mehmed Zaîfî, Yazıcıoğlu Mehmed gibi pek çok ismin eserinde ondan övgü ve hayırla bahsetmesi ve eserinden alıntı yapması bu etkinin somut bir göstergesidir. Mevlânâ’nın diğer ünlü eseri, kendi mahlası yerine Şems ve Şems-i Tebrîzî mahlaslarını kullandığından Dîvân-ı Şems, Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî, Külliyât-ı Şems, Külliyât-ı Şems-i Tebrîzî olarak da anılan Dîvân-ı Kebîr’dir. İçerik, dil ve anlatım bakımından Mesnevi’ye çok benzeyen bu Farsça eserin beyit sayısı, bazı nüshalarda 50.000’e kadar ulaşmaktadır. Bu iki büyük eseri dışında Mevlânâ’nın sohbetlerinden oluşan Fîhi Mâ Fîh ve yedi vaaz ve öğüdünün bulunduğu Mecâlis-i Seb‘a adlı eserleri de vardır. Her ikisi de kısmen Farsça kısmen de Arapçadır. 147 mektubundan oluşan Mektûbât’ını ve divanında yer aldığı halde ayrı bir eser olarak bilinen Rubâîler’i de diğer eserleridir.
- 13. Yüzyılda Divan Edebiyatı
Selçuklu Devletinin egemen olduğu 13. yüzyıl, edebî ürünlerin Türkçeden çok Farsça olarak yazıldığı bir dönem olmuştur. Bu yüzyılın ikinci yarısında ise Türkçe eserlerin sayısında gözle görülür bir artış süreci başlamıştır. Nihayet 14. yüzyıla varıldığında çeviri edebiyatının da katkısıyla Türkçe eserlerin sayısında büyük bir artış dikkat çekmiştir. Diğer taraftan 13. yüzyıl, aynı zamanda klâsik Türk şiiri geleneğinin de temellerinin atıldığı bir dönem olarak dikkat çekmektedir. Şüphesiz bu temelleri, klâsik Türk edebiyatının bütün özelliklerinin hayata geçirilmeye başlaması anlamında düşünmemek gerekir. Zira gerek nazım şekilleri ve aruz gibi dış yapı gerek iç yapı özellikleri bakımından bu dönemde verilmeye başlanan eserlerin klâsik Türk edebiyatı geleneği ile birebir örtüştüğünü söylemek mümkün değildir. Bu anlamda eserleri Türkçe olmasa da Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in ve 13. yüzyılın ikinci yarısıyla 14. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı tahmin edilen Yunus Emre gibi isimlerin öncü rol oynadıkları söylenebilir. Zira bu gibi isimlerin eserlerinde ölçü olarak aruzun, nazım birimi olarak beytin, nazım şekli olarak gazel ve mesnevinin kullanıldığı görülmektedir. Şüphesiz bu gibi eserler, sonraki dönemlerde gittikçe klâsikleşecek olan bir geleneğin öncüleri niteliğindedirler. Yunus Emre’nin Türkçe dîvânında aruzla yazdığı tasavvuf içerikli gazeller, Türkçenin aruzla uyumu noktasında dikkat çekici bir işaret olarak görünmektedir. Aynı şekilde 13.yüzyılın sonlarıyla 14.yüzyılda yaşamış birçok şair de genellikle tasavvufî bir bakış açısıyla Türkçe olarak kaleme aldıkları eserlerinde aruzun şiir dilinde kullanımına dair örnekler ortaya koymuşlardır.
- Milli Edebiyat Dönemi Roman ve Hikaye
1. Meşrutiyet (1908)'ten sonra memlekette başlayan ve o devirde “Türkçülük” adı verilen milliyet hareketi, “edebiyatta millî kaynaklara dönme” düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. “Millî kaynaklara dönme” sözüyle; dilde sadeleşme, yerli hayatı yansıtma kastedilmiştir. Bunları gerçekleştirmeyi ülkü edinen edebiyat akımına “Millî Edebiyat” adı verilmiştir. 2. Hikâye ve roman alanında, bir bölüğü “Fecr-i Âti” topluluğundan gelen (Yakup Kadri, Refik Halit), bir bölüğü bu topluluk dışında kalan (Ebubekir Hâzım, Ömer Seyfettin, Halide Edib v.b.) sanatçılar, aralarındaki sanat anlayışı ve dünya görüsü ayrılıklarına rağmen yerli hayatı yansıtma konusunda birleşmiş görünüyorlar. 3. Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarında vakaların İstanbul sınırları içinde kapalı durmasına karşılık bu devirde hikâye ve roman yurdun her köşesine açık tutulmuş, her tabakadan halkın yaşayışı konu olarak ele alınmıştır. Özellikle köy ve taşra hayatını anlatan başarılı ilk örnekler (Ebubekir Hâzım: Küçük Paşa; Refik Halit: Memleket Hikâyeleri; Reşat Nuri: Çalıkuşu v.b.) bu devirde verilmiştir. Kimi kitapların adları dahi (Refik Halit: Memleket Hikâyeleri; Ömer Seyfettin, Yalnız Efe - Anadolu romanı) sonradan “memleket edebiyatı” diye adlandırılan bu çığırı açıkça belirtir. 4.İlkin edebiyat dışı bir amaçla, “taşraların ne halde olduklarını, köylülerin ne yaptığını, ne istediğini, memleketin neye muhtaç olduğunu yerinde görüp incelemek” için Tanin gazetesinin Anadolu'ya gönderdiği bir yazarının Anadolu'daki şehir, kasaba ve köyleri dokuz ay (1909-1910) adım adım dolaşarak hazırladığı röportaj niteliğindeki gezi notları (Ahmet Şerif, Anadolu'da Tanin) ve aynı yıl içinde “Anadolu Fatihaları”nı dile getirmek amacıyla yazılan; fakat yayınlandığı zaman hiç de ilgi uyandırmadığı halde, Cumhuriyet devrinde dikkati çeken bir roman (Ebubekir Hâzım, Küçük Paşa) ile açılan bu çığır, Refik Halit'in Anadolu sürgününden getirdiği hikâyeler “Memleket Hikâyeleri” ile geniş bir ilgi görmüş; Kurtuluş Savaşı yıllarında ise Anadolu insanının çetin alınyazısı üzerine eğilme hareketi (Halide Edip; Daga Çıkan Kurt, Atesten Gömlek / Yaban, Millî Savaş Hikâyeleri) artık zorunlu ve yaygın bir hal almıştır. 5. Gözleme dayanan bu yerli hayatı yansıtma isteğinin sonucu olarak, çoğu yazar Realizm (Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Memduh Şevket v.b), hatta kimileri Natüralizm (Bekir Fahri, Selâhattin Enis, kimi hikâyeleriyle F. Celâlettin, kimi romanlarıyla Osman Cemal v.b.) ilkelerini benimsemişlerdir. 6. Çoğu Fransız (Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Peyami Safa, Abdülhak Şinasi), kimisi İngiliz (Hailde Edip), kimisi Rus (Memduh Sevket) edebiyatlarının etkisi altında kalan bu devir sanatçılarının bir bölüğü de Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim yolunu sürdürmüşlerdir (Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, kimi hikâyeleriyle F. Celâlettin). 7. Parti kavgalarının kızıştığı Meşrutiyet ve mütareke devirlerinde okuyucunun mizaha ve toplumsal yergiye düşkünlük göstermesi, birçok yazarın (Ömer Seyfettin, Refik Halit, Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, Reşat Nuri, F. Celalettin v.b) mizaha eğilim göstermesine yol açmıştır. 8. Millî Edebiyat dönemi roman ve öykülerinde konuşma dili ve anlatımı kullanılmıştır. Halkı ilgilendiren konulara yönelen yazarlar, eserlerinde hem İstanbul'un, hem Anadolu halkının yaşamını, sorunlarını ele almışlardır. 9. Dönemin önde gelen roman ve öykü yazarları Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halit, Aka Gündüz, Reşat Nuri ve Ebubekir Hazım'dır. E. Hazım dışındaki yazarların tümü Cumhuriyet döneminde de yazarlık yaşamlarını sürdürmüşlerdir. 10. Milliyetçiliği, Kurtuluş Savaşı'nı romanlarında ele alan H. Edip, romanlarındaki güçlü kadın tiplerle dikkati çeker. Millî Edebiyat hareketine sonradan katılan yazar Yakup Kadri ise romanlarında toplumun yaşadığı değişimleri eleştirel bir bakışla anlatmışlardır. 11. Millî Edebiyat ve Cumhuriyet dönemlerinin en sevilen yazarlarından biri olan Reşat Nuri; Çalıkuşu romanıyla büyük ün kazanmıştır. Refik Halit Karay, bu dönemde yazdığı İstanbul'un İç Yüzü adlı romanında II. Meşrutiyet yönetimi ile I. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan savaş zenginlerini anlatır. Ömer Seyfettin ise çağdaş Türk öykücülüğünün ilk önemli kişiliği olarak dikkati çeken bir yazarımızdır.
- Nev - Yunaniciler
Nev-Yunanilik, Türk edebiyatını temelinden batılılaştırmak amacıyla, "Eski Yunan edebiyatını örnek almak"tır. Yahya Kemal'le Yakup Kadri benimsedikleri bu eğilime Eski Akdeniz uygarlığıyla ilgili olduğu için Havza Edebiyatı ya da Nev-Yunanilik adını vermişlerdir. Bu eğilimin örnekleri de Yahya Kemal'in "Sicilya Kızları" ve "Biblos Kadınları" adlı şiirleri ile Yakup Kadri'nin "Siyah Saçlı Yabancı ile Berrak Gözlü Genç Kızın Sözleri" başlıklı yazısı ile sınırlı kalmıştır. Nayilik gib Nev-Yunanilik de dönemini etkileyen bir gelişme göstermemiştir. Şiirimizde tek temsilcisi Salih Zeki Aktay olarak görülür. Sicilya Kızları Sicilya kızları, uryân omuzlarında sebû, Alınlarında da çepçevre gülden efserler, Yayar bu mahfile a‘sâbı gevşeten bir bû; Ve gözleriyle derinden bakar, gülümserler Sicilya kızları, uryân omuzlarında sebû... Hadîkalarda nevâ-gîr iken şadırvanlar, Somâki kurnalarından gümüş sular dökülür; Ve hep civâra serilmiş kadîfe dîvânlar İçinde, bûseden ölmüş vücûdlar bükülür, Hadîkalarda nevâ-gîr iken şadırvanlar... Gerer beyaz kuğular nâzenîn boyunlarını; Füsûn-ı nevm ile, görmez bu âteşîn ravza İçinde dalgalanan huzûz-ı rehâvetle hâvzdan havza, Gerer beyaz kuğular nâzenîn boyunlarını... Yahya KEMAL
- Nayiler - Nayiciler
Yeni eğilimlerden biri Nayiler adı altında ortaya çıkarılmak istenen harekettir. Halit Fahri, Selahattin Enis, Hakkı Tahsin, Orhan Seyfi, Yakup Salih, Hasan Sait gibi gençlerin destekledikleri bu hareket ulusal edebiyatın oluşmasını "ulusal geçmişe bağlanış" ta görür. Bu görüşün temelinde, Türk edebiyatının ilk dönemlerine inerek, 13. yüzyılın büyük mutasavvıflarından Mevlana Celalettin Rumi ile Yunus Emre'nin şiirlerindeki içten söyleyişi, coşkulu, gizemli havayı şiirlerinde yaşatmak yatar. Şahabettin Süleyman'ın, Sefahat-ı Şiir ve Fikir dergisinde (1914 s.1) "Nayiler –Yeni Bir Gençlik Karşısında" başlıklı makalesiyle tanıttığı bu topluluk, düşüncelerini ortaya koyacak yapıtlar veremeden dağılmıştır.
- Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi
Milliyetçiliğin dil ve edebiyatla ilişkisi, 1911'de Selânik'te çıkmaya başlayan Genç Kalemler adlı dergi ile kurulmuştur. Derneginin başında Ömer Seyfettin ve Ali Canip bulunmaktadır. "Milli edebiyat" adı ilk kez Genç Kalemler'de kullanılır. Ulusal (milli) bir edebiyat yaratma görevini üzerine alan dergi, böyle bir edebiyat için önce dilin ulusallaştırılması (millileştirilmesi) gerektiği gerçeğini ortaya çıkarır. Genç Kalemler'in üyeleri derginin "Yeni Lisan" başlıklı ünlü başyazısında, dilin yalınlaştırılarak Osmanlıcadan kurtarılması gerektiğini öne sürerler. Bunun koşullarını madde madde açıklarlar: 1. Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça dilbilgisi kuralları kaldırılmalı; 2. Türkçeye girmiş Arapça sözcükler Arapça dilbilgisi değerlerine göre değil, Türkçedeki kullanışlarına göre dikkate alınmalı; 3. Arapça ve Farsça sözcükler asıllarındaki söylenişlerine değil, Türkçedeki söylenişlerine göre yazılmalı; 4. Konuşma diline girmiş Arapça ve Farsça sözcükler atılmamalı, bilimsel terimlerde Arapça kullanılmasında sakınca görmemeli; 5. Başka Türk lehçelerinden sözcük alınmamalı; 6. Konuşmada İstanbul ağzına uyulmalıdır. Genç Kalemler'in genç üyeleri dilin böylece yalınlaşacağını düşünmektedirler. Bu hareketin başında Ömer Seyfettin, edebiyat ile dili birbirinden ayırmaz. Zamanın edebiyatının ulusal olmayışına neden olarak eski ve yapay dili gösterir. Gereksiz yabancı kuralların dili hasta ettiğini öne sürer. Bu yüzden genç edebiyatçılardan, bu hasta, yapay dilden uzaklaşmalarını ister. Ömer Seyfettin'e göre ulusal bir edebiyatı, ancak bu dilden uzaklaşan edebiyatçılar oluşturabilir. Ayrıca edebiyatın konusununda halkın yaşayışından alınması gerektiğini öne sürerler. Çünkü Tanzimat'a dek İran'ın taklitçisi olan Türk edebiyatı, Tanzimat'tan sonra da Batının taklitçisi olmuştur. Artık bunlardan kurtularak, yaratma aşamasına geçmek ve Türk halkının yaşayışına yönelmek gerekmektedir. Şiirde Genç Kalemler ile Fecr-i Ati arasında önemli bir ayrım yoktur. Çünkü Genç Kalemler'in şairleri "estetik bir haz" aracı saydıkları şiirde Fecr-i Aticiler gibi bireyci anlayışı sürdürürler. Sonraları aruz yerine hece ölçüsünü getirirlerse de hecenin benimsenmesi uzun bir süre almıştır. Bu harekete Servet-i Fünuncular, Fecr-i Aticiler büyük bir tepki gösterirler. Başta Köprülüzade Mehmet Fuat Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin ve Yakup Kadri olmak üzere birçok yazar, sert bir eleştiriye girişirler. Çünkü bu kişiler, sanat eserlerinin uluslararası olması nedeniyle edebiyatın ulusal olamayacağını düşünmektedirler. Yeni Lisan'ın de edebiyat dili değil, bilim dili olabileceğini öne sürerler. Yakup Kadri, sanatın kişisel ve saygıdeğer olduğu görüşündedir. Bu yüzden dildeki yalınlaşmaya kesinlikle karşı çıkar. Fakat bir yıl süren tartışmaların sonunda Hamdullah Suphi, Celâl Sahir, Yakup Kadri, Köprülüzade Mehmet Fuat, Refik Halit, Yeni Lisan hareketini kabul ettiklerini bildirirler. Genç Kalemler 1912'de kapanmış, yazarları da İstanbul'a gitmişlerdir. Balkan yenilgisinin kendilerini doğruladığını görerek, Millî edebiyat hareketini Türk Yurdu gibi öteki milliyetçi dergilerdeki yazılarıyla sürdürmüşlerdir. Yeni yetişen gençlerin de katılmasıyla Millî edebiyat akımı genişleyerek, edebiyatımızın yeni bir döneme girdiğini gösterir.
- Milli Edebiyat Dönemi Tiyatrosu
1908'de II. Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük, tiyatro etkinliklerini de etkilemiş, hız kazanan tiyatro çalışmaları Milli Edebiyat döneminde de sürmüştür. Bu dönemdeki ilk girişim resmi bir tiyatro kurulmasıdır. Paris'te ünlü bir tiyatronun müdürü olan Pierre Antuan tarafından kurulan bu tiyatronun önemi, oyuncu olmak isteyenleri yetiştirme amacı gütmesidir. 1915'te kurulan ve Darülbedayi adını taşıyan bu ilk Osmanlı tiyatrosu amacı bakımından aynı zamanda bir okul niteliği taşır. Bu sırada başlayan Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı çeşitli güçlükler, tiyatronun çalışmalarını engellemiş, ilk oyun ancak 1916 yılı başında sahneye konulabilmiştir. Bu oyun Hüseyin Suat'ın Çürük Temel adlı uyarlamasıdır. Onu Halit Fahri'nin Baykuş'u izler. Bu ilk resmi tiyatro, savaşın gittikçe artan sıkıntıları içinde, çalışmalarını düzenli olmasa da Cumhuriyet ilan edildikten sonra 1926'da Şehir Tiyatrosu'nun kuruluşuna değin sürdürebilmiştir. Darülbedayi, sanatçı yetiştirdiği gibi, o yılların yazar ve şairlerini oyun yazmağa da yöneltmiş, daha çok, roman, öykü, şiir yazan şair ve yazarlar oyun yazmağa başlamışlardır. 1915'ten sonra yazılmağa başlanılan oyunların daha çok hafif güldürüler ya da şarkılı güldürüler olduğu dikkati çeker. Bu türlerin yeğlenmesinde, halkın tiyatroya olan ilgisini arttırmak için ilk sahnelenen oyunların Fransız güldürüleri olmasının etkisi düşünülebilir. Yazılan ve sahnelenen oyunlar, teknik yönden tam bir olgunluğa erişememekle birlikte, dili kullanış bakımından oldukça başarılıdır. Bu dönemde yalnızca tiyatro yazarı olarak tanınan iki yazardan biri Müsahipzade Celâl (1868-1959), öteki de İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci (1866-1935) dir. 1908'de oyun yazmaya başlayan Müsahipzade Celâl'in ilk oyunu 1913'te sahneye konulan Köprülüler'dir. Hafif, müzikli oyunlar yazmayı sürdüren yazarın oyunları daha çok töre güldürüsü niteliği taşır. Konularını genellikle Osmanlı tarihinden seçen, çeşitli dönemlerdeki sosyal yaşayışı, töreleri, inançları, düşünüş biçimlerini gülünç yanlarıyla canlandırmayı yeğleyen Müsahipzade Celâl sosyal eleştiriye büyük ölçüde yer vermiştir. Oyunları bu özellikleriyle daha çok töre güldürüsü niteliği taşırlar. Teknik yönden pek güçlü olmayan oyunlarında, kişileri kendi dönemlerinin söz varlığı ve konuşma biçimiyle konuşturmağa özen göstermiştir. En çok tanınan İstanbul Efendisi (1920,1936), Lâle Devri (1921,1936), Macun Hokkası (1936), Atlı Ases (1936), Fermanlı Deli Hazretleri (1936), Balaban Ağa (1936) adlarını taşıyan oyunları öteki oyunlarıyla birlikte Halk Piyesleri (Müsahipzade Celâl) (1936) adıyla iki ciltte bir araya getirilmiştir. Bu dönemin tanınmış güldürü yazarlarından olan İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci Fransızcadan yaptığı uyarlamalarla da tiyatromuza birçok oyun kazandırmıştır. O yılların Fransız güldürülerinin etkisi sezilen oyunlarında dili iyi kullandığı gibi, oyun tekniği yönünden de oldukça başarılı sayılır. Gücü Gücü Yetene (1918), Kadın Tertibi (1918), Kısmet Değilmiş (1920) gibi kendi yazdığı; Hisse-i Şayia, Sekizinci, Ceza Kanunu gibi uyarlama oyunları da vardır. Bu iki oyun yazarıyla birlikte dönemin roman ve öykü yazarlarından Aka Gündüz, Reşat Nuri, Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, Mithat Cemal, şairlerinden Halit Fahri, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, Necip Fazıl ve Salih Zeki de kimileri sahnelenen oyunlar yazmışlardır.











