Arama Sonuçları
Boş arama ile 850 sonuç bulundu
- Ayten Çınar (Gülçınar)
Ayten Çınar [Gülçınar] Adı Soyadı: Ayten Çınar Mahlası: Gülçınar [Gül Çınar] Doğum Yeri – Yılı: Sivas / Şarkışla / Akçakışla / Çanakçı Köyü – 1960 Etkilendiği Kişi/ Kişiler: Âşık Veysel’in kendisine adeta kılavuz olduğunu belirtmektedir. Şiirlerindeki Konular: Aşk konusunu oldukça sık işleyen Âşık, toplumsal sorunları da eserlerine taşımıştır. Eser Sayısı: ~450 şiir; ~50 müzikli eser. Sivas Şarkışla’da dünyaya gelen Nuriye ve Musa Çınar’ın kızı olan Ayten Çınar [Bkz. Şekil 4.7], bir yaşında iken babasının işi gereği Niğde’ye taşınmışlardır. 1973 yılında, ailece köylerine [Şarkışla] gezmeye gittiklerinde, Seyit Ahmet Gencer, Ayten Çınar ile evlenmek istemiş ve Ayten Hanım çocuk denilecek yaştayken [13], anne-babasının isteğiyle, kendisinden 25 yaş büyük olan köylüsü ile evlendirilmiştir. Köyüne gelin olarak gelen Ayten Hanım’ın evliliği 7 yıl sürmüş ve bu süre içerisinde iki çocuğu olmuş, ancak çocuklarından biri dört yaşında ölmüştür. 20 yaşında eşinden ayrılan Ayten Hanım, Niğde’ye dönerek bir işe girmiş; fakat, ayrıldığıeşi bu süre içerisinde pek rahat vermemiştir. Bu durumdan rahatsız olan Ayten Hanım, ailesinin de büyük rahatsızlık duymasıyla birlikte yine kendi köylüsü olan Hüseyin Bektürk ile ikinci evliliğini gerçekleştirmiştir. Bu evliliği de yedi yıl sürmüş ve bir çocuğu olmuştur. Babası Musa Çınar’ın yazdığı ve güzel sesiyle okuduğu şiirlerden oldukça etkilendiğini belirten Âşık, saz çalmayı çocuk yaşlarından beri istemesine rağmen ancak 20’li yaşlarda kursa giderek gerçekleştirmiştir; fakat, çalıştığı için yeterince zaman ayıramamıştır. O yıllarda bağlama ile amatör derecede ilgilenen komşusu, Osman Arslan’ın bağlama bilgileri, Ayten Hanım’a oldukça faydalı olmuş ve bu sayede 15 yaşlarında yazmaya başladığı şiirlerini besteler olmuştur. Sazı yakın çevresine zor da olsa kabul ettirdiğini belirten Ayten Hanım’a, Gülçınar mahlası bir meslektaşı ya da herhangi biri tarafından verilmemiş, bu ismi kullanmaya kendisi karar vermiştir. 1977 yılından beri mahlas kullanan Âşık, genel olarak, erkeklerin isimlerinin başına “Kul” sıfatını aldığını belirterek, kendisi de bir kadın olarak isminin başında “Gül” sıfatını kullanmak istediğini ifade etmiştir. 1984 yılında Ankara’ya yerleşen Gülçınar Hanım, saz dinleme hevesiyle gittiğiÂşıklar Kahvesi’nde, kitaplardan okuduğu, kasetlerden dinlediğiÂşıklık kültürünü yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Beş yıl boyunca gittiği bu kültür evlerinde epey çevre edinen Âşık Gülçınar, uzun bir aradan sonra kendi ürettiklerini paylaşma cesareti bularak gelenek içerisinde varolmaya başlamıştır. Zamanla ailesine de kendini ispatlayan Âşık, aldığı destekle bir kaset [Kan Kusturdun – Vicdansız] çıkarma fırsatı bulmuştur. Daha sonra yayınlamış olduğu şiir kitabıyla da daha fazla kişiye ulaşabilen Âşık, bu çalışmalarıyla faaliyet alanlarını genişletmiş ve birçok dernek tarafından etkinliklere davet edilir olmuştur. Gülçınar Hanım’ın eserlerinde, cesur olarak nitelendirebileceğimiz ifadeleri bulunmakta, söz konusu ifadeler özellikle taşlamalarında karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu eserlerin birçoğunda “oy, ay…” gibi nidalar yer alırken, Âşığın konuşur üslûbu, birçok eserinde dikkatimizi çekmektedir. Âşık Gülçınar, Ustası olmasa da “usta malı” tabir ettiği eserleri, kasetlerini dinlediği, Âşık Veysel, Mahzunî Şerif, Muhlis Akarsu’dan okumaktadır. İki çocuk annesi olan Âşık Gülçınar’ın, çocuk yaşta ve kendisinden 25 yaş büyük biriyle evlendirilmesinin yaşamını nasıl etkilediğini, nasıl zorluklar yaşayabileceğini tahmin edebiliriz. Bir de meslekî açıdan bakacak olursak, genç yaşta saz çalması yasaklanan evli bir çocuğun, pes etmeyerek bu gelenek içinde varolmaya çalışması yadsınamaz bir örnektir. Âşık iki evlilik yaşamıştır. Her iki evliliği de aile ve toplum baskısı ile gerçekleşmiştir. ilk evliliğini bitirdikten sonra evlenmeyi düşünmeyen Ayten Hanım’a ailesi ve çevresi dul bir kadın olduğunu vurgulayarak bu durumdan rahatsız olduklarını dile getirmişler ve Ayten Hanım’ın ikinci evliliğini gerçekleştirmesine neden oluşturmuşlardır. ilerleyen zamanlarda ikinci eşinden de maddi-manevi destek alamayışı ve geçmişten gelen başka sebeplerin de eklenmesiyle, bu evliliğine de son vermek durumunda kalmıştır. işçilik yaparak, çocuklarını tek başına büyüten Ayten Hanım, çocukları da kendi ayakları üzerinde durduktan sonra, çalmayı çok istediği bağlamaya, nihayet zaman ayırmış, çocukluk yıllarında köyünde gördüğüâşıklar gibi yazdığı şiirleri için ezgiler üretmeye başlamıştır. Âşıklık geleneğini tanımak-öğrenmek adına ilk zamanlar âşıkların bulunduğu birçok derneğe, etkinliklere izleyici olarak katılan Gülçınar Hanım, zamanla gördüklerini, duyduklarını sazına aktarmaya başlamış ve yazdığı şiirlerine eşlik eder olmuştur. Erkek meclislerinde çalıp-söylediği ilk zamanlar, birçok meslektaşı tarafından yadırganan Âşık Gülçınar; atışmalardaki başarılı icrâlarından sonra gelenek içinde özgüvenini kazandığını ve böylelikle de erkek meslektaşlarının birçoğuna kendisini kabul ettirdiğini belirtmiştir. Daha sonraki yıllarda, katıldığı yarışmalardan aldığı dereceler Ayten Hanım’ı daha da yüreklendirmiştir. Âşık Gülçınar, artık bütün bu yükümlülükleri aşmış sadece maddi olanaksızlıklarını aşmaya çalışan, büyük bir hırsa sahip kadın âşıklardandır. #AytenÇınar #Gülçınar #KadınAşıklar
- Arzu Yiğit (Arzu Bacı)
Adı Soyadı: Arzu Yiğit Mahlası: Arzu Bacı Doğum Yeri – Yılı: Adana / Feke / incirci – 1964 Etkilendiği Kişi / Kişiler: Hacı Karakılçık, Âşık imamî [Ahmet Bozdemir], Gül Ahmet [Ahmet Yiğit] Şiirlerindeki Konular: Güzelleme Eser Sayısı: ~750 şiir; ~150 müzikli eser. Adana’nın Feke ilçesine bağlı incirci Köyü’nde dünyaya gelen Hayriye ve Adülkadir Sarıboğa’nın kızı olan Arzu Yiğit [Bkz. Şekil 4.8], çocuk yaşta [12], Ali Yiğit ile evlendirilmiş ve iki çocuk sahibi olmuştur. Sarıboğa soyuna mensup olan Arzu Bacı, Karacaoğlan’ın torunlarından olduğunu ve aslının Varsak Türkleri’nden geldiğini belirtmektedir. İlkokula kadar okutulan Arzu Hanım, çok nüfuslu bir ailenin çocuğu olarak maddi imkânsızlıklar nedeniyle okuyamasa da evlendikten sonra, ortaokulu dışarıdan bitirmiştir. Çocuk yaşlarda şiir yazmaya başlayan, saz çalmak isteyen Arzu Hanım, bu ilgisinin yetiştiği çevreyle bağlantılı olduğunu belirtmiştir. Anneannesi, babaannesi ve annesi köylerinde sesleri güzel olan, ağıtlar yakan insanlar olarak tanınırlarmış. Böyle bir dönemde ve çevrede yetişmesinin eserlerine çok büyük katkısı olduğunu düşünmektedir. Arzu Bacı’nın saza olan hasretliği evlendikten sonra son bulmuştur. Eşi Ali Bey de saz çalma hevesiyle zamanında bir saz almış ama sonra ilgilenemediğinden bir yakınına emanet etmiş ve nihayetinde bir aile ziyaretinde bu saz Arzu Hanım’ın olmuştur [1985]. Saz çalmayı öğrenmek için kimseden yardım almamış ve çabalarının sonucunda eserlerini müziklendirip çalıp-söylemeye başlamıştır. Bir zaman sonra eserlerini kasetlere kaydetmeye başlayan Âşık, yakın çevresine de bu kasetleri hediye etmiş ve kasetlerden bir tanesi yakın köylüsü Âşık Hacı Karakılçık’a ulaşmıştır. Arzu Bacı’yı yetenekli bulan Karakılçık, birlikte etkinliklere katılmayı teklif etmiştir. Bu şekilde aktif bir sanat yaşamı başlayan Âşık, kendine yeni bir çevre edinme fırsatı bulmuştur. Bu süreçte eşinden büyük destek aldığını belirten Arzu Bacı, zamanla edinmiş olduğu çevre ve dostlarının –özellikle Âşık imamî– desteğiyle 1991 yılında ilk kasetini çıkarmıştır. Görüştüğümüz âşıklar arasında en çok kasete sahip olan Arzu Bacı’nın solo ve atışmalı olarak 19 kaseti bulunmaktadır. 1989 yılında Hacı Karakılçık tarafından “Arzu Bacı” mahlasını alan Âşık, şiirlerinde “Arzum” mahlasını da kullanmaktadır. Koşma, semai, dini müzik [ilahi] türünde eserler sunan Arzu Hanım’ın söz konusu eserlerinde ayrılık, tabiat, aşk konularını işlediği görülmektedir. Atışmalı örneklerde sunan Âşık, özellikle bu tür eserlerinde akıcı bir üslûp özelliği göstermektedir. Sözünü sakınmayan, cesur bir tavır sergilerken dilindeki sadelik samimi bir hava hissettirmektedir. Arzu Bacı çalmayı çok istediği sazını evlendikten sonra edinebilmiştir. Edindiği bu saz bir zamanlar eşine ait olan bağlamadır. Âşık artık kendi tabiriyle bağlamasına kavuşmuştur; ancak, zamanla, çalabileceği icrâ ortamı sıkıntısı yaşamaya başlamıştır. Çünkü ürettiklerini paylaşmak, duyurmak istemektedir; fakat çevresinin bir kadın icrâcıyı kabullenmesi kolay değildir, önce çocuklarını büyütmesi gerektiği sürekli vurgulanmaktadır. İlerleyen zamanlarda, bazı tanıdıklarının isteğiyle bir kayıt cihazında icrâsını kaydetmiştir. Daha sonraları kaydettiği kasetler, bu sanatla ilgili kişiler tarafından da dinlenilmiş ve beğenilmiştir. Arzu Bacı için bundan sonrası daha zor olmuştur. Kendisini kabul ettirebilmesi adına birçok çalışma yapması, etkinliklere katılması gerekmiştir. Bu dönemlerde hemcinslerinin ve karşı cinslerinin birçok yorumuna maruz kalsa da sanatını kabul ettirdikten sonra insanların kendisine olan algılarının değiştiğini belirtmiştir. Âşık, uzun süredir ara verdiği yoğun kaset çalışmalarına devam etme çabası içerisindedir. #ArzuBacı #ArzuYiğit #KadınAşıklar
- Satirik Şiirin Özellikleri
Edebiyatta şiirle bir kimseyi, bir düşünceyi, bir durumu açık ya da kapalı biçimde, iğneli bir dille yerme sanatına yergi denir. Her yergide bir uyarı olduğu için öğretici özellik de bulunur. Yergi şiirine Halk edebiyatında taşlama, Divan edebiyatında hiciv denir. Tarihin her döneminde her zaman yergi şiiri söylenmiştir ya da yazılmıştır. Eski Yunan’da Diogenes’in yergileri vardır. 18. yüzyılda Batı’da Voltaire iyi bir yergici idi. Türk edebiyatında, yergi denilince akla Nef’î gelir. Geçenlerde bir derin vadide Jean Frenon’u bir yılan ısırdı Ne oldu dersiniz sonra? Can veren yılan oldu. Voltaire Bana Tahir Efendi kelp demiş İltifat, bu sözde zâhirdir Mâliki mezhebim benim zirâ İtikatımca kelp tâhirdir Nef’î Han-ı Yağma’dan Yiyin, efendiler, yiyin, bu can katan masa sizin; Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Verir zavallı memleket, verir ne varsaimalını, Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini; Bütün gönül sevincini, olanca rahat hâlini; Hemen yutun, düşünmeyin haramını helâlini,.. Yiyin efendiler, yiyin, bu yerde bu İştihâ sizin; . Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın gider ayak! Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak. Bugün ki mideler diri, bugün ki çorbalar sıcak. Atıştırın, tıkıştırın kapış kapış, çanak çanak… Tevfik Fikret Satirik Şiirin Özellikleri #SatirikŞiir #SatirikŞiirinÖzellikleri
- Pastoral Şiirin Özellikleri
Kırları; çobanların yaşamını, aşklarını, üzüntülerini, sevinçlerini anlatan şiirlerepastoral şiir denir. İlk pastoral şiirler pek gerçekçi değildi, olağanüstülükler vardı; fakat anlatımı yalın idi, söz oyunları ile süslenmezdi. Pastoral şiir; monolog biçiminde ise idil, diyalog biçiminde ise eglog adını alır. İdillerde çobanın aşkı yine onun ağzından anlatılır, monolog olduğu için, doğal olarak eglogdan daha kısadır. Eglogda çobanlar karşılıklı konuşarak kır yaşamının güçlüklerini anlatırlar. Ayrıca bir çoban öldüğünde arkasından arkadaşlarının söylediği ağıtlar vardır; bunlara eleji denir. Bu kurallara uygun şiirler Yunan edebiyatında Theokritos, Lâtin edebiyatında Vergilus tarafından yazılmıştır. Günümüzde köy, kır, çoban yaşamını anlatan her şiiri pastoral sayıyoruz. BİNGÖL ÇOBANLARI Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum. Bu dağların en eski âşinasıdır soyum, Bekçileri gibiyiz ebenced buraların. Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi, Her gün aynı pınardan doldurur destimizi Kırlara açılırız çıngıraklarımızla… Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni; Kuzular bize söyler yılların geçtiğini. Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek; Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek, Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı; Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı: Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda, Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam; Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda, “Suna”mın başka köye gelin gittiği akşam. Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla, Çoban hicranlarını basar bağrına yayla. -Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al, Diye hıçkırır kaval: Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun, Daima eğeceksin, başkalarına boyun; Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı, Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an! Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban! Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden, Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden Anlattı uzun uzun. Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun Nadir duyabildiği taze bir heyecanla… Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla Bingöl yaylarının mavi dumanlarına, Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına! #PastoralŞiirinÖzellikleri #PatoralŞiir
- Lirik Şiirin Özellikleri
Hayal gücü, ahenk ve duygulardan oluşan şiire lirik şiir denir. Şair özenle seçtiği sözcük, sözcüğün mecaz anlamları, sözcükler arası anlam bağları ve ritmle okuyanı ya da dinleyeni kendi duygu dünyasına çekmeyi başarır. Şiir bir etkiye karşı tepkinin ürünüdür; öyleyse şair kendi duymadığı bir duyguyu anlatamaz. Ne ki şair bizi yoklayıp geçen ya da yoğunlukla yaşadığımız duyguları yazarak kalıcı yapan kişidir. Lirik şiirlerde işte bu duygu daha belirgindir. Şiir Türkçe Sözlük’te “1. Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan anlatım biçimi; 4. Düş gücüne, gönle seslenen; duygu ile coşku uyandıran, etkileyen yön” diye tanımlanır. Bu tanımlara göre her şiir biraz liriktir. Duygu insanın doğasında var olduğuna göre, insanda duygunun tarihi düşünceden öncedir. Belki de insanlığın ilk şiirleri liriktir. Eldeki verilere göre ilk şiirlerde duygu o kadar önde idi ki, şiirdeki duygu müzik ile de desteklendi. Eski Yunan’da şiirin lyr denilen dört telli saz eşliğinde söylendiğini, lirik şiir teriminin de bundan türediğini biliyoruz. Batı’da toplumuna göre şiir; gitar, lavta, fülüt eşliğinde söylenmekteydi. Eski Yunan’da şiir koroları da vardı. Şiir, şarkı gibi besteli olarak solo ya da koro söylenirdi. Eski Yunan’da şiirin bu dönemine eolien dönemi, müziğin yanı sıra şiire toplu dansın da katıldığı ikinci dönemine dorilen dönemi, lirik şiirin yalnızca okunduğu dönemine ise İskenderiye dönemi denilmektedir. Orta Çağda Batı şiiri yine musiki ile birleşir. Eski Türklerde ait olduğu boya göre kam, ozan, baksı gibi adlar alan şairler, şiirlerini kopuz denilen saz eşliğinde söylüyorlardı. Dinleyenlerdeki duyguyu daha coşturmak için dans da ederlerdi. Günümüzde şarkı, türkü, opera, bale, müzikli oyun gibi türlerde şiir ile müziği bir arada duyuyoruz. Şiir söylemek ya da okumaktaki ses tonlaması, konuşmaktan ya da okumaktan ayrı olmakla birlikte müziksizdir. Lirik Şiirin Özellikleri Eskiler lirik şiiri biçimine göre, eleştirici dediğimiz yeniler özüne göre tanımlamaktadırlar. Lirik şiir duyguya dayanır, ölümsüzlüğünü de buna borçludur; çünkü hemen hemen lirizme dayanmayan şiir yoktur. Bir şiir hem epik, hem lirik, hem pastoral olabilir. Duygudaki canlılık, sıcaklık okuyanı ya da dinleyeni de saracak kadar coşkulu olmalıdır. Şair bunu, kurduğu şiir cümlelerinde seçtiği sözcüklerle, hatta seslerle sağlar. Şiirdeki duygu kişiseldir; yani bir olay, bir durum karşısında şair ne duyuyorsa o. Bu nedenle şiir dili ne kadar resmî olursa olsun içtenliğini yitirmez: Bir Bahar Akşamı Bir bahar akşamı rastladım size, İçimde uyanan eski bir arzu, Sevinçli bir telâş içindeydiniz. Dedi ki yıllardır aradığım bu. Derinden bakınca gözlerinize, Şimdi soruyorum büküp boynumu, Neden başınızı öne eğdiniz? Daha önceleri neredeydiniz? Lirik şiirin konusu eskiden aşk, ölüm, kahramanlık, din gibi konularla sınırlı iken, günümüzde konu alanı çok genişlemiştir. İnsanla, evrenle ilgili her konuda lirik şiir yazılabilir: Hiç uyarmadan Kızaran nara benzersin dalın tepesinde Kasırga nasıl sökerse En yüksek dalında unutulmuş, bir ağacın. Meşeleri kökünden Hayır, unutulmuş değil, yetişilememiş. Öyle sarsıyor yüreğimi aşk.” Sappho (Çeviren: Azra Erhat, Orhan Veli) Eski Türk şiirinden bir örnek Üdig mini komıttı (Aşk beni coşturdu heyecanlandırdı;) Sakınç manga yumıttı (Dert bende toplandı.) Könglüm angar emitti (Gönlüm ona meyletti;) Yüzüm mening sargarur (Yüzüm benim sararıyor.) . . . . . . . . . . Bardı közüm yarukı (Gözümün nuru sevgilim gitti.) Aldı özüm konukı (Özümün konuğunu aldı.) Kanda erinç kanı-kı (Nerede ki nerde?) Emdi udın odgarur (Şimdi uykularım kaçıyor.) #LirikŞiir #LirikŞiirinÖzellikleri
- Epik Şiirin Özellikleri
Bir ulusun başından geçen tarih olaylarını, toplum ile ilgili sorunları, doğal afetleri ve bu olaylarda kahramanlık gösterenleri anlatan tarihsel olmakla birlikte olağanüstülüklerle efsaneleşmiş, masallaşmış bir şiir türüdür. Eski Yunan’da bu tür şiire epos, Batı’da epope, Türk Edebiyatında destan denir. Epik şiirin üç yönü vardır: konusunun kahramanlığa dayanması, olağanüstülük, kompozisyon. Epik şiirde konu kahramanlıktır. Epik şiirin konusu tarihten alınır. Fakat tarihe dayalı olaylar halkın hayal gücü ile beslene beslene dilden dile dolaşırken gelişir, genişler, yücelir; gerçekle ilgisi azalıp olağanüstülük kazanır. Ana olay destanın çekirdeği, diğer olaylar destanın kolları olur. Eski Yunan’da bunlara epizot denir. Bütün olaylı anlatımlarda olduğu gibi epik şiirdeki olay da çok canlı ve hareketlidir. Bir ana olay ile bu ana olayı engellemeye çalışan ya da ana olaya yardımcı olan pek çok yan olay akışı vardır. Batı’da epizot denen bu yanlara olay Türk destanlarında kol denir. Epik şiirin uzunluğu bu epizotların çokluğuna bağlıdır. Yaşanmış olayın üzerinden uzun yıllar geçmeden destan oluşamaz; bu nedenle destan kahramanı çok eski zamanlarda yaşamış bir kişidir. Kahramanın, bu koca zaman diliminde, anlatıla anlatıla kötü nitelikleri varsa da kalmaz, ideal insan tipi hatta yarı Tanrı tipi ortaya çıkar. Kahramanda karakter değil tipleme vardır. Epik şiirde ulusal özellikler, gelenekler vardır; kahramanı da ulusaldır. Epik şiirlerde anlatıldığı dönemlerin uygarlığından izler bulunur. Söz gelimi, Oğuzların demiri işlediklerini Ergenekon destanından öğreniyoruz. Epik şiirin bir kahramanla gelişmesi, yaşaması olanaksızdır. Bu yüzden ikinci, üçüncü dereceden kahramanlar; hatta hayvan kahramanlar başkahramana yardımcı olurlar. Olağanüstülük, epik şiirin en belirgin özelliğidir. Epik şiirde olaylar olağanüstüdür; duygular, düşünceler olağanüstüdür. Oğuz Kağan bir ışık olarak yeryüzüne inen, sonradan güzel bir kız olan peri kızı ile evlenir, Dede Korkut Hikâyeleri’nde insan ile hayvan arası Tepegöz adında bir dev vardır, Köroğlu’nun atı uçar, Yunan epiğindeki Tanrılar ölümsüzdür, Prometheus’un ciğerini bir kuş her gün yer bitirir, ciğer ertesi güne kadar tamamlanır, Prometheus ölmez… Epik şiirlerde işte bu olağanüstü yaratıklarla birlikte yaşayan ya da olağanüstü devlere karşı savaşan ve çoğu kez onları aklıyla yenen yine olağanüstü kahramanlar vardır. Epik şiirin anlatımı öykülemedir. Doğa, eşya ve kişi betimlemeleri kısaca, olay anı ise daha ayrıntılı verilir. Karşılıklı konuşma ya da söylev türü konuşmalar vardır. Kimi epik şiirlerin, dilden dile dolaşırken yazıya geçirilinceye kadar, şiir biçimi bozularak, düz anlatıma dönüşmüştür. Epik şiirler, oluşum tarihine göre doğal epik ve yapay epik olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal epikler o kadar eski tarihte oluşmuştur ki ilk söyleyeni unutulmuş, her anlatandan bir şeyler eklenerek genişlemiştir. Kırgızların Manas Destanı uzunluk bakımından belki de en uzun olanıdır. Yazıya geçirilmişi 16.000 beyit kadardır; hâlâ da gelişmesini sürdürmektedir. Daha yeni olaylar için de epik şiirler yazılır. Bunlardaki olay da yazan da bellidir. Oluşma aşamasında yazıya geçtiği için, artık yapıları değişmeden yıllarca kalabileceklerdir. Böyle epik şiirlere yapay epik denilmektedir. Doğal epik türü için Türk Destanları, Yunan Destanları, Fin, Alman Destanları gösterilebilir. Örnek-1 Durduk , süngü takmış kafir ayakta Bizde süngü yok Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden Dehşetten daha çok Durduk , süngüsü düşmanın pırıl pırıl , Önümüze çıktı bir gündüz,bir gece Korku değil haşa Bir büyük düşünce . ( F.Hüsnü DAĞLARCA) Örnek-2 Kalktı göç eyledi Avşar elleri, Ağır ağır giden eller bizimdir. Arap atlar yakın eder ırağı, Yüce dağdan aşan yollar bizimdir. Belimizde kılıcımız Kirmani, Taşı deler mızrağımın temreni. Hakkımızda devlet etmiş fermanı, Ferman padişahın,dağlar bizimdir. Dadaloğlu’m birgün kavga kurulur, Öter tüfek davlumbazlar vurulur. Nice koçyiğitler yere serilir, Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. (DADALOĞLU) #EpikŞiir #EpikşiirinÖzellikleri
- Dramatik Şiir
Dramatik şiirin konusu olaydır. Konuyu tiyatro gibi canlandıran şiirlerdir. Eski Yunan’daki tragedyalar ile başlayan dramatik şiir, günümüzde manzum tiyatrolarla varlığını sürdürmektedir. Tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün ( 19. yy. ) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düz yazıyla yazılmaya başlanır. Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve kommedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç kere çıkmıştır. Batıda Cornille, Shakespeare vardır. Türk edebiyatında şiir ile yazılan tiyatro Tanzimat edebiyatında başlar. Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Faruk Nafiz dramatik şiirin ilk örneklerini verirler. Vatan -yahut- Silistre’den Âmalimiz, efkârımız ikbal-i vatandır, Serhaddimize kal’e bizim hak-i bedendir. Osmanlılarız, ziynetimiz kanlı kefendir. Kavgada şehadetle bütün kâm alırız biz! Osmanlılarız, can veririz, nam alırız biz! Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda. Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda. Her kûşede bir şîr yatar toprağımızda Kavgada şehadetle bütün kâm alırız biz! Osmanlılarız, can veririz, nam alırız biz! Namık Kemal #DramatikŞiir
- Didaktik Şiirin Özellikleri
Bilgilendirmek, öğretmek amacıyla yazılmış şiirlere didaktik şiir denir. Sözcük Grekçe “didasko”dan türetilmiş. Konusu düşüncedir. Kimi şiirlerde duygu ile öğreticilik iç içedir. Günümüzde öğretici eserler düzyazı ile yazılıyor. Eskiden yararlı düşünceler de belleklerde kolay kalması için küçük şiir dizeleriyle söylenirdi. Atasözlerinin bügünkü söyleniş biçimleri bile bu gerçeği doğrular niteliktedir. Bunun yanında ilk sözlü sanat ürünlerinin şiir olduğu düşünülürse, öğretici nitelikteki ilk eserlerin de şiir olması çok doğaldır. Zaten yazılış nedeni ne olursa olsun, her sanat eserinde en azından güzel, özlü söz söyleme, iyi bir örnek olma özelliği ile bir eğiticilik, öğreticilik vardır. Sanat eserini söyleyen ya da yazan bunu amaçlamasa bile ortaya çıkan gerçek budur. Yine de çok eskilerden beri ahlâk, din, felsefe, bilim konularında öğretmeyi amaçlayan şiirler de yazılmıştır. Batıdaki ilk öğretici şiir örneğini İ.Ö. 8. yüzyılda yaşayan Hesiodos’ta buluyoruz. Hesiodos ahlâk ve din bilgileri verir. İki Kavga Bu dünyada kavganın bir türlüsü değil İki türlüsü vardır. İnsan birini tanıdı mı över, Öteki ayıplanmalı; ruhları ayrıdır onların. Biri cengi ve öldürücü savaşı türetir, O fenasıdır. Hiçbir ölümlü sevmez onu; O, eli ağır bir adamı bile iş görmeye kışkırtır. Zira biri bir başkasını çift sürmeye ekin ekmeye, Evini barkını düzmeye çalışan bir zengini gördü mü, Çalışmak hevesine kapılır. Komşusu mal mülk ancak zorla edinmeye İ.Ö. 270’te Aratos doğa olaylarını şiir diliyle anlatır. Astronomi ile meteoroloji olaylarını yazar. Lâtin Edebiyatında Lucretius (İ.Ö. 99), fizik ve ahlâk üzerine yazar, Virgillius tarım bilgisi verir. Türk Edebiyatında da didaktik şiirin başarılı ürünleri vardır. Bunlar önceleri dinî ve ahlâkî eserlerdir. Sonraları efsane, fıkra, masal ve yergi şiirleri de yazılmıştır. Yusuf Has Hacip’ten Tevfik Fikret’e, Aşık Veysel’e pek çok şair didaktik şiir yazmıştır. Promete Kalbinde her dakika şu ulvî tahassürün Minkar-ı âteşini duy, daimâ düşün: Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım? Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?.. Yükselmek âsûmâna ve gülmek ne tatlı şey! Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa… Müştâk-ı feyz ü nûr olan âtî-i milletin Meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin Yüklen, getir -ne varsa- biraz meskenet-fiken, Bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen Esmâr-ı bünye-hîzini, boş durmasın elin. Gör dâima önünde esâtir-i evvelin Gökten dehâ-yı nârı çalan kahramânını… Ey Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını . Tevfik Fikret #DidaktikŞiir #DidaktikŞiirinÖzellikleri #ÖğreticiŞiir
- Aruz Ölçüsünün Özellikleri
Hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalıklarına (açıklıklarına) bağlı olan şiir ölçüsüdür. Divan şiirinde kullanılmıştır. Bu şiirin, ses ve ahenk yani müzik bakımından güçlü olmasını sağlamıştır. 1- Aruz ölçüsünde heceler açık (kısa), kapalı (uzun) ve medli hece olmak üzere üçe ayrılır. 2- Başlıca tef’ileler şunlardır: Fa’ (-), Fe ul (. -),Fa’ lün (- -), Fe i lün (. . -),Fâ i lün (- . -), Fe û lün (. – -), Mef û lü (- – .), Fe i lâ tün (. . – -), Fâ i lâ tün (- . – -), Fâ i lâ tü (- . – .), Me fâ i lün (. – . -), Me fâ î lün (. – – -), Me fâ î lü (. – – .), Müf te i lün (- . . -), Müs tef i lün (- – . -), Mü te fâ i lün (. . – . -)… Burada tef’ilelerle parantez içindeki hecelerinin değerlerinin aynı olduğuna dikkat ediniz. 3- Aruz vezninde tef’ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tef’ilelerde durgu yapılmaz. 4- Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Zihaf ise imalenin tersine uzun heceyi kısa yapmayı sağlar. Hece ölçüsünde böyle bir mesele yoktur. Türk edebiyatında imale çok sayıda bulunmakla beraber zihaf kusuru hoş karşılanmadığı için çok az yapılmıştır. 5- Farsça tamlama eki olan “-i” ile “ve” anlamındaki “ü, vü” bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir. 6- Medli heceler hafif bir “i, ı” sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi bahâr[ı], eşkden kelimesi ise eşk[i]den şeklinde söylenmelidir. 7- Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef’ile bazı mısralarda Fâilâtün, son tef’ile ise Fa’lün olabilir. Bu sadece bu kalıba özgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerek yoktur. Farklı tef’ile parantez içinde hemen altında gösterilir. 8- Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olup Türk aruzu Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı olmuştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı’nın hece ölçüsüyle yazıldığını zanneder. Oysa bu marş aruzun “Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün” kalıbıyla yazılmıştır. 9- Aruzla yazılan bir şiirin hece sayısı bazan eşit olabilir. Mısralardaki açık kapalı dizilişinin aynı olması o şiirin aruzla yazıldığın gösterir. Cânı cânânı bütün vârımı alsın da Hüdâ 15 hece Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ 15 hece 10- Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir. Ulama kapalı heceyi açık yapar. Ulama genellikle yapılır; fakat her zaman yapılmak mecburiyetinde değildir. 11- Servet-i Fünun edebiyatçıları bir şiirde değişik aruz kalıpları kullanmak suretiyle serbest vezne zemin hazırlamışlardır. Cenap Şahabetin’in “Elhân-ı Şita” adlı şiiri bu şekilde yazılmıştır. Bu şiirdeki bazı mısralar Feilâtün / Mefâilün / Feilün, bazı mısralar ise Mef’ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün kalıbıyla yazılmıştır. 12- Bir şiirin vezni en az iki mısradan hareket ederek bulunabilir. Tek mısraa bakarak vezin bulunmaz. 13- Mısralardaki imale ve zihaf kusuru olan heceleri altı çizilerek belirtilmiştir. 14- Bir şiirin vezni bulunurken şu işlemler yapılır: a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederek yazmalıyız. b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tespit edilir. c) Medli hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edilirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarak medli hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz. d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en sonra o ihtimal düşünülür. e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi ve nokta şeklinde ayrı bir yere geçilir. Mısra sayısına göre tef’ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef’ile en az heceden oluşur. Genelde az heceli Fa’, Fe i lün, Fâ i lün gibi tef’ileler sonda bulunur. f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat etmelidir. Aruz vezninde hecelerin uzunluk ve kısalıkları esas alınır. Açık heceler ( . ) (nokta), Kapalı heceler (-) (çizgi) ile gösterilir. Bunların yanısıra aruz ölçüsünde, “med’li” dediğimiz, bir buçuk hece ile değerlendirdiğimiz ve (- .) (bir çizgi bir nokta) işaretiyle gösterdiğimiz hece değeri de vardır. Şimdi, hangi hecelerin nasıl bir değere sahip olduğunu görelim: 1. Açık Heceler: – Bir kısa ünlüden oluşan heceler (a-dam, A-li…) – Sonu kısa ünlü ile biten heceler (A-li, ma-sa…) 2. Kapalı Heceler: – Bir uzun ünlüden oluşan (â-lim, î-lân…) – Sonu ünsüzle biten heceler (at, tut-kal, ki-tap…) – Sonu uzun ünlüyle biten heceler (kâ-fir, mâ-lik, ik-ti-fâ, il-mî…) 3. Bunların yanısıra, bazı heceler “med’li” olarak değerlendirilir ve birbuçuk (- .) hece değerinde kabul görür. Bunları şöyle sıralayabiliriz: – Sonu çift ünsüzle biten dört sesli heceler (kırk, kürk, hayr, hükm,…) – İçinde uzun ünlü de bulunan ve sonu ünsüzle biten üç veya dört sesli heceler. (Âb, hâk, pâk, şîr…) (Bu tür hecelerden sonu “n” ile bitenler birbuçuk hece değil, tek hece ve kapalı okunurlar. Örnek: im-kân, ir-fân…) (Ayrıca, bazı şairler “var”, “yok”, “çok”, “az” gibi Türkçe sözcükleri de birbuçuk hece değerinde okumuşlardır. Aruz Vezninde Dikkat Edilecek Başka Bazı Kurallar 1. Ulama Bağlama, bağlayış demektir. Sonu ünsüzle biten bir sözcüğü, kendisinden sonra gelen ve ünlüyle başlayan sözcüğün ünlüsüne bağlamaktır. Ulama yapılan yere ( ) işareti konur. Örnek: Bülbüller öter güller açar……. Bir gonce gül olsan….. 2. İmale Çekme demektir. Kapalı heceye ihtiyaç duyulan yerlerde açık heceyi biraz uzatarak okumaktır. Daha çok Türkçe sözcüklerdeki kısa heceli eklerde ve Farsça tamlamalardaki “tamlama ı-i”lerinde yapılır. Parantez içinde bulunan bir küçük çizgi ile imale yapıldığı belli edilir. Örnek: Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân Niçin kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı 3. Zihaf Kısma demektir. Ölçü gereği, Arapça ve Farsça sözcüklerdeki uzun heceyi (uzun ünlülerden oluşan veya uzun ünlüyle biten heceyi) kısa (açık) okumaktır. 4. “Fe i lâtün ( . . – -) parçası ile Fâ i lâ tün (- . – -) parçası birbirlerinin yerini alabilirler. Bunları birbirine uydurmak için ulama, imale, zihaf gibi işlemler yapmaya gerek yoktur. 5. Aynı şekilde, dize sonlarına gelen fe i lün (. . -) ile fa’lün (- -) parçaları da birbirlerinin yerine kullanılabilir. 6. Aruz vezninde, bütün dizelerin son hecesi, gerçekte açık da olsa, kapalı olarak değer görür. Aruz Vezninin Parçaları (Tef’ileler, Cüzler) Aruz ölçüsünde açık ve kapalı heceler birtakım temel birlikler halinde bir araya gelirler. Bu birliklerden önemlileri şöyledir. 1. fe’ûlün (. – -) 2. Fe’ilün (. . -) 3. Fâ’ilün (- . -) 4. Fa’lün (- -) 5. Fâilâtün (- . – -) 6. Feilâtün (. . – -) 7. Fâilâtü (- . – .) 8. Feilâtü (. . – .) 9. Mef’ûlü (- – .) 10. Mef’ûlün (- – -) 11. Mefâilün (. – . -) 12. Mefâîlün (. – – -) 13. Müstef’ilün (- – . -) 14. Müstef’ilâtün (- – . – -) ………… Bu temel parçalar, çeşitli şekillerde bir araya gelerek daha büyük kalıpları (vezinleri, ölçüleri) meydana getirirler. Bunlardan, bizim şiirimizde en çok kullanılanları şöyle sıralanabilir: 1. me fâ’ î lün / me fâ ’î lün / me fâ ’î lün/ me fâ’ î lün Nedir bu gizli gizli âhlar çâk-i girîbanlar Acebbir şûha sen de âşık-ı nâlân mısın kâfir 2. me fâ i lün / fe i lâ tün / me fâ i lün / fe i lün (Fa’ lün) Sular sarardı yüzün perde perde solmakta Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta 3. fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lün Âkıbet gönlüm esîr ettin o gîsûlarla sen Her ne câdûsun ki âteş bağladın mûlarla sen 4. fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lün Yaraşır kim seni ser-defter-i hûban yazalar Nâme-i hüsnün için bir yeni unvan yazalar 5. mef’ û lü/ fâ i lâ tü/ me fâ î lü/ fâ i lün Derdin nedir gönül sana bir hâlet olmasın Sad el-hazer ki sevdiğin ol âfet olmasın 6. fe û lün / fe û lün / fe û lün / fe ûl Küçük muttarit muhteriz darbeler Kafeslerde camlarda pür ihtizaz… 7. mef ûlü/ me fâ î lü/ me fâ î lü/ fe û lün Meddâh olalı çeşm-i gazâlânına Bâki Öğrendi gazel tarzını rûm’un şu’arâsı #AruzÖlçüsü #AruzÖlçüsüKalpları #AruzÖlçüsününÖzellikleri #AruzVezni
- Hece Ölçüsünün Özellikleri
Türk şiirinin ulusal ölçüsü hece ölçüsüdür. Hece ölçüsünde dizelerdeki hece sayısının ve duraklarının denkliği yeterlidir. Bu nedenle hece ölçüsüne parmak hesabı da denilir. Türk dilinin yapısına uygun bir ölçüdür. Hece ölçüsünün kuralları nelerdir? -Dizelerdeki hece sayısı eşit olur. -Hece sayısı yedili, sekizli on birli kalıplardan oluşur. Çok az beşli ve karışık kalıba rastlanır. -Dizelerdeki heceler, kalıp içinde belli duraklara ayrılır. Şiirde sözcüğün bu duraklarda bitmesi gerekir. -Duraklar sözcük ortasında bitmez. Dizedeki hece sayısı çift ise durak genellikle heceleri eşit böler: 8 = 4+4. Dizedeki hece sayısı tek ise genellikle hece sayısı çok olan durak ya da duraklar önde, hece sayısı az olan durak sonda bulunur: 7 = 4+3, 11 = 6+5, 11 = 4+4+3. Beşli, altılı, yedili kimi zaman da sekizli kalıplarda durak olmadığı da olur. Türk halk şiirinde ölçü vezin karşılığı ölçü, daha seyrek olarak da tartı terimi kullanılır. Türk halk şiirinde ölçü hece ölçüsüdür. Divanü Lügat-it Türk’te vezin ölçü karşılığı köğ terimi geçer. Hece ölçüsü, Türk dilinin yapısından doğmuştur. Hece ölçüsünde esas, dizelerdeki hece sayısının birbirine eşitliğidir. İlk dörtlüğün dizeleri kaç ise, ondan sonraki dörtlüklerin hece sayıları da ona uymak zorundadır. Hece ölçüsüyle söylenmiş en eski şiir örneklerini Divan-ı Lügat-it Türk’te buluyoruz. Divan-ı Lügat-it Türk’te manzumelerin hece sayıları beş ile on beş arasında değişmektedir. Saz şairleri, hece kalıpları içinde, en çok, 7, 8 ve 11’ li olanları kullanmışlardır. Âşık edebiyatında ve anonim halk edebiyatı ürünleri arasında beşli, altılı, dokuzlu, onlu, on ikili, on üçlü, on dörtlü, on beşli, on altılı kalıplara çok seyrek rastlanır. Bunlar da genelikle, türkülerde, bilmecelerde, manzum atasözlerinde görülür. Hece ölçüsünde uyum sağalayan öğelerden biri, duraklardır. Dizilerin belli bölümlere ayrılması, durguyu sağlar. Kullanılan bütün hece kalıplarda durgulara yer verilir. Duraklar gelişigüzel değildir; belirli bi düzeni vardır. Çift heceli (6, 8, 10, 12, 14, 16) dizelerde durak, dizeyi iki eşit parçaya böler. Tek heceli dizelerde ise, genelikle, çok heceli kısım dizenin ilk yarısında yer alır. Durgular aruzun takti’inde oldğu gibi sözcükleri bölmez. Divanlar, hece ölçüsünün 15’li kalıbının ‘’med ve kasır ile aldığı şekildir.’’ Kalenderi’ler hece ölçüsünün 14 ya da 13’ lü kalıbındadır. Semai’ ler ise, genellikle 16 heceli maznumelerdir. Türk halk şiirinin asıl ölçüsü, başlangıçtan beri, hece ölçüsü olarak kalmıştır; kimi halk şiirlerin aruza da yer vermesi, bu genel kuralı değiştiremez. a. Hece Sayısı: Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı demektir. Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir Bu dörtlükteki bütün dizeler 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla yazılmıştır. Bu da ğı a şam de dim A şam do la şam de dim Bir ha yır sız yâr i çin Her ke se pa şam de dim Bu dörtlük 7’li hece kalıbıyla yazılmıştır. Baş ka sa nat bil me yiz, kar şı mız da du rur ken Söy len me miş bir ma sal gi bi A na do lu’muz Bu şiir Hece Ölçüsünün 14’lü kalıbıyla yazılmıştır. b. Durak: Hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ahengi artırmak amacıyla mısralar belli yerlerinden ayrılır. Bu ayrım yerlerine durak (durgunlanma) denir. Durak, ahenk sağlayan bir çeşit ses kesimidir. Sözün gidişi zorlanmadan şiir okuyucusuna bir nefes payı bırakılmıştır. Duraklarda kelimelerden ortalarından bölünemez. İyi bir durakta kelime mutlaka bitmiştir. Bir şiirde, bütün dizelerin durakları aynı olabileceği gibi, belli dizelerde farklı duraklar da kullanılabilir. Bir şiirin her dizesinde farklı duraklar kullanılmışsa, o şiir duraksız kabul edilir. Hece ölçüsünde ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı duraklar kullanılmıştır. Kalıplar: Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde, bir mısradaki hece sayısı o şiirin kalıbıdır. Hece ölçüsünde “ikili” den “yirmili” ye kadar kalıp vardır. Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplar yedili, sekizli, onbirli, ondörtlü kalıplardır. #HeceÖlçüsü #HeceÖlçüsüKalıpları #HeceÖlçüsününÖzellikleri
- Serbest Nazım
Herhangi bir ölçü ve uyak kurallarına bağlı olmayan şiirdir. Serbest şiirde dizelerin uzunluk kısalıkları, uyak, redif, uyak düzeni, nazım birimi gibi nazmın bağlayıcı unsurları önemsenmez. Hatta bu unsurlardan mümkün olduğunca kaçılır. Ama tamamen kafiyesiz ve redifsizdir de diyemeyiz. Serbest şiirde bu şekil serbestliğinin yanı sıra içerik bakımından da bir serbestlik vardır. Hemen her konuda şiir serbest olarak yazılır. Konu sınırsızdır. Serbest şiir, ismindeki “serbest” kelimesinin manası gibi “kuralsız” bir şiir değildir. Şiirdeki ses ve ahenk unsurları çok uyumlu bir şekilde sağlanmaktadır. Yoksa serbest şiirler bu kadar başarılı ve güzel olmazdı. Serbest şiirin okuyucusunda da bir serbestlik görülür. Her şiir sever aynı şiiri aynı şekilde değerlendirmez. Kimisinin hoşlandığı şiirden kimileri hoşlanmaz. Ama nazımda (Divan şiiri, Türk halk şiiri, Âşık tarzı Türk şiiri…) beğeni ve takdir bakımından çoğunlukla bir ortaklık vardır. Serbest şiir Türk edebiyatına Servet-i Fünun döneminde Batı edebiyatından alınarak yeni Türk şiirine uygulanmış bir biçimdir. Orhan Veli Kanık’ın öncülüğünü yaptığı Garip akımının etkisiyle ortaya çıkmış bir şiir biçimidir. ÖRNEK: DENİZİ ÖZLEYENLER İÇİN Gemiler geçer rüyalarımda, Allı pullu gemiler, damların üzerinden; Ben zavallı, Ben yıllardır denize hasret, Bakar ağlarım. Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı, Bir midye kabuğunun aralığından: Suların yeşili, göklerin mavisi, Lapinaların en harelisi… Hala tuzlu akar kanım İstiridyenin kestiği yerden. Neydi o deli gibi gidişimiz, Bembeyaz köpüklerle, açıklara! Köpükler ki fena kalpli değil, Köpükler ki dudaklara benzer; Köpükler ki insanlarla Zinaları ayıp değil. Gemiler geçer rüyalarımda, Allı pullu gemiler, damların üzerinden; Ben zavallı, Ben yıllardır denize hasret. Orhan Veli KANIK
- Mensur Şiir
Duygu, düşünce, yaşam ya da hayalleri şiir inceliğinde anlatan düzyazı türüdür. Düz yazı biçiminde yazılan şiirdir. Özellikle seci (düzyazıda iç kafiye) ve alliterasyonlarla (belirli ünsüzlerin tekrarı) yazılır. İç uyuma önem verildiği için dilbilgisi kurallarına uygunluk aranmaz. 19. Yüzyılda Fransız edebiyatında ilk örnekleri görüldü. Şinasi’nin Fransız edebiyatından yaptığı şiir tercümeleri edebiyatımızdaki ilk örneğidir. Edebiyatımıza Halit Ziya Uşaklıgil (Mensur şiirler, Mezardan Sesler) tarafından kazandırılmıştır. ÖRNEK: BENİM OLSAYDIN Benim olsan, ah bu mümkün olsaydı… Seni uzak, uzak, bu insanlardan pek uzak bir yere götürürdüm: Öyle bir yere götürürdüm ki orada yalnız tabiatla baş başa kalırdık… Denizle, sema ile, sahra ile kalırdık… Sade ikimiz kalırdık… Orada, yalnız ormanda yapraklarla inleyen mütehevvir rüzgarın, uzakta dalgalarla dövünen medhuş denizin, gökte şimşekleriyle gürleyen haşin yıldırımın sesiyle kalırdık… Sade ikimiz kalırdık… Sade ikimiz, unutmuş, unutulmuş, her türlü kayıttan azade iki mevcut gibi yaşardık. İlk insanlar gibi yaşardık. Benim olsaydın felaketlerine, afetlerline tahammül için kuvvet bulur, hayatın sebebini anlardım; benim olsaydın hayatı severdim.





