Arama Sonuçları
Boş arama ile 856 sonuç bulundu
- Fecr-i Ati Şiiri
Fecr-i Ati şiirinin konusu, dili, ölçüsü Servet-i Fünun’dan farklı değildir. Yalnız Fecr-i Ati şairleri sembolizmi tanımaya ve uygulamaya çalışmalarıyla Servet-i Fünunculardan ayrılırlar. Fecr-i Ati şiirinin en önde gelen şairi Ahmet Haşim (1884-1933)’dir. A. Haşim, şiirin dilinin müzik ile söz arasında ve sözden çok müziğe yakın olduğunu öne sürer. Ona göre, sözcükler şiire anlamdan çok müzik değerleri ile girer. Konu, ise bir araç olmaktan öteye gitmez. Haşim, şiirlerinde çocukluk anılarını, aşk ve doğayı konu etmiştir. Dili önceleri Servet-i Fünun şiiri gibidir. Ancak sonra konuşma Türkçesine yönelir. Müzik yönünden yetersiz bulduğu için heceyi değil, hep aruzu kullanmıştır. Fecr-i Ati’nin öteki şairleri Emin Bülent (1886-1942) Tahsin Nahit (1887-1919) ve Mehmet Behçet (1890-1980)’tir. Hilâl-i Semen Daha pek yavru, pek küçükken ben, Büyük-annem tutardı alınımdan, “Bana bak, böyle dil-berimin!” derdi. Sonra, mâh-ı nev-incilâya bakar, Leb-i mağmûmu bir bükâ saklar, Bir hitâb-î semâyı dinlerdi. Ey, hayâtımda her doğan derdi Kalb eden bir ziyâ-yı hissîye, Bu duâsıydı eski bir rûhun Sis ve zulmette gizli âtiye. Leyle-î gayb, sırr-ı müstakbel Çeşm-i sâfında hasta bir çocuğun Gizli fecrin ziyâsında emel, Bir tesellî-i mihribân alacak, O harâbât-ı târ ü sâkiteye Doğacak belki bir ziyâ-yı şafak. Böyle bir nev-hilâli seyr etti O soluk göz ki şimdi topraktan Seyr eder başka bir hilâl-i semen. Ben ki efsâne-î tahayyülden Hep hayâtımda bir emel taşıdım, O solan şi’r-i sâf ü mağmûmu hep o mâzîyle duymak isterdim Gözünün samt-ı pür-sükûnunda. Gel, bu şâmın gümüş sükûtunda Bu sedeften hilâle karşı senin Bir yeşil bûse saklayan gözünün Göreyim cennetinde âtîmi. Ahmed Hâşim
- Cumhuriyet Dönemi Batılılaşma Hareketleri
Cumhuriyet’e gelinceye dek, batılılaşma, gerilemeye başlamış olan Osmanlı Devletindeki bu geriliğin nedeni olarak görülen kurumların yanına batı tarzı kurumları koymak olarak görülüyordu. Ancak belli alanlarda yeni kurumlar açmak, çağdaşlaşmak için yeterli olmuyordu. Eski ile yeninin bir arada oluşu, yenilik hareketlerini baltalıyordu. Batılılaşma, Kurtuluş Savaşının ardından Osmanlı İmparatorluğunun sona erdirilip, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile yeni bir döneme girdi. Büyük Önder Atatürk’ün başlattığı devrimlerle batılılaşmanın anlamı “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma” başka bir deyişle “çağdaşlaşma” olarak belirginleşti. Saltanat kaldırıldı, Dünyanın en ileri yönetim sistemi olan Cumhuriyet benimsendi, çağdışı kalmış olan medreseler, şerî mahkemeler, tekke ve zaviyeler kapatıldı; dinsel hukuk kaldırıldı. Lâik temellere dayalı bir hukuk sistemi getirildi. Öğretim Birliği Yasası (Tevhid-i Tedrisat) çıkarılarak, lâik bir eğitim sistemi kuruldu. Okur yazar sayısının artmasında en önemli unsurların başında alfabe değişikliği gelir. Arap alfabesi bırakılarak, öğrenilmesi daha kolay olan Latin harfleri benimsendi. Millet Mektepleri ve Halk Odaları açılarak okur yazar sayısı arttırıldı. Daha önce her alanda görülen ikilik ortadan kalktı. Böylece bir yandan ulusal kültür geliştirilirken, bir yandan da çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak, sonra da bilimin ışığında bu düzeyi aşmak için yoğun çabalara girişildi. Ulusal kültürün araştırılması ve yaygınlaştırılması için özerk birer kurum kimliğinde Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Halkevleri açıldı. Üniversite reformuyla bilimsel temellere dayanan araştırmalar yapacak, ülkenin ihtiyaç duyduğu teknokratları yetiştirecek, ülkeyi çağdaş uygarlığa taşıyacak aydınları yetiştirmek üzere darülfünundan üniversiteye geçildi. Çağdaş dünyada Türk kadınının gerçek yerini alması için yasal düzenlemeler yapıldı. Devletçilik adıyla yeni bir iktisat politikası izlenerek, ekonomik kalkınmaya büyük bir önem verildi. Kısacası, Batılıların Türk Mucizesi adını verdikleri bir değişim Atatürk’ün sayesinde gerçekleştirildi. #BatılılaşmaHareketleri #CumhuriyetDönemi
- Tanzimat Dönemi Batılılaşma Hareketleri
Paris ve Londra elçiliklerinde bulunmuş olan Hariciye Hazırı Mustafa Reşit Paşa, Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat Dönemi olarak tarihe geçecek bir olayı başlatmıştır. 3 Kasım 1839’da Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı verilen bir belgeyi devlet ileri gelenlerinin, yabancı elçilerin, halkın önünde okumuştur. Daha önce başladığını gördüğümüz yenilik hareketlerinin bu fermanla genişletilerek sürdürüleceğini açıklamıştır. “Tanzimat “, düzenlemeler demektir. Her alanda düzenlemeler yapılacağının duyurulduğu bu fermanı Tanzimat Fermanı; bu fermanın ilânıyla başlayan döneme de Tanzimat Dönemi denir. Fermanın en dikkat çekici yanı, Osmanlı Devleti’nin, batılı devletlerin anayasalarında yer alan insanın temel hak ve özgürlüklerinin korunması ilkesini kabul etmesi ve bunu resmî bir törenle duyurmasıdır. Böylece İmparatorlukta Hukuk devletine doğru bir yöneliş de başlamıştır. Tanzimat’la gelen yenilik ve düzenlemeler, hemen hemen yaşamın her alanını kapsamıştır. Yönetim Alanında Yapılan Yenilikler Tanzimat Fermanında, batılı anlamda bir düzene duyulan gereksinim açıkça belirtilmişti. Önce yönetim merkezi olarak Babıâli güçlendirildi. II. Mahmut zamanında kurulmuş olan Meclis-i Ahkâm-ı Adliye yeniden düzenlendi. Yeni meclislerin kurulması kararlaştırıldı. Ceza ve ticaretle ilgili yasalar çıktı (1840’ta Ceza Kanunnamesi, 1850’de Ticaret Kanunnamesi). Osmanlı yurttaşı olan herkesin yasa önünde eşit olduğu vurgulanıyordu. Ayrıca üyeleri arasına yabancıların da katıldığı karma ticaret mahkemeleri kuruldu. 1864’te Vilayet Nizamnamesi çıkarıldı. Ülke vilayetlere, vilayetler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da karyelere (köylere) ayrıldı. Vilayetlerin başına valiler, sancakların başına mutasarrıflar, kazaların başına da kaymakamlar getirildi. Ayrıca kazalarda, sancaklarda ve vilayetlerde birer idare meclisi kuruldu. Ekonomik Alanda Yapılan Yenilikler Osmanlı yöneticileri devletin düzlüğe çıkabilmesi için ekonomik kaynakların verimli hâle getirilmesini istiyorlardı. Bu nedenle de vergi düzenini çağdaşlaştırmaya karar verdiler. Çünkü hem yeterince vergi toplanamıyor, hem de vergi toplayıcıların baskısı yüzenden devletle halk karşı karşıya geliyordu. Bunu önleyebilmek için merkezden sancaklara “muhasıl” adıyla birer memur atandı. Bu memurun başkanlığında Muhasıllık Meclisi adı verilen bir meclis kuruldu. Fakat beklenen vergi toplanamadı. Vergi sistemi büyük ölçüde değiştirildi. 1841’de ilk kağıt para çıkarıldı. Hazine bonosu biçimindeki bu paranın adı “kaime”idi. Fakat beklenen sonuç alınamayınca, 1844’te kaldırıldı. Bankalar kurulmaya başlandı. İlk kurulan banka olan İstanbul Bankası çok geçmeden kapandı. Menafi Sandığı adıyla kurulan kurum ise Ziraat Bankasına dönüştürüldü. Ülke ekonomisinin kötüye gitmesi üzerine İngiliz ve Fransız firmalarından borç para alındı. Böylece ilk borç para Tanzimat döneminde alındı. Fakat faizleriyle birlikte büyük bir sorun olan bu borç, sonunda devleti iflâsa sürükledi ve 1881’de Düyun-ı Umumiye’nin kurulmasına yol açtı. Askeri Alanda Yapılan Yenilikler Ordu, başlarında müşirlerin bulunduğu beş ordu biçiminde düzenlendi. Adı Asakir-i Nizamiye-i Şahane çevrildi. Askerlik süresi beş yıl olarak belirlendi. Askere alma işi kuraya bağlandı. Toplumsal Alanda Yapılan Yenilikler Toplumsal alanda ilk dikkati çeken, yenilikler haberleşme ve ulaşımdaki gelişmelerdir. Bu dönemde yeni posta istasyonları kurulmuş, postanın sağlıklı yürümesi için yeni yollar yapılmış, telgraf idaresi kurulmuş. Deniz ulaşımında gelişmeler olmuştur. Demiryolları da ilk kez bu dönemde yapılmaya başlamıştır. Kentlerde belediyeler kurulmuştur. Kültürel Alanda Yapılan Yenilikler Kültürel yenilikler edebiyat, eğitim ve gazetecilik olmak üzere üç alana yayılmıştır. Edebiyattaki yenilikleri sonraki ünitede göreceğimiz için, burada onlara yer vermeyeceğiz. Eğitim ve gazetecilikte görülen başlıca yenilikleri şöyle özetleyebiliriz: Eğitim 1846’da Meclis-i Maarif-i Umumiye kuruldu. Bu kurum daha sonra nazırlığa dönüştürüldü (1846). Bu, Türkiye’de ilk eğitim bakanlığı demektir. Rüştiyelerin sayısı artırıldı. Daha önemlisi ilk kız rüştiyesi İstanbul’da kuruldu (1858). Rüştiyenin üzerinde öğretim yapan idadîlerin ilki ise 1873’te kuruldu. Öte yandan Robert Koleji, Galatasaray Sultanîsi ve Darüşşafaka adlarında üç özel okul açıldı. Tanzimat döneminde eğitim konusunda görülen önemli atılımlardan biri de öğretmen yetiştirmek için okullar açılmasıdır. Darülmuallimîn-i Sıbyan, sıbyan adı verilen okullara, Darülmuallimîn-i İdadî de idadîlere öğretmen yetiştirmek için kurulan okullardır (1868). Darülmuallimat ise kız çocuklara bayan öğretmen yetiştirmek için açıldı (1870). Mesleğe yönelik eğitimde de ilerleme kaydedildi. 1859’da, sonradan Siyasal Bilgiler Fakültesine dönüşecek olan Mekteb-i Mülkiye kuruldu. 1875’te askerî rüştiyeler öğretime başladı. Daha sonra başka meslek okullarının açılması sürdü. 1846’daki ilk denemeden sonra 1870’te Darülfünun (üniversite) kurulmuştur. Ancak kimi medresecilerin iftiraları üzerine ertesi yıl kapatılır. 1876’da yeniden aynı adla açılır. 1851’de üniversitede okunacak kitapların hazırlanması için kurulan Encümen-i Daniş ise bilim akademisi niteliğinde önemli bir kurumdur. Ayrıca bu dönemde azınlık ve yabancı okulları da eğitim dünyasında yerini almıştır. Gazetecilik Türkiye’de yayımlanan ilk Türkçe gazetenin 1831’de çıkan resmî gazete Takvimi Vekayi olduğunu yukarıda görmüştük. Tanzimat döneminde çıkan ilk gazete ise alım-satım, kira ilânları, yangınlar, hırsızlık olayları gibi haberlerin yer aldığı yarı resmî Ceride-i Havadis ’tir (1840). Bu resmî, yarı resmî gazetelerde zaman zaman yabancı dilde yayımlanan gazetelerden yapılan çeviriler yayımlanır; böylece batıdan haberler, bilgiler verilirdi. Ceride-i Havadis’i bir meslek gazetesi olan Vekayi-i Tıbbiye izledi. Türkçe özel gazeteler ne zaman çıkmaya başlamıştır? Türkçe özel gazeteler 1860’tan sonra çıkmaya başlamıştır. İlki, Agâh Efendi ile Şinasi’nin çıkardıkları Tercüman-ı Ahvâl ’dir (1860). İlk edebî tefrika da burada yayımlanır. Bu, Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı oyunudur. Gerçekte, o dönemde hemen bütün yazarlar, ilk edebî yazılarını gazetelerde yayımlamışlardır. Bu nedenle Tanzimat döneminde gazetecilik, edebî açıdan çok büyük önem taşır. Tanzimat edebiyatının yazarları, edebî eserlerinin çoğunu gazetelerde yayımlamakla kalmamış; kendileri de gazete çıkarmışlardır. Örneğin ikinci özel gazete olan Tasvir-i Efkârı Şinasi kurar (1862). Sonra Şinasi’nin Paris’e kaçması üzerine, gazete Namık Kemal’e kalır. Abdülaziz’in baskıcı yönetiminde birçoğu yurtdışına kaçan yazarlar, gittikleri yerlerde de gazete çıkarırlar. Ziya Paşa ile Namık Kemal 1868’de Londra’da Hürriyet adında bir gazete kurarlar. Bu gazeteyi Ziya Paşa Cenevre’de de çıkarır. Namık Kemal Avrupa’dan dönünce İbret adlı gazeteyi çıkarmaya başlar. En önemli siyasal ve düşünsel yazılarını da burada yayımlar. Kültürel gelişimin önemli ögelerinden biri olan dergicilik de bu dönemde ortaya çıkmıştır. İlk dergi Münif Paşa tarafından çıkarılan Mecmua-i Fünun’dur. Onu resimli olarak çıkarılan Mirat izlemiştir. Bu dönemde vilayetlerde birer matbaanın kurulması ve gazete çıkarılması, vilayet yıllıklarının hazırlanması kültürün gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. #Batılılaşma #Gazete #Tanzimat
- Tanzimat Öncesi Batılılaşma Hareketleri
Tanzimat Öncesi Batılılaşma Hareketleri Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyıla dek dünyanın büyük devletlerinden biriydi. Ancak bu yüzyılın sonlarında ülke küçülmeye başladı. Karlofça Antlaşması'yla başlayan toprak kaybı, devlet adamlarını derin derin düşünmeye yöneltti. Toprak kayıplarının, nedeni ordunun savaş alanlarında yenilmesiydi. Bu tespit, olgunun bir yüzünü, askerî yönünü dışa vuruyordu. Oysa sadece askeri örgütler değil devletin çeşitli kurumları çağın ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklaşmıştı. Ancak bunu görmek isteyenlerin sayısı son derece azdı. O nedenle Osmanlı İmparatorluğunda ki çağdaşlaşma hareketi askerî alanda başlatıldı. Amaç imparatorluğu eski gücüne kavuşturmaktı. Tanzimat devrine gelinceye kadar ülkede bazı yenilik hareketlerine girişildi. Ancak bunlar plânlı programlı çalışmalar olmadığı için, sadece yeniliği başlatan devlet adamının yaşamıyla özdeşleşti. Yenilikçi kişinin ölümü ile yenilikler de ortada kaldı. Askerî Alanda Yapılan Yenilikler Gerilemeden kurtulmak için yapılan yenilikler önce askerî alanda görülür. Bu yolda ilk çabalar Hendesehane (1731)yi açan I. Mahmut’a dek gider. Hendesehane’de orduya fen öğrenimi yapmış elemanlar yetiştirilmeye başlanırsa da Bu kurum, yeniçerilerin muhalefeti yüzünden çok geçmeden kapanır. Daha sonra Padişah III. Mustafa, Osmanlı donanmasının Ruslarca yakılması üzerine denizcilikte yenilik yapmanın gerekliliğini anlar. Bu amaçla 1773’te Fransızların yardımıyla Mühendishane-i Bahr-i Hümayun’un kurulmasını sağlar. Çağdaş bilgilerle donatılmış Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, kütüphanesiyle, araç gereciyle, eğitim kadrosuyla Türkiye’de kurulmuş batı tarzındaki ilk okul özelliğini kazanır. III. Selim padişah olunca, devletin yaşaması için kalıcı yeniliklerin yapılmasını kararlaştırdı. Bu amaçla görevde olanlardan, daha önce devletin çeşitli kademelerinde bulunanlardan birer rapor istedi. Elde edilen raporları oluşturduğu bir danışma meclisinde tartıştı. Sonunda Yeniçeri Ocağının yanında Nizam-ı Cedit adıyla yeni bir askeri gücün oluşturulmasına karar verdi. Böylece modern bir ordunun temelleri atıldı. Ardından bu orduya hizmet verecek elemanları yetiştirmek için Mühendishane-i Berr-i Hümayun açıldı (1795). Daha sonra da hem donanma, hem bütün ülke için hekim yetiştirmek üzere Tıphane kuruldu (1806). III. Selim’in çalışmaları, yeniliklere açık olmayan bozuk düzenden yarar sağlayan unsurların tepkisine yol açtı. Bunlar isyan ederek III. Selimi öldürdüler; yenilikleri durdurmaya çalıştılar. Ancak, Alemdar Mustafa Paşa’nın ordusuyla İstanbul’a gelerek olayları yatıştırması II. Mahmut’u tahta geçirerek kendisinin de sadrazamlık görevini üslenmesi yeniliklerin devam ettirilmesine olanak sağladı. II. Mahmut, yıllardan beri ülkede yapılacak yeniliklere ayak bağı olan Yeniçeri Ocağını 1826’da, yeniçerilerin ayaklanmasını bahane ederek kaldırdı. Onun yerine çağdaş ölçülere uygun Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir ordu kurdu. Yönetim Alanında Yapılan Yenilikler İlk kez III. Selim döneminde Paris, Berlin, Viyana gibi Avrupa başkentlerinde elçilikler açıldı (1793). Osmanlı İmparatorluğunun Batı ülkelerinde elçilikleri yoktu. Bu nedenle batılı devletlerdeki gelişmelerden, onların Osmanlı İmparatorluğuna yönelik amaçlarından doğru bilgi almakta zorlanıyordu. Bu nedenle III. Selim belli başlı bazı Batılı devletlerin başkentlerinde elçilikler açmayı kararlaştırdı. II. Mahmut bunu daha da geliştirdi. Böylece Batılı devletlerden aracısız somut bilgiler alınmaya başlandı. Buralara giden elçiler ve onların yanında bulunanlar yabancı dil öğrendiler. Avrupa başkentlerine gönderilen elçiler, elçilik görevlerinin dışında yeniliklere de katkıda bulundular. Devlet bürokrasisini düzene sokmak isteyen II. Mahmut, Fransa’yı örnek alarak hükümet sistemi oluşturdu. Hariciye, Dahiliye başta olmak üzere çeşitli nazırlıklar kurdurdu. Şeyhülislamlık makamını Fetvahane adıyla devlet dairesi konumuna getirdi. Ayrıca Dâr-ı Şûra-yı Askerî, Dâr-ı Şûra-yı Bab-ı Ali ve Meclis-i Vâlâ adlı meclisler oluşturdu. Daha sonra kamu hizmeti görenlerle ilgili yasalar çıkarıldı: Tarik-i İlmiyeye Dair Ceza Kanunname-i Hümayunu, Memurîne Mahsus Ceza Kanunu (1838). Böylece hukuk devletine gidiş için adımlar atılmaya başlandı. Toplumsal Alanda Yapılan Yenilikler Yenilikler toplumsal alanda da kendini gösterdi. Bu dönemdeki yeni işlerden biri, 1831’de Türkiye’de ilk kez nüfus sayımının yapılmasıdır. Ancak askerlik yükümlülüğü olmadığı için kadınlar sayılmamıştır. 1834’te posta sistemi kurulmuştur. Toplumsal alandaki yenilikler yaşam tarzında ve kıyafette de kendini gösterdi. Yeni ordunun ceket ve pantolondan oluşan bir üniforma giymesi bu dönemde kararlaştırıldı. Sonra buna fes eklendi. Daha sonra bir yönetmelik çıkarılarak, sivil kesim de yeni kıyafete yöneltildi. Ulema dışındaki memurlar için fes zorunlu tutuldu. Yalnızca ulemanın cübbe ve sarık kullanmasına izin verilirken, bunun dışındakiler için redingot, pelerin, pantolon, siyah derili potin kullanılması uygun görüldü. Önce Sultan II. Mahmut ve saray çevresi bu giysileri giydi. Sonra memurlar da böyle giyinmeye başladılar. Öte yandan divan ve yastıkların yanında Avrupaî tarzda masalar, sandalyeler ve koltuklar kullanılmaya başlandı. Artık sarayda yabancı diplomatlar Avrupa protokolüne göre kabul ediliyordu. Padişah yeniliklere öncülük ediyor opera ve balelere gidiyor, yabancı elçiliklerde verilen resepsiyonlara katılıyor sakalını keserek yurt içinde gezilere çıkıyordu. Kültürel Alanda Yapılan Yenilikler Bu dönemde yapılan kültür alanındaki yeniliklerin başında matbaanın kurulmasını saymak gerekir. Çünkü yazılı kültürün gelişmesi, paylaşılması ve üretilmesi buna bağlıdır. İmparatorluk içinde Paris Elçiliğinde görevli Mehmet Sait Efendi ile İbrahim Müteferrika’nın ortak çabasıyla 1727’de ilk kez Türkçe basım yapan bir matbaa kurulmuştur. Bu dönemde pek çok yeni okul açıldığını görüyoruz. Yukarıda andığımız askerî okullardan başka da askerî ve sivil okullar açıldı. II. Mahmut döneminde orduya hekim yetiştirmek üzere Askerî Mekteb-i Tıbbiye açıldı (1827). Sonra, bando için müzik elemanı yetiştirmek üzere Mızıka-i Hümayun (1831), ordunun subay kadrosunu hazırlamak için Mekteb-i Harbiye (1834) gibi yüksek okullar kuruldu. Bu okullarda yabancı dile büyük önem veriliyordu. Kimilerinde derslerin bir bölümü Türkçe, bir bölümü Fransızca idi. Zaten 1821’de kurulan Tercüme Bürosu da âdeta bir yabancı dil okuluydu. Öte yandan yurt dışına daha çok Fransa’ya öğrenci gönderiliyordu. Böylece aydınlar arasında Fransızca hızla yayılıyordu. Elçilik heyetlerinden birçok kişi de dil öğrenerek ülkeye dönüyordu. Böylece gerek yeni okullar, gerekse elçiliklerde çalışanlardan dil öğrenenler sayesinde Batı kültürü de yavaş yavaş Osmanlı İmparatorluğuna girmeye başladı. 1824’te eğitimle ilgili önemli bir yenilik yapıldı: İstanbul içinde ilköğretime zorunluluk getirildi. 1838’de ilk ortaöğretim kurumu olan rüştiyelerin açılması kararlaştırıldı. Ancak uygulama 1847’de gerçekleştirilebildi. Yalnız, Mekteb-i Maarif-i Adliye, Mekteb-i Ulûm-u Edebiye adlarıyla açılan iki orta dereceli okul ile bu eğitim için hazırlığa başlandı (1838-1839). Medrese dışındaki eğitim Nafia Nezaretine bağlandı. Devlet, gereken elemanları medrese dışında kendi kurduğu okullarda yetiştirmeye başladı. Türkiye’de gazetecilik 1831’de çıkarılan Takvim-i Vekayi ile başlamıştır. II. Mahmut döneminde kültürel alanda yapılan yeniliklerden biri de Takvim-i Vekayi adıyla resmî nitelikte bir gazetenin çıkarılmasıydı. İzmir’de ve İstanbul’da Fransızca, hatta Mısır’da Arapça gazeteler çıkarılıyordu. Mahmut’un bunlardan örnek alarak resmî nitelikte de olsa böyle bir adımı atması isabetli olmuştur. Her ne kadar söz konusu gazete devletin resmi işlerine ağırlık vermiş ise de zaman zaman Avrupa devletlerindeki gelişmelerden, teknolojik yeniliklerden söz etmiş ve bazı çağdaş kavramları Osmanlı aydınına tanıtmıştır. #Tanzimat #TanzimatÖncesiBatılılaşma
- Meşrutiyet Dönemleri Batılılaşma Hareketleri
Mutlak monarşi kimlerin çabasıyla yıkıldı? Mutlak monarşik temeller üzerine kurulmuş olan Osmanlı İmparatorluğunda 19. yüz yılın ikinci yarısında bir grup genç yeni bir arayışa girdi. Öncülüğünü Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Mithat Paşa gibi aydınlar ülkenin düzlüğe çıkıp eski gücüne ulaşabilmesi için mutlak yönetimden vazgeçip meşruti sisteme geçilmesini düşünüyorlardı. Bunu düşüncede bırakmayıp, Genç Osmanlılar adıyla gizli bir örgüt kurarak gerçekleştirme yollarını arıyorlardı. Ülke meşrutî sisteme geçecek olursa anayasalı ve halkın temsilcilerinden oluşan parlamentolu bir sistem egemen olacaktı. Adı geçen kişilerin özverili çalışmaları ve bazı asker ve sivil bürokratların desteklemesiyle meşrutî sisteme karşı olan Abdülaziz tahtan indirilerek, yerine V. Murat geçirildi. Ancak sağlığının giderek bozulması üzerine II. Abdülhamit tahta çıkarıldı. Başlangıçtaki iyi ilişkiler zamanla bozuldu. Abdulhamit tahta otururken Anayasayı ilân edeceğine dair söz vermesine karşılık, bu sözünü yerine getirmekten kaçınıyordu. Bu da gençlerle ilişkisini bozuyordu. Nitekim asker ve sivil güçlerin baskısıyla 1876’da Anayasayı ilan etti. 1877 Martında da Parlamentoyu açarak meşrutî sistemin çarklarını işletmeye başladı. Ne yazık ki parlamentonun ömrü kısa sürdü. Osmanlı – Rus savaşını bahane eden Abdülhamit Parlamentoyu tatil etti, Anayasayı uygulamaktan vazgeçti. Bu durum ülkede yeni bir özgürlük mücadelesinin doğmasına yol açtı. İkinci kez meşrutiyetin ilanını sağlayan güçler kimlerdi? 1889’da İttihat ve Terakki Cemiyeti kurularak, Abdülhamit istibdatını yıkıp, yerine meşrutî sistemi geçirme amaçlandı. Nitekim 23 Temmuz 1908’de Anayasa’nın yürürlüğe girmesi sağlanarak ülke yeniden meşrutî sisteme kavuşturulacaktır. 1876’dan başlayarak 1908’e kadar ülkede siyasal haklar askıya alınırken, çeşitli alanlarda yeniliklere hız verilmiştir. Özellikle eğitim alanında önemli gelişmeler olmuş ve her düzeyde çok sayıda okul açılmıştır. Ancak bu okullardan yetişenler mevcut siyasal sistemle uyuşamamışlar ve anayasanın yeniden yürürlüğe konması için gizliden gizliye büyük bir mücadele içine girmişlerdir. İttihat ve Terekki Cemiyeti adı altında birleşen yurt içinde ve yurt dışında özgürlük mücadelesi veren muhalif güçler ordudan aldıkları yardımla istibdat yönetimini yıkarak, 23 Temmuz 1908’de anayasanın yeniden yürürlüğe girmesini sağlamışlardır. İstibdat yönetimi yıkılınca onun dayanağı olan hafiye örgütü ve sansür de kaldırılmıştır. Ülkenin kurtuluşu için insanlar görüşlerini daha rahatça ortaya koyma imkânı bulmuşlardır. Böylece Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük ve batıcılık gibi çeşitli fikir akımları doğmuştur. Bu fikir akımları siyasal kültürün gelişimi yanında Türk edebiyatının gelişimine de önemli katkılarda bulunmuşlardır. Örgütlenme hareketi hızlanmış çeşitli dernek ve cemiyetler kurularak, ülke aydınları buralarda bir araya gelerek ülke sorunlarını tartışmışlardır. Sansür kaldırıldığı için siyasî, edebî, sanatsal yayın organların sayısı giderek artmış; ülkede âdeta bir fikir seli boşanmıştır. Kültürel değerlerin ortaya çıkarılması için ciddi girişimler başlatılmış; Millî Kütüphane , Millî hazine-i Evrak, Millî Musikî, Millî Filmcilik, Millî Coğrafya cemiyetlerini kurmuştur. İttihatçılar eğitim üzerinde durmuşlar, onu millîleştirmeye ve kısıtlı da olsa laikleştirmeye çabalamışlardır. Kızların eğitimine önem vermişler, darülfünunda kızlar için bölüm açmışlardır. Kızların doktorluk yapmalarına izin verilmiştir. Kadın hakları konusunda gelişmeler olmuştur. Böylece ilerde Atatürk döneminde yapılacak devrimlere bir zemin oluşturulmuştur. İkinci Meşrutiyet boyunca devleti çağdaşlaştırma çalışmalarına devam edilmiştir. Parlamento kavramı yerleştirilmiş, siyasal partiler kurulmaya başlanmış; Anayasada bazı değişiklikler yapılarak siyasal sistem parlamenter sistem, hâline getirilmiştir. İttihatçılar millî iktisat politikası adıyla bir ekonomi politikası belirlemişler; fakat uygulamaya koyamamışlardır. Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları İttihatçıların çeşitli alanlarda yapmayı düşündükleri reformları engellemiştir. İttihatçılar askerî alanda da birçok yenilik yapmayı plânlamışlar ve bu amaçla İngiltere, Fransa ve Almanya’dan çeşitli uzmanlar getirmişlerdir. #BatılaşmaHareketleri #Monarşi
- Anlatımın Özellikleri
İyi bir anlatımı yakalayabilmek için anlatımın özelliklerini bilmek gerekir. Anlatım özellikleri, anlatımın nasıllığı ile ilgilidir. “Karşılıklı konuşmada, karşılıklı anlayış birliğine varabilmek için anlatım nasıl olmalıdır?” sorusunun karşılıkları bizi iyi bir anlatımın özelliklerine götürür. Anlatım özellikleri şöyle sıralanabilir: Doğallık Anlatılanların doğal olabilmesi için anlatıcının kendine güveninin tam olması gerekir. Kişi konuşmada ya da yazmada yapmacıklıktan uzak olmalıdır. Kişinin doğal konuşabilmesi için yaşama sevinciyle dolu olması, duygularını gizlememesi gerekir. Bunun için de kişi kendini sevmeli, dinleyicisini sevmeli, yaşamayı sevmelidir. Anlatacaklarını süslemeden, yalın bir dille fakat candan, yürekten anlatmalıdır. İlginçlik Kişinin anlatımı kendine özgü ise başkalarını taklit eder nitelikte değilse ilginç demektir. Anlatıcı, daha önceki söylenilenlerden, yazılanlardan ayrı konuları yakalamalı. Dili kullanımındaki kıvraklık, buluş kendine özgü olmalıdır. Tutarlılık Kişinin anlattıkları önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir; yaptıklarına ters düşmemelidir. “Ya konuştuğun gibi ol, ya olduğun gibi konuş.” sözü kişi tutarlılığının ölçüsü olmalıdır. İnandırıcılık Kişinin anlatımının inandırıcı olması için; kişinin anlattıklarına güvenmesi gerekir. Bunun için de anlatacağı konuyu iyi bilmeli, anlattıklarının doğruluğuna güvenmelidir. Kişi ancak kendi inandığı bir konuda inandırıcı anlatımı yakalayabilir. Anlatılanları mantık çerçevesine oturtabilmek, inandırıcılık açısından çok önemlidir. Buradaki inandırıcılık bir düşünceyi alıcıya zorla benimsetme biçiminde de olmamalıdır. İnandırıcılık, etkileyiciliği yanında getirir. Bunun için de duygular sıcak, düşünceler açık, anlatım özgün ve söyleyiş güzel olmalıdır. İletişim Dilinde Yetkin Olmak Kişi kullandığı dilde yetkin olmalıdır. Kullanılan sözcükler cümledeki yerine tam oturmalı. Dilbilgisi yanlışları, anlamda kapalılığın nedenlerinden biridir. Akıcılık Anlatım kesik kesik, tutuk olmamalıdır. Akıcı bir anlatım ile dile getirilen görüş ya da düşünceler dinleyicinin ya da okuyucunun belleğinde kolayca yer eder. Duruluk Anlatımda kullanılan üslup süslemeli, özentili olmamalıdır. Cümleler gereksiz yere uzatılmamalıdır. Cümlelerde en az sözcük ile eksiksiz anlatımı yakalamaya duruluk denir. Bir cümledeki fazla sözcük sayısı anlamı dağıtır. Söylenenler doğru bile olsa kavramak güçleşir. Cümledeki eksik sözcükler de anlamı yok eder. Özlülük Söz ya da yazı gereksiz yere uzatılmamalıdır. Anlatılacaklar eksiksiz olmalı, fakat fazladan sözcük bulunmamalıdır. Açıklık Anlatımda kullanılan sözcükler iyi seçilmeli, anlamı bilinmeyen bir sözcük bile kullanılmamalıdır. Terim niteliğinde bir sözcük varsa terimin ilk kullanımında açıklanmalıdır. Cümleler doğru kurulmalı, inandırıcı, doğal, tutarlı olmalı, plan tam oturmuş olmalı ki anlatım açık olsun. Bir bakıma anlatımın diğer özellikleri hep anlatımda açıklığı yakalayabilmek içindir. #Açıklık #Özlülük #İletişimDilindeYetkinOlmak #Akıcılık #AnlatımınÖzellikleri #Tutarlılık #İlginçlik #İnandırıcılık #Doğallık #Duruluk
- Anlatım Yolları
Anlatım yolları ile anlatım türlerini karıştırmamak gerekir. Anlatım türleri sözlün anlatım, yazılı anlatım diye ikiye ayrılır. Anlatım yolları daha genel bir kavramdır. Hem sözlü anlatımda hem de yazılı anlatımda anlatım yollarından birine ya da birkaçına başvurulur. Bunlar şunlardır: 1. Açıklayıcı Anlatım, 2. Öyküleyici Anlatım, 3. Betimleyici Anlatım, 4. Tartışmalı Anlatım. Açıklayıcı Anlatım Bir konu üzerinde ayrıntılı bilgi vermek, öğretmek ya da olayı bildirmek, yorumlamak üzere yapılan anlatım türüdür. Bu anlatım yoluyla “ne, neden, niçin, nasıl, nerede, ne zaman” soruları açıklanır. Günlük konuşmalarda; edebiyat, felsefe ve ahlâk konularında, yaşanılan olaylarda sık sık açıklayıcı bilgi verir ya da başkalarının açıklayıcı bilgilerini dinleriz. Yine günlük konuşmalardaki sorulara verilen karşılıklar da açıklayıcı anlatıma girer. Açıklama yapmak için konuyu iyi bilmek, olayı görmek gerekir. Anlatım konusu yukarıdaki soruların karşılığı verilerek açıklanmalıdır. Savunulan düşünce iyi açıklanamazsa aynı düşünceler boş yere yinelenip durur. Bunu önlemek için anlatımın tümden gelim, tüme varım, benzetme gibi bilgi üretme yollarını kullanmalıyız. Şimdi de bu terimlerin ne anlama geldiğini öğrenelim. Tümden gelim: Genel bilgilerden, yargılardan, kurallardan özel bilgilere, yargılara, kurallara ulaşmaktır. Örneğin: “Çikolata diş çürütür.” gerçeğinden yola çıkarak “Ben de çok çikolata yersem dişlerim çürür.” gerçeğine vararak, “dişlerimi çürütmemek için çikolatayı çok yemem… ” gibi. Bazen benzer olaylardan, bazen bilimsel gerçeklerden hareket edilerek yeni gerçeklere, sonuçlara ulaşmaktır. Tüme varım: Tümden gelimin tersidir. Özel olay ve durumlardan genel yargılar elde etme yoludur. Yine “Çikolata diş çürütür.”, “Muhallebi diş çürütür.”, “Fondan şekeri diş çürütür.” gerçeklerinden sonra “Şekerli yiyecekler diş çürütür.” sonucu çıkar. Benzetme: Konuyla ilgili benzer olayların, durumların bir araya getirilmesi çalışmasıdır. Açıklayıcı anlatımda, şunlara da dikkat edilmelidir: • Konunun maddesi ve görüş açısı iyi belirlenmelidir. • Konuyu geliştirme ve temellendirme yollarından birinden ya da birkaçından yararlanılmalıdır. • Bunları yaparken kendi gözlemlerimizden, deneyimlerimizden ve öğrendiklerimizden yararlanılmalıdır. Öyküleyici Anlatım Yaşanmış ya da tasarlanmış bir olayın başkalarına söz ya da yazı ile anlatımıdır. Bu anlatım; olay, kişi, yer ve zaman ögelerine dayanır. Olay: Öyküleyici anlatımda öncelikle bulunması gereken ögedir. Anlatım, bir ana olay ile birçok yardımcı olay arasında kurulan ilişkilerle yapılır. Ana olay üç evrede anlatılır: Serim, düğüm, çözüm. Serim: Öyküleyici anlatımda “giriş” bölümüdür. Bu bölüm ana olayın başlangıcıdır. Öyküde yer alacak kişiler, olayın geçtiği yer ve zaman tanıtılır. Düğüm bölümünden kısa, çözüm bölümünden uzun bir bölümdür. Düğüm: Bu bölümde bir yandan ana olay yardımcı olaylarla genişlerken, bir yandan da dinleyici ya da okuyucuda merak uyandırılır. Uzun bir bölümdür. Bölümün uzunluğu ne olursa olsun, uyandırılan merağın sonuna kadar sürmesi sağlanmalıdır. Çözüm: Diğer bölümlerde uyandırılan merağın giderildiği, soruların karşılık bulduğu bölümdür. Anlatının en kısa bölümüdür. Kişiler: Öyküleyici anlatımda olayı yaşayanlardır. Olay birkaç kişi arasında geçer. Bunların kimileri olay için birinci derecede önemlidir. Olayın kolay anlaşılabilmesi için bu kişilerin anlatıda çok iyi tanıtılması gerekir. Olayların anlatımı sırasında kişiler bu niteliklerine uygun davranırlar ve konuşurlar. Yer: İnsanlar kendilerine uygun yerlerde yaşarlar, olaylar da ya bu yaşadıkları yerlerde ya da gezmeye gittikleri yerlerde geçer. Bu nedenle olayın geçtiği yer de anlatıda bulunmalıdır. Fakat bunlar öykünün anlatımını olumsuz etkilememeli, olayların akışını bozmamalıdır. Zaman: Zaman sonsuz bir akıştır. İnsan bu akış içine doğar, olaylar bu akış içinde geçer. Bu nedenle öykülemede zaman da belirtilir. Betimleyici Anlatım Bütün türlerde, tür bireyleri birbirine benzer. Yine de tek tek bakıldığında tür bireyleri arasında, kendine özgü ayırıcı nitelikler de vardır, ikizler de bile. İşte bunların söz ya da yazı ile anlatılmasına betimleme denir. Betimleme, insan ve insan dışındaki hayvan, manzara, eşya… gibi varlıkların benzerleri ile arasındaki ayırıcı, belirleyici özelliklerini anlatmaktır. Betimleme için tasvir etme de denir. Yazarın amacına göre iki türlü betimleme vardır. Bunlardan biri sanatsal betimleme, diğeri bilimsel betimlemedir. Sanatsal betimlemede okuyucunun duygularını uyandırmaya önem verilip içten bir uslup, öznel bir bakış açısı seçilirken, bilimsel betimlemede okuyucuya bilgi vermeye önem verilip, nesnel bir bakış açısını yakalamak gerekir. Betimleme söz ile resim yapmaktır. Böylece varlıklar gözönünde canlandırılabilecek duruma gelir. Betimlemede görme, tat, koku, işitme, dokunma gibi beş duyu organıyla sezilebilinen bütün özelliklere yer verileceği gibi duygulara da yer verilir. Bu da gösteriyor ki başarılı bir betimleme yapabilmek için iyi bir gözlemci olmak gerekir; çünkü betimlemedeki niteliklerin aslına uygun olması gerekir, abartma yoluna gidilmemelidir. Betimlemesi yapılan varlığın önce genel nitelikleri, sonra ayrıntıları, sonra da bizde bıraktığı duygusal etki verilmelidir. Bütün bunlar kişisel ve düzgün bir anlatımla verilmelidir. Betimlemede yer ve zaman ögeleri de bir arada bulunur. Mevsim betimlemesi: İlkbahar “Uzun süren kış ayları bitti. Köyün üzerini örten kara bulutlar gitmiş, yerini masmavi gökyüzüne bırakmıştı. Yılan gibi kıvrıla kıvrıla akan derenin suları coşmuş, coşku türküleri söyleyerek akıp gidiyordu… Vadi rengârenk tomurcuk ve çiçeklere bürünmüştü. Uykudan uyanan böcekler yuvalarından çıkarak şimdiden kış hazırlıklarına başladılar. Karıncalar sıcak günlerin uzun sürmeyeceğini bildikleri için ambarlarını yiyecekle doldurma yarışına başladılar. Bizim tembel ağustos böceği de sabahın erken saatlerinde müzik şölenine başlamış, gece gündüz demeden güzel türkülerini söylüyordu.” (Sabri Oytan, Bal Sarısı -Zerik Taşı, s. 34) İnsan betimlemesine portre denir. Betimlemedeki tüm kurallar portre için de geçerlidir. Yine de şu noktalara dikkat edilmesi gerekir: • Portreye konu olan kişi, objektif olarak anlatılmalıdır. • Kişi için kullanılan sıfatlar gerçeğe uygun olmalıdır. • Kişinin iyi nitelikleri yanında kötü nitelikleri de gösterilmelidir. • Gereksiz ayrıntılar yazılmamalıdır. • Anlatım özentisiz, açık ve akıcı olmalıdır. İnsanı ele alışına göre üç türlü portre vardır: • Dış portre: Kişinin yalnız görünüşünü anlatan portredir. • İç portre: Kişinin iç dünyasını, olaylar karşısındaki tutum ve davranışlarını anlatan portredir. • Genel portre: Kişinin hem dış hem iç özelliklerini anlatan portredir. Portre bağımsız bir yazı türü olabileceği gibi, diğer yazı türlerinin -daha çok da öykü ve romanın- içinde yer alır: “Sarı Mustafa’nın sarı, gür saçlarına, tombul yapısına, sürekli gülen yüzüne karşılık; Kösenin Yusuf, buğday benizli, seyrek sakallı, ince yapılı, orta boylu, düşünceli görünen biriydi. Dor Ali ise, iri yarı, esmer, kara bıyıklı, sağlam yapılıydı. Huyları pek birbirine benzemese bile iyi anlaşmışlar, iyi arkadaş olmuşlardı. Düzlükte birbirine yardım ederek yaşayıp gidiyorlardı.” (Behzat Ay, Dor Ali, 1966, s.11) Tartışmalı Anlatım Bir topluluğun, belli bir konuda, gerçeğe ulaşmak için, kendi aralarında yaptığı düşünce alışverişine tartışma denir. Tartışmada, bir konunun en az iki bakış açısı vardır. Tartışma sonucunda konu bilimsel sonuçlara bağlanır. Bunun için tartışmada düşüncelerin açıkça ortaya konması, özgür bir ortamda tartışılması gerekir. #AçıklayıcıAnlatım #BetimleyiciAnlatım #ÖyküleyiciAnlatım #TartışmacıAnlatım
- Anlatım Biçimleri ve Özellikleri
Bir olay anlatımı ile düşünce anlatımı aynı yöntemle olmaz. Düşünce yazılarında ve resmi mektuplarda anlatım daha ciddi; özel mektuplarda, anılarda daha içten; olay yazılarında sürükleyici, heyecan doludur. Anlatımda kimi zaman konuşma dili, kimi zaman şiir dili kullanılır. Her ikisi için de iki anlatım biçimi vardır: Dolaylı anlatım, dolaysız anlatım. Dolaylı Anlatım Öykü, roman gibi yazın türlerinde, olayların bir anlatıcının ağzından anlatılmasıdır. Ayrıca sözcük ve kavram seçiminde de dolaylı anlatım seçilir çoğu kez. Bir sözcüğü, sözlük anlamının dışında kullanmak da dolaylı anlatımdır. İstiarelere (eğretileme), dolaylamalara yer vermek de dolaylı anlatımdır. Söz gelimi bayrağımız yerine hilâl, lületaşı yerine bayaz altın, askerimiz yerine Mehmetçik, aslanlar… Dolaysız Anlatım Öykü, roman gibi yazın türlerinde, olayların kahramanın ağzından anlatılmasıdır. #AnlatımBiçimleri #DolaylıAnlatım #DolaysızAnlatım
- Yazara Bağlı Yazım Aşamaları
Yazmaya başlamadan önce yazarın gerek yazı konusu belli olduktan sonra, gerekse daha önceki deneyimlerini değerlendirmesine yazara bağlı evreler denir. Bunlar; yazarın gözlemleri, okudukları, konu üzerinde düşünmesi, bu düşünmeden doğan buluşları, tasarladığı bir ana düşüncedir. Sonra yazar bunları düzene koyar, yani plân yapar, yazmaya karar verir, yazma çalışmalarına başlar. Gözlem Yapmak Konuyla ilgili varlıkları, olayları gözleyerek ulaştığımız sonuca gözlem denir. Gözlem, yazmaya başlamadan önce ilk yapılacak işlemlerdendir. Geçmişteki gözlemlerden de yararlanılabilir. Günlük yaşam içinde birçok insan bakar kör gibi yaşamaktadır. Gözlemek; bakmak değil, görmektir. Gözlem yapmakla doğru görme, çevreyi ve insanları doğru tanıma öğrenilir. Çevredeki insanlar, eşyalar, doğa, doğa olayları ve doğrudan kendimiz olmak üzere pek çok malzeme gözlenebilir. Bunlar içinde en güç olanı iç gözlem denilen kişinin kendi kendini gözlemesidir. Gözlemle ancak çevremizdeki varlıklarla, olaylarla ilgili bilgiye ulaşırız. Çevremizde ananas meyvesi yoksa ananası gözleyemeyiz. Gözlem yapma alışkanlığındaki kişilerde kavrayışta çabukluk, ileri görüşlülük yetileri gelişir; onlar insan ilişkilerinde de başarılıdırlar, çünkü kulaktan dolma sözlere değil de gördüklerine, gözlemlediklerine inanırlar. Dört türlü gözlem vardır: 1. Doğrudan doğruya gözlem, 2. Hayal kurma, 3. Düşünme, 4. Geçmiş yaşantılarımızdan yararlanma. Gözlem yaparken başta göz olmak üzere beş duyu organımız ile duygularımız; algılama, düşünme ve sezme merkezlerimiz yoğunlukla iş başındadır. Okumak Başka birinin, harf dediğimiz birtakım işaretlerle kalıcı kıldığı duygu, bilgi, gözlem, olay… gibi deneyimlerine bir tür şifre çözerek tanık olmaya okuma, bu eyleme okumak denir. Kişinin bilgisi, duygusu, hayal gücü ve dünya görüşü okumakla da zenginleşir. Okumakla dili zenginleşir, anlatım gücü artar. Okumak da bir tür gözlem yapmaktır. Okuyarak başkalarının gözlemlerinden yararlanılır. Düşünceleri sıralarken konuyla ilgili tanımlamalar, karşılaştırmalar, örneklemeler, alıntılar, istatistik bilgiler ve kanıt göstermelerle konu geliştirilip sonuca ulaştırılır. Kullanılan dilin cümle ve anlam yapısının; dilin anlatım malzemeleri olan sözcük, deyim, terim, atasözlerinin iyi bilinmesi konu anlatımında yararlı olur. Bütün bu anlatım zenginliğine okumakla ulaşılır. Düşünmek Bir konuda, sonuca ulaşabilmek için belleğin karşılaştırma, ilgiler kurma, yeni sonuçlar üretme… gibi yetilerinden yararlanmaya düşünmek denir. İnsanı düşünmeye iten neden meraktır; bu merak çoğu kez dış dünyadan kaynaklanır. Düşünmek bizi insan yapan en önemli niteliğimizdir. Anlatıma geçmeden önceki ilk adım düşünmektir. Düşünmede sözcükler dünyasından soyut ya da somut nesnelere, nesneler dünyasından sözcüklere geliş gidiş vardır. Düşünürken geçmiş deneyimlere, okuyarak öğrenilenlere yeniden biçim verilir. Bu eylem işitilmeyen konuşmadır. Düşünme sonucu düşünce üretilir. İnsanda düşünme yetisi doğuştan vardır, fakat düşünce sonradan kişinin çevresi, eğitimi, kendi zekâsı ve bilgisi ile oluşur, doğuştan getirilmez. Bu nedenle düşünce hem kişiden kişiye hem çevreden çevreye ayrılıklar gösterir. Türkiye’de yaşayan biri ile Amerika’daki birinin ürettiği düşünceler aynı değildir. Boileau “Yazmadan önce, düşünmeyi öğreniniz.” der. Bir konu ile karşı karşıya kalındığında verilen ilk tepki düşünmektir. Konu ile ilgili nelerin ne kadar bilindiği; araştırılacak, incelenecek bilgiler bu evrede ortaya çıkar. Buluş Anlatılacakların bellekte bütün ayrıntılarıyla canlandırılması, düşüncelerin konu üzerinde yoğunlaşmasıyla varılan özgün düşünce, herkesten ayrılan kendine özgü anlatım buluş demektir. Buluşta kişinin kültüründen de izler vardır. Buluş, araştırma ve incelemeler sonucunda anlatacaklarımızın, belleğimizde canlanması, konu ile ilgili olanların ayıklanıp toplanması, ana düşüncenin belirlenmesidir. İyi buluş yapabilmek için çok okumak, iyi gözlem yapabilmek ve sağlıklı düşünmek yeter; çünkü her insan ayrı bir dünya olduğuna göre, anlatacakları zaten kendine özgü olacaktır. Buluşun en önemli bir yönü de anlatacağı konu ile okuru arasındaki bağı güçlü kurmaktaki özgünlüktür. Bunun için yazarın yazı bitimine kadar, yazacağı ya da anlatacağı konuda yoğunlaşması gerekir. Önce konuyu anlamalı, özümlemeli; sonra konuyla sanki bütünleşmelidir. Buluş ne kadar güzel ise anlatım o kadar basmakalıplıktan kurtulur, yazara ve yazıya değer kazandırır. Buluşun gerçeğe uyması, doğal ve inandırıcı olması, kanıtlanabilir olması gerekir. Ana Düşünceye Ulaşma Düşünceleri iyi ve doğru yazmak yetenek işi değildir. Kullanılan dili iyi bilmek, yazma tekniğini bilmek, iyi düşünmek, konuyu kavramak, yazının amacını saptayarak düşünceleri bu amacı destekleyecek sırayla dizmek gerekir. Bu nedenle yazıya başlamadan ana düşünceyi belirlemek, bütün düşünceleri bu ana düşünceyi destekleyecek biçimde işlemek gerekir. Plânlama (Tasarlama) Anlatımda altıncı adımdır. Tasarlama, bir yazıda neyin, ne kadar yazılacağının önceden belirlenmesi ve sıraya konması için yapılan bir ön çalışmadır. Tasarlama, düşüncelerimizi karmaşıklıktan kurtarır. Dinleyen ya da okuyanla aramızdaki bağın daha sağlıklı ve tez kurulmasını sağlar. Karar Yukarıdaki çalışmalar sağlıklı yapılarak ana düşünceye ulaşıldı yazılacaklar tasarlandı ise, kişi anlatım yollarından birini seçerek konu ile ilgili düşüncelerini bildirmeye karar verir. Anlatımın en önemli adımıdır. Ancak karar olumlu ise güzel ve kalıcı bir yazı doğacak demektir. #YazaraBağlıYazımAşamaları #YazılıAnlatımAşamaları
- Yazılı Anlatımda Plan ve Önemi
Çağımız bilgi çağıdır. Bilgi, düzenli, plânlı çalışmalar ve araştırmalar sonucu kazanılır. Bir konuyla ilgili duygu, düşünce ve görüşlerimizi düzene koymaya plân yapma denir. Yazar, yazmak istediği bir konuda ön hazırlıklarını yaptıktan sonra, konu ile ilgili görüşünü destekleyecek düşüncelerini düzene koyar. Yazısını artık bu plân çerçevesinde yazar. Plânlı bir yazıda gereksiz bir cümle, hatta sözcük bile yoktur, konu bütünlüğü sağlandığı için okununca kolay anlaşılır. Plân, yazar için yazmayı, okur için okumayı zevk haline getirir, belleği düzenli çalışmaya alıştırır. Plân yapma gereğini çevremizden öğreniyoruz; çünkü biz çok düzenli, plânlı bir doğanın içine doğuyoruz. Tüm doğa olaylarının bir düzeni vardır. Geceden sonra gündüz, ilkbahardan sonra yaz gelir. Tohum ağaç olur, ağaç çiçek açar, meyve verir. Meyve olgunlaşarak yine tohum verir. Bu düzen hiç değişmeden sonsuza dek bu sırayla sürecek. Her söyleyeceğimizi ve yazacağımızı önceden plânlamamız bu yüzdendir. Plânsız yazılarda duygu, düşünce karmaşası -belki de zıtlıklar- olur; en önemli noktalar gözden kaçabilir, savunulan düşünce açık seçik savunulamayabilir, hatta yazar savunduğu düşünceyle ters düşülebilir. Bu nedenlerden ötürü plânlı yazmak çok önemlidir. Plânlı yazmada düşünceler bir sıra ile ana düşünceye ulaşır. Bu da okuyucu ile aramızda olan düşünce bağının tez kurulmasını ve kalıcı olmasını sağlar. Plânın Bölümleri Plân yapmanın amacı, yazıyı bölümlere ayırarak kolay anlaşılmasını sağlamaktır. Giriş/Serim Yazının konusunun belirtildiği paragrafa giriş denir. Okuyucu bu bölümde yazıya çekilirse sonrasını daha istekli okur. Çoğu kez giriş bir paragraftır. Bazen iki, üç paragraf olabilir. Olaylı yazılardaki giriş paragrafı ya da paragraflarına serim denir. Gelişme/Düğüm Konunun gövdesi sayılabilen bölüm gelişme olduğu için bir yazıda en az iki üç paragraftır. Bu paragraflar okuyucunun merakını artıracak, onu okumaya isteklendirecek biçimde yazılmalıdır. Gelişme bölümü bitene kadar okuyucu yeni düşünce, görüş ve örneklerle doyurulmalıdır. Olay anlatan yazıların gelişme paragraflarına düğüm denir. Kimilerinde betimlemelere yer verilir, kimilerinde çözümlemelere gidilir. Ana olay, ona bağlı yan olaylar ile desteklenir. Karşılıklı konuşma ve dramatizasyonların bulunduğu paragraflar da vardır. Olayların düğümlendiği yerlerde düğüm paragrafları vardır. Okuyucunun merakı bu paragraflarda doruğa ulaşmalıdır. Sonuç/Çözüm Sonuç düşünce yazılarının son bölümüdür. Konu bu bölümde bir yargı ile biter. Okuyucuyu asıl etkileyecek bölümdür. Onun için bu bölümün daha önceki giriş ve gelişme paragraflarında anlatılanlara ters düşmemesi gerekir. Yeni bir düşünce öne sürülmez. Önce söylenenler belleklerde yer edecek şekilde vurgulanır. Bir ya da birkaç cümlelik paragraftır. Olaya dayalı anlatımlardaki sonuç bölümüne çözüm denir. Yazının büyüklüğüne göre birkaç paragraflık bölüm, birkaç sayfa dolduracak sayıdaki paragraftan da oluşabilir. Plân Türleri Yazı yazarken üç türlü plândan biri uygulanır. Düşünce Plânı Makale, konferans, röportaj ve inceleme… gibi bütün düşünce değeri olan yazılarda uygulanan plândır. Yapısı üç bölümdür; giriş, gelişme, sonuç. Duygu Plânı Konu; duygu, hayal ve heyecan olarak ele alınacaksa duyguya dayalı plân yapılır. Sanat değeri olan yazıların; günlük, anı, gezi, röportaj gibi düşünce yazılarının; haber, mektup, rapor… gibi kimi yazışmaların içindeki paragraflarda uygulanan plândır. Duygu kimi zaman en doruk noktadan başlatılır, kimi zaman da duygunun kıpırdanışı, yoğunlaşması, doruk noktaya ulaşması, arkasından yaşanan durgunluk ile işlenir. Başarılı bir anlatımda yazarın ya da şairin duyguları ile okuyucu ya da dinleyicinin duyguları örtüşür. Böyle yazıları okurken ya da dinlerken kimi zaman kahkahalarla güleriz, kimi zaman ağlarız, kimi zaman durgunlaşırız. Olay Plânı Sanat değeri olan yazıların tümünde; günlük, anı, gezi, röportaj gibi düşünce yazılarında; haber, mektup, rapor… gibi yazışmaların içindeki kimi bölümlerde uygulanan plândır. Yapısı serim, düğüm, çözüm olmak üzere üç bölümden oluşur. #YazıdaPlan #YazılıAnlatımAşamaları
- Yazılı Anlatımda Yazma Aşaması
Yazım aşaması, yazmaya başlandığında konunun anlatım kuralları çerçevesinde işlenme sürecidir. Konu Üzerinde söz söylenen, yazı yazılan, sanat eseri oluşturulan duygu, düşünce, olay, sorun, ya da duruma konu denir. Konu olmadan yazı olmaz. Konu; yaşamın her kesitinden, toplumun her kesiminden seçilebilir. Çevredeki varlıklar, olaylar, toplumun sorunları, gözlemlerimiz, düşlerimiz ve her türlü düşünce konu olabilir. Konu için önemli olan ilginç ve geliştirmeye elverişli olması, anlatım kurallarına uygun yazılması ya da söylenmesidir. Konunun ana maddesi: Konuyu oluşturan varlık, olay, düşünce ya da sorundur. Konunun bakış açısı: Konunun ana maddesinin hangi yönden değerlendirileceğidir. Kişisel, toplumsal, sanatsal… gibi. Yazı türü: Bir konu makale, fıkra, mektup, şiir, öykü, anı… gibi türlerden her hangi biriyle anlatılabilir. Buna yazar karar verir. Konu Türleri Konu niteliğine göre türlere ayrılır: • Toplumsallık Bakımından Konular: Bu bakış açısıyla öznel sorunlara dayandırılmış konulara bireysel konular denir. Böyle yazılarda yazar kendi kişisel özelliğini yazı ile dışa vurur. Toplumun tümünü ya da bir bölümünü ilgilendiren konulara toplumsal konular denir. Böyle yazılarda yazar toplumun tümünün ortak sorunlarıyla ilgilenir. “Türk Parasından Üç Sıfırın Atılması” ile ilgili bir konu toplumsaldır. • Yerellik Bakımından Konular: Bir bölgeyi ilgilendiren konulara yerel konular denir. “İçanadolu Bölgesi Tarımında Verimliliğin Artırılması İçin Birkaç Öneri” gibi bir yazı yereldir. Konu “Türkiye Tarımında Verimliliğin Artırılması İçin Birkaç Öneri” olsaydı ulusal konu olurdu; çünkü evren içinde Türkiye’deki çiftçileri ilgilendiren bir yazıdır. Bir yönüyle de Türkiye’nin ekonomisini yakından ilgilendirdiği için yerelliği tüm Türkiye olarak düşünülmelidir. Bir konu bütün dünyayı ilgilendiriyorsa böyle konulara evrensel konular denir. “AIDS’ten Korunma Yolları” gibi bir yazı evrenseldir. • Somutluk Bakımından Konular: Bir konu nesnelse, beş duyu organıyla algılayabilecek nesneleri kapsıyorsa somuttur; bir konu nesnel değilse, beş duyu organıyla algılanamayacak kavramları kapsıyorsa soyuttur. Her konu bir yönüyle mutlaka insanla ilgili olduğuna göre konu türlerini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak güçtür, ancak ağırlıklı olarak bireysel, ağırlıklı olarak evrensel ve soyuttan çok somut kavramlar işlenmiştir gibi bir yorum yapılabilir. Konunun Seçimi Biri tarafından önerilmiş konuyu yazmak çok güçtür. Bu nedenle yazmada başarılı olmak için konuyu, yazacak kişinin kendisi seçmelidir. Yazarları yazmaya iten neden genellikle gözlemleridir. Kimi zaman da kişi zorunlu olarak bir yazı türü seçer; gelen bir mektuba karşılık yazması, işe başvurmak için bir dilekçe ya da özgeçmiş yazması, görevlendirildiği bir konuda rapor yazması… gibi. Konunun Sınırlandırılması Konu seçiminde çoğu kez özgür olunamamakla birlikte, konuya bakış açısı seçme ve sınırlandırma bütünüyle yazarın kendine kalmıştır. Konu sınırlandırılmaz ise düşünceler her paragraf için ayrı ayrı yani dağınık olur, toparlanamaz. Sınırlandırılmadan yazılmış yazıları anlamak da güçtür. Konu sınırlandırıldıkça açıklık kazanır. Sözgelimi, çocuklar üzerine pek çok yazı yazılabilir, fakat konu “çocuk” olarak verilirse hiç bir şey yazılamaz, çünkü çok genel bir konudur. “çocuk”u önce ülke ile sınırlayalım: Türkiye’de çocuk. Sonra yaş ile sınırlayalım: 13-15 yaş grubu. “13-15 yaş çocukları” da konu olamaz, konu hâlâ sınırsız. “Sanayide çalışan çocuklar” diye çocuk sınırını çizelim. Üzerinde düşünülecek sorun ne? Sorun “suç işleme nedenleri” olsun. Her nedenin bir ilişki kaynağı vardır: Aile ilişkileri, mahalledeki arkadaşlık ilişkileri, konu komşu ilişkileri, iş çevresinde usta-çırak ilişkisi, çıraklar arası ilişkiler… Bunlardan “çıraklar arası ilişkiler”i seçelim. Şimdi konuyu toparlayalım. Üzerinde araştırma yapacağımız konu “Türkiye’de Sanayide Çalışan 13-15 Yaş Grubu Çocukların, Çıraklar Arası İlişkilerinde Suça Dönüşen Eylemleri”. Artık yazı için hazırlığa başlayabiliriz. Gözleme bu çevreden başlarız. Mahkeme kayıtlarından bu yaş grubuyla ilgili dosyaları inceleriz, suçları sınıflandırırız… gibi. Konunun Ana Düşüncesi Yazarı yazmaya iten asıl neden, yazının yazılış amacıdır. Buna ana düşünce denir. Yazarın amacı bu ana düşünceyi vermektir. Yazıyı araç olarak kullanmaktadır. Bakış Açısı Bir konu üzerinde birden çok kişiye yazı yazdırılsa, her yazan kendine göre bir ana düşünce geliştireceğinden, ortaya birden çok ana düşünce ve birden çok bakış açısı çıkacaktır. Aynı olaya bir yazar olumlu bakarken, bir yazar olumsuz bakabilir. Günümüzde “Türkiye’de Kesintisiz Sekiz Yıllık Eğitim” için herkesin söyleyecek birkaç sözü var, fakat kimseninki bir diğerinin aynısı değildir. Konu Başlığı Başlık yazının adıdır. Yazıyı okutan nedenlerden biri yazı başlığıdır. İlginç bir başlık okuyucuyu meraklandırır, okuyucu bu merak ile yazıyı okur. Onun için yazı yazarken içeriğinin iyi olmasına dikkat etmenin yanı sıra o yazıya iyi bir başlık bulmak gerekir. Başlık, düşünce yazılarında ana düşünceden çıkartılır. Ana düşüncedeki konunun maddesi (Ataç Dipdiri, Borsada Dalgalanma), vurgulanan amaç (Dünya Barışı) ya da sanatlı bir yazımla (Zeytin Dalı) ya da onları çarpıcı bir biçimde vurgulamaya yarayacak maddenin sıfatı, eylemin zarfı; konuyu vurgulayacak özlü bir söz (Devletin Fotoğrafı), bir deyim… konu başlığı olabilir. Olay yazılarında başlık bulmak için malzeme çoktur. Başlık kısa olmalı fakat konuyu tam kapsamalıdır. Başlığın kısalığı yazının türüne de bağlıdır. Bir düşünce yazısı, bir roman ile bir inceleme yazısının başlığı aynı kuralla verilemez; örneğin, inceleme yazılarında başlık açıklayıcı bir iki sözcükle başlar, gerçek başlık yazılır, tamamlayıcı bir iki sözcükle biter. Eskişehir İli Mihalıççık İlçesi ve Yöresi Ağızları (Ses Bilgisi-Metinler-İndeks). Bu örnekte gerçek başlık: Mihalıççık İlçesi ve Yöresi Ağızları’dır. Açıklayıcı bilgi: Eskişehir İli, tamamlayıcı bilgi: (Ses Bilgisi- Metinler-İndeks). Başlık yazının üstündeki sıraya, satır ortasına ya da satır başına yazılır. Ya her harfi büyük harfle yazılır ya da her sözcüğün ilk harfi büyük harfle yazılır. Konunun Anlatımında Yardımcı Olan Diğer Ögeler Yazmaya başladıktan sonra; yazar gerek konuyu daha iyi anlatabilmek, gerek okuyucuyu etkilemek için konu ile ilgili duygularını, hayallerini, düşüncelerini toparlamalıdır. Bu düşüncelerini destekleyebilmek için kullandığı eşyaları, olayları bir amaçta yani ana düşüncede birleştirmelidir. Sonra yazar bunları düzene koyar, yani kâğıt üzerinde bir plân (tasarı) yapar, yazacaklarını bu tasarıma göre yerleştirir ve yazar. Duygu: Kişinin kendi eylem ve düşünceleri dışında kalan duyumların; dıştan gelen eylemlerin, nesnel ve bireysel etkilerin kişinin iç dünyasında uyandırdığı duyumların tümüne duygu denir. Duygulanmak canlı olmanın en ilk ve en belirgin özelliğidir. İnsan birdenbire çok yüksek bir ses duysa önce korkar, sonra nedenini merak eder. Merak insanı düşünmeye iter. Olasılıklar üzerinde durur, bu hayal etmedir, eşya ve olayları araştırarak gerçeğe ulaşmaya çalışır. Aynı sesi bir hayvan duysa o da korkar fakat yapacağı ilk ve son iş kaçmaktır. Ancak ortalık sakinleştikten sonra yerine döner. Günümüzde kimi araştırmacılar bitkilerin de duygulandıkların ileri sürerler. Demek ki duygu yalnız insanlara özgü değildir. Düşünce: Düşünmenin biçim almasıyla düşünce oluşur. Bir kişinin yazı yazarken; gözlemleri, deneyimleri, okunanları değerlendirirken en büyük yardımcısı düşünme yetisidir. Konu ile ilgili malzeme düşünsel düzene oturtulmazsa yazıda bütünlük sağlanamaz. Eşya: İnsan; kemik ve etin deri ile örtülmesi; saç, kaş, tırnak ile bezenmesi ile yaratılmış bir doğa harikasıdır. Bu bedenin dışında kalan soyut, somut tüm varlıklar eşyadır. Bu geniş anlamıyla saçımızdaki tokadan, ayağımızdaki çoraptan evimize, bahçemize, kullandığımız tabak, kaşık, kilim, koltuk, örtüye, kitaba, çevremizdeki kuşlara, dağlara, denizlere, yıldızlara kadar, her varlık bir eşyadır. Eşyalar bizi güzellikleriyle, iyi ya da kötü durumlarıyla etkilerler; fakat insanlara bu yetmez, eşyalar arası düzeni, ilgiyi, dengeyi bulup çıkarmak için gözlemler yaparlar, deneyler yaparlar; bunları yazılarında malzeme olarak kullanırlar. Olay: Eşyanın biçim ya da konum değiştirmesine olay denir, çocuğun büyümesi, güneşin karanlığı aydınlatması, çiçeğin açması, trenin hereket etmesi… gibi. Gözlem içine olayı da alır. İyi bir gözlemde olayların neden-sonuç ilişkisi ortaya çıkarılır. Olayların akışı duygulara yer verilmeden aktarılırsa nesnel anlatım vardır; duygulara yer verilerek aktarılırsa öznel anlatım vardır. Olayları iyi gözlemleyebilmek yazı yazmayı kolaylaştırır. Hayal: İnsan duygulanır, düşünür, eşya ve olayları gözledikten sonra, belleğinde bu gördüklerinin benzerini canlandırır, buna hayal denir. Hayal, bellekte tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi istenen düştür. Hayal etme gücüne muhayyile, tasarım; hayal etme eylemine tasavvur etme, tasarlama da denir. İyi bir hayal örgüsü ile anlatılan soyut bir konu sanki görünecek kadar, resmi yapılacak kadar somutluk kazanır. Bir hayal açıklanırken benzetmelerden, yakıştırmalardan, eğretilemelerden yararlanılır. Böylece aslında olmamış bir olay olmuş gibi, olmayan bir nesne varmış gibi bizi etkiler. Hayal etmek, düşünmekten ayrı bir boyuttur. Düşünürken bakış açımızı gözlemlerimiz, bilim ve teknoloji yönlendirir; hayal ederken bakış açımızı iç dünyamız ve duygularımız yönlendirir. Bir insan ancak kendisi gibi hayal edebilir, hayaller taklit edilemez. Bu nedenle yazarların iç dünyalarına, kişilik özelliklerine ancak onların yazdıkları hayaller ile ulaşılır. Amaç: Yaşamımızda hayalden sonraki adım amaçtır. Amaç, erişilmek istenen sonuçtur. Bir kere hayalledik mi artık onun gerçekleşmesi için çırpınırız. O hayale ulaşana dek yaşantımızı hayalimiz, gerçekleşmesi yönünde plânlarız. Yazma aşamaları da bu düzen üzerine kurulur. Konuyu belirleyip gerekli gözlem yapıldıktan, malzeme hazırlandıktan sondaki iş, konunun sınırlarının çizilmesidir. Bunun için de “Bu konuyu niçin yazıyorum?” sorusunu sorarak amaç belirlemek gerekir. Amacı belirtilmiş yazı sınırlandırılmış da olur. Yazmanın öncelikle beş amacı vardır: a. Öğretme, b. Haber verme, c. Savunma, d. Okuyanı kendi dünyamıza çekme. e. Yazdıklarımızın kalıcı olmasını sağlama. Yazı yazmak için hazırlıklar bittikten sonraki en vazgeçilmez amaç, o yazının bitirilip ortaya çıkarılması olmalıdır. #YazmaAşaması #YazılıAnlatımAşamaları #BakışAçısı #AnaDüşünce #Konu #KonuBaşlığı #KonununSınırlandırılması
- Yazılı Anlatımın Genel Özellikleri
İnsanların birbirleri arasında, konuşarak yüz yüze başlattıkları iletişim git gide onlara yetmedi; çünkü her zaman yüz yüze olmaları olanaksızdı. Bunun için duman ile, davul v.s. sesi ile bu iletilerin ulaşabileceği uzaklıktaki yakınlarıyla haberleştiler. Bu iletişim türü çok sınırlıdır ve kalıcı değildir. İnsanların, unutmamak ve gelecek kuşaklara aktarmak için daha kalıcı bilgilere gereksinimi vardı. Bu nedenle mağara duvarlarına çizilen resimlerle, düğümlü iplerle de bu bilgileri saklamaya çalıştılar. Bilgileri geleceğe saklama düşüncesi git gide gelişerek bugün kullanılan yazı türlerini oluşturdu. Yazılı Anlatım Aşamaları Yazıyı Planlama Aşaması Yazma Aşaması Yazara Bağlı Aşamalar Yazılı anlatımın iki boyutu vardır. Bir yazar ile konu arasında, bir de yazmaya başladığında konu ile anlatım kuralları arasında. Bunlardan ilkine yazara bağlı evreler, ikincisine yazmaya bağlı evreler ya da anlatım süreci denir. Yazara bağlı evreler; yazarın gözlemleri, okudukları, konu üzerinde düşünmesi, bu düşünmeden doğan buluşları, tasarladığı bir ana düşüncedir. Yazıda üzerinde durulan; yazı yazılan; sanat eseri oluşturulan duygu, düşünce, olay, sorun ya da duruma konu denir. Başlık yazının adıdır. Plân yapmanın amacı, yazıyı bölümlere ayırarak kolay anlaşılmasını sağlamaktır. Üç türlü plân vardır: Düşünsel plân, duygusal plân, olay plânları. Düşünce yazılarında giriş, gelişme, sonuç; olay yazılarında serim, düğüm, çözüm bölümleri vardır. Sözlü Anlatım İle Yazılı Anlatım Arasındaki Farklar: – Sözlü anlatım seslidir, yazılı anlatım sessizdir, sözlü anlatımdaki seslerin yerini yazılı anlatımda harf deniler işaretler almıştır. – Sözlü anlatım toplumun değişik kesimlerine göre söyleyiş ayrılığı gösterir: İstanbullu kız derken, Eskişehirli gız der. Yazılı anlatımda yöresel ayrılıklar kalkar. – Sözlü anlatım daha kuralsız, daha gelişigüzeldir; yazılı anlatım kurallıdır. Yazım kuralları ile yine yazıdan ayrılamaz durumdaki noktalama işaretleri vardır. Bunlar da gelişigüzel kullanılamaz. – Sözlü anlatımda yöresel ve kişisel kullanım esneklikleri doğaldır. Yazılı anlatım, kuralcılığı ile biraz yapay kalır ama bundan yazılı anlatım dili uydurmadır anlamı çıkmamalıdır. – Sözlü anlatım yüz yüzedir; anlatım baş, el, kol, gövde hareketleriyle desteklenir; anlaşmada dinleyicinin dil mantığı da büyük yardımcıdır. Yazılı anlatım yüz yüze olmadığı için yazılan her söz, yazıldığı gibi işlem görür. Dil mantığı işe yaramayabilir. Yazılı anlatım gücünü, yalnız yazarın dilini kullanmadaki ustalığından ve eksiksiz uygulayacağı yazım kurallarından alır. Bu da dili olgunlaştırır; kültür dili, edebiyat dili, sanat dili ortaya çıkar. – Sözlü anlatım söylenir söylenmez unutulmaya başlar, çoğu kez aynı konuşmayı aynı biçimde bir kez daha dinleme şansımız yoktur. Yazılı anlatım ürünleri kalıcıdır. Yazıldığı günkü gibi yüzyıllarca kalır. #YazılıAnlatım #YazılıAnlatımTürleri





