Arama Sonuçları
Boş arama ile 853 sonuç bulundu
- Milli Edebiyat Döneminin Genel Özellikleri
Tanzimat dönemine kadar “Türk” terimi, Osmanlı İmparatorluğundaki Türkleri, Tanzimat döneminde “Türk” terimi bütün Türkleri karşılar olmuştur. Dildeki Arapça Farsça sözcüklerin atılmasını; ezanın hutbelerin, namazdaki surelerin Türkçe olmasını, yazıda kısa cümleler kullanılmasını ilk öneren Ali Suavi’dir. Osmanlıcayı savunanlar da olunca hükümet dil tartışmalarını yasaklar. Akçuralı Yusuf ve onun gibi düşünenler yayınlarını yurt dışında yaparlar. 1908’de Türk Derneği kurulur. 1911’de derneğin dil üzerindeki ilkeleri bir beyanname ile açıklanır. Aynı yıl Türk Yurdu derneği kurulur. Onu Türk Ocağı izler. 1912’deki Balkan yenilgisi, siyasileri Osmanlıcılıktan Milliyetçiliğe çeker. İttihat ve Terakki Partisi bu hareketi destekler. 1911’de Selânik’te çıkarılan Genç Kalemler dergisi yazarları edebiyatın ulusallaşması için önce dilin ulusallaşması tezinden hareketle konularını da halka dayandırırlar. Onlar ne doğunun ne de batının taklitçisi olmak istemezler. Bu görüşe sanatın evrenselliğini savunan Servet-i Fünuncular ile Fecr-i Atici’ler karşı çıkar. Bir yıl sonra onlar da ulusal görüşü desteklemeye başlarlar. Milli görüşü destekleyenlerden birisi de Ziya Gökalp’tir. Önce Turancılık görüşünü savunur, sonra bu aşırılığın zararlı olabileceğini düşünerek Türkiye Türkçülüğünü benimser. İlkelerini Türkçülüğün Esasları adlı bir kitapta toplar. Bu kitabın bir bölümünü de Türk Dili ve Edebiyatına ayırır. Birçok dilci ve edebiyatçıyı bu amaçta birleştirmeyi başarır. Cumhuriyet kurulurken konuşma dilini ilke edinmiş, halkın sorunlarını konu edinen bir edebiyat hazırdır. Millî Edebiyatın Temel Nitelikleri 1911’de Genç Kalemler dergisinin genç yazarlarınca başlatılan Yeni Lisan hareketi gelişerek Millî Edebiyat akımı başlatılmıştır. Ulusal bir dil ve edebiyatın geliştirilmesinin amaçlandığı bu dönem, yeni Türk edebiyatının önemli bir aşamasını oluşturmuştur. “Millî Edebiyat” adını almış olan bu dönemin belli başlı nitelikleri nelerdir? Konuşma dilini yazı diline döndürme düşüncesi zamanın yazarlarının büyük çoğunluğunca benimsenmiş; böylece Osmanlıcadan Türkçeye dönülmüştür. Şiirde Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanılmış; aruz ölçüsünden heceye geçilmiştir. Ancak bir geçiş dönemi özelliği olarak, zaman zaman her ikisi de kullanılmıştır. Halkın yaşamı edebî eserlere konu edilmiştir. O zamana dek olayların geçtiği yer hep İstanbul iken, yazarlar artık İstanbul dışına da eğilmeye başlamışlardır. Ayrıca Türk tarihi ve gelenekler de yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır. Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin, Ali Kemal gibi birkaç muhalif dışında zamanın bütün şair ve yazarları Millî Edebiyat hareketine katılmışlardır. Edebiyatın ulusallaştırılması çabası büyük ölçüde amacına ulaşmıştır. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, ağır bir edebî dil yerine konuşma dili kullanılmaya ve halkın yaşayışı, sorunları konu edilmeye başlanmıştır.
- Fecr-i Ati Edebiyatı'nın Genel Özellikleri
Servet-i Fünun’dan sonra yetişen genç kuşak edebiyatçılar, 1909’da bir araya gelerek Fecr-i Ati topluluğunu oluşturdular. Topluluk üyesi olan Ahmet Haşim, Ahmet Samim, Tahsin Nahit, Celâl Sahir, Hamdullah Suphi, Refik Halit, Şehabettin Süleyman, Yakup Kadri ile öteki şair ve yazarlar bir beyanname hazırlayarak, kendilerini kamuoyuna tanıttılar. Fecr-i Ati topluluğunun 24 Şubat 1910’da, Servet-i Fünun dergisinde yayımladıkları beyanname, Türkiye’de bir ebedî toplulukça yayımlanmış ilk bildiridir. Bu bildiride Fecr-i Ati topluluğunun amaçları dil ve edebiyatın gelişmesine çalışmak, konferanslar düzenlemek, kamuoyunu aydınlatmak, Batının önemli eserlerini çevirtmek, Batı’daki benzer oluşumlarla ilişki kurmaktır. Fakat topluluğun ömrü kısa sürer. Fecr-i Ati, 1912’de dağılır. 24 Şubat 1909′da bir bildiriyle sanat anlayışlarını ve ilkelerini açıklayan bu topluluk Ahmet Haşim, Celal Şahir, Emin Bülent, Emin Sami, Ahmet Samim, Hamdullah Suphi, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İzzet Melih Devrim, İbrahim Alaattin Gövsa gibi ünlü edebiyatçılardan oluştu. Bu sanatçıların amaçları şunlardır: 1. Sanat kişisel ve değerli bir uğraştır, onurdur. 2. Kamuoyunu aydınlatmak bir görevdir, borçtur. 3. Batının önemli eserlerinin çevrilmesi ve kazanılmasını sağlamak. 4. Herkese açık toplantılarla sanat-halk iletişimini güçlendirmek. 5. Dilin, yazınsal ve toplumsal bilimlerin ilerlemesini sağlamak. Ancak Fecr-i Ati’nin dinamik ve güçlü bir sanat akımı değil bir arkadaş topluluğu biçiminde olması bu amaçların gerçekleşmesini engeldi. Sonuçta dağıldılar ve Milli Edebiyat akımına katıldılar. Genç Kalem adlı grup bu topluluktan doğdu. Fecri Ati Edebiyatının Genel Özellikleri: Bu dönemin yazar ve ozanları topluluk içindeyken önemli bir varlık gösterememiş, topluluğun dağılmasından sonra kimi kendi bağımsız çizgisinde yürüyüp kimi de Milli edebiyatın içinde yer alarak üne kavuşmuştur. Duyuşta, düşüncede, üslup ve sanat anlayışında Servet-i Fünun sanatçılarına özenmişlerdir. Bu nedenle onların silik bir kopyası olarak kalmışlardır. “Sanat sanat içindir.” ilkesine bağlı kalarak sembolizmden etkilenmişlerdir. Ahmet Haşim dışında sanat değeri taşıyan şiirler yazamamışlardır. Ayrıca, Ahmet Haşim 20. Yüzyılın bağımsız bir şairi olarak değerlendirilir. Örnek olarak Fransız edebiyatını aldılar. Eserlerinde aşk ve tabiat konusunu işler. Duygulu ve romantik bir aşkı dile getirdiler. Gerçekten uzak tabiat tasvirleri yaptılar. Fransız sembolistlerinden etkilendiler. Şiirlerinde aruz veznini kullandılar. Serbest müstezadı geliştirerek kullanmaya devam ettiler. Ağır bir dil kullandılar dilleri vardır. Dil Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklüdür. Herhangi bir yenilik getirememişlerdir. Serveti Fünun edebiyatının devamından öteye gidememişlerdir.
- Edebiyatımızda İlkler
İlk yerli tiyatro eseri: Şinasi – Şair Evlenmesi (1895) İlk yerli roman: Şemsettin Sami – Taaşşuk-u Talat ve Fıtnat Batılı anlamda yazılan ilk roman: Halit Ziya Uşaklıgil – Mai ve Siyah İlk çeviri roman: Y. Kamil Paşa – Fenelon’dan Telemak (1859) İlk köylü romanı: Nabizade Nazım – Karabibik İlk natüralist eser: Nabizade Nazım – Zehra İlk realist roman: R. Mahmut Ekrem – Araba Sevdası İlk kölelik ve cariyelik temasını işleyen roman: Samipaşazade Sezai –Sergüzeşt İlk resmi Türkçe gazete: Takvim-i Vakayi (1831) İlk yarı resmi gazete: Ceride-i Havadis (1840) İlk Özel Gazete: Tercüman-ı Ahval – Şinasi-Agah Efendi (1860) İlk Makale: Şinasi – Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi İlk tarihi roman: Namık Kemal – Cezmi İlk pastoral şiir: A. Hamit Tarhan – Sahra İlk şiir çevirisi yapan, ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerini ilk kez kullanan, ilk Türk Gazeteci: Şinasi Aruzla yazılan ilk manzum tiyatro eseri: Abdülhak Hamit – Eşber Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri: Yusuf Ziya Ortaç – Binnaz (1919) İlk bibliyografya: Katip Çelebi – Keşfü’z-Zünun İlk hatıra kitabi: Babürşah – Babürname İlk hamse yazarı: Ali Şir Nevai İlk tezkire: Ali Şir Nevai – Mecalisü’n-Nefais İlk antoloji: Ziya Paşa – Harabat İlk atasözleri kitabı: Şinasi – Durub-ı Emsal-i Osmaniye İlk mizah dergisi: Teodor Kasap – DiyojenØ İlk hikaye kitabı: Ahmet Mithat Efendi – Letaif-i Rivayet Basılan ilk küçük hikaye kitabı: Samipşazade Sezai – Küçük Şeyler İlk fıkra (köşe yazısı) yazarı: Ahmet Rasim Bilinen ilk Türk yazar: Yolluğ Tigin (Göktürk Kitabelerini yazmıştır.) Türkçe yazılan ilk kitap: Kutadgu Bilig İlk Siyasetname: Kutadgu Bilig İlk Türkçe Mesnevi: Kutadgu Bilig Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan: Mehmet Emin Yurdakul İlk Türkçe Sözlük: Divan-ı Lügati’t-Türk Edebiyatımızda sahnelenen ilk tiyatro eseri: Namık Kemal – Vatan Yahut Silistre Kurtuluş Mücadelesini işleyen ilk roman: Halide Edip Adıvar – Ateşten Gömlek Hikayeciliğimizi İstanbul’dan Anadolu’ya taşıyan: Refik Halit Karay – Memleket ve Gurbet Hikayeleri Edebiyatımızdaki ilk eleştiri: Namık Kemal – Tahrib-i Harabat (Ziya Paşa’nın Harabat adlı eseri eleştirilmiştir.)
- Tanzimat Edebiyatı
Batı tarzında okulların açılması, yurtdışına öğrenci gönderilmesi, gazetelerin yayımlanması, yabancı tiyatro topluluklarının İstanbul’a gelip oyunlar sergilemesi, batı uygarlığının pencerelerini açmıştır. İşte 1938-1860 yılları arasında, bu ortamda yetişmiş aydınlar, 1860’tan sonra batılılaşmayı siyaset, toplum ve edebiyat olmak üzere üç alanda birden sürdürdüler. Edebiyatta batı etkisinin görülmeye başladığı bu döneme Tanzimat Edebiyatı diyoruz. Tanzimat Edebiyatının başlıca şair ve yazarları önce gazetelerde dilin ve edebiyatın nasıl olması gerektiğini tartışmışlardır. Dönemin en önde gelen kişiliği Şinasi, Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları Tercüman-ı Ahvâl (1860) ve yalnız başına çıkardığı Tasvîr-i Efkâr’da Batı uygarlığına ulaşmak için bilgisizlikle yobazlığın ortadan kaldırılması gerektiğini savunmuş; bunun için, gazete aracılığıyla halkın düzeyini yükseltmeye çalışmıştır. Bu sırada halkın analayabileceği bir dile gereksinim duymuş ve yeni, yalın bir düzyazının ortaya çıkmasına önayak olmuştur. Namık Kemal ise “Lisan-ı Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı Şamildir” (Tasvir-i Efkâr, 1866) adındaki uzun makalesinde yapaylığı, gerçeğe dayanmaması nedeniyle Divan Edebiyatını eleştirir. Türk edebiyatının yeniden düzenlenmesi gerektiğini öne sürer. Bunun da yazı dilinin konuşma diline en kısa sürede dönüştürülmesiyle olabileceğini belirtir. Ayrıca N. Kemal, edebiyatın bir ulusun devamının güvencesi olduğunu öne sürerek, edebiyatta toplumsal yarar arama ilkesini ortaya koyar. Ziya Paşa, ünlü Şiir ve İnşa makalesinde Divan Edebiyatının ulusal bir edebiyat olmadığını, çağdaş Türk edebiyatının Halk edebiyatına dayanarak kurulabileceğini ileri sürer. Halkın düzeyine ve ifade biçimine gidilmesi gerektiğini savunur. Görüldüğü gibi bu dönemin edebiyatçıları Batı edebiyatını örnek alırken, halkın analayabilecği yeni bir dil ve anlatım da aramışlardır. Bu dönemde Türk edebiyatında en dikkat çekici yan, yüzyıllardır ilk kez edebiyatın toplum hizmetine girmesi olmuştur. Artık edebiyat, eski edebiyatın soyutluğundan, kalıplarından kurtulmuştur. Böylece sanatçılar için daha özgür, yaratıcı olmanın yolu açılmıştır.Tanzimat edebiyatında 1875’e dek toplumsal yarar ilkesi geçerli olmuştur. Bu yıldan sonra ise romantizmin etkisi kendini gösterir. Batıya yönelme ile birlikte aydınlar bir Avrupa dili, özellikle de Fransızcayı öğrenme çabası içine girdiler. Böylece Fransız kültürü ve edebiyatından etkilenme başladı. Şair ve yazarlar bir yandan eski edebiyattan farklı ürünler verirken, bir yandan da çeviriler yapmaya başladılar. Önce, Fransa’da öğrenim gören Şinasi’nin Fransız şairlerden çevirdiği şiirleri kitaplaştırdığını görüyoruz. Terceme-i Manzume (1858). Sonra, bir devlet adamı olan Yusuf Kâmil Paşa bir Fransız romanı olan Telemak’ı çevirerek yayımlamıştır (1862). Bunu dünyaca ünlü Sefiller, Robinson Cruzoe, Monte Cristo gibi romanların çevirileri izler. Tanzimat edebiyatının genel özelliklerini şöyle özetlemek mümkündür: Batı etkisiyle oluşturulan Tanzimat edebiyatı, Batılı edebiyata yakışır biçimde, sanatın dilini ve toplumsal yararlılığını tartışarak başlatılmıştır. İlk resmi olmayan gazete bu dönemde çıkartılmış; gazete aracılığı ile halkın bilinç düzeyini yükseltmek amaç edinilmiş; Divan edebiyatı konuları bırakılarak özgürlük, vatan, adalet, eşitlik… gibi konular işlenmiştir. Aydınlar, Halk edebiyatı ürünlerinden ve dilinden yararlanmışlar, fakat teknik açıdan Divan şiirinin etkisindedirler. İkinci dönemde, siyasal baskı ile halka açılamayan sanatçılarda, dil yeniden konuşma dilinden ayrılır, fizik ötesi konular işlenir. İçeriğe göre biçim çalışmaları yapılırken, şiire ailenin girmesi de bu dönemdedir. İlk mensur şiir denemeleri yapılır. Batılı anlamda roman, öykü, tiyatro çalışmaları 1860’tan sonra Batıdan çevirilerle başlar, adaptelerle tür bilgileri pekiştirilir, sonra da yerli konular işlenir. İlk uygulamalarda teknik yanlışlar vardır. İçerik olarak batılılaşmanın yanlış anlaşılması, cariye, köle kadınlar ve aile sorunları, aşk, tarih olayları… gibi konular işlenir. Düz yazıda sadeleşme bu dönemde başlar. 1875’ten sonra edebiyatımız Fransız romantiklerinin etkisine girer. Karagöz, Orta Oyunu yanında Batılı tiyatrolar gösterilmeye başlar. Tiyatroya halk okulu anlayışıyla yaklaşılır. Ayrıca hiciv, edebi eleştiri, edebiyat tarihi, makale, fıkra, deneme… türleri işlenir. #ModernTürkEdebiyatı #TanzimatEdebiyatı
- Batılılaşma Hareketleri
Meşrutiyet Dönemleri Batılılaşma Hareketleri Tanzimat Öncesi Batılılaşma Hareketleri Tanzimat Dönemi Batılılaşma Hareketleri Cumhuriyet Dönemi Batılılaşma Hareketleri 13. yüzyılın sonlarında 14. yüzyılın başlarında kurulan Osmanlı Devleti kısa sürede hızla büyüyerek dünyanın en güçlü devletlerinden biri oldu. Ancak bu gücünü uzun süre koruyamadı. Önce duraklama daha sonra gerileme ve nihayet parçalanma sürecine girdi. 17. yüzyılın sonlarında toprak kaybetmeye başlayınca geri kaldığının ayırdına varan kimi devlet yöneticileri yeniden eski güce özlem duymaya başladı. Bunun için de bazı kurumlarda reform yapmak istediler. Böylece ülkede batılılaşma isteği filizlenmeye başladı. Türkiye’de batılılaşma hareketinin başlangıcı, Osmanlı Devletinin gerileme dönemi olan 18. yüzyıla uzanır. Çünkü padişahlar ve devlet adamları ülkenin batıdan geride kaldığını; çözümünse, her alanda gerek duyulan yenilikleri yapmak olduğunu görmeye başlamışlardır. Yeniliklerin başlaması I. Mahmut’a dek gider. Bu dönemde batı tarzındaki ilk okul sayılabilecek Hendesehane açılır (1731). Bunu III. Mustafa, III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde yapılan yenilikler izler. 3 Kasım 1839’da ilân edilen Tanzimat Fermanı ile batılılaşmanın, batı tarzdaki düzenlemelerin devletçe kabulü ve bunun duyurulduğu görülür. Artık batılı devletlerde uyulan temel hak ve özgürlükler de güvence altına alınmıştır. Yaşamın her alanında yenilik ve düzenlemeler yapılmıştır. Yeni Osmanlılar adı verilen, mutlak monarji karşıtı gençlerin mücadelesi sonunda 23 Aralık 1876’da anayasalı bir döneme girildi.Ancak kısa sürdü.Fakat Anayasa âdeta ülke sorunlarının çözümünde sihirli bir değnek olarak algılandı. Ülkedeki istibdat yönetiminden bunalan gençler, yeni bir özgürlük mücadelesini başlattılar ve 23 Temmuz 1908’de askerlerin de yardımıyla II. Meşrutiyeti bu amacı gerçekleştirdiler. İttihat ve Terakkiciler ülkeyi çağdaşlaştırmak için çeşitli alanlarda reformlar yapmaya devam ettiler. Tüm bu yenilikler çağdaşlaşmak için yeterli olmadı. Devletin ve toplumun çağdaş bir yapıya kavuşturulması ancak Cumhuriyetle birlikte, Atatürk devrimlerinin sonucunda gerçekleştirilebildi. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet’e kadar ki çağdaşlaşma hareketlerini aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:
- Modern Türk Edebiyatının Ana Dönemleri
Çağdaş Türk Edebiyatı, Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin hızlandığı, yapılan yeniliklerin başarıya ulaşamadığı, batıya yönelme gereğinin duyulduğu bir zamanda, yani 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilân edilmesiyle başlayan medeniyet ve kültür değişikliği ve bu değişikliğin dayandığı Batılılaşma olgusunun belirlediği bir gelişim sürecinde değerlendirilebilir. 19. yüzyılda Türk edebiyatı, batılılaşma hareketine bağlı olarak roman, hikâye, tiyatro gibi yeni türlerin denenmesiyle çağdaş bir çizgiye girdi. Türk edebiyatının yönü batı düşüncesinin temel alınması sonucu değişti. Batıyla ilişkiler, aydınların bir batı dilini öğrenmeleri, batı edebiyatından yapılan çeviriler, batıdaki fikir akımları ile tanışma bir kültür ve medeniyet değişimini gündeme getirdi. Sosyal, ekonomik ve siyasî hayatta meydana gelen değişiklikler edebiyata da yansıdı, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar arayışlar devam etti. Modern Türk edebiyatını şu bölümler altında gruplandırabiliriz: Tanzimat dönemi, Servet-i Fünun dönemi, Fecr-i Âti dönemi, Milli edebiyat dönemi, Cumhuriyet ve sonrası. 1- Tanzimat Edebiyatının önemli isimleri: Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Mithat, Ziya Paşa, Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Samipaşazade Sezai vb. 2- Servet-i Fünun Edebiyatının önemli isimleri: Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf vb. 3- Fecr-i Âti Edebiyatının önemli isimleri: Ahmed Haşim, Emin Bülent Serdaroğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Fuad Köprülü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu vb. 4- Milli Edebiyatın önemli isimleri: Ömer Seyfettin, Mehmet Akif Ersoy, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin vb. 5- Cumhuriyet ve Sonrası Edebiyatın önemli isimleri: Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Nazım Hikmet, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat, Cahit Külebi, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Peyami Safa, Kemal Tahir, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Selim İleri, Fakir Baykurt, Orhan Pamuk vb. #ÇağdaşTürkEdebiyatı
- Nazım – Nesir Karışık Anonim Ürünler
Hem şiir, hem düzyazı şeklinde söylenmiş, söyleyeni belli olmayan halk edebiyatı türlerinden olan tekerleme, bilmece, alkış ve kargışların toplumsal kültür yaşamımızda önemli bir yeri vardır. Bilmeceler çeşitli doğa olaylarını, yaşama değgin soyut ve somut hemen her olguyu, çeşitli çağrışımlarla tanımlayan ve çoğu zaman da yanıtlarını bu çağrışımlarda gizleyen, sözlü ve ortak halk edebiyatı ürünleridirler ve içerdikleri konulara göre sınıflandırılırlar. Belirli bir ana konusu olmayan tekerleme, birbirine aykırı düşünce ve olguları, gerçekdışı , olmayacak durumları biraraya getirip mantık dışı bir takım sonuçlara vararak şaşırtıcı bir etki yaratır. Bu özellikleriyle tekerlemenin, ilgiyi sıcak tutup anlatılacak olan anlatıya veya yapılacak olan eyleme dinleyicileri, katılımcıları hazırlamak gibi bir işlevi de vardır. Cümle sonları uyaklı olmakla birlikte, genellikle düz yazı biçiminde söylenirler. Alkış ve kargışlar ise; bir toplumun maddi-manevi kültürünü, değer yargılarını, inançlarını yansıtan, kısa ve derin anlamlı söz kalıplarıdır. Bu söz kalıpları özgün, etkileyici ve duygu yüklüdür. Bunlar da kendi içlerinde sınıflandırılırlar. NAZIM-NESİR KARIŞIK ANONİM ÜRÜNLER Alkış-Kargış (Hayırdua-Beddua) Bilmece Özellikleri Tekerleme Özellikleri Türk Halk Edebiyatında Bilmeceler #alkış #bilmece #kargış #tekerleme
- Âşık Şiiri Nazım Biçimleri
Biçim, şiirin dize birimi, dizelerindeki hece sayısı ve uyak düzeni ile belirlenen biçimidir. Halk edebiyatı şiiri biçim olarak incelendiğinde temelde iki ana biçim vardır mâni, koşma. Diğer nazım biçimleri bu iki biçimden zamanla türemiştir. ÂŞIK ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ Aşık Edebiyatı Destan Türü Koşma Semai Varsağı #varsağı #destan #koşma #semai #AşıkŞiiriNazımBiçimleri
- Âşık Şiiri Nazım Türleri
Âşık edebiyatı adı altında topladığımız edebiyat yaratılarını başlıca iki türe ayıran Boratav (1942), bunları anlatı ve şiir türü olarak değerlendirmektedir. Anlatı türünde, uzun birtakım kahramanlık romanlarıyla aşk romanları ya da daha kısa birtakım türkülü hikayeler meydana gelmiştir; halk hikayeleri, ya da sadece hikaye adı verilen bu yapıtlar da âşık yaratmalarıdır. Yine Boratav (1968), “Âşık Edebiyatı” başlıklı incelemesinde âşık şiirini, kullanılan başlıca konuları göz önünde bulundurarak, tür bakımından şöyle sıralamaktadır: Destanlar, uzunca parçalardır (dörder dizelik “hane”lerin sayısı sekseni yüzü bulabilir, buna karşılık on “hane”yi aşmayan destanlar da vardır). Bu destanlar, askeri, siyasal, toplumsal önem taşıyan bir olayı, örneğin bir komutanın kahramanlıklarını, başarılarını, bir su baskınını, bir haydutun ettiklerini, bir hastalık salgınını, bir kıtlık olayını vb. anlatır. Güzellemeler, genellikle güzelliğin ya da özellikle bir güzelin övgüsünü yapan şiirlerdir. Bu lirik parçaların ana konusu sevgidir, aşktır. Ancak, duyulan iç yükümünden, arkadaşlıktan ötürü insanlara yapılan her türlü övgü, kısacası, duygusal bir hava taşıyan her türlü şiirsel yaratı bu ulama girer. Güzellemeler, âşıkların kullandıkları bütün öbür şiir türleri gibi, destan dışında oldukça kısadır; hane sayısı en az 3 olur, 10’u aştığı da pek seyrek görülür. Taşlamalar, toplumsal ya da bireysel yergi, eleştiri yapan parçalardır. Koçaklamalar, kahramanlık konulu türkülerdir ama destana göre daha kısa, daha sınırlı, buna karşılık, daha şiirli, deyişli daha zengin imgeli bir tür meydana getirirler; destan ise büyük bir anlatım yetkinliği aramadan olayları düzce bir deyişle dile getirmekle yetinir. Ağıtlar, acıklı olaylar karşısında yakılır. Ağıt yakılmasına yol açan en önemli olay, ölümdür; özellikle toplumsal anlam taşıyan ürkünç bir olayın ardından gelen ölümler… Ancak, seferberlik, deprem gibi, ortaklaşa duyulan birtakım acılar, üzücü başka olaylar da, ağıt adı yakıştırılan şiirler düzülmesine yol açmıştır. Muammalar ise, âşık geleneğinde, bilmecelere karşılık olan biçimlerdir. #koçaklama #AşıkŞiiri #destan #nazımtürleri #güzelleme #Ağıt #muamma #taşlama
- Aşık Edebiyatı
Âşık edebiyatı, bir yanıyla toplumsal iş bölümünün arttığı, bir yanıyla da özellikle XV. yüzyılın sonları ve XVI. yüzyılın başlarında Osmanlı toplumsal düzeninde belirginleşen farklı kültür daireleri sonucunda oluşmuş bir edebiyat koludur. Âşık edebiyatı, bireysel yaratmayla olur. Saz şairi ve âşık kavramları anlamdaş kavramlardır. Bu bakımdan zaman zaman saz şairlerinin, âşıkların, halk edebiyatı kapsamında değil de edebiyat tarihi içerisinde ele alınmaları yönünde yaklaşımlar olmuşsa da genel eğilim bu edebiyat kolunun da halk edebiyatı kapsamı içerisinde ele alınması yönündedir. Âşık edebiyatı ürünlerinin en belirgin özelliği mani, ninni, ağıt, tekerleme gibi halk edebiyatının diğer türlerine göre söyleyeninin belli oluşudur. Kuşkusuz mani, ninni, ağıt gibi halk edebiyatı ürünlerinin de bir ilk yaratıcısı vardır. Ne var ki bu ürünler özellikle söylendikleri mekanlar ve söyleniş biçimleri ilk söyleyenin adını kayda geçirecek biçimde olmadığından, zamanla ortak bir yaratıya dönüşerek anonimleşmektedirler. Âşık şiirlerinde ise “tapşırma” denilen son dörtlük ya da bentte söyleyenin adı anılarak bu ürünün kime ait olduğu kayda geçirilmiş olur. 16. yüzyılda âşık tarzına dönüşen ozan şiiri, bu tarzdaki yetkin ürünlerini 17. yüzyılda verir. Halk, divan ve tekke edebiyatındaki unsurları bünyesinde birleştiren âşık tarzı, ozan şiir geleneğini kendine özgü bir kimlikle Cumhuriyet’e değin sürdürür. 19. yüzyıl başlarında büyük kentlerde eski önem ve etkinliğini yitiren âşık tarzı, varlığını özellikle oba, köy ve kasaba gibi kentdışı mekanlarda sürdürür. Cumhuriyetle birlikte, devletin halkçılık politikası paralelinde halk edebiyatına gösterdiği ilgi yeni bir heyecanı yaratmış olsa da, Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Müdami gibi yer yer gelenekle buluşan ama değişen şartlarla birlikte yeni bir içerik de kazanan temsilciler bulmuştur. Özellikleri: Aşık veya ozan denilen kişilerin, saz eşliğinde söyledikleri şiirlerden oluşur. Genelde sözlü olmasına rağmen şairler, şiirlerini “cönk” dedikleri defterlerde toplamışlardır. Şairler, sazlarını omuzlarına alarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır. Şiirlerde anlatım içten, canlı ve yalındır. Şairler, halkın içinden çıktığından halk dilini kullanmışlardır. Bu sade dil 18. ve 19. yüzyıllarda bazı şairler tarafından Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalmasıyla eski arılığını kaybetmiştir. Nazım birimi dörtlüktür. Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır. Hece ölçüsünün 7’li, 8’li ve 11’li kalıplarına ağırlık verilmiştir. Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik, toplumun sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler konu olarak işlenmiştir. Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı veya mahlası geçer. Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir. Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b , ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır. Genellikle yarım ve cinaslı kafiye kullanılmıştır. Benzetme (teşbih) ve kişileştirme (teşhis) dışında edebi sanatlara fazla yer verilmemiştir. Bazı ürünlerde yöresel özellikler görülür. Şiirler genellikle hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi söylenir. Divan Edebiyatı’nda görülün kalışlaşmış benzetmeler (mazmun) Halk Edebiyatı’nda da vardır. Buna göre sevgili anlatılırken yeşil başlı ördek, inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma saç, selvi boy gibi benzetmeler kullanılmıştır. Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir edebiyattır. Halk Edebiyatı’nda ise şair gördüğünü, yaşadığını anlatır. Bu nedenle Aşık Edebiyatı, somut bir edebiyattır. Ayrıca Divan Edebiyatı’nda sevgilinin tipi çizilir, adı söylenmez. Halk Edebiyatı’nda ise sevgilinin adı (Elif, Ayşe…) vardır. Şiirler, işlenen konulara göre “koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt” gibi adlar alır. Aşık Edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır. Halk Şairlerinde Âşık Olma Geleneği, Aşıklık Geleneği Dinin büyüden sıyrılmaya ve kurumlaşmaya başladığı süreçte siyasal otorite topluluklar içinde birinci plana geçer. Artık büyücü şairler yalnız dinsel görevlerle sınırlı ve onlardan sorumludur. Gelenekten getirdikleri sihirbazlık, halk hekimliği gibi yetileri işlevini yitirmiş, sürdüregeldikleri toplumsal konum da önemini kaybetmiştir. İslami çerçeve içerisinde güzel sanatlarla birlikte saza ve söze getirilen sınırlamalar, siyasal otoriteyle eklemlenmiş dinsel otoritenin şaman geleneğinden gelen ozan şiirini etkilemesi ve yeni sosyo kültürel koşulların dayatmasıyla âşık tarzı oluşmuştur. Âşıkların, saz çalıp şiir söylemeyi bir mürşidin, pirin ya da Hızır Peygamber’in görünmesi ile öğrendiklerini anlatan öyküler, eski büyücü ozanların topluluk üzerindeki etkilerinden yararlanabilmek için yeğledikleri, topluluklara kendilerini sunuş ve onlar tarafından algılanış biçimlerinin günümüze kalmış izleridir. Bu etkiyi özellikle şehir merkezinde yetişmiş âşıklarda çok daha belirgin görürüz. #AşıkEdebiyatı #varsağı #AşıkŞiiri #destan #dörtlük #koşma #semai #SazŞairi #koşuk
- Anonim Halk Nesri - Anonim Halk Edebiyatında Düz Yazı
Atasözleri, fıkralar, halk hikayeleri genellikle düz anlatım şeklinde söylenmiş ve söyleyeni belli olmayan ortak (anonim) halk edebiyatı ürünleridir. Atasözleri kısa, kesin ve yalın bir şekilde söylenirler. Yer yer ölçülü uyaklı söylenenlerine de rastlanır. Kimi atasözleri bir gözlemi bir yargıyı yansıtarak bir sonuç bildirirler. Kimileri de doğrudan öğüt verirler. Yüzyılların deneyimlerinden süzülüp gelen gelenek, görenek ve toplumsal değer yargılarını geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe taşıyan atasözlerinin yol gösterici, öğüt verici, insanları iyiye ve güzele yönlendirici işlevleri vardır. Bir anlatım içinde yeri geldiğinde kullanılmaları, anlatılan duyguyu, düşünceyi güçlendirir ve anlatımı etkili kılar. Fıkralar; bir konuda ders vermek, bir görüşü, düşünceyi mizah yoluyla anlatmak için kullanılan sözlü halk edebiyatı ürünleri olup kahramanlarının belirli olup olmamasına göre sınıflara ayrılırlar. Fıkraların önemli bir işlevleri de toplum yaşamında örtük transaksiyon (imalı iletişim) aracı olarak kullanılmalarıdır. Ayrıca gelenek-görenek yaptırımlarının ve toplumsal baskıların altında ezilen bireye bir çıkış yolu da gösterirler. Halk hikayeleri ise aşk ve kahramanlık gibi konuları, şiir ve düz anlatım olarak, aşıkların saz eşliğinde söyleyip anlatmalarından oluşur. Konularına göre sınıflandırılırlar ve özellikle eskiden, köy ve kasabaların toplumsal yaşamında önemli bir yerleri olduğu görülür. ANONİM HALK NESRİ Atasözlerinin Özellikleri Efsanelerin Genel Özellikleri Halk Fıkraları Halk Hikayeleri Halk Masalları Türk Halk Masallarının Özellikleri Türk Masallarındaki İletiler #masal #AnonimHalkNesri #efsane #Fıkra #halkhikayesi
- Anonim Halk Şiiri
Mani, türkü, ağıt, ninni söyleyeni belli olmayan Türk halk şiiri ürünleridir. Estetik-sanatsal boyutları dışında, içerdikleri sosyolojik göstergelerle ve psikolojik olarak da dışavurum aracı özellikleriyle önemli bir işleve sahiptirler. Ölçü ve uyak düzenleri bakımından birbirlerine yakın olan bu türler, halkın yaşamına tutulmuş bir ayna görevi de görürler. Dil anlatımları ise örneklerde de görüldüğü gibi süsten, özentiden uzak, anlaşılır ve yalındır. Çünkü, halk kendi yaşam gerçeğini, en iyi yine kendi diliyle anlatabilir. Bu türler, şekilleri ve içerdikleri konular bakımından, kendi içlerinde ayrıca alt gruplara ayrılmışlardır. Bu sınıflama, bu alanda yapılacak araştırma ve incelemeler için konuyu sistematize etme bakımından, halkbilimciler açısından önemli ve gerekli bir ayrıştırmadır. Anonim Halk Edebiyatı Türk Şiirinin Özellikleri; -Sözlü ve yazılı olarak yaşayan bir edebiyattır. -Dili sade, yalın, halkın konuşma dilidir. -Nazım birimi dörtlüktür. -Ölçü hece ölçüsüdür. -Yarım uyak kullanılır. -Aşk, ölüm, hasret, yiğitlik, gurbet gibi konuları işlemiştir. #Mani #AnonimHalkŞiiri #Türkü #Ağıt #ninni





