top of page

Ergenekon Destanı

Bozkurt Destanı’nın daha zengin bir şeklidir. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, avlanarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, kutsal bir toprağın adıdır. Ergenekon, Moğolcada “geçilmesi güç dağ” anlamına gelmektedir. Ergenekon, “konulan, yerleşilen yer” olarak da ifade edilmektedir. Bu destanı ilk olarak 13. yüzyıl Moğol tarihçisi Reşîd-üd Din “Câmiü’t-tevârih” adlı Farsça eserine almıştır. Yazar, destanı halk arasındaki rivayetlerden topladığını söyler. Bu destanı, 17. yüzyılda Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Türk” eserinde Türkçeye çevirdiğini görüyoruz. Ergenekon’dan çıkış günü bir rivayete göre, 21 Mart günüdür. Bugün, aynı zamanda güneşin balık burcundan, koç burcuna geçtiği ve gündüz ile gecenin eşit olduğu gündür. İşte bu gün “Nevrûz Bayramı” olarak kutlanan gündür. Türkler, demirden bir dağı eriterek Ergenekon’dan çıkışlarının anısına, örs üzerinde kızgın demir döğerek bu günü kutlamaktaydılar. Bugün de demirci için örs kutsaldır. Örsün üzerine oturulmaz, basılmaz. Ergenekon Destanı’nda, Bozkurt Destanı’na ilâve olarak, nüfus artışı yüzünden Ergenekon adını verdikleri yurtlarına sığamayan ve buradan çıkış yolu arayan Türklerin yakında bulunan bir demir dağı eriterek Ergenekon’dan çıkmaları ve Ergenekon’dan çıkışlarından sonra ne yana gideceğini bilemeyen Türklere bir Bozkurt’un yol göstermesi temaları yer alır.


Türklerde kutsal dağ ve kutsal mağara anlayışı hakimdi. Ergenekon da büyük bir mağaradan başka bir yer değildir. Çin kaynaklarından Hunlara ait bir kutsal mağara olduğunu, Türk Kağanı bu kutsal mağarayı ziyaret ediyor ve önünde yapılan dinî töreni bizzat idare ediyordu. Bir başka destan kahramanı Basat, Türk halkının büyük düşmanı Tepegöz’ü bir dağın tepesinde yaşadığı mağarasında öldürür ve bu zaferini, dağın başında büyük bir ateş yakarak halkına duyurur. Kürtlerin kahraman olarak kabul ettiği Demirci Kawa’nın da Kürt halkının büyük düşmanı Dohak (veya Dohuk)’ı bir dağın tepesinde ve Dohak’ın yaşadığı mağarada öldürdüğünü ve onun da bu haberi dağda ateş yakarak duyurduğunu biliyoruz. Buradaki benzerlik de çok dikkat çekicidir. Efsanenin Sadeleşmiş Özet Hali: “Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi. Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beyleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: “Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur.” Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, “Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkleri görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler. O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan’ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: “Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.


Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini ye- diler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye Ergenekon dediler.


Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz’un bir çok çocukları oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.


Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: “Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”


Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: “Bu dağda bir demir madeni var. Yalınkat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir.” Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın al- tını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tengri’nin yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.


Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar.


Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.


Ergenekon’dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girdi.

bottom of page