Arama Sonuçları
Boş arama ile 856 sonuç bulundu
- Muhibbî (kanuni)
16. yüzyılın muhteşem sultanı Kanuni, aynı zamanda Muhibbi mahlasıyla şirler söyleyen bir şairdir. Büyük ve duygulu hükümdar, Türk dilinde bir ata sözü kıymeti kazanan; "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" Kanuni Sultan Süleyman'ın en büyük talihsizliği, Osmanlı iktidarında, devletin bütünlüğünü devam ettirmek için geleneksel bir siyaset haline gelmiş olan kardeş şehzadeler arasındaki ölüm kalım mücadelesini bir baba olarak yaşamasıydı. Kanuni, 1543'te en sevdiği oğlu Şehzade Mehmed'in ölümü üzerine, içindeki yangını "Şehzadeler güzidesi Sultan Mehemmedim" mısraına işleyerek, tarih düşürmüş, Şehzade Camii'ni oğlunun anısına yaptırmıştır. Bu hadiseden on sene sonra bu sefer kahramanlıklarıyla ünlü Şehzade Mustafa'yı idam ettirmek zorunda kaldı. Şehzade Mustafa'nın boğduruluşu, hastalıklı bir şehzade olan ve ağabeyini çok seven Şehzade Cihangir'i o kadar sarstı ki, bu hüzün onun ölümüne sebep oldu. Kanuni, bütün sevgisini üzerinde topladığı Şehzade Cihangir'in ölümü üzerine hatırasına Cihangir Camii'ni yaptırdı. Kanuni'nun diğer iki oğlundan Şehzade Bayezid, kardeşi Şehzade Selim ile mücadeleye girmiştir. Etrafındaki bazı kişilerin kışkırtmasıyla hadiseler isyana dönüşmüştür. Başarılı olamayınca Iran'a iltica etmek zorunda kalan Şehzadeye, şair padişahın yazdığı, onu affetmek istediğini belirten şiiri çok güzeldir. Bir büyük padişahın, çektiği acıları düşününce insan, dünya saltanatının bedelinin bu kadar ağır olmasının, " Sultan Süleyman " olarak dünyaya gelmenin ve bu kaderle yaşamanın hiç de imrenilecek tarafı olmadığını görebiliyor. Ey demadem mazhar-ı tuğyan u isyanım oğul Takmayan boynuna hergiz tavk-ı fermanım oğul Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid hanım oğul Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul Neşet-i Haktır übüvvet ram olan olur kerim "La tekul üf" kavlini inkar eden kalur yetim Taat ü isyana alimdür Hudavend-i Kerim Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul Tutalım iki elün baştan başa kanda ola Çünki istiğfar edersün biz de affetsek n'ola Bayezid'im suçuna bağışlarum gelsen yola Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul
- Cumhuriyet Döneminde Deneme ve Eleştiri
Şiir, hikâye, roman ve tiyatro; edebiyatın esasını oluşturan ana türler olmakla birlikte, bu türlerin dışında kalan bazı yazı çeşitleri de edebî bir dille yazılmış olmaları ve yazarının kişiliğini veya kişisel duygu ve düşüncelerini yansıtmaları bakımından edebiyatla yakından ilgili görülerek bu sanatın kapsamı içine sokulurlar. Denemeler, eleştiriler, günlükler, anılar, gezi yazıları, mektuplar, hatta biyografik yazı ve eserler bu gruptadır. Bu tür yazılarla gerçek edebiyat arasında kesin bir ayırım yapmak zordur. Aynı zorluk bu yazı çeşitlerinin birbirinden ayrılması sırasında da karşımıza çıkar. Biz, kendi başlarına da ayrı bir tarihi bulunan bu gibi yazı çeşitlerinin tamamını ele almayarak, edebiyatla daha yakından ilişkili saydığımız deneme tarzındaki yazılar üzerinde kısaca duracağız. Deneme yazarları, diğer konuların yanı sıra temel konusu insan olan edebiyattan ve edebî eserlerden sık sık söz ettikleri ve böylece bir çeşit edebî eleştiri yaptıkları için, eleştiri tarihine girmeksizin bu yöndeki yazı veya eserlerine de işaret edeceğiz. Böyle bir ayırıma gitmemizin nedeni, bilimsellik iddiasında bulunmadan serbest bir şekilde edebiyat üzerinde duran bu eleştirilerin kendilerinin de edebî bir değer taşımalarıdır.Avrupa’da 16. yüzyılın ikinci yarısında Montaigne’in yazılarıyla kendini bulan deneme türünün bizdeki olgun örnekleri ancak Cumhuriyet döneminde ortaya çıkar ve deneme bu dönemde gelişmiş bir yazı türü halinde görünür. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ahmet Haşim’in özellikle Bize Göre’sinde (1928) ve Reşat Nuri’nin Anadolu Notları’nda (1936) toplanan bu tarz yazılarından sonra denemenin ilk büyük ismi olarak Nurullah Ataç’la karşılaşırız. Nurullah Ataç’ın (1898-1957) deneme ve eleştiri niteliği taşıyan yazıları 1946-1957 yılları arasında Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözden Söze, Ararken, Diyelim, Söz Arasında, Okuruma Mektuplar, Günce, Prospero ile Caliban kitaplarında bir araya getirilmiştir. Kendi beninin kuvvetle hissedildiği bu yazılarda Ataç çeşitli konuların yanı sıra yakından izlediği Türk edebiyatının, özellikle şiirimizin temsilcileri ve eserleri hakkında etkili değerlendirmeler yapmış, genç şairleri yönlendirmiş ya da onların Orhan Veli örneğinde olduğu gibi edebiyat kamuoyunda tanınma ve ün kazanmalarında önemli bir rol oynamıştır. Yargılarında kişisel zevkini ölçü olarak alan, bu yüzden zaman zaman çelişkili değerlendirmeler yapabilen Ataç’ın yazıları 1940’lı ve 50’li yılların edebiyat dünyasında silinmez izler bırakmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar da Beş Şehir (1946) ve Yaşadığım Gibi (1970) adlı eserleri ile deneme türünün eşsiz denebilecek eserlerini vermiştir. Zengin bir kültür birikimi ve sanatkârane bir üslupla yazılan bu eserlerin ilkinde ünlü romancımız, Türk kültürünün bir aynası olarak gördüğü Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul ve Ankara’yı tarihin ve halihazırın ışığında bir sanatçı bakışıyla ele almış, bu uzun denemelerinde Türk tarih ve kültürüne dair orijinal ve ufuk açıcı değerlendirmeler yapmıştır. Yaşadığım Gibi ise onun tarih, coğrafya ve kültürümüzün çeşitli cephelerine değinen aynı orijinallikteki kısa deneme yazılarından oluşur. Aynı kuşağa mensup Suut Kemal Yetkin (1903-1980) de Ataç ve Tanpınar gibi 1940’lı ve 50’li yılların önde gelen deneme ve eleştiri yazarları arasındadır. Sağlam bir kültür ve ölçülü bir zihin çalışmasının ürünü olan bu yazılar Edebiyat Konuşmaları (1944), Edebiyat Üzerine (1952), Günlerin Götürdüğü (1958), Düşün Payı (1960), Yokuşa Doğru (1963), Denemeler (1970) gibi kitaplarında toplu olarak yayımlanmıştır. Deneme, sonraki kuşakların elinde daha geniş bir alana yayılan yazı tarzı haline gelir. 1960’lı ve 70’li yıllarda deneme ve eleştiri yazıları ile dikkati çeken yazarlar arasında Sabahattin Eyüboğlu, Salah Birsel, Mehmet Kaplan, Melih Cevdet Anday, Oktay Akbal ve Vedat Günyol ön plana çıkarlar. Montaigne’in Denemeler’ini 1943’te Türkçe’ye çeviren Eyüboğlu’nun (1908-1973) denemeleri ve edebiyatımızı hümanist bir bakışla değerlendiren eleştirileri Mavi ve Kara (1961), Sanat Üzerine Denemeler (1974) kitaplarında toplanır. 1970’te Türk Dil Kurumu deneme ödülünü alan Salah Birsel’in (1919-1999) deneme tarzına sokulabilecek yazı ve kitaplarının sayısı ise daha fazladır. Çok canlı, renkli ve ironik bir üsluba sahip olan ve anı özelliği de taşıyan bu kitapların ilki, Şiirin İlkeleri (1952), ikincisi ise Sen Beni Sev (1957) adıyla çıkar. Daha sonra yayımlanan on üç kitap ise 1001 Gece Denemeleri genel başlığını taşımaktadır. Akademik anlamda Yeni Türk Edebiyatı araştırma ve incelemelerinin öncü isimlerinden olan Mehmet Kaplan’ın (1915-1986) da okur üzerine çok etkili olan deneme ve eleştirileri vardır. Onun Türk tarih, kültür ve edebiyatının çeşitli konuları üzerindeki düşüncelerini berrak bir dille ortaya koyan bu yazılar, Nesillerin Ruhu (1976), Büyük Türkiye Rüyası (1969), Edebiyatımızın İçinden (1978), Kültür ve Dil (1982) gibi kitaplarda toplanmıştır. Garip şairlerinden Melih Cevdet Anday’ın, 1980 sonrasının önemli hikâye yazarlarından Oktay Akbal’ın (d. 1923) ve Vedat Günyol’un (d. 1912) da 1960 sonrasında yayımlanmış çok sayıda deneme yazısı ve kitapları vardır. Orhan Burian da denemeleri ile tanınmış bir başka önemli isimdir. Aslında deneme yazarları bu saydığımız adlardan ibaret değildir. Eserlerinin çoğunu 1980’li ve 90’lı yıllarda yayımlayan sonraki kuşaktan Memet Fuat ve Nermi Uygur’u, esasen bir eleştirici olmakla birlikte denemeler de yazan Asım Bezirci ve Ahmet Turan Alkan’ı çerçevemizin darlığı dolayısıyla sadece zikretmekle yetineceğiz.
- Genel Hatlarıyla Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri
I.1923-1940 Dönemi a-Memleket Şiiri Tanzimat’tan bu yana büyük şair olarak tanınan şairler bu dönemde şiirlerini yazarlar veya eski şiirlerinin yeni baskılarını yapar. Özellikle Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in hem bu dönemde hem sonraki dönemlerde şairler üzerindeki etkisi büyüktür. Şiirleri toplu olarak yayınlanmamakla birlikte Yahya Kemal (1884-1958) yine de dillerde dolaşan şiirleriyle şiir ve edebiyat hakkındaki sohbetleriyle yeni nesilleri etkilemiştir. 1921’de Dergah’ta çıkan “Üç Tepe” ve “Memleketten Bahseden Edebiyat” yazıları sembolik bir değer taşır. İlk makalesiyle kastedilen Çamlıca, Tepebaşı ve Metristepe’dir. Yani edebiyat artık Çamlıca ve Tepebaşı’ndan ayrı Metristepe’den konuşacaktır. Yahya Kemal büyük bir şair olarak sık sık anılır. Ahmet Haşim (1887-1933) gündelik kaygılardan uzak bir şiir çizgisi takip etmiştir. Genelde değişmeyen bir kelime kadrosu vardır. 1926’da yayınlanan Piyale isimli şiir kitabı büyük bir ilgi uyandırır. Kitabın önsözündeki şiire dair görüşleriyle Haşim hem kendi döneminde hem sonraki dönemlerde hatırlanmış ve eleştirilmiştir. Çok güçlü olmalarına rağmen Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in şiiri AtaTürk döneminde görülen genel şiir manzarasının dışındadır. Bu döneme hakim şiir anlayışı Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973) Anadolu’yu ve milli heyecanları dile getirdiği şiirdir. Faruk Nafiz’in bu yolda yazdığı en önemli şiiri “Han Duvarları”dır. Şiir onun Ankara’ya geçtikten sonra Kayseri’ye tayin edilmesi dolayısıyla yaptığı yolculuğun bir hikayesini anlatır. Şiirimizin Anadolu’ya açılması ve bakışı bakımından sembolilk bir değere sahiptir. Han Duvarları modern şiirle halk şiirini birleştirmesi bakımından da önemlidir. Bu dönemin fikir ve edebiyat hayatında önemli bir rol oynayan bir yayın olarak Hayat dergisini görüyoruz. Milli ve çağdaş yazarların hemen hepsi bu dergide toplanmıştır. Bu dergide Nafiz’in “Sanat” isimli şiiri yayınlanmıştır. Halk zevkine ve sanatına dönüşü ifade eden şiirin son kıtası şöyledir: Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz Arkadaş, sen bu yolda Türküler tuttururken Sana uğurlar olsun, ayrılıyor yolumuz! Şairin bu yolda yazdığı şiirlerin büyük bir kısmı Çoban Çeşmesi (1926) ve diğer kitaplarında toplanmıştır. Faruk Nafiz’in yanında memleketçi şiir çizgisinde şiir yazan şairler arasında Kemalettin Kamu (1901-1948) ve Ömer Bedrettin Uşaklı (1904-1946) vardır. Memleket manzaraları ve insanlarını tasvir eden bu şairlerin yanında bir de folklorik unsurlardan yararlanan isimleri de hatırlamak gerekir. Bu isimlerden biri Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967)dir. Bu dönemde önemli bir gelişme de halk evlerinin açılmasıdır. Halkevlerinin çıkardığı dergiler arasında bizzat Atatürk’ün ismini verdiği Ülkü dergisi bunlar arasında diğerleri için öncü durumundadır. İnönü döneminde yazılan şiirler daha karamsar, gerçekçi ve eleştirel bir özellik taşır. Bunların çoğunluğu öğretmen şairler tarafından yazılmış böylece memleketçi şiirin Anadolu’nun her tarafına yayıldığını göstermiştir. Bunlardan biri olarak Ahmet Kutsi Tecer de halk şiir ve folklorundan yararlanmıştır. Aşık Veysel’i keşfetmiş ve onun vatan boyunca sevilmesini ve tanınmasını sağlamıştır. Hece veznini kendine has bir üslupla ifade etmekle diğer şairlerden ayrılan Tecer, Ülkü dergisini 1941-1945 yılları arasında idare etmiştir. Folklorik unsurları şiirinde kullanan bir diğer şair Bedri Rahmi Eyüboğlu’dur. Şairin şiiri resmiyle birlikte yürür. Bazı şiirlerini Ankaralı Aşık Ömer takma adıyla yayınlayan Behçet Kemal Çağlar (1908-1969) memleketçi şairler arasında zikredilebilir. Fakat o daha çok AtaTürk’ü hamasi duygularla anlatan şiirler yazmıştır. Bu yüzden “devrim şairi” ve “AtaTürk şairi” olarak nitelendirilmiştir. Bazı şiirleri Ülkü’de yayınlanmıştır. Genel olarak bu çerçevede düşünebileceğimiz Salih Zeki Aktay (1896-1970), Ali Mümtaz Arolat (1897-1967) ve Mustafa Seyit Sutüven (1908-1969) memleket şiirleri yazmış olmakla birlikte yunan mitolojisine ağrılık veren unsurlarla yazdıkları şiirlerle farklılık gösterirler. Anadolu ve Anadolu insanını, AtaTürk ve inkılaplarını milli mücadeledeki kahramanlıkları anlatan memleket şiiri 1929’dan sonra Nazım Hikmet Ran (1902-1963)ın elinde ayrı bir çehreye bürünür. Bundan sonra sadece Anadolu ve AtaTürk anlatılmıyor artık Anadolu insanının sorunları dile getiriliyor ve bu sorunlara Marksist yaklaşımlarla çözüm getirilmeğe çalışılıyordu. Dolayısıyla şiir siyasi ve ideolojik olarak ayrı bir mahiyet kazanır. Fakat bizi asıl ilgilendiren aslında şekil ve üslupta da görülen değişikliktir. Nazım Hikmet 1921’de gittiği Rusya’dan 1924’te farklı bir şiir anlayışıyla döndü. Aydınlık dergisinde çıkan şiirleri yüzünden bir soruşturma geçirir 1925’te da Rusya’ya kaçmak zorunda kalır. 1928’de memlekete döner ve Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Ay dergisinde eski şiir ve şairler aleyhine bir kampanya açar ve şiir kitaplarını peşpeşe yayımlar. Resimli Ay dergisinde 1929’da çıkan “Putları Yıkıyoruz” başlığı altında iki önemli yazısı çıkar. Bunlar Abdülhak Hamit ve Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerini eleştiren, Hamit’in bir dâhî olmadığını ifade eden ve onların şiirinin devrin arzu ettiği şiir olmadığını dile getiren yazılardır. Kendisinden önceki bütün şiir şekil kalıp ve normlarını eleştiren bu yazılar Türk edebiyatında bir tartışmaya yol açar. Yakup Kadri, Ahmet Haşim ve Hamdullah Suphi (Tanrıöver) eski şairlere karşı haksız olduğunu söyledikleri bu şiirlere karşı çıkar. Nazım Hikmet bu üç şairi de hicveden şiirlerle karşılık verir. Daha sonra ilk şiir kitabı olan 835 Satır’ı yayınlar. Ardından 1929-1936 yılları arasında peşpeşe sekiz şiir kitabını yayınlar. Bu şiirlerde eski mısra beyit ve kıta biçimleri artık yeni mısralara bölünerek yeni mısra ve satırlar oluşturulur. Vezin ve kafiye tamamıyla reddedilmemektedir. Bir çeşit grafik şiiri özelliği taşımaktadır bu şiirler. Onun şiiri şekil ve muhteva bakımından zengindir. Fakat bu şiir şiiri fazlasıyla nesrin emrine vermek ve Marksist ideolojinin bir propagandası olmak bakımından eleştirilmiştir. 1938’de tutuklandığı mahkeme tarafından 28 yıl hapse mahkum edilen Nazım Hikmet’in şiirleri ancak ölümünden sonra 1965’te yayınlanan kitaplarıyla okurla buluşmuştur. Nazım hikmet’in şiiri Orhan veli şiiri gibi bir ses getirmemiş ve bir neslin okuduğu şiir modası haline gelememiştir. b-Şiirde Bireyci Eğilimler ve Bağımsız Şairler Cumhuriyet dönemi şiirinin ilk döneminde realist çizginin bir devamı kabul edebileceğimiz “Memleket Şiiri”nin yanında romantik çizginin değişik bir devamı olarak görebileceğimiz, kısa süre devam eden Yedi Meşaleciler gibi bir şiir hareketi ve şiiri kendi beni etrafında geliştiren bağımsız şairler görünür. Yedi Meşaleciler isimlerini 1928’de çıkardıkları Meşale adlı dergiden ve ortaklaşa yayınladıkları Yedi Meşale isimli şiir kitabından alırlar. Ahmet Haşim’i üstad olarak kabul ederler. Yedi Meşaleciler şunlardır: 1. Muammer Lütfi (Bahşı) 2. Sabri Esat (Siyavuşgil) çeviri 3. Yaşar Nabi (Nayır) Varlık (1933) 4. Vasfi Mahir (KocaTürk) edebiyat tarihi ve araştırmaları 5. Cevdet Kudret (Solok) edebiyat tarihi ve araştırmaları 6. Ziya Osman (Saba) 7. Kenan Hulusi (Koray) hikaye alanı Yedi Meşaleciler yayınladıkları kitabın önsözünde “Ayşe-Fatma” terennümü dedikleri ve bir “beylik edebiyat” olarak gördükleri Memleket Şiiri’ne karşı çıkarlar. Onlar hülya ve sanatın ağır bastığı gerçek şiiri verme çabası iddiasındadırlar. Yedi Meşaleciler’in içinde şiire bağlı kalan yalnızca Ziya Osman Saba (1910-1957) olmuştur. Eserlerinin çoğu Varlık’ta yayınlanan şairin şiiri genellikle içe dönüktür. Çocukluk özlemi, hatıraların değeri, aile sevgisi, tanrı sevgisi, küçük mutluluklarla yetinme, kader ve ölüme rıza gösterme ve öte dünya özlemi gibi temalarla O, ev içi şairi olarak bilinen Behçet Necatigil’in müjdecisi gibidir. 1940’tan sonra serbest şekilleri de kullanmıştır. Kendine has üslubuyla Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)in şiiri Yahya Kemal’in değişiyle “halis şiir” anlayışına yakındır. Şiirleri 1923’ten sonra çeşitli edebiyat dergilerinde yayınlanmıştır. Şiirlerinde halk ve tekke şiirinin unsurları vardır ve hece vezniyle yazılmış şiirlerinin şekille sıkı bir ilişkisi vardır. 1934’te Abdülhakim Arvasi ile tanıştıktan sonra bir huzura kavuşan şairin bu dönemki şiirlerinde mistisizm çok belirgindir. 1943’te Büyük Doğu dergisini çıkardıktan sonra onun şiiri tamamen dini ve siyasi bir hüviyete bürünür. Şiirleriyle genç nesillerini etkileyen Kısakürek, Sezai Karakoç ve İsmet Özel gibi sonraki nesillerin içinden şairleri de etkilemiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) şiirini kendi rüya ve hayalleri etrafında örer. Başlangıçta usta bildiği Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in etkisiyle şiir yazan şair Fransız şair Valery’yi tanıdıktan sonra kendi yolunu bulmuştur. Şiirde mükemmeliyete dikkat ettiği için ustaları gibi az yazmıştır. Rüya ve hayal unsurlarıyla dolu şiiri genelde zengin çağrışımlar uyandıran bir şiirdir. Tanpınar şiirinde genellikle folklorik unsurlardan yararlanmamıştır. Yazdığı şiirlerle O, 1900-1950 arası hece vezniyle yazılan şiirlerin şaheserlerinden sayılabilecek şiirler yazmıştır. Diğer bir bağımsız şair olarak Ahmet Muhip Dranas (1908-1980)da saf şiirin peşindedir. Dıranas, halk şiiri geleneğinden etkilenmekle birlikte daha çok sembolist şiirin büyük temsilcilerinden Baudelaire’den etkilenmiştir. Lisede hocası Tanpınar’dır dolayısıyla şiirinde onun şiirine yakın çizgiler vardır. Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) küçük hülyaların ve samimiyetin peşinde bağımsız bir şairdir. Şairin en büyük ihtirası “güzel şiir söylemek”tir. Şiirinde Baudelaire’in etkisi vardır. O bu etkiyle Türkçe’nin ses ve şekline önem vererek Necip Fazıl, Tanpınar ve Dıranas’ın şiirine yakın şiirler yazmıştır. Onun şiirinde bir fikr-i sabit halinde ölüm temi yaşama sevinciyle birliktedir. II. 1940 SONRASI a- Garip Hareketi AtaTürk’ün ölümü ve İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığından sonra Türk edebiyatında devrimci ve destansı hava kaybolur böylece memleket şiirinin hızı kesilir. İlk yıllarda Osmanlı, İslam tarihi ve din karşısındaki olumsuz tutumun yarattığı boşluk ve yaklaşan yeni savaşın şairlerin kalbinde hasıl ettiği karamsarlık bu duraklamada önemli bir etkendir. Aslında şiirin tekrara düşmesi ve bıkkınlık yaratması da ayrı bir etken olarak değerlendirilmelidir. 1941’de Garip adıyla ortak bir şiir kitabı yayınlayan Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday’ın şiir hareketi işte böyle bir ortamda doğdu. Kitabın önsözünü Orhan Veli yazmıştır. Bu şiirler Türk edebiyatında önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Aslında Orhan Veli’nin 1938’de yazdığı Kitabe-i Seng-i Mezar şiiri ve benzerlerinden sonra bu tarz şiirler yeni bir tarzın habercisiydi. Onların şiirleri başlangıçta çok eleştirildiyse de geniş tartışmalara sebebiyet vermiş sonunda kabul görmüş ve yeni bir şiir hareketinin doğmasına sebep olmuştur. Garipçiler bizi alışılmış şeylerden şüphe etmeğe davet ederler. Şiir anlayışlarını Garip önsözünden takip etmek mümkündür. Buna göre; 1. Şiiri eski şiirin şairanelik modalarından kurtarıp bilinçaltına yönelerek oradaki saflığı ve çocukluğu bulmak gerekir. 2. Zekanın bir oyunu olan vezin, kafiye, istiare ve mecaz şiir için gereksizdir ve tabiliğe engel olmakla birlikte gerçeği olduğundan farklı gösterirler. 3. Şiir bir söz ve anlam işidir. Onun için sanatlar arası tedahüle engel olmak için onu resim ve müzikle karıştırmamak gerekir. Bu durum eski şiirin cümlesini bırakmağı gerektirir. 4. Şiirde kelime ve mısra güzelliği yerine bütün güzelliği hakim olmalıdır. 5. Zevk değişmeli ve şiirde dindarların, bujuvazinin zevki değil çalışan insanların zevki hakim olmalıdır. 6. Garip önsözü aslında Piyale önsözüne bir cevap olmakla birlikte şiirde sesi ve müzikaliteyi ön plana çıkaran Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in şiir anlayışına ve Faruk Nafiz’le zirveleşen Memleket Şiirine karşı çıkıyordu. Sokaktaki insanın sesi olmak isteyen bu şiir aslında ihtilalci ve ideolojik içerikli Nazım Hikmet şiirine de bir tepkidir. Bu şiirde dile getirilen insan ince duyarlılıktan uzak, zeka ve metafiziğe kapalıdır. Fakat Garip şairleri sıradan insanın hayatını ve zevklerini yansıtırken bir zeka işi olan ironiğe de başvurmuşlardır. Bu yüzden bu şiirde nükte ve şaka önemli bir yer tutmaktadır. Batı şiirinden özellikle gerçeküstücülük ve Varoluşçuluktan etkilenen şairler Andre Gide, Andre Breton ve Paul Eluad’dan etkilenmişlerdir. Özellikle “Dünya Nimetleri” eseriyle Andre Gide’in etkisi barizdir. 1940-1950 yılları arasında genç şairleri etkileyen bu şiir akımı Nazım Hikmet’in getirdiği serbest manzumeyi daha da ileri götürerek bir realite haline getirmiş ve büyük şairleri bile etkilemiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı hatta hapiste bulunan Nazım Hikmet bile bu yolda şiirler yazmıştır. Orhan Veli Kanık (1914-1950) son şiirlerinde geleneksel ifade kalıplarını kullanarak şiirler yazmışsa da ölümüne kadar bu şiir tarzını devam ettirmiştir. Oktay Rıfat Horozcu (1914-1988) daha sonra bu şiirden ayrılıp II. Yeni şiirine katılmış ve sosyalizmle ilgilenerek toplumcu gerçekçi sanat anlayışında bağlı halk ve folklor unsurlarından yararlanıp taşlamalar ve toplumcu şiirler yazmıştır. Melih Cevdet Anday (d. 1915) da daha sonra toplumcu şiirler yazmış ve zeka işi sayılabilecek şiirler kaleme almıştır. b- Garip Dışında Kalan Bağımsız Şairler Garip hareketi şüphesiz dönemindeki bütün şairleri içine almamıştır. Bu hareketin dışında kendi şiir anlayışlarını devam ettirip ya da Memleketçi şiir anlayışını kendilerine özgü bir çizgide yorumlayan şairler olmuştur. Bunlardan biri 1940 sonrasının en orijinal şairlerinden olan Asaf Halet Çelebi (1907-1958) He (1942), Lâmelif (1945) ve Om Mani Padme Hum (1953) şiir kitaplarındaki din, masal, rüya ve hayallerden oluşan içe dönük şiiriyle önemlidir. Şiirindeki semboller, ses tekrarları ve özellikle doğu dillerinden alınma kelimeler şairin bilinçaltına tekabül eden gizli duygulardır. Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-2008 ) Havaya Çizilen Dünya (1935) adlı şiir kitabını yayınladıktan sonra 1940’tan sonra şiir kitaplarını peşpeşe yayınlamış ve ününü bu şiirlerle kazanmıştır. Dağlarca serbest çağrışım yöntemini ilk kullananlar arasındadır. Başlangıcında kendi benliği etrafında dönen şiirler yazan Dağlarca sonraki kitaplarında Türk tarihinin büyük zaferlerini, batı emperyalizmi altında ezilen Vietnam ve Cezayir halklarını destansı bir üslupla anlatmış ayrıca çocuk şiirleri de yazmıştır. Behçet Necatigil (1916-1979) halis şiirin peşinden koşmuş ve bu şiirler kendi beni arasında bir ilişki kurmuştur. İlk şiirlerinde dış alemin çirkinliklerini anlatmış içi dışı farklı insanlar arasındaki huzursuzluklardan kaçarak huzur bulduğu ailesine ve evine sığınmış bir şairdir. Bu yüzden ona “ev içi şairi” denilmiştir. Sonraki yıllarda divan şiirinin istiare ve tevriye dünyası ve mitolojisinden etkilenen kapalı şiirler kaleme almıştır. Bu zengin içerikli şiirler şairin doğu ve batı kültürünün zenginliğini ortaya koyan şiirlerdir. Memleketçi şiire yeni bir hava katan Cahit Külebi (1917-1997) saz şiirinin modern bir şairi olarak kabul edilebilir. Bu şairler dışında kendi çizgisini yakalayıp devam ettiren Salah Birsel (1919-1999), Kudret Aksal (1920-1993) ve Necati Cumalı (1921-2001)yı da sayabiliriz. c- Nazım Hikmet’ten Sonra: Toplumcu Gerçekçi Şairler Nazım Hikmet’in 1938’de hapse girmesi onun şiir sahnesinden çekilmesine sebebiyet vermişse de ondan fikir ve nazım tekniği bakımından yararlanan şairler onun yolunu değişik bir üslupla devam ettirmişlerdir. Ve onlara yanıltıcı olarak “Toplumcu Gerçekçi” olarak isimlendirilen ve “1940 Kuşağı” olarak da bilinen bu şairler arasında, 1. Rıfat Ilgaz 2. Cahit Irgat 3. Suat Taşer 4. Ömer Faruk Toprak 5. Arif Damar 6. Mehmet Başaran 7. Hasan Hüseyin Korkmazgil 8. Ahmet Arif dikkati çeker. 1940-1960 yılları arası bir çok şiir kitabı yayınlayan bu şairler Marksist fikirler bağlamında toplumu yansıtmaya ve toplumun sorunlarına çözüm üretmeğe çalışırlar. Yoksulluk, hürriyetsizlik, faşizm, kapitalist sömürü, sosyal adaletsizlik gibi meseleleri işlerken ideolojik kalıp ve sloganlardan uzak dururlar. Bu yolda şiir yazan Ceyhun Atuf Kansu (1919-1978) başlangıçta halk edebiyatı motiflerinden yararlanırken daha sonra yukarıda adı yazılan toplumcu gerçekçilere katılıp Anadolu’nun acılarını, sevinç ve kederlerini dile getirmiştir. 1946’da CHP Şiir Yarışması’nda ikincilik ödülünü alan Attilâ İlhan (1925-2005) şiiri ve eleştirel yazılarıyla dikkati çekmiştir. İlhan’ın “Sisler Bulvarı” ile 1954’te dile getirdiği şiirleri hem bireysel, hem batılı, hem toplumsal hem de Türk olma iddiası taşıyan imajist bir şiirdir. Fakat onun asıl önemi Mavi dergisinede 1954’te Garip şiirine yaptığı eleştirilerden ileri gelir. Bu eleştirileriler aslında savunduğu “Sosyal Realizm” bağlamında amacına ulaşmamakla birlikte Garip şiirine yönelttiği eleştirilerde etkili olmuş ve bir yönüyle II. Yeni Şiirinin önünü açmıştır. Garip Şiirine yönelttiği eleştiriler kısaca şöyledir: 1. Garip şiiri batıyı taklit ediyor dolayısıyla yerli bir şiir değildir. 2. Yerli bir sanat anlayışına sahip olmadığı için toplum gerçeklerinden uzaktır. 3. Sadece bir anlam şiiri olmaya çalışan Garip Şiiri imajı yok edip bunu bir söz oyunu ve bir şaka haline getirmiştir. Burada buna benzer eleştirilerin daha önce Hisar Şairleri tarafından dile getirildiğini fakat bunun bir yankı uyandırmadığını ifade etmekte yarar vardır. d- Hisar Şairleri Garip şiirine ilk tepki 1950’de çıkmaya başlayan Hisar dergisi etrafında toplanan gençler tarafından yapıldı. Hisar, Mehmet Çınarlı (1925-1999) ve İlhan Geçer (1917-2004)in çabalarıyla 1950-57 ve 1964-80 yılları arasında yaklaşık 24 yıl boyunca çıkardıkları bir dergidir. Bu iki isimden başka şu isimler de önemlidir: Munis Faik Ozansoy, Yahya Benekay, Gültekin Samanoğlu, Mustafa Necati Karaer, Nevzat Yalçın, Nüzhet Erman, Talat Sait Hamlan, Bekir Sıtkı Erdoğan, Yavuz Bülent Bakiler. Hisar şairleri şu hususlar üzerinde ısrarlar durur: 1. Başka bir milletin özellikle Fransızların taklidi ile milli bir sanat yaratılamaz. 2. Yenilik eskinin içinden doğmalıdır. Dolayısıyla yeni bir şiir için eski reddedilmez. 3. Sanat ideolojiden uzak tutulmalıdır. 4. Şiiri okunmaz ve anlaşılmaz hale getirdiği için Öz Türkçecilik terk edilmelidir. Edebiyatta geleneğe değer veren bu hareket geleneği reddeden Garip hareketine ve geleneği reddetmekle kalmayıp ideoloji ve siyasete yönelen Nazım Hikmet ve takipçilerinin şiirine ciddi bir karşı çıkıştır. Bu açıdan Hisar hareketini II. Meşrutiyette başlayan Milli Edebiyat Hareketi’nin ve Cumhuriyet döneminde ilk yıllarda görünen Memleketçi Şiirin bir devamı sayabiliriz. Hisar şairlerinden Mehmet Çınarlı heceyi kullanmakla birlikte esasında aruz vezniyle şiirler yazmıştır. Serbest tarzda yazan şairler de vardır. Sese verdiği önem ve çağrışımlarla Mustafa Necati Karaer önemlidir. III. 1955 SONRASI: II. YENİ ŞİİRİ 1940-1950 yılları arasında şiirimizi etkileyen Garip şiiri 1950’den sonra kendini tekrar etmeğe ve yozlaşmaya başlamıştır. Hisar şairleri ve özellikle Attilâ İlhan’ın imaja dönen eleştirisiyle Türk edebiyatında 1954’ten sonra yaklaşık on yıllık bir süreyi içine alan bir hareket başlar. Bu hareket Garip’ten sonra gelen bir yenilik olduğu için yanlış bir isimlendirme ile II. Yeni adını almıştır. Ve bu kullanım yaygın olarak kalmıştır. 2. dünya savaşının sona ermesinden sonra, Türkiye’nin batıya ve özellikle Amerika’ya yaklaşması1945’ten sonra çok partili hayata geçilmesi ve 1960 askeri darbesinden sonra özgürlük ortamının oluşturduğu hava II. Yeni şiirinin dünyaya açılmasında önemli bir rol oynamıştır. Yeni tarzdaki bu şiir Yedi Tepe, Pazar Postası, Salkım, Kimsecik, Yeni Dergi ve Papirüs’te kendini gösterir. Bu dergilerde Cemal Süreyya, İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan’ın şiirleri yayınlanır. Bu harekete katılan Oktay Rifat 1956’da yayımladığı Perçemli Sokak kitabının önsözünde bu hareketin temellerini ortaya koymaya çalışır. Bundan sonra bu hareketin şairlerinin şiir kitapları peşpeşe yayınlanır. Esasında Tanzimat’tan sonra görülen romantik hareketin bir devamı olan bu şiir anlayışında şiir bir anlam sanatı olmaktan çıkıp imajist, görüntüsel bir hüviyet kazanır. Anlamdaki kapalılık, kelimeler üzerindeki oyunlar ve kelimelerin birbirine göre konumu zamanla “anlamsız şiir”e kadar varır. Fakat bu şiirin önde gelen şairleri anlamda kapalılığa riayet etmekle birlikte anlamsız şiirden uzak durduklarını, aslında modern insanın karmaşasını, başta kadın ve cinsellik olmak üzere onun sorunlarını yansıttıklarını haklı olarak dile getirirler. Gerçekten de II. Yeni şiiri Garip şiiriyle kıyaslandığında şiirin anlatım tekniklerini genişlettiği ve şiiri gerçekliğin ifadesinin oluşunun ötesinde bir sanat kalıbı içinde sunduğu görülür. Bunun oluşumunda da Gerçeküstücülüğün, Freud’un bilinçaltına dair görüşlerinin ve Marksizm’in Garip şiirine kıyasla görülen güçlü etkisinin payı vardır. II. Yeni şiirini parıltılı şiir ve değerlendirmeleriyle en iyi ortaya koyan şair Cemal Süreyya (1931-1989)dır. Anlamsız şiire yaklaşan şiirleriyle İlhan Berk (1918-2008) farklılık gösterir. Edip Cansever (1928-1986) ve Ece Ayhan (1931-2002)ın şiirleri de bu kapalılığa yakındır. Son şiirlerinde Behçet Necatigil gibi gelenekten yararlanan Turgut Uyar (1927-1985) ise daha çok toplum ve geleneklerle savaşıp yenik düşen insanın acılarını dile getirir. Dünya görüşü bakımından II. Yeni şairlerinden ayrılan Sezai Karakoç (d. 1933) II. Yeni’nin güçlü şairlerindendir. Onlardan farklı olarak İslami düşünceyi gerçeküstücü bir tarzda dile getiren ve din duygusunu diriltmeğe çalışan bir üslupla birçok genç şairi etkilemiştir. Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt ve Alaattin Özdenören’in İslamcı bir şiirle çıkışlarında bu etkinin rolü vardır. Hilmi Yavuz (d. 1936), Özdemir İnce (d. 1936), Ataol Behramoğlu (d. 1942), İsmet Özel (d. 1944), Süreyya Berfe (d. 1943) ve Refik Durbaş (d. 1944) genellikle II. Yeni etkisinde kendilerine özgü şiirler yazmıştır. Osman Türkay ve Can Yücel de bu şairlerdendir. IV. II. YENİ SONRASI İDEOLOJİK ŞİİR 1961 sonrası özgürlüklerin artmasına paralel olarak 1970e kadar süren siyasi tartışmalar olmuş ve bu durum ülkeyi bir kaosa sürüklemiştir. 1968 öğrenci olayları ile ülkede oluşan gergin ortam dönemin şiir anlayışını etkilemiş böylece şiir siyasi-ideolojik bir ortama sürüklenmiştir. Yön, Papirüs, Diriliş, Ötüken, Hisar, Ant, Yeni Dergi, Edebiyat, Türk Edebiyatı, Töre, Devlet, Halkın Dostları, Yansıma, Sanat Emeği, Milliyet Sanat gibi sağ ve sol eğilimli dergilerdeki tartışmalara bakıldığında II. Yeni’nin bir durgunluğa girdiği anda şiirin bir “slogan şiiri”ne dönüştüğü görülür. 1965’ten sonra Nazım Hikmet’in şiirlerinin yayınlanması bu şiir anlayışının gelişmesinde bir etkisi vardır. Bu gelişmede şiirin üç koldan ilerlediği görülür: 1. Sosyalist şiir: Rıfat Ilgaz, Hasan İzzet Dinamo, Cahit Irgat, Suat Taşer, Hasan İzzet Dinamo, A. Kadir, Ahmet Arif, Oktay Rifat 2. İslâmcı şiir: Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, İsmet Özel 3. Türkçü şiir: Abdurrahman Karakoç, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu V. 1980 SONRASI: ÇAĞDAŞ ŞİİRİN MANZARASI Şiir 1980 sonrası askeri müdaheleden itibaren şiir ideolojik havadan sıyrılıp kendi yatağına dönmüştür. 1980 ve 1990lı yıllarında şiir çalışmaları oldukça dağınık ve Yedi Meşaleciler ve Garip hareketinde olduğu gibi bir topluluk etrafında gelişmemiştir. Seyit Nezir, Veysel Çolak, Hüseyin Haydar, Metin Cengiz, Tuğrul Keskin tarafından imzalanan “Yenibütün: Kendini Biriktiren Bireyin Şiiri” başlıklı şiir bildirisi Broy dergisinde çıkmıştır. Fakat bu bildirinin şiirimizde esaslı bir değişme getirdiği söylenemez. 80 ve 90’lı yılların şairleri henüz eserlerini tamamlamamış ve bir ayıklama süzgecinden geçirmedikleri için onlar hakkında yapılacak değerlendirmeler ister istemez eksik kalacaktır. Yine de 80’li ve 90’lı yılların şiiri için bazı değerlendirmeler yapılabilir: bu dönemdeki şairler geçmişteki büyük şairlere hangi ideolojiye bağlı olursa olsunlar sahip çıkmıştır. Böylece şiirin bir araç olmadığına bir araç olduğuna inanmışlar ve bireyi ön planda tutmuşlardır. Diğer bir ortak özellik bu yıllarda çıkan dergilerde şiir hakkında teorik çalışmaların artmasıdır. Bunun yanında medyadaki gelişmelere bağlı olarak şiir klipleri için CDler hazırlanmıştır. Dolayısıyla televizyon programlarını dolduran bu tür faaliyetlerle şiir bir Pazar ekonomisine katılmıştır. Şiir artık geniş kitlelere ulaşan ticari bir meta haline gelmiştir. Yine de şiiri gerçek bir sanat olarak yaşatmağa çalışan şairler vardır.
- Türkiye’de Çocuk Edebiyatının Gelişimi
Edebiyatımızda çocuklar için söyenmemiş olsa da onların da yararlandığı sözlü halk edebiyatı ürünleri çocuk edebiyatının ilk ürünleri sayılabilirler. Destanlar, masallar, bilmeceler, ninniler, maniler, tekerlemeler, söylenceler, Dede Korkut Hikayeleri çocukların severek dinledikler halk edebiyatı ürünleridir. Nabi’nin Hayriyye’si (17. yüzyıl), Sünbülzade Vehbi’nin Lütfiye-i Vehbi’si (19. yüzyıl) ise çocuklar için değil onların eğitimi üzerine yazılmıştır. Bizde çocuk edebiyatı konusu ancak Meşrutiyetten sonra kendini duyurmuştur. Öğretmen okullarına Batılı eğitim anlayışının girmesi buna ön ayak olmuştur. Çocuk edebiyatının bizde çok geç gelişmesinin çocuğa ve öğretmene verdiği sıkıntıyı Alangu (1965) şöyle anlatmaktadır: “Rastgele okuyuş yalnız, çok eski devirlerin çocukları için değil, Meşrutiyet, hatta uzun süre Cumhuriyet nesillerinin de bir çaresizliği olmuştur. Okuma öğrendiğim günlerde çaresizlikten babamın meslek kitapları ile gündelik gazeteleri uzun süre okumak zorunda kaldığımı çok iyi anımsıyorum. Meşrutiyetten bu yana, Cumhuriyet’ten 1940’lı yıllara kadar çocuk kitabı o kadar azdı ki, öğretmenler birkaç kitabı önerdikten sonra duraklamak, çocukların büsbütün düzeysiz ve kötü eserlerin kucağına düşmemeleri için zamanı gelmediği halde, yaş basamaklarını düşünmeden edebi yapıtlara yöneltmeye çalışırlardı.” Tanzimat döneminde, Batı dillerinde yazılmış kitapların dilimize çevrilmeye başlanmasıyla çocuk klasikleri de dilimize çevrilir; fakat bu çevirilerde çocukların anlayabileceği bir dil kullanılmaması çocuk klasiklerinin çocuklar tafından okunmasını zorlaştırmıştır. Özellikle o dönemde okur-yazar oranın oldukça düşük olduğu düşünülürse bu zorluk daha iyi anlaşılır. Yapılan bu çeviriler arasında şunlar sayılabilir: Yusuf Kamil Paşa, Fenelon’un Telemakını; Vakanüvis Lütfi, Daniel Defoe’nin Robinson Crusoesunu; Mahmut Nedim, Jonathan Swift’in Gülliver’in Seyahatnamesini vb. çevirmişlerdir. Çeviri konusunda Şinasi La Fontaine’den “fabl”, Recaizade Ekrem ve Ahmet Mithat Efendi “manzum” çevirileriyle iyi örnekler vermişlerdir. İlk çocuk gazetesi Mümeyyiz (1869) de Tanzimat döneminde çıkartılmıştır. Daha sonra Sadakat (1875) -sonra adı Etfal olur- adlı çocuk gazetesi çıkartılmıştır. Bu dönemde çocuk dergileri de çıkartılır. Bahçe (1880), Çocuklara Kıraat (1882), Vasıta-i Terakki (1882), Çocuklara Arkadaş (1882), Çocuklara Talim (1887), Çocuklara Rehber (1896), Çocuk Bahçesi (1904) aralıklarla yayımlarını sürdüren çocuk dergileridir. Günümüzde belirli bir çocuk gazetesi yoktur. Bazı gazetelerin belirli sayfalarında çocuklar için ayrılmış köşeler vardır. Bununla birlikte çocuk dergileri oldukça çoktur. Çeşitli yayınevlerinin, kuruluşların, bankaların çıkarttığı çocuk dergileri vardır. Yalnız, çocuk dergilerinin nicelik olarak çok olması nitelik olarak da iyi oldukları anlamına gelmemelidir. II. Meşrutiyetten sonra Yüksek Öğretmen Okulu müdürü Satı Bey çocuk edebiyatının önemini vurgulayarak çocuk şiir ve şarkılarının olmadığına dikkat çeker. O dönemin sanatçılarından Alaattin Gövsa Çocuk Şiirleri (1911), Ali Ulvi Elöve Çocuklarımıza Neşideler, Tevfik Fikret Şermin (1914) adlı çocuk kitalarını yayınlayarak bu konudaki boşluğu doldurmaya çalışırlar. Milli edebiyat döneminde de Ziya Gökalp, Ali Ekrem Bolayır, Mehmet Emin Yurdakul, İsmail Hikmet Ertaylan, Fazıl Ahmet Aykaç, Enis Behiç Koryürek, Yusuf Ziya Ortaç, Halit Fahri Ozansoy şiirlerle çocuklara seslenirler. Yine bu dönemde Ömer Seyfettin, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, aslında büyükler için yazıdıkları, öyküleri çocuklar tarafından ilgi görür. Cumhuriyet döneminde Ahmet Kutsi Tecer, Necmettin Halil Onan, Ömer Bedrettin Uşaklı, Kemalettin Kamu, Vasfi Mahir Kocatürk çocuklar için şiir yazan sanatçılardır. Bu dönemde çocuklar için yazılan öykü ve romanlar çok azdır. Var olanlar da pek başarılı örnekler değildir. 1928 yılında başlatılan okuma yazma seferberliği, 1936 yılında da Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulunun çabalarıyla çocuk edebiyatına yönelik olumlu çalışmalar yapılmıştır. Burada Huriye Öniz’in Köprüaltı Çocukları adlı öyküsünü belirtmek gerekir. Çocuk edebiyatı düşüncesinin oluşmadığı yıllarda başvurulan halk edebiyatı ürünlerinden masalların derlenmesi çalışmaları bu dönemde olur. Naki Tezel Çocuk Masalları (1943) derlemesiyle bu çalışmaları başlatır. Eflatun Cem Güney de bu konuda çalışmıştır. Dertli Kaval, Nar Tanesi, Bir Varmış Bir Yokmuş önemli çalışmalarıdır. Çocuklar için yazılmış biyografi türünün ilk örneklerini Rakım Çalapala’nın Mustafa Atatürk’ün Romanı, Falih Rıfkı Atay’ın Babanız Atatürk adlı yapıtları oluşturmaktadır. Çocuklar için yazılmış anı türünün ilk örneklerini Halide Nusret Zorlutuna’nın “Benim Küçük Dostlarım”, Nahit Nafiz Edgüer’in “Atatürk’ten Anılar” adlı yapıtları oluşturmaktadır. Çocuk edebiyatının gelişimi içinde Orhan Veli Kanık’ın La Fontaine Masalları’nı şiir biçimine dönüştüren çalışması ile Nasrettin Hoca Hikayeleri’ni de belirtmek gerekir. 1979 yılında Unesco bu yılı Dünya Çocuk Yılı ilân etmiştir. Bütün dünyada olduğu gibi bizde de bu konuda birçok çalışma yapılmış, üzerinde konuşulur olmuştur. Günümüzde ise birçok sanatçı çocuklar için kitap yazmıştır. Ceyhun Atuf Kansu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Muzaffer İzgü, Ülkü Tamer, Güngör Dilmen, Ali Püsküllüoğlu, Ayla Kutlu, Müjdat Gezen, Sulhi Dölek, Feyza Hepçilingirler, İpek Ongun, Gülten Dayıoğlu, Yalvaç Ural, Fatih Erdoğan, Aytül Akal, Ayla Çınaroğlu bunlardan birkaç tanesidir.
- Bâkî
1526'da İstanbul’da doğdu. 1600'de İstanbul'da öldü. Osmanlı Divan Edebiyatı'nda şiire biçim ve içerik açısından birçok yenilik getiren ve yaşarken "Sultanü'ş Şuârâ" (şairler sultanı) unvanını alan şairidir. Asıl adı Mahmud Abdülbaki'dir. Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi'nin oğludur. Çocukluğunda bir süre esnaf yanında çıraklık yaptı. Güçlü okuma isteği sonucu medreseye girdi. Zamanının ünlü müderrislerinden Karamanlı Ahmed ve Mehmed efendilerden ders aldı. Birçok ünlü edebiyatçı ile tanıştı. Hocası Mehmed Efendi için yazdığı "Sümbül Kasidesi" ününü artırdı. Dönemin ünlü şairlerinden Zâtî’nin dikkatini çekti. 18-19 yaşlarında ünlü bir şair oldu. Süleymaniye Medresesi'nde Ahmed Şemseddin Efendi'nin derslerine devam etti. 1955'te Nahçıvan seferinden dönen Kanuni Sultan Süleyman'a sunduğu kasideyle saray çevrelerine girmeyi başardı. Kadılık göreviyle Halep'e gönderilen hocası Ahmed Şemseddin Efendi ile Halep'e gitti. 1560'ta İstanbul'a dönüşünde Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile tanıştı. Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine düyduğu üzüntüyü "Kanuni Mersiyesi" ile dile getirdi. II. Selim döneminde Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa'nın korumasına girdi. Saray toplantılarına çağrılmaya başlandı. III. Murad döneminde de yerini korudu. Süleymaniye Müderrisi oldu. Düşmanlarının bir oyunu ile bir süre gözden düştü. Edirne'ye sürüldü. Medine ve Mekke kadılıkları yaptı. 1581'de İstanbul'a döndü. 1584'te İstanbul Kadısı oldu. 1591'de Rumeli Kazaskerliği görevine getirildi. Şeyhülislam olmak istiyordu ama bu görevi elde edemeden yaşamını yitirdi. Zevke ve eğlenceye düşkün, neşeli, hoş sohbet ve hırslı bir kişiliği vardı. Nükteci ve dedikoducu yapısı yüzünden zaman zaman döneminin önde gelenlerini darıltıp zor durumlara da düştü. Hicviyeleri ile ünlüdür. Özel yaşamındaki özgürlüğüne ve sınırsızlığına rağmen kadılık görevlerinde adalete düşkünlüğü ile dikkat çekti. Mesnevi yazmadı. Başarılı kasideleri de olmasına rağmen gazel şairi olarak tanınır. Dünyanın geçiciliğinden yakınan, okurları aşk ve şarabın tadını çıkarmaya çağıran gazelleriyle ünlendi. Şiirlerinde tasavvufi değil, dünyevi aşka önem verdi. Mersiye, methiye ve fahriyelerinde içten ve abartısız bir anlatım kullandı. Edebiyatta geleneklere bağlı kaldı ama şiir diline yeni bir düzen ve akıcılık getirdi. Nazım tekniğini geliştirdi, birçok büyük şairin "kaçınılmaz" olarak gördüğü nazım kusurlarından kurtulmayı bildi. Çağdaşı şairlere göre daha sade ve anlaşılır bir dil seçti. Biçim açısından kusursuz şiirleri, duygu ve anlam bakımından Fuzûlî'ninkiler kadar derin, Nevî'ninkiler kadar içten bulunmaz. Eserleri, 16. yüzyıl Osmanlı toplumunun beğenisine uygun, sanat incelikleri ve hayal güzellikleri ile doludur. Duru ve temiz bir İstanbul lehçesinin yanısıra şiirlerinde halk deyimleri ve söyleyişleri de kullandı. Kanuni'nin ölümüyle şair Baki , en büyük desteğini, velinimetini kaybetmiştir. Şair, bir medrese odasına kapanarak duyduğu acıyı bir mersiye ile dile getirir.Mersiye, bilindiği gibi Divan Edebiyatı'nın ölüm acısını, ıstırabını dile getiren şiirleridir.Muhteşem Süleyman'ın inanılmaz ölümü karşısında bütün varlıkları ağlar görmek isteyen şair, duygularını gözyaşları ile şöyle ifade eder: Olsun gamunda bencileyin zar u bi-karar Afakı gezsün ağlayarak ebr-i nevbahar Tutsun cihanı nale-i mürgan subh-dem Güller yolunsun ah u figan eylesün hezar Sümbüllerini matem edüp çözsün ağlasun Damane döksün eşk-i firavanı kühsar ........................ Gül hasretünle yollara tutsun kulağını Nergis gibi kıyamete kadar çeksin intizar Deryalar etse alemi çeşm-i güher-feşan Gelmez vücuda sencileyin dürr-i şah-var Ey dil bu demde sensin bana olan hem-nefes Gel nay gibi inleyelüm bari zar zar Aheng-i ah u naleleri edelüp bülend Ashab-ı derdi cuşa getürsün bu heft bend Başı Nef'i kadar derde girmese bile Baki de dilini tutamayan şairlerdendir. Zaten kaside ile hicviye daima beraber yürüyen nazımlardır.Ancak Baki'nin Nef'i'den farkı kendisine zarar vereceği ne inandığı kimseleri hicv etmemesidir.O ancak arkadaşlarını , kendi seviyesindeki kişileri hicveder.Bu konu ile ilgili bir hikaye şöyledir . Baki bir gün tayin olunduğu vazifeye giderken Edirne'ye uğrar.Orada eski okul arkadaşı olan Edirneli Emri ve arkadaşları tarafından Edirne bağlarına ziyafete çağırılır. Kendisine " Edirnemizi nasıl buldunuz ? " diye sorarlar. "Doğrusu Cennet gibi yer , fakat içinde adem yok." diyerek hepsini gücendirir. Bunun üzerine başta Emri olmak üzere o mecliste bulunan şairler , Baki'yi hicv etmişlerdir. Tuti Hanım , Kanuni Sultan Süleyman'ın haremindeki cariyelerden biridir. Bir gün bir boğaz gezintisine çıkılacağı sırada saraydan kayığa binerken birden ayağı kayar , sendeler , düşecek gibi olur. Baki hemen yetişir ,güzel cariyeyi ayağa kaldırır. Baki'nin bu hareketi , yardımı bir müddet sonra sarayda bir dedikodunun çıkmasına sebeb olur. Güya Tuti Hanım , Baki'nin ilgisini çekebilmek için böyle bir " kaza" geçirmiştir.Yine bir rivayete göre de güzel ve kültürlü cariye şiirler yazıyor ve şiirlerini Baki'ye gönderip düzeltmesini istiyordur. Aralarında bir gizli gönül ilişkisi vardır.Saray bu dedikodularla çalkalanırken elbette olanlardan padişahın da haberi olur. Söylenilenlerin ne kadarının doğru, ne kadarının yakıştırma olduğu bilinmez ama çok sevdiği ve takdir ettiği bir şair olan Baki'yi, padişah , güzel cariyesini armağan ederek mükafatlandırır. Baki ,Tuti Hanım için şu mısraları yazmıştır: Giryan ol Leyli-veş n'ola sahraya salsa Baki'yi Mecnun'un ab-ı çeşmine hak-i beyaban teşnedir giryan: Ağlayan Leyli-veş: Leyla gibi ab-ı çeşm: Gözyaşı hak-i beyaban: Çöl toprağı, kum teşne: Susamış Baki'ye patavatsızlıklarından dolayı kızan arkadaşları hicivlerinde bir çok kereler bu evliliği malzeme olarak kullanmışlardır. Baki çirkince bir adammış.Bundan dolayı arkadaşları "Karga Baki " derlermiş. Hanımının adı da Tuti (papağan) olunca çokça mizahi rivayetler çıkmış ortaya . Bir rivayete göre şair ile hanımı arasında geçimsizlik meydana gelmiş, sormuşlar "Tuti Hanım ne alemde ? "diye. Baki cevaben " Birader , Tuti ,Tuti diye şunu uçurup durmayınız !O da benim gibi karganın biri !" demiştir. Arkadaşları Baki'nin bu sözlerini vesile tutarak hicviyeler yazmışlardır. "Ne garip bir tesadüf Tuti (papağan) ile kargayı hemser (arkadaş) eylemişler de yine şikayeti karga etmektedir." Divanı Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlandı. Ama bu divan bütün şiirlerini kapsamaz. Başında manacaat ve na't bulunmayan divanında 27 kaside, 2 terkib-i bend, 1 terci-i bend, 7 tahmis, 619 gazel, 24 kıta, bir tarih ve 38 müfred yer alır. Çevirileri ve dinsel konularda eserleri de vardır.
- Deneme Türünün Özellikleri
Herhangi bir konu üzerinde, yazarın kesin yargılara varmadan görüş ve düşüncelerini samimi bir üslupla serbestçe kaleme aldığı birkaç sayfayı geçmeyen yazılara deneme denir. Deneme, süreli yayınlar (gazete ve dergi) sayesinde ortaya çıkan ve gelişen bir türdür. Denemede daha çok, evrensel konular ele alınmakla birlikte konu sınırlaması yoktur. Hemen her konu denemede ele alınabilir ancak konu derinlemesine işlenmez. Denemede yazar, duygu ve düşüncelerini kanıtlama yoluna gitmeden rahat, serbest bir üslupla anlatır, bazen bir konudan öbürüne rahatlıkla atlayıverir. Deneme yazarı kendi kendisiyle konuşur ya da karşısında biri varmış da onunla dertleşiyormuş gibi yazar, anlattığını içtenlikle dile getirir. İyi bir deneme yazarından geniş bir dünya görüşüne, zengin bir edebiyat, sanat ve felsefe kültürüne; açık, özgün ve sürükleyici bir üslup özelliğine sahip olması beklenir. Deneme türünün çıkış noktası her şeyden önce yazarın kendi benlik ve izlenimleridir. Nurullah Ataç’ın deyimiyle “Benin ülkesidir.” Denemede; yazarın olay, olgu, durum ve günlük yaşamın süreğenliği içinde hayata ve olaylara kendi kişisel penceresinden bakış ve algılamalarına yer verilir. Deneme yazarı ileri sürdüğü fikirleri sorgulamaktan da geri durmaz. İnsanlığı ilgilendiren ve düşündüren konuları ele almasına rağmen herkesten farklı bir bakış açısıyla duruma veya olaya bakabilir. Amacı okura ele aldığı konu hakkında bir bakış açısı kazandırmaktır. Deneme yazarı düşüncelerini aktarırken birtakım bilimsel verilerden yararlansa da daha çok kişisel yaşantısını yansıtır. Bütün bunlarda kesin sonuçlara erişme, bir savı benimsetmeye çalışma, kesin bir değerlendirmeye gitme gibi bir amaç yoktur. Ancak kendi görüş ve düşüncelerini başka yazarların sözleriyle destekleyebilir. Bu türün ilk örnekleri 16. yüzyılda Fransız yazar Montaigne tarafından verilmiştir. F. Bacon (Beykın), T.S. Eliot (Elyıt), A. Camus (Kamü), E. C. Alain (Alen), J.P. Sartre (Satr) dünyaca ünlü deneme yazarlarından bazılarıdır. Türk edebiyatında ise deneme türü Tanzimat sonrasında karşımıza çıkar. Özellikle Tanzimat Dönemi’nde gazete ve dergilerin ortaya çıkışı denemenin yaygınlaşmasına zemin hazırlar. Servetifünun Dönemi’nde denemenin klasik tanımına uygun nitelikte yazılar dergi ve gazete sayfalarında görülmeye başlar. Cenap Şahabettin, Ahmet Rasim, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal ilk deneme yazarları olarak kabul edilebilir. Deneme türünün gelişmesi Cumhuriyet Dönemi’yle birlikte başlar. Bu dönemde çokça tercih edilen bir tür olarak edebiyat dünyasında yerini alır. Cumhuriyet Dönemi yazarlarının hemen hepsi bu türde eser vermiştir. Ahmet Haşim’in Gurebâhâne-i Laklakan, Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi deneme türünün en güzel örneklerindendir. Deneme türüyle ismi özdeşleşen Nurullah Ataç ise deneme türündeki yazılarını “Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözden Söze, Ararken, Diyelim, Söz Arasında, Okuruma Mektuplar” kitaplarında bir araya getirmiştir. Ataç'ın Divan, halk ve Batı edebiyatını iyi bilmesi, yeniyi sürekli takip etmesi ve beğendiklerini açıkça söylemekten çekinmemesi denemelerinin özelliğini teşkil eder. Ahmet Hamdi Tanpınar da deneme türündeki “Beş Şehir” ve “Yaşadığım Gibi” adlı eserleriyle tanınır. Mehmet Kaplan, “Dil ve Kültür, Büyük Türkiye Rüyası, Edebiyatımızın İçinden, Nesillerin Ruhu” adlı eserlerinde sanatçı ve eserler üzerinde durur; dil, kültür, edebiyat ilişkisi üzerine dikkatleri çeker. Nihat Sami Banarlı, Abdülhak Şinasi Hisar, Suut Kemal Yetkin, Sabri Esat Siyavuşgil, Ahmet Muhip Dıranas, Sabahattin Eyuboğlu, Haldun Taner, Salah Birsel, Sezai Karakoç, Melih Cevdet Anday, Oktay Akbal ve Cemil Meriç deneme türünün diğer önemli isimleridir. Türk edebiyatında deneme türündeki eserlerin büyük bir kısmı sanat ve edebiyat konularında kaleme alınmış yazılardır. Bu denemelerin çoğu çeşitli dergilerde yayımlanıp sonradan kitap olarak basılmış yazılardır. Deneme metinlerinde anlatıcı yazarın kendisidir. Deneme yazarı, kendini gizleme kaygısı taşımaz. Çünkü yazar metinlerde kendi duygularını, düşünce, gözlem ve değerlendirmelerini aktarır. “Ben” anlatımının yoğun olduğu paylaşıma dayalı ve bilginin ön planda olduğu deneme metinlerinde anlatıcı, birinci teklik kişidir. Denemeler ele alınan konuya yaklaşımları bakımından ikiye ayrılır: izlenimsel deneme ve eleştirel deneme. İzlenimsel (klasik) denemenin temsilcisi aynı zamanda bu türün kurucusu Fransız yazar Montaigne’dir. Bu tür denemelerde yazar kendi benini merkeze alır. Ancak izlenimlerinden hareketle anlattığı konular tüm insanlığı ilgilendiren evrensel boyutları olan konulardır. Türk edebiyatında Ahmet Haşim’in ve Nurullah Ataç’ın denemeleri bu tarz denemeye örnek gösterilebilir. Deneme türünün diğer bir çeşidi ise eleştirel denemedir. Dünya edebiyatında bu türün en önemli temsilcisi olarak İngiliz yazar, François Bacon (Franços Bekın) kabul edilir. Eleştirel denemede de öznellik ağır basmasına rağmen yazar, ele aldığı konu karşısında eleştirel bir tutum sergiler. İzlenimsel denemelerden farklı olarak bireysel de olsa birtakım yargılamalara ulaşır. Bu yargılamalar tam anlamıyla nesnel bir nitelik taşımaz. Felsefe, edebiyat ve sanatla ilgili denemeler genellikle bu türden denemelerdir. Günümüzdeki denemeler daha çok eleştirel türden olanlardır. Nurullah Çetin Türk edebiyatında denemeleri konu bakımından şu şekilde tasnif eder: sanat ve edebiyat konulu denemeler, tarihî denemeler, dil konulu denemeler, felsefe konulu denemeler, şehir konulu denemeler, sosyal ve siyasi konulu denemeler, din konulu denemeler, psikoloji konulu denemeler, kadın konulu denemeler, karışık konulu denemeler.
- Ahmed Paşa
Doğum yeri Edirne'dir. Ama doğum tarihi bilinmiyor. Ciddi bir öğrenim gördü. Bursa’da müderrislik, Edirne’de kadılık yaptı. Bazı sancak beyliklerinde bulundu. İkinci Beyazıt zamanında Bursa sancak beyliğine atandı. 1497’de Bursa’da öldü. 15. yüzyılın en büyük divan ozanıdır. Kendi çağında "şairlerin sultanı" diye anıldığı biliniyor. Gazel ve kasideleriyle dikkat çeker. Şarkı ve murabbada da olgun örneklerini verdi. Dizeleri divan şiirinin söz ve anlam özellikleriyle örülüdür. Farsça ve Arapçayı ustaca kullanır. Ünü Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını aştı. Kendisinden sonraki divan şairleri Ahmed Paşa’nın birçok şiirine benzetiler yazdı. XV. yüzyılda yaşamış olan Ahmet Paşa, dönemin konuşma dilini şiirlerine yansıtmış olmanın yanında bir devlet adamıdır. Fatih Sultan Mehmed'in hocası ve sohbet arkadaşıdır. Osmanlı Sarayı'nda görev yapmış vezirliğe kadar yükselmiştir. Şiirlerinin çoğunda aşk ve tabiat güzelliklerini işleyen şairin, Fatih'in gözdelerinden birine aşık olduğu söylenir. Fatih Sultan Mehmed, Ahmet Paşa'yı çok sevmesine rağmen olan bitenden rahatsız olmuş, bu davranışı Saray gelenek ve göreneklerine hakaret saymış ve Ahmet Paşa'yı Yedi Kule Zindanlarına kapattırmıştır. Yedi Kule Zindanlarında ölüm korkusuyla yaşamış olan şair, çok zor ve acı günler geçirir. Orada aklına bağışlanmak için bir kaside yazmak gelir. Ve ünlü kerem kasidesini yazar. Ey muhit-i keremin katresi umman-ı kerem Bağ-ı cud ebr-i kefinden dolu baran-ı kerem ....... Ayağı toprağıdır cevher-i iksir-i hayat Asitanı tozudur sürme-yi ayan-ı kerem Açılır hulk-ı nesimiyle gül-i gülşen-i cud Bezenir lütf-i zülaliyle gülistan-ı kerem ......... Gün gibi saltanatın topu göğe ağsa ne ta'n Sana sunuldu bu meydanda çü çevgan-ı kerem Kul hata etse nola aff-ı şehinşah kanı Tutalım iki elim kandayımış hani kerem Ahmedim gam makası kesti dilim şem' gibi Sana ruşen diyemez halini sultan-ı kerem Ahmet Paşa son arzusu olarak zindan görevlilerinden şiirin, padişaha ulaştırılmasını ister. Şiirden iyi anlayan, kendisi de şair olan Fatih Sultan Mehmed, kasidenin güzelliği karşısında duygulanır, yanındakilere "Böyle güzel şiirler yazabilen bir aşk adamına biz zarar vermemeliyiz" diyerek, şairi affeder. Ahmet Paşa bundan sonra Saray'daki eski yerini alamaz. Bir rivayete göre de Fatih tarafından Tuti Hatun biriyle evlendirilmiştir. Bu bahsi, daha sonra Fatih'in de nazire yazdığı Ahmet Paşa'nın güzel bir dörtlüğü ile bitirelim: Bizi hak etti heva yoluna sevda nidelim Pay -mal eyledi bu zülfü seman-sa nidelim Kul edinmezdi güzeller bizi illa nidelim Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül.. GAZEL Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın Gele beri nicesin hoş musun safâca mısın Şeker dudaklı kamer yüzlü serv boyluların Semen-beri nicesin hoş musun safâca mısın Bahâr-ı hüsn ü behada belalı bülbülünün Gül-i teri nicesin hoş musun safâca mısın Bizimle bir nefes insanlık eyle soruşalım Gel ey peri nicesin hoş musun safâca mısın Sefer kılıp gelir Ahmet ki deye şehrimizin Güzelleri nicesin hoş musun safâca mısın? GAZEL Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden, Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden Sen şem gibi gayr ile mecliste gülersin Ben akıtırım yaş ile kan yandım elinden Her hâr ile sen sohbet edersin dün ü gün ben Derdim ederim mûnis-i can yandım elinden Şol sunduğun âteş midir ey sâki bana kim Kim aldın ele câm heman yandım elinden Ahmet çeke cevrini göre lûtfunu ağyâr Ey şefkati az şûh-i can yandım elinden GAZEL Ahde vefâ eylemedün öyle mi Terk-i cefâ eylemedün öyle mi Bir dem ayağun tozını gözüme Kuhl-i cilâ eylemedün öyle mi Gül yüzüne karşı gönül bülbülin Perde-serâ eylemedün öyle mi Şemme-i zülfüne meşâmın dilün Gaaliye-sâ eylemedün öyle mi Ahmed-i öldürriserin der idün Ahde vefâ eylemedün öyle mi MURABBA Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül Kuru sevdada yiler bî-ser ü bî-pây gönül Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül Felekün nûş iderem nîşini sâğarlar ile Doğradı hâr-ı cefâ bağrumı hançerler ile Baş koşam dimez idüm ben dahi dil-berler ile Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül Yarun itden çog uyar ardına ağyâr diriğ Bize yâr olmadı ol şuh-ı sitem-gâr diriğ Kıldı bir dil-ber-i hercâîyi dil-dâr diriğ Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül Ben dimezdüm ki hevâ yolına ser-bâz gelem Ney-i ışkunla gamun çengine dem-sâz gelem Dir idüm ışk kopuzun uşadam vâz gelem Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül Dil dilerken yüzinin vaslını cândan dahi yiğ Bir demin görür iken iki cihândan dahi yiğ Akdı bir serve dahi âb-ı revândan dahi yiğ Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül Ahmed’em kim okınur nâmum ile nâme-i ışk Germdür sözlerümün sûzile hengâme-i ışk Dil elinden biçilübdür boyuma câme-i ışk Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül KITA Her ka’nun düryûze-i ışkunda şey-illâhi yok Menzil-i dervâze-i uşşâkdan âgâhı yok Didüm ey dil-ber dimişsin Ahmed’e cevr itmeyem Didi yok billâhi yok vallâhi yok tallâhi
- Maddelerle Önemli Edebiyat Bilgileri
1. Mensur şiirin ilk örneklerini Servet-i Fünun döneminin en önemli sanatçılarından Halit Ziya Uşaklıgil “Mensur Şiirler” adlı eserinde vermiştir. 2. Türk edebiyatında mensur şiir türündeki bazı eserler şunlardır: - Halit Ziya Uşaklıgil = Mezardan Sesler. - Mehmet Rauf = Siyah İnciler - Yakup Kadri = Erenlerin Bağından, Okun Ucundan - Ruşen Eşref Ünaydın = Damla Damla - Sabahattin Kudret Aksal = Mavi 3. Şiirden bağımsız olan, tek başına bir anlam taşıyan dizelere “azade mısra (mısra-ı azade) denir. 4. Şiirin tek başına dilden dile dolaşan, hafızalarda yer eden en güzel dizesine “mısra-ı berceste”denir. 5. Edebiyatımızda aruz ölçüsü ilk kez Kutadgu Bilig adlı eserde kullanılmıştır. 6. Kısa bir heceyi, ölçü gereği uzun okumaya imale denir. İmale, bir aruz kusurudur. 7. Zihaf, uzun bir heceyi, ölçü gereği kısaltmaktır. Zihaf, bir aruz kusurudur. 8. Vasl (Ulama) , Ünsüzle biten bir sözcüğün son ünsüzünü, ondan sonra gelen ve ünlüyle başlayan sözcüğün ilk hecesine bağlamaktır. 9. Takti (Kesme), Aruz ölçüsünde duraklardaki kesmedir. Aruz ölçüsünde duraklar sözcükleri bölebilir. 10. Med, bir uzun heceyi, bir uzun bir kısa hece yapmaktır. 11. Serbest (Ölçüsüz) şiirin ilk örneklerini Abdülhak Hamit Tarhan, 1913 yılında “Validem” adlı eserinde vermiştir. 12. Lirik Şiir, Duygusal yönü ağır basan şirlerdir. Bu şiirlerde coşkulu bir anlatım vardır. 13. Epik Şiir, Savaş, kahramanlık gibi konuları işleyen şiirlerdir. 14.Pastoral Şiir, Doğa güzelliklerini, köy ve çoban yaşamını işleyen şiirlerdir. 15. Birkaç çobanın karşılıklı konuşmaları yoluyla oluşturulan pastoral şiirlere “eglog” denir. 16. Bir çobanın ya da ozanın ağzından kır yaşamının güzelliğini, çekiciliğini anlatan pastoral şiirlere“idil” denir. 17. Didaktik Şiir, düşüncenin ağır bastığı, bilgi vermeyi amaçlayan öğretici şiirleridir. 18. Satirik Şiir, Toplum yaşamındaki yanlışlıkları, düzensizlikleri, eksikleri, kişilerin yanlışlarınıalaylı bir dille anlatan şiirlere ‘Satirik Şiir’ denir. 19. Satirik şiirler, Divan edebiyatında “hicviye” , Halk edebiyatında “taşlama” adıyla anılır. 20. Dramatik Şiir, manzum tiyatro yapıtlarındaki şiirlerdir. Hayatın acıklı, komik, korkunç yönlerini konu edinir. 21. Koşuklar, Aşık edebiyatındaki koşmaların karşılığıdır. Bu nedenle koşmayla koşuk arasında çeşitli bakımlardan benzerlikler vardır. 22. Bilinen en eski sagu, Alp Er Tunga Sagusu’dur. 23. Sagunun Halk edebiyatındaki karşılığı ağıt, Divan edebiyatındaki benzeri (karşılığı) mersiyedir. 24. Sav, günümüzdeki atasözünün karşılığıdır. 25. Mani, genellikle tek dörtlükten oluşur. 7’li hece ölçüsüyle oluşturulur. Konuya giriş için söylenen ilk iki dizeye “doldurma dize” denir. Asıl düşünce, ileti ise son iki dizede bulunur. 26.Türkü,genellikle üçer ya da dörder dizeli bentler ve her bendin sonunda tekrarlanan“kavuştak” ya da “bağlama” adı verilen nakarat dizelerinden oluşur. 27. Divan edebiyatında manzum olarak oluşturulan bilmecelere “lugaz” denir. 28. Koşmalar, konularına göre şu türlere ayrılır : Güzelleme: Aşk, sevgi ve doğa güzelliklerini işleyen koşmalardır. Koçaklama : Kahramanlık, savaş gibi konuları işleyen koşmalardır. Taşlama : Herhangi bir kişiyi ya da toplumdaki aksaklıkları eleştiren koşmalardır. Ağıt : Bir kişinin ölümünden duyulan acıyı dile getiren koşmalardır. 29. Koşma nazım biçimi, İslamiyet öncesi Türk edebiyatındaki “koşuk” ; Divan edebiyatındaki“gazel” ile benzerlik gösterir. 30. Semainin koşma nazım biçiminden ayrılan yönleri kendine özgü bir ezgiyle söylenmesi ve 8’lihece ölçüsüyle oluşturulmasıdır. 31. Kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen destanlara doğal destan, yazarı bilinen destanlara yapay destan denir. *Bozkurt – Doğal Destan (Göktürk) *Türeyiş – Doğal Destan (Uygur) *Nasihat Destanı – Yapay Destan (Karacaoğlan) *Genç Osman Destanı – Yapay Destan (Kayıkçı Kul Mustafa) * Çanakkale Şehitlerine – Mehmet Akif Ersoy * Üç Şehitler Destanı – Fazıl Hüsnü Dağlarca 32. İlahiler, Bektaşilikte “nefes” ; Alevilikte ise “deme” adını alır. 33. Nutuk, tarikata yeni giren dervişlere yol göstermek, onları bilgilendirmek amacıyla söylenen didaktik şiirlerdir. 34. Şathiye, Tanrıyla konuşur gibi söylenen, inançlardan alaycı bir dille söz edilen şiirlerdir. 35. Hikmet, dini ,ahlaki, felsefi konuları işleyen öğüt şiirleridir. 36. Gazeller, aruz ölçüsüyle, 5-15 beyit arasında oluşturulur. Gazelin ve kasidenin uyak düzeni“aa/ba/ca/da… ”biçimindedir. 37. Gazelin ilk beyitine “matla” , son beyitine “makta” , en güzel beyitine “beyt’ül-gazel” , şairin mahlasını (takma adını) söylediği beyte “taç beyit” denir. 38. Divan edebiyatında parça güzelliği benimsendiği için gazellerde de genellikle konu birliği yoktur. Beyitleri arasında konu birliği olan gazellere “yek – ahenk gazel” denir. Bütün beyitleri birbirinden güzel olan gazellere ise “yek – avaz gazel” denir. 39. Bazı gazeller beyitler tam ortasından bölünerek dörtlük biçimine getirilir. Bu şekilde oluşturulan gazellere “musammat gazel” denir. 40. Kaside, din ve devlet büyüklerini övmek için yazılan ve bir karşılık beklenen şiirlerdir. Beyitlerle oluşturulur, gazel gibi (aa/ba/ca …) uyaklanır. Beyit sayısı genellikle 33-93 arasında değişir. 41. Methiye, kasidenin en önemli bölümüdür. Kasidenin sunulduğu kişinin övüldüğü bölümdür.Bu bölüm kasidenin en uzun bölümüdür. 42. Tegazzül, kasidenin arasında kullanılan, onunla aynı ölçü ve uyakta olan gazeldir. 43. Fahriye, şairin kendini övdüğü bölümdür. 44. Mesnevi, divan edebiyatının en uzun nazım biçimidir. Uzun aşk öyküleri ve dini, tasavvufi, ahlaki öyküler genellikle mesnevi nazım biçiminde yazılmıştır. (aa/bb/cc/dd …) uyaklıdır. 45. Beş mesneviden oluşan eserlere “hamse” denir. 46. Edebiyatımızdaki ilk mesnevi Yusuf Has Hacip‘in Kutadgu Bilig adlı eseridir. Türk edebiyatının önemli mesnevilerinden bazıları şunlardır : Garipname ---------- Aşık Paşa İskendername ------ Ahmedi Harname ------------ Şeyhi Mantıku’t Tayr ------ Gülşehri Hayriye ------------- Nabi Hayrabad ----------- Nabi Hüsn ü Aşk --------- Şeyh Galip 47. Müstezat, gazelin dizelerinin her birinin ardına kısa dizeler eklenerek yazılan şiir biçimidir. Eklenen bu kısa dizelere “ziyade” adı verilir. 48. Terkib-i bentin edebiyatımızdaki en güzel örneklerini Bağdatlı Ruhi, ve Ziya Paşa vermiştir. 49. Bir şairin, başka bir şairin şiirini konu ve biçim yönünden örnek alarak aynı ölçü, aynı uyak ve aynı redifle yazdığı benzer şiire “nazire” adı verilir. 50. Terci-i bendin edebiyatımızdaki en güzel örneklerini Ziya Paşa ve Şeyh Galip vermiştir. 51. Rubainin Dünya edebiyatındaki en büyük ustası Ömer Hayyam’dır. 52. Türk şairlerin, Halk edebiyatı ürünü olan maniden etkilenerek Divan edebiyatına kazandırdıkları nazım biçimi tuyuğdur. 53. Türk edebiyatında tuyuğ nazım biçiminin en önemli ustaları Kadı Burhanettin ve Ali Şir Nevai’dir. 53. Türk şairlerin türküden etkilenerek Divan edebiyatına kazandırdıkları nazım biçimi şarkıdır. 54. Şarkı nazım biçiminin öncüsü ve en başarılı temsilcisi, 18.yüzyıl sanatçısı, Lale Devri şairiNedim’dir. 55. Mersiye, Divan edebiyatında önemli bir kimsenin ölümünden duyulan üzüntüyü dile getiren şiir türüdür. 56. Hicviye, Divan edebiyatında herhangi bir kişiyi, olayı, durumu yermek (eleştirmek) için yazılan şiirlerdir. Hicvin en başarılı örneklerini Nef’i vermiştir. 57. Allah’ın varlığını, birliğini işleyen şiirlere Divan edebiyatında tevhit denir. 58. Münacat, Allah’a yalvarış, yakarış şiirleridir. 59. Hz. Muhammed’i övmek ona olan sevgiyi anlatmak için yazılan şiirlere naat denir. 60. Hz Muhammed’in doğumunu anlatan şiirlere mevlid denir.. 61. Mevlid türünün en başarılı örneğini Süleyman Çelebi Vesiletü’n-Necat adlı eseriyle vermiştir. 62. Sone nazım biçimi Türk edebiyatında ilk kez Servet-i Fünun döneminde kullanılmıştır. 63. Dante’nin İlahi Komedya adlı eseri terzarima nazım biçiminin en önemli örnekleri arasında yer alır. 64. Servet-i Fünun döneminde müstezat serbestleştirilerek serbest müstezat adında yeni bir nazım biçimi oluşturulmuştur. 65. Serbest müstezat, aruz ölçüsünün klasik kalıplarının bozulmasıyla oluşturulan bir nazım biçimidir. Serbest müstezatta aynı şiirde birden çok aruz kalıbı bir arada bulunur. 66. Serbest müstezatın en başarılı örneklerini Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin ve Ahmet Haşim vermiştir. 67. İnsan dışındaki varlıkların konuşturulmasına dayalı olan söz sanatına İntak (Konuşturma) denir. 68. İntak sanatının olduğu her yerde “teşhis” de vardır. 69. Şiirde satır başlarındaki harflerle yukarıdan aşağı anlamlı kelimeler oluşturma sanatına“akrostiş” denir. 70. Türk edebiyatında ilk makaleyi “Şinası” yazmıştır. Bu makale “Tercüman-ı Ahval”gazetesinde “Mukaddime” adıyla yayımlanmıştır. 71. Fıkra türünün ilk başarılı örneğini Ahmet Rasim vermiştir. 72. Fıkra ile makale arasındaki temel fark fıkranın bir düşünceyi kanıtlama amacı gütmemesine karşılık makalenin kanıtlama amacı gütmesidir. 73. Deneme türünün öncüsü Fransız yazar Montaigne’dir. Edebiyatımızda ise en başarılı denemeciNurullah Ataç’tır. 74. Sohbet (söyleyişi) türüyle deneme türü arasındaki temel fark şudur: Sohbet türünde yazarkarşısındakiyle konuşuyormuş gibi (senli benli anlatım) yazar. Deneme türünde yazar kendiyle konuşuyormuş gibi (benli anlatım) yazar. 75. Türk edebiyatında anı türünün ilk örneği olarak Babürşah’ın Babürname adlı eseri kabul edilir. 76. Seydi Ali Reis’in Mirat’ül – Memalik adlı eseri ilk gezi (seyahatname) eserlerimizdir. 77. Biyografi türüyle benzerlik gösteren eserlere divan edebiyatında “tezkire” denir. Ayrıca peygamberlerin yaşamlarını anlatanlara “siyer” denir. 78. İlk tezkireyi 15.yüzyılda Çağatay edebiyatının büyük şairi Ali Şir Nevai Mecalisü’n Nefaisadıyla yazmıştır. 79. Otobiyografiyle biyografi arasındaki fark; otobiyografide yazar, kendi hayatını anlatırken;biyografide yazar, başka birini hayatını anlatır. 80. Fuzuli’nin Şikayetname adlı düzyazı örneği, edebi mektup türünün gerçek anlamda ilk örneklerindendir. 81. Mektup türünü kullanarak roman yazma tekniğini ilk kez Hüseyin Rahmi “Mutallaka” adlı romanında denemiştir. Halide Edip Adıvar’ın “Handan” adlı romanı da mektuplardan oluşur. 82. Masallarda “Bir varmış bir yokmuş.” diye başlayan bölüme döşeme adı verilir. 83. Hayvanları konuşturma sanatına fabl denir. 84. Fablın bilinen en eski örneği Hint edebiyatında Pançantahtra (Arapça çevirisi Kelile ve Dimne); eski Yunan edebiyatında ise Aisopos masallarıdır. 85. Batı’da La Fontaine fabl türünün en ünlüsüdür. 86. Olayın hikayesinin kurucusu Fransız Guy de Maupassant’tır. Bizim edebiyatımızda da olay hikâyesinin en büyük temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. 87. Durum hikayesinin dünya edebiyatındaki kurucusu Anton Çehov’dur. Bizim edebiyatımızda durum hikayesinin en önemli yazarları şunlardır; Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal… 88. Hikaye (öykü) türünün dünya edebiyatındaki ilk örneklerini İtalyan yazar Boccacio’ “Decameron” öyküleri ile vermiştir. 89. Türk edebiyatının ilk yazılı metinleri Göktürk Yazıtlarıdır. (Orhun Abideleri) 90. Dede Korkut Hikayeleri desten geleneğinden halk öykücülüğüne geçişin ilk izlerini taşır. 91. Hikaye türünün Batılı anlamda ilk sağlam ve güzel örneği Samipaşazade Sezai’nin “Küçük Şeyler” adlı yapıtıdır. 92. Töre romanı gelenek ve görenekleri anlatan romanlardır. 93. Egzotik roman, yabancı ülkelerin doğa ve insanlarını anlatan roman türüdür. 94. Tezli roman belli bir düşünceyi savunan romandır. 95. Monolog, kişinin kendi kendisiyle konuşmasıdır. 96. Diyalog kişilerin karşılıklı konuşmasıdır. 97. Cervantes’in Don Kişot adlı eseri dünya edebiyatında yazılan ilk romandır. 98. İlk çeviri romanımız, Yusuf Kamil Paşa’nın 1859’da Fenelon’dan çevirdiği Telemaque (Telemak) adlı romandır. 99. İlk yerli roman, Şemsettin Sami’nin “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat” adlı eseridir. 100. İlk edebi romanımız Namık Kemal’in “İntibah” adlı eseridir. 101. İlk gerçekçi (realist) roman Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası”dır. 102. Batılı anlamda ilk edebi, kusursuz ve realist romanlar, Halit Ziya Uşaklıgil’in “Mai ve Siyah” ve “Aşk-ı Memnu” adlı romanlarıdır. 103. İlk psikolojik roman, Mehmet Rauf’un “Eylül” adlı romanıdır. En başarılı psikolojik romanımız, Peyami Safa’nın “9.Hariciye Koğuşu”dur. 104. İlk Tezli Roman Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı eseridir. 105. İlk köy romanı, Nabizade Nazım’ın “Karabibik” romanıdır. 106. İlk tarihi roman Namık Kemal’in “Cezmi” romanıdır. 107. Antik tiyatronun iki türü olan trajedi ve komedinin kaynağı Bağ Bozumu Tanrısı Dionysosadına yapılan törenlerdir. 108. Yaşamın acıklı yönlerini kendine özgü kurallarla sahnede yansıtmak; ahlak, erdem örneği göstermek için yazılmış manzum tiyatro eserine trajedi denir. 109. İzleyiciyi güldüren, eğlendiren ve eğlendirirken düşündüren tiyatro türüne komedi denir. 110. Abartılı hareketlerle sivri esprilerle güldürmeyi amaçlayan komedilere fars(kaba güldürü), gerçekte güldürücü olmayan bir olayı gülünçleştirerek işleyen komedilere parodi yergiye dayanan komedilere satir, bir kişinin karakterini ortaya koymak için yazılan komedilere karakter komedisidenir. 111. Töre komedisi, toplumun gülünç ve aksak yanlarını konu alan komedidir. Moliere’in Gülünç Kibarlar, Gogol’un Müfettiş Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı eseri töre komedisidir. 112. Yaşamın acıklı ve gülünç yönlerini bir arada yansıtan tiyatro türüne dram denir. 113. Shakespeare, klasik tiyatronun zaman ve yer birliği kurallarını yıkmıştır. Ayrıca acıklı ve gülünç olayları sahnede iç içe vererek dramın ilk örneklerini vermiştir. 114. Fransız romantiklerinden Victor Hugo “Cromwell” adlı eserinin ön sözünde dramın özelliklerini açıklar. 115. Epik tiyatro Bertolt Brecht tarafından geliştirilmiştir. 116. Epik tiyatroda seyircinin gerçek yaşamından kopup kendini oyuna kaptırması önlenir. Bunun için, olaylar arasında amaçlı kopukluklar yaratılır. 117. Türk tiyatrosunda Haldun Taner, “Keşanlı Ali Destanı” adlı eseri ile epik tiyatro örneği vermiştir. 118. Türk tiyatrosunda, batılı anlamda ilk eser, Şinasi’nin Tanzimat döneminde yazdığı “Şair Evlenmesi” adlı bir perdelik komedidir. 119. Sahnelenen ilk tiyatro ise Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” adlı eseridir. 120. Ortaoyununun en önemli iki kişisi Kavuklu ve Pişekar’dır. Kavuklu, Karagöz oyunundakiKaragöz’ün, Pişekar da Hacivat’ında karşılığıdır. 121. Orta oyununda kadın rolünü oynayan ve kadın kılığına girmiş erkeğe zenne denir. 122. Meddahlık için tek kişilik tiyatro diyebiliriz. 123. Karagöz ve Ortaoyunun Meddah oyunu ile farkı; Meddah oyunun tek kişilik gösteri olmasıdır. 124. Koşukların ilk örneklerine Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügati’t Türk adlı eserinde rastlıyoruz. 125. İslamiyet öncesindeki sagu; Halk edebiyatında “ağıt”, Divan edebiyatında “mersiye” adını alır. 126. İslamiyet öncesindeki Sav; Halk edebiyatında “atasözü” Divan edebiyatında ise “Darb-ı mesel” adını almıştır. 127. İlk Müslüman Türk Devleti Karahanlılardır. 128. Kırgızların “Manas Destanı” dünyanın en uzun destanıdır. 129. Dünya Destanları; 1-Şehname: İranlıların destanı olup “Firdevsi” tasarından yazıya geçirmiştir. 2-Mahabarata, Ramayana: Hintlilerin doğal destanlarıdır. 3-Şinto: Japonların doğal destanıdır. 4-Kalevela: Finlilerin doğal destanıdır. 5-İlyada ve Odysseia: Yunanlıların doğal destanı olup “Homeros” yazıya geçirmiştir. 6-İgor: Rusların doğal destanıdır. Destanda Kıpçaklar ile Ruslar arasındaki savaşlar anlatılır. 7-Nibelungen : Almanların bu doğal destanında Hun-Germen savaşları anlatılır. 8-Cihanson de Roland: Fransızların bu doğal destanlarında Fransızlar ve Müslümanlar arasındaki savaşlar anlatılır. 9-Anaid: Latinlerin doğal destanı olup “Virgillus” yazıya geçirmiştir. 10-Gılgamış:Sümerlerin doğal destanıdır. Yapma (Suni) Destanlar: 1-Aeneis:Vergillus (Latin edebiyatı) 2-Henriad: Voltaire (Fransız edebiyatı) 3-Oslusiçdas: Camoens (Portekiz edebiyatı) 4-Kaybolmuş Cennet: Milton (İngiliz edebiyatı) 5-Kurtarılmış Kudüs:Tasso (İtalyan edebiyatı) 6-Çılgın Orlando: Ariosto (İtalyan edebiyatı) 7-İlahi Komedya: Dante (İtalyan edebiyatı) 8-Çanakkale Şehitlerine: M.Akif Ersoy (Türk edebiyatı) 9-Üç Şehitler Destanı: F.Hüsnü Dağlarca (Türk edebiyatı) 10-Selçuk Name: Yazıcıoğlu Mehmet 130. Türkler sırasıyla; Göktürk, Uygur, Arap ve Latin alfabesini kullanmışlardır 131. Yazılı edebiyatımızın ilk şiirleri Uygur Türkçesiyle eser vermiş olan Aprınçur Tigin’e aittir. Diğer bir deyimle Aprınçur Tigin bilinen ilk şairimizdir. 132. Orhun Kitabeleri’nin yazarları Vezir Bilge Tonyukuk ve Yollug Tigin’dir. 133. Göktürk yazıtları ( Orhun Kitabeleri) İlk kez Danimarkalı bilgin Thomsen tarafından okunmuştur. 134. Uygur Alfabesiyle yazılan önemli iki eser “Altun Yaruk” ve “Sekiz Yükmek” adlı eserlerdir. 135. İslamiyet etkisinde yazılan ilk eserimiz “Kutadgu Bilig” Yusuf Has Hacip tarafından 1070’te kaleme alınmıştır. 136. “Kutadgu Bilig” Türk edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılan ilk eserdir. 137. “Kutadgu Bilig” Edebiyatımızın ilk mesnevisidir. 138. Divan-ı Lügati’t Türk, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin zengin bir dil olduğuna ıspatlamak amacıyla “Kaşgarlı Mahmut” tarafından kaleme alınmıştır. 139. Divan-ı Lügati’t Türk, Türkçenin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır. 140. Atabet’ül Hakayık ”Gerçeklerin Eşiği” anlamına gelen eser, 12.yüzyılın başlarında Edip Ahmet Yükneki tarafından Hakaniye lehçesi ile kaleme alınmıştır. Eser aruz ölçüsü ve mesnevi nazım biçimiyle yazılmıştır. 141. Divan-ı Hikmet, 12.yüzyılda Türk tasavvuf edebiyatının kurucusu Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi tarafından kaleme alınmıştır. ”Hikmet”, Ahmet Yesevi’nin şiirlerine verdiği isimdir. Nazım birimi dörtlük olan eser, koşma nazım biçimi ve hece vezniyle yazılmıştır. 142. Halk şairlerinin hayat hikayeleri ve şiirleri “Cönk” adı verilen eserlerde toplanmıştır. 143. Divan edebiyatçılarının dili; Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımından doğan Osmanlıcadır. Şiirlerde ölçü olarak da “aruz ölçüsü” kullanılmıştır. 144. Sinan Paşa’nın “Tazarruname’si” süslü nesrin en önemlisidir. 145. Hikemi (Didaktik) Şiir Akımının edebiyatımızdaki öncüsü ve en güçlü temsilcisi Nabi’dir. Bu yüzden Hikemi şiir akımı, “Nabi ekolü” olarak da bilinir. 146. Mahallileşme akımı, halk söyleyişi ile divan tarzı söyleyişinin birleşiminden doğmuştur. Bu akımın en etkili örnekleri 18.yüzyılda Nedim’le verilmiştir. 147. Hoca Dehhani , Divan şiirinin bilinen ilk şairidir. 148. Çarhname, Dini-ahlaki öğütlerin verildiği didaktik bir manzumedir.(Ahmed Fakih) 149. Mevlana manzum ve mensur eserlerini Farsça yazmıştır. Onun Arapça gazelleri de vardır. 150. Makalat, Tasavvufi düşüncelerin anlatıldığı bu eser Arapça kaleme alınmıştır. (Hacı Bektaşi) 151. Yunus Emre Tasavvuf edebiyatındaki “ilahi”nazım türünün en önemli ustasıdır. 1995 yılı UNESCO tarafından “Yunus Emre Sevgi Yılı” olarak ilan edilmiş Yunus Emre’nin Risaletin Nushiye adlı eseri mesnevi nazım şekli ile yazılmıştır. 152. Mantıku’t- Tayr, Gülşehri tarafından Ünlü İranlı mutasavvıf Ferüdiddin Attar’ın aynı adı taşıyan eserinden çevrilmiştir. 153. Aşık Paşa , en önemli eseri olan “Garipname”de Türkçeye önem verilmesi gerektiğini belirtmiş, eserini bilinçli olarak Türkçe yazmıştır. 154. Ahmedi’nin İskendername ve Cemşid’ü Hurşit olmak üzere iki önemli eseri vardır. 155. Azeri sahasında yetişmiş ünlü sanatçı Nesimi, Hurufilik mezhebinin öncüllerindendir. O, Halep’te inancı yüzünden derisi yüzülerek öldürülmüştür. 156. Kadı Burhanettin, kadılık, vezirlik hükümdarlık yapmış; alim ve şair bir devlet adamıdır. O, Divan edebiyatında Türk nazım şekillerinden olan “tuyuğ”un başarılı örneklerini kazandırmıştır. 157. Kitab-ı Dede Korkut (Dede Korkut Hikayeleri), Destan geleneğinden halk hikayesine geçişinilk izlerini taşıyan bu eser, bir önsöz ve on iki hikayeden oluşmaktadır. 158. Ali Şir Nevai, Muhakemet’ül Lügateyn adlı eserinde Türkçe ile Farsçayı karşılaştırarak, Türkçenin Farsçadan daha üstün olduğunu savunmuştur. Mecalisün Nefais adlı eseri ise Türk edebiyatında varlığı bilinen ilk şairler tezkiresidir. 159. Şeyhi’nin Harname adlı eseri mesnevi nazım şekliyle yazılmış olup Divan edebiyatının en önemli hiciv örneğidir. 160. Süleyman Çelebi, Divan edebiyatındaki yerini “Vesiletün Necat” adlı mevlidiye almıştır. Onun bu eseriyle edebiyatımızda “mevlit” yazma çığırı açılmıştır. 161. Avni mahlasıyla şiirler yazan, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’tir. 162. Adli mahlasıyla şiirler yazan, 8. Osmanlı padişahı 2. Beyazıt’tir. 163. Mercimek Ahmet ‘in en önemli eseri “Kabusname”dir. 164. Fuzuli, ıstırabın insan ruhunu olgunlaştıracağını, ıstırapların da en büyüğünün aşk ıstırabı olduğunu söyleyerek, şiirlerini aşk acısıyla dile getirmiştir. Eserleri: -Su Kasidesi: Hz Peygamber’e olan sevgisini dile getirdiği şiiridir. -Şikayetname: Türk edebiyatındaki en önemli edebi mektuplardan biridir. 165. Baki, Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinde bulunmuş, çok istediği halde şeyhülislam olamamıştır. “Sultanuş Şuara” unvanıyla bilinmiştir. Kanuni Mersiyesi, Kanuni’ nin ölümü üzerine terkib-i bent biçiminde kaleme aldığı eseridir. 166. Muhubbi mahlasıyla şiirler yazan, Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’dır. 167. Babürşah, 16.yüzyılda Çağatay sahasında eser veren önemli isimlerden biridir. Onun“Babürname” adlı eseri, Türk edebiyatının anı (hatıra) türündeki ilk örneklerindendir. 168. Nefi, önemli bir “kasideve hiciv” şairidir. Döneminin devlet adamalarını sert bir şekilde hicveden sanatçı, Bayram Paşa tarafından boğdurularak öldürülmüştür. Siham-ı Kaza, Türk hiciv edebiyatının en önemli eserlerindendir. 169. 17.yüzyıl Divan edebiyatımızın en büyük didaktik şairi Nabi’dir. O “Hikemi tarzı” yani “hikmetli ve öğretici” şiir geleneğini başlatmıştır. “Nabi Ekolü” olarak bilinen bir akımın kurucusudur. Eserleri: Hayriyye Hayrabat, Surname, TuhfetülHarameyn, Münşeat… 170. Naili ve Neşati, Sebk-i Hindi’nin edebiyatımızdaki en başarılı temsilcilerindendir. 171. Aşık Ömer ve Gevheri Halk edebiyatı şairlerinden olup Divan edebiyatının etkisindekalmışlardır. 172. 17. Yüzyıl Halk edebiyatı sanatçılarından olan Kayıkçı Kul Mustafa Yeniçeri Ocağı’ndan yetişmiştir. Genç Osman Destanı onun en önemli eseridir. 173. Katip Çelebi Eserleri: Cihannüma, Fezleke, Keşfü’zünun, Mizahul Hak. 174. Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eseri edebiyatımızdaki en önemli gezi yazıları arasındadır. 175. Lale Devri dönemi olarak bilinen zevk ve eğlence içinde geçen yaşantısı 18.yüzyıl edebiyatının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu dönemde yaşamış olan Nedim neşe ve coşku şairidir. Şiirlerinde tamamen din dışı konuları işleyen Nedim “şarkı” türünün bulucusudur. 176. 18.yüzyılda Halk edebiyatının etkisiyle Divan şiirine “şarkı” nazım şekli girmiştir. 177. Divan edebiyatında Şeyh Galip ve Nedim gibi önemli sanatçılar da hece vezniyle şiirler yazmıştır. 178. Divan edebiyatının son büyük şairi “Şeyh Galip”tir. Şeyh Galip’in şiirlerinde Sebk-i Hindi akımının etkisi görülür. Şeyh Galip’ in en önemli eseri “Hüsn-ü Aşk” tır. 179. Dadaloğlu, Toroslarda yaşayan göçebe Avşar boyu Türkmenlerindendir. Bu boy devlet tarafından yerleşik hayata geçirilmeye çalışılmış ve Dadaloğlu da buna karşı çıkarak bu olaylar üzerine şiirler yazmıştır. 180. Bayburtlu Zihni’nin en önemli eseri“Sergüzeştname” dir. 181. Sümmani, Hayali sevgilisi Gülperi’yi bulmak için Uzakdoğu ülkelerini gezmiştir.
- 1980 Sonrasında Türk Romanı
1980 öncesi romanlarında toplumcu gerçekçilik anlayışıyla sosyal konuların öne çıkarılıp anlatım biçiminin ve tekniklerinin fazla dikkate alınmaması durumu, 12 Eylül’den sonra tam aksi bir görünüm kazanmıştır. Türk romanında 12 Eylül’ün etkisiyle psikolojik, fantastik, mistik, yani gerçeküstü ve bireysel temalara yönelim olmuştur. 1980’den sonra yazılan romanlar çoğunlukla Batılılaşma sorunsalı, tarihe kaçış; iç göç, kentleşme, ideolojik kimlik bunalımı; erkek ve kadın eşitliği, ilişkiler sorunsalı ve kuşaklar arası çatışma gibi konularda yazılmıştır. Özellikle siyasi gelişmeler, gelişen teknoloji ve buna bağlı olarak dönüşen hayat şartları ile güveni sarsılan ve yabancılaşan insanoğlu kendi kendine sığınmıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra postmodernizm de 1980 sonrası Türk romanını derinden etkilemiştir. 1960’lardan sonra yaygınlık kazanan postmodernizm, modernizme karşı ortaya çıkan bir tepkidir. Postmodernizm; grotesk, alay, parodiden oluşan bir üslup yöntemiyle ben merkeziyetçi bir bireyciliği ve çoğulculuğu savunurken bütün evrensel idealleri ve insancıl değerleri reddeder. Bu bağlamda artık gerçekçilik terk edilmiş, postmodernist çizgide yeni bir anlatı türü doğmuştur. Artık yazarlar toplumsal sorunlardan ziyade biçim sorunlarına eğilmişlerdir. Metinlerarasılık, üstkurmaca gibi teknikleri kullanan postmodern yazarlar, içerik yönüyle de tarih, fantastik, polisiye gerilim gibi konuları ele alırlar. Dünyadaki bu gelişmelerle birlikte Türk edebiyatında da yeni biçim denemeleri ve Batı’da görülen birçok yenilik görülmeye başlanır. İlk olarak Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay’ın eserlerinde görülmeye başlanan, 1980’lerde varlığını iyice hissettiren ve 1990’lara gelindiğinde ise birçok örneği gözlenen postmodern romanlar böylece Türk edebiyatında da görülür. Klasik ve modern metinlerden farklı birtakım özelliklere sahip olan bu eserler, kendi okurunu da yaratmaya başlar bir anlamda. Dış dünyanın olduğu gibi metne aktarılmasına alışkın olan klasik okur, başı sonu belli olmayan; bir değil, birden fazla okuması olan; birden çok bakış açısı olan ve yine birçok anlatıcının perspektifinden nakledilen; zaman ve mekân bulanıklığı olan bu metinleri yadırgar. 1980 sonrasında Orhan Pamuk, Latife Tekin, Mehmet Eroğlu, Bilge Karasu, Nazlı Eray, Durali Yılmaz, Erendiz Atasü, İnci Aral, Enis Batur, Nedim Gürsel, Ali Haydar Haksal, Nazan Bekiroğlu, Ihsan Oktay Anar, Ahmet Ümit, Hasan Ali Toptaş, Fatma Barbarosoğlu, Sadık Yalsızuçanlar Türk romancılığının öne çıkan belli başlı isimleridir.
- Ebced Hesabı
Ebced: elif. 1 be: 2 cim: 3 dal: 4 he: 5 vav: 6 ze: 7 ha: 8 tı. 9 ye: l0 Kef: 20 lâm: 30 mim: 40 nun: 50 sin: 60 ayn: 70 fe: 80 sad: 90 kaf: l00 Rı: 200 şın: 300 te: 400 peltek se: 500 hı: 600 zel: 700 dat: 800 zı: 900 gayn: l000 Târîh-i tâm: Târih mısraının bütün harfleri, tarihi bulmak için toplanır. Tâmiyeli târîh: Tarih beytinden katılmalar veya çıkarmalar yapılarak elde edilir. Şâir, neyin çıkarılıp katılacağını espriyle bildirir. Târîh-i mücevher: (cevherîn târîh): Sadece noktalı harfler toplanarak hesaplanan tarih. Târîh-i mühmel (bî-nukât, sâde): Yalnız noktasız harflerin toplanmasıyla bulunan tarih. Târîh-i dü-tâ: Târih mısraında aynı târihin iki def’a düşürülmesidir. Lâfzen ve ma’nen Târîh: Tarih hem harf değerleriyle ve hem de rakam olarak söylenir.
- Enis Behiç Koryürek
"Beş Hececiler" olarak bilinen edebi akımın şairlerinden Koryürek, 11 Mart 1891'de askeri doktor İsmail Behiç Bey ile aslen Trabzonlu olan Faika Hanım'ın oğlu olarak İstanbul'da dünyaya geldi. Selanik, Üsküp ve İstanbul idadilerinde öğrenim gören Koryürek, 1913'te İstanbul Lisesi'nden ve ardından Mülkiye Mektebi'nden mezun oldu. Mülkiyeyi bitirdiği 1913 yılında Hariciye Nezareti'nde (Dışişleri Bakanlığı) katip olarak çalışmaya başlayan Enis Behiç Koryürek, Bükreş ve Budapeşte'de görev yaptı. Budapeşte'de bulunduğu sürede Türk-Macar dostluğunun pekişmesine ve Gül Baba Türbesinin yeniden ziyarete açılmasına katkı sağladı. Daha sonra ülkeye dönerek Vefa ve Kabataş liselerinde Fransızca ve edebiyat öğretmenliği yapmaya başlayan Enis Behiç Koryürek, ticaret, iktisat ve çalışma bakanlıklarında görev aldı. Macaristan'da bir Fransızla evlenen Koryürek, daha sonra ilk eşinden ayrılarak Fahri Paşa'nın kızıyla evlendi. Koryürek, 1946'da Demokrat Parti'den milletvekili adayı oldu fakat seçilemedi. Son yıllarını ekonomik sıkıntılar içinde geçiren Koryürek, 18 Ekim 1949'da Ankara'da hayatını kaybetti ve Cebeci Asri Mezarlığına defnedildi. Edebi çalışmaları ve şiirleri Mülkiyede öğrenciyken aruzla şiirler yazan Koryürek'in Servet-i Fünun etkisi taşıyan ilk şiirleri "Şehbal" dergisinde yayınlandı. Koryürek, sonrasında Ziya Gökalp'in de etkisiyle hece veznini benimseyerek Milli Edebiyat akımına bağlandı ve ulusal duyguların öne çıktığı kahramanlık şiirleri yazdı. Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon'un ardından hece ölçüsünün kullanılmasına öncülük eden üçüncü şair oldu. Enis Behiç Koryürek'in şiirleri Hürriyet-i Fikriyye, Donanma, Türk Yurdu ve Yeni Mecmua gibi dergilerde de yayınlandı. Hecenin beş şairinden biri olarak da tanınan Koryürek, şiirlerinde biçim bakımından hece kalıplarını kırma gayreti gösterdi. Müziğe de ilgi duyan Koryürek, keman ve kendi buluşu olan keman-boru karışımı bir müzik aletini çaldı ve müzik bilgisiyle şiir formunda yeni bir ses arama çalışması yaptı. İlk kitabı "Miras"ı 1927'de yayınladıktan sonra eser vermeye uzun bir ara veren şair, ömrünün son yıllarında tasavvufi şiirler kaleme almaya başladı. Şairin 1949'da "Varidat-ı Süleyman" ve 1951'de "Güneşin Ölümü" eserleri okuyucuyla buluştu. Batı yazarlarından çeşitli konularda çeviri kitapları da yayınlanan Enis Behiç Koryürek'in, Balkan Savaşı esnasında yazdığı "Vatan Mersiyesi", "Buhran", "Mağluplar ve Guruplar" ile "Ordunun Duası", "Çanakkale Şehitliğinde", "Şair ve Hilal", "Kabus", "Milli Neşide", "Sadaka", "Süvariler" ve "Gemiciler" şiirleri ilgi gördü.
- Mehmet Rauf
12 Ağustos 1875’te İstanbul Balat’ta Kesmekaya mahallesinde dünyaya geldi. Babası Kütahya doğumlu Hâfız Ahmed Şükrü Efendi’nin son görevi İstanbul Liman Dairesi’nde mühimme müdürlüğüdür. İlk öğrenimini Defterdar mahalle mektebinde yaptıktan sonra önce Eyüp Rüşdiyesi’ne, 1884’te Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’ne, 1888’de Bahriye Mektebi’ne kaydolan Mehmed Rauf 1894’te mülâzım-ı sânî rütbesiyle buradan mezun oldu ve Girit’in Suda Limanı’nda bulunan eğitim gemisinde sekiz ay staj görüp İstanbul’a döndü. 1895’te Kiel Kanalı’nın açılış töreni için Hamburg’a gitti. Seyahat dönüşü Girit’te sekiz ay daha kaldıktan sonra İstanbul’a tayin edildi. Sırasıyla Muîn-i Zafer ve Avnullah korvetlerinde, Tarabya’daki karakol gemisinde, Bozcaada ve Süreyyâ gemilerinde, 1899 yılında yüzbaşılığa terfi ederek Necmfeşan gambotunda görev yaptı. 1902’de Şat gambotuna, 1904’te protokol memurluğuna, 1905’te Mekteb-i Bahriyye kitâbet muallimliğine getirildi. II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine yapılan genel terfi sırasında sol kolağası oldu. II. Meşrutiyet’ten sonra imzasız olarak yayımladığı Bir Zambak’ın Hikâyesi adlı pornografik romanının 21 Mayıs 1910’da yasaklanıp toplatılmasının ardından askerî mahkemece altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu olaydan sonra askerlikle ilişkisi tamamen kesildi. 1920’de Şule Neşriyat Evi adıyla bir yayınevi açan Mehmed Rauf, 1 Kasım 1921 - 2 Mart 1922 tarihleri arasında Vakit gazetesi yazarı sıfatıyla İtalya’da bulundu. 1926’da kısmî bir felç geçirdi; 1928’de ikinci bir felç şuurunu kaybetmiş olarak onu yatağa düşürdü. Hastalığının ilerlemesi üzerine kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastahanesi’nde 23 Aralık 1931’de öldü ve Maçka’daki aile kabristanında toprağa verildi. Mehmed Rauf’un edebiyata eğilimi küçük yaşta okuduğu kitaplar ve babasıyla gittiği tiyatrolarla başlar. Önceleri Türk ve Batı edebiyatlarıyla ilgili eserleri okumaya, hatta bildiği İngilizce ve Fransızca ile bazılarını Türkçe’ye tercümeye çalışan Mehmed Rauf edebî zevki geliştikçe George Ohnet, Octave Feuillet, Alphonse Daudet, Emile Zola, Gustave Flaubert gibi realist yazarlara yönelir. İzmir’de Hizmet gazetesini çıkaran, eserlerini okuyarak hayran olduğu Halit Ziya’ya (Uşaklıgil) gönderdiği “Düşmüş” adlı hikâyesi aynı gazetede yayımlandığında henüz on altı yaşındaydı. Mektuplarla kurulan bu dostluk Halit Ziya’nın İstanbul’a gelişiyle daha da ilerler. Fransızca bilgisi, okuma sevgisi ve bizzat tanıştıktan sonra Halit Ziya’nın özel kütüphanesinden faydalanma ve onunla fikir alışverişinde bulunma imkânı ona edebî hayatında yepyeni ufuklar açar. Bu ilişki staj için Girit’e gitmesine kadar kesintisiz devam eder. Bu dönemde Rauf Vicdânî takma adını kullanan Mehmed Rauf’un ilk uzun hikâye denemelerinden biri olan “Garâm-ı Şebâb” da Halit Ziya’nın yardımıyla İkdam gazetesinde yayımlanır. Ardından Mekteb mecmuasına gönderdiği M. R. imzalı bir mektupla eski edebiyat taraftarlarına karşı girişmiş oldukları mücadelede yeni edebiyat taraftarlarını desteklediğini ifade eden Mehmed Rauf’un mecmuaya davet edilmesiyle buradaki edebî faaliyeti başlar. Servet-i Fünûn topluluğuna katılmasına kadar edebî faaliyetlerini yoğun biçimde sürdürdüğü Mekteb mecmuasını Cenab Şahabeddin’in 1897’de Cidde’ye gitmesi üzerine bir müddet tek başına yönetir. 1897 yılından itibaren Servet-i Fünûn mecmuasında yaklaşık beş yıl süren hikâye, roman, mensur şiir, makale ve incelemeler kaleme aldığı yıllar Mehmed Rauf’un edebî hayatının en önemli dönemini teşkil eder. Bu devrede vermiş olduğu edebî eserlerle edebî şahsiyetinin zirvesine ulaşmış ve daima onlarla anılagelmiştir. Bu sırada Prosper Mérimée, Alphonse Daudet ve Catulle Mendès’ten hikâyeler tercüme eden Mehmed Rauf’un ilk romanı Ferdâ-yı Garâm ile sanatının zirvesi kabul edilen ve psikolojik roman tekniğinin edebiyatımızdaki başarılı örneklerinden sayılan Eylül ve bu romandan sonra en çok tanınan eseri Siyah İnciler’de toplayacağı mensur şiirleri ayrıca edebî tetkikleri, Türk, İngiliz ve Fransız edebiyatlarıyla ilgili makaleleri, eleştiri yazıları ve tiyatroya dair makaleleri bu mecmuada yayımlanmıştır. 1901’de Servet-i Fünûn’un tatil edilmesinin ardından II. Meşrutiyet’e kadar sessiz kalan Mehmed Rauf, Meşrutiyet’in ilânından sonra tekrar yazı hayatına geri döner; ancak artık yeni bir edebiyat anlayışı ve yeni bir edebî nesil vardır. 1908’den 1927’ye kadar sürecek olan bu devrede Servet-i Fünûn, Resimli Kitap, Musavver Hâle, Musavver Muhît, Şehbâl, Şiir ve Tefekkür, Şebâb, Resimli Ay, Sevimli Ay, Güneş mecmualarıyla Tanin, Yeni Ses, Cumhuriyet, Peyâm (Peyâm-ı Edebî), Pâyitaht, Vakit gazetelerinde yazar ve Mahasin, Süs, Gelincik ve Sinema Yıldızı adlarında dört magazin mecmuası yayımlar. Bu kadar değişik mecmua ve gazetede yazmış olmasına rağmen onun için artık bir unutuluş devresi başlamıştır. Mehmed Rauf’un bu tecrit edilişinin arkasında hayatının mihveri denilebilecek aşkları ve bohem hayatı yatmaktadır. Özellikle Bir Zambak’ın Hikâyesi’nin yayımlanmasının ardından gelişen olaylar Mehmed Rauf’un edebî itibarını derinden sarsar ve askerlikten uzaklaştırılmasının arkasından hayatını yazılarıyla kazanmak zorunda kalır. Edebî hayatının bu devresinde kaleme aldığı on bir romanın bir kısmı tefrika edildikten sonra kitap haline gelmiş, “Harâbeler” ve “Kâbus” adlı iki romanı ise tefrika halinde kalmıştır. Mehmed Rauf’un bu dönemdeki eserlerinde dikkati çeken husus, önceki romanlarından farklı olarak platonik aşktan çok maddî aşkın ön planda olmasıdır. Diğer taraftan mensur şiirlerindeki azalma da artık hassasiyete eskisi kadar önem vermediğinin bir göstergesidir. II. Meşrutiyet’in ardından tiyatro ile ilgili faaliyetlere de girişen Mehmed Rauf makaleler yazar, adapteler yapar, Sahne-i Osmâniyye ile 1914’te kurulan Dârülbedâyi’in yönetim kurullarında görev alır. Bu devrede beşi telif ve on tanesi adapte on beş piyes yazmıştır. Mehmed Rauf, çıkardığı mecmualar başta olmak üzere bu dönemde kadınlara yönelik çeşitli magazin yazılarıyla doğrudan kadınlar hakkında bazı makaleler kaleme almıştır. Edebî bir değeri olmamasına rağmen bunların çoğu kadınların sosyal hayatta daha etkili rol almalarının, hatta Türk kadınının tiyatroda sahneye çıkmasının gerektiğini söyleyecek kadar devri için yeni ve ileri fikirler ihtiva eder. Mehmed Rauf’un eserlerindeki ortak özellik ana tema olarak genellikle aşırı bir hassasiyet (santimantalizm), alınganlıklar, marazî ve sonu intiharlara varan karşılıksız aşklar, hastalık, ölüm fikri ve bunların vermiş olduğu kötümser atmosferin işlenmiş olmasıdır. Bunlara yine aşırı derecede müzik düşkünlüğünün de (melomani) eklendiği görülür. Eserlerinde sıkça rastlanan ruh tahlillerinde de aşırılık vardır. Kahramanlar ise hemen hemen aynı tiplerdir. Bunlar Batılı hayat tarzını benimsemiş, müziği seven, aşırı hassas, aşk için yaşayan bohem insanlardır. İstisnaî olarak birkaç eserinde mahallî renklerin, geçim sıkıntısının ve vatan aşkının işlenmiş olduğu görülür. Bunların dışında kahramanlarının geçim kaygıları yok gibidir. Mehmed Rauf, Servet-i Fünûn edebî topluluğu içinde dili en sade olan yazardır. Zira diğerlerine nazaran üslûpçuluğu pek başaramamıştır. Bu fark, birbirini imlâdan üslûba kadar kontrol eden Servet-i Fünûn edebî topluluğunun dağılışından sonra daha da belirginleşir. Eserleri: Mehmed Rauf’un hepsi de İstanbul’da yayımlanan çeşitli eserleri vardır: Roman: Eylül (1899), Ferdâ-yı Garâm (1913), Genç Kız Kalbi (1914), Karanfil ve Yasemin (1924), Böğürtlen (1926), Define (1927), Son Yıldız (1927), Cerîha (1927), Kan Damlası (1928), Halâs (1929). Hikâye: İhtizâr (1909), Âşıkane (1909), Son Emel (1913), Hanımlar Arasında (1914), Bir Aşkın Tarihi (1915), Üç Hikâye (1919), İlk Temas İlk Zevk (1922), Aşk Kadını (1923), Eski Aşk Geceleri (1927). Mensur Şiir: Siyah İnciler (1901). Oyun: Ferdi ve Şürekâsı (1909, Halit Ziya’nın aynı adlı romanından uyarlama), Pençe (1909), Cidal (1911), Sansar (1920). Bunlardan başka dergi ve gazetelerde kalan hâtıra tarzındaki bir kısım yazıları Edebî Hatıralar (haz. Mehmet Törenek, İstanbul 1997) ve Mehmed Rauf’un Anıları (haz. Rahim Tarım, İstanbul 2001) adıyla yayımlanmıştır.














