Arama Sonuçları
Boş arama ile 856 sonuç bulundu
- Öğrenme ve Öğretme Süreçleri (Eğitim Durumları)
Uzman Öğretmenlik Eğitim Programı Ve Başöğretmenlik Eğitim Programı: Öğrenme ve Öğretme Süreçleri (Eğitim Durumları) Öğrenme ve Öğretme Süreçleri Eğitim durumları; öğrenme-öğretme süreci, işlemler ve yaşantılar olarak da ifade edilebilir. “Nasıl öğretelim?” sorusuna cevap arar. Eğitim durumları, öğrencilerin hedefe ulaşması için geçirmeleri gereken öğrenme yaşantılarını sağlayacak dış koşulların (uyarıcıların) düzenlenmesi ve işe koşulmasıdır. Bu düzenleme, gerekli olan strateji, yöntem-teknik, araç-gereçleri her türlü etkinlikler ile fiziki düzenlemeleri kapsar. İşlemler, süreç vb. olarak da adlandırılabilir. Bu düzenlemeler, “etkinlikler” olarak da ifade edilebilir. Bu etkinliklerin temel kaynağı kazanımlar (program hedefleri) olmalıdır. Eğitim durumu düzenlemede dış şartlar, iç şartlara göre düzenlenmelidir ki, öğrenci istenilen yaşantıları geçirebilsin. Etkileşim bir anlamda öğrencinin iç şartları ile dış şartları arasındaki etkileşim demektir. Gagne, öğrencinin çevresiyle etkileşimini şöyle gösterir[50]: Farklı davranışların (bilgi, uygulama, beceri, ilgi, tutum, alışkanlık vb.) kazanılması, farklı öğrenme biçimleriyle olur. Farklı öğrenme biçimleri de farklı öğrenme şartlarını gerektirir. Bunun için her metodun tercih edileceği bir durum vardır. Örneğin devimsel alışkanlıklar anlamında becerilerin öğrenilmesinde tekrarlanan alıştırmaların yerini hiçbir şey tutamaz. Bilişsel öğrenmede ise tekrar, ancak öğrenilenlerin unutulmasını önleyebilir. Bu nedenle, bilişsel öğrenmede öğrenilmiş bilginin aynen tekrarı değil, öğrenilenin yeni durumlara uygulanması önemlidir Eğitim durumlarının etkili olabilmesi için onları birbirini pekiştirecek biçimde örgütlemek gerekir. Bunun için eğitim durumları arasında dikey ve yatay esasta uygun ilişkiler kurulmalıdır. Etkili dikey örgütlemenin başlıca etkeni, yaşantıların sürekliliğidir. Bu süreklilik devamlı tekrar şeklinde değil, gittikçe artan karmaşıklıktaki durumları içinde olmalıdır. Yaşantı kendinden önce gelene dayalı ve daha sonra gelene hazırlayıcı olmalıdır. Öğrenme yaşantıları arasındaki yatay ilişki, kaynaşıklık olarak adlandırılır. Öğrencinin geçirmekte olduğu paralel yaşantıların birbiriyle uyumlu bir bütün oluşturmaları, birbirini pekiştirmeleri gerekir. Eğitim durumu, bir anlamda öğrencinin yaşantı geçireceği süreçtir. Bu süreçte öne çıkan iki temel kavram; etkileşim ve iletişimdir. Etkileşim demek; öğrencinin iç şartları ile dış şartlar arasındaki etkileşim demektir. Öğretme-öğrenme sürecinde öğrencinin iç şartları; öğrencinin genel sağlık durumu, ilgili ön bilgi ve becerileri (yetenekleri), ilgi, tutum ve alışkanlıkları, zeka düzeyi, dil becerisi, inanç ve değerler, güdülenmesi, kendine güveni ve benlik tasarımı vb.’ dır. Sürecin dış şartları ise; konu içeriği, ders araç ve gereçleri, öğretim metotları, fiziki çevre, pekiştiriciler, geri bildirim, diğer öğrenciler, öğretmen ve öğretim hizmetidir. Eğitim durumlarının geçerli yaşantıları (beklendik öğrenmeler) sağlayabilmesi için aşağıdaki niteliklere sahip olması gerekir. Eğitim durumları ilk önce hedeflere uygun olmalıdır. Öğretim yöntemleri öğrencilerin ön bilgilerine ve öğrenme stillerine uygun olmalıdır. Eğitim durumları öğrenci ilgisine uygun ve dikkat çekici olmalı. Ekonomik olmalı. Eğitim durumları öğrenci seviyesine uygun olmalı. Öğretim ilkelerine uyulmalı. Kullanılan araç gereçler öğrenci seviyesine uygun olmalı. Eğitim durumları; giriş, geliştirme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Giriş a) Dikkati çekme: Öğretmenin ders başlamadan önce öğrencilerin dikkatini çekmek için örnek olaydan, sorulardan, güncel bir olaydan, hatıra, grafik, şekil ya da fıkradan yararlanmasıdır. b) Güdüleme: Öğrencilere işlenecek konunun kendileri için ne kadar önemli olduğunu ve öğrencilerin ne işine yarayacağını vurgulamaktır. Öğrencilere, konuyu niçin öğrendikleri açıklanır. c) Hedeften haberdar etme: Öğrencilere, derste neler işleneceği konusunda bilgi verilmesidir. Öğrenci hedeften haberdar olursa, daha bilinçli davranır ve hedefe ulaşması kolaylaşır. Örnek: öğretmenin “Bu dersin sonunda vücudunuzun bölümlerini tanıyabileceksiniz.” demesi. Öğretmen güdülemede bilginin öğrencinin ne işine yarayacağını açıklarken, hedeften haberdar etmede ise direkt olarak konunun sonunda ne öğreneceklerini söyler. d) Önkoşul öğrenmelerin hatırlatılması: İşlenecek konuya ön koşul teşkil edecek öğrenmelerin hatırlatılmasıdır. Öğrencilerin yeni bilgiyi daha önce öğrendikleri bilgiler üzerine oturtması için ön bilgilerin hatırlatılması gerekir. Öğrenciler, önce öğrendikleri ile yeni öğrendikleri arasında bağ kurarlar. Örnek: Vücudumuz konusuyla ilgili öğretmenin önceden işlenen ‘sağlığımız’ konusunu hatırlatması. Gelişme Sonuç Ders işlendikten sonra yapılan etkinlikler yer alır. Tartışma, özet ve eğitsel oyunlar kullanılabilir. Bu aşamada öğrenme ürünlerini değerlendirmek için ölçme işlemine gidilmesi gerekir. Ama bu değerlendirme öğrenme eksikliklerini saptamak amacıyla yapılır. Burada not verilmez. Mevcut durumu tespit etmek ve gerekirse düzeltme için yapılır. Öğrenmelerin kontrolü ve kapanış: Kısa özet, ürünün değerlendirilmesi ve sonraki dersle bağlantı kurma. Özet ve tekrar yapma etkinlikleri. Öğrenme eksiklikleri ve yanlışlıklarını belirlemeye yönelik sorular sorma, dersin kalıcılığını sağlamaya yönelik kısa çıkarımlarda bulunma ve bir sonraki dersle ilgili önerilerde bulunma. Öğrenme ve Öğretme Süreci (Eğitim Durumu) Değişkenleriİpuçları (İşaretler): Öğrenme öğretme sürecinde öğrenciye neyi, nasıl öğreneceğini gösteren mesajların tümüne ipucu denir. Sorular, yazılı ve sözlü yönergeler (“buraya dikkat edin”, ”şöyle yapın”), jestler, mimikler, sözlü ve yazılı hedef ifadeleri, açıklamalar, modeller ya da gerçek örnekler ipucu özelliği taşır. İpuçlarının taşıması gereken özellikler: Öğrencinin gelişim düzeyine uygun olmalı. Öğrencilerin bilişsel giriş davranışlarına uygun olmalı. Öğrencilerin duyuşsal özeliklerine uygun olmalı. Öğrencileri, öğrenmeye karşı istekli hale getirmelidir. Çok sayıda duyu organına hitap eden ipuçları verilmelidir. Katılım: Öğrenciler, derse açık veya örtük olarak katılır. Bu katılım dersteki başarıyı olumlu yönde etkiler. Örnek verme, açıklama yapma, soru sorma, sorulan soruya cevap verme öğrencinin derse açık katılımıdır. Öğrencinin derse zihinsel olarak katılımı ise örtük katılımıdır. Ancak öğrenmenin kalıcı olması için açık katılım gereklidir. Öğrenciyi derse katmak için şunlar yapılmalıdır. Öğrenci istekli hale getirilmelidir. Sorular tüm sınıfa sorulmalı. Öğrencinin dikkati hedefler üzerine toplanmalı. Çeşitli yöntem ve teknikler birlikte kullanılmalı. Öğrencilere ön koşul davranışlar önceden kazandırılmalıdır. Kullanılan araç gereçler öğrencilerin düzeyine uygun olmalıdır. Pekiştirme: Bir davranışın görülme sıklığını arttırmak için kullanılır. Öğrencide görülen olumlu davranışlardan hemen sonra pekiştireç verilir. Her zaman aynı pekiştireç verilmemeli. Verilecek pekiştireç öğrencinin yaşına, cinsiyetine, duyuşsal özelliklerine yaşam biçimine göre değişir. Pekiştirecin etkili olabilmesi için her zaman aynı pekiştireç kullanılmamalı, sabit aralıklarla verilmemeli, öğrenci için anlamlı olan pekiştireçler kullanılmalıdır. Başlıca pekiştireçler; alkışlama, sözel onay ifadeleri (“Bravo”, “tebrikler”, “çok güzel”), başarı belgeleri, maddi ödüller (Kitap, saat, bilgisayar vb.), simgesel ödüller (madalya, plaket, yıldız) Dönüt-Düzeltme: Öğrencinin yaptığı bir davranış hakkında kendisine bilgi vermektir. Öğrenciye istenilen davranışın kazanılıp kazanılmadığı hakkında bilgi vermektir. Doğru, yanlış, eksik, tamam yargıları birer dönüttür. Öğrencinin yanlışını düzeltme ve eksiğini tamamlama ise birer düzeltmedir. Dönüt Türleri Schimmel’e Göre Dönüt Türleri Teyit Edici Dönüt: Öğrenciye öğrenme sonuçları hakkında bilgi vermektir. Düzeltici Dönüt: Teyit edici dönütle birlikte, yani öğrencinin öğrenme sonuçlarıyla birlikte doğru cevabın ne olduğunun da verildiği dönüttür. Açıklayıcı Dönüt: Öğrenciye öğrenme sonuçlarıyla ilgili bilgi verildiği gibi, yanlış cevabın neden yanlış olduğu; doğru cevabın neden doğru olduğunun açıklanmasıdır. Teşhis Edici Dönüt: Öğrencinin, yanlış cevabı düzeltmesi için neleri çalışması, nasıl çalışması gerektiğine ilişkin bilgiyi kapsar. Genişletmeye Eklemlemeye Dönük Dönüt: Öğrencinin var olan bilgisini genişletmesini sağlamaya dönüktür. Öğrencini sahip olduğu bilgi ve yeni bilgi arasındaki ilişkiler kurmaya ve öğrencinin sahip olduğu şemayı genişletmeye yardım eder. Öğretmen: İstanbul’un fethi hangi yıl gerçekleştirilmiştir? Öğrenci: 1071 Teyit Edici Dönüt: Maalesef yanlış. Düzeltici Dönüt: Maalesef yanlış. Doğru cevap 1453 olmalıydı. Açıklayıcı Dönüt: Maalesef yanlış. 1071’de henüz Osmanlı İmparatorluğu kurulmamıştı. Çünkü 1071 yılında Malazgirt Zaferi gerçekleşti ve Türklere Anadolu’nun kapıları açıldı. Doğru cevap 1453 olmalıydı. Teşhis Edici Dönüt: Maalesef yanlış. Doğru cevap 1453 olmalıydı. İstanbul’un fethini daha iyi öğrenmek için Fatih Sultan Mehmet’in hayatını okumalısın. Genişletmeye Eklemlemeye Dönük Dönüt: Maalesef yanlış. Doğru cevap 1453 olmalıydı. Üstelik İstanbul’un fethiyle beraber orta çağ kapandı, yeni çağ başladı. Yani bu olay bir çağı kapatıp yeni bir çağ başlatacak kadar dünya tarihi için önemli bir olaydı. DİKKAT: Son yıllarda KPSS’ de; ipucu ve dönüt sıklıkla aynı şıklarda verilmektedir. İpucu ve dönütü birbirinden ayırmanın en iyi yolu ipucu davranışın başlangıcında veya oluşum sürecinde verilirken dönüt davranışın sonunda verilir. Örneğin; doğru cevabın ispanya olduğu bir soruda öğretmenin öğrencilerin soruya cevap verememesi durumunda ‘ Hani, boğa güreşleri yapılan ülke’ demesi süreç esnasında olduğu için ipucu, öğrencilerin ispanya cevabı üzerine doğru ya da bildiniz demesi ise süreç sonunda olduğu için dönüttür. DİKKAT: Pekiştirme, güdülemeyi sağlarken dönüt hatanın, eksiğin fark edilmesini sağlar ve öğrenme-öğretme sürecinde oldukça etkilidir. Dönüt, öğrencinin gösterdiği davranışın ya da verdiği yanıtın neden doğru olduğunu vurgulayabilir. Çoğu zaman dönüt ve pekiştirme bir arada kullanılır. Bazen dönütü pekiştireç izler, bazen de dönüt pekiştireci izler. DİKKAT: Öğretmen öğrencinin derse katılımını sağlamak için uygulamalar yapıyorsa etkin katılımı, öğrencinin hedeflere ulaşması için birtakım yönlendirmeler yapıyorsa ipucunu, istenilen davranışı artırmak amacıyla öğrenciye uyarılar veriyorsa pekiştireci kullanmış olur. Öğrenme Stratejileri Anlamlandırma Stratejisi: Öğrenciler, yeni edindikleri bilgiler ile eski bilgileri ilişkilendirerek uzun süreli belleğe kodlar. Öğrenciler yeni bilgileri olduğu gibi almaz, önceki bilgiler ile bütünleştirerek yeni anlamlar oluşturur. Bu bilgileri zihnine yerleştirir. Öğrenciler sonuçta anlamlı bir bütün meydana getirir. Örgütleme Stratejisi: Öğrenciler yeni bilgiler ile ön bilgilerini kullanarak kendisi için daha anlamlı bilgiyi yeniden yapılandırır. Bilgileri özellik ve benzerliklerine göre gruplandırır. Bir bütünü anlamlı öğelere ayırır. Tekrar Stratejisi: Ezbere dayalıdır. Öğrenciler bir parçadaki cümleleri tekrar ederek, tanımlayarak, okuyarak, bir cümleyi başka cümlelerle bir araya getirerek öğrenir. Kavramları ezberleme, konuları hatırlama gibi zihinsel davranışlar ortaya çıkar. #BaşöğretmenlikSınavKonuları #EğitimDurumları #ÖğrenmeveÖğretme #UzmanÖğretmenlikSınavKonuları
- Öğrenme ve Öğretme Süreçleri (Eğitim Durumları)
Uzman Öğretmenlik Eğitim Programı Ve Başöğretmenlik Eğitim Programı: Öğrenme ve Öğretme Süreçleri (Eğitim Durumları) Eğitim durumları; öğrenme-öğretme süreci, işlemler ve yaşantılar olarak da ifade edilebilir. “Nasıl öğretelim?” sorusuna cevap arar. Eğitim durumları, öğrencilerin hedefe ulaşması için geçirmeleri gereken öğrenme yaşantılarını sağlayacak dış koşulların (uyarıcıların) düzenlenmesi ve işe koşulmasıdır. Bu düzenleme, gerekli olan strateji, yöntem-teknik, araç-gereçleri her türlü etkinlikler ile fiziki düzenlemeleri kapsar. İşlemler, süreç vb. olarak da adlandırılabilir. Bu düzenlemeler, “etkinlikler” olarak da ifade edilebilir. Bu etkinliklerin temel kaynağı kazanımlar (program hedefleri) olmalıdır. Eğitim durumu düzenlemede dış şartlar, iç şartlara göre düzenlenmelidir ki, öğrenci istenilen yaşantıları geçirebilsin. Etkileşim bir anlamda öğrencinin iç şartları ile dış şartları arasındaki etkileşim demektir. Gagne, öğrencinin çevresiyle etkileşimini şöyle gösterir[50]: Farklı davranışların (bilgi, uygulama, beceri, ilgi, tutum, alışkanlık vb.) kazanılması, farklı öğrenme biçimleriyle olur. Farklı öğrenme biçimleri de farklı öğrenme şartlarını gerektirir. Bunun için her metodun tercih edileceği bir durum vardır. Örneğin devimsel alışkanlıklar anlamında becerilerin öğrenilmesinde tekrarlanan alıştırmaların yerini hiçbir şey tutamaz. Bilişsel öğrenmede ise tekrar, ancak öğrenilenlerin unutulmasını önleyebilir. Bu nedenle, bilişsel öğrenmede öğrenilmiş bilginin aynen tekrarı değil, öğrenilenin yeni durumlara uygulanması önemlidir Eğitim durumlarının etkili olabilmesi için onları birbirini pekiştirecek biçimde örgütlemek gerekir. Bunun için eğitim durumları arasında dikey ve yatay esasta uygun ilişkiler kurulmalıdır. Etkili dikey örgütlemenin başlıca etkeni, yaşantıların sürekliliğidir. Bu süreklilik devamlı tekrar şeklinde değil, gittikçe artan karmaşıklıktaki durumları içinde olmalıdır. Yaşantı kendinden önce gelene dayalı ve daha sonra gelene hazırlayıcı olmalıdır. Öğrenme yaşantıları arasındaki yatay ilişki, kaynaşıklık olarak adlandırılır. Öğrencinin geçirmekte olduğu paralel yaşantıların birbiriyle uyumlu bir bütün oluşturmaları, birbirini pekiştirmeleri gerekir. Eğitim durumu, bir anlamda öğrencinin yaşantı geçireceği süreçtir. Bu süreçte öne çıkan iki temel kavram; etkileşim ve iletişimdir. Etkileşim demek; öğrencinin iç şartları ile dış şartlar arasındaki etkileşim demektir. Öğretme-öğrenme sürecinde öğrencinin iç şartları; öğrencinin genel sağlık durumu, ilgili ön bilgi ve becerileri (yetenekleri), ilgi, tutum ve alışkanlıkları, zeka düzeyi, dil becerisi, inanç ve değerler, güdülenmesi, kendine güveni ve benlik tasarımı vb.’ dır. Sürecin dış şartları ise; konu içeriği, ders araç ve gereçleri, öğretim metotları, fiziki çevre, pekiştiriciler, geri bildirim, diğer öğrenciler, öğretmen ve öğretim hizmetidir. Eğitim durumlarının geçerli yaşantıları (beklendik öğrenmeler) sağlayabilmesi için aşağıdaki niteliklere sahip olması gerekir. 1-Hedefe Görelik Eğitim durumları, öncelikle program hedefine uygun olarak düzenlenmelidir. Bunun için hedefe ulaştıracak en uygun strateji, yöntem-teknik ve materyaller seçilip işe koşulmalı; ortam ile zaman buna göre düzenlenmelidir. En detaylı eğitim durumları, günlük planlarda yer alır. 2- Öğrenciye Görelik Eğitim durumları, öğrenci özelliklerine göre düzenlenmelidir. Öğrencinin hazırbulunuşluk düzeyi, gelişim özellikleri, ilgi, ihtiyaç ve yetenekleri ile bireysel farklılıkları dikkate alınarak düzenlenecek eğitim durumları daha etkili olur. Öğrenci tatmin olduğu ve haz duyduğu etkinliklere daha fazla katılım gösterir. 3- Konuya Uygunluk Eğitim durumları (etkinlikler), konunun özelliklerine uygun düzenlenmelidir. Etkinlikler düzenlenirken, bazı disiplin ve konuların kendine özgü birtakım özellikleri olduğu dikkate alınmalıdır. Herhangi özel bir durum yoksa etkinliklerde yer alacak içerik, genel öğretim ilkelerine göre düzenlenebilir. Bunlar: Somuttan-soyuta, basitten-karmaşığa, yakından-uzağa, kolaydan-zora vb. 4-Ekonomiklik Eğitim durumlarının, bir davranış/yeterliğin daha kısa sürede, daha az emek ve masrafla ve daha kolayca kazanılmasına imkan sağlayacak şekilde düzenlenmesini ifade eder. Bir anlamda eğitim durumlarının emek, masraf ve zaman açısından ucuza mal edilmesidir. Eğitim durumlarının ekonomik olmasının yaşantıların ucuza mal edilmesi yanında diğer bir anlamı da hatalardan arınık olması, diğer yaşantılarla kaynaşık ve tutarlı olmasıdır. Bu özellik, literatürde “bir taşla birkaç kuş vurma” olarak ifade edilmektedir. Bunun anlamı, düzenlenen eğitim durumlarının aynı zaman diliminde, birden fazla davranış kazandırmasıdır. Örnek: İngilizce dersinde bilişsel bir hedef davranış kazandırılmaya çalışılırken, amaçlanmadığı halde, öğrencilerde İngilizceye karşı olumlu tutumun gelişmesi. 5- Tutarlılık Bu dersin içinde yapılan tüm uygulamalar kendi içinde tutarlı olacaktır. Diğer derslerle çelişmeyecektir. 6- Öğretim İlkelerine Uygunluk Eğitim durumu düzenlemede strateji, yöntem-teknik veya araç-gereç seçiminde dikkate alınacak öncelikle sırası; program hedefi, öğrenciye görelik ve konuya uygunluk şeklindedir. Eğitim Durumları Düzenlenirken Dikkat Edilecek Özellikler Eğitim durumları ilk önce hedeflere uygun olmalıdır. Öğretim yöntemleri öğrencilerin ön bilgilerine ve öğrenme stillerine uygun olmalıdır. Eğitim durumları öğrenci ilgisine uygun ve dikkat çekici olmalı. Ekonomik olmalı. Eğitim durumları öğrenci seviyesine uygun olmalı. Öğretim ilkelerine uyulmalı. Kullanılan araç gereçler öğrenci seviyesine uygun olmalı. Eğitim durumları; giriş, geliştirme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Giriş a) Dikkati çekme: Öğretmenin ders başlamadan önce öğrencilerin dikkatini çekmek için örnek olaydan, sorulardan, güncel bir olaydan, hatıra, grafik, şekil ya da fıkradan yararlanmasıdır. b) Güdüleme: Öğrencilere işlenecek konunun kendileri için ne kadar önemli olduğunu ve öğrencilerin ne işine yarayacağını vurgulamaktır. Öğrencilere, konuyu niçin öğrendikleri açıklanır. c) Hedeften haberdar etme: Öğrencilere, derste neler işleneceği konusunda bilgi verilmesidir. Öğrenci hedeften haberdar olursa, daha bilinçli davranır ve hedefe ulaşması kolaylaşır. Örnek: öğretmenin “Bu dersin sonunda vücudunuzun bölümlerini tanıyabileceksiniz.” demesi. Öğretmen güdülemede bilginin öğrencinin ne işine yarayacağını açıklarken, hedeften haberdar etmede ise direkt olarak konunun sonunda ne öğreneceklerini söyler. d) Önkoşul öğrenmelerin hatırlatılması: İşlenecek konuya ön koşul teşkil edecek öğrenmelerin hatırlatılmasıdır. Öğrencilerin yeni bilgiyi daha önce öğrendikleri bilgiler üzerine oturtması için ön bilgilerin hatırlatılması gerekir. Öğrenciler, önce öğrendikleri ile yeni öğrendikleri arasında bağ kurarlar. Örnek: Vücudumuz konusuyla ilgili öğretmenin önceden işlenen ‘sağlığımız’ konusunu hatırlatması. Gelişme Öğrenciye kazandırılacak bilgi, beceri ve davranışların uygulamasının yapılacağı her türlü etkinliği içerir. Geliştirme bölümünde hedefe, öğrenciye ve konuya uygun yöntem ve teknikler işe koşulur. İpucu, pekiştirme ve dönüt-düzeltme verilir. Uygun araç gereçler kullanılır. Belirlenen süre içerisinde belirlenen yöntem ve tekniklerle, araç gereçlerle, ipucu, pekiştireç, dönüt ve düzeltmeyle hedefe ulaşılmaya çalışılır. Sonuç Ders işlendikten sonra yapılan etkinlikler yer alır. Tartışma, özet ve eğitsel oyunlar kullanılabilir. Bu aşamada öğrenme ürünlerini değerlendirmek için ölçme işlemine gidilmesi gerekir. Ama bu değerlendirme öğrenme eksikliklerini saptamak amacıyla yapılır. Burada not verilmez. Mevcut durumu tespit etmek ve gerekirse düzeltme için yapılır. Öğrenmelerin kontrolü ve kapanış: Kısa özet, ürünün değerlendirilmesi ve sonraki dersle bağlantı kurma. Özet ve tekrar yapma etkinlikleri. Öğrenme eksiklikleri ve yanlışlıklarını belirlemeye yönelik sorular sorma, dersin kalıcılığını sağlamaya yönelik kısa çıkarımlarda bulunma ve bir sonraki dersle ilgili önerilerde bulunma. Öğrenme ve Öğretme Süreci (Eğitim Durumu) Değişkenleri İpuçları (İşaretler): Öğrenme öğretme sürecinde öğrenciye neyi, nasıl öğreneceğini gösteren mesajların tümüne ipucu denir. Sorular, yazılı ve sözlü yönergeler (“buraya dikkat edin”, ”şöyle yapın”), jestler, mimikler, sözlü ve yazılı hedef ifadeleri, açıklamalar, modeller ya da gerçek örnekler ipucu özelliği taşır. İpuçlarının taşıması gereken özellikler: Öğrencinin gelişim düzeyine uygun olmalı. Öğrencilerin bilişsel giriş davranışlarına uygun olmalı. Öğrencilerin duyuşsal özeliklerine uygun olmalı. Öğrencileri, öğrenmeye karşı istekli hale getirmelidir. Çok sayıda duyu organına hitap eden ipuçları verilmelidir. Katılım: Öğrenciler, derse açık veya örtük olarak katılır. Bu katılım dersteki başarıyı olumlu yönde etkiler. Örnek verme, açıklama yapma, soru sorma, sorulan soruya cevap verme öğrencinin derse açık katılımıdır. Öğrencinin derse zihinsel olarak katılımı ise örtük katılımıdır. Ancak öğrenmenin kalıcı olması için açık katılım gereklidir. Öğrenciyi derse katmak için şunlar yapılmalıdır. Öğrenci istekli hale getirilmelidir. Sorular tüm sınıfa sorulmalı. Öğrencinin dikkati hedefler üzerine toplanmalı. Çeşitli yöntem ve teknikler birlikte kullanılmalı. Öğrencilere ön koşul davranışlar önceden kazandırılmalıdır. Kullanılan araç gereçler öğrencilerin düzeyine uygun olmalıdır. Pekiştirme: Bir davranışın görülme sıklığını arttırmak için kullanılır. Öğrencide görülen olumlu davranışlardan hemen sonra pekiştireç verilir. Her zaman aynı pekiştireç verilmemeli. Verilecek pekiştireç öğrencinin yaşına, cinsiyetine, duyuşsal özelliklerine yaşam biçimine göre değişir. Pekiştirecin etkili olabilmesi için her zaman aynı pekiştireç kullanılmamalı, sabit aralıklarla verilmemeli, öğrenci için anlamlı olan pekiştireçler kullanılmalıdır. Başlıca pekiştireçler; alkışlama, sözel onay ifadeleri (“Bravo”, “tebrikler”, “çok güzel”), başarı belgeleri, maddi ödüller (Kitap, saat, bilgisayar vb.), simgesel ödüller (madalya, plaket, yıldız) Dönüt-Düzeltme: Öğrencinin yaptığı bir davranış hakkında kendisine bilgi vermektir. Öğrenciye istenilen davranışın kazanılıp kazanılmadığı hakkında bilgi vermektir. Doğru, yanlış, eksik, tamam yargıları birer dönüttür. Öğrencinin yanlışını düzeltme ve eksiğini tamamlama ise birer düzeltmedir. Dönüt Türleri Schimmel’e Göre Dönüt Türleri Teyit Edici Dönüt: Öğrenciye öğrenme sonuçları hakkında bilgi vermektir. Düzeltici Dönüt: Teyit edici dönütle birlikte, yani öğrencinin öğrenme sonuçlarıyla birlikte doğru cevabın ne olduğunun da verildiği dönüttür. Açıklayıcı Dönüt: Öğrenciye öğrenme sonuçlarıyla ilgili bilgi verildiği gibi, yanlış cevabın neden yanlış olduğu; doğru cevabın neden doğru olduğunun açıklanmasıdır. Teşhis Edici Dönüt: Öğrencinin, yanlış cevabı düzeltmesi için neleri çalışması, nasıl çalışması gerektiğine ilişkin bilgiyi kapsar. Genişletmeye Eklemlemeye Dönük Dönüt: Öğrencinin var olan bilgisini genişletmesini sağlamaya dönüktür. Öğrencini sahip olduğu bilgi ve yeni bilgi arasındaki ilişkiler kurmaya ve öğrencinin sahip olduğu şemayı genişletmeye yardım eder. Öğretmen: İstanbul’un fethi hangi yıl gerçekleştirilmiştir? Öğrenci: 1071 Teyit Edici Dönüt: Maalesef yanlış. Düzeltici Dönüt: Maalesef yanlış. Doğru cevap 1453 olmalıydı. Açıklayıcı Dönüt: Maalesef yanlış. 1071’de henüz Osmanlı İmparatorluğu kurulmamıştı. Çünkü 1071 yılında Malazgirt Zaferi gerçekleşti ve Türklere Anadolu’nun kapıları açıldı. Doğru cevap 1453 olmalıydı. Teşhis Edici Dönüt: Maalesef yanlış. Doğru cevap 1453 olmalıydı. İstanbul’un fethini daha iyi öğrenmek için Fatih Sultan Mehmet’in hayatını okumalısın. Genişletmeye Eklemlemeye Dönük Dönüt: Maalesef yanlış. Doğru cevap 1453 olmalıydı. Üstelik İstanbul’un fethiyle beraber orta çağ kapandı, yeni çağ başladı. Yani bu olay bir çağı kapatıp yeni bir çağ başlatacak kadar dünya tarihi için önemli bir olaydı. DİKKAT: Son yıllarda KPSS’ de; ipucu ve dönüt sıklıkla aynı şıklarda verilmektedir. İpucu ve dönütü birbirinden ayırmanın en iyi yolu ipucu davranışın başlangıcında veya oluşum sürecinde verilirken dönüt davranışın sonunda verilir. Örneğin; doğru cevabın ispanya olduğu bir soruda öğretmenin öğrencilerin soruya cevap verememesi durumunda ‘ Hani, boğa güreşleri yapılan ülke’ demesi süreç esnasında olduğu için ipucu, öğrencilerin ispanya cevabı üzerine doğru ya da bildiniz demesi ise süreç sonunda olduğu için dönüttür. DİKKAT: Pekiştirme, güdülemeyi sağlarken dönüt hatanın, eksiğin fark edilmesini sağlar ve öğrenme-öğretme sürecinde oldukça etkilidir. Dönüt, öğrencinin gösterdiği davranışın ya da verdiği yanıtın neden doğru olduğunu vurgulayabilir. Çoğu zaman dönüt ve pekiştirme bir arada kullanılır. Bazen dönütü pekiştireç izler, bazen de dönüt pekiştireci izler. DİKKAT: Öğretmen öğrencinin derse katılımını sağlamak için uygulamalar yapıyorsa etkin katılımı, öğrencinin hedeflere ulaşması için birtakım yönlendirmeler yapıyorsa ipucunu, istenilen davranışı artırmak amacıyla öğrenciye uyarılar veriyorsa pekiştireci kullanmış olur. Öğrenme Stratejileri Anlamlandırma Stratejisi: Öğrenciler, yeni edindikleri bilgiler ile eski bilgileri ilişkilendirerek uzun süreli belleğe kodlar. Öğrenciler yeni bilgileri olduğu gibi almaz, önceki bilgiler ile bütünleştirerek yeni anlamlar oluşturur. Bu bilgileri zihnine yerleştirir. Öğrenciler sonuçta anlamlı bir bütün meydana getirir. Örgütleme Stratejisi: Öğrenciler yeni bilgiler ile ön bilgilerini kullanarak kendisi için daha anlamlı bilgiyi yeniden yapılandırır. Bilgileri özellik ve benzerliklerine göre gruplandırır. Bir bütünü anlamlı öğelere ayırır. Tekrar Stratejisi: Ezbere dayalıdır. Öğrenciler bir parçadaki cümleleri tekrar ederek, tanımlayarak, okuyarak, bir cümleyi başka cümlelerle bir araya getirerek öğrenir. Kavramları ezberleme, konuları hatırlama gibi zihinsel davranışlar ortaya çıkar.
- Divan Şairi Nâbî
1642'de Urfa'da doğdu. Asıl ismi Yusuf. İyi bir öğrenim gördü. Farsça ve Arapça öğrendi. 24-25 yaşında İstanbul'a geldi. Muhasip Mustafa Paşa'nın önce divan katibi, sonra kethüdası oldu. Mustafa Paşa ile birlikte 1671'daki Lehistan seferine katıldı. Yazdığı "Fetih-nâme-i Kamançina" adlı risaleyle padişahın ilgisini çekti. 1678'de hacca gitti. Dönüşündü sunduğu "Tuhfet-ül Haremeyn" adlı eseriyle padişahtan samur kürk armağanı aldı. Mustafa Paşa'nın ölümünden sonra Halep'e yerleşti. Sadrazam Baltalı Mehmet Paşa'nın yardımını aldı. Paşanın sadrazam olmasından sonra onunla birlikte İstanbul'a geldi. "Şeyh-üş-şuara" unvanıyla itibar gördü. 6 padişah devri gördükten sonra 10 Nisan 1712'de yaşamını yitirdi. Eserlerinde daha çok hikmet ve derb-i mesel tarzını seçti. Şiirlerinde duygulardan çok düşünceler hakimdir. Çağının acı, çirkin, aksak yanlarını akıcı, zarif ve sade bir dille eleştirir. Türkçe divanının yanı sıra Farsça bir divançesi var. Hayrî-nâme adlı eseri, oğlu Ebu'l-hayr Mehmed Çelebi için yazılmış öğretici, ahlai bir öğütler kitabı. Diğer eserleri şöyle: Hayr-âbâd (Mesnevi), Terceme-i Hadîs-i Erbâin, SÛr-nâme, Zeyl-i Siyer-i Veysî, Münşeât. Nabi, büyük bir şair ve edip, aynı zamanda büyük bir alimdir. Peygamberimiz "Ilim beşikten mezara kadar herkese farzdır. " buyuruyorlar. Nabi, "Hayriyye" adlı mesnevisinde ilim ve ahlaka dair konulara şöyle dikkat çekiyor. İlm bir lücce-i bi-sahildir Anda alim geçinen cahildir (AÇIKLAMASI: İlim, kıyısı bulunmayan bir denizdir. Bu deniz karşısında alim geçinen cahildir. Allah, cehalete ölüm, ilme de hayat dedi. Sana sordukları zaman " Ben bilmiyorum" demekten, bilmek daha güzel değil midir? ) Cehle Hak mevt dedi ilme hayat Olma hem-hal-i güruh-ı emvat ( AÇIKLAMASI: Ehlinden, bilenlerden oku, öğren, utanma. Herşeyi bilmek, bilmemekten hayırlıdır. ilim kadar yüksek bir iş yoktur. İlimden hiç kimse zarar görmedi.) Bilmek elbette değil mi ahsen Sorsalar "Ben onu bilmem " demeden (AÇIKLAMASI: İlmin yüzeyinde (kabuğunda) kalma, ama mananın özüne ulaş. Deniz kıyısında inci olur mu? İnci istiyor isen, denizin derinliklerine dalmalısın.) Nabi, ilmin her alanda uygulanması gerektiğini düşünüyor. Devlet idaresinde de ilme ihtiyaç vardır. Çünkü dinin ve devletin işleri, ancak ilim ve akıl ile halledilebilir. Eğer devlet adamları işlerinde akıl ve ilmi ön planda tutmuyorlarsa, o ülkede düzen bozulur, adalet kalmaz. Bu da kargaşaya, devlete itimatsızlığa , başıboşluğa sebep olur. Zalim idareciler halkı isyana, anarşiye, ahlak çöküntüsüne, huzursuzluğa sürükler. Nabi, yine aynı eserinde devrin alimlerinden olan kadıların (hukukçular) bir kısmının maalesef cahil, vicdansız ve rüşvetçi olduğundan bahseder. Nabi, bunları yaklaşık 300 yıl evvel söylemiş ama o günden bu güne değişen pek bir şey yok gibi. Hukuk sisteminin bozulup yozlaşması, otorite boşluğunu ve ahlaki çöküntüyü beraberinde getiriyor. Nabi, bir nasihatname olan "Hayriyye" adlı eserini oğlu için ,onun şahsında bütün gençler için kaleme almış. Her şeyin parayla ölçüldüğü, insanların zenginlik ve rütbe peşinde koştuğu bir toplumu, onun düzenini, ahlak kavramını, güngörmüş ve erdemli bir insan gözüyle aktaran Nabi, bu durumdan son derece rahatsızdır. Oğluna idareci olmaması yolunda nasihatler verir. Etme ayanlığa zinhar heves Evsatu'n-nas ol o devlet sana bes (Açıklama: Sakın ayanlığa (idareci, yönetici) heves etme. Halkın orta hallilerinden ol,o saadet sana yeter.) Bu konuyu Osmanlı dönemi kadıları ile ilgili anlatılan pek çok hikayeden biri ile bitirelim. "Rumeli'de bir kasabanın kadısı ahaliye çok eziyet eder. Adam kayırma, zulüm, rüşvet halkı canından bezdirir. Kasabalı kadıyı İstanbul'a şikayet eder. Neden sonra padişaha ulaşılır ve padişah kadıyı görevinden alır. Kadı eşyalarını toplar, ahali de kadıyı uğurlamaya gelmiş gibi ama aslında ne kadar malı olduğunu öğrenmek için evinin önünde toplanmıştır. Görürler ki geldiğindeki eşyası ile şimdiki arasında dağlar kadar fark var. Kadı en son mahzenden bir küp çıkarır. Evin etrafındaki halkı yanına çağırır. Herkes merakla küpe yaklaşır. Bakarlar ki kocaman küp altınla dolu. Bu altınlar kendilerinden zorla , rüşvetle alınan paralardır. Halk altınlara ve küpe bakadursun kadı şöyle der : -Ey ahali, doğrusu size acıyorum. Şu küpe bakın. Dolmasına iki parmak kalmıştı. Halbuki yeni kadı, boş küp ile gelecek !... MEKKE YOLCULUĞU Nabi , 1642 yılında Urfa'da doğar. Urfa'nın tanınmış ailelerindendir. İyi bir eğitim görmüştür. Arapçayı ve Farsçayı çok iyi bilir. Devrinde " Sultanü'ş-Şuara " diye anılmıştır. Nabi ile ilgili, 1678 yılında hacca giderken yaşadığı rivayet edilen bir hadise vardır. Şair , hacca gitmeye niyet eder ve bir kafile ile yola koyulur. O dönemde günlerce süren meşakkatli bir yolculukla ancak menzile ulaşılabiliyordu. Şairin de içinde bulunduğu kafile Medine'ye yakın bir yerde vakit geç olduğu için mola verir. Nabi , mübarek yerlere yaklaşmış olmanın heyecanı ile uyuyamamıştır. Gözleri etrafta gezinirken bir kişinin ayakları kıbleye karşı yattığını görür. Böyle durumlarda çok hassas olan şair, irticalen şu mısraları söyler. Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda'dır bu Nazargah-ı Ilahi'dir makam-ı Mustafa'dır bu Bu beyti duyan kişi hemen toparlanır, ayağa kalkar. Davranışı kasti değildir ama çok utanır. Bir müddet sonra herkes toparlanır ve yola çıkarlar. Sabah ezanları okunurken Medine'ye yaklaşmışlardır. Fakat hayrete düşerler. Mescid-i Nebi'nin bütün minarelerinden müezzinler sala verir gibi şunları okumaktadır. Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda'dır bu Nazargah-ı Ilahi'dir makam-ı Mustafa'dır bu Namazlar kılındıktan sonra kafilede bulunanlar büyük bir şaşkınlık içinde müezzine sorarlar. " Bu şiiri şair Nabi daha bu gece yolda iken söylemişti. Siz nereden biliyorsunuz?" Aldıkları cevap hem enteresan, hem de muhteşemdir. "Peygamber efendimiz (sav) bu gece rüyamızda bize bu beyti öğretti ve sabah ezandan önce okumamızı istedi." KIT'A Erzân metâ'-ı fazl ü hüner tâ o denlü kim Bin ma'rifet zemânede bir âferînedir Ebnâ'yı dehr her hünere âferîn verir Yâ Râb bu âferîn ne tükenmez hazinedir GAZEL Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz Bir neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz Çok da mağrûr olma kim mey-hâne-i ikbâlde Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine Kişver-i câhın nice sengin hisârın görmüşüz Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır ser-mâyesi Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh Bî-aded mağrûr-ı sadr-ı i'tibârın görmüşüz Kâse-i deryûzeye tebdil olur câm-ı murâd Biz bu bezmin Nâbiyâ çok bâde-hârın görmüşüz GAZEL Bir devlet içün çehre temennâdan usandık Bir vasl içün ağyâra müdârâdan usandık Hicrân çekerek zevk-ı mülâkaatı unutduk Mahmûr olarak lezzet-i sahbâdan usandık Düşdük katı çokdan heves-i devlete ammâ Ol dâiye-i dağdağa-farmâdan usandık Dil gamla dahi dest ü giribândan usanmaz Bir yâr içün ağyâr ile gavgaadan usandık Nâbi ol âfetin ahvâlini nakl it Efsâne-i Mecnûn ile Leylâ'dan usandık
- Destanlar ve Özellikleri
10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Destan Destan, toplumların geçmişinde derin izler bırakmış bir olayı, özellikle de yiğitlik ve olağanüstülükleri manzum olarak öyküleyici bir şekilde anlatan edebî türlerdendir. Kahramanların olağanüstü kişilikleri, içinden çıktıkları toplumun temel özellikleri ile oluşmuştur. Bu kahramanlar, aklın alamayacağı büyük işlerin üstesinden gelir. Destanlarda olay ve kişiler olmak üzere iki unsur ağırlıktadır. Zaman ve mekân unsurlarına ayrıntılı biçimde yer verilmez. Destanlar, ulusların tarihte yer almaya başladıkları dönemlerin ilk ürünleridir. Bu nedenle bu ürünlerde onları oluşturan toplumların tarihlerinden izler görülür. Destanlar oluşumları bakımından doğal ve yapma destan olmak üzere ikiye ayrılır: Doğal Destan Milletlerin yaşamında derin izler bırakan tarihsel ya da toplumsal bir olayın sözlü gelenekte olgunlaştıktan sonra destan geleneğini bilen biri tarafından derlenmesiyle oluşan destanlara doğal destan denir. Doğal destanların oluşumları üç safhada gerçekleşir. Birinci safha, tarihsel olayın ortaya çıktığı çekirdek dönemidir. Toplumun belleğinde derin ve sarsıcı izler bırakan bir olay, zaman içinde gelişerek büyür; farklı söyleyişlerle ve eklemelerle zenginleşir. İkinci safhada ozanlar toplumun dilinde zenginleşen ve efsaneleşen olayları düşsel dünyalarında geliştirerek saz eşliğinde dillendirirler. Destan yazıya geçmediği için bu dönemde de büyüyüp gelişmeye devam eder. Son safha, destan geleneğini bilen bir kişinin destanın tüm varyantlarını elde ettikten sonra destanı yeniden oluşturup yazıya geçirmesidir. Doğuş: Milletin ortak şuurunda ve hayal gücünde iz bırakan birtakım tarihî ve sosyal olaylar meydana gelir, bunlarda rol alan bazı kahramanlar yüceltilerek ön plana çıkarılır. Yayılış: Olay ve kahramanlarına yenileri eklenerek destan bölgeden bölgeye ve kuşaktan kuşağa geçer. Yazıya geçiriliş: Bu dönemde sözlü geleneği bilen güçlü bir şair ortaya çıkar ve destanı bir şiirler bütünü halinde nazma çeker. Türk dili, edebiyatı ve tarihi için önemli bir kaynak niteliği taşıyan destanlar, Sözlü Edebiyat Dönemi ürünlerindendir. Türk destanları, Türklerin göçebe hayatı yaşamaları ve geniş coğrafi alanlara yayılmış olmaları sebebiyle ikinci oluşum safhasında kalmış, oluşumunu tamamlayamamıştır. Yani bir destan şairi tarafından yazıya geçirilmemiştir. O yüzden doğal Türk destanları manzum değildir. Bilinen yazılı Türk destanları daha çok İran, Çin, Arap, Moğol, Bizans ve Batı kaynaklarından derlenmiş; oluşumlarından çok sonra yazıya geçirilmiştir. M. Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan Türkoloji alanındaki çalışmalarıyla Türklerin Müslüman olmadan önceki tarih, dil ve edebiyatına ait bilgiler ve veriler ortaya koymuşlardır. Schiefner, Radloffve Potanin gibi bilginlerin araştırmaları Türklerin ilk destan dönemlerini aydınlatmıştır. Ziya Gökalp’in Türk Töresi(İstanbul 1339) ve Türk Medeniyeti Tarihi(İstanbul 1341) adlı eserlerinde Türk destanları hakkında önemli bilgiler yer alır. Fuad Köprülü “millî destan” sözünü tercih ederek, destanların millî yönüne dikkat çekmiştir. Bir destanda bulunması zorunlu başlıca unsurlar tek, toplu, kahramanca ve gerçeğe benzemekle birlikte hârikalarla dolu bir olay ile toplumun ilgisini çeken bir şahıstır. Ayrıca ikinci derecedeki şahısların da belirgin olması, mutlaka metnin şiirsel bir anlatım özelliği taşıması ve esas konunun anlatıldığı bölümlerin yanında çeşitli kısa bölümlerle bir bitiş kısmı içermesi gerekir. Ayrıca dil, hayal gücü ve nazım özellikleri de üstün olmalıdır. Hayaller canlı, duygular yüksek olmalı, bir bütünlük içinde, döneminin sosyal ruhunu aksettirmelidir. Yunanların İlyada, Odysseia(Odisse), İranlıların Şehnâme, Finlerin Kalevala(Kalevala), Fransızların Chansonde Roland(Şanson de Rölant), Sümerlerin Gılgamış, Almanların Nibelungenlied (Nibelungenlid) , İngilizlerin Beowulf(Biwolf), İspanyolların LeCid(Lösid), Rusların İgor, Hintlerin Ramayanave Mahabharata(Mahabarata), Japonların Şintoadlı destanları dünyaca ünlü doğal destanlara örnektir. Türk edebiyatında ise Alp Er Tunga, Oğuz Kağan, Şu, Ergenekon, Bozkurt, Türeyiş destanları doğal destanlardır. Yapma Destan Herhangi bir tarihî olayın bir ozan tarafından destan kurallarına uygun olarak yazılmasıyla oluşan destanlara yapma destan denir. Tasso’nun (Taso) Kurtarılmış Kudüs, Ariosto’nun (Ariyosto) Çılgın Orlando, Dante’nin İlahi Komedya adlı eserleri İtalyan edebiyatının; Vergilius’un (Vercilyus) Aeneisadlı eseri Latin edebiyatının; Milton’ın (Miltın) Kaybolmuş Cennet adlı eseri İngiliz edebiyatının önemli yapma destanlarıdır. Mehmet Âkif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine, Cahit Külebi’nin Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı, Yahya Kemal Beyatlı’nın Selimnâme adlı eserleri Türk edebiyatının yapma destan örneklerindendir. Millî Destanlar Türk milletinin tarih öncesi denilebilecek çok eski çağlarda yaşadığı din, fazilet ve kahramanlık olayları etrafında oluşan destanlardır. Genellikle bu tür destanlarda halkın hayal gücü; kahramanlık, sadakat, merhamet, aşk, hainlik gibi insani özelliklerin her birini destandaki bir kişiye temsil ettirir. Bir gün büyük bir şair çıkarak halkın meydana getirdiği bütün efsaneleri toplayıp birleştirir ve kendi üslûbu ile edebî bir form içinde millî destanı oluşturur. Kırgızların nazma çekeni bilinmeyen Manas destanı bu türdendir. Dinî Destanlar Türk kültür ve edebiyatında Türklerin Müslüman olmasından sonra ortaya çıkan destanlardır. İslâmiyet’in kabulünü takip eden dönemlerde eski Türk destanlarında yüceltilen alp tipinin yerini gazi tipi alır ve özellikle Anadolu’da doğan yeni destanlarda bu tipin önemli bir yer tuttuğu görülür. Bunların en tanınmışları Battal Gazi, Satuk Buğra Han ve Dânişmend Gazi destanlarıdır. Kahramanlık Destanları Türklerin İslâmiyet’i kabulünden önce ve sonra örnekleri bulunan bu türdeki destanlar halka sahip çıkan, onlara liderlik eden, haklarını koruyan, gerektiğinde tek başına mücadele veren kahramanlar etrafında oluşur. Destanlarda yer alan kahramanları halk muhayyilesi zamanla idealleştirir. Aynı zamanda milleti temsil eden bu kahramanların yanı sıra çeşitli özellikleriyle destanlarda yer alan diğer kişiler de şöhret kazanırlar. İslâmiyet’ten önce Alp Er Tonga destanı ve Oğuz Kağan destanı, İslâmiyet’ten sonraki dönemde ise Köroğlu destanı bu türdendir. Halk Destanları Bir toplumu derinden etkileyen çeşitli olaylarla hayat sahnelerini, halkın duygu ve düşünceleri çerçevesinde ve halk diliyle anlatan manzumelerdir. Genellikle bir ezgi eşliğinde söylenen bu destanlar konuları yönünden şu gruplarda toplanabilir: Savaş destanları; deprem, yangın, salgın hastalık gibi olaylarla ilgili âfet destanları; eşkıyaların ve ünlü kişilerin hayat maceralarını anlatan destanlar; mizahî destanlar; toplumsal taşlama ya da yergi mahiyetindeki destanlar; öğüt (atasözü) destanları; hayvan destanları; yaş (ömür) destanları). Bu genel konular dışında özel ve şahsî durumlarla ilgili olayları anlatan destanlar da vardır. İslâmiyet’ten Önceki Türk Destanları Yaratılış Destanı: Radloff tarafından Altay Türkleri arasından derlenen bu destan, dünyanın yaratılışı hakkında Türklerin inanışını ortaya koymaktadır. Alp Er Tunga Destanı: Şehnâme’de Efrâsiyâb adıyla geçen Alp Er Tunga, Orta Tien Şan’da kurulan ve milâttan önce 4. yüzyıla kadar devam eden Saka Devleti’nin hükümdarıdır. Tarih sahnesindeki ilk Türkler olarak bilinen Sakaların hükümdarı Alp Er Tunga’nın İranlılarla yaptığı savaşların anlatıldığı destandır. Alp Er Tunga’nın kahramanlıkları, başarıları ve ölümünün ardından duyulan üzüntü de destanda yer alır. Şu-Saka Destanı: Saka Türklerinin ve Hükümdar Şu’nun Makedonya hükümdarı Büyük İskender’in ordularıyla yaptığı savaşlar ve mücadeleler anlatılmaktadır. Bu destanla ilgili bilgiler Divan-ı Lügat’it Türk’te yer almaktadır. Oğuz Kağan Destanı: Oğuz Kağan’ın doğumuyla başlar ve onun kahramanlıkları, evliliği, komşu boylarla mücadeleleri vb. ile devam eder. Oğuz Kağan’ın Hun Hükümdarı Metehan olduğu bazı kaynaklarda ifade edilir. Destan, Oğuz Kağan’ın Orta Asya Türk birliğini nasıl kurduğunu anlatır. Gerek Oğuz Kağan’ın şahsiyeti gerekse bu destan hakkında değişik görüş ve yorumlar bulunmaktadır. Bahaeddin Ögel’e göre destanın aslını teşkil eden efsane, Oğuz Kağan olduğu sanılan Hun Hükümdarı Mete’den önce Orta Asya’da geçmektedir. M. Fuad Köprülü, destanın Alp Er Tunga’nınkinden sonra en eski Türk destanı olduğu görüşündedir. •Bugün bilinen destan, aslında Oğuznâmede denilen çok geniş bir destanın veya destan dairesinin parçalarıdır. Bu dairenin önemli bir bölümü de Dede Korkut Kitabı’nı oluşturmaktadır. Kurttan Türeyiş Destanı: Çin kaynaklarında bu konuda üç ayrı efsane vardır. Bunların ikisinde, düşmanlarına mağlûp olan Göktürklerden eli ve ayağı kesilmiş bir çocuğa bir kurdun bakması ve onunla evlenerek yüz veya on erkek çocuk doğurması; diğerinde ise Hunların kuzey bölgelerinde yaşayan on sekiz kardeşin en büyüğünün kurttan doğması, bu kardeşlerin ve bunlara bağlı halkın düşmanlar tarafından öldürülmesiyle geriye yalnız kurttan doğan büyük kardeşin kalması anlatılmaktadır. Ergenekon Destanı: Bu destana göre Göktürkler düşmanlarla savaşır ve sonunda yenilirler. Düşman büyükleri kılıçtan geçirir, küçükleri alıp götürür. İl Han’ın oğlu Kıyan ile yeğeni Negüz, hanımları ile birlikte geride kalan deve, at, öküz, koyun ve diğer malları alarak sarp ve etrafı kayalarla çevrili bir yere sığınırlar, burada yıllarca yaşar ve çoğalırlar. Ergenekon adını verdikleri bu yere sığmaz olunca kayaların arasında bulunan bir demir dağı eritip açılan yoldan dışarı çıkar ve böylece yeni yurtlar edinerek hakanları Börte Çene’nin hâkimiyetinde varlıklarını sürdürürler. Ergenekon, Türklerin demircilik ananesini gösteren önemli bir destandır. Türeyiş ve Göç Destanı: Karakorum çaylarından sayılan Toğla ve Selenge ırmaklarının arasında iki ağaç vardır. Bu iki ağacın arasına bir gün gökten bir ışık iner. Uygurlar oraya yaklaştıkları sırada çok tatlı bir müzik sesi duymaya başlarlar. Her gece ışık inmeye devam eder. Uygurlar bir gün ayrı ayrı kurulmuş beş çadır ve her çadırda bir çocuk görürler. Çocukları alır, büyütür ve onlara büyük saygı gösterirler. Bu çocuklardan Bögü Tegin’ih anlık tahtına oturturlar. Bögü Han’ın soyundan gelenlerden Yü-lunTigin, Çinlilerle aralarındaki savaşa son vermek için Çin prenseslerinden biriyle evlenir. Çinliler buna karşılık Karakorum’un kudret ve zenginliğinin kaynağı olarak gördükleri Kutluğdağ’ı Tigin’den isterler ve dağ kendilerine verilince de onu parçalayıp götürürler. Bir süre sonra memleketin başına türlü felâketler gelir ve kağanlar arka arkaya ölür. Bunun üzerine canlı cansız her şey “göç” diye bağırmaya başlar ve sonunda Uygurlar Turfan’a göç etmek zorunda kalırlar. Ayrıca Uygurların kurttan türeyişlerini ve Mani dinini kabul edişlerini anlatan başka destan parçaları da vardır. İslâmî Dönem Türk Destanları. Manas Destanı: Kırgızların iç ve dış düşmanlar, Kalmuklar, Çinliler, yer yer de Uygurlar ve diğer Orta Asya Türk kabileleriyle yaptıkları hürriyet mücadelesini derin bir vatan ve millet sevgisi içinde dile getirir; ayrıca Kırgızların etnografyası, âdet ve inançları hakkında da bilgiler verir. Destanda bütün Türk boyları için büyük değer taşıyan dil, edebiyat ve tarih malzemeleri de önemli bir yer tutmaktadır. Bu destanın devri hakkında araştırmacılar farklı görüşlere sahiptir. M. Fuad Köprülü, Kâşgarlı Mahmud zamanında henüz teşekkül etmediği, daha sonra Cengiz devrinden önce oluştuğu kanaatindedir . Bazı araştırmacılar ise daha eski bir dönemde, 9. yüzyılda Kırgızların Yenisey ve Minusin bölgelerinde yaşadıkları yıllarda Uygurlar ve Çinlilerle yaptıkları savaşlar sırasında oluşmaya başladığını, 16. ve 17. yüzyıllarda Kırgızlarla Kalmuklar (Budist Batı Moğolları) veya Müslüman Orta Asya kavimleriyle Kalmuk ve Çinliler arasında cereyan eden kanlı savaşlar sırasında da bünyesine yeni unsurlar alarak zenginleştiğini, böylece yeniden teşekkül etmiş olduğunu ileri sürmektedirler. Daha sonra, özellikle İslâmî unsurlarla beslenen destan, Müslüman Alplerle kâfir Kalmuklar arasındaki mücadelelerin ve iç çatışmaların yer aldığı yeni bir çatı kazanmıştır. Manas destanı, eski Türk destan ve mitolojisinden derin izler taşımakla beraber müstakil bir yapıya sahiptir ve tamamı manzum olan uzun metinde 500.000’den fazla mısra bulunmaktadır. Cengiznâme: Orta Asya Türkleri arasında çok yaygın olan Cengiznâme, Cengiz Han ile atalarının efsanevî hayatlarını hikâye eder. İslâm ve Moğol kaynaklarında bulunmayıp yalnız çok eski Çin yıllıklarında görülen bazı destan motiflerinin yer aldığı Cengiznâme’ye göre Cengiz’in atalarından biri olan Doyunbayan, annesi Ulamelik Körklü’nün güneş ışığından hamile kalması sonucu doğmuştur. Diğer bir motif de Cengiz’in annesi Alangua’nın, kocası öldükten sonra ışık olup yanına giren bir bozkurttan hamile kalması ve bunun sonucunda Cengiz’in doğması şeklindedir. Cengiznâme’nin elde mevcut en eski yazması 16. yüzyıla aittir. Satuk Buğra Han Destanı: İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlıların İslâmiyet’i kabul eden birinci hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın (ö. 344/955-56) kişiliğini, İslâm dinini kabulünü ve İslâmiyet’i yaymak için gösterdiği fedakârlıklarla kerametlerini anlatan menâkıbnâme özelliğinde bir destandır. Battal Gazi Destanı: Battalnâme diye de anılan bu destan, tarihî bir şahsiyet olan Battal Gazi’nin hayatını, Anadolu’ya yerleşen Müslüman Türklerin gözüyle aksettiren destanlaşmış bir halk anlatısıdır. Dânişmendnâme: Dânişmend Gazi destanı olarak da bilinir. Anadolu’da Dânişmendlilerin kurucusu Dânişmend Gazi’nin adı etrafında oluşmuş bir kahramanlık menkıbesidir. Kahramanları Türk menşeli olmayan Battalnâme ve Ebû Müslimnâme gibi iki büyük destanî hikâyeden sonra aynı daireye giren, fakat kahramanı Türk olan mensur bir eserdir. Saltuknâme: Sarı Saltuk’un(XIII. yüzyıl) menâkıbını anlatan ve Dânişmendnâme gibi mensur olan eser, Cem Sultan’ın arzusu üzerine XV. yüzyıl sonlarında kaleme alınmıştır. Türklerin Rumeli’ye yerleşmelerini ve İslâmiyet’i yaymalarını anlatan Saltuknâme, yeni bir ülkenin yurt tutulması ve Müslümanlaştırılması konusunda yazılan; destanî bir halk hikâyesidir. Bu özelliğinden dolayı dil, tarih ve folklor malzemesi bakımından oldukça zengindir. Köroğlu Destanı: İslâmî dönemde meydana gelmekle beraber dinî bir özellik taşımayan bu destan, bütün Türk boyları arasında yaygın olan zengin bir külliyata sahiptir. Destan kahramanı Köroğlu ve destanın kaynağı hakkında çok çeşitli görüşler vardır. Araştırmacılar, arşiv vesikalarına dayanarak Köroğlu’nun XVI. yüzyılda Anadolu’da yaşadığını ortaya koymuştur. Köroğlu destanının birçok kolu vardır; ayrıca Gürcü, Ermeni ve Tacikler arasında da Köroğlu’nun şiirleri Türkçe olarak söylenmektedir. Köroğlu bu destanda hem kahraman bir cengâver, hem de saz çalıp şiir söyleyen bir âşıktır. Bu durum, birden fazla Köroğlu’nun aynı kişinin şahsında birleştirildiği ihtimalini düşündürmektedir. Ancak Köroğlu destanı kollarının hepsinde olaylar birbirine bağlanarak belirli bir şema içinde anlatılmakta ve destan daireleri devam etmektedir.
- Divan Şiirinde Gül ve Bülbül Mazmunu
Gül; aşık olunan (ma’şuk) yani Leyla’dır. Bülbül ise aşık olan (aşık) yani Mecnun’dur. Gül denildiğinde akla ilk gelen çağrışım gül-bülbül ilişkisidir. Bu iki kavram, Klasik Osmanlı şiirinin en önemli mazmunlarındandır. Gül, sevgilidir. Ancak bazen sevgili; bir peygamber, padişah, şehzade de olabilir. Bülbül, ömrünü sevgili yolunda feda eden, ona ulaşmak için binbir zahmete katlanan, ondan gelecek her türlü acıyı lezzet sayan divane bir âşıktır. Gül ile bülbülün aşkı; pek çok şiire, mesneviye, şarkıya ilham kaynağı olmuştur. Bülbül ve gül mazmunu, 13. yüzyıldan itibaren Türk edebiyatında birçok aşk hikâyesinin sembolü olmuştur. Bülbül, güle âşıktır fakat dikenleri yüzünden ona yaklaşamamaktadır. Bu ayrılık, aşk acısını doğurur. Gülüm şöyle, gülüm böyle, demektir yâre mu'tâdım; Seni ey gül, sever cânım ki cânâne hitâbımsın! Nedîm Sevgilime hep gülüm şöyle güzeldir, böyle güzeldir derim. Ey gül! Seni severim çünkü sevgilime, en kıymetlime seslenişimsin! Edebiyatımızdaki bu gül-bülbül aşkı, daha çok mesnevî türünde yazılan eserlerde işlenmiştir. Bülbülnâme, Bülbüliye ve çoğunlukla da Gül ü Bülbül adı verilen bu eserler, genellikle alegorik (sembolik) bir üslupla kaleme alınmıştır
- Yabancı Özel Adların Yazılışı
Latin Harflerini Kullanan Dillerdeki Özel Adlar 1. Latin harflerini kullanan dillerdeki özel adlar özgün biçimleriyle yazılır: Beethoven, Byron, Cervantes, Chopin, Eminescu, Grimm, Horatius, Molière, Puccini, Rousseau, Shakespeare; Bologna, Buenos Aires, Iorga, Ile-de-France, Karlovy Vary, Latium, Loire, Mann, New York, Nice, Rio de Janeiro, Vaasa, Wuppertal vb.Ancak Batı dillerinde kullanılan adların okunuşları ayraç içinde gösterilebilir: Shakespeare (Şekspir) vb. 2. Eskiden dilimize yerleşmiş bazı Batı kökenli kişi ve yer adları Türkçe söylenişlerine göre yazılır: Napolyon, Şarlken, Şarl (Demirbaş Şarl); Atina, Brüksel, Cenevre, Londra, Marsilya, Münih, Paris, Roma, Selânik, Venedik, Viyana, Zürih; Hollanda, Letonya, Lüksemburg vb. 3. Yabancı özel adlardan türetilmiş akım adları Türkçe söylenişlerine göre yazılır: Dekartçılık, Epikürcülük, Kalvenci, Kalvencilik, Kalvenizm, Kartezyenizm, Lüterci, Lütercilik, Marksçılık, Marksist, Marksizm vb. 4. Ait olduğu dilde ayrı yazılan yer adları Türkçede de ayrı yazılır: Buenos Aires, Frankfurt am Main, Freiburg im Breisgau, Hyde Park, Mont Blanc, New Orleans, New York, Rio de Janeiro, San Marino, Wiener Neustadt, Titov Veles vb. Arapça ve Farsça Özel Adlar Kökeni Arapça ve Farsça olan kişi ve yer adları Türkçenin ses ve yapı özelliklerine göre yazılır: Ahmet, Bedrettin, Fuat, Mehmet, Necmettin, Nizamettin, Ömer, Rıza, Saadettin; Cezayir, Fas, Filistin, Mısır, Suudi Arabistan; Bağdat, Cidde, Erdebil, Halep, İsfahan, İskenderiye, Medine, Mekke, Şam, Şiraz, Tahran, Tebriz, Trablusgarp vb. Yunanca Özel Adlar Yunanca adlar yazılırken Yunan harflerinin ses değerlerini karşılayan Türk harfleri kullanılır: Homeros, Herodotos, Euripides, Pindaros, Solon, Sokrates, Aristoteles, Platon, Venizelos, Karamanlis, Papandreu, Onasis vb. Ancak Herodotos, Sokrates, Aristoteles, Platon, Pythagoras, Eukleides adları dilimize Herodot, Sokrat, Aristo, Eflatun, Pisagor, Öklid biçimlerinde yerleşmiştir. Rusça Özel Adlar Rusça özel adlar yazılırken Rus harflerinin ses değerlerini karşılayan Türk harfleri kullanılır: Bolşevik, Brejnev, Çaykovski, Çehov, Dostoyevski, Gogol, Gorbaçov, İlminskiy, İlyiç, Katayev, Klyaştornıy, Malov, Mendeleyev, Prokofyev, Puşkin, Şolohov, Tolstoy, Yeltsin; Moskova, Omsk, Orenburg, Petersburg, Volga, Yenisey vb. Uzak Doğu Dillerindeki Özel Adlar 1. Çince adlar, Türkçede yerleşmiş biçimlerine göre yazılır: Huangho, Kanton, Nankin, Pekin, Şanghay. Çincede soyadları küçük adlardan önce gelir. Soyadları çoklukla tek hecelidir, küçük adlar ise bir veya iki heceden oluşur. Bu adlar büyük harfle başlar; heceler arasına çizgi konur: Sun Yat-sen, Lin Yu-tang. Yalnız Konfüçyüs gibi yaygınlık kazanmış adlar bitişik yazılır. 2. Japonca adlar da Türkçede yerleşmiş biçimlerine göre yazılır: Tokyo, Hiroşima, Nagazaki, Osaka, Kyoto; Hirohito, Kayako Hayashi, Sbuishi Kato, Masao Mori. Türk Devletleri ve Topluluklarındaki Özel Adlar Türk devletleri ve topluluklarındaki kişi ve yer adları Türkçede yerleşmiş biçimlerine göre yazılır: Azerbaycan, Özbekistan; Taşkent, Semerkant, Bakü, Bişkek; Abdullah Tukay, Abdürrauf Fıtrat, Bahtiyar Vahapzade, Baykonur, Cafer Cebbarlı, Cemal Kemal, Cengiz Aytmatov, İslam Kerimov, Muhtar Avazov, Osman Nasır vb.
- Ünsüzlerin Nitelikleri
Ses yolunda bir engele çarparak çıkan seslere ünsüz denir. Dilimizde yirmi bir ünsüz vardır: b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z Ünsüzler ses tellerinin titreşime uğrayıp uğramamasına göre iki gruba ayrılır: 1. Ses tellerinin titreşmesiyle oluşan ünsüzlere yumuşak (ötümlü, tonlu) ünsüzler adı verilir: b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z 2. Ses telleri titreşmeden oluşan ünsüzlere sert (ötümsüz, tonsuz) ünsüzler denir: ç, f, h, k, p, s, ş, t Kökeni Türkçe olan kelimelerin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz. Ancak anlam farkını belirtmek üzere ad, od, sac gibi birkaç kelimenin yazılışında bu kurala uyulmaz: ad (isim), at (binek hayvanı); od (ateş), ot (bitki); sac (yassı demir), saç (kıl). Dilimizdeki hac, şad, yâd gibi birkaç örnek dışında, alıntı kelimelerin özgün biçimlerinin sonlarında bulunan yumuşak ünsüzler sertleşir: kitap (<kitab), sebep (<sebeb); bant (<band), bent (<bend), cilt (<cild), etüt (<etüd), metot (<metod), standart (<standard); ahenk (<aheng), hevenk (<aveng), renk (<reng) vb.Bu gibi alıntılar ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında kelime sonlarındaki sert ünsüzler yumuşar: kitap / kitabı, sebep / sebebi; bant / bandı, bent / bendi, cilt / cildi, etüt / etüdü, metot / metodu, standart / standardı; ahenk / ahengi, hevenk / hevengi, renk / rengi vb. UYARI: Bazı alıntı kelimelerde yumuşama olmaz: ahlak / ahlakın, cumhuriyet / cumhuriyete, evrak / evrakı, hukuk / hukuku, ittifak / ittifaka, sepet / sepeti, tank / tankı vb. Çok heceli kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında sonlarında bulunan p, ç, t, k ünsüzleri yumuşayarak b, c, d, ğ’ye dönüşür: kelep / kelebi; ağaç / ağacı, kazanç / kazancı; geçit / geçidi, kanat / kanadı; başak / başağı, bıçak / bıçağı vb. Ancak birden fazla heceli olduğu hâlde sonlarındaki ünsüzleri yumuşamayan kelimeler de vardır: anıt / anıtı, bulut / bulutu, kanıt / kanıtı, ölçüt / ölçütü vb. Tek heceli kelimelerin sonunda bulunan p, ç, t, k ünsüzleri ise iki ünlü arasında korunur: ak / akı, at / atı, bük / bükü, ek / eki, et / eti, göç / göçü, ip / ipi, kaç / kaçıncı, kök / kökü, ok / oku, ot / otu, saç / saçı, sap / sapı, suç / suçu, süt / sütü vb.Buna karşılık tek heceli olduğu hâlde sonlarındaki ünsüzleri yumuşayan kelimeler de vardır: but / budu, dip / dibi, gök / göğü, kap / kabı, kurt / kurdu, uç / ucu, yurt / yurdu vb.
- Ünsüz Uyumu
Dilimizde sert ünsüzle biten kelimeler sert ünsüzle başlayan ekler alır: aç-tı, aş-çı, bak-tım, bas-kı, çiçek-ten, düş-kün, geç-tim, ipek-çi, seç-kin, seç-ti, süt-çü vb. Yumuşak ünsüzle biten kelimeler ise yumuşak ünsüzle başlayan ekler alır: al-dı, an-dı, bil-gi, del-gi, göz-cü, ver-di, yol-da vb.
- Ünsüz Türemesi
Arapçadan dilimize giren ve özgün biçimlerinde sonunda ikiz ünsüz bulunan kelimeler Türkçede tek ünsüzle kullanılır. Bu kelimeler ünlüyle başlayan ek veya yardımcı fiille kullanıldıklarında sondaki ünsüz ikizleşir: hak (hakkı), his (hissi), ret (reddi), şer (şerri), tıp (tıbbı), zam (zammı), zan (zannı); af (affetmek), his (hissetmek) vb.
- Ünlülerin Nitelikleri
Türkçede sesler, ünlüler ve ünsüzler olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Ses yolunda bir engele çarpmadan çıkan sese ünlü denir. Türkçede sekiz ünlü vardır: a, e, ı, i, o, ö, u, ü Ünlüler şu biçimde sınıflandırılır: A. Dilin durumuna göre: 1.Kalın ünlüler: a, ı, o, u 2.İnce ünlüler: e, i, ö, ü B. Dudakların durumuna göre: 1.Düz ünlüler: a, e, ı, i 2.Yuvarlak ünlüler: o, ö, u, ü C. Ağzın açıklığına göre: 1.Geniş ünlüler: a, e, o, ö 2.Dar ünlüler: ı, i, u, ü Ünlülerin nitelikleri aşağıdaki çizelgede toplu olarak gösterilmiştir:
- Ünlü Düşmesi
1. İki heceli bazı kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında ikinci hecelerindeki dar ünlüler düşer: ağız / ağzı, alın / alnı, bağır / bağrım, beniz / benzi, beyin / beynimiz, boyun / boynu, böğür / böğrüm, burun / burnu, geniz / genzi, göğüs / göğsün, gönül / gönlünüz, karın / karnı, oğul / oğlu; çevir- / çevril-, devir- / devril- vb. 2.Ünlüyle başlayan ek aldıklarında vurgusuz orta hecesindeki dar ünlüsü düşen kelimelerle oluşturulan ikilemelerde ikinci kelimenin dar ünlüsü düşmez: ağız ağıza, burun buruna, koyun koyuna (yatmak), omuz omuza, devirden devire, nesilden nesile, oğuldan oğula, şehirden şehire vb. 3. İçeri, dışarı, ileri, şura, bura, ora, yukarı, aşağı gibi sözler ek aldıklarında sonlarında bulunan ünlüler düşmez: içerde değil içeride, dışardan değil dışarıdan, ilerde değil ileride, şurda değil şurada, burda değil burada, orda değil orada, yukarda değil yukarıda, aşağda değil aşağıda vb.
- Ünlü Daralması
Türkçede a, e ünlüleri ile biten fiillerin şimdiki zaman çekiminde, söyleyişte de yazımda da a ünlüsü ı, u; e ünlüsü i, ü olur: başlıyor (<başla-yor), oynuyor (<oyna-yor), doymuyor (<doyma-yor), izliyor (<izle-yor), diyor (<de-yor), gelmiyor (<gelme-yor), gözlüyor (<gözle-yor) vb. Birden çok heceli ve a, e ünlüleri ile biten fiiller, ünlüyle başlayan ek aldıklarında bu fiillerdeki a, e ünlülerinde söyleyişte yaygın bir daralma (ı ve i’ye dönme) eğilimi görülür. Ancak söyleyişteki ı, i ünlüleri yazıya geçirilmez: başlayan, yaşayacak, atlayarak, saklayalı, atmayalım; gelmeyen, izlemeyecek, gitmeyerek, gizleyeli, besleyelim vb. Buna karşılık tek heceli olan demek ve yemek fiillerinde, söyleyişteki i ünlüsü yazıya da geçirilir: diyen, diyerek, diyecek, diyelim, diye; yiyen, yiyerek, yiyecek, yiyelim, yiye, yiyince, yiyip vb. Ancak deyince, deyip sözlerindeki e yazılışta korunur.









