top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 856 sonuç bulundu

  • Şeyyad Hamza

    Şeyyâd Hamza ile ilgili bilgilerimiz bugün için sınırlıdır. Yazardan ilk kez söz eden Fuad KÖPRÜLÜ olmuştur. KÖPRÜLÜ’ye göre Şeyyâd Hamza bir 13. yy. şairidir: “Hacı Kemal’in, hattâ tezkirelerde bile adları geçmeyen en eski Anadolu şâirlerinin de eserlerini içine alan meşhur Câmiü’n-Nezâir’inde Şeyyad Hamza adlı bir şâirin basit bir lisan ve ibtidâî bir arûz ile yazdığı tasavvufî-ahlâkî bir şiiri vardır ki dil, mevzu’, nazım şekli bakımından eski bir eser olduğunu açıkça gösterir. Tezkirelerde ve hâl tercemesi kitaplarında hiç ismi geçmeyen bu adam hakkında Lâmi’î’nin Lâtâ’if’inde mevcut bir rivâyet onu, Nasre’d-Dîn Hoca ile çağdaş, kerâmet gösteren bir mutasavvıf olarak bildirmektedir. Nasre’d-Dîn Hoca’nın H. 683 (M. 1284-85)’de öldüğünü göz önüne alacak olursak (Fuad Köprülü, Nasre’d-Dîn Hoca, İst. 1918, s. 3 v.d.); Şeyyad Hamza’nın da XIII. yüzyıl şahsiyetlerinden olduğunu iddia edebiliriz. Esâsen eserinin mâhiyeti de bunu kuvvetlendirmektedir”. Görüldüğü gibi, Fuad KÖPRÜLÜ’nün Şeyyâd Hamza’yı 13. yy. şairi olarak görmesinin tek nedeni Bursalı Lâmi’î Çelebi [ö. 1529]’nin Letâ’if’inde geçen iki Nasre’d-dîn Hoca fıkrasında Şeyyâd Hamza ile Nasre’d-dîn Hoca’nın aynı çağda yaşamış kişiler olarak geçmesidir. Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisini yayımlayan Dehri DİLÇİN de aynı görüştedir: “Şeyyad Hamzanın hal tercümesi hakkında, şimdilik, esaslı hiçbir bilgimiz yoktur. Ancak Bursalı Lâmii’nin, Letaifinde kaydettiği bir fıkradan onun, Nasrettin Hoca ile çağdaş olduğu anlaşılıyor. Bu fıkra her bakımdan Nasrettin Hoca’nın lâtifeleriyle okşaşır bir şekilde olmadığı gibi Şeyyad Hamza’ya yakışan tarafı da yoktur. Bununla beraber lâtifedeki konuşma şekline bakılırsa Şeyyad Hamzanın o çağlarda epeyce yaşlı bir adam olduğunu seziklemek mümkündür. Gerek bu seziye, gerek Nasrettin Hocanın (683-1284) ölümü hakkındaki rivayete dayanarak Şeyyad Hamza’nın da XIII. asır ortalarında yaşamış olduğunu oranlamak ve böyle kabul etmek icabeder”. Daha sonraki araştırıcılar da, genellikle, Fuad KÖPRÜLÜ’yü tekrar etmişlerdir. Şairin 13. yüzyılda değil fakat 14. yüzyılda yaşadığı gerçeği, sağlam kanıtlarla, ilk kez Metin AKAR tarafından ortaya konmuştur. Millî Kütüphane’de bulunan 3772 numaralı yazmada Şeyyâd Hamza’nın veba salgını üzerine 50 beyitlik bir kasidesi vardır. Kendi kızı da veba salgınında ölmüş olan yazar, burada 48. beyitte h. 747 (m. 1348) tarihini verir. Dolayısıyla onun 14. yüzyılın birinci yarısında hayatta olduğu ortaya çıkar. Söz konusu veba salgını, 1345-1353 arasında insanlığı kırıp geçiren “Kara Veba”dır, Anadolu’ya girdiği yıl 1348’dir. Şairin nerede doğup büyüdüğü ve yaşadığı da kesin olarak bilinmemektedir. Rıfkı Melul MERİÇ’in Akşehir’de Nasre’d-dîn Hoca mezarlığında Şeyyâd Hamza’nın kızı Aslı Hâtûn’a ait bulduğu mezar taşı, onun bu bölgede yaşamış olabileceğini düşündürmektedir. Eserleri Şeyyâd Hamza’nın 1529 beyitlik Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisi ile 79 beyitlik Dâstan-i Sultân Mahmûd mesnevisi dışında kimi şiirleri tespit edilebilmiştir. Türk Dil Kurumu Kitaplığında A/301’de kayıtlı bulunan Kitâb-ı Güzîde’nin içinde yer alan Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisi Dehri DİLÇİN tarafından yayımlanmıştı. Kudretli bir hükümdarla yoksul bir dervişi, başka bir deyişle, madde ile manayı karşılaştırarak sonunda nefsine hükmetmesini bilen dervişi varlık ve ihtişam içindeki sultandan üstün göstermeye çalıştığı Dâstan-i Sultân Mahmûd mesnevisi ise Sâdettin BULUÇ tarafından yayımlanmıştır. Tek nüshası bulunan eser, aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât” ölçüsüyle yazılmıştır. Büyük bir olasılıkla 16. yy.ın ikinci yarısında istinsah edilmiştir. Şeyyâd Hamza’nın bu iki eseri dışında İstanbul Umumi Kütüphanesi, numara 5782’de kayıtlı Câmi’u ’n-nazâ’ir’de bulunan bir manzumesi, başka iki manzumesi, Anadolu Türkçesinden farklı bir Türkçe ile yazılmış bir manzumesi, iki gazeli, Bursa Umumi Kütüphanesi, numara 882’de kayıtlı 52 yapraklı bir şiir mecmuasındaki beş manzumesi, ölüm konusunun işlendiği 12 dörtlükten oluşan lirik bir şiiri ve Millî Kütüphane’de, numara 3772’de kayıtlı 50 beyitlik bir kasidesi tespit edilmiştir.

  • Halk Hikayeleri

    10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Halk Hikayeleri Halkın ortak malı olan halk hikâyeleri, göçebe hayattan yerleşik hayata geçişin ilk ürünlerindendir. Halk hikâyeleri, zaman ve coğrafyanın etkisiyle efsane, masal, menkıbe, destan vb. ürünlerle beslenerek o dönemde uzun soluklu olayların anlatıldığı metinlerin yerini tutmuştur. Bu türün gelişiminde tarihi olayların ve dinin de etkisi vardır. Halk hikâyelerinin konuları genellikle aşk (Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber, Âşık Garip Hikâyesi.) ve kahramanlıktır (Köroğlu vb.). Bazen de her iki konu birlikte işlenir (Kirman Şah, Yaralı Mahmut.). Hikâyeleri ortaya çıkaran olaylar, gerçek ya da gerçeğe yakındır. Bu nedenle ortaya çıktıkları dönemin tarihi olayları bazen aynı şekilde bazen de hikâye gerçekliği içinde yer alır. Kaynağı Türk, Arap-İslam ve Hint-İran olan, büyük ölçüde meddahlar ve saz ustası âşıklar tarafından anlatılan halk hikâyelerinde ezgi ve şiir iç içedir. Bu sözlü dönem ürünlerinde konuşma dilinin özellikleri görülür. Halk hikâyelerinde her zaman bir engel vardır. Sevenler mezarlarında da rahat kalamazlar, bir çalı dikeni, bir böğürtlen otu olur; iki sevdalının, iki gülfidanının arasında biter. Bugün Anadolu'nun birçok köy, kasaba ve ilinde halk hikâyelerinin kahramanlarına ait olduğu düşünülen makamlar, türbeler vardır. Kerem ile Aslı Kerem, XVII. yüzyıl başlarında yaşadığı sanılan bir saz şairidir. Doğu Anadolu'da halk hikâyeleri geleneğini sürdüren âşıklar arasında Kerem'in Aslı'yı aramak üzere gurbete çıkış tarihi XVI. Yüzyılın başları olarak gösterilmektedir. Kerem ile Aslı hikâyesinin ne zaman yazıya geçirildiği belli değildir. Halk hikâyelerinde olduğu gibi bu hikâyede de baştan sona kadar nazım ve nesir karışık olarak verilmiştir. Olaylar nesirle, duygular nazımla anlatılmıştır. Kerem, gerçek bir kişi olmakla birlikte onun başından geçmiş gibi gösterilen olayların çoğu olağanüstü bir özellik taşımaktadır. "Aldı Kerem, deyip kesti, yola revan oldu" gibi halk hikâyelerinde kullanılan kalıplaşmış sözler bu hikâyede de sıkça tekrarlanmıştır. Hz. Ali Cenknâmeleri Hz. Ali Cenknâmeleri 13.yy Türk edebiyatında önemli örneklerle kendini göstermiştir. Hz. Ali Cenknâmeleri, kahramanlık konusunu işleyen, dine dayalı destansı hikâyeler içerisinde yer alır. Onun kahramanlıkları dilden dile anlatılarak kimi zaman tarihi hakikatleri de aşarak destansı bir boyuta ulaşmıştır. Sözlü gelenekte var olan cenknâmeler, daha sonra yazıya geçirilmiştir. Cenknâmelerin büyük bir kısmının günümüzde yeniden ele alınıp hikâyelere konu edilmesiyle bu eserler, modern Türk hikâyeciliğine de kaynaklık etmiştir. Cenknâmeler, şekil bakımından nazım, nesir veya nazım-nesir karışık olarak kaleme alınmıştır.

  • Dede Korkut Hikayeleri

    10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Dede Korkut Hikayeleri Eserin asıl adı Kitâb-ı Dedem Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân'dır. (Oğuzların diliyle Dedem Korkut’un Kitabı). İçinde bir ön sözle on iki hikâye vardır. Halkın ortak malıdır. Eser Akkoyunluların egemen olduğu Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi'nde XIV. yüzyıl sonlarında veya XV. yüzyıl başlarında halk ağzından derlenerek yazıya geçirilmiştir. Bu hikâyelerin ilk defa Dede Korkut adlı bilge bir ozan tarafından anlatıldığına inanılmaktadır. Her hikâyede adı geçen, olaylardan hisse çıkaran, hana dua eden Dede Korkut; hikâyenin yazarı değil daha çok manzum destani hikâyeler anlatan, ozanları simgeleyen bilge bir kişidir. Hikâyelerde Müslüman Oğuzların, komşuları olan Rum, Ermeni ve Gürcü devlet veya beyliklerle yaptıkları savaşlar; bazılarında kendi iç mücadeleleri; bazılarında da tabiatüstü varlıklara (Azrail, pınar perisi, pınar perisinin oğlu Tepegöz) karşı giriştikleri mücadeleler anlatılmıştır. Oğuzlar Müslüman'dır fakat Dede Korkut Hikâyeleri'nde din çok kuvvetli bir unsur olarak görülmez. Çünkü Oğuz Türklerinin islamiyet'i kabul etmelerine rağmen henüz tam anlamıyla İslam dinine uygun bir yaşamları yoktur. Bazı kahramanların olağanüstü kuvvete sahip olmaları, bazı kahramanların vücut yapılarının dahi doğal yapının üstünde olması, doğaüstü varlıklara yer verilmesi bakımlarından bu hikâyeler destan karakteri taşımaktadır. Nazım ve nesir karışık yazılmaları, kısa olmaları, ayrıntılar üzerinde durmamaları bakımlarından da halk hikâyesi karakteri taşımaktadır. Bundan dolayı bu eser, destan döneminden halk hikâyeciliği dönemine geçişin ilk örneği kabul edilir. Dede Korkut Hikâyeleri'nde olaylar ve tasvirler nesirle; karşılıklı konuşmalar, duygu ve düşünceler nazımla dile getirilir. Eser, Arapça ve Farsçada geçen dini kavramlar dışında Türkçenin seçkin örnekleri arasında yerini alır. Eserde cümle içi kafiyeler, cümle sonlarındaki seciler, deyimler dikkati çeker. Oğuz Türkçesiyle söylenen Dede Korkut Hikâyeleri'nin; biri Dresden'de, diğeri Vatikan'da olmak üzere iki yazma nüshası vardır.

  • Türk Edebiyatının Tarihi Dönemleri

    10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Türk Edebiyatının Tarihi Dönemleri İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı Sözlü Edebiyat Yazılı Edebiyat İslamiyet’in Etkisiyle Gelişen Türk Edebiyatı Halk Edebiyatı Anonim Edebiyat Âşık Edebiyatı Tekke Edebiyatı Divan Edebiyatı Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Tanzimat Edebiyatı Servetifünun Edebiyatı Fecriati Edebiyatı Millî Edebiyat Cumhuriyet Edebiyatı İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı Varlığı belgelerle kanıtlanan ilk ve en eski dönem İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı Dönemi’dir. Bu dönem edebiyatı; dil, anlatım, duyuş ve zevk itibariyle yabancı etkilerden uzak ve millî bir edebiyat niteliğindedir. Sözlü ve yazılı edebiyat olmak üzere ikiye ayrılır. Sözlü edebiyat ürünleri arasında destanlar, savlar, sagular, koşuklar yer alır. Bunlar; günlük yaşantıdan izler taşıyan, halkın konuştuğu dille söylenen ürünlerdir. “Şaman, kam, baksı, ozan” gibi adlar verilen kişilerce “kopuz” eşliğinde söylenmiştir. Dörtlükler ve hece ölçüsüyle söylenen bu ürünlerde kahramanlık, doğa, ölüm gibi konular işlenmiştir. Yazılı Edebiyat Dönemi’ni ise Kök Türk ve Uygur metinleri oluşturmaktadır. Dönemin ilk ürünleri VIII. yüzyılda Kök Türk Devleti’nin tarihî ve edebî varlığını belgeleyen Kök Türk Yazıtları’dır. Kök Türk Yazıtları, yalnızca Türk varlığını kanıtlayan ilk yazılı belgeler olmakla kalmayıp aynı zamanda Türkçenin VIII. yüzyılda edebî bir dil olarak geliştiğini, yüksek bir anlatım gücü kazandığını da gösteren belgelerdir. Türk edebiyatının İslamiyet’in Kabulünden Önceki Yazılı Dönem’in ikinci yarısı Uygur Dönemi’dir. Uygur Dönemi’ne ait elde oldukça fazla malzeme bulunmaktadır. Bu metinlerin çoğu, Mani ve Buda dinlerinin etkisiyle yazılmış metinlerdir. Altun Yaruk, Sekiz Yükmek, Irk Bitig bu dönem eserlerindendir. İslamiyet’in Etkisiyle Gelişen Türk Edebiyatı Türkler VIII. yüzyıldan itibaren Müslümanlığın etkisinde kalmış ancak İslamiyet’in Türkler arasında yayılması X. yüzyılda gerçekleşmiştir. İslam uygarlığı etkisinde verilen ilk eserler Kutadgu Bilig, Divân-ı Lugati’t-Türk, Atabetü’l-Hakâyık ve Divân-ı Hikmet’tir. Bu dönem “Geçiş Dönemi” olarak da bilinmektedir. İslami Dönem Türk Edebiyatı, halk edebiyatı ve divan edebiyatı olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Halk edebiyatını, daha çok halk arasından yetişmiş sanatçıların verdikleri sözlü ürünler oluşturmaktadır. Halk edebiyatı kendi içinde dinî-tasavvufi, âşık ve anonim halk edebiyatı olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Dil, halkın kullandığı sade Türkçedir. Divan edebiyatı ise İslami kültüre dayalı, daha çok medrese öğrenimi görmüş, eğitimli sanatçıların oluşturdukları edebiyattır. Bu anlayışla verilen eserlerde Arapça-Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü, ağır, sanatlı bir dil kullanılmıştır. Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı, XIX. Yüzyılda başlayıp günümüze kadar devam eden bir edebi dönemdir. 1839 Tanzimat Fermanı ile başlayan Batı'ya yöneliş sonucunda toplumda görülen kültürel değişimin edebiyata yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde edebî türlerde ciddi değişiklikler görülür. Şiirlerin içeriklerinde ve biçimlerinde önemli değişiklikler yapılır. Düzyazı alanında daha önce görülmeyen roman, hikâye, modern tiyatro, makale, fıkra gibi pek çok yeni türde eserler verilmeye başlanır. Yaşanan sosyal ve siyasal pek çok olay, Batı etkisiyle gelişen Türk edebiyatını etkiler ve kendi içinde devirlere ayrılmasına yol açar. Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemleri Tanzimat Dönemi Edebiyatı Servetifünun Dönemi Edebiyatı Fecriati Dönemi Edebiyatı Milli Edebiyat Dönemi Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı 1839 yılında Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla başlayan yenileşme süreci, 1860 yılında İbrahim Şinasi Efendi'nin Tercüman-ı Ahvâl adlı gazeteyi çıkarmasıyla edebî bir dönem özelliği kazanır. Bu süreçte Batı edebiyatını tanıyan genç sanatçılar, önceleri çeviri yoluyla ardından telif eserlerle yeni bir edebî dönem başlatır. Batılı anlamda pek çok yeni tür bu dönemde okurlara sunulur ve edebiyatımız yeni bir döneme girer. Tanzimat edebiyatı sanatçıların sanat anlayışları bakımından iki evrede incelenir: Tanzimat Edebiyatı I. Dönemi'nde toplum için sanat anlayışı savunulurken; eşitlik, özgürlük, adalet, hukuk gibi toplumsal konulara önem verilir. Tanzimat Edebiyatı II. Dönemi'nde ise tam tersine dönemin siyasal ortamı sebebiyle sanat için sanat anlayışı savunulur ve toplumsal konular yerine bireysel konular ele alınır. Servetifünun Dönemi Türk Edebiyatı Dönemin fen bilimleri dergisi niteliği taşıyan Servetifünun dergisinin başına 1896 yılında Tevfik Fikret'in getirilmesiyle başlayan edebi dönemdir. "Sanat, sanat içindir." Anlayışı ile eserler ortaya koyan ve aslında kendilerine "Edebiyat-ı Cedide" denmesini isteyen bu genç sanatçılar, etrafında toplandıkları derginin ismiyle anılırlar. Şiirde ve düzyazıda toplumsal konulardan uzak, bireysel içerikli metinler hazırlayan sanatçıların, bıkkın, hastalıklı ve melankolik ruh halleri edebiyatın geneline hâkim olur. Dönemin en etkili isimleri olarak şiirde Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin, roman ve hikâyede Halit Ziya Uşaklıgil ve Mehmet Rauf öne çıkar. 1901 yılında Hüseyin Cahit Yalçın'ın Fransızcadan çevirdiği Edebiyat ve Hukuk adlı makale gerekçe gösterilerek Servetifünun dergisi kapatılır, böylece Servetifünun Dönemi sona erer. Fecriati Dönemi Türk Edebiyatı Servetifūnun sanatçılarının dağılmasından sonra bir grup genç sanatçı, Servetifünun Topluluğu'nu eleştiren bir yaklaşımla edebiyat dünyasında boy gösterir. Fecr-i Aticiler, "Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi Beyannamesi" adıyla edebiyatımızda edebi bildiri yayınlayan ilk grup olarak tarihe geçer. Bu genç sanatçıların sanat anlayışları, yayımladıkları bildiride yer alan şu düşüncede ifadesini bulur: "Sanat şahsi ve muhteremdir." Ancak bu düşünce sanatsal olarak çok kıymetli olsa da topluluk üyelerini bir arada tutmaya yetmez ve 1911 yılında topluluk dağılır. Milli Edebiyat Dönemi Bu dönem, 1911'de yayın hayatına başlayan ve Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp önderliğindeki sanatçıların başlattığı bir edebî hareket olarak ortaya çıkar. Bu sanatçılardan Ömer Seyfettin'in kaleme aldığı Yeni Lisan adlı makale, Milli Edebiyat'ın bildirisi niteliğinde kabul edilir. Milli Edebiyat sanatçıları, kullandıkları dil, biçim, ölçü ve işledikleri temalarla Milli Edebiyat'ın oluşumunu sağladılar. Bu dönemde edebiyatımız milli unsurlara yöneldi, dilde sadeleşmeye gidildi ve edebiyatın her alanında milli nitelik hâkim kılındı. Bu dönemin eserlerinde yerli hayattan ve Türk tarihinden yararlanılırken, özellikle romanlarda mekân Anadolu olarak belirlendi. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Roman ve hikâye alanında milli ve dinî duyarlıkları dile getiren, bireyin iç dünyasını esas alan, toplumcu gerçekçi bakış açısını yansıtan ve modernizm etkisinde yazılmış pek çok eserimiz bulunuyor. Her alanda onlarca sanatçımız, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı'nı oluşturan bu eserleri kaleme aldı.

  • Edebiyatın Tarih ve Din ile İlişkisi

    10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Edebiyatın Tarih ve Din ile İlişkisi İnsan yaşamını konu alan ve dili bir araç olarak kullanan edebiyatın tarih, felsefe, coğrafya, psikoloji, psikiyatri, sosyoloji gibi bilimlerle ilişkisi vardır. Edebiyat tarihten yararlandığı gibi tarih de edebiyattan yararlanır. Tarihî gerçeklik, edebî metinlerde yeniden yorumlanır. Her edebî metnin, içinde oluştuğu tarihî bir dönem vardır ve edebî metinlerin tamamında bu tarihî dönemlerin izlerini görmek mümkündür. EDEBİYAT-TARİH İLİŞKİSİ Bir milletin edebiyatı, millî ruhu ve millî hayatı göstermek için en samimi bir ayna sayılabilir. “Bir millet, hayatı nasıl görüyor? Nasıl düşünüyor? Nasıl hissediyor?” Biz, bunu en doğru ve en canlı olarak o milletin düşünce ve kalem ürünlerinde bulabiliriz. Edebiyat, toplumun bir kurumu olmasından dolayı, kendisini oluşturan toplumun diğer kurumlarıyla bağlı ve onlarla uyumludur. Hakikaten, bir milletin coğrafi çevresiyle, sonra dinî, iktisadî, hukukî, ahlâkî, sanatsal ve siyasi hayatıyla edebiyatı arasındaki bağlantılar o kadar açıktır ki bu konuda açıklama yapmayı bile fazla görüyoruz. Geçmiş zamanlara ait bir edebî eseri layıkıyla ve tarihî manâsıyla anlamak için, önce o devrin genel hayatını, yaşayış ve düşünüş tarzlarını, o devir insanlarının hayat ve evren hakkında neler bildiklerini öğrenmemiz gerekir. Demek oluyor ki edebiyat tarihi, bir milletin coğrafi çevresini, din, hukuk, ahlâk, iktisat, güzel sanatlar gibi kurumlarını ve siyasi hayatını genel yapısıyla gösteren medeniyet tarihinin ya da genel ve yaygın anlamıyla “tarih”in çerçevesi içinde incelenmelidir. Filoloji yani “Lisâniyat” ve tarih üzerine dayanmadan edebiyat tarihi meydana getirilemez. Bir “şaheser”i incelemedeki amacımız, o milletin edebî gelişmesini gereği gibi ve doğru olarak anlamak içindir. Çünkü bir “şaheser”, neticede mutlaka “toplumsal bir ülkünün ifadesidir.” Mehmet Fuat KÖPRÜLÜ, Türk Edebiyatı Tarihi ANA DÜŞÜNCE: Edebiyat, toplumdan ve onun tarihinden mutlaka etkilenir. Edebî incelemede amaç, milletin edebî gelişimini doğru biçimde anlamaktır. ANLATIM BİÇİMİ: Açıklayıcı anlatım. DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YOLLARI: Tanımlama. • Edebiyat tarihten yararlandığı gibi tarih de edebiyattan yararlanır. • Tarihî gerçeklik, edebî metinlerde yeniden yorumlanır. • Tarihî metinlerde de anlatılan olaylar dilin ve edebiyatın gücünden yararlanır. • Her edebî metin bir tarihsel dönemde meydana geldiği için ister istemez bu tarihsel dönem etkilerini hissettirir. MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ XX. yüzyıl yazar ve edebiyat tarihçilerindendir. Edebiyat dünyasına şiirle giren Fuat Köprülü, edebiyat fakültesine geçtikten sonra Türk edebiyatı ve Türk edebiyatı tarihi alanında çalışmalarını hızlandırdı. Türk edebiyatı tarihinin çeşitli devir ve şahıslarını modern tarih yöntemlerini kullanarak ve belgelere dayanarak ilk defa o, aydınlığa çıkardı. Yaptığı sistemli çalışmalar sayesinde Avrupa’da birçok üniversitenin bilim kurullarına üye seçilen ilk Türk bilgini oldu. Türk medeniyeti ve kültür tarihi, Türk edebiyatı tarihi, edebî eleştiri, Türk dili, İslam dini, Türk sanat musikisi gibi alanlardaki geniş çalışmalarını çeşitli kitap, dergi ve ansiklopedilerde derledi. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Türk Edebiyatı Tarihi I-II, Divan Edebiyatı Antolojisi, Türk Saz Şairleri, Edebiyat Araştırmaları eserlerinden bazılarıdır. Edebiyatın pek çok bilimle ilişkisi olduğu gibi dinle de ilişkisi vardır. Gerek içerik gerek söz varlığı olarak din, edebî eserleri etkilemiştir. Aynı zamanda dinî eserler de edebiyattan büyük ölçüde yararlanmıştır. Dinî hayat, edebî dönemleri belirleyen etkenlerden biridir. Edebiyatın dinî hayata, dinî hayatın da edebiyata ve dile etkisi vardır. DİN-EDEBİYAT İLİŞKİSİ (…) Edebiyat açısından dinin tarifini yapmak güçtür. Ancak şu var ki; din, bireyi mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştirir. Bunu da büyük oranda sözün büyülü gücünden yararlanarak yapar. Her şeyden önce, her dinin bir kutsal metni vardır. Kutsal metin, bir yandan okuyana dinin temel ilkelerini öğretirken, öte yandan da onu metafizik gerçeklikle buluşturur. Böylece dindar kişi, kutsal kitabı okurken edebî bir bilince ve dil zevkine de ulaşır. Ulaşılan bu bilinç ve dil zevki sanatın merkezinde yer alan estetik duyguyu ifade eder. Din, metafizik problemlere getirdiği çözümler, hayata yüklediği anlam, varlık, bilgi ve ahlak anlayışıyla estetik duyguyu besleyen en önemli kaynaktır. Din ve edebiyat ilişkisi, edebiyat bilimcilerinin ve eleştirmenlerinin üzerinde durduğu konulardan birisidir. Bilindiği gibi, edebiyat, insana ait bir duyguyu, düşünceyi, hayali, yorumları, tutumları, gözlemleri dilin imkânlarıyla en güzel şekilde anlatma sanatıdır. Diğer bir ifadeyle edebiyat, duygu, düşünce ve hayallerin heyecan, hayranlık ve estetik zevk uyandıracak şekilde ifade edilmesidir. Bu sanat, bir dönemin, bir toplumun hissiyatını, inançlarını, irfanını, bilgilerini, algılarını, kavrayışını ve estetik dünyasını yansıtan ayna konumundadır (Orhan Okay, “Edebiyat”, İstanbul, 1984, ss. 395-397). (…) İslamlaşmayla birlikte edebiyat ve din ilişkisi daha zengin bir mahiyet kazanmıştır. Nitekim Türkler, İslamlaşma sürecinde tabii bir kültür değişimi yaşamış, yeni bir estetik anlayış içerisinde kendilerini bulmuşlardır. Bu estetik anlayış, dünya görüşünde, yaratılış telakkîsinde hayat ve varlık tasavvurunda kendini göstermiştir. Bütün bunlar, içine girilen yeni dil havzası içerisinde yeni edebî eserlerin hayat bulmasını sağlamıştır. (...) Bilal KEMİKLİ, Türk-İslam Edebiyatı ANA DÜŞÜNCE: Edebiyatın şekillenmesinde dinin etkisi inkâr edilemez. ANLATIM BİÇİMİ: Açıklayıcı anlatım. DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YOLLARI: Tanımlama, tanık gösterme. BİLAL KEMİKLİ Sivas’ta doğdu. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı. 1998’de doktor, 2002’de doçent oldu ve 2008’de profesörlüğe yükseldi. Ankara, Yüzüncü Yıl ve Süleyman Demirel üniversitelerinde görev yaptı. Hâlen Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde Türk-İslam Edebiyatı Anabilim Dalında görevli olan Prof. Dr. Kemikli’nin Türk İslam Edebiyatı, tasavvuf gibi alanlarda birçok çalışması oldu. Sufi Aşk ve Ölüm, Türk İslam Edebiyatına Giriş, Ramazan Güzellemeleri eserlerinden bazılarıdır.

  • Şair Zâtî

    16.yüzyıl Divan şairlerindendir. Balıkesir'de doğdu. İyi bir eğitim görmediği , mesleğinin ayakkabıcılık olduğu bilinmektedir. II. Bayezid zamanında İstanbul'a gelmiş, caize adı verilen ihsanlardan faydalanmak için padişaha şiirler söylemiştir. Yavuz sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında da devlet adamlarına kasideler sunarak hayatını sürdüren Zati'nin, Bayezid Cami'nin avlusunda bugünkü Çınaraltı'nda bir dükkanı olduğu , burada misk, tespih, misvak, Kuran-ı Kerim sattığı, fal bakıp, muska yazdığı ,para karşılığı kadınlara ve erkeklere küçük gazeller , mektuplar yazdığı anlatılır. Ayrıca dönemin genç şairlerine ders verip hocalık yapmıştır.80 yaşlarına kadar yaşamış olan şairin ömrünün son günlerini ihtiyaç içinde geçirdiğini Aşık Çelebi şöyle anlatır." Merhumun evi Sarı Gürz Hamamı Mahallesi'nde , dükkanı da Bayezid Camii avlusundaydı. Her gün dükkanına yürüyerek giderdi. Elinde bir asa taşır , yollar çamur olduğu zaman ona dayanırdı. Bir gün dükkanına giderken yolda rast geldim. Beli bükülmüş ve dermansız bir haldeydi. Ama dudağı kımıldıyor ve dili söylüyordu. -Bu ne hal? dedi. Cevap olarak şunları söyledi. Yiğitlik cevherin elden yitürdüm hasreta kanı Eğlip ararım şimdi bulamam neyleyim anı " GAZEL N’oldun inlersin felek hercâî cânânun mı var Seyr ider menzili bir mâh-ı tâbânun mı var Benzüni ey bûstân fasl-ı hazân mi itdi zerd Yohsa başı taşra bir serv-i hırâmânun mı var Ağlayub feryad idersin her nefes ey andelîb Hâr ile hem-sâye olmış verd-i handânun mı var Yoluna cânum revân itsem gerek cânâ didüm Yüzüme bin hışım ile bakdı didi cânun mı var Zülf-i dil-ber gibi ey Zâtî perîşânsın yine Cevri bî-had yohsa bir yâr-i perî-şânun mı var GAZEL Âh çok çok sevdüğüm sanma ki az az ağlaram Nâle eyler dururam derd ile durmaz ağlaram Vireli yile karârumı hevâ-yi zülf-i yâr Ebr-veş ne yirdeyem ne gökde durmaz ağlaram Dil miyân-ı cûy-i gamda sen kenâra çekmedün Anun için her dem ey serv-i ser-efrâz ağlaram Nâya dem-sâz ideli nâlem o ruh-efzâ benüm İrdüğünce sem’üme âvâze-i sâz ağlaram İsfahan’ı ve Irak’ı Zâti’yâ seyr eyleyüb Bu makaama gelmeğe itdükçe şeh nâz ağlaram GAZEL Gül üzülsün gonca açulsun bana sen gül yiter Ağlasun bülbüllerün ey gonca tek sen gül yiter Ey kamer-ruh fî-l-mesel bir bende-i ferzâne-veş Atı önince piyâde sen şehün ben kul yiter Mutribâ kaanûn odur kim sâzunı al çengüne Bizi söyletme surâhi didüği kul kul yiter Bir nedür ben bülbülün zahmı hezâr ur cânına Didüm ol gonca ayıtdı ârife bir gün yiter Açılub gül kalmasa hergiz negam bülbül ne gam Câm gül Zâtî surâhi kulkul-i bülbül yiter

  • Şiirde Tema ve Konu

    9. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Şiirde Tema ve Konu Şiirde egemen olan ana duyguya tema denir. Tema, soyut ve geneldir. Şiirin her biriminde aynı tema işlenir. Birimler, işlenen tema etrafında birleşerek şiiri oluşturur. Şiirin teması; şairinin yaşadığı dönemin, ait olduğu şiir geleneğinin izlerini taşır. Temanın sınırlandırılıp somutlaştırılmasıyla konu oluşur. Konu, genel olan temanın özele indirgenmesidir. Erdem, özlem, hayal, ölüm gibi kavramlar birer temadır. Erdemli yaşamın insana kazandırdıkları, memleket özleminin kişiye hissettirdikleri, mutlu bir gelecek hayali, ölüm karşısında insanın çaresizliği ise birer konudur.

  • Şiir ve İmge

    9. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Şiir ve İmge Bir sözün gerçek anlamının dışında çağrışım değeri kazandırarak kullanılmasına imge denir. Sanatçı, imge oluştururken izlenimlerinden hareketle gerçeği kendi algısına göre yeniden biçimlendirir. Duygu ve düşüncelerini ifade etmek için kendine özgü bir dil oluşturur. SÖZ SANATLARI Edebiyatta sözü güzel ve etkili kullanmak önemlidir. Edebi metinlerin sanatsal niteliklerinin anlaşılmasında edebi sanatlarının önemli bir yeri vardır. Teşbih, istiare, mecazımürsel, teşhis, intak, tenasüp, tezat, telmih, hüsnütalil, tecahüliarif, kinaye, tevriye, tariz, irsalimesel ve mübalağa başlıca edebi sanatlardır. Teşbih (Benzetme): Aralarında ortak yön bulunan iki varlık ya da kavramdan nitelikçe zayıf olanı güçlü olana benzetmektir. Benzetmenin dört ögesi vardır: Benzeyen: Özellikçe zayıf olandır. Kendisine benzetilen: Özellikçe güçlü olandır. Benzetme yönü: Birbirine benzetilen iki varlık arasındaki ortak özelliktir. Benzetme edatı: Benzetme ilgisini kurmaya yarayan kelimelerdir. Gibi, kadar, sanki vb. kelimelerdir. Her gölge bir insan kadar inceydi, derindi. Benzeyen: Gölge Kendisine benzetilen: İnsan Benzetme yönü: ince, derin Benzetme edatı: kadar İstiare: Benzetmenin asıl unsurları olan benzeyen ya da kendisine benzetilenin yalnız birinin kullanılmasıyla yapılan edebi sanattır. Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda Dizelerde mehtap örtüye benzetilmiştir ancak örtü (kendisine benzetilen) kullanılmamıştır. Mecazımürsel (Ad Aktarması): Bir sözü benzetme amacı gütmeden başka bir söz yerine kullanma sanatına denir. O günlerde Ankara'nın nasıl yaşadığını ve ne düşündüğünü bilmiyoruz. "Ankara'nın nasıl yaşadığını" sözü ile Ankara'da yaşayan insanlar kastedilmiştir. Teşhis (Kişileştirme): İnsan dışındaki varlık ve kavramlara insana ait duyuş ve davranış özellikleri yükleme sanatıdır. Kişileştirmenin bulunduğu her yerde istiare de vardır. Bir kardeş tesellisi verir bana aynalar "aynalar" sözcüğüne insana özgü bir özellik kazandırılmıştır. İntak (Konuşturma): Kişileştirilen varlık veya kavramın konuşturulmasıdır. Adam elini uzattı, tam onu koparacağı sırada, mor menekşe: "Bana dokunma!" diye bağırdı. Mor menekşe konuşturularak intak sanatı yapılmıştır. Tezat (Karşıtlık): Birbirine karşıt duygu, düşünce, hayal ve durumları ifade eden kavramları bir arada kullanma sanatıdır. Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyyet Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten Hürriyet ve esaret sözcükleri ile tezat sanatı yapılmıştır. Edebiyatta anlatımı zenginleştirmek, renklendirmek ve daha çarpıcı bir duruma getirmek için temelde benzetme esasına dayalı, söz ve anlama bağlı anlatım inceliği ve özelliğidir. Edebi metinlerin sanatsal niteliklerinin anlaşılmasında edebi sanatların önemli bir yeri vardır. Tenasüp (Uygunluk): Anlamca birbiriyle ilgili kelimelerin bir arada kullanılması sanatıdır. Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir, Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil. Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan, "Yemek, içmek, sofra" kelimeleri anlamca birbiriyle ilgilidir. Telmih (Hatırlatma): Hemen herkesçe bilinen bir olaya veya kişiye gönderme yaparak o olayı veya kişiyi hatırlatma sanatıdır. O gece o müthiş deniz durgundu, Ömründe susmayan rüzgâr yorgundu, En kara gönüller aya vurgundu Leylâ’yı içinde bulan er gibi. Dizelerinde hemen herkesçe bilinen Leyla ile Mecnun aşkına gönderme yapılarak bu tarihi kişilikler hatırlatılmıştır. Hüsnütalil (Güzel Nedene Bağlama): Bir olayı gerçek nedeninin dışında bir nedene, çoğunlukla de güzel bir nedene bağlama sanatıdır. O çay ağır akar, yorgun mu bilmem? Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem? Dizelerinde çayın ağır akışı, gerçek nedeninin dışında bir nedene (yorgun oluşuna) bağlanmıştır. Tecahüliarif (Bilmezden Gelmek): Bildiği bir şeyi bilmez görünme, bilmezlikten gelme sanatıdır. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz? Şair, şakaklarındaki akların kar olmadığını: yaşlanmış, çizgili yüzün kendisine ait olduğunu bildiği halde bilmezlikten gelmektedir. İstifham (Soru Sorma): Hayret, hüzün, saşma gibi duyguları soru yoluyla güçlendirme sanatıdır. Bu sorular sözde soru cümlesi olabileceği gibi gerçek soru cümlesi de olabilir, Her gün bu kadar güzel mi bu deniz? Böyle mi görünür g her zaman Denizin ve gökyüzünün güzelliği karşısında hissedilen duyguyu güçlendirmek için istifham sanatı yapılmıştır. Kinaye (Değinmece): Gerçek anlamı da düşünülebilecek bir sözü gerçek anlamının dışında (mecaz anlamıyla) kullanma sanatıdır. Deyim ve atasözlerinin pek çoğu kinaye sanatını örnekler. Gene parmağım ağzımda kaldı Masumluk akıyordu yüzünüzden Behçet Necatigil Dizelerde gerçek anlamıyla da düşünülebilecek olan "parmağı ağzında kalmak" sözü mecaz anlamı kastedilerek kullanılmıştır. Tevriye: Bir anlatım inceliği elde etmek için birden çok anlamı olan bir sözün yakın anlamının değil uzak anlamının kastedilerek kullanılması sanatıdır. "Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" Baki'ye ait olan bu dizede şair, kendi adi da olan "baki" sözcüğünü "sonsuz" anlamını kastederek kullanmıştır. Tariz (İğneleme): Bir sözü, tersini kastederek kullanma sanatıdır. Bir nasihatim var zamana uygun Tut sözümü yattıkça yat uyanma Meşhur bir kelamdır sen kazan sen ye El için yok yere ateje yanma Her nere gidersen eyle talanı Öyle yap ki ağlatasın güleni Bir saatte söyle yüz bin yalanı El bir doğru söz söylerse inanma Huzûri Dörtlüklerde söylenenlerin tersi kastedilerek tariz yapılmıştır. İrsalimesel: Şiirde atasözü veya vecize (özdeyiş) kullanma sanatıdır. Gün de doğar gün de doğar Bir gün mutlaka gün doğar Gün doğmadan neler doğar Gün doğmadan Şehzadebaşı’nda Sezai Karakoç Dörtlüğün üçüncü dizesinde atasözü kullanılmıştır. Mübalağa (Abartma): Sözün gücünü ve etkisini artırmak amacıyla bir durum, olay ye da varlığın olduğundan büyük veya küçük, çok ya da az gösterilerek anlatılması sanatıdır. Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz! Düşer mi tek taşı, sandin, harim-i nâmûsun? Meğer ki harbe giren son nefer şehid olsun. Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa; Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa; Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar, Taşıp da kaplasa âfâkı bir kızıl sarsar; Mehmet Akif Ersoy Dizelerde abartılı bir söyleyişe başvurularak mübalağa sanatı yapılmıştır. Tekrir (Tekrarlama): Sözün etkisini güçlendirmek için sözcük ya da söz grubunu yineleme sanatıdır. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. "Kaldırımlar" sözcüğü tekrarlanarak tekrir sanatı yapılmıştır.

  • Türk Şiirinde Kullanılan Nazım Türleri

    9. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Türk Şiirinde Kullanılan Nazım Türleri Âşık Tarzı Halk Şiiri Güzelleme, Koçaklama, Taşlama, Ağıt Dini-Tasavvufi Halk Şiiri İlahi, Nefes, Deme, Nutuk, Şathiye, Devriye Divan Şiiri Tevhit, Münacaat, Naat, Mersiye, Methiye, Hicviye, Fahriye ÂŞIK TARZI HALK ŞİİRİ NAZIM TÜRLERİ GÜZELLEME: Doğa ve aşk konusunun coşkuyla işlendiği halk şiiri nazım türüdür. KOÇAKLAMA: Kahramanlık ve yiğitlik konusunun işlendiği halk şiiri nazım türüdür. Epik, destansı bir anlatımı vardır. TAŞLAMA: Toplumun veya kişilerin aksayan yönlerinin eleştirisini işleyen halk şiiri nazım türüdür. Divan edebiyatında hicviye, Batı edebiyatında ise satirik şiir adını alır. AĞIT: Sevilen ve tanınan bir kişinin ölümü karşısında duyulan üzüntüyü işleyen halk şiiri nazım türüdür. İslamiyet öncesi Türk şiirinde sagu, Divan şiirinde ise mersiye adını alır. DİNİ TASAVVUFİ HALK ŞİİRİ NAZIM TÜRLERİ İLAHİ: Allah'ın varlığını, birliğini, yüceliğini dile getiren şiirlerdir. Allah aşkı işlenir. DEVRİYE: Devir esasını (Allah'tan gelip Allah'a dönmek) konu edinen tasavvuf şiirleridir. ŞATHİYE: Tasavvuf konularını mizahlı bir biçimde işleyen, coşku hâlinde söylenen şiirlerdir. NUTUK: Tarikata yeni giren dervişlere tarikat kurallarının, tasavvufun inceliklerinin anlatıldığı şiirlerdir. NEFES: Bektaşi törenlerinde saz eşliğinde ve makamla okunması gelenek halini alan tasavvuf şiirleridir. DİVAN ŞİİRİ NAZIM TÜRLERİ TEVHİT: Allah'ın varlığını ve birliğini konu alan şiirlerdir. MÜNACAAT: Allah'a yakarışı işleyen şiirlerdir. NAAT: Peygamberimizi övmek için divan şiirinde de mersiyenin karşılığıdır. MERSİYE: Ölüm karşısındaki üzüntüyü işleyen şiirlerdir. İslamiyet öncesi Türk şiirinde ise sagu, halk şiirinde ağıt karşılığıdır. METHİYE: Din ve devlet büyüklerini övmek için yazılan şiirlerdir. HİCVİYE: Bir kişi veya olayı eleştirmek için yazılan şiirlerdir. Halk şiirinde taşlama, modern şiirde satir, yergi ismini alır. FAHRİYE: Divan şiiri nazım şekillerinden olan kasidelerde şairin kendini övdüğü bölümdür.

  • Şiirde Ahenk Unsurları

    9. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Şiirde Ahenk Unsurları Şiirde ahenk, seslerin kulağa hoş gelmesiyle ortaya çıkan önemli bir kavramdır. Başlıca ahenk unsurları şunlardır: 1. Ölçü (Vezin): Türk şiirinde üç tür ölçü kullanılmıştır: hece ölçüsü, aruz ölçüsü, serbest ölçü. a. Hece Ölçüsü: Dizelerdeki hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Türk şiirinde en eski devirlerden beri kullanılagelen milli ölçüdür. İslamiyet Etkisindeki Dönemde halk şiirinde hece ölçüsünün genellikle 7'li, 8'li ve 11'li kalıpları kullanılmıştır. Milli Edebiyat Dönemi'nde ve Cumhuriyet Dönemi'nde pek çok şair hece ölçüsünün farklı kalıplarıyla şiirler yazmıştır. Durak: Hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerde ölçü kalıpları içindeki durma yerleridir. Dizelerdeki duraklarda ahenk gereği kısa bir süre durulur. Duraklara dikkat edilmeksizin okunan şiir, beklenen etkiyi uyandırmaz. Her şiirin duraklı olması gibi bir zorunluluk yoktur. Durak; şiir okunurken belirlenir, ahenk gereği durulan yerler ayrılır, kelimeler bölünmez. Şiirler ölçüye göre genellikle şu şekilde duraklara ayrılır: 4+3 (7'li), 4+4 (8'li). 5+3 (8'li); 4+4+3 (11'), 6+5 (11'li); 7+7 (14'lü). b. Aruz Ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin açık (kısa) ve kapalı (uzun) oluşlarına dayanan ölçü türüdür. Ünlü ile biten heceler, açık olup (.) ile gösterilir. Ünsüzle veya uzun ünlüyle biten heceler ise kapalı olup (-) ile gösterilir. Son hece daima kapalı kabul edilir. Aruz ölçüsü, Arap edebiyatında doğmuş; oradan Iran edebiyatına, İran edebiyatından da Türk edebiyatına geçmiştir. Divan, Servetifünun ve Fecriati şiirinde aruz ölçüsü kullanılmıştır. Tanzimat şiirinde ağırlıklı olarak kullanılan aruz, Cumhuriyet Dönemi'nde çok az sayıda örnekte karşımıza çıkmaktadır. c. Serbest Ölçü: Dizelerdeki hece sayılarının eşitliği, hecelerin açık-kapalı olması gibi kurallara bağlı kalınmayan ölçü çeşididir. Serbest ölçünün kullanıldığı şiirlerde ahenk; vurgu, tonlama, aliterasyon ve asonans gibi unsurlarla sağlanır. 2. Redif: Dize sonlarında tekrarlanan, aynı harflerden oluşan, aynı görev ve anlamdaki ekler, kelimeler ve kelime gruplarıdır. 3. Kafiye (Uyak): Şiirde iki veya daha çok dize arasındaki farklı anlam ve görevdeki seslerin, kelimelerin benzerliğidir. Kafiye genellikle dize sonlarında ve kelimelerin köklerinde aranır. Yarım, tam, zengin ve cinaslı kafiye olmak üzere dörde ayrılır. Kafiye Düzeni: Kafiyelerin diziliş özeliğine kafiye düzeni (kafiye şeması I kafiye örgüsü) denir. Kafiye düzeni belirlenirken birbiriyle kafiyeli dizeler aynı sesle gösterilir. 4. Asonans: Dizelerde aynı ünlülerin ahenk sağlayacak şekilde sıkça tekrarlanmasıdır. 5. Aliterasyon: Dizelerde aynı ünsüzlerin ahenk sağlayacak şekilde sıkça tekrarlanmasıdır. 6. Nakarat: Şiiri oluşturan bölümlerin (üçlük, dörtlük vb.) her birinin sonunda aynen tekrarlanan dizelerdir. 7. Kelime ve Kelime Gruplarının Tekrarı: Şiirde ahengi sağlamak için kelimelerin ve kelime gruplarının tekrarlanmasıdır. 8. Ses Akışı: Şiir okunurken seslerin içeriği yansıtacak şekilde vurgu ve tonlama yapılarak çıkarılmasıdır. KONULARINA GÖRE ŞİİR TÜRLERİ Lirik Şiir: Aşk, tabiat, özlem, gurbet, vatan, din, ölüm gibi konularda duyguların dile getirildiği, coşkulu bir anlatımın kullanıldığı şiirlerdir. Adını Eski Yunan'da şairlerin şiirlerini söylerken kullandıkları "lir" adı verilen müzik aletinden almıştır. Türk edebiyatında koşma, semai, varsağı, ağıt, mersiye, ilahi, münacat gibi nazım şekilleri ve türleri lirik şiire örnektir. Epik Şiir: Savaş ve kahramanlık konularını coşkulu bir anlatımla işleyen şiirlerdir. Destanlar epik şiir türündedir. Epik kelimesi Yunanca destan anlamına gelen "epope" kelimesinden gelmiştir. Halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı gibi nazım biçimleri ve türleri epik özelikler göstermektedir. Satirik Şiir: Kişilerin ve toplumun aksayan yönlerini eleştirel şekilde ele alan şiirlerdir. Kişi, olay ya da durumlar, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Satirik şiir halk edebiyatında taşlama, divan edebiyatında hicviye (hiciv), Batı etkisindeki Türk edebiyatında ise yergi adını almıştır. Didaktik Şiir: Bir düşünceyi aktarmak veya belli bir konuda öğüt, bilgi, ders vermek amacıyla öğretici nitelikte yazılan şiir türüdür. Didaktik kelimesi Yunanca öğretici anlamına gelen "didaktios" kelimesine dayanmaktadır. Daha çok dini, ahlaki, felsefi, sosyal konularda yazılır. Manzum hikayeler, fabllar didaktik özellik gösterir. Pastoral Şiir: Tabiat güzelliklerini, kır ve çoban hayatını anlatan şiir türüdür. Pastoral kelimesi Latince "çobanlara ilişkin" anlamına gelen "pastoralis" kelimesine dayanmaktadır. Pastoral şiir, süsten uzak, sade bir dille yazılır.

  • Nazım Biçimleri

    9. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Nazım Biçimleri Şiirin nazım birimi, ölçüsü ve uyak örgüsüne göre kazandığı biçimsel özelliklerin genel adıdır. HALK ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ Mâni Halk şiirinin en küçük nazım biçimidir. Anonim halk şiiri nazım biçimidir. Tek dörtlüktür. Mısra sayısı 5, 6, 7... 15'ten oluşan mâniler de vardır. Hece ölçüsünün genelde 7'li kalıbıyla söylenir. Tam, kesik (cinaslı), yedekli (artık), karşı-beri, deyiş mâni gibi çeşitleri vardır. Aşk, ayrılık, ölüm, doğa, kahramanlık, kırgınlık gibi temaları işler. Türkü Anonim halk şiiri nazım biçimidir. Ancak söyleyeni belli, âşık tarzı halk şiirine dâhil ettiğimiz türküler de vardır. Ezgilerine göre usullü ve usulsüz olarak ikiye ayrılır. Genellikle 7'li, 8'li, 11'li hece kalıplarıyla oluşur. Bent adı verilen asıl bölüm ve kavuştak adı verilen tekrar (nakarat) bölümünden oluşur. Koşma Åşık tarzı Türk şiirinin en yaygın nazım biçimidir. 11'li hece ölçüsü ile oluşturulur. Dörtlük sayısı 3-5 arasındadır. Şair son dörtlükte mahlasını kullanır. Buna tapşırma denir. Koşmalar konularına göre: güzelleme, koçaklama, taşlama ve ağıt olarak dörde ayrılır. Semai 8'li hece ölçüsüyle oluşturulur. Konu olarak koşmanın güzellemesine benzer. Dörtlük sayısı 3-5 arasındadır. Sevgi, doğa, aşk, güzellik temaları özel bir ezgiyle işlenir. Varsâğı Semai ile benzer şekilsel özellikler taşır. Ilk dizesinde bre, behey, hey gibi kahramanlık belirten ünlemlerin kullanılması yönüyle semaiden ayrılır. Varsak Türklerine ait bir nazım biçimidir. Destan Halk şiirinin en uzun nazım şeklidir. Konu olarak da yiğitlik, kahramanlık işlenir. DİVAN ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ Gazel Aşk, güzellik, kadın temaları işlenir. Beyit sayısı 5-15 arasındadır. Kafiye şeması aa/ba/ca/da… şeklindedir. İlk beyitine matla, son beyitine makta denir. En güzel beyitine beyt'ül gazel denir. Şairin adının geçtiği beyite mahlas beyiti denir. Beyitleri arasında konu bütünlüğü olan gazellere yek âhenk gazel adı verilir. Bir gazelin bütün beyitleri her bakımdan aynı etkileyicilikte söylenilmişse bu tür gazeller de yek âvâz gazel denir. Kaside Din ve devlet büyüklerini övmek ya da yermek için yazılan şiirlerdir. Beyit sayısı 33-99 arasındadır. İlk beyitine matla, son beyitine makta denir. En güzel beyitine beyt'ül kasid denir. Şairin adının geçtiği beyite taç beyit denir. Nesib (Teşbib), girizgâh, methiye, tegazzül, fahriye ve dua bölümlerinden oluşur. Mesnevi Her beyiti kendi içinde uyaklanan ve beyit sayısı sınırsız olan nazım biçimidir. Âruzun kısa kalıplarıyla aşk, din, tasavvuf, ahlak gibi konularda yazılır. Kişi, zaman, mekân, olay gibi unsurları taşır. Beş mesneviden oluşan eserlere hamse denir. Şarkı Bestelenmek için yazılmış, divan şiirine Türklerin dâhil ettiği nazım biçimidir. Bent sayısı 3-5 arasındadır. Şarkının üçüncü dizesine miyan denir. Her bendin son dizesi tekrarlanır buna da nakarat denir. Tuyuğ Halk edebiyatındaki mâninin karşılığıdır. Tek dörtlükten oluşur ve Türkler tarafından divan şiirine kazandırılmıştır. Terkibibent Terkibibent, 7-12 bent arasında oluşmuş bir nazım şeklidir. Her bent 5 ile 10 arasında beyitten oluşur. Bentlerin kafiye düzeni gazel ve kasideninki gibidir. Her bendin sonunda "vasıta beyti" adı verilen bir beyit bulunur. Vasıta beyti her hanenin sonunda değişir. Eğer değişmiyorsa terciibent olur. BATI ETKİSİNDEKİ TÜRK ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ Serbest Nazım Herhangi bir ölçü ya da uyağa, belli kurallara bağlı olmayan şiirdir. Ölçünün veya uyağın kullanılıp kullanılmaması, dizelerin uzunluğu ve kısalığı, şiirin belli bölümlere ayrılıp ayrılmaması şairin isteğine bağlıdır. Sone İki dört dizeli ve iki üç dizeli bölüm olmak üzere 14 dizeden oluşan nazım biçimidir. Terzarima Üçer dizelik bentlerle kurulu nazım biçimidir. Bent sayısı sınırsızdır ancak tek mısra ile sona erer. Triyole On mısralı bir nazım biçimidir. İlk iki dizelik bir parçadan sonra dörder dizelik iki bent gelir. Balat Batı şiirinde masalımsı, çoğu zaman acıklı, kimi zaman gülünç olayları, söylenti niteliğindeki eski hikâyeleri işleyen; 3 uzun 1 kısa bentten oluşan bir nazım biçimidir.

  • Şiirin Temel Özellikleri

    9. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Dersi: Şiir Şiir, zengin imgelerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebî türdür. Şiir, düş gücüne, imgeye dayanır. İnsanın duygu dünyasına seslenir, insanda coşku uyandırır. Şiirde çağrışım, imge, sezgi önemli bir yer tutar. Ahenkli ve etkili bir söyleyiş ön plandadır. Duygu, düşünce ve hayallerin genellikle ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde anlatılan şekline nazım denir. Şiir Geleneği Her şiir oluştuğu dönemden izler taşır. Şair, yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal olaylarını, kültürünü, inançlarını, sanat zevkini şiire yansıtır. Ortak zevk ve dil anlayışına sahip şairlerin ortak şekil özelliklerini, ahenk unsurlarını, imge ve temaları kullanarak oluşturduğu şiir anlayışına şiir geleneği denir. Şairler kendilerinden önce oluşan bu gelenekten az ya da çok etkilenir, oluşturdukları şiir anlayışıyla kendilerinden sonra gelen şairleri etkiler. Söyleyici: Şiirde okura seslenen, şairin sesini ve söyleyişini emanet ettiği kişi ya da varlıktır. Mahlas: Şairlerinin şiirlerinde kullandığı takma addır. Şairler, mahlaslarını genellikle son birimde söyler. Tapşırma: Halk şiirinde âşıkların mahlas almalarına, adlarını veya mahlaslarını kullanmalarına verilen addır. Ozanlar, genellikle son dörtlükte adlarını veya mahlaslarını kullanır. Nazım Birimi Şirin bütününü oluşturan dizelerin kümeleniş biçimine nazım birimi denir. Nazım birimi, dize gruplarında bulunan dize sayısına göre adlandırılır. Şiirin nazım şeklinin belirlenmesinde kullanılan ölçütlerden biridir. Nazım birimleri şunlardır: Dize (Mısra): Şiirdeki her bir satırdır. Dize, en küçük nazım birimidir. Beyit: iki dizeden oluşan ve anlam bütünlüğü taşıyan bölümlerdir. Divan edebiyatında yaygın olarak kullanılan nazım birimidir. Dörtlük: Dört dizeden oluşan ve anlam bütünlüğü taşıyan bölümlerdir. Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan nazım birimidir. Bent: Şiirde üç veya daha fazla dizeden oluşan ve anlam bütünlüğü taşıyan bölümlerdir.

bottom of page