top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 856 sonuç bulundu

  • Türkçenin Karanlık Dönemleri

    Literatürde Ana Türkçe ve İlk Türkçe şeklinde isimlendirilen dönemlere ait elimizde yazılı belgeler bulunmadığı için bu dönemler Türkçenin karanlık dönemi olarak adlandırılabilir. Orhun abidelerini içine alan Köktürkçe ve bundan sonraki dönem Türkçesi hakkında ise elimizde yazılı belgeler bulunmaktadır. Karanlık döneme dair bir ipucu bulabilmek için Türkçenin Sümerce ile bağlantısı kurulmaya çalışılmıştır. Türkçe sondan eklemeli bir dil olduğu hâlde Sümercede ön ekler de bulunmaktadır. Buna rağmen Türkçe ile Sümerce arasında son derece ciddî ilgiler kurulmuştur. Ülkemizde konu üzerinde özellikle Osman Nedim Tuna durmuştur. Tuna, Türkçe ile Sümercede 168 kelimenin ortak olduğunu tespit etmiştir. Bunlardan bazıları aşağıda gösterilmiştir. Sümerce Eski Türkçe mae, men (ben) men (ben) zae (sen) sen di (konuşmak) ti- (demek) dingir (tanrı) tengri (tanrı) dug (dökmek) tök- (dökmek) iduga (parfüm) yıdıg (koku) kur (ülke) kuru (kara parçası, yer) kur (koruma) kon- (korumak) nig (şey) neng (şey) nig (şey) sag (sağ, sağlam, iyi) tibira (metal) temir (demir) ud (zaman) öd (zaman) udi- (uyuma) udı- (uyumak) uş (iş) ış/iş (iş) zag (sağ taraf) sag (sağ taraf) dib (bağ) yip/ip (ip) tar (kesmek, kırmak) yar- (yarmak) tar (kesmek, kırmak) yir (yer) gaz (ezmek) ez- (ezmek) gig (hasta olmak) ig (hastalık) gud (öküz) ud (öküz) giş (orman, ağaç) yış (orman) gişig (kapı) eşik (kapı) sig (iyi) yig (yeğ, iyi) şeg (yağmur) yag- (yağmak) şurim (yarım) yarım (yarım) sag (küçük çocuk) çağa (çocuk) sipad (çoban) çopan (çoban) sud (uzun olmak) sun- (uzatmak) Örtüşen kelimeler arasında üç çift de ikileme vardır: Sümerce Eski Türkçe kabkagak (sıvı için kap) kap kaçak (kap kaçak) nigname (her şey) neng neme (her şey) uşub (kuş yuvası) kuş eb (kuş evi) Hunların da Türk oldukları ve Türkçe konuştukları üzerinde durulmuştur. Hunların dilinin de Türkçe ile bağlantısı merak konusu olmuştur. Hunların tören kılıcı anlamına gelen ve Çin kaynaklarında geçen king-lo’nun yazıya geçmiş en eski Türkçe kelime olduğu ileri sürülmüştür. M.S. 4. yüzyıl başlarından kalan ve Çince kaynakta anlamı da verilen Süke tılıkang / Bukuk-gu tutang “(Düşman) ordusuna karşı çıkın, Bukuk’u (lideri) tutsak alın!” şeklindeki beyit de ilk Türkçe metinlerdendir. Bunların dışında Türkçenin karanlık dönemleriyle ilgili çok net şeyler söyleyebilmek, bugün için mümkün değildir. Prof. Dr. Ahmet MERMER

  • Türkçenin Tarihi Gelişimi

    İlk izlerine Sümer kaynaklarında rastlanan Türk dilinin ilk verileri Hunlardan kalan birkaç kelimedir. Bu birkaç kelimelik veri bir kenara bırakılırsa Moğolistan’da bulunmuş olan 6 satırlık Çoyr yazıtı (687-692), Türkçenin tarihi bilinen en eski metnidir. Köktürklerden kalan Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk anıtları ise, geçmişi eskiye dayanan hacimce en büyük Türkçe metinleri ihtiva etmektedir. 7-10. yüzyıllar arasında Türkçe, Macaristan’dan Güney Sibirya’ya ve Moğolistan içlerine kadar uzanan sahada Göktürk harfleriyle yazılan bir yazılı dil olarak kullanılmıştır. Yazıtlar, Moğolistan’dan sonra en yaygın olarak Güney Sibirya’da Yenisey ve kollarının suladığı alanlarda bulunmaktadır. Asya’da Runik harfli yazıtlar beş ana bölgede toplanmıştır. Bunlar Batı Türkistan, Doğu Türkistan, Moğolistan, Güneydoğu Sibirya ve Kuzeydoğu Sibirya’dır. Köktürklerden sonra gelen Uygurlar, 9. yüzyıldan itibaren Tarım havzasında ve Gansu bölgesinde Göktürk, Uygur, Soğdak ve Brahmi alfabeleriyle eserler meydana getirmişlerdir. Elimizdeki kâğıda yazılı metinlerin en erken tarihlisi işte bu 9. yüzyıla, Uygurlara, ait metinlerdir. Moğolistan’da bulunan anıtlardan bazıları da Uygurlara aittir. Onlar bu anıtlara belgü ve bitig adını vermişlerdir. Budist Türk çevresinden bugün için elimizde hem dinî, hem de din dışı zengin bir edebiyatı bulunmaktadır. Yazmaların çoğu Soğd yazısından geliştirilmiş Uygur alfabesi ile yazılmıştır. Bununla birlikte doğrudan Soğd yazısıyla yazılan birkaç parça ile Brahmi ve Tibet yazısı ile yazılmış az sayıda yazma da mevcuttur. Türk Budist edebiyatının büyük çoğunluğunu Çince, Tibetçe, Sanskritçe, Toharca ve Sogdcadan yapılmış çeviriler teşkil etmektedir. Az sayıda telif eser de mevcuttur. 10. yüzyılda Kâşgar ve Balasagun civarında ortaya çıkan yeni bir Türk kültür çevresi Kutadgu Bilig ve Dîvânü Lûgati’t-Türk gibi eserleri meydana getirmiştir. 13. yüzyılda Türk yazı dili Harezm bölgesinde merkezîleşmiştir. 13. ve 14. yüzyıllarda Türk yazı dili bu ana sahadan başka Yukarı İdil sahasında, Mısır’da ve Anadolu ile Azerbaycan sahasında kullanılmaktaydı. Anadolu ve Azerbaycan’da bu yüzyılda Oğuz ağzına dayalı yeni bir yazı dili oluşmuştur. İdil Bulgarcası, 14. asırdan sonra yerini Kıpçakçaya bırakmıştır. Mısır ve Suriye’de ise 15. yüzyıldan sonra Kıpçak Türkçesi kullanılmaz olmuştur. Kuzey ve Doğu Türklerinde Harezm Türkçesinin devamı niteliğindeki Çağatay Türkçesi, tek ve ortak yazı dili olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar sürmüştür. 19. yüzyılın ortalarından itibaren ise İlminski ve Ostroumov’un çabalarıyla her Türk boyunun konuşma dilinin ayrı bir yazı dili hâline getirilmesi görüşü hayata geçirilmeye başlanır. Bu süreç 1930’lara kadar devam etmiştir. Bu çalışmaların neticesinde bugün yirmi farklı Türk yazı dili ortaya çıkmış durumdadır. Tekin ve Ölmez, Türk dilinin tarihî dönemlerini şu şekilde sıralamışlardır: 1. İlk Türkçe (Başlangıçtan Milat sıralarına kadar) 2. Ana Bulgarca ve Ana Türkçe dönemleri (1.-6. yy.) 3. Eki Türkçe ve Eski Bulgarca dönemleri (6.-11. yy.) 4. Orta Türkçe ve Orta Bulgarca dönemleri (11.-16. yy.) 5. Yeni Türkçe ve Çuvaşça dönemi (16. yüzyıl sonrası) Róna-Tas ise çağdaş Türk lehçelerini şu şekilde sınıflandırmıştır: I. ÇUVAŞ Viryal, Anatri II. KIPÇAK veya KUZEYBATI KOLU 1. Kuzey veya Volga Kıpçak Kazan Tatarları Mişer Tatarları Başkurt 2. Doğu veya Aral-Hazar Kırgız Kazak Karakalpak Nogay 3. Batı veya Pontus-Hazar Kumuk Karaçay Balkar Kırım Tatar, Dobruca Tatar Urum veya Grek Tatar Karaim III. OĞUZ veya GÜNEYBATI KOLU Türkmen Horasan Azeri Türkçe veya Osmanlıca Gagavuz IV. HALAÇ veya GÜNEY KOLU V. TÜRKİSTAN veya DOĞU KOLU Özbek Yeni Uygur Türki Salar Hoton Sarı Uygur VI. SİBİRYA veya KUZEY KOLU Sibirya Tatarları Altay Şor Hakas Çulum Tuva Tofalar VII. YAKUT Prof. Dr. Ahmet MERMER

  • Yurt Dışı Göçmen Türk Edebiyatı

    Yurt Dışı Göçmen Edebiyatı’nın temelini daha çok Almanya’ya giden göçmenlerin attığını söylemek mümkündür. II. Dünya Savaşı’ndan ağır bir yenilgiyle ayrılan Almanya, savaş sırasında yetişmiş insan gücünü yitirerek çok büyük sıkıntılar yaşamıştır. Dolayısıyla Almanya, savaş sonrasında, özellikle ağır sanayide çalıştırılmak üzere, yetişmiş insan gücü açığını dışarıdan göç alarak kapatmaya çalışmıştır. Bu göç dalgasına, Türkiye Cumhuriyeti ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde, 1965-1970 yıllarında başlangıçta iki yıllığına sadece erkekler katılırken, sonraki yıllarda aileler de daha uzun süreli kalmak üzere dahil olmuşlardır. İlk başlarda Almanya’ya, daha sonraları özellikle Orta ve Batı Avrupa’ya yapılan Türk göçleriyle birlikte, göçlerin yapıldığı ülkelerde Türk kültürüne ait çok renkli, çok dilli ve kültürlü bir yaşam oluşmaya başlamıştır. Doğal olarak bu çeşitlilik, o bölgelerde yaşayan yazar ve şairlerin eserlerine de yansımıştır. Gerek Türkiye’den o bölgeye göç etmek suretiyle, gerekse oraya yerleşen ailelerin çocukları arasından yetişen birçok yazar ve şair, Türk kültürü ve edebiyatından beslenerek, göç ettikleri ülkelerde kimilerine göre “İşçi Edebiyatı”nın kimilerine göre de “Yurtdışı Göçmen Edebiyatı”nın doğmasına katkıda bulunmuşlardır. Yurt Dışı Göçmen Edebiyatı’nın ilk kuşağını, Türkiye’de doğmuş daha sonra Almanya’ya göç etmiş Nevzat Üstün, Bekir Yıldız, Yüksel Pazarkaya, Güney Dal, Fakir Baykurt, Aras Ören gibi yazarlar oluşturmaktadır. Bu yazarlar daha sonraları ikinci kuşağın yetişmesine çok büyük katkıda bulunmuşlardır. İkinci kuşağın önde gelen temsilcileri ise Habib Bektaş, Şinasi Dikmen, Yaşar Miraç, Fethi Savaşçı ve Yücel Feyzioğlu gibi yazar ve şairlerdir. Bu yazar ve şairler, Almanya’da yazmaya başlamışlardır. Ancak bunların en önemli özelliği eserlerini Türkçe yazmalarıdır. Diğer taraftan Türkiye’de doğup Almanya’da büyüyen, Almanya’da doğup büyüyen, her iki dili de çok iyi şekilde kullanarak yazan, ikinci kuşağın devamı niteliğindeki yazar ve şairleri de şöyle sıralamak mümkündür: Osman Engin, Zehra Çırak, Zafer Şenocak, Feridun Zaimoğlu, Renan Demirkan, Salih Omurcak, Nevfel Cumart, Murat Karaarslan, Gülbahar Kültür, Alev Çoşkun, Hasibe Sönmez, Şakir Bilgin, Bekir Karadeniz, Erol Aras, Şükriye Dönmez, Muhsin Omarca, Orkun Ertener, Seher Çakır. Bunlar içinde Seher Çakır Avusturya’da yaşamaktadır. Doç. Dr. İbrahim DİLEK

  • Rusya'da Türk Edebiyatı

    Rusya’da Türk edebiyatı Çarlık dönemi ve Sovyet Dönemi olmak üzere ikiye ayrılır. 1552 yılında Ruslar’ın Kazan’ı işgal etmesiyle birlikte Kafkasya, Türkistan ve Sibirya’da bulunan Türk yurtlarının büyük kısmı Rus hakimiyeti altına girmiştir. 19. yüzyıla kadar bu bölgelerde yaşayan Türklerin edebiyatı büyük ölçüde halk edebiyatı ve klâsik edebiyat şeklinde gelişimini sürdürmüştür. 19. yüzyılla birlikte bilhassa İlminsky’nin faaliyetleri sonucunda Türk boylarının yazı dillerinin oluşturulması ve Rus edebiyatının da etkisiyle Rusya’da Türk edebiyatı modern bir mahiyet kazanmıştır. Yazılı edebiyatın ilk eserleri Çarlık döneminde ortaya konmuş ve daha çok halk edebiyatı ile klasik edebiyattan beslenmiştir. Bu dönem bilhassa Sibirya’daki Türk boy ve topluluklarında yazılı edebiyatın ilk örneklerinin ortaya konması bakımından dikkat çekicidir. Bu yüzyılın ikinci yarısında çeşitli Türk topluluklarında görülen yenilikçi ve millî hareketler edebî hayatı etkilemiş olsa da maalesef uzun ömürlü olamamıştır. 1917’de başlayan Sovyet dönemiyle birlikte bütün Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi topluluğa bağlı Türklerin edebiyatları da bu sistemin dikte ettiği sosyalist realizm esasları ölçüsünde gelişmiştir. Ortaya konan eserler belli başlı konular etrafında yazılmıştır. Bu konular içerisinde; kadınları sosyal hayata davet, kolektif yaşam tarzına övgü, sistemin yöneticilerini yüceltme, dine, gelenek ve görenekler yergi, eskiye ait değerleri suçlama gibi mevzular öne çıkmaktadır. Bu edebiyatın bir amacı da millî değerlerinden arındırılmış, ideal Sovyet insanı tipi ortaya çıkarmak olmuştur. Sistemin istediği mahiyette eserler yazmak istemeyen yazar ve şairler ölüm, mahkum edilme ya da sürgüne gönderilme şeklinde cezalandırılmışlardır. 1917-1991 yılları arasında ortaya konan eserlerde sanatçıdan toplumsal bir fayda beklenmiş, bu durum büyük ölçüde sanatçının edebî yaratıcılığını kısıtlamıştır. Fakat buna rağmen, aynı yıllarda Azerbaycan’da Bahtiyar Vahapzade, Kırgızistan’da Cengiz Aytmatov, Özbekistan’da Abdulla Kahhar, Türkmenistan’da Bedri Kerbabayev, Kazakistan’da Olcas Süleymanov gibi dikkate değer şair ve yazarlar yetişmiştir. Ayrıca Sovyet dönemindeki Rusya’da Türk halk edebiyatı ürünleri de etkilenmiştir. Yapılan metin neşirlerinde sistemin amaçlarına ve esaslarına uymayan bölümler ya metinden çıkarılmış ya da değiştirilmiştir. Bu eserler üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar da Sosyalist bilim anlayışının gereklerine uygun olarak yapılmıştır. Bilhassa II. Dünya Savaşı yıllarında başta destanlar olmak üzere halk edebiyatının çeşitli ürünleri savaşa Rus saflarında katılan ve cepheye gönderilen Türk gençlerini teşvik etmek için kullanılmıştır. Doç. Dr. İbrahim DİLEK

  • Kırım ve Türk Edebiyatı

    Kırım Türkleri yazılı edebiyatları meydana gelene kadar güçlü bir halk edebiyatı ortaya koymuşlardır. Kırım destanları 1896 yılında Radloff, 1980 yılında ise Cafer Bekirov tarafından derlenmiş ve neşredilmiştir. Bölgenin Osmanlı İmparatorluğuna bağlanmasından sonra klâsik tarzda şekillenmeye başlayan Kırım edebiyatı, Kuzey Türkçesi ve Osmanlı Türkçesi olmak üzere iki kolda gelişir. Kırım Türk edebiyatını altı döneme ayırmak mümkündür: 1. Hanlık Dönemi, 2. Rus İstilâsı Dönemi , 3. "Tercüman" Dönemi, 4. 1905- 1917 Dönemi, 5. 1917- 1944 Dönemi, 6. 1944’ten günümüze kadar olan dönem. XV. asırdan itibaren Kırım'da Mengli Giray ve Hüseyin Kefevî (15. asır), Bora Gazi Giray (Gazaî) ve Rammayıl Hoca (16. asır), Aşık Ömer, Mustafa Cevheri, Leylâ Bikeç, Aşık Arif, Can Muhammed ve Edip Efendi (17. asır) gibi ünlü şairler yetişmiştir; fakat, bu dönem şairlerinin eserlerinin tamamı bugün elimizde mevcut değildir. XVIII. asra kadar Osmanlı tesiri altında gelişen Kırım Türkçesi ve edebiyatı 1783 yılında Kırım'ın Rusya'ya ilhakı ile gittikçe zayıflar. Rusların Kırım'ı ilhakıyla durgunluk dönemine giren Kırım Edebiyatı, XIX. asrın ikinci yarısından itibaren canlanmaya başlar. Canlanma hareketini Abdurrahman Kırım Hace ve Abdurrefî Bodanski, İsmail Gaspıralı, Hasan Nuri gibi yazar ve eğitimciler başlatmıştır. 1905 Meşrutiyet inkılâbından sonra Rusya'da yaşayan bütün Türk boylarında olduğu gibi, Kırım Türkleri'nde de millî edebiyat yolunda çalışmalara hız verilmiştir. Bu dönemde, Abdurreşit Mediyev, Osman Akçokraklı, Bekir Emekdar, Hasan Çergeyev, Ali Bodaninski, Hasan Sabri Ayvazov; İsmail Lemanov, Hüseyin Şamil Toktargazi, Osman Zaatov, Habibullah Kerim, Hüseyin Baliç, Gaffar Şerfeddin, Mehmet Nüzhet, Seyyid Mahmut Rifatov, Seyyid Abdullah Özenbaşlı, Habibullah Odabaşı, Mehmet Niyazi, Mithat Rifatov gibi pek çok aydın, halkı cahillikten kurtarmak ve onun medenî seviyesini yükseltmek için çalışmışlardır. 1.Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Türkiye ile münasebetler kesilmiş ve İstanbul'un yerini Kazan almıştır. Bu dönemin önemli temsilcileri, Şamil Toktargazi (1881-1913), Hasan Çergeyev (1879-1946), İlyas Boranganski (1852-1942), Ali Bodanski (1865-1920), İsmail Lemanov (1871-1942), Osman Akçoraklı (1879 - 1938); Mehmet Nüzhet (1888 - 1933), Abdullah Latifzade, (1890 - 1938) , Seyyid Abdullah Özenbaşlı (1867-1924)’dır. 1917 Devrimi Kırım Türkleri'nin siyasî ve sosyal hayatlarında yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. 16 Kasım 1918'de Beyaz Rus Ordusu, 11 Kasım 1920'de ise Kızılordu Kırım'ı işgal etmiş ve Sovyet hakimiyeti Kırım'a tam olarak yerleşmiştir Bu dönemde edebî eser verenler, Hasan Çergeyey, Mehmet Nüzhet, Abdullah Latifzade, Ömer İpçi, Bekir Çobanzade, Yakup Şakirali gibi ediplerle Abdurrahim Altanlı, Ziyaddin Cavtöbeli, Cafer Gaffar, İlyas Tarhan, Irgat Kadir, Mahmut Nedim, Eşref Şemi-zade, Kerim Camanaklı gibi gençlerdir. 1976 yılında bir grup genç yazarın çalışmaları sonucu Kırım Türkçesi ile hazırlanan "Yıldız" almanağı, 1980 senesinde iki ayda bir çıkarılan "Yıldız" dergisine çevrilmiştir. Bu dönemde Mehmet Bekirov ile Yusuf Bolat, üçüncü sınıflar için "Ana Tili" (1974); S. Müjdabayev ve Yusuf Bolat, dördüncü sınıflar için "Ana Tili" (1979); A. M. Gargavets, yedinci sınıflar için "Ana Tili" (1988) ve A. Memetov, fakülte öğrencileri için "Tatar Tili Grammatikasının Praktikumi' (1980) isimli gramer kitaplarını, A.M. Gargavets "Ana Tilinde" (1988) isimli okuma ders kitabını; S.A. Asanov, A.M. Gargavets, S.M. Useyinov "Knmskotatarsko - Russkıy Slovar (1988) isimli Kırım Türkçesi - Rusça sözlüğü neşretmişlerdir. 1983 senesinde Moskova'da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği yazarlar sekreteryasında yapılan Kırım şiirinin müzakeresine, şairlerden Çerkez Ali, Riza Halid, Bilal Mambet, İsa Abduraman, Zakir Kurtnezir katılmıştır. Bu dönemde Gafur Gulam Neşriyatı bünyesinde kurulan Kırım Tatar yayınları bölümünde Kırım Türkçesi ile neşriyat yapma imkânı doğmuştur. Doç. Dr. İbrahim Dilek

  • Orta Asya Türk Edebiyatı

    Oğuzlar 10 ve 11. yüzyıllarda oldukça geniş bir alana yayılmışlar; İrtiş'ten Volga'ya dayanan sınırları Hazar Deniziyle Maveraünnehr arasındaki bütün bir bozkır sahasını içine almıştır. Böylece Orta Türkçe ilk devresinde Hakaniye ve Oğuz edebi şiveleriyle görünüyordu. Türk kültürünün ana yurdu olan Türkistan’da onuncu yüzyıldan itibaren geniş ve zengin bir edebiyat teşekkül etmiştir. Bu edebiyatın temeli, yazılı ve sözlü destanlara dayanmaktadır. Yazılı edebiyatın öncüleri Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacib, Yüknekli Edib Ahmet gibi ilim ve fikir adamları Karahanlı sahasını yüksek seviyede bir kültür merkezi haline getirmişlerdir. Moğol istilasından sonra Orta Asya’da teşekkül etmiş olan Türk edebiyatı, dar manasıyla Timur ve Timurlular devrinde meydana gelen Türk edebiyatını ifade etmektedir. Kökleri Orhon Yazıtlarına ve Uygur-Türk, buda-Manihaist Türk edebiyatına kadar iner. En yakın temeli de İslam devrindeki Hakaniye edebiyatı (Kutadgu Bilig, Atabetü’l Hakayık, Divanü Lugâti’t Türk) ve onun yeni bir inkişaf sahasını teşkil eden Harezm – Altınordu Türk edebiyatıdır. Türkler İslamiyeti, devlet dini olarak 10. yüzyılın ilk yarısında kabul ettiklerinden bu devirden sonraki edebiyatları da Türk-Uygur edebiyatı üzerine kurulmuş İslami bir edebiyat olmuştur. İslami Türk edebiyatı birçok dini terimi Budizm, maniheizm dini edebiyatından miras almıştır. İslam devrinin ilk Türkçe eserlerinden olan Kutadgu Bilig müellifi “Dinleyin Ötüken Begi ne diyor?”, “Dinleyin Yagma Begi ne demiş?” gibi mısralarıyla eski Orhon devrinin edebiyatını hatırlatır. Müşterek Orta Asya Türkçesini takip eden Kuzey-Doğu Türkçesinin meydana getirdiği edebiyat, geniş manada Çağatay Türk Edebiyatını meydana getirmektedir. Divan ü Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi büyük eserlerin ortaya çıkışından sonra Kaşgar Türkçesi edebi kudretini göstermiş oluyordu. Hakaniye diye anılan bu Türk Lehçesi sadece bu eserlerle kalmamış, teşekkül eden yeni kültür merkezlerinde birçok eser vücuda getirmiştir. Gerçekte Kutadgu Bilig'le başlayan bu devre, ortaya çıkan kültür merkezlerine göre üçe ayrılırsa da onları Müşterek Orta Asya Türkçesi eserleri olarak zikretmek gerekir. Asıl 12. yüzyıl Kaşgar Türkçesi edebiyatının en büyük temsilcisi Yesili Ahmed'dir. Ahmed Yesevi (ölm. 1166 H. 562) ruhu okşayan çekici hikmetleriyle tanınmıştır. Pek çok lakapla anılan Ahmed Yesevi gerçekte bir mektep kurmuş ve bu mektep, talebeleri tarafından devam ettirilmiştir. Hakim Süleyman Ata (ölm. 1186) önde gelen taleb faaliyetlerinde bulunmuştur. Miftahü'l-Adl adlı fıkıh kitabıysa bu dönemde ayrı bir önem taşımaktadır. On dördüncü yüzyıla kadar bu sahada görülen eserlerden Oğuz Kağan Destanı ve 14. yüzyılın başında Rabguzi'nin yazdığı Kısasü'l-Enbiya'nın önemini belirtmek gerekir. Harezm ve Sirderya Irmağının güneyindeki yerler; Yedisu, Merv, Buhara gibi şehirler bölgenin kültür merkezi haline gelmiştir. Burada Türklüğün Kaşgar, Kıpçak ve Oğuz lehçeleri karışık olarak yaşadığından yazılan eserlere de bu durum aksetmiştir. Bölgenin en önde gelen eseri Alioğlu Mahmud'un yazdığı Nehcü'l-Feradis'tir. Eser daha çok hadisler ve açıklamalarıyla Siyer-i Nebi cinsindendir. Fakat İslamiyet’e ait geniş bilgileri ihtiva etmesi, her çeşit halk tabakası için yazıldığını göstermektedir. On dördüncü asırda Kıpçak ili dil yadigarları da edebi yönden zikre değer eserlerdir. Bunların başında Kırım veya Kefe'de yazıldığı tahmin edilen Codex Cumanicus'tur. Eser, Latin harfleriyle yazılmıştır. İki kısımdan meydana gelen eserin İtalyan bölümünü lügat, Alman bölümünü ise çeşitli dini metinler meydana getirmektedir. Eserin Kıpçak Türkçesini öğrenmiş misyoner rahipler tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir. 19. yüzyılda Çağatay, daha doğrusu “Türkî” edebiyatın enkazı üzerinde muhtelif lehçelerin edebiyatları meydana getirilmiştir. Rus istilasından ve daha sonra Sovyet ihtilali ile birlikte Osmanlı, Azeri ve Tatar edebiyatlarından sonra Orta Asya Türk Edebiyatı da bazı akım ve müdahalelerin etkisiyle yenileşme yoluna girmiştir. Doç. Dr. İbrahim Dilek

  • Irak ve Türk Edebiyatı

    Irak Türk nesrinin gelişmesi, hiç şüphesiz matbaanın kurulması ile başlamıştır. Kerkük'te ilk olarak Havadis gazetesinin, daha sonra Maarif dergisinin yayımlanması, nesir hayatına canlılık getirmiştir. Bu dönemde yazıları ile ilgi çeken isimlerin başında Kudsîzâde Ahmad Medenî Efendi (1889-1940), Fethi Safvet Kirdar (1896-1966), Ali Kemal Kâhyaoğlu ve Cevad Nesiboğlu ( -1959) gelir. Daha çok makale, fıkra ve deneme türünde örnekler verilen 20. yüzyılın ilk yarısında, Türk men nesri, hikâye ve roman türünde fazla atılım yapamamıştır. Irak Türk edebiyatı, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra nesir alanında büyük canlılık yaşamıştır. Yazı dilinde sadeleşme süreci, Ata Terzibaşı'nın öncülüğünde Beşir gazetesinin (İlk sayısı 23 Eylül 1958) yayımlanması ile başlamıştır. Daha sonra Kardaşlık dergisinin (ilk sayısı Mart 1961) yayın hayalına katılması, bu süreci daha da hızlandırmıştır. Gerçi Hıdır Lütfi ve Molla Sabir gibi, eski kuşağa mensup olan bazı yazarlar, sadeleşme hareketine katılmamışlardır. Ancak Ata Terzibaşı'nın dil ve edebiyat üzerine yazdığı makaleler, dilde özleşme akımını güçlendirmiştir. Bununla birlikte Çağdaş Irak Türkmen edebiyatında Reşit Kâzım Beyatlı (1914-1983), Rıfat Yolcu (1926) ve Ali Marufoğlu (1927) gibi isimler nesir alanında sade dilin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Bu dönemde, özellikle denemeleri ile ilgi çeken Abdulhekim Rejioğlu (1910-1975), geliştirdiği akıcı ve delifişek üslûbu ile, önemli yeniliklere öncülük ederek, Türkmen edebiyatı tarihinde müstesna bir yere sahip olmuştur. Yine bu dönemde fıkra, gezi notlan, aktüalite ve magazin yazıları ile İhsan Vasfi (1923), olgun yazıları ile folklor, edebiyat ve kültür tarihçisi Ata Terzibaşı (1924), fikrî ve edebî yazılan ile Rıfat yolcu (1926), deneme ve hikâyeleri ile Ali Marufoğlu (1927), Türkmen edebiyatına hikâye türünü yerleştiren Haşim Kasım Salihi (1927), düşünce ve fikir yazıları, tarihî araştırma, eleştiri ve denemeleri ile Erşat Hürmüzlü (1943) en çok ilgi toplayan isimlerdir. Iraklı Türk yazarlarının, hikâye ve hele roman alanında fazla varlık göstermemeleri de, yine Türkçe'den, Türk dünyasından ve Türk edebiyatı çevrelerinden uzak ve kopuk kalmalarına bağlıdır. Çünkü bu türde anlatım yine Türkiye Türkçesi ile sağlanmaktadır. Yoğun biçimde Türk kültür ve edebiyat dünyasından beslenmeleri mümkün ol-saydı, hiç şüphesiz pek çok yetenekli Türkmen edebiyatçısının hikâye ve roman türünde de başarılı ürünler vermeleri mümkün olabilirdi. Irak Türk kökenli olan, ancak Irak dışına göç eden ve özellikle Türkiye'ye yerleşen güçlü edebiyat temsilcilerine son olarak işaret etmek gerekir. Iraklı Türk edebiyatçıları olarak Türkiye'de üne kavuşan Hâşim Nâhid Erbil (1880-1959 ?), Mehmed Râsih Öztürkmen (1889-1936), Necmettin Esin (1912-1987), Ömer Öztürkmen (1929) ve oyun yazarı olan Devlet Tiyatroları sanatçısı İsmet Hürmüzlü (1938) bunların, arasında ilgi çeken güçlü isimlerdir. Günümüzde Irak’ın Musul, Erbil, Kerkük, Diyale, Bağdat gibi iller ve bu illere bağlı onlarca ilçe, nahiye ve köyde yaşayan Türkmenler zengin bir Türk halk edebiyatına sahiptir. Türk dünyasının her yerinde olduğu gibi Irak Türkmen halk edebiyatı ürünlerini mensur ve manzum olmak üzere iki bölüm altında toplanmaktadır. Mensur halk edebiyatı ürünleri arasında masal, halk hikâyesi, efsane (matal), fıkra (nükte), menkıbe vb. ürünlere bakıldığında Türk dünyası sahasında olduğu gibi Irak Türkmenleri arasında da Türk motifleri ile süslü olup canlı olarak yaşatılmaktadır. Hatta anlatılan ürünlerin büyük bir kısmı bölge ağız özelliği bir kenara Türk dünyası sahası ile tıpatıp ayinlik arz etmektedir. Arzı Kamber, Kerem Aslı, Köroğlu gibi halk hikâyelerinin bölgede aynı şekilde anlatılmaktadır. Bununla birlikte Türkiye’de ve diğer Türk toplulukları arasında anlatılan masal ve efsanelerin birçok varyantını bölgede tespit edilebilir. Ninni (leyle, nenni), ağıt (sazlamağ), atasözü (eskiler sözü), deyim, bilmece (tapmaca), mani (me‘ni), hoyrat (xoyrat, xoryat, qoyrat, qoryat), alkış-kargış (dö‘e-bedö‘e), tekerleme (çaşırtmaca) gibi manzum ürünler Irak Türkmen halk edebiyatının başlıca ürünleridir. Bu ürünler arasında hoyrat ve manilerin müstesna bir yeri vardır. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki hoyrat ve maniler Irak Türkmen halk edebiyatının şah damarını oluşturmaktadır. Irak Türkmenlerinin sözlü edebiyatında ve hatta günlük hayatında hoyrat olmazsa olmazların arasındadır. Çocuğundan yaşlısına kadar herkes hoyrat söyleyebilir. Nitekim Türkmen musikisinin sözlü kısmı olan güftelerinin büyük bir kısmı da mani ve hoyrat dörtlükleri oluşturur. Doç. Dr. İbrahim DİLEK

  • Azerbaycan Türkleri Edebiyatı

    Azeri edebiyatı Kafkasya, Azerbaycan, İran, Irak ve Doğu Anadolu yörelerinde yaşayan Türklerin, Doğu Oğuzca olarak tanımladığımız Türk şivesiyle ortaya koydukları bir edebiyattır. 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar bir bütün halinde varlığını devam ettiren Azeri edebiyatı 1828 yılında Ruslarla İranlılar arasında imzalanan Türkmençayı Anlaşmasına göre ikiye bölünmüş; Kuzey Azerbaycan Rus, Güney Azerbaycan ise İran hakimiyetinde kalmıştır. Arapların Kafkas bölgesini işgaliyle bölgede İslam diniyle birlikte i Arapça yayılmaya başlamıştır. 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Arapça eserler veren Azeri şairler arasında İsmail İbn Yesar ve Musa Şehavat gibi isimler vardır. Bölgede Selçukluların hakimiyetiyle birlikte bu bölgelerde Arapça’nın yerini Farsça almıştır. 11 ve 12. yüzyıllarda Farsça eser veren şairler arasında Hatip Tebrizi (1030-1109), Hakanî Şirvanî (1126-1199) ve Nizami Gencevî (1141-1209) sayılabilir. Farsça eser veriş Azerbaycanlı Türk şairlerinden en önemli isim Nizami Gencevi’dir. Türkçe şiirleri ele geçen ilk Azeri şair ise 13. yüzyılın sonunda yaşayan Hasanoğlu’dur. 14. yüzyıl Azerbaycan edebiyatının en önemli isimleri Kadı Burhaneddin ve Nesimi’dir. 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşayan Şah İsmail’in sarayı bir kültür merkezi olmuştur. Şah İsmail, halk edebiyatından da faydalanmak suretiyle Hatai mahlasıyla yazdığı şiirlerde Azerbaycan edebiyatında kendine özgü bir yer edinmiştir. 16. yüzyılda Azeri Türkçesine ve şiirine ölmezlik kazandıran bir diğer isim Fuzuli’dir. 17. yüzyılda Sarı Âşık ve Hasta Kasım adlı şairler önemli isimlerdir. 18. yüzyılda modern Azerbaycan edebiyatının öncüsü sayılabilecek Molla Penah Vakıf (1717-1797) yetişmiştir. 19. yüzyılın ilk çeyreğiyle birlikte Kuzey Azerbaycan’da başlayan yenileşmenin öncüleri arasında Abbaskuluağa Bakıhanlı (1794-1846) Mirza Şefi Vazıh (1794-1852) gibi isimler olmasına rağmen modern Azerbaycan edebiyatının en büyük temsilcisi ise Mirza Fethali Ahundzade 1812-1878) dir. Ahundzade, muhtelif eserleriyle modern edebiyatın esaslarını kurmuştur. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Celil Memmedguluzade tarafından 1906-1931 yılları arasında çıkarılan “Molla Nasreddin” dergisi edebiyatta yeni bir üslubun gelişmesine yol açmıştır. 1905-1920 yılları arasındaki Azerbaycan edebiyatının bir diğer önemli ismi Sabir’dir. Azerbaycan edebiyatında millî edebiyat cereyanını benimseyen şiirlerini Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul’un şiir anlayışı tarzında yazan Ahmet Cevat (1892-1937) ise dönemin millî anlayışa sahip yazarı olarak dikkat çeker. 1920’den sonra rejimin değişmesine bağlı olarak Azerbaycan’da sosyal hayat ve cemiyet hayatı da hızla değişmiştir. 1941-1946 yılları arasındaki II. Dünya Savaşı yıllarında edebî konular genellikle savaşla ilgilidir. Bu dönemde yazılan eserler halka cesaret verme üzerinedir. Savaş kadarki dönemin önemli şahsiyetleri arasında Yusuf Vezir Çemenzeminli çok yönlü bir yazar olarak dikkat çeker. Mehmet Said Ordubadi (1872-1950) ise dönemin diğer önemli bir ismidir. Yazar dört ciltlik “Dumanlı Tebriz” adlı romanında Güney Azerbaycan’da cereyan eden siyasî ve içtimaî olayları anlatır. 1960’lı yıllar ise Azerbaycan edebiyatında yeni bir devrin başlangıcıdır. Bu dönemde İsmail Şıhlı, ve Çingiz Hüseyinof gibi isimler öne çıkar. 1920 ve 1930’lu yıllarda doğan yazarlar arasında ise Anar en dikkat çekici isimdir. O konu ve kahramanlarını çağdaş Azerbaycan hayatından almış olmasına rağmen bu sınırlar içinde kalmamış, milliden evrensele ulaşmayı başarabilmiştir. Bu dönemin en önemli iki ismi Nebi Hezri ve Bahtiyar Vahapzade’dir. 1828 yılında Azerbaycan ikiye bölündükten sonra Güney Azerbaycan edebiyatı halk edebiyatı ve klasik edebiyat tarzında devam etmiştir. 1906-11 yılları arasında İran’daki meşrutiyet hareketleri belli ölçüde bir yenileşmeyi beraberinde getirmiştir. Güney Azerbaycan edebiyatında en önemli iki hadise II. Dünya Savaşı yıllarında Veten Yolunda adlı gazeteyle Şairler Meclisi’nin kurulmasıdır. Bu iki edebî hareket güneyde belli bir neslin yetişmesine vesile olmuştur. Güney Azerbaycan edebiyatının en önemli ismi Seyid Mehemmed Şehriyar’ın en büyük özelliği şiirlerindeki lirizmdir. Heyder Babaya Selam adlı iki manzumesi bütün Türk dünyasında büyük etki yapmıştır. Güney Azerbaycan edebiyatının en önemli isimleri Bulud Karaçorlu Sehend, Habib Sahir ve Ali Tebrizi’dir. 1978 devriminden sonra İran’daki Türk edebiyatında büyük gelişmeler olmuştur. Varlık, Köroğlu gibi dergiler etrafında edebî eserler kaleme alınmıştır. Doç. Dr. İbrahim DİLEK

  • Kıbrıs ve Türk Edebiyatı

    Kıbrıs’ın 1571 yılında Osmanlı Devleti topraklarına katılmasından sonra adaya özellikle Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden birçok Türk halkı iskanına edilmeye başlanmıştır. Doğal olarak bu süreçte adaya gelen Türk halkı kendi maddi ve manevi kültür değerlerini de beraberinde getirmiştir. Bu kültürel değerlerin temelini başta dil, edebiyat ve folklor ürünleri oluşturmaktadır. Edebiyat sahasında ilk dönem eserlerini klasik dönem divan şairlerinin eserleri oluşturmaktadır. Bu şairleri kronolojik sıraya göre şöyle sıralamak mümkündür: Misâlî (1607), Zekâî (1648), Siyâhî (1710), Na'îb (1717), Arif Efendi (1725), Hızır Dede (1727), Musîb (Musîb Mehmet Efendi 1754), Müfti Hasan Hilmi Efendi (1847), Hacı Hasan Tahsin Bey (1861), Yusuf Ziya (1869). XIX. yüzyıldan itibaren ise bu alanda, Eski Zağra'lı Handi, Şem'î, Sezâyî, Hakkı, Hatif, Nâdirî, Salim, İffet, Kerimî, Tekî, Müfti Râci Efendi gibi şairleri örnek vermek mümkündür. Bu dönemde elbette pek çok atasözü, masal, mani, bilmece, destan, efsane, ve halk hikayesi gibi halk edebiyatına mensup yazılı ve sözlü ürünlerden örnekler görmek de mümkündür. Çağdaş Kıbrıs Edebiyatı’nın temelinin atılması Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı ile paralellik göstermektedir. Bu dönemde özellikle adaya sürgün olarak gelen Namık Kemal başta olmak üzere, Mutasarrıf olarak atanan Ziya Paşa, 1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Kıbrıs’ın İngiliz Sömürgesine terk edilmesini 44 dörtlükten oluşan bir destanla anlatan Kıbrıs'lı Müsevvid Osman Efendi-zâde Mehmed Derviş Efendi ilk döneme damgasını vurmuştur. XX. yüzyılın başında dönemin Jön Türkleri arasında yer alarak Kıbrıs’a kaçan Vizeli Rıza İbn Emin, Kıbrıs’ta yetişen düşünce adamlarından Ahmet Raik Efendi’yi dönemin edebî temsilcileri arasında görmek mümkündür. Kaytaz-zâde Nâzım, Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı yıllarında yazdığı bazı şiirlerle oradaki heyecanı Kıbrıs Türklerine yaşatmaya çalışmıştır. 1925 yılında Kıbrıs’ın resmen İngiliz sömürgesine verilmesinden sonra adaya daha önce göç eden birçok Türk aile geri dönmek zorunda kalmıştır. Adada kalan Türk ailelerine çok büyük siyasi baskılar uygulanmıştır. Özellikle 1930 yılından sonra kaleme alınan edebî eserlerde bu baskılar ve dönemin siyasi, sosyal, ekonomik yapısı üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda, 1930 yılından sonra Kıbrıs Türk edebiyatına farklı türlerde eserler vererek hizmet eden yazar ve şairleri şöyle sıralayabilriz: İsmail Hikmet Bey, Muzaffer Gökmen, İsmail Karagözlü, Osman Türkay, Özker Yaşın, Engin Gönül, Urkiye Mine Balman, Mustafa İzzet Adiloğlu, Taner Fikret Baybars, Ahmed Esad, Samet Mart (Sacit Tekin), Numan Ali Levent, Hüseyin Şenol, Şinasi Tekman, Mustafa Tangül, Oğuz Kusetoğlu, Ali Sedat Hilmi (Törel), Bener Hakkı Hakeri, Kutlu Adalı, Rauf Denktaş, Fuat Veziroğlu, Hizber M.Hikmet (Hikmetağalar), Neriman Cahit, Fikret Demirağ, Mehmet Kansu, Zeki Ali, Orbay (Mehmet) Deliceırmak, Süleyman Uluçamgil, Kamil Özay, Oktay Öksüzoğlu, Konur Alp, Özker Yaşın, Çetin Kasapoğlu, İsmail Bozkurt, Özden Selenge, Hakkı Yücel, Feriha Altıok. Doç. Dr. İbrahim DİLEK

  • Türkoloji Üzerine Çalışan Bilim İnsanları

    Türkoloji (Türk bilimi) ve özellikle de Türk diyalektolojisinin kurucusu olarak W. Radloff’un ismi anılabilir. Avrupa’da Türklük biliminin başlangıç yıllarında savaş tutsakları büyük bir rol oynamıştır. Bunların başında Niğbolu Savaşında Yıldırım’a esir düşen Johann Schildtberger gelir. 1427’de ülkesine dönen Schildtberger, Almanya’ya dönünce tutsaklık yıllarını anlatan bir seyahatname yazmıştır. Türk dilinin gramerini sistemli olarak tespit etme yolunda ilk denemeyi genç yaşında Türklere esir düşen ve Tunus’ta Türkler arasında altı yıl kalan Jesuit papazı Pietro Ferraguto yapmıştır. Ferraguto’nun Grammatica Turca adlı eseri 1611 tarihlidir. 1709 Poltova savaşında Ruslara esir düşen İsveçli Philipp Johann von Strahlenberg de Türklük bilimi tarihinde özel bir yer almıştır. Geçen süre içinde Türkoloji üzerinde çalışan önemli yabancı Türkologlardan bazıları ve ülkeleri şu şekildedir: Fransa: Quatremére, Pavet de Courteille, Amédée Jaubert, Jean Deny, Louis Bazin. Macaristan: Ármin Vámbéry, Gábor Bálint, Ignác Kunos, Géza Kuun, Zoltán Gombocz, Gyula Németh, Lajos Ligeti, János Eckmann, Tibor Halasi-Kun, Dénis Sinor, György Hazai, A. Róna-Tas. İtalya: Alessio Bombaci, Ettore Rossi, Luigi Bonelli. Avusturya: Josef von Hammer, Andreas Tietze, Herbert Duda. İngiltere: J.W. Redhouse, G.L.Lewis, Sir Gerard Clauson. Almanya: Wilhelm Schott, Otto Böhtling, W. Bang-Kaup, Annemare von Gabain, K. Müller, Carl Brockelmann, Karl Foy, Karl Heinrich Menges, Johannes Benzing, Gerhard Doerfer. Finlandiya: M. Aleksanteri Castren. Danimarka: Vilhelm Thomsen, H.Paasonen, G.Ramstedt, Räsänen, Pentti Aalto. Polonya: T.Kowalski, A. Zajackowski, W. Kotwicz, Edward Trjarski, S.Kaluzynski. Rusya: A.N. Kononov, N.Dimitriyev, P.M. Melioranskiy, A.N. Samoyleviç, N.İ. Aşmarin, N.A. Baskakov, S.E. Malov, N.F. KAtanov, V.İ. Rassadin, S. Klyaştornıy, Ş. Şiraliyev, E.R. Tenişev, ABD: N.Poppe, Robert Dankoff, James Kelly. Ülkemizde de Türkolojiye pek çok bilim adamı emek ve gönül vermiştir. Aşağıda özellikle Türk dili alanında geçmişte ve bugün isim yapmış belli başlı Türkologlar sıralanmıştır. Şüphesiz isimler bunlarla sınırlı değildir. Fuat Köprülü, Ahmet Caferoğlu, Muharrem Ergin, Zeki Velidi Togan, Reşit Rahmeti Arat, Besim Atalay, Abdülkadir İnan, Tahsin Banguoğlu, Hasan Eren, Osman Nedim Tuna, Necmettin Hacıeminoğlu, Şinasi Tekin, Zeynep Korkmaz, Talat Tekin, Mustafa Canpolat, Tuncer Gülensoy, Ahmet B. Ercilasun ve onların yetiştirdikleri onlarca bilim adamı, ki bunların içinde pek çok doçent ve profesör gibi öğretim elemanı bulunmaktadır. Bu isimler Türkolojiye bugün de hizmet etmektedirler. Prof. Dr. Ahmet MERMER

  • Altay Dilleri Teorisi

    Altay dilleri teorisi, Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece ve Japoncanın bir dilden, yani Ana Altay dilinden geldiği görüşüne dayanan bir teoridir. Araştırmacılar arasında, Korece ve Japoncanın bu gruba dahil olup olmadığı konusunda zaman zaman tartışmalar yaşansa da son yıllarda bu iki dil de Altay dil ailesi içinde anılmaya başlanmıştır. Türk, Moğol ve Mançu-Tunguz dilleri arasındaki yakınlığın, genetik akrabalıktan kaynaklandığı görüşü ilk olarak Strahlenberg tarafından ortaya atılmıştır. Genetik akrabalığın reddi ise 1820’de Rémusat ile başlamıştır. İki buçuk asrı geçen süre içerisinde K. Grønbech, J. R. Krueger, Clauson, Doerfer, Benzing, Şçerbak ve Róna-Tas gibi isimler genetik akrabalığı reddetmişlerdir. Ramstedt, Németh, Poppe, Aalto ve Baskakov gibi araştırmacılar ise genetik akrabalığı savunmuşlardır. Türkiyeli Türkologlar da, başta Talat Tekin, Osman Nedim Tuna ve Tuncer Gülensoy gibi isimler olmak üzere, adı geçen diller arasında genetik akrabalığın söz konusu olduğu görüşünde genellikle birleşmiş görünmektedirler. Altay dillerini konuşanların sayısı, kaynaklarda farklı farklı verilmiştir. Bu dilleri konuşanların sayısı kaynaklarda 250-350 milyon arası gösterilmiştir. Altay dilleri teorisine inanan araştırmacılar, bu dillerin yaşı üzerinde de durmuşlardır. Bugün, Altay dil ailesi içinde düşünülen dillerin Ana Altay dilinden ne zaman ayrıldıkları hususunda, bilim adamlarınca çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Ramstedt’e göre Tunguz, Kore, Moğol ve Türk dilleri ve halkları M.Ö. 4000 yılında birbirinden ayrılmıştır. Ligeti, bu tarihi M.Ö. 3000-2000’lere götürmüştür. Altay dillerinin yaşlarıyla ilgili yukarıdaki ve benzeri görüşler ileri sürülse de aslında bu dillerden günümüze ulaşan yazılı belgelerin geçmişleri hiç de eskilere dayanmamaktadır. Moğolcanın en eski yazılı belgesi, 1225 tarihli Yesunke Taşı’dır. Moğolların Gizli Tarihi adıyla dilimize çevrilen Mongol-un Niguça Tobça’an ise 1240 yılından kalma bir eserdir. Bir diğer eski Moğol kaynağı Altan Tobçi ise, 16. yüzyıla aittir. Tunguzcanın en eski belgeleri 1413 ve 1433 tarihlidirler. Korecenin en eski yazılı belgesi ise, 1443 tarihlidir. Altay dilleri arasına son yıllarda dahil edilen Japoncanın en eski yazılı belgesi 712 yılından kalma Nihan Şoki’dir. Tekin, Türkçenin, tarihi bilinen en eski yazıtı kabul edilen Çoyr yazıtının 687-692 yılları arasında dikildiğini düşünmektedir. Altay dillerinin başlıca ortak özelliklerini şu şekilde sıralanmıştır: 1. Aile içinde yer alan dillerin hepsi de eklemeli dillerdir. 2. Türetme ve çekimde hep son ekler kullanılır. Bu dillerde ön ek sistemi yoktur. 3. Altay dillerinde cinsiyet de yoktur. Bu nedenle kelimeler şekil değişikliğine uğramaz. 4. Sayı sıfatlarından sonra gelen adlar genellikle teklik biçimindedir: iki el, üç ev, beş oda gibi. 5. Altay dilleri eklemeli dil yapısında olduğundan kelime kök ve gövdeleri sabittir. Türetme yeni eklerle yapılır. Zengin bir ek sistemi vardır. 6. Diller arasında, aynı kökten kaynaklanmış ortak ekler vardır. Bu özellikle Moğolca ile Türkçe arasında daha belirgindir. 7. Cümle yapısı bakımından özne fiilden önce gelir ve genellikle baştadır. Fiil cümlenin sonundadır. Ad ve sıfat tamlamalarında, belirten belirtilenden önce gelir. 8. r/z ve ş/l ses denklikleri. 9. Altay dillerinde ünlü uyumlarının varlığı. 10. Altay dillerinin hiçbirinde kelime başında r, l ve n ünsüzleri bulunmaz. Türkçe ve Moğolcada f fonemi yoktur. Prof. Dr. Ahmet MERMER

  • Garip akımının yıldız şairi: Orhan Veli Kanık

    Türk şiirinin en özgün ve yenilikçi şairlerinden Orhan Veli... Klarnet ustası Mehmet Veli Kanık ile Fatma Nigar Hanım'ın ilk çocukları olarak 13 Nisan 1914'te İstanbul Beykoz'da dünyaya gelen Kanık, çocukluk yıllarını İstanbul'da geçirdi. Şair, eğitim hayatına 1921'de Akaretler'deki Anafartalar İlkokulu'nun ana sınıfında başladı ve sonra Galatasaray Lisesi'nin ilk kısmına geçti. Babasının Cumhurbaşkanlığı Bando Şefliği'ne tayini nedeniyle 1925'te ailesiyle birlikte Ankara'ya taşınan Orhan Veli, burada Gazi İlkokulu'na yazıldı ve bu yaşlarda edebiyata ilgi duymaya başladı. İlk öyküsü "Çocuk Dünyası" Kanık'ın bu ilgisini fark eden öğretmeni Sedat Bey'in sürekli yazmaya teşvik ettiği Kanık'ın o yıllarda kaleme aldığı "Çocuk Dünyası" adlı ilk öyküsü, bir dergide yayımlandı. "Anneme" adlı ilk şiiri ise Balıkesir'de çıkan "Gençler Yolu" dergisinin, 15 Mayıs 1929 tarihli 6'ncı sayısında yer alan Kanık, orta öğrenimini 1932'de yatılı olarak okuduğu Ankara Gazi Lisesi'nde tamamladı. Gençlik yıllarında Ankara Erkek Lisesi'nin yayın organı "Sesimiz" dergisinde de çalışmaları yayımlanan Kanık'ın, lise yıllarında şair Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat ile arkadaş olması edebiyat hayatının başlangıcı oldu. Aynı tarzda şiirler yazan Kanık, Anday ve Rifat'ın bu tarzlarının "garip" bulunması üzerine, ortaya koydukları yeni şiir anlayışlarına "Garip" adını verdiler. "Garip" akımını 1939'da açıkladılar Bu süreçte öğretmenleri arasında yer alan ünlü şair Ahmet Hamdi Tanpınar başta olmak üzere, Halil Vedat Fıratlı ve Yahya Saim Sinanoğlu'nun desteğini alan grup, yeni tarzlarını "Garip" başlığı altındaki bir bildiri ile "Varlık" dergisinin 1 Aralık 1939 tarihli 154'üncü sayısında açıkladı. Daha sonra grubun 1941'de okuyucuyla buluşturdukları "Garip" adlı şiir kitabında Orhan Veli'nin 24, Oktay Rıfat'ın 21, Melih Cevdet Anday'ın ise 16 şiiri yer aldı. Farklı görevlerde çalıştı İlk şiirlerinde Mehmet Ali Sel imzasını kullanan ve aşk, özlem, çocukluk anıları gibi temaları ele alan Kanık, 1933'te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne kaydoldu. Buradaki öğrenimini yarıda bırakan usta şair, 1935'te bir süre yardımcı öğretmenlik, 1936-1941'de PTT Genel Müdürlüğü Telgraf İşleri Reisliği Milletlerarası Nizamlar Bürosu'nda memurluk yaptı. Orhan Veli, 1942'de başladığı vatani görevini Gelibolu'nun Kavak köyünde piyade yedek subayı olarak tamamladı ve terhisinin ardından 1944'te Ankara'ya döndü. Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda memur olarak kısa bir süre görev alan ve bu görevi sırasında "MEB Dünya Edebiyatlarından Tercümeler" serisinde Fransızcadan çeviriler yapan Kanık, daha sonra dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer'in yönetimine uyum sağlayamayarak 1947'de memurluktan istifa etti. 36 yaşında vefat etti Kanık, sonraki yıllarda geçimini yazarlık ve çevirmenlik yaparak sağlayarak "İnsan", "Ses", "Gençlik", "Küllük", "İnkılapçı Gençlik", "Demet", "İşte ve Aile" gibi dönemin popüler kültür sanat dergilerinde manzume ve düz yazılar kaleme aldı. Mehmet Ali Aybar'ın çıkardığı "Hür" ve "Zincirli Hürriyet" gazetelerinde yarı siyasal değinmeler ve eleştiriler de kaleme alan Kanık, 1948'de bir süre "Ulus" gazetesinde, "Yolcu Notları" başlığı altında makaleler kaleme aldı, 1949'da Ankara'da "Yaprak" dergisini, vefatına kadar 28 sayı boyunca çıkardı. Orhan Veli Kanık, geçirdiği beyin kanaması sebebiyle 14 Kasım 1950'de Cerrahpaşa Hastanesi'nde vefat etti ve Aşiyan Mezarlığı'na defnedildi. Halk dilini kullanmayı benimsedi Türk edebiyatı tarihinde yenilikçi fikirlerin ilk savunucularından biri kabul edilen Kanık, şiirin ölçü, uyak gibi kalıplardan ve kurallardan bağımsızlaşarak yazılabileceğini savundu. Kanık, bu düşüncesini, "Şiir kafiyeli de kafiyesiz de vezinli de vezinsiz de bol resimli, hiç resimsiz de bağırarak da fısıldayarak da yazılabilir. Yeter ki yazılacak şey olsun." sözleriyle ifade etti. Hayatın bağlarına, sorumluluklarına boş vermiş, kendisini günün akışına bırakmış biri olan Orhan Veli'nin dış görünüşü, Sait Faik Abasıyanık tarafından, "İki incecik bacak, kısa bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles bir yüz. Şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt -denebilirse-ergenlik bozuğu bir yüz." şeklinde tarif edildi. Kimilerine göre "bağımsız", kimilerine göre "yıkıcı" olan Kanık için Cemal Süreya ise "Yeni şiirimizin, işlev olarak kurucusu olan bu adam kuramını yazılarıyla değil, başka iki şeyiyle yaptı: Hayatıyla ve şiirleriyle..." değerlendirmesinde bulundu. Yazı ve şiirlerinde hicivsel bir üslupla mizah ögelerinden yararlanan, daha basit ve yalın olan halk dili kullanmayı benimseyen Kanık, şiirlerinde özellikle İstanbul'a olan hayranlığını dile getirdi. Düzyazı, eleştiri ve hikayeler de yazan usta şairin, aralarında "Bir Kapı Ya Açık Durmalı Ya Kapalı", "La Fontaine'in Masalları", "Scapin'in Dolapları" ve "Fransız Şiiri Antolojisi" olmak üzere toplam 12 çeviri kitabı bulunuyor.

bottom of page