top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 856 sonuç bulundu

  • Hatırlamamız Gereken Bazı İfadeler

    Topluma yeniden kazandırılması gereken bazı ifadeler: Affedin. Bilmiyorum. Özür dilerim. Anlamıyorum. Düşünmeliyim. İstifa ediyorum. Uzman değilim. Haddimi aşamam. Buna layık değilim. Ben zarar veremem. Kendimi geliştirmeliyim. Başkalarını umursuyorum.

  • Maviciler

    Attila İlhan tarafından 1925 yılında çıkarılmaya başlanan Mavi Dergisi'nin etrafında toplanan ve bu dergide eserlerini yayımlayan edebiyatçıların oluşturduğu edebi topluluktur. Bu topluluğun hedefinde Garip Akımı ve Orhan Veli vardır. Garipçilerin savunduğu birçok görüşe karşı çıkmışlardır. Özellikle şiirin açık olması gerektiği anlayışı Maviciler tarafından tamamen reddedilmişti. Onları şiirin bütünüyle açık olamayacağını, anlam kapalılığının şiiri düzyazıdan ayıran önemli bir faktör olduğu görüşündedirler. Bu görüşler etrafında birleşen Maviciler, Mavi Dergisi'nin 1956 yılında son sayısını yayınlamasıyla dağılmışlardır. Maviciler şunlardır: Attila İlhan Ferit Edgü Orhan Duru

  • Hayretî

    16’ncı yüzyılda Vardar’da dünyaya geldi. Asıl ismi Mehmed'dir. Önce Gülşeni tarikatına girdi, ardından Bektaşi oldu. Vezir İsrahim Paşa, sunduğu kasideyi çok beğenince şaire bir tımar vermek istedi. Ancak Padişah Yavuz Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ı küçümseyen şiirleri olduğunu görünce vazgeçti. Daha küçük bir tımar verdi. Hayretî ömrünün sonuna doğru gözlerini kaybetti. 1534’te öldü. Kalenderlik, yiğitlik, samimiyet, coşkunluk dolu şiirleriyle tanınır. Hayretî Divanı, 1981’de Prof. Dr. Mehmet Çavuşoğlu ve M. Ali Tanyeri tarafından yayınlandı. GAZEL Ben bu bâzrun ne bazerganı ne bezzaâzıyam Kûy-ı ışkun onmadık bir rind-i şâhid-bâzıyam Bir megesce kadrüm olsa hân-ı vaslunda n’ola Ben de hâlümce muhabbet evcinin şeh-bâzıyam Câna kalmazam bu gün meydanda aslâ Hâk bilür Rîsmân-ı kâkül-i dil-dârumun cân bâzıyam Sen nice erbâb-ı hüsn içinde müstesnâ isen Pâdişâhum ehl-i ışkun ben de bir mümtâzıyam İt gibi öldürmez isen ger rakîb-i kâfiri Dime hiç ey Hayretî âlemde ben de gaaziyem GAZEL Ne Süleymân’a esirüz ne Selîm’in kulıyuz Kimse bilmez bizi bir Şâh-ı Kerîmün kulıyuz Kul olan ışka cihân beğlerine eğmedi baş Başka sultân-ı cihânuz gör e kimün kulıyuz Gam yirüz kan yudaruz gûşe-i mihnetde müdâm Sanma kim Kevser-i Cennât-ı Naîmün kulıyuz Hüsn-i hâdis kulıyuz sanma bizi sultânum Vech-i pâkünde olan ân-ı kadîmün kulıyuz Terk idüb Hayretî’ya tâc ü kabâdan geçdük Anca bu dünyede bir köhne kilîmün kulıyuz

  • 1980'li - 1990'lı Yıllarda Cumhuriyet Şiiri

    1980’li yıllara geldiğimizde, bu yılların genç şairleri olarak ilk dikkati çekenler Yaşar Miraç, Ozan Telli, Abdülkadir Bulut ve Ahmet Ada oluyor. Bu şairlerin özelliği halk şiirinden, dilinden ve kültüründen yararlanmalarıdır. Yaşar Miraç, Trabzonlu Delikanlı, Ozan Telli, Şahince adlı şiir kitaplarını bu yılların başında yayımlayarak geniş bir okuyucu kitlesini etkileyip, aynı çizgide yazdıkları şiirlerini yayımlamayı sürdürmüşlerdir. Ahmet Ada Taş Plak Gazeller’le günümüze geldiği gibi, Abdülkadir Bulut’un şiirleri ölümünden sonra Ülkemin Şiir Atlası adıyla yayımlanmıştır. 80’li yıllarda genelde, değişik bakış açılarıyla toplumun acılarını yansıtmakla birlikte, değişik temalara değinen yer yer alaysılama ve gülmeceyi kullanan şairler olarak, Abdülkadir Budak, Ali Cengizhan, Metin Altıok, Ahmet Telli, İsmail Uyaroğlu, Ahmet Erhan, Güven Turan, Tuğrul Tanyol, Erdoğan Alkan, Neşe Yaşın, Nurer Uğurlu, Adnan Özer, Hüseyin Yurttaş, Gültekin Emre, Enis Batur, Hüseyin Atabaş, Metin Demirtaş, Şükrü Erbaş, Salih Bolat, Enver Ercan en çok dikkati çeken şairler arasında yer alıyorlar. 90’lı yıllarda bu şairlere kendilerinden söz ettirenler olarak Turgay Kantürk, Gülsüm Akyüz, Metin Cengiz, Sina Akyol, Sunay Akın, Hulki Aktunç, Güngör Tekçe, Akgün Akova, Muzaffer Erdost, Ali Asker Barut, Melisa Gürpınar, Ersin Salman gibi adlar eklenmiştir. Kuş Çiçek Geldi mi desem gece yarısı Gelecek mi desem Ay ışığı çağların sevgisidir ulaşır Sana dek mi desem Özlemden kim ölmüşse korkunç değil Son solukları kelebek mi desem Yüz bin parlasalar da seni anlatır hep Yıldızlar tek mi desem Kuşmu desem yalnızlığıma şimdi Çiçek mi desem Fazıl Hüsnü Dağlarca

  • Ahmet Hikmet Müftüoğlu

    1870 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Müftüoğlu Sezai Beydir. Dedesi Yunanlılar tarafından şehid edilen Mora Müftüsü Abdülhalim Efendidir. Dedesinin müftü olması sebebiyle Müftüoğlu adını almıştır. Ahmed Hikmet, sık sık hastalanması sebebiyle okula muntazaman devam edememesine rağmen, Dökmecilerdeki Taş Mektebi ile Mahmudiye Vakıf ve Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesini bitirerek Galatasaray Mekteb-i Sultanisine girdi. Dördüncü sınıftayken ilk eserinin basılışı edebiyata ilgisini artırdı. 1888’de Galatasaray’ı bitirdi ve Hariciye Nezareti Umur-ı Şehbenderi Kalemine memur tayin edildi ve vazifesi dışında Fransızcadan roman tercümeleri yaptı. Marsilya, Pire ve 1890 yılında da Kafkasya’ya gönderildi. Sefaretlerde çalışan yazar, 1896’da İstanbul’a dönerek Umur-ı Şehbenderi Kalemi Ser-halifeliğine getirildi. Meşrutiyete kadar Hariciye Nezareti merkezinde çalıştı. Bir yıla yakın Nafia Nezaretinde, Ticaret Müdiriyet-i Umumiyesinde vazife aldı. Tekrar Hariciye Nezaretine dönerek 1912’de Peşte Başşehbenderi oldu. Bu tarihe kadar geçen zaman içinde Ahmed Hikmet, 1908 yılında Türk Derneğinin ve 1911 yılında da Türk Yurdu’nun kurucu üyesi olarak hizmet verdi. 1918’de İstanbul’a dönen yazar, 1924 yılında Halife Abdülmecid Efendinin Ser-karinliğine, iki yıl sonra da Hariciye Vekaleti Müsteşarlığına getirildi. Anadolu-Bağdat Demiryolları İdare Meclisi Azalığı ve Elektrik Şirketi İdare Meclisi Azalığı görevlerini de üstlendi. Ahmed Hikmet 19 Mayıs 1927 günü karaciğer kanserinden öldü. Edebi Kişiliği 1. Ahmed Hikmet’in edebiyat merakı daha lise yıllarında başlamıştı. Bu alandaki merakının, aileden gelen bir haslet olduğunu ifade eder. 2. İlk olarak Asır Kütüphanesi neşriyatı arasında çıkan Leyla Yahut Bir Mecnunun İntikamı yayınlandı. Daha sonra Fransızcadan Tuvalet ve Letafet ve Bir Riyazinin Muaşakası adlarında iki eser tercüme ettiyse de, doğu ile batı kültürünün çok farklı olduğunu görerek bir daha eser tercüme etmedi. 3. Servet-i Fünun devrinde, İkdam ve Servet-i Fünun dergilerinde yazdığı hikaye ve nesirlerini 1901 yılında Haristan ve Gülistan adlı eserlerde topladı. Bu iki eserinde Ahmed Hikmet Müftüoğlu, daha iyi tesir yapmak, gönülleri heyecanlandırmak için mübalağalı bir üslub kullandığını, ağır ve anlaşılması güç Servet-i Fünun dilini işlediğini ve hayal mahsulü konular anlattığını bizzat kendisi söyler. Kendisinin de ifade ettiği sebeplerden dolayı bu iki eseri fazla itibar kazanamamıştır. 4. İkinci Meşrutiyetten sonra, zamanın modasına uyarak o da Turancılık edebiyatı akımına uymuştur. Bu akıma bağlı olarak yazdığı yazıların büyük kısmını Çağlayanlar (1922) adlı eserinde toplamıştır. 5. Bu eserinde yazar arı Türkçeciliğe yönelmiş, fakat bu defa da kelime uydurma ve Servet-i Fünundan kalma hayalcilikten kendini kurtaramamıştır. 6. Gönül Hanım adlı romanı Tasvir-i Efkar Gazetesinde tefrika edilmiş ve 1970’de kitap olarak bastırılmıştır. 7. Ahmed Hikmet, yazılarında daha ziyade kelime bulmaya ve üsluba dikkat ettiği için, konulara dikkat etmemiş ve bu yüzden zamanındakilerin ayarında bir edebiyatçı olamamıştır. 8. Yeğenim adlı eseri Türk edebiyatının en meşhur ve en güzel monologlarındandır. Eserleri: Patates (ilmî, 1890), Leyla yahud Bir Mecnunun İntikamı (hikaye, 1891), Tuvalet yahud Letafet-i Aza (tercüme ve ilaveler, 1892), Bir Riyazinin Muaşakası yahud Kamil (tercüme, roman, 1892), Haristan ve Gülistan (hikaye, 1901), Gönül Hanım (roman tefrikası, 1920), Çağlayanlar (hikaye, 1922)

  • Yedi Meşaleciler

    1928 yılında ortaya çıkan bu topluluk, şiir ve yazılarını da “Yedi Meşale” adlı kitapta toplamışlardır. Türkiye'de Cumhuriyet döneminde "sanat sanat içindir" deyip öz şiir anlayışını benimseyen ilk grup Yedi Meşaleciler'dir. Şiirlerini Yedi Meşale adlı bir kitapta toplayan Muammer Lutfi, Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret, Ziya Osman Saba ve Kenan Hulusi Koray adlı gençlerin oluşturduğu bir harekettir. Bunlar eserlerini Meşale adlı bir dergide yayınlıyor ve bunlara Ahmet Haşim de yazılar gönderiyordu. Bu grup artık Ayşe, Fatma edebiyatından bıktıklarını ilan ediyor ve ne olduğu çok da açık seçik belirtilmeyen ancak Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şiir anlayışlarına yakın duran ve bunların devamı olduğunu gösteren şiirler yazıyorlardı. Bunlara göre şiir hiçbir fikir ve ideolojinin hizmetinde kullanılamaz Gerçek şiir, sanat için yazılan, samimi ve yenilik dolu olan şiirdir. Yedi Meşale'nin Mukaddimesi "Bu eser size her türlü müşkülata rağmen yalnız sanat aşkıyla çalışan birkaç gencin bir senelik edebi mahsulünü takdim ediyor" diye başlar. Mukaddimede gençler kendilerinin de zamanla önemsiz kalacaklarını, buna rağmen taklitçi edebiyattan kurtulmak için vazifeye atıldıklarını belirtirler. Sanat anlayışlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dünün mızmız ve soluk hisleri ve Ayşe Fatma terennümleri terk edilecek. -Yalnız duygular ifade edilecek. -Şiirin konu ve temaları genişletilecek. -Yıllardır değiştire değiştire, verilen fikir ve konulardan vazgeçilecek. -Şiirde canlılık samimiyet ve yenilik esas olacak. -Gerçek bir sanat eseri meydana getirmek için şiirlerde sanat ve inceliğe dikkat edilecektir. Bu önsöz, edebi bir tatminsizlik ve mevcut edebiyattan bıkış ile edebiyatın bozulduğu bittiği hakkında, hemen her devirde söylenegelen sözlere bir tepkiden ibarettir. Bu ifadelerin çoğu Abdülhak Hamid ve Recaizade Mahmut Ekrem'in şiirin hiçbir şekilde sınırlandırılmayacağını anlatan yazı ve şiirlerini andırır. Bu şairler Türk edebiyatından Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şairlerinin etkisinde kalmışlardır. Bu hareket fazla uzun sürmez. Yedi Meşale'yi çıkaran gençlerin çoğunda şiir faaliyeti bir gençlik hevesi olarak kalır.

  • Nedîm

    Malumdur benim sühanım mahlas istemez Fark eyler anı şehrimizin nükte-danları diyen Nedim İstanbulludur. İstanbul kültürü ile bezenmiş ,ayrıca iyi bir medrese eğitimi almıştır. 18. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Imparatorluğu bir rehavet dönemine girmişti. Sanatkar ruhlu ve eğlenceyi seven bir padişah olan III.Ahmed ve onun sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa zamanında İstanbul bir çok güzel saray, yalı, köşk, medrese ve bahçeler kazanmıştı. Buralarda yapılan eğlenceler, o dönem Istanbul'unu daha da muhteşem bir parıltılar dünyası haline getirmişti. "Lale Devri " adı verilen bu dönemde sanatçılar devlet adamlarının çok yakınında yer almışlar, şiirlerinde o günkü yaşantıyı dile getirmişlerdir. Nedim, bu devirde Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın yanından ayırmadığı yakın arkadaşıdır. Padişahın da sevgisini kazanmış, Sadabad eğlencelerinde, Çırağan safalarında, çeşitli ziyafetlerde, Boğaz gezmelerinde, bayram törenlerinde, helva sohbetlerinde yer almıştır. Hattın gelicek aşıkına buse mukarrer Helva gecesidir hatın ey lebleri sükker Helvalara söz yok hepisi nazük ü şirin Hoş cümlesi amma ki efendim leb-i dilber Bu arada devlet tarafından kendisine verilen rütbelere, hediyelere, makamlara, şiirleri ile teşekkür etmesini bilen şair, sevincini ve memnuniyetini şöyle dile getirir. Bir iki gün dideden oldunsa pinhan bari gel Bir neşat-aver haberle hüdhüd-i bina gibi Söyle kim milk-i Seba'nın var mı bir pirayesi Kasr-ı zerrin-tak-ı Sadabad-ı nev-peyda gibi Bahusus aram ede sadrında bir mihr-i kemal Hazret-i Sultan Ahmed Han-ı milk-ara gibi Hem anın dahi ola pişinde bir bedr-i tamam Asaf Ibrahim Paşa'yı cihan-ara gibi 18. yüzyıl kültür ve medeniyet alanında da çok hareketlidir. İlk Türk matbaası kurulmuş, Yalova'da kağıt imalathanesi açılmış, İstanbul'da kumaş fabrikası kurulmuştur. Ayrıca bu dönemde çini imal edilmeye başlanmıştır. Bunlar Avrupa'dan geri kaldığının farkına varan Osmanlı'nın belki de ilk ileri hamleleridir. Divan şiirinde çok verimli bir dönem olan bu günlerde bir çok şairler yetişmiş, hatta aralarında gizli bir rekabet oluşmuştur. Osmanzade Taib adında o dönemde " Reis-i Şairan" unvanını almış bir şair, devirinin şairlerini bir şiirle tanıtmış, ama Nedim'den hiç bahsetmemiştir. Buna içerlenen Nedim şu mısralarla karşılık vermiştir. Zahirde eğerçi cümleden ednayız Erbab-ı nazar yanında liyk a'layız Saymazsa hesaba n'ola ahbab bizi Biz zümre-i şairanda müstesnayız 1730’daki Patrona Halil isyanı sırasında damdan kaçarken düşüp öldü. Öldüğünde 55 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Bir başka söylentiye göre aşırı içkiden yaşamını yitirdi. Bir diğer söylentiye göre de Damat İbrahim Paşa ve yakınlarının başlarına gelenlerden korkup hastalandı ve öldü. Düşüncesi yaşamak ve sevmek üzerine kuruluydu. İnsanı dünya zevklerinden yoksun bırakmaya çalışan dine dayalı görüşlere karşı çıktı. Yeni ve yerli bir edebiyat çığırı açtı. Dış dünyada gördüklerini, gözlemlediklerini izlenimleriyle birleştirerek bir bakıma resimleştirdi. Divan şiirine renk ve canlılık getirdi. Çağının güncel yaşantısını şiirleriyle çok iyi yansıttı. Dili, dönemin İstanbul dilidir. Şiirlerinde halk dili ve söyleyişlerini de sıkça kullandı. Hece vezniyle şiir yazan ilk Divan Şairi’nin Nedim olduğu söylenir. En başarı olduğu türler gazel ve şarkılardır. Eğlenceyi, uyuşturucuyu, kadınları sever. Şiirlerinde yansıttıklarında samimidir. Zengin bir tarih ve mitoloji kültürüne sahip olduğu biliniyor. Dilekçe, takriz ve mektup gibi düzyazı örnekleri de verdi. NEVRUZÎYE Hoşâ mübarek ü mesud ruz-i ferruh-dem Zihi küşade ve dil-keş zamane-i hurrem Bu ruz odur ki revadır makam-i hizmetde Siphr-i pîr-i kuhlen-salin ola kameti ham Bu ruz odur ki sabahında sad safa muzmer Bu ruz odur ki mesasında bin ferah müdgam Bu ruz odur ki sezadır olsa bir demine Feda zamane-i sad Baykara vü müdde-i Cem Bu ruz odur ki bu salin içinde rifatle Bakılsa şöyle numayan durur misal-i âlem Bu ruz odur ki anı takvim-i asman içre Nişanlandı yine Bicis alıp eline kalem Bu ruz odur ki yazıp namını flek ikbal Dü nokta-veş kodu kaf üzre Ferkadana hem Bu ruz odur ki onun sebhu talât-i canan Şebi o talât-i zibada zülf-i ham Bu ruz odur ki revadır anı müsahib-i çarh Celâle medbe-i tarih edip kıla mu’lem Bu ruz odur ki bu sal içre sadr-i zi-şana Keremle eyledi teşrif Asaf-ı âzam GAZEL Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı al olmuş sana Bûy-i gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana Sihr ü efsûn ile dolmuştur derûnun ey kalem Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana Şöyle gird olmuş fireng-istan birikmiş bir yere Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş El-amân ey dil ne müşkilter suâl olmuş sana Sen ne câmın mestisin âyâ kimin hayrânısın Kendin aldırdın gönül noldun ne hâl olmuş sana Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden La’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana Yok bu şehr içre senin vasf ettiğin dil-ber Nedîm Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana GAZEL Sînede evvel ne muhrik ârzûlar vâr idi Lebde ser-keş âhlar âteşli hûlar vâr idi Böyle bî-hâlet değildi gördüğüm sahrâ-yı aşk Anda mecnûn bîdler dîvâne cûlar vâr idi Ben bugün bir nev-bahâr-ı hüsn ü ân seyreyledim Tarf-ı destârında sünbül gibi mûlar vâr idi Sen yine bir nev-niyâz âşık mı peydâ eyledin Kûyuna yer yer dökülmüş âb-ı rûlar vâr idi Ey Nedîm ey bülbül-i şeydâ niçün hâmûşsun Sende evvel çok nevâlar güft ü gûlar vâr idi GAZEL Afet-i can dediler gamze-i celladın için Nahl-i gül söylediler kamet-i şimşadın için Yazdı çün kilk-i kaza fitne vü âşûb emrin Ara yerini açık koydu senin adın için Çeşm-i ebrûya kafa-dârsın ey zülf-i siyah Sen ne kafirsin o kafirlere imdadın için Sen ki bülbül gül için nâle edersin bî-ferd Seni gülden ayırır nâle vü feryadın için Hey nesin sen ki duyup handeni kûh-sârda kebk Katı âvâz ile tahsîn okur üstadın için Çokdan ey kilk-i Nedimâ niçin oldun hâmûş Bizi hasrette kodun nazm-ı vev-îcâdın için GAZEL Bir söz dedi cânan ki kerâmet var içinde Dün giceye dâir bir işâret var içinde Mey-hâne mukassi görünür taşradan ammâ Bir başka ferah başka letâfet var içinde Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım Şarkı okuyup geçti bir âfet var içinde Olmakta derûnunda hevâ âteş -i sûzan Nâyın diyebilmem ki ne hâlet var içinde Ey şûh Nedîmâ ile bir seyrin işittik Tanhâca varıp Göksu'ya işret var içinde MÜSTEZÂD Ey şûh-i kerem-pîşe dil-i zâr senindir Yok minnetin aslâ Ey kân-ı güher anda ne kim var senindir Pinhân ü hüveydâ Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz Baş üzre yerin var Gül goncesisin gûşe-i destar senindir Gel ey gül-i ra’nâ Neylersin edip bir iki gün bâr-ı cefâya Sabreyle de sonra Peymâne senin hâne senin yâr senindir Ey dil tek ü tenha Bir bûse-i can bahşına ver nakd-i hayâtı Gel kaail olursa Senden yanadır söz yine bâzâr senindir Ey âşık-ı şeydâ Çeşmânı siyeh-mest-i sitem kâkülü pür-ham Ebrûları pür-çîn Benzer ki bu dil-dâr-ı cefâ-kâr senindir Bî-çâre Nedîmâ GAZEL Bir nîm neş'e say bu cihânın bahârını Bir sâgar-ı keşîdeye tut lâle-zârını .... Bir dem mi var ki âh ederek anmaya gönül Ey serv-kad seninle geçen rûzigârını Şevk-ı tamâm va'de-i ferdâyı dinlemez Reşk ana kim cihanda bugün buldu yârını İran zemine tuhfemiz olsun bu nev gazel İrgürsün İsfahân'a Sıtanbul diyârını Düşmen ne denlü saht ise de şâd ol ey Nedîm Seng üzre gösterir zer-i kâmil iyârını GAZEL Tahammül mülkünü yıktın Hulagu Han mısın kafir Aman dünyayı yaktın ateş-i suzan mısın kafir Kız oğlan nazı nazın şehlevend avazı avazın Belasın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kafir Ne ma'na gösterir duşundaki ol ateşin atlas Ki ya'ni şule-i cansuz-ı hüsn ü an mısın kafir Nedir bu gizli gizli ahlar çak-i giribanlar Aceb bir şuha sende aşık-ı nalan mısın kafir Sana kimisi canım kimi cananım deyü söyler Nesin sen doğru söyle can mısın canan mısın kafir Şarab-ı ateşinin keyfi rüyun şul'elendirmiş Bu haletle çerağ-ı meclis-i mestan mısın kafir Niçin sık sık bakarsın öyle mirat-ı mücellaya Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kafir Nedim-i zarı bir kafir esir etmiş işitmiştim Sen ol cellad-ı din ol düşmeni iman mısın kafir GAZEL Murâdın anlarız ol gamzenin iz'anımız vardır Belî söz bilmeziz amma biraz irfanımız vardır O şuhun sunduğu peymaneyi reddetmeziz elbet Anınla böylece ahd etmişiz peymanımız vardır Münasibdir dana ey tıfl-ı nazım hüccetin al gel Beşiktaş'a yakın bir hane-i viranımız vardır Elin koy sine-i billura rahm et aşıka zira Beyaz üzre bizim de pençe bir fermanımız vardır Güzel sevmekde zahid müşgilin var ise bizden sor Bizim ol fende çok tahkikimiz itkanımız vardır Koçup her şeb miyanın canına can katmada ağyar Be hey zalim sen insaf et bizim de canımız vardır Sıkılma bezme gel bî-gâne yok da'vetlimiz ancak Nedimâ bendeniz bir dâhi sultanımız vardır ŞARKI Bir safâ bahşedelim gel şu dil-i nâ-şâda Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’a İşte üç çifte kayık iskelede âmâde Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’a Gülelim oynayalım kâm alalım dünyâdan Mâ’-i Tesnîm içelim Çeşme-i Nev-peydâdan Görelim âb-ı hayât akdığın ejderhâdan Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’a Geh varub havz kenârında hırâmân olalım Geh gelüb Kasr-ı Cinân seyrine hayrân olalım Gah şarkî okuyub gâh gazel-hân olalım Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’a İzn alub Cum’a namâzına deyu mâderden Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden Dolaşub iskeleye doğru nihân yollardan Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’a Bir sen ü bir ben ü bir murib-i pâkîze-edâ İznin olursa eğer bir de Nedîm-i şeydâ Gayrı yârânı bugünlük edib ey şûh fedâ Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâd’a

  • Keçecizâde İzzet Molla

    1785'te İstanbul'da doğdu. 3. Selim dönemi kazaskerlerinden Sâlih Efendi'nin oğlu. Ailesinin aslı Konyalı. Babasını 14 yaşında iken kaybetti. Çocukluğu güç koşullarda geçti. İhtihara karar verdi. Kayıkla Göksü Deresi'ne gidiyordu. Hançerli Bey'in yalısının önünden geçerken Hançerli Bey'le görüşüp dost oldu. Onun aracılığıyla Hâlet Efendi ile tanıştı. Hâlet Efendi'nin korumasına girip rahat bir hayata kavuştu. Hâlet Efendi'nin 1822'de öldürülmesi sonrasında koruyucusunu öven sözler söyledi. Bu yüzden Keşan'a sürüldü. Bir yıl sonra İstanbul'a döndü. Rusya'ya savaş açılmasına karşı çıkınca bu kez Sivas'a sürüldü. 1829'da Sivas'ta sürgünde iken yaşamını yitirdi. Tanzimat Dönemi'nin ünlü devlet adamı Fuad Paşa'nın babası. Mevlevi olduğu biliniyor. Keşan'daki sürgün günlerini anlattığı mesnevi tarzındaki "Mihnet-i Keşan" adlı eseriyle büyük ün kazandı. Nazireci bir şairdir. Şiirlerindeki güçlü sanat dikkat çeker. Şeyh Galib'in etkisindedir. Babasının yaşal öyküsünü anlattığı "Devhat-ül mehamid fi tercümet-ül vâlid", Mihnet-i Keşan, Bahâr-ı Efkâr, Gülşen-i Aşk, Hazân-ı Âsâr ve Lâyihalar belli başlı eserleri. Bunlardan Bahâr-ı Efkâr ve Hazân-ı Âsâr divandır. Mevlevi tarikatına bağlı , derviş ruhlu, olgun bir insan olan İzzet Molla, nüktedan bir şairdir. Dürüst tabiatlı, kendisine yapılan iyilikleri unutmayan bir insan olduğundan , çok iyilik ve iltifatlarını gördüğü Halet Efendi'nin idamı üzerine, bu önemli adamın aleyhine dönmemiş, onun medh eden, düşmanlarını yeren şiirleri yüzünden Keşan'a sürülmüştür. Keşan'a gidişini, yolculuğunu ve orada yaşadıklarını Mihnet-Keşan adlı eserinde hikayeleştirmiştir. Keşan'da, Keşan caminin imamı ile yaşadığı hadise, enteresan bir hicviyedir. İmam efendi, Keşan'a bir şairin sürgün edildiğini duyunca onu saz şairi sanmış. Bir gün İzzet Molla'dan saz çalmasını istemiş. İmam şaire şöyle demiş: Işitdik ki siz şair-i şahsız Maarif semavatına mahsız Değil haddimiz gerçi çaldırma saz Gönül bir iki nağme eyler niyaz Molla , imamın cahilliğini anlamış fakat kalbini kırmak istemediğinden Keşan'a sürülmesinin sebebini de izah eden şu mısraları söylemiş: Dedim bedce çıkmıştı avazımız Stanbul'da terk eyledik sazımız GAZEL Aceb bu âteş-i firkatle kimler yane gönlümden Demem kim yakma zîrâ korkarım dîvâne gönlümden Vatandan kalmadı âmed şüd eyler âhdan gayrı Ne ol meh-rûdan aldım bir haber hâlâ ne gönlümden Olur rencîde-hâtır geçse gönlümden dahi vuslat Nihân bir yol mu vardır hâtır-ı cânâne gönlümden Yakıb yıkdı temelden Husrev-i aşkın sipâhîsi Ümîd etmem imâret bir dahi vîrâne gönlümden Büyük devletlidir sâhib-derûn ehl-i melâmetdir Sakın sâkî sakınma bâdeyi mestâne gönlümden Ne kara günlerinde mahremiydi zülfünün şimdi O şûha var mı İzzet başka bir bîgâne gönlümden Kilâb-ı der-geh'i Monlâ'ya ben mensûb olur muydum Tevessül etmeseydim himmet-i merdâne gönlümden GAZEL Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb Eyler anı müdâhane-i âlimân harâb Bilmez ki iki kat yıkılır kendi halkdan İstar cihân yıkıldığını hânüman-harâb A'mâl-i hayr süllemidir kasr-ı Cennetin Mümkin mi çıkma olsa eger nerdübân harâb Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin Bülbül hamûş havz tehî gül-sitân harâb Çıkmaz bahâra değmede bîçâre andelîb Pejmürde-bâl vakt şitâ âşiyân harâb Elbetde bir sütûnu olurdu bu kubbenin İzzet nihâyet olmasa kevn ü mekân harâb Teslim olursa Pire madeng-i irâdesi Olmaz diyâr-ı Rûm'da bir hanedân harâb TÜRKÜ Zülfündedir benim baht-ı siyahım Sende kaldı gece gündüz nigâhım İncitirmiş meğer ki seni âhım Seni sevdim odur benim günahım Aşkını saklarım gönlümde nihan Gizlice gizlice ağlarım heman El gibi cefadan söylemem figan Seni sevdim odur benim günahım Müptelayım senin ahu gözüne Bakıp bakıp ah ederim yüzüne Anladım uymuşsun eller sözüne Seni sevdim odur benim günahım

  • Enderunlu Vâsıf

    Enderûn’da yetiştiği, yani çocukluğunda saraya alınarak burada eğitim gördüğü için enderûnlu diye bilinir. Asıl ismi Osman. Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1818 yılına kadar sarayda kaldı. Osmanlı Padişahı 3. Selim devrinden itibaren hünkar baş lalalığı, peşkir ağalığı, anahtar ağalığı, kiler ağalığı gibi görevlerde bulundu. 1824 yılında İstanbul’da yaşamını yitirdi. Yaşadığı dönemde asıl şarkılarıyla beğenildi. Şiirleri açık saçık bayağı, sanatsız bulunduğu için "değersiz bir şair" diye isimlendirildiği oldu. Ama gününün koşullarında sade bir dil kullandı, günlük hayatla ilgili şiirler yazdı. Enderûnlu Vâsıf için, divan şiirine halkı, sokağı katmak isteyen şair denebilir. Şiirinde döneminin orta sınıf insanının duygu, düşünce ve yaşayışları bulunur. Bu özellikleriyle bir bakıma divan şiirinde boy gösteren "Hüseyin Rahmi Gürpınar" müjdecisidir. ŞARKI Çözülme zülfüne ey dil-rübâ dil bağlayanlardan Kaçınma âteş-i aşkınla bağrın dağlayanlardan Düşer mi ictinâb etmek seninçün ağlayanlardan Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan Gelüb vakt-i bahâr âlem safâ-yı gül-şen etdikde Nevâ-yı bülbülü gûş-i gül-i ra’nâ işitdikde Uyub ahbâba sen de seyr-i Sa’d-âbâd’a gitdikde Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan Senin bir reng-i zîbân var ki gül-berg-i izârında Bulunmaz gül-sitân-ı âlemin bâğ-ı bahârında Otur ihrâma ârâm et bir az havzın kenârında Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan Hevâ-yı perçeminle başka bir hâlet olur serde Yeni başdan misâl-i Vâsıf uğratdın beni derde Gamınla gerçi çokdan ağlarım ammâ bugünlerde Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan

  • Bağdatlı Rûhî

    16. asrın büyük şairlerinden biri olan Bağdatlı Ruhi’nin asıl adı Osman’dır. Bu şairin, Kanuni ordularıyla Bağdat’a giden Anadolulu bir askerin oğlu olduğu bilinmektedir. Divanındaki şiirlerinden kendisinin de bir sipahi olduğu anlaşılmaktadır. Şairin, tezkireci Ahdi, Fuzûlî’nin oğlu Fazlı ile ve yine başta Bağdat şairleri olmak üzere devrinin birçok devlet büyüğü, alim ve şairi ile arkadaşlıkları ve dostlukları olmuştur. Ruhi’nin etkisi altında kaldığı şairler arasında Fuzûlî’nin önemli bir yeri vardır. Askerliği, savaş meydanlarındaki zaferleri öven, Türk kahramanlık şiirleri arasında da yerini almış lirik manzumelerine karşın Ruhî, eserlerinde ortaya koyduğu tenkit ve fikirleri ile dikkat çekmektedir. Şiirlerinde kullandığı dilin sadeliği, halk kelime ve tabirlerini zevk ve alışkanlıkla kullanışı orduya mensup saz şairlerinin üslubunu andırır. Özellikle gezip yaşadığı Irak ve Şam bölgelerindeki idari sistemin ve sosyal hayatın; din ve ahlak anlayışının aksayan taraflarından yola çıkarak söylediği satirik mısralar (eleştirici bir anlatım) Ruhi’nin diğer şiirlerinde de görülür. Fakat onun bu sahada en tanınmış ve çığır açmış eseri, 17 bent halinde kaleme aldığı, büyük Terkib-i Bend manzumesidir. Ruhi’nin Terkib-i Bendi daha 17. asrın ilk yıllarından başlayarak büyük takdir ve alaka toplamış ve Türk Divan Edebiyatında özel bir terkib-i bend tarzı oluşmuştur. Başta Şeyh Galip olmak üzere Ziya Paşa ve Muallim Naci gibi gerek Divan gerek Tanzimat Edebiyatının önemli şairleri tarafından bu Terkib-i Bende nazireler yazılmıştır. Ruhi’nin Terkib-i Bend'i, Divanından ayrı olarak birkaç defa basılmıştır. KASÎDE (ilk 11 beyit) Devrden peymne-i mihr ü vefâ eksilmede Kalb-i ehl-i hâlden zevk u safâ eksilmede Dem-be-dem yüz tutmada meclis perişân olmağa Encümenden bâde-i behcet-fezâ eksilmede Sâz ü söze kalmadı evvelki gibi meylimiz Ya’ni dilden ârzû başdan hevâ eksilmede Tab’ı kılmakda gubâr-âlûde cevr-i rûzgâr Safvet-i âyîne-i âlem-nümâ eksilmede Çeşm-i pür-nemde safâdan gayrısı urmakda mevc Gönlümüzde derd ü gamdan mâ-adâ eksilmede Geçmede vakt-ı şebâb ü gelmede eyyâm-ı şîb Gitmeden dilden safâ gözden cilâ eksilmede İyş ü nûşa şevkımiz gitdikçe noksân bulmada Bezmimizden gün-begün ol meh-likaa eksilmede Bâdedir gerçi devâ-yı derd ü gam ammâ ne sûd Devrimizde ehl-i derd artub devâ eksilmede Ey dirîngaa ekserî halkın cefâ üstündedir Bu vefâsız dehrden ehl-i vefâ eksilmede Olmada mihr ü muhabbetden müberrâ hass ü âm Cem’olub ağyâr ü yâr-ı zî-vefâ eksilmede Bir gönül eğlencesi yâr isteriz girmez ele Gam hücum etmekde yâr-ı gam-zedâ eksilmede TERKÎB-İ BEND’DEN (Birinci bend) Sanmam bizi kim şîre-i engûr ile mestüz Biz ehl-i harabâtdanuz mest-i Elest’üz Ter-dâmen olanlar bizi alûde sanur lîk Biz mâil-i bûs-i leb-i câm ü kef-i destüz Sadrın gözedüb neyleyelim bezm-i cihânın Pâ’yi hum-i meydir yirimüz bâde-perestüz Mâil değiliz kimsenin âzârına ammâ Hâtır-şiken-i zâhid-i peymâne şikestüz Erbâb-i garez bizden ırağ olduğu yeğdir Düşmez yare zirâ okumuz sâhib-i şeştüz Bu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyuz A’lâlara a’lâlanuruz pest ile pestüz Hem-kâse-i erbâb-ı dilüz arbedemiz yok Mey-hânedeyüz gerçi velî ışk ile mestüz Biz mest-i mey-i mey-kede-i âlem-i cânuz Ser-halka-i cem’iyyet-i peymâne-keşânuz ---------------

  • Paragrafta Yapı ve Yapı Unsurları

    Her paragraf küçük bir yazı örneğidir. Onun da giriş, gelişme ve sonuç cümleleri vardır. Giriş Cümlesi Paragrafın konusunu ya da ele alınan kişiyi, olayı, durumu açıkça ortaya koyan ilk cümle giriş cümlesidir. Paragrafta anlatılardan, olayın, düşüncenin sırasına göre en önde gelen ve en genel düşünceyi içeren cümledir. Dil ve düşünce yönünden bağımsızdır, kendinden önceki bir cümleye bağlı değildir. Giriş cümlesinde kendinden önce herhangi bir açıklama gerektirecek zamir, bağlaç, edat gibi kelimeler bulunmaz. Ele alınan konuyla ilgili örnek ve ayrıntılara yer verilmez. Gelişme Cümleleri Giriş cümlesinden sonra gelen, ele alınan konunun çeşitli yollarla açıklandığı bölümdür. Konuyla ilgili ilgili yardımcı düşünceleri, belgeleri, örnekleri ve ayrıntıları içeren cümle ya da cümlelerdir. Bu bölümde karşılaştırma, örnekleme, tanık gösterme, sayısal verilerden yararlanma gibi düşünceyi geliştirme yollarına başvurulur. Sonuç Cümlesi Paragrafın tümünden çıkarılacak kesin yargıyı belirten, giriş cümlesinde verilen düşünceyi kanıtlayan, açıkça ortaya koyan son cümledir. Dil ve düşünce yönüyle kendinden önceki cümlelere bağlıdır. Bu yüzden sonuç cümlesi demek ki, sonuç olarak, öyleyse, özetle, bundan dolayı, bu yüzden, çünkü gibi bağlayıcı kelimelerle başlayabilir. Çözümlü Örnek Soru Aşağıdaki cümlelerin hangisi bir paragrafın ilk cümlesi olabilir? A) Kendine güvenen insan riskleri göze alarak işe başlar. B) Eserlerini beğenmeyişimin bundan başka nedenleri de var. C) Yeni bir iş kurmanın böyle zorlukları olduğu doğrudur. D) Çünkü ayakkabılarımı yolda gördüğüm gence vermiştir. Çözüm: Yukarıdaki cümleleri incelediğimizde B, C ve D seçeneklerinde “bundan”, “böyle” ve “çünkü” ifadelerinin yer aldığını görürüz. Bu ifadeler kullanıldıkları cümleleri dil ve anlam yönüyle kendilerinden önce gelen cümlelere bağlar. Bu yüzden giriş cümlesi olamazlar. A seçeneğindeki cümle ise genel bir düşünceyi içerir. Dolayısıyla bu cümleye “giriş cümlesi” diyebiliriz. Cevap A seçeneğidir.

  • Kelimelerde Anlam Değişmeleri

    Her bir kelime bir temel nesne ya da hareketi karşılar. Kelimenin zamanla karşıladığı kavramdan az çok uzaklaşması ya da yeni bir kavramı yansıtması durumuna kelimede anlam değişmesi denir. Anlam değişmeleri beş şekilde meydana gelir: Anlam Genişlemesi Bir kelimenin bir nesnenin, bir işin bir bölümünü ya da bir türünü gösterirken zamanla o nesnenin bütününü, bütün türlerini anlatır duruma gelmesine anlam genişlemesi denir. Örneğin “yol” kelimesinin ilk anlamı “yürünen yer”dir. Yol kelimesi anlam genişlemesine uğrayarak “yöntem”, “içinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığı yer”, “davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi” anlamlarını kazanmıştır. Anlam genişlemesine uğrayan kelimelere çok anlamlı kelimeler de denir. Bir keli menin, anlam gelişmesi yoluyla, asıl anlamı ile olan ilişkisini kaybetmeden yeni anlamlar kazanmasına çok anlamlılık denir. Anlam Daralması Bir kelimenin eskiden anlattığı nesnenin bir bölümünü, bir türünü karşılar duruma gelmesine denir. Örneğin, eski Türkçede “çocuk, evlat” anlamına gelen “oğul” kelimesi günümüzde sadece “erkek çocuğu” anlamında kullanılmaktadır. Anlam Kayması (Başka Anlama Geçiş) Bir kelimenin başlangıçta karşıladığı anlamdan uzaklaşarak yeni bir anlamı karşılamasına denir. Örneğin; “koca” kelimesi eskiden yaşlı adam anlamında kullanılırken bugün kadının eşi anlamında kullanılmasına anlam kayması denir. Anlam İyileşmesi Bir kelimenin eskiden kötü bir anlamı varken zaman içinde daha iyi bir anlam kazanmasına denir. Örneğin “yavuz” kelimesinin eskiden sahip olduğu “kötü, hırsız” anlamının yerine “yiğit, kahraman” anlamı kazanmasına anlam iyileşmesi denir. Anlam Kötüleşmesi Bir kelimenin eskiden iyi bir anlamı varken zaman içinde kötü bir anlam kazanmasına denir. Örneğin “canavar” kelimesinin “canlı, yaşayan, hayvan” gibi anlamlarından uzaklaşarak “yabani, yırtıcı hayvan” gibi olumsuz bir anlamı karşılar hâle gelmesine anlam kötüleşmesi denir.

bottom of page