Arama Sonuçları
Boş arama ile 856 sonuç bulundu
- Ünsüz Benzeşmesi (Ünsüz Sertleşmesi)
Dilimizde ünsüzler sert ve yumuşak olmak üzere iki gruba ayrılır. Sert ünlüler "ç, f, t, h, s, k, p, ş" ünsüzleridir. Bunun dışında kalanlar ise yumuşak ünsüzlerdir. Bir sözcük sert bir ünsüzle bitiyor ve o sözcüğe ünsüzle başlayan bir ek geliyorsa, ekin başındaki ünsüz sertleşir. Buna ünsüz benzeşmesi denir. Elbette bu benzeşme sert ve yumuşak şekli olan seslerde söz konusudur. Türkçede sert ünsüzlerle (ç, f, h, k, p, t, s, ş) biten sözcüklerden sonra c, d, g ünsüzleriyle başlayan bir ek (-ci, -ce, -cik; -gi, -gin; -di, -de, -den..) gelirse; ekin başındaki c, d, g ünsüzleri, kendilerinden önce gelen sert ünsüzlerden etkilenerek sertleşir ve c - ç'ye, d - t'ye, g - k'ye dönüşür. Buna "sert ünsüz benzeşmesi" ya da "ünsüz uyumu" denir. Şimdi bu kuralı örneklendirelim: "Kitap" sözcüğünün sonundaki "p" sesi serttir. Bu sözcüğe biz "-de" hal ekini getirirsek "kitapda" sözü oluşur. Bu durumda ekin başındaki "d" sesi yumuşak olduğundan sözcükte ünsüz benzeşmesine aykırı bir durum görülür. Kurala uyulması için, "d" sesi sertleşmelidir. Bunun serti ise, yukarıda göstermiştik, "t" dir. Dolayısıyla sözcük, "kitapta" olacaktır. ağaç-dan - ağaçtan ocak-cı - ocakçı seç-gin - seçkin kaç-dı - kaçtı
- Paragraf ve Özellikleri
Bir yazının bütünü içinde satır başlarıyla ayrılan bölümleri ve bir yardımcı düşüncenin anlatıldığı cümle veya cümleler topluluğuna paragraf denir. Paragrafın özellikleri şunlardır: 1. Paragraf tek bir düşünceyi açıklamalıdır. 2. Yazıdaki düşünce birimidir. 3. Bir veya daha fazla cümleden oluşur. 4. Temel cümle ve yardımcı cümlelerden meydana gelir. 5. Birbiriyle anlamca yakın cümlelerden oluşur. 6. Kendi içinde tamamlanmış bir bütündür. 7. Anlam ve biçim bakımından birlik ve bütünlük gösterir. Paragrafta Konu-Ana Düşünce Her paragrafta belirli bir konu ve bu konuda belirtilmek istenen temel bir düşünce vardır. Konu yazarın üzerinde durduğu, bahsettiği kavram, varlık, olay, durum, duygu veya düşüncedir. Paragraf yazarken konuyu sınırlamak ve paragrafın neyle ilgili olacağını okuyucuya bildirmek için paragrafın konusu genellikle paragrafın ilk cümlesinde verilir. Konu cümlesi paragrafın hangi konuyla ilgili olacağını ifade eder. Paragrafta konu, “Yazar ne anlatıyor, neden söz ediyor?” sorularının cevabıdır. Ana düşünce, paragrafta asıl anlatılmak istenen düşüncedir. Bütün cümleler bu düşünceye bağlanır. Böylece paragrafta anlamca bir birlik ve bütünlük sağlanır. Ana düşünceyi belirten cümle paragrafın başında, ortasında ya da sonunda yer alabilir. Açıkça belirtildiği gibi gizli de olabilir veya paragrafın tümünden çıkarılabilir. Paragrafın ana düşüncesi “Niçin Yazıldı?” sorusunun cevabıdır. Bir paragrafın ana düşüncesi o paragrafın yazılış amacını bildirir. “Yaşlıların sorunları geçim derdi ile bitmiyor. Yaşlı günlerinde rahat bir koltuk, sıcak bir çorba ihtiyara yetmiyor. Onların asıl beklediği saygı, ilgi, şefkat... Yaşlılığın en büyük trajedisi olan, yalnızlığın, artık işe yaramaz olma duygusunun, toplum dışına itilmiş unutulmuş olma tortusunun önüne nasıl geçileceği, toplum bilimcileri ve psikoloji uzmanlarını şimdilerde ilgilendirmeye başladı. Hatta yaşlılık psikolojisi bir uzmanlık dalı olma yolunu tuttu.” Bu paragrafta ele alınan konu, yaşlılar ve sorunlarıdır. Bu konuda verilmek istenen ana düşünce ise şudur: “Yaşlılarla ilgili ele alınması gereken asıl sorun onların ruhsal sorunlarının çözülüp toplumdan, yaşamdan kopmalarının önlenmesidir.” Bu fikir paragrafın tümünden çıkarılmaktadır. Paragrafta Yardımcı Düşünce Paragrafta ana düşünceyi açıklamaya, geliştirmeye ve desteklemeye yardımcı olan düşüncelerdir. Paragraftaki örnekler ve ayrıntılar birer yardımcı düşüncedir. Bu cümleler, konu ve ana fikirle tutarlı olmalıdır. Paragrafta bir ana düşünce, birden fazla yardımcı düşünce vardır. Yardımcı cümleleri yazmak için benzetme, karşılaştırma, sayısal verilerden yararlanma, örnekleme, tanık gösterme, tanımlama gibi düşünceyi geliştirme yollarından yararlanılır. Paragrafta Başlık Başlık, paragrafta ele alınacak konuyu, düşünceyi bir, iki ya da üç kelimeyle belirten söz ya da sözlerdir. Dolayısıyla bir paragrafın başlığının bulunabilmesi için paragrafın iyice okunup konusunun ve ana düşüncesinin belirlenmesi gerekmektedir.
- Küçük Ünlü Uyumu Kuralı
Bir sözcüğün Türkçe olup olmadığını anlayabilmenin önemli yollarından biri de küçük ünlü uyumu kuralıdır. Küçük ünlü uyumu iki kuraldan oluşur : 1. Çok Heceli Türkçe sözcüklerde düz ünlülerden (a, e, ı, i) sonra düz ünlüler gelir. a'dan sonra ; a ya da ı, e'den sonra; e ya da i, i'den sonra; ı ya da a, i'den sonra; i ya da e gelebilir. Uyarı : Küçük ünlü uyumunda, büyük ünlü uyumun da aranır; çünkü Türkçe'de iki kural birbiriyle çelişemez. Örnekler : Geleceğiz, inceledik, sevindiler, Karanlık, bıraktık, anlaşıldı... sözcükleri hem büyük hem de küçük ünlü uyumu kuralına uyar. Sakin, mani, ilave, silah, inanç, ani, kainat, mimar... gibi sözcükler, görünüşte küçük ünlü uyumuna uyar; ancak bu sözcükler büyük ünlü uyumuna uymadıkları için Türkçe değildir; küçük ses uyumu kuralı da aranmaz. Uyarı 1. Büyük ünlü uyumuna uydukları halde küçük ünlü uyumuna aykırı sözcükler de vardır. Örnekler : Çamur, kabuk, sabun, yağmur, hamur, samur, tavuk, kavuk... gibi sözcükler, küçük ünlü uyumu kuralına uymaz. Çünkü düz sesli olan "a" dan sonra dar yuvarlak sesli "u" gelemez. Türkçe olan bu sözcüklerin küçük ünlü uyumuna uymamalarının nedeni ünlülerindeki değişmelerdir. "m, b, v" dudak ünsüzlerinden önce "a" ünlüsü varsa, bu ünsüzlerden sonra gelen "ı" ünlüsü, "u" ünlüsüne dönüşür. Bu sözcükler, kimi bölgelerimizde hâlâ "yağmır, kabık, sabın, çamır..." biçiminde söylenmektedir. 2. Çok heceli Türkçe sözcüklerde, yuvarlak ünlülerden sonra (o, ö, u, ü) ya dar - yuvarlak ünlüler (u, ü) ya da düz - geniş ünlüler (a, e) gelir. o'dan sonra; u ya da a ö'den sonra; ü ya da e u'dan sonra; u ya da a ü'den sonra; ü ya da e ünlüleri gelebilir. Örnekler : Odun, oda, orta, ordu, özer, öykü, uzak, uzun, üzüm, küme ... gibi sözcükler hem büyük hem de küçük ünlü uyumuna uyar. Uyarı 1: -yor eki kimi zaman büyük ünlü uyumuna denk düşse de küçük ünlü uyumuna her zaman ters düşer. Örnekler : Bakıyor, anlatıyor, yazıyor... gibi sözcükler Türkçedir. Ancak bunlar -yor ekinden dolayı küçük ünlü uyumuna aykırıdır. Geliyor, izliyor, seviyor... gibi sözcükler, Türkçedir. Bu sözcükler -yor ekinden dolayı hem büyük hem de küçük ünlü uyumuna aykırıdır. Uyarı 2 : "o ve ö" ünlüleri çok heceli Türkçe sözcüklerin yalnızca ilk hecesinde bulunabilir. Bu kurala uymayan tüm sözcükler yabancı kökenlidir. Örnekler : Fotoğraf, horoz, monolog, dialog, soprana ... gibi sözcüklerde "o" ünlüsü ilk hecenin dışında da kullanıldıklarından küçük ünlü uyumuna aykırıdır. Bu sözcüklerin tümü yabancı kökenlidir. Uyarı 3 : Bir sözcüğün küçük ünlü uyumuna uyup uymadığını anlamada izlenecek yöntem : Bir sözcüğün büyük ünlü uyumuna uyup uymadığı aranırken hecelerdeki ünlülerin tümü birden dikkate alınır. Tüm ünlüler kalın ya da inceyse sözcük büyük ünlü uyumuna uygun sayılır. Sevincimizi onlara belli etmedik. Bu cümlelerin tüm sözcükleri B.Ü.U'ya uyuyor. Küçük ünlü uyumu aranırken 1. ünlü ile 2. Ünlü; 2. Ünlü ile 3. Ünlü; 3. Ünlü ile 4. Ünlü ... arasında uyum olup olmadığı araştırılır. Örnekler : Ortalıkta yaygın bir söylenti vardı. Bu cümledeki tüm ünlüler, hem büyük hem de küçük ünlü uyumuna uymaktadır. "Ortalıkta" sözcüğünde "o" dan sonra "a" gelebilir, "a" dan sonra "ı" gelebilir; "ı" dan sonra "a" gelebilir. Bu sözcük küçük ünlü uyumuna uyar. Ancak "o" dan iki hece sonra gelen "ı" ünlüsü var diye küçük ünlü uyumuna aykırıdır, denemez. "Yangın ve vardı" sözcükleri; "a" dan sonra "ı" gelebildiği için küçük ünlü uyumuna uyar. "Söylenti" sözcüğü; "ö" den sonra "e"; "e" den sonra "i" ünlüsü gelebildiği için küçük ünlü uyumuna uyar. Söylediklerine inanmak isterdim. "Söylediklerine" sözcüğü hem büyük hem de küçük ünlü uyumuna uyar. Tüm ünlüleri ince ünlü olduğu için büyük ünlü uyumuna; "ö" den sonra "e"; "e" den sonra "i", "i" den sonra "e", "e" den sonra "i" ve "i" den sonra "e" ünlüsü gelebildiği için de küçük ünlü uyumuna uyar. "inanmak" sözcüğü de Türkçe'dir. Bu sözcüğün kökü "ınanmak"tır. Bu sözcük, ses değişmesiyle büyük ünlü uyumuna aykırı düşmüştür. Büyük ünlü uyumuna ters düştüğü için küçük ünlü uyumuna da aykırıdır. "İsterdim" sözcüğü hem büyük hem de küçük ünlü uyumuna uyar. Tüm ünlüleri ince ünlü olduğu için büyük ünlü uyumuna; "i" den sonra "e" ve "e" den sonra "i" ünlüleri gelebildiği için küçük ünlü uyumuna uyar. Küçük ünlü uyumuna uymayan sözcükler: Horoz, bakıyor, sabun, yağmur, fotoğraf, manidar, sahip, toto, piyango, fiyonk, dünya, çamur, televizyon, radyo, psikoloji, sosyoloji... Küçük ünlü uyumuna uyan sözcükler: Gezinti, yorum, söylenti, araştırma, boğulmak, soygun, ödemelerimiz, uzunluk, uzaklığından, çelimsiz, süzülmek, seyirci, ordularımızın, üzüntülerini, iniltilerini, bilimsel, uyuyamamıştık...
- 1920'li Yıllarda Cumhuriyet Şiiri
Şiirin iç yapısıyla dış yapısı arasında bir uyum bulunması gerektiği düşüncesinden hareket eden Necip Fazıl Kısakürek otuzlu yılların başlarına değin süren yoğun şairlik yaşamında, lirizmin ağır bastığı şiirler yayımlamıştır. Duygularını değişik biçimde yansıtışı, değişik benzetmeler kullanarak şiirlerini renklendirişiyle bu yılların şairleri arasında ayrı bir yer almıştır. Şiirlerini Örümcek Ağı, Kaldırımlar adlı iki kitapta toplamış, daha sonra, yaptığı seçmelere yenilerini ekleyerek, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı ve Çile’yi yayımlamıştır. Kemalettin Kami Kamu (1901-1948), Necmettin Halil Onan (1902-1968), Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) ve Ömer Bedrettin Uşaklı (1904-1946)’yı da bu yılların şairleri arasında saymak gerekir. Hece ile şiir yazılmasının gelişmesine, lirizmin ağır bastığı, içten duygularla yazılmış, daha çok yurtseverlik temasını işlediği şiirleriyle katkıda bulunan Kemalettin Kamu’nun şiirleri dergilerde yayımlanmıştır. Ölümünden sonra Rıfat Necdet Evrimen’in hazırladığı Kemalettin Kamu Hayatı Şahsiyeti ve Şiirleri adlı kitapta bir araya toplanmıştır. Milli Edebiyat hareketinin geliştiği sırada yetişen Necmettin Halil Onan şiirlerinde bireysel duygulanışlarıyla, ulusal duyguları birlikte işlemiştir. Şiirlerini Çakıl Taşları ve Bir Yudum Daha adlı kitaplarında toplayarak bize bırakmıştır. Onunla aynı yıllarda yetişen Ömer Bedrettin Uşaklı daha çok bireysel duygulanışlarını yansıttığı şiirlerini Deniz Sarhoşları, Yayla Dumanı, Sankız Mermerleri’nde topluca yayımlamıştır. Şiirlerini tek kitabı Şiirler’de bir araya toplayan Ahmet Hamdi Tanpınar, işlediği temalarla bu şairler arasında ayrı bir yer alır. Tanpınar, şiirlerinde insan ruhuna, özellikle bilinç altına ve zamana yer verişiyle, romanlarında işlediği konulara yaklaşır. Aynı yılların şairi olarak Ahmet Muhip Dıranas (1908-1980) şiirlerini 1974’te Şiirler adlı kitabında bir araya toplamakla birlikte, onları çok önceden 1920’li yılların sonlarında yayımlamaya başlamıştır. Dıranas, şiirde biçime önem verişi, işlediği temalar, simgecilikten hareket ederek yarattığı yeni bir şiir diliyle kendi dönemindekileri olduğu gibi sonra gelenleri de etkilemiş bir şair olarak önem taşır. Bütün şiirleri 1993’te yeniden Şiirler adı altında topluca yayımlanmıştır. İlk şiirlerini Cumhuriyet öncesi yıllarda yayımlayarak, 1920’li yılların sonunda 835 Satır ve Jokondile Si-Ya-U kitaplarıyla kamuoyunu etkileyen Nazım Hikmet’in (1902-1963) ise şiirimizde ayrı bir yeri vardır. Gerek biçim gerekse tema bakımından şiirimize büyük bir genişlik getiren şair, şiir diline de kendisinden sonra gelenleri etkileyecek ölçüde yenilik getirmiştir. Şiirde kullanılan, kullanılmayan sözcükler diye bir ayrım yapmayan Nazım Hikmet, dizeleri kullanmaya getirdiği özgünlükle de özgür koşuk biçiminin gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır. Adı geçen iki kitabını izleyerek şiirleri, Varan 3,1+1=Bir, Sesini Kaybeden Şehir, Gece Gelen Telgraf, Benerci Kendini Niçin Öldürdü,Taranta Babu’ya Mektuplar, Portreler, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı, Saat 21-22 Şiirleri, Memleketimden İnsan Manzaraları, Son Şiirleri kitaplarında bir arada toplanmıştır. 1920’li yılların sonunda, 1928’de Cumhuriyet döneminin ilk topluluğu olan Yedi Meşale’nin kurulduğunu görüyoruz. 1933’e değin çalışmalarını birlikte sürdüren topluluk altısı şair, biri öykü yazarı olan yedi kişiden oluşmuştur. Amaçlarının şiirin tekdüzelikten kurtarmak olduğunu açıklayan şairler, Ziya Osman (Saba), Cevdet Kudret (Solok), Sabri Esat (Siyavuşgil), Muammer Lütfi, Yaşar Nabi (Nayır), Muammer Lütfi ve Vasfi Mahir (Kocatürk)’tür. Şair olarak pek amaçlarına ulaşamayıp, değişik alanlara kayanlar arasında ününü sürdüren Ziya Osman Saba (1910-1957) olmuştur. Çocukluk yıllarına duyduğu özlem, aile sevgisi, küçük şeylerden duyulan mutluluk, ölüm, alın yazısına boyun eğiş gibi temaları işlediği şiirlerinde biçim olarak gittikçe özgün koşuğa yönelmiştir. Türkçeyi kullanışındaki başarısıyla da etkileyici şiirler yazan Saba’nın şiirlerini topluca Sebil ve Güvercinler, Geçen Zaman, Nefes Almak adlı kitaplarında bulabiliriz.
- Sıfat-Fiiller (Ortaçlar)
Ortaçlar, varlıkları niteledikleri ya da belirttikleri için sıfat; özne, nesne, tümleç alarak yan önerme kurdukları için de eylem gibi görev yapan sözcüklerdir. Ortaç türeten ekler şunlardır: -An, -(I)r, -AcAk, -mIş, -DIk,- AsI. -An Ekiyle Türemiş Ortaçlar Ocağın sönmeye başlayan ateşine baktı. Çekici bırakan eliyle terini sildi. (Ömer Seyfettin) Bekleyen derviş muradına ermiş. (Atasözü) Bana yol gösteren benden olmalı; Olamaz Türk’e baş Türk’üm demeyen. (Ziya Gökalp) Atı alan Üsküdar’ı geçti. (Atasözü) Gençlik, pek kısa süren ve ancak bir defa görülen bir rüyadır. (Hüseyin Rahmi Gürpınar) Yukarıdaki örneklerde, italik harflerle dizilen sözcükler birer yan önerme kurmuştur: Sönmeye başlayan ateş başlayan: Ortaçtır, yüklemdir. ateş: Öznesidir. sönmeye: Tümlecidir. Çekici bırakan el bırakan: Ortaçtır. el: Öznesidir. çekici: Nesnesidir. Bekleyen derviş bekleyen: Ortaçtır, derviş öznesidir. gösteren: Ortaçtır, öznesi (kimse)dir, düşmüştür. demeyen: Ortaçtır, öznesi (adam, kimse) düşmüştür. alan: Ortaçtır, öznesi (kimse) düşmüştür; atı nesnesidir. süren: Ortaçtır, gençlik öznesidir, pek kısa durum belirtecidir. görülen: Ortaçtır, bir rüya öznesidir; ancak, bir defa belirteçleridir. -(I)r ve Olumsuzu -mAz Ekiyle Türemiş Ortaçlar Askerlerimiz gök gürültülerini andırır bir sertlikte haykırarak düşmana saldırdılar; koşar adımlarla ilerlediler. Akla sığmaz yiğitlikler gösterdiler... Yukarıdaki örnekte, italik harflerle dizilmiş sözcükler birer yan önerme kurmuştur: andırır: Ortaçtır, yüklemdir; bir sertlik öznesi, gök gürültülerini nesnesidir. koşar: Ortaçtır, adımlar öznesidir. sığmaz: Ortaçtır, yiğitlikler öznesi, akla tümlecidir. -(I)r geniş zaman ekidir: oku-r, gül-er, anlat-ır... Cümle, temel önerme, bağımsız önerme kurmaya yarıyorsa geniş zamandadır. Kişilere göre çekimlenir: okurum, gülersin, anlarız, anlatırsınız... -(I)r ile türemiş sözcükler, cümle içinde bir adı niteleyerek; yani adın sıfatı olarak yan önerme kurarsa ortaç olur: Hepimizi güler yüzle karşıladı; işe yarar bir ev bulmuştu. Aslı geniş zaman eki olan -(I)r eki alan ortaçlar da geniş zamanlıdır. -AcAk Ekiyle Türemiş Ortaçlar Akacak kan damarda durmaz. (Atasözü) Koca Ali verecek cevap bulamadı. (Ömer Seyfettin) Can sıkacak olaylar gördük. Hastaya bakacak kimse yokmuş... Yukarıdaki örnekte, italik harflerle dizilmiş sözcükler birer yan önerme kurmuştur. -AcAk, gelecek zaman ekidir. Kurallı cümlelerde sonda bulunur, cümle kurmaya yarar, çekimlenir: Ah ya Rabbi, evladıma hastalık gelecek... Aman ya Rabbi, hıçkırıklar evladımı boğacak... (Cenap Şahabettin) Cümlede bir adı niteleyerek; yani bir adın sıfatı olarak yan önerme kurunca ortaç olur. Aslı gelecek zaman -AcAk eki alan ortaçlar gelecek zaman anlamlıdır. -mIş Ekiyle Türemiş Ortaçlar Küflenmiş bir pirinç maşayı parlatmak için küle batırılmış limon kabuklarıyla ellerini harap etmekten çekinmezdi. (Halit Ziya Uşaklıgil) Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi; Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi. (Ses,Yahya Kemal Beyatlı) Yukarıdaki örneklerde italik harferle dizilmiş sözcükler birer yan önerme kurmuştur. -mIş, duyulan geçmiş zaman ekidir. -mIş eki alan eylemler; çekimlenir, kurallı cümlelerde sonda bulunur ve cümle kurar: Babamız zengin bir tüccarmış, işas etmiş, sefalete düşmüş. (Reşat Nuri Güntekin) Cümlede bir adı niteleyerek, bir adın sıfatı olarak yan önerme kurunca ortaç olur. Aslı geçmiş zaman olan -mIş eki alan ortaçlar geçmiş zaman anlamlıdır. -DIk Ekiyle Türemiş Ortaçlar Tanıdık kimselerle yolculuk sıkıntılı olmaz. Yakası açılmadık laflarla herkesi sıkmamalı. Bunları işitmedik kimse mi kaldı? Devreylemedik yer komadık bir nice yıldır. Uyuduk dil-i divaneye dil uydu havaya. (Ruhi, XVI.) Yukarıdaki örneklerde, italik harflerle dizilmiş sözcükler birer yan önerme kurmuştur. -DIk, görülen geçmiş zaman birinci çoğul kişi ekidir. -DIk eki alan sözcükler, cümle kuruyorsa eylemdir: Kıra gittik, akşama dek eğlendik; çok gezdik; hiç yorulmadık. Bir adı niteliyorsa sıfattır, ortaçtır. -DIk eki alan ortaçlar geçmiş zaman anlamlıdır. -AsI Ekiyle Türemiş Ortaçlar Hayaline çılgın çılgın bakarken Kapanası gözümü kan bürüyor. (Recaizade Mahmut Ekrem) -AsI yapılı ortaçlar -e durum ekiyle çekimlenince “-ircesine” anlamına gelir ve kurduğu önermeyle birlikte temel önermenin durum belirteci olur: Atı öldüresiye koşturdu. Ölesiye didiniyor. Çıldırasıya sevmek... Ortaçların Özellikleri Ortaçlar, genel olarak, kendi öznelerini niteler; yani öznesinin sıfatı olur: Camları sarsan rüzgâr gittikçe hızını artırıyordu. Sarsan rüzgâr sıfat tamlamasıdır. Bu tamlamada sarsan ortaç, rüzgâr öznedir. Bu kudurmuş deniz nasıl durgunlaşacak? Kudurmuş deniz sıfat tamlamasında kudurmuş ortaç, deniz öznedir. Bu bakımdan ortaç, öznesini niteleyen eylemsi olarak tanımlanabilir. Çok kez ortaçların özneleri düşer. Cümleden düşen her sözcüğü, varmış gibi kabul etmek gerekir. Öznesi düşmüş, adlar gibi çekimlenmiş ortaçlar çoktur: Çalışan kazanır. Yüze gülmeyeni kimse sevmez. Orhan ödevlerini yapmışa benziyor. Şenliklere katılacaklar adlarını yazdırsın. Ortaçlar, eylemler gibi türlü çatılara girer; olumsuzluk eki de alır. Ortaçların birinci görevleri sıfat oluşlarıdır; adları nitelerler, belirtirler. Niteledikleri ve belirttikleri adlar düşünce ortaçlar adlaşır; adlar gibi çekimlenir ve kurdukları önermelerle birlikte cümlelerin öznesi, tümleci olurlar.
- Divan Şairi Nesîmî
Azerî bölgesinde yetişmiş, henüz Anadolu Türkçesinden ayrılmamış Azerî Türkçesiyle yazan şairlerdendir. Asıl adı bilinmemektedir. Seyyid İmameddin olan unvanı ve Nesimî mahlâsı ile anılmaktadır. Hayatının ilk yılları ve nasıl bir öğrenim gördüğü bilinmemekte, bu konuda bilgi veren kaynaklar da birbirini tutmamaktadır. Nesim adlı bir kasabada doğduğundan bu adla anıldığı ileri sürülür. Tebrizli, Şirazlı, Diyarbakırlı olduğu da rivayet edilir. Ölüm tarihi, bazı kaynaklarda 1418 olarak verilmektedir. Nesimî, Hurufî mezhebinin kurucusu Fazlullah-ı Hurufî’nin halifesidir. Şiirlerinde düşüncelerini, tarikat inançlarını açık ve kesin bir dille anlatır. Bir söylentiye göre, II. Murad zamanında Anadolu’ya gelerek Hacı Bayram-ı Velî ile görüştü. Sonra Halep’e döndü. Görüşlerinin İslâm şeriatıyla bağdaşmadığını, bir bakıma İslâm dininin kurallarına aykırı düşünceler ileri sürdüğünü söyleyenler onu dinsizlikle, Kur’an hükümlerine ve şeriat ilkelerine karşı çıkmakla suçladılar. Bazı kaynaklara göre, Çerkez Memlûklarından Berkukoğlu Nasirüddin Ferec zamanında derisi yüzülerek öldürülmüştür. Hurufîliğin bütün görüşlerini şiirlerinde yansıtan Nesimî’ye göre insanın özü, ruh değil maddedir. Ruh, maddenin bir niteliği, anlamı durumundadır. İnsan varlığının özünü kuran sestir. Ses, insanda söz olarak gerçekleşir. Söz ise harflerden kuruludur. İnsan, Tanrı’dır. İnsanın dışında bir Tanrı yoktur. Bu yüzden, kendini bilen, varlığının özünü kavrayan her insanın derin coşkunluk içinde “Ben Tanrı’yım” anlamına gelen “enelhak” demesi gerekir. Kuran’ın bütün harfleri insanda görünür. İnsan, konuşan bir Kur’an’dır; tasavvuf diliyle Kur’an-ı Nâtık’tır. Bir Tanrı olan insan, sürekli bir anlam gelişimi içindedir. Kendini bilen ve varlığının derinliğinde saklı sırları, olgunlukları kavrayan bir insan için en yüce ibadet, kendine tapmaktır; özünün sonsuzluğundaki anlama saygı göstermektir. Nesimî’nin Türkçe ve Farsça şiirleri vardır. Azerî lehçesiyle yazdığı şiirlerinde dünya görüşünü yansıtmış, yalın dili, anlatım özellikleri ve getirdiği tekniklerle kendisinden sonra gelen şairlere örnek olmuştur. Tasavvufa bağlı en yoğun düşünceleri, coşkun bir lirizm içinde vermesi, Azerî lehçesinin sınırlarını aşarak, geniş etkinlik kazanmasına yol açar. Düşüncelerinden ödün vermeyen inanç adamı kişiliği, halk arasında destan kahramanları gibi yaşatılmıştır. Hurufî inançlarını yansıtan ve vahdet-i vücud düşüncesine bağlı şiirleri nedeniyle Bektaşî ve Alevî şairlerince benimsenmiş, bu nedenle “yedi ulu” dedikleri Fuzulî, Hatayî, Pir Sultan, Viranî, Yeminî ve Kul Himmet arasına katılarak anılır olmuştur. Başta Fuzulî olmak üzere tasavvufî konuları işleyen birçok Türk ve İran şairini de etkileyen Nesimî’nin Türkçe ve Farsça iki Dîvân’ı vardır. Bunlardan Türkçe olanı, 1844, 1869 ve 1881 yıllarında basılmış olup Fuzulî’ninkinden sonra, yurdumuzda en çok basımı yapılan Dîvân’dır. 1976’da bazı Farsça şiirlerinin yer aldığı Türkçe Dîvân’ının yeni harflerle basımı yapılmıştır. Ayrıca, Nesimî’ye ait olduğu ileri sürülen Mukaddimetü’l-Hakayik adlı, Hurufîliğe dair bir eserinden söz edilmektedir. Bütün şiirleri 3 cilt hâlinde Bakû’de (1973), Kemal Edip Kürkçüoğlu ise şairin 145 şiirini 1973 yılında; Hüseyin Ayan da 1990’da Dîvân’ının tümünü yayımlamıştır. GAZEL Şol şemi gör ki nârına pervâneyem yine Baş oynamakda gör nice merdâneyem yine Ateşine pervaneyim yine şu muma bak ve gör. Mertce nasıl kendimi feda ediyorum gör. Sâkî lebinden esrümişem şol kadehden uş Mestâne gözlerün gibi mestâneyem yine Sakinin dudağından sarhoş olmuşum, işte o kadehten, Baygın bakışlı gözlerin gibi baygınım yine. 'Kalü bela'da kûy-i harâbât idi yirüm Şol ma'niden mücâvir-i meyhâneyem yine “Kalu bela”da yerim meyhane köşesi idi, Bu nedenle meyhaneye komşuyum yine. Bezm-i ezelde hem-nefesüm gerçi câm idi Şükr iderüm ki hem-dem-i peymâneyem yine Gerçi, ezel meclisinde arkadaşım kadeh idi, Şükürler olsun ki, şarap bardağının dostuyum yine. İy bilmeyen bu cân-ı azîzün hakîkatin Cânı bilene sor ki ne cânâneyem yine Bu sevgili canın gerçeğini bilmeyene, Nasıl bir sevgiliyim, canı bilene sor yine. Işkunda iy cemâl ile efsâne fi'l-mesel Halkun dilinde gör ki ne efsâneyem yine Efsane olmuş ey güzel, senin aşkından, Halkın dilinde gör ki ne efsaneyim yine. Endîşenün imâretini kılmışam harâb Şol genc-i bî-nihâyete vîrâneyem yine Düşüncenin sağlam yapısını harap etmişim. O bitmeyen definede viraneyim yine. Yâ Rab ne sihr ider şu perî-şekl ü şîve kim Zencîr-i ca'd-ı zülfine dîvâneyem yine Ey Tanrım, şu peri benzeri işveli güzel nasıl bir büyü yaptı? Kıvırcık zülfünün zincirine vurulmuşum yine. İy gevherün bahâsını mikdârını bilen Asdâf içinde gör ki ne dür-dâneyem yine Ey cevherin pahasını ve değerini bilen, Sedefler içinde, gör ki, nasıl bir inci tanesiyim yine. Yüzünde iy sanem göreli zülf ü hâlüni Dâm-ı belâda dâne gibi dâneyem yine Ey güzel, yüzünün zülüflü halini göreli, Bela tuzağına duşmuş bir yem tanesi gibiyim yine. Keşf eyledi Nesîmî dehânun rumûzunı Miftah-ı gayba gör ki ne dendâneyem yine Nesimi, ağzının rumuzunu keşfetti, Bilinmeyen alemin kayıp anahtarına, nasıl bir diş olduğumu gör yine. TUYUĞ Dalmışam şol bahre kim pâyânı yoh Batmışam şol gence kim husrânı yoh Bulmuşam şol bedri kim noksânı yoh Girmişem şol şehre kim vîrânı yoh Ucu bucağı olmayan bir denize dalmışım. Ziyana uğramayacak bir hazineye dalmışım. Eksiği olmayan bir ay (ay yüzlü sevgili) bulmuşum. Yıkılmayacak bir şehre girmişim. GAZEL Subh-dem dildârumi gördüm otağından gelür Eyle sandum hûrdur firdevs bağından gelür Sabahleyin sevgilimi gördüm otağından gelir. Öyle sandım ki huridir cennet bağından gelir. Yâ meger nûr-i tecellidür iyan oldı yakin Ay ile gün tal’atı gül-gun yanağından gelür Yok, görünüş alanına çıkan bir nurdur; belirdi açıkça. Ay ile güneşin parlaklığı, gül renkli yanağından gelir. Çeşme-i hayvân hacildür lebleründen dâyimâ Âb-ı kevser şerbeti şirin dudağından gelür Dirilik suyunun çeşmesi dudaklarından utanır boyuna. Cennetin şerbeti tatlı dudağından gelir. Zülfinin çinile çün kimdem urur müşk-i Hıta Ru-siyeh bilmez hata her dem dimağından gelür Zülfünün kıvrımıyla Çin miski boy ölçüşmeye kalkar. O kara yüzlü bilmez ki yanlışlık kendi özünden gelir. Şaha kadd-ü kametün her serv görse der-çemen Egilür secde ider ditrer budağından gelür Ey sevgili, çemende boyunu posunu gören her servi, Eğilir secde eder sana, titrer, budağından olur. Dilberâ sen hüsnüne men’eyleme men âşıkı Hande kim bir gül biter bülbül karağından gelür Ey güzel, güzelliğine kapılmamı yasaklama bana, Nerde bir gül bitse, bülbül oraya ılgara gelir. Ey Nesimî ruh-perver geldi yârinden nesim İsa’nın enfâsidür yârin dudağından gelür Ey Nesimi, sabah yeli cana can katarak geldi sevgiliden. İsa’nın soluğudur, sevgilinin dudağından gelir. GAZEL Sensüz ne yisem gussa vü gam derd ile kandur Gel gel dudağun şerbetine cânumı kandur Sensiz ne yesem tasa ve gam, dert ile kandır; Gel, gel dudağının şerbetine canımı kandır. Vaslundan ırağ eyleyeli cânumı takdîr İşüm dün ü gün âh ile feryâd u figandur Kavuşma özleminden uzaklaştırdığından beri canımı ilahi takdir, İşim, gece ve gündüz ah ile ağlamak ve inlemektir. İy serv-i revan başuma lutf eyle kadem bas Gör kim nice aynumda iki çeşme revandur Ey servi boylu sevgili, lütfedip başıma ayak bas, Gör ki iki çeşme gözümden nasıl akmaktadır. Vaslun dilerem cân u cihân olmasa gam yoh Âşıklaruna vasl-ı ruhun cân u cihandur Kavuşmayı dilerim sana, can da cihan da olmasa gam yok; Yanağına kavuşmak, aşıklarına hem can hem de cihandır. Bürka’ götür iy şems ü kamer çihrelü halkı Pervâne kimi şem’-i ruhun nârına yandur Peçeni kaldır ey güneş ve ay yüzlü, halkı, yanağının mumunun ateşine pervane gibi yak. İy hırka giyen yol urucı zâhid-i zerrâk Şirkünden arın hırkanı gel vahdete bandur Ey hırka giyip yol kesen ikiyüzlü sofu, İkilikten arın, hırkanı gel birliğe daldır. Zülfünle ruhun her nice kim Mushaf’a bahdum Gördüm ikinün sûreleri Nûr u Duhan’dur Saçın ile yanağın için ne zaman Kur’an’a baktımsa, Gördüm ki bu ikisinin sureleri Nur ve Duhan’dır. Tahkîka iren tâifeye hergiz ulaşmaz Teşkikle kalanun işi taklîd ü gümandur Gerçeğe varan kişilere asla ulaşamaz; Şüphe (içinde) kalanın işi, taklit ve zandır. Yalancı münâfıkdur anun yohdur imânı İy gâfil uyan gönlüni gafletden uyandur Yalancı ve münafık olanın imanı yoktur; Ey gafil uyan, gönlünü gafletten uyandır. İy âşıka kâfir diyen îmâna gel utan Kâfir dime âşıklara neyçün ki yalandur Ey aşıka kafir diyen, imana gel utan; Kafir deme aşıklara, çünkü yalandır. Işkunda Nesîmî olalı halka melâmet Meşhûr-ı cihân oldı vü âlemde ıyandur Nesimi, aşkın yüzünden halk tarafından kınandığından beri, Dünyaca ünlü olduğu herkesçe açıkça bilinmektedir.
- İsim-Fiiller (Ad-Eylemler)
Ad-eylemler, eylemlere -mA, -mAk ve -Iş ekleri getirilerek türetilen ve cümlede ad gibi görev yapan sözcüklerdir. Örneklerle inceleyelim: Okula gitmek için evden çıktım. Karlı yollarda yürümek istiyorum. Karşıya geçmekten vazgeçtim. Orhan yazı yazmayı, kitap okumayı sever. Şiiri güzel okuyuşunuz, öğretmeni mutlu etti. Yukarıdaki örneklerde italik harflerle dizilen sözcükler; • Eylemden türemiştir. • Birer işin, oluş ve kılışın adıdır. • Eylem gibi tümleçleri, nesneleri vardır. Bu tümleçlerle, nesnelerle birer yan önerme kurmuştur ve birer yargı anlatmaktadır; bu bakımdan da eyleme benzerler. Yalın durumda kullanılan ad-eylemler; • Özne alabilirler: Mevcudat ne imiş, nedir, ne olacak, ne olmak gerektir? Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz. (Namık Kemal) • Yüklemle ortak özneleri olabilir: Orhan, Ankara’ya gitmek istiyordu. Sevim, düşkünlere yardım etmekten çekinmez. • Ad tamlamalarında tümlenen olarak kullanılan ad-eylemlerin tümleyenleri özneleridir: Orhan’ın gelmesi hepimizi sevindirdi. • Ad eylemler; ek eylem alarak cümlenin, temel önermenin yüklemi de olabilir: Şüphe bir nura doğru koşmaktır. (Tevfik Fikret) • Durum ve iyelik ekleriyle çekimlenmiş ad eylemlerin ek eylemle cümle ve temel önerme yüklemi oldukları da sık görülür: Rahatsızlığı, geceleri iyice uyuyamamasındandır. Önemli olan, her işi günü gününe yapmanızdır.
- Şair Hayâlî
Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1494-1495 yılları sanılıyor. Asıl adı Mehmed, lakabı Bekar Memi. Vardar Yenicesi’nden. Genç yaşta şiir yazmaya başladı. İstanbul’a gelip kalenderi oldu. Tasavvufu Baba Ali Mest-i Acem’den öğrendi. Yüksek eğitim görmedi. Ama şiire olan yeteneğiyle kısa sürede şöhrete ulaştı. Kanuni Sultan Süleyman’ın himayesine girdi. Öyle ki döneminin şairleri Kanuni’nin Hayalî’ye olan ilgisini kıskandı. Aşık Çelebi, Hayalî için, "Padişah avucundan yemini yiyen ve onun kolunda gezen bir şahin" ifadesini kullandı. Kendisine 100 bin akçeden fazla zeamet verilmesini de yine dödeminin şairlerinden Taşlıcalı Yahya eleştirdi. 1557’de Edirne’de yaşamını yitirdi. Bâkî’nin çıkışına kadar döneminin en büyük şairi sayıldı. İç zenginliği, kalender yapısı, kayıtsız yaşayışı ve sadeliğiyle özellikle gazel türüne yeni bir hava ve ses getirdi. GAZEL Cihân-ârâ cihân içindedür arayıbilmezler O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler Harâbat ehline dûzah azâbın anma ey zâhid Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler Şafak-gûn kan içinde dâgını seyr etse âşıklar Güneşde zerre görmezler felekde ayı bilmezler Hamîde kadlerine rişte-i eşki takub bunlar Atarlar tîr-i maksûdu nedendür yayı bilmezler Hayalî fakr şâlına çekenler cism-i uryânı Anunla fahr ederler atlas ü dîbâyı bilmezler GAZEL Dimen Mecnûn’a fenn-i aşkı tekmîl itdi kâmildür Benüm yanumda ol dîvâne bilmez nesne câhildür Anunçün habs ider peykânunı dil ey kemân-ebrû Ki ol bir kâfir-i bî-dîn elinden geldi bir dildür Gönül uslu isen ol vâlih ü şeydâsı bir hûbun Şu kim dîvânesidür bir perînün rind ü âkıldür Dögünsem n’ola taşlarla bugün ol Yûsuf-i hüsnün Kefine kim direm korsa terâzu-vâr mâildür Hayâlî rûze-i gamda hilâle döndügi bu kim Senün îd-i cemâlün görmedi ey mâh bir yıldur GAZEL Âyine her gün koyar dil-dârı tenhâ koynuna Nâz ile Yûsuf girür gûyâ Züleyhâ koynuna Çıkmadu yârun lebi fikri dil-i ağyârdan Aldı ol lâ’li dirîgaa seng-i hârâ koynuna Râh-ı gül-zâr-ı vefâda cismini eden gubâr Rûzigâr ile girür bi verd-i ra’nâ koynuna Dâmenine seng alub kûh-sâr ceng etmek diler Koyduguyçün makdemün nakşını sahrâ koynuna Nice göz yaşı Hayâlî aşk içinde oldu mahv Girdiler ırmaglar gûyâ ki deryâ koynuna
- Edatlar (İlgeçler) ve Edatların Özellikleri
Atatürk’ün asil yüreği -pas tutmayan madenler gibi- kin nedir, hiç bilmemiştir. Devlet, millet ve inkılâp davalarındaki husumetleri ne kadar sert ve derin ise kendi şahsına ve hususi hayatına taalluk eden meselelerdeki hiddetleri o derece hafif ve geçici idi... Fertlerin hürriyetlerini herhangi bir zor ve tazyik ile örselemek onun vicdanının kabul edemeyeceği bir adaletsizlik ve mantıksızlıktı. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Yukarıdaki örnekte italik harflerle dizilmiş sözcüklerin belli başlı birer anlamı yoktur. Örneğin “gibi” sözcüğü “asil yürek”le “pas tutmayan maden” arasında bir benzetme ilgisi kuruyor. Bu örnekte de görüldüğü gibi sözcükler arasında anlam ilgisi kurmaya yarayan ve ancak bu görevleri için kullanılan sözcüklere ilgeç (edat) denir. İlgeçler, genellikle sözcükler arasında “benzetme” veya “neden” ilgisi kurar. Başlıcaları şunlardır: gibi, kadar, sanki, nitekim, için, ile, dolayı, ötürü, beri, üzere, karşı, karşın, doğru, ... Aşağıda sık kullanılan ilgeçler örnekleriyle ele alınmaya çalışılacaktır: Gibi, sözcükler arasında benzetme ilgisi kurar. Cümlelerin sonlarına gelerek yüklemlere “denilebilir ki, öyle sanılır ki, sanki” anlamlı kuşku ya da olabilirlik anlamı da katar; başka bir deyişle “gibi”, sonuna geldiği eylemin tam değil tam olmaya yakın bir durumda yapıldığını ya da o eylemin yapılır göründüğünü anlatmaya yarar: Hak ve kuvvet kılıçla kın gibidir; içinde kılıç olmayan kına kimse hürmet etmez. (Cenap Şahabettin) Hak, “kılıca”; kuvvet, “kına” benzetilmiştir. Bu benzetme ilgisini kuran da “gibi”dir. Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Muhibbi, XVI.) O gül-endam bir al şale bürünsün yürüsün Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün. (Vâsıf, XIX.) Yaz bitti gibi. Konuşurken sık sık size bakıyor gibiydi. ... Kadar, “gibi” yerine de kullanılabilecek bir ilgeçtir. Ancak “gibi” yalnız benzetme görevindedir; “ kadar” benzetme görevine nicelik anlamı da katar. -e kadar öbeği, yüklemdeki sürenin sonunu belirtir: Sabaha kadar çalıştık. Kars’a kadar gitmişler. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. (Atasözü) Sanki, bir benzetme ilgecidir. “Gibi”den az çok ayrılır. “Gibi”de benzetme anlamı açıktır; “sanki”de anlam biraz örtülü, kapalıdır. Neyin ki çıkar zemzeme saranlarından Bülbüller öter sanki gülün şahlarından. (Naili, XVII.) Neyin deliklerinden çıkan nağmeler, gül dalındaki bülbüllerin ötüşüne benzetilmiştir. Sorulu cümlelere “sanki” sözcüğü, daha çok, hoş görmeyiş anlamı katar: Sınava girmemekle iyi mi etti sanki? İle, sözcüklerin arasında “aracıyla anlamlı” ilgiler kurar. Bu ilgilere nitelik, nedenlik, iyi dilek gibi çeşitli anlamlar katar: Araba ile Ankara’ya gittim. Uçakla gelmiş. Parayla aldım. Radyo ile yapılan yayım... Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harap Eyler anı müdahene-i âlimân harap. (İzzet Molla, XIX.) Annesini sevinçle kucakladı. Sağlıkla gidip geliniz. Hızla uzaklaştı. Dikkatle dinleyiniz. Yalnız, cümle içinde kullanılış özelliğine göre tür değiştirebilir. Sıfat olur: Bu tepedeki yalnız ev Orhan’ındır. İlgeç olur: Bu kitabı yalnız orada bulabilirsiniz. Bağlaç olur: Giderim; yalnız arkadaş isterim. Belirteç olur: Orhan o tepedeki evde yalnız oturur. Ancak ilgeci, kendisinden önce ve sonra gelen ögeler arasında ilgi kurar. Ben ancak Orhan’la görüşmeye geldim. Düşmandan ancak kötülük beklenir. Bu kitabı ancak orada bulabilirsiniz. Gençlik, pek kısa süren ve ancak bir defa görülen bir rüyadır. (İffet, Hüseyin Rahmi Gürpınar) Soğuk su ancak sıhhatte bulunanları incitmez. (Falih Rıfkı Atay) Doğru, cümle içinde kullanılış özelliğine göre tür değiştirebilir. Sıfat olur: doğru yol, doğru adam, Doğru söze ne denir? Ad olur: bir doğru çizmek, işin doğrusu... -e durum ekli sözcüklerden sonra gelip öbekleşerek ilgeç olur: Bize doğru geliyor. Karşı, cümle içinde kullanılış özelliğine göre tür değiştirebilir. Ad olur: karşıda oturanlar, evin karşısı... Sıfat olur: karşı taraf, karşı düşünce... -e durum ekli sözcüklerden sonra gelerek öbekleşerek ilgeç olur: Bu söze karşı ne denir? Değil, sözcükler arasında ilgi kurunca ilgeç görevinde kullanılmış olur: Bu konuyu Sevim değil Meltem anlatsın... Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi ek eylemin olumsuzu olan “değil”, ad soylu sözcükleri yüklem yapar. İlgeç görevindeki sözcükleri yapıları bakımından üçe ayırabiliriz: I. Kök ve kök görünüşlü ilgeçler: gibi, tek, beri, için, ile, karşı, kadar... II. Türemiş ilgeçler: dolayı, üzere, karşın, yalnız... III. Birleşik ilgeçler: sanki, nitekim... İlgeçlerin cümle içindeki görevleri şunlardır: • Sözcükler arasında çeşitli yönlerden ilgiler kurar. • İlgeç tümleçleri yapar. • Ek eylem alarak yüklem olur.
- Türkçe Alfabe
Türk alfabesinde 8'i ünlü 21'i ünsüz olmak üzere 29 harf vardır. ÜNLÜLERİN ÖZELLİKLERİ : Başka bir sesin yardımı gerekmeksizin tek başına söylenebilen harflerdir: a, e, ı, i, o, ö, u, ü. Ünlü harflerin söyleniş ve yazımdaki özelliklerine göre öbeklenişi: Kalın ve ince ünlüler : Harfler söylenişleri sırasında dilimizi ileri - geri hareket ettirirler. Dilimizi ileri ittiren ünlülere ince ünlü; dilimizi geri çektiren ünlülere de kalın ünlü denir. Kalın ünlü : a, ı, o, u İnce ünlü : e, i, ö, ü Ünlülerin bu özelliğinden büyük ünlü uyumu kuralı oluşmuştur. Düz ve yuvarlak ünlüler : Harfler söylenişleri sırasında dudaklarımızı şekillendirir. Dudaklarımız düzken söylenebilen harflere düz ünlü; yuvarlaklaştırılarak söylenebilen harflere de yuvarlak ünlü denir. Düz ünlüler : a, e, ı, i Yuvarlak ünlüler : o, ö, u, ü Geniş ve dar ünlüler : Harfler söylenişleri sırasında çenemizi hareketlendirir. Çenemizin aşağıya hareketi ile ağız boşluğu genişler. Bu biçimdeyken söylenebilen harflere geniş ünlü; çenemizi hareketlendirmeden söylenebilen harflere de dar ünlü denir. Geniş ünlüler : a, e, o, ö Dar ünlüler : ı, i, u, ü Harflerin düzlük, yuvarlaklık ve genişlik - darlık özelliklerinden küçük ünlü uyumu kuralı oluşmuştur. ÜNSÜZLERİN ÖZELLİKLERİ : Türk alfabesinde 21 ünsüz vardır. Bunlar bir ünlünün yardımıyla söylenebilir. Bunları söylerken kendilerinden sonra "e" ünlüsü getirilir. Ünsüzler : b,c,ç,d,e,f,g,ğ,h,j,k,l,m,n,p,r,s,ş,t,v,y,z. Söyleniş Biçimleri : be, ce, çe, de, fe, ge, yumuşak ge, he, je, ke, le, me, ne, pe, re, se, şe, te, ve, ye, ze. Sert Ünsüzler : Söylenişleri sırasında ses tellerini titreştirmeyen ünsüzlerdir : ç, f, h, k, p, t, s, ş. Yumuşak Ünsüzler : Söylenişleri sırasında ses tellerini titreştiren ünsüzlerdir : b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z. Sürekli Ünsüzler : Sürekli söylenebilen ünsüzlerdir : b, c, d, f, g, ğ, h, j, l, m, n, r,s, ş, v, y, z. Süreksiz Ünsüzler : Sürekli söylenemeyen ünsüzlerdir : ç, k, p, t. Uyarı : Ünsüzlerin sert ya da yumuşak ünsüz olup olmadığını anlayabilmek için ünsüzlerin başına bir ünlü getirilerek söylenir, işaret parmağıyla başparmağımızı gırtlağımızın üstüne bastırır, ses tellerinin titreşip titreşmediğini saptarız.
- Mesnevi Türünün Özellikleri
Lûgat anlamı ikişer, ikişerli demektir. Nazım terimi olarak mesnevî, her beytinin mısraları kendi arasında kafiyeli olan uzun nazım şeklidir. Bazı mesnevîler, dîvânın içinde yer alırlarsa da genellikle mesnevîlerin ayrı kitaplar hâlinde yazılması söz konusudur. Mesnevîlerin beyit sayısı, sınırsızdır. Mesnevînin Düzeni: Ayrı kitap halinde yazılmış mesnevîler, genellikle üç bölümden meydana gelirler: Giriş bölümü Konunun işlendiği bölüm Sonuç bölümü Giriş Bölümü Besmele: Sadece “Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm” ibâresinden ibaret olabileceği gibi başlı başına bir şiir de olabilir. Besmele, işleri kolaylaştıran ve işe uğur, bereket kazandıran bir anahtardır. Tevhîd Bölümü: Allâh’ın birliğini ve yüceliğini konu edinen bölümdür. Esmâ’ü’l-hüsnâyı meydana getiren ilâhî sıfatlar sayılır. Kâinâtın düzeni, O’nun birliğine şâhit tutulur. Münâcaat: Allâh’a yakarış bölümüdür. Şâir, kendi zayıflığını ve Allâh’ın azametini anlatır. Günâha batmışlığından, Allâh’ın gufrânından ve affından bahseder. Yazmakta olduğu eserin tamamlanması için Allâh’a sığınır ve yanlışlardan, eksikliklerden uzak olması için Allâh’ın yardımını niyâz eder. Na’t: Hz. Muhammed’e övgüde bulunulan bölümdür.. Hz. Muhammed’in en büyük peygamber olduğu, kâinâtın, onun nûrundan yaratıldığı söylenir. Şefâati dilenir. Mi’râc: Mesnevîlerin girişlerinde, sık sık mi’râc olayı anlatılır. Mu’cizât: Mu’cizât, mu’cize kelimesinin çokluk şeklidir. Hz. Muhammed’in mucizeleri anlatılır. Medh-i Çihâr-Yâr: Dört halîfe olan Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin övüldükleri bölümdür. Pâdişâh Övgüsü: Devrin pâdişâhı övülür. Devlet Büyüğü Övgüsü: Mesnevî, bir vezir, bey veya paşaya sunulacaksa, o şahıs bu bölümde övülür. Sebeb-i Te’lîf: Mesnevînin hangi sebeple yazıldığının anlatıldığı bölümdür. Konunun İşlendiği Bölüm Bu bölüm, “âgâz-ı dâstân” diye anılır. Bu bölümde, şu konular işlenir: Okuyucuyu her hangi bir konuda bilgilendirmek ve onu eğitmek için yazılan mesnevîler: Dînî mesnevîler: Tasavvufî mesnevîler Ahlâkî mesnevîler Ansiklopedi mâhiyetindeki mesnevîler Okuyucunun kahramanlık duygusuna hitap eden, konusunu menkabelerden ve tarihten alan mesnevîler: Menkabevî mesnevîler Târihî mesnevîler San’at yönü ağır basan, okuyucunun edebî zevkine hitâb eden, aşk ve mâcerâ mesnevîleri: Şâirlerin gezip gördükleri yerlerde yaşadıklarını anlatan, hayâtından kesitler veren; kişileri, meslekleri, düğünleri ve bazı yöreleri tasvir eden mesnevîler. Sonuç Bölümü Bu bölümde ister tek, ister birden çok başlık bulunsun, şâirlerin söyledikleri, şu şekilde sıralanabilir: Allâh’a hamd ü senâ Sultâna övgü ve saltanatının devâmı için du’â Şâirin eseriyle ve şâirliğiyle övünmesi Tanınmış mesnevî şâirlerini ve eserlerini anma Şâirin eserine verdiği ad Hasetçilere, dikkatsiz müstensih ve okurlara yergi Mesnevînin beyit sayısı Mesnevînin yazılış tarihi Okuyucudan hayır du’â isteme Mesnevînin vezninin belirtilmesi.
- Divan Şiirinin Başlıca Nazım Şekilleri ve Türleri
Musammat Üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on ……… mısralı bendlerden oluşan nazım şekilleridir. Her bend bir bütündür. Musammatlar müzdevic veya mütekerrir olur. Müzdeviç musammatların bedlerinde, sondan birer veya ikişer mısra aynı kâfiyede olur. Mütekerrir musammatlarda, bendlerin sondan birer veya ikişer mısraı tekrarlanır. Musammatların Türk edebiyâtında en çok kullanılan şekilleri aşağıdadır: Dörtlüler (Murabba) (Gazellerin her beytinin önüne ikişer mısra eklemeye terbî’ denir) Beşliler (Muhammes) Altılılar (Müseddes) Yedililer (Müsebba’) Sekizliler (Müsemmen) Dokuzlular (Mütes’a) Onlular (Mu’aşşer) Terkîb-i Bendler: Aynı vezinde 5-l0 beyitlik bendlerden kuruludur. Son beyite vâsıta, öndeki bir grup bende hâne denir. Hânelerin bütün mısraları kâfiyeli olabilir (müselsel), ya da gazel gibi kâfiyelenebilir. Vâsıta beyitlerinin kâfiyeleri, kendi içlerindedir. Tercî’-i Bendler: Bir terkîb-i bendin vâsıta beyti tekse ve her hâne sonunda tekrarlanıyorsa, buna tercî-i bend denir. Terkîb-i Bend ve Tercî-i Bendlerin bend sayıları da 5-l0 arasında değişir. 7 rakamı tercîh edilir. Tahmîs: Bir şâirin bir gazelini alıp da her beyit önüne aynı vezin ve kâfiyede üçer mısra eklenerek yapılır. Taştîr: Bir şâirin bir gazelinin her beytini meydana getiren mısraların aralarına üçer mısra ilâvesiyle yapılır. Saydığımız şekiller dışında şu iki şekil, özellik arz eder: Şarkı: murabba’dan geliştirilmiştir. abab, cccb, dddb, ………………. aaaa , bbba, ccca, ………………. Yahut/ a-nakarat-a-nakarat , bbb-nakarat, ccc-nakarat …….. olur. Tardiyye: Muhammes’in özel bir şeklidir. bbbba, cccca, dddda, ………………….. Müstezat Her mısraının altına, bir kısa mısra ilâve edilmiş gazel gibidirler. Zaten adı, ziyâdelenmiş (arttırılmış) anlamına gelir. Kısa mısrâlara ziyâde denir. Müstezâdın özel vezni “Mef’ûlü mefâ’ilü mefâ’îlü fe’ûlün” + Mef’ûlü fe’ûlün” dür. Rubai Dîvân edebiyâtına, İran edebiyâtından geçmiştir. Dört mısra’dan ibâret bir nazım şeklidir. Felsefî ve sofîyâne muhtevâlı şiirlerdir. 24 özel vezinle yazılır. Kâfiye düzeni:aa, xa’dır. Rübâ’îlerde, mahlas kullanılmaz. Tuyuğ XVI yüzyıla kadar daha çok Âzerî ve Çağatay edebiyatlarında rastlanırdı. Halk edebiyâtımızdaki mâninin dîvân edebiyâtındaki karşılığıdır. Genel olarak Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılır ve cinaslı kâfiyelere çok yer verilir. Kıta Kıt’a, 2, 4 veya daha çok beyitten kurulmuş matla’sız gazeldir. Bir fikri, bir nükteyi yahut bir yergiyi konu olarak alır. Bazen ilk beytin kâfiyeli olduğu da görülür. Kıt’alarda, genellikle konu bütünlüğü görülür. 30-40 beyitlik kıt’alara, “kıt’a-i kebîre” denir. Târîh Savaş, barış, tahta çıkma (cülûs), cülûs yıldönümü, evlenme, sakal bırakma, ölüm vb. gibi olayları veya saray, yalı, çeşme, hastane, medrese, kışla vb. yaptırma veya tamir ettirme gibi önemli olayları ebced hesâbı denilen usulle tespit eden bir nazım türüdür. Muamma Bir insan isminin, îmâ yoluyla buldurulması üzerine kurulmuş şiirlerdir. Lûgaz Manzum bilmece. Herhangi bir nesne veya hayvan adının bilmece olarak manzum biçimde sorulmasıdır. Müfred Bir dîvânın sonundaki tek tek beyitlere ve mısra’lara denir.








