Arama Sonuçları
Boş arama ile 853 sonuç bulundu
- Çocuk Yayınlarında Bulunması Gereken Özellikler
“İnsanlık, çocuğa verebileceğinin en iyisini vermekle yükümlüdür” Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun bir kararıdır bu. Günümüz çocukları eğitim araç-gereçlerinin çeşitliliği bakımından kendilerinden önceki nesilden daha şanslı durumdadırlar. Bu çeşitlilikten bütün çocuklar yararlanamasa da, çocukların eğitiminde teknolojinin etkisi yatsınamaz bir gerçektir. Bu çeşitlilik aynı zamanda anne-baba, öğretmen olarak büyükleri zor durumda bırakmaktadır. Çünkü çocukların zararlı etkilerden korunması büyüklerin sorumluluğundadır. Bu sorumluluk da çocuklara sunulan olanaklar çoğaldıkça artmaktadır. Hangi kitap okutulmalı, okuma beğenisi nasıl geliştirilmeli, hangi program izletilmeli, hangileri yasaklanmalı?…. Bu ve buna benzer sorular kafaları kurcalamaktadır. Bir çocuk kitabında içerik, dil ve anlatım yönünden bulunması gereken nitelikler şöyle sıralanabilir: Çocuk kitapları, çocuğun gelişme düzeyine uygun konuları işlemeli, dili yalın, kavramlar açık olmalıdır. Konular ilgi çekici biçimde sunulmalı, eğlendirici, öğretici ve düşündürücü olmalıdır. Konunun işlenişi bilim verilerine ve insanlık değerlerine uygun olmalıdır. İnsanı ve çevresini gerçekçi açıdan tanıtmalı, yurt sevgisini, insan sevgisini ve yardımlaşma duygusunu güçlendirici olmalıdır. Denemeci, araştırıcı, eleştirici, kısacası özgür düşünceli insan yetiştirme amacı gözönüne alınarak yazılmalıdır. Çocuğun kendini tanımasına, kişiliğini geliştirmesine katkıda bulunmalıdır (Yörükoğlu, 1997). Çocuk kitapları çocuğun sanat beğenisini geliştirmeyi amaçlamalıdır. Çocuğu iyiye, güzele, doğruya yönlendirmeyi amaç edinmelidir (Baraz,1987). Çocuğa eleştirel düşünme becerisi kazandırmalı, geliştirmelidir. Çocukların sözcük dağarcıkları göz önünde tutularak bu dağarları geliştirilmelidir. Çocuğun düzeyine uygun bir anlatım yöntemi kullanılmalıdır. İnsanı olduğu gibi göstermelidir. İyiler hep iyi, kötüler hep kötü değildir. Çocuk evrensel değerlere saygı duymalıdır. Verilmek istenen doğrudan değil, çocuğun bulmasını sağlayacak biçimde sunulmalıdır. Yörükoğlu (1997), çocuk kitaplarında nelerin sakıncalı olduğunu belirtmenin daha doğru olduğunu dile getirerek, sakıncaları şöyle sıralamıştır: Çocuk kitapları her türlü kör inaç ve önyargılardan arınmış olmalıdır. Irk üstünlüğü, din ayrılığı, bağnazlık, dolaylı ya da doğrudan aşılanmamalıdır. Yurt sevgisi, ulusal değerler ve Türklük bilinci işlenirken evrensel değerler bir kenara itilmemeli, ülkeler arasında düşmanlık ve öç alma duyguları körüklenmemelidir. Yiğitlik abartılmamalı; çocuklara, yanılmaz insan, üstün insan, her şeyi bilen insan örnekleri sunulmamalıdır. Başka bir deyişle, etiyle kemiğiyle, olumlu ve olumsuz yanlarıyla insan tanıtılmalıdır. Çocuk kitaplarında, çelişkileriyle, değişen düşünce ve duygularıyla insanı görmeli; başkalarında kendisine benzerlikler bulabilmelidir. Katı ahlak kuralları içinde sıkışıp kalmamalı, hoşgörü ve esneklik kazanmalıdır. Alın yazısı, yazgı gibi insanının boynunu büktüren, savaşım gücünü köstekleyen inanışlara yer verilmemelidir. Her kitap bir dizi ahlak yargısıyla sonuçlandırılmamalıdır. Köprüaltı Çocukları, Öksüz Ayşe türünden acıma duygusunu sömüren kitaplar en azından yararsızdır. Polianna gibi tanınmış bir çocuk öyküsü de bu kötü örnekler arasında yer alır. Bu öyküde, çevresindekileri mutlu etmek için insan üstü çaba gösteren bir kız çocuğu anlatılır. Ne üzüntü, ne kırgınlık, ne de öfke duymayan böyle bir kahraman nasıl benimsenir? Olsa olsa erişilmez bir varlık olarak okuyucuda bir küçüklük duygusu yaratır. Çocuk yayınları da diğerleri gibi eşgüdümlü bir çalışma gerektirir; hatta diğerlerinden daha çok… Yazarın içerik, dil ve anlatım konusunda gösterdiği titizlik, kitabı yayıma hazırlayacak diğer elemanlarca da gösterilmelidir. Çocuk yayınlarında içerik, dil ve anlatım özelliklerinin yanı sıra biçimsel özelliklere de önem verilmelidir. Biçimsel özellikler deyince kitabın resimlenmesi, kapak düzeni, yazı biçimi, kağıt kalitesi, kitap boyutu gibi özellikler anlaşılmalıdır. Çocuk yayınlarında biçimsel olarak şu özelliklerin bulunmasına özen gösterilmelidir: Çocuk kitaplarında kapak, çocuğun dikkatini çeken ilk biçimsel özelliktir. Kapak kalın kartondan olmalıdır. Daha küçük yaştaki çocuklara hazırlanan kitaplarda kapağın dayanıklılığı da artırılmalıdır. Kapakta kitabın adı, konuyu tanıtıcı bir resimle yer almalıdır. Dış kapakta yazılmamışsa, iç kapağa yazarın (çeviri bir kitapsa aynı zamanda çevirenin), kitabı resimleyenin, basımevinin adları ile basım yılı ve yeri yazılmalıdır. Arka kapak ise çeşitli amaçlar için kullanılabilir: yayınevinin kitaplar dizisi, yazarın yapıtları, kitabın fiyatı gibi. Çocuk kitapları dağılmayacak biçimde iyi yapıştırılmalı, hatta dikilmelidir. Çocuğun kitabı katlayabileceği göz önünde tutularak bu konuya önem verilmelidir. Çocuğun dağılmış bir kitaba ilgi göstermesi beklenemez. Çocuk kitapları en iyi kalitedeki birinci hamur kağıda basılmalıdır. Kağıt; mürekkebi dağıtmamalı, renkleri değiştirmemeli, kolay yırtılmamalı, çocuğun gözünü yoracak kadar parlak olmamalıdır. Kağıdın mat olmasına özen gösterilmelidir. Çocuk kitaplarının boyutlarının çok küçük olmamasına özen gösterilmelidir. Kitabın boyutu sesleneceği çocuğun yaşına göre saptanmalıdır. Kitabın harfleri büyüklük bakımından olduğu kadar yükseklik ve genişlik bakımından da uygun olmalıdır. Okul öncesi ve ilkokulun birinci devresi için en az 14 punto (geniş, yüksek harfler) olmalıdır. İkinci devre için en az 12 punto (kitap -elinizdeki kitabın- harfleri) olmalıdır(Alpay ve Anhegger, 1975). Satır araları sıkışık olmamalıdır. Tümcelerin sözcük sayısı ilkokulun birinci devresinde en çok altı, ikinci devresinde ise en çok on olmalıdır (Alpay ve Anhegger,1975). Çocuk kitaplarında bileşik tümceden çok basit tümce kurulmasına, özellikle, çocuğun yaşı küçüldükçe özen gösterilmelidir. Çocuk kitaplarının resimlenmesinin ayrı bir önemi vardır. Çocuk kitabının resimlenmesi içeriği, dil ve anlatımı kadar önemlidir. Daha önce de belirtildiği gibi çocuk, kitabın resimlerine bakarak okumaya başlar (Çocuk Edebiyatı konu başlığında belirtilen Erişen’in Reşat Nuri’nin okumaya başlamasını anlatan anısını anımsayınız). Bu resimlerin ilgi çekici olması çocukta okumayı körükleyecektir; aynı zamanda çocuğun güzel sanatlara ilgisini de artıracaktır. Birçok çocuğun güzel sanatlarla ilk karşılaşması kitaptaki resimlerle olmaktadır. İlklerin yaşamımızdaki önemi unutulmamalı ve bu konuya gereken önem verilmelidir. Resimler iyi ve kolay yorumlanabilmelidir. Yazıdaki anlatılan olayı (olayları) özetler, yorumlar nitelikte olmalıdır. Resimler okuma bilmeyen çocuğun kendisine okunan kitabı, daha sonra resimlerine bakarak anlatmasını sağlayacak kadar anlaşılır olmalıdır. Resimler renkli olmalıdır. Birçok uzman, resimlerle yazıların üst üste konmaması, yan yana iki sayfada bulunması gerektiği görüşündedirler. Bol resimli, az yazılı (özellikle küçük yaştaki çocuklar için hazırlanmış kitaplarda) kitaplarda resimle yazı aynı sayfada yer alabilmektedir.
- Çocuk ve Kitapları
“Kitaplar yaşamın yerini tutmaz; ama yaşamı sınırsız biçimde zenginleştirir. yaşam can sıkıcı bir hal aldığı zaman, kitaplar bunun her zaman böyle olmadığına inancımızı güçlendirir. Yaşam çetinleştiği zaman, bizi bir süre üzüntülerden kurtarır veya sorunlarımızın çözümünde bize yeni bir anlayış kazandırır. Yahut gerek duyduğumuz huzur ve dinlenmeyi sağlar bize. kitap, kullanmasını bilenler için, sürekli bir bilgi, rahatlık ve zevk kaynağıdır. Bu, hem çocuklar için hem de yetişkinler için doğrudur. Ancak bu, özellikle çocuklar için daha doğrudur. “Bazı temel gereksinimler birçok kimse için ve her zaman ortak gereksinimlerdir. Başlangıçta çocuğun gereksinimleri dar bir sınır içindedir ve tamamiyle kişiseldir; ama çocuk geliştikçe bu gereksinimlerin alanı genişler ve genellikle toplumsal bir nitelik kazanır. Gereksinimleri karşılamaya çalışan çocuk, durmadan, kişisel mutluluk ile toplumsal onay arasında nazik ve dikkatli dengeyi sürdürmenin yollarını arar ki bu kolay bir iş değildir. Kitaplar doğrudan doğruya veya dolaylı olarak çocuğa bu konuda yardım eder. “ Çocuğun kitapla tanışmasında, kitabı sevmesinde, kitapla birlikteliğinin uzun sürmesinde aile, öğretmen, okul ve kurumlara bazı görevler düşmektedir. Çocuğun kitap okunması isteniyorsa, aile içinde çocuk kitapla tanıştırılmalı, kitap okumaya özendirilmelidir. Kitap okumayan bir ailenin çocuğu da büyük bir olasılıkla kitap okumayacaktır. Aile çocuğu çevredeki kütüphanelere götürmeli, çocuğun yaşına uygun kitap almalı, ders kitapları dışındaki kitapları okuması için de desteklemelidir. Öğretmen kitap okumalı, öğrencinin düzeyine uygun kitaplar önermeli, öğrenciyi kitap okumaya özendirmelidir. Bu görev sadece sınıf öğretmenlerinin veya edebiyat öğretmenlerinin sorumluluğunda değildir. Diğer branş öğretmenleri de bu konuda öğrencilere örnek olacak davranışlarda bulunmalıdırlar. Okul yönetimi, kurum ve kuruluşlar öğrencinin kitaba ulaşmasını kolaylaştıracak yeni ortamlar yaratmalı, bu ortamları çeşitli kitaplarla zenginleştirmeli, öğrencinin ilgisini çekecek bir düzen oluşturulması için maddi olanakları sağlamalı, kitap sergileri açmalı, özellikle kurum ve kuruluşlar nitelikli çocuk yayınlarının oluşturulması için bu alandaki çalışmaları örgütlemeli ve desteklemelidirler. #çocukedebiyatı #ÇocukKitapları
- Dünyada Çocuk Edebiyatının Gelişimi
Bizde olduğu gibi dünyada da sözlü halk edebiyatının ürünleri çocuk edebiyatının başlangıcı sayılır. Dünyada -özellikle Avrupa ve Amerika’da- çocuk edebiyatının gerekli olduğu düşüncesi çok erken benimsenir . Bunun için bu konuda ürünler verilmesi, bizdeki gelişimine göre oldukça erken bir döneme rastlar. Fransa’da 17. yüzyılda Fenelon’un soylu çocukların eğitiminde kullanılması için yazdığı Telemak (bizde Tanzimat döneminde çevirisi yapılmıştır), La Fontaine’in fablları (aslında büyükler için yazılmıştır), Perrault’un masalları ilk yapıtlardır. Avrupa’da çocuklar için yazma düşüncesi 18. yüzyılda pek çok ülkede birden yaygınlaşır. Çocuklar için verilen ürünler hızla çoğalmaya, başlar özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra çocuk edebiyatında büyük bir gelişme görülür. İngiltere’den Daniel Defoe’nin Robinson Crusoe, Jonathan Swit’in Gülliverin Seyahatleri, Lewis Carrol’un Alis Harikalar Diyarında, Charles Dickens’in David Coperfieled; Amerika’dan Louisa May Alcott’un Küçük Kadınlar, Mark Twain’in Tom Sawyer, Huckleberry Finn; Fransa’dan Hector Malot’un Kimsesiz Jules Verne’in serisi, Antoine de Saint Exupery’nin Küçük Prens; Almanya’dan Grimm Kardeşlerin masalları; İsveç’ten Selma Lagerlöf’ün Nils Holgerson’un Eşsiz İsveç Yolculuğu ; Danimarka’dan Andersen’in masalları ilk akla gelen çocuk edebiyatı örnekleridir. Bunlar dilimize de çevrilmiştir.
- Dil Gelişiminde Çocuk Kitaplarının Rolü
Edebiyat, dil ile sanatın birleşmesinden doğmuş söz ve yazı sanatıdır. Dil ise, hem düşünce transferi sistemidir hem de edebiyatın aracıdır. Dolayısıyla dil ve edebiyat birbirinden ayrılamaz. Edebiyat dilde kökleşmiştir ve dil edebiyata dönüşmektedir. Dilin zenginliği ve inceliği konuşma dilinde değil, onun edebiyatında görülmektedir. Dil, edebî zevkle işlendiğinde güzelleşmekte, resimlerle zenginleşip, somut hâle gelmektedir. Dil ve edebiyat, insanların deneyimlerini birbirlerine aktarmaya yaradığından, yetişkinlerin de bu gerçeği çocuğun dil kabiliyetini artırmasında kullanmaları gerekmektedir. Çocukların daha iyi öğrenmeleri, onlara kitap okumakla gerçekleşmektedir. Çünkü, kitaplar çocukların zihinsel gelişimlerine katkıda bulunmaktadır. Çocuk edebiyatı; ders kitapları ve oyun kitapları dışında kalan edebî eserlerden oluşmaktadır. Bu eserler okul öncesi dönemde resime yazı kadar ya da yazıdan daha fazla yer ayırdıklarından resimli kitap adını almaktadırlar. Böylelikle çocuk bir yaşına geldiği zaman kitapla ilişkisi kurulmaya başlamaktadır. Kitapla karşılaşma önce sadece resimle olmakta daha sonra resim-sözcük, resim-cümle, resim-cümleler, resim-öykü, az resim-çok metin ve nihayet resimsiz metinlere doğru bir gelişme süreci izlenmektedir. Resimli kitaplar, okul öncesi dönemde dil gelişimini destekler, çocuğun kendisini tanımasına, sosyalleşmesine yardımcı olur, bilgi ve haz verip yalnızlığı azaltırlar. Çocuklar ve yetişkinler için, edebiyatta en önemli öge, kitabı anlatmakta kullanılan dildir. Dilin sanatsal kullanımı ise iyi bir kitabın en önemli özelliklerindendir. Çocuklara küçük yaşlardan itibaren nitelikli kitap okuma ve anlatma, onların deneyimlerini genişletmekte, sözcük bilgilerini artırmakta ve dile karşı hassasiyetlerini geliştirmektedir. Çocuk eğer okul öncesi dönemde tekerleme, hikâye, masal gibi edebî metinleri dinlemeyi öğrenirse okul döneminde okumayı da sabır ve zevkle öğrenecektir. Çocuğun zengin dil deneyimi için, çocuk edebiyatı her zaman hazır ve temin edilebilir bir kaynaktır. Edebiyat, aşağıda belirtilen yollarla, dil gelişimine katkıda bulunmaktadır. Buna göre; a. Edebiyat, çocuğun kendi öykülerini anlatması için model teşkil etmektedir: Çocuklar, öykünün ne olduğunu bilmeden kendi öykülerini anlatamaz ve yazamazlar. Çok kitap okuyarak ve dinleyerek, iyi bir kitabı oluşturan özellikleri kısmen de olsa hissedebilirler. Çocuk, karakterlerin özelliklerini, olayların sırasını, doruk noktasının yerini, sonucun önceden belirgin olup olmadığı gibi soruların cevapların keşfederken kendi öykülerini yazma ve anlatmada da daha yeterli hâle gelir. Çocukların, öykünün şeklini anlama ve sunulan edebiyat tarzına uygun değerlendirme yapmada yardıma ihtiyaçları vardır (modern masal mı, eski peri masalı mı? gibi). Çocuklar ancak, edebiyatın belirli bir çeşidinin şeklini anlayınca, kendi edebiyatlarını yaratabilmektedirler. b. Edebiyat, yaratıcı etkinlikler için basamak görevi yapmaktadır: Edebiyat, çocuğun kendi kitaplarını yazması için kaynak teşkil etmektedir. Çocuklar orijinal öyküler anlatma ve yazma için teşvik edilmelidirler. Çocuklar, iyi bilinen bir öykünün temasından faydalanarak, başka bir öykü yaratmaları için teşvik edilebilirler. Tüm çocukların, gerçekleşme olasılığı olmayan özlemlerinin bulunması kendi öykülerini yaratmalarına yardımcı olacaktır. c. Edebiyat, çocukta dile karşı hassasiyet geliştirmektedir: Çocuk edebiyatının dile karşı hassasiyeti artırıp, dili inceleştirmesi beklenir. Anaokulu öğretmenleri, iyi kitapları çocuklara okurken, bu kitaplardaki zengin ifadeleri tekrar tekrar çocuklara sunmak isteyebilir ve zevk alacakları, güzel ifadeler bulabilirler. Daha büyük çocuklar ise kendi beğendikleri kitaplardaki güzel sözcükleri ve canlı tasvirleri aramak için cesaretlendirilebilirler. Mecazî dili anlamanın gelişiminde de, çocuk edebiyatının katkısı büyüktür. Çocuklar mizahı, bireylerin konuşmaları sırasındaki ifadelerinden keşfetmektedirler. d. Edebiyat, çocuğun sözcük bilgisini artırmaktadır: İki-üç yaş çocukları dil becerilerinin gelişimi ile meşgul olduklarından, yeni kelimeleri denemeyi, oyunlarında şarkı söylemeyi, defalarca tekrarlamayı çok severler. Çocuğun ilk kitapları, çoğunlukla içlerinde nesnelerin şekil, resim ve yazılarını işaret ettiği, resimli kitaplardır. Daha sonra çocuk, basit konusu olan öykülere yönelmektedir. Bu öyküleri tekrar tekrar işitirken, çocuğun sözcük dağarcığına katkıda bulunulmakta ve sözcük bilgisinin artmasıyla da daha kompleks öyküler anlaşılabilmektedir. Çocuğun kitapla karşılaşması, hem duyarak öğrendiği sözcükleri görerek tanımasını, hem de duymadığı sözcükleri görerek öğrenmesini sağlamaktadır. Çocuğun duydukları ile gördükleri arasında ilişki kurmaya başlaması, düşünmeyi öğrenmeye başlaması demektir ve öğrendiği dil, buradaki tek yardımcı araçtır. Çocuklara öykü anlatma ve okuma işleri üç büyük amaca hizmet etmektedir. Bunlar; 1) İçinde bulundukları kültürün merkezini oluşturan edebiyatı çocuklara tanıtmak; 2) Bilgilerini pekiştirmek, bilgi çemberlerini genişletmek ve daha fazla bilgi arayışına yöneltmek, 3) Bellek, sıra takibi ve çözümleme gibi terimlerle dile getirilen dille bağlantılı becerileri çocukta geliştirmek. Bu terimlere uygun deneyim ve bilgi birikimine sahip olunduğu ölçüde, bu amaçlar daha iyi bir biçimde gerçekleşecektir. İletişimsel yeteneklerin gelişimi için; dinleme, taklit etme, doğal olarak dili kullanma, kavram gelişimi, karşılaştırma yeteneği, kendisinin ve diğer insanların duygularını ifade etme, konuşma seslerini doğru olarak çıkarma, bağımsız olarak düşünebilme ve sonuç çıkarma davranışlarının kazandırılması amaçlanmaktadır. Bu davranışlar da ancak öykü anlatma aşamasında kazandırılabilmektedir. Eğitimcilerin ve ana babaların bu konuya ağırlık vermesi gereklidir. Kitabın dil gelişimine yardımcı olabilmesi için; çocuklara bol resimli kitap okunmalı, çocuk kitaptaki resimleri anlatmaya, kitapla ilgili olarak sorulan soruları cevaplamaya, yarım bırakılan cümleyi tamamlamaya, yarım bırakılan kitabı anlatmaya, daha sonra da kitabı kendi cümleleriyle özetlemeye teşvik edilmelidir. Bunlar, edebiyatın çocukların dil gelişimini güdüleyip, uyaran yollarıdır. Çocuk edebiyatının zengin kaynağına dayanmayan dil programının kuvvetsiz kalıp gelişemeyeceği unutulmamalıdır.
- Fiil (Eylem)
Varlıkların yaptıkları işleri, hareketleri, kılışları, yargıları zamana ve kişiye bağlayarak anlatan sözcüklere eylem (Fiil) denir. Sabaha karşı Plevne’den geçiyorduk. Alaca karanlıkta pencereyi açtım. Plevne ovasını görmek, arz üzerinde hakir bir mezarı kalmayan zavallı babamın ruh-ı menfa-nişinini biraz teneffüs etmek istiyordum. Eyvah, yüksek ve zengin ekinleri okşayan gece rüzgârı dedi ki: “Babanın kanını emen bu toprak, babanın cismü ruhuna yabancı açlıklara sünbüle-i gıda hazırlıyor...” Şimdi ufk-ı şarkî kızarıyor, kızarıyordu; Türk bayrağı gibi al, kan gibi al olmuştu; bir ruh-ı şehit için bu ufk-ı sabah ne güzel kefendi! “Baba, seni bu ağustos ayının son seherinde, Plevne ufkunun bu geniş kanlı mendili içinde kokladım!” (Cenap Şahabettin) Yukarıdaki örnekte italik dizilen sözcüklerin her biri, içinde bulunduğu cümlenin temelidir. Bu sözcükler olmadan cümle kurulamaz; bu sözcükler olmayınca düşünce, duygu, istek ve yargılar anlamsız kalır. Bu temel sözcüklerde; • Zaman anlamı vardır: geçiyorduk, açtım, istiyordum, dedi, hazırlıyor, kızarıyor, kızarıyordu, kokladım. • Kişi anlamı vardır: geçiyorduk (biz), açtım, istiyordum, kokladım (ben); dedi, hazırlıyor, kızarıyor, kızarıyordu (o).
- Ek Fiil (Ek Eylem)
Ad soylu bütün sözcüklerin sonlarına gelerek onların yüklem olmalarını sağlayan ve basit zamanlı eylem çekimlerinden birleşik zamanlı kipler oluşturan biçimlere ek eylem (ek Fiil) denir. Ekleşerek sözcüklere bitişen ek eylemler vurguyu çekmez; vurgu, kendilerinden önceki hecede kalır: Zengindi, öğrenciymiş, buradaysa, sıcaktır, görecektim, aramıştır, geldiyse, anlatıyormuş... Ek eylemin asıl eylemlerden farklı olarak yalnızca bildirme niteliğinde olan dört kipi vardır. Bunlar; görülen geçmiş zaman (idi / -di’li geçmiş), duyulan geçmiş zaman (imiş / -miş’li geçmiş), geniş zaman ve şart kipidir. Ek Eylemin Çekimi Görülen Geçmiş Zaman Ben idim, küçük idim, hasta idi; biz idik, siz idiniz, genç idiler... Bendim, küçüktüm, hastaydı; bizdik, sizdiniz, gençtiler... Çekimi idim, idin, idi; idik, idiniz, idiler. Genellikle /i/’ler düşer: -dim, -din, -di; -dik, -diniz, -diler. • Bütün ad soylu sözcüklere eklenir, onları yüklem yapar: Burası güzel bir bahçe idi. O zamanlar sen daha çocuktun. Bendim geçen ey sevgili sandalla denizden. (Yahya Kemal Beyatlı) idi, yazımda ve söyleyişte daha çok bitişir. Bitişirken; • Sözcüğün sonu ünsüz ise /i/ düşer; -di bir ek gibi uyuma ve benzeşmeye göre değişir; -di, -dı, -du, -dü; -ti, -tı, -tu, -tü olur. • Sözcüğün sonu ünlü ise /i/, /y/ olur: kedi idi = kediydi... Anlamı “idi” ile birleşen sözcüklerde eylemler kesin geçmiş zaman anlamlıdır; varlığın geçmiş zamandaki durumunu bildirir. Duyulan Geçmiş Zaman Her yer karlı imiş. Bu işi yapan Orhan’mış. Senmişsin, benmişim, bizmişiz... Çekimi imişim, imişsin, imiş; imişiz, imişsiniz, imişler. Genellikle /i/’ler düşer: -mişim, -mişsin, -miş; -mişiz, -mişsiniz, -mişler. • Bütün ad soylu sözcüklere gelir, onları yüklem yapar: Orhan evde imiş, hastaymış. Siz de oradaymışsınız. imiş, yazımda ve söyleyişte daha çok bitişir. Bitişirken; • Sözcüğün sonu ünsüz ise /i/ düşer, -miş bir ek gibi sözcüğe uyar: güzelmiş, sıcakmış, üzümmüş, buzmuş... • Sözcüğün sonu ünlü ise /i/, /y/ olur. Anlamı “imiş”le birleşen sözcüklerde eylemler kesin anlamlı değildir; yani anlatılanlar, başkalarından işitilmiştir; görülmüş değildir ya da kendi tarafından, farkında olmadan yapılmıştır. Geniş Zaman Hava güzeldir. Ben Türküm. Sen gençsin. Hepimiz insanız. Arkadaşsınız. Onlar bahçededirler. Çekimi: -im, -sen, -dir; -iz, -siniz, -dirler. Şart Kipi Hava güzelse... Sen orada isen... Ben oyunda isem... Öğrenci iseniz... Çekimi isem, isen, ise; isek, iseniz, iseler. Genellikle /i/’ler düşer: -sem, -sen, -se; -sek, -seniz, -seler. Ek eylemin şart kipi, daha çok bitişir. Bitişirken sözcüğün; • Sonu ünsüz ise /i/ düşer, -se bir ek gibi sözcüğe uyar: güzelse, gençse, severse, görmüşse, yapacaksa... • Sonu ünlü ise /i/, /y/ olur: evde ise-evdeyse, orada iseniz-oradaysanız, kapalı ise - kapalıysa... Anlamı Ek eylemin şart biçimi olan -se (ise)’nin anlamı tektir: Şart. Evdeyse Ayşe’ye gidelim. Sözcüklere bitişen ek eylemler vurguyu çekmez: arkadaşıymış, güzeldir... Ek Eylemlerde Olumsuzluk Ek eylemlerin olumsuzu “değil” sözcüğü ile yapılır: Dün hava güzeldi. - Dün hava güzel değildi. Dün hava güzelmiş. - Dün hava güzel değilmiş. Kitap benimdir. - Kitap benim değildir... İzmirliyim - İzmirli değilim, çalışkandım - çalışkan değildim, burası bahçedir – burası bahçe değildir, öğrenciyiz - öğrenci değiliz, burada mısınız - burada değil misiniz, hava sıcakmış - hava sıcak değilmiş... Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. (Cahit Sıtkı Tarancı) Soru ilgeci mi ve ek eylemler “değil”den sonra gelir: Orhan evde değil mi? Evde değil miydi? Evde değildi. Evde değilmiş. Evde değildir. • “Değil” sözcüğü ek eylemlere, yüklemleşmiş bütün ad soylu sözcüklere gelir; onlara olumsuzluk anlamı katar. Annesi öğretmen değilmiş. Ayşe, 20 yaşında değil.
- Türkçenin Ses Kuralları
Türkçe sözcüklerde(yansıma sesleri hariç)"f, h, j" ünsüzleri bulunamaz. Örnekler : Hava jale fakir Havuz jandarma faaliyet Hale jilet fakülte Hayat jüri fanatik Günah jimnastik fedai Sabah jeolog fare Helva jaluzi filiz * Yansıma sözcükler bu kuralın dışındadır; Fısıltı, fışkırmak, fırt, havlamak, Kağan > hakan, Kangı > hangi, Kanı > hani Türkçe sözcükler (yansıma sesleri hariç) c, f, h, j, l, m, n, p, r, ş, v, z ünsüzleriyle başlayamaz. Örnekler : Cadde lavivert parça vakit Can laik pamuk vitamin Cariye limon palete viran Canavar lezzet pencere vişne Cirit lüzum pano venüs Coğrafya maden radyo vize Final madalya rahat votka Fotoğraf masa ritim zabıta Funda miras ruh zamir Hakem mantık rütbe zekâ Hallaç narin şahane zavallı Hatıra nazar şatafat zehir Jelatin nesnel şehit zorba Jips nezih şiir züğürt Jöle nüfus şüphe zümre * Bu kurala uymayan "ne, şişman, ver, var" sözcükleri Türkçedir. Ver> ber, var >bar, şişman>şişmen sözcüklerin değişimiyle oluşmuştur. İlk ve son iki harfi ünsüz olan sözcükler Türkçe değildir. Örnekler : Fren krisital lüks Kral kreş prens Tren program lens Spor psikoloji feminizm Flört staj form Prova stopaj faks İçinde ikiz ünsüz bulunan sözcükler Türkçe değildir. Örnekler : Millet mürekkep izzet Şiddet hiddet minnet Cennet himmet şirret Cinnet iffet zillet "b, c, d, g" ünsüzleriyle biten sözcükler Türkçe değildir. Örnekler : Sosyolog monolog hac Mirac yad sac İki ünlüsü yan yana bulunan sözcükler Türkçe değildir. Örnekler : Şair vaat şiir Kainat şuur cemaat Saat kanaat sait Ziraat camii fiil Büyük ünlü uyumuna uymayan sözcükler Türkçe değildir. (Uyarı : -yor, -ken, -ki, -leyin, -mtrak ekleriyle uyumsuz olan Türkçe sözcüklerde ses değişimine uğrayarak büyük ünlü uyumuna ters düşen; anne, kardeş, elma ... gibi Türkçe sözcükler ve bileşik sözcükler hariç.) Örnekler : Dünya saniye zamir Kitap şahit edat Mani kâfi faiz Küçük ünülü uyumuna uymayan sözcükler Türkçe değildir. (Uyarı : -yor ekiyle çekimlenmiş fiillerle; çamur, yağmur, kabuk gibi "i,u" değişimine uğramış Türkçe sözcükler hariç.) Örnekler : Fotoğraf kitap horoz Monolog mahir sismografya Lâkin tarih biyolog
- Hece Düşmesi (Ünlü Ses Düşmesi)
Türkçede sözcüklerin özelliğinden ya da söyleyiş kolaylığından kaynaklanan hece düşmesi olayına rastlanır. Bu olgu üç nedenden kaynaklanır: 1. Kimi sözcükler sonlarına ünlü ile başlayan bir ek ya da sözcük (bileşik sözcüklerde) geldiğinde zayıf olan orta hecelerini (ünlülerini) yitirirler. Bu oluşum yazıya da geçer. Buna uyulmazsa yazım yanlışı yapılmış olur. Örnekler : Akıl - aklım Şehir - şehre Nehir - nehrin Beyin - beynimiz Göğüs - göğsünde Boyun - boynumuz Burun - burnu Devir - devrim Kıvır - kıvrıntı Zehir - zehrolmak Kayıp - kaybolmak Hapis - hapsetmek Şükür - şükretmek Zulüm - zülmetmek 2. Bileşik sözcüklerin oluşumu sırasında iki ünlü yan yana gelirse, bu ünlülerden biri ya da bir ünlüyle bir ünsüz düşer. Buna "ünlü aşınması" da denir. Bu özellik yazıya geçebilir. Örnekler : Ne için - niçin Ne asıl - nasıl Pazar ertesi - Pazartesi Cuma ertesi - Cumartesi Kahve altı - kahvaltı Bu arada - burada Şu arada - şurada Uyarı : Bileşik sözcük kurallarıyla oluşmuş; ancak ölçü zorlamasından ya da söyleyiş kolaylığından kaynaklanan ünlü düşmeleri de gözlenir. Bunlar da yazıya geçebilir. Örnekler : "Karac'oğlan der ki n'oldum, n'olayım" - N'aber ? - N'olsun. Uyarı : Ünsüzle biten sözcüklerin sonlarına eklenen "ile" sözcüğünün "i" ünlüsü düşer; ünlüyle biten sözcüklerde ise "y" ünsüzüne dönüşür. Örnekler : Sen ile ben - senle ben Kitap ile - kitapla Gül ile bülbül - gülle bülbül Para ile - parayla Sıra ile - sırayla Göz ile - gözle Uyarı : Ek fiilin "i" kökü de kimi sözcüklerde düşer; kimilerinde "y" ünsüzüne dönüşür. Bunlar da yazıya geçebilir. Örnekler : Akıllı idi - akıllıydı Doğru idi - doğruydu Gelmiş idi - gelmişti Biliyor idi - biliyordu Kitap idi - kitaptı 3. Kimi sözcüklerde söyleyiş kolaylığından kaynaklanan ünlü düşmeleri gözlenir. Buna "aşınma" da denir. Buraya - burda Şura - şurda Orada - orda
- Birleşik Zamanlı Fiiller
Aşağıdaki örneklerde italik yazılan eylemleri çözümlemeye çalışalım: Karşımda Hisar gibi Niğde yükseliyordu. Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu. (Faruk Nafiz Çamlıbel) Üşüyorsan eşiver mangalı. Eş eş de ısın. (Mehmet Akif Ersoy) Döverdi sahili binlerce dalgalar asabi. (Tevfik Fikret) Nefesim kesilecekti bilmem neden çok korktum. (Ömer Seyfettin) Hoca terazinin koluna yapışmış; gündeliğini doldurmanın yoluna bakıyormuş. (Eflatun Cem Güney) Yukarıdaki örneklerde italik harşerle dizilmiş eylemlerin zaman ve kip ekleri çifttir. yükseliyordu: -yor: şimdiki zaman eki -du (idi): ek eylemin geçmiş zamanı geliyordu: -yor: şimdiki zaman eki -du (idi): ek eylemin geçmiş zamanı üşüyorsan: -yor: şimdiki zaman eki -sa: ek eylemin şart kipi döverdi: -er: geniş zaman eki -di (idi): ek eylemin geçmiş zamanı kesilecekti: -ecek: gelecek zaman eki -ti (idi): ek eylemin geçmiş zamanı bakıyormuş: -yor: şimdiki zaman eki -miş (imiş): ek eylemin geçmiş zamanı Böylece kip ekleri ve çok kez de zamanları çift olan eylemlere birleşik zamanlı eylemler denir. Birleşik zamanlı eylemler, biçim bakımından, ikinci eklerine (ek eyleme) göre adlandırılır: 1. Hikâye biçimi 2. Rivayet biçimi 3. Şart biçimi Birleşik Zamanlı Eylemlerin Hikâyesi (Öyküleme Biçimi) Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya. (Faruk Nafiz Çamlıbel) Bir ışık gösteren olsaydı eğer tek bir ışık; Biz o zulmetleri çoktan yararak çıkmıştık. (Mehmet Akif Ersoy) Orhan gelecekti; aslında onu karşılayacaktık. Karşılasaydık sevinirdi. Yukarıdaki örneklerde italik harflerle dizilmiş eylemlerin hepsinde zaman ve kip eki çifttir. Hepsinin de ikinci ekleri ek eylem -di (idi)’dir. Hepsinde de asıl kiplerin geçmiş zamanda oluşu, öykülenişi anlamı vardır. Aşağıdaki örnekleri incelemeye devam edelim: geldiydi: Görülen geçmiş zamanın hikâyesi, III. tekil kişi. gelmişti: Duyulan geçmiş zamanın hikâyesi, III. tekil kişi. bilecektim: Gelecek zamanın hikâyesi, I. tekil kişi. söylüyordunuz: fiimdiki zamanın hikâyesi, II. çoğul kişi. bilirdik: Geniş zamanın hikâyesi, I. çoğul kişi. yazmalıydım: Gereklilik kipinin hikâyesi, I. tekil kişi. göreydim: İstek kipinin hikâyesi, I. tekil kişi. -di (idi) ek eylemi emir kipleri dışında bütün kiplere gelir. Emir kipinin yalnız üçüncü kişisine geldiği de görülür: Nereye gitsindi bunlar; birçok yakın memleketler Alman Yahudilerine kapılarını kapamışlardı. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Damat İbrahim Paşa devrine “Lale Devri” denildiği gibi, şu Demokrat Parti devrine de “lüks otomobil devri” desek pek yerinde olmaz mı? Birkaç Halk Partilinin de yakayı bu sevdaya kaptırdığı söylenir. Ne yapsınlardı? Ne yapabilirlerdi? (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Bıraksınlardı da rahatça bitireyim. (Semih Tiryakioğlu) Bu diyardan o göçmesin de kim göçsündü? Bu sırrı annesine açmış olmasındı! Annesi genç yaşında ne diye ölsündü! Hikâye biçimleri, kesinlik bildirmede görülen geçmiş zamana benzer. Duyulan geçmiş zamana da kesinlik anlamı katar: Kendisi evlenip gittikten sonra küçük hemşirelerinin hiçbiri onun yerini tutamamış ve bu ev, birkaç ay zarfında kazaya uğramış bir geminin içi gibi allak bullak olmuştu. (Panorama, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) İçmişti Fuzuli o alevden, Düşmüştü bu eksir ile Mecnun Şi’rin sana anlattığı hâle... (Ahmet Haşim) Birleşik Zamanlı Eylemlerin Rivayeti (Söylenti Biçimi) Yenemezmiş onu bir kerre, değilmiş dengi. Bir de biçare adam pek mütaazzım şeymiş; Kahrolurmuş kederinden tutarak yenseymiş. (Mehmet Akif Ersoy) Nasrettin Hoca bir gün oturuyormuş, dinlenecekmiş. Kendi kendine dermiş: “Fincancı katırlarını ürkütmemeli imişim.” Yukarıdaki örneklerde italik harşerle dizilmiş eylemlerde zaman ve kip eki çifttir. İkinci ekler, ek eylem -miş (imiş)’tir. Birinci eklerle biçimlenen kiplerin anlamlarına -miş, geçmiş zaman; başkasından duyulma, sanma ya da küçümseme, hatta inanmayış anlamları katar. Aşağıdaki örnekleri incelemeye devam edelim: silecekmiş: Gelecek zamanın rivayeti, III. tekil kişi. geliyormuşsunuz: fiimdiki zamanın rivayeti, II. çoğul kişi. ürkütmemeliymişim: Gereklilik kipinin rivayeti, I. tekil kişi. anlatırmışsın: Geniş zamanın rivayeti, II. tekil kişi. geleymişiz: İstek kipinin rivayeti, I. çoğul kişi. dinleseymiş: Dilek-şart kipinin rivayeti, III. tekil kişi. -miş (imiş) ek eylemi, eylemlerin asıl zaman anlamlarına geçmiş zaman anlamı katar. Bu eylemlere kuşku anlamı verdiği de olur. Daha çok birinci kişilerde anlam olasılığı ikileşir: gidermişim, verecekmişim, sevmiyormuşum... Farkında olmayış anlamı katar: Onu ne denli seviyormuşum (farkında değildim). Ayrılınca içime çöken acıdan anladım. Unutulmuş olayların anlatımında kullanılır: Siz anlatınca anımsadım. Ben o yazıyı yıllar önce okumuşmuşum. Anlam farkını belirtmekte sesin ve tonlamanın etkisi büyüktür. Kesin anlamlı olan görülen geçmiş zamanın rivayeti yoktur. Kuşkulu bir anlatış eylemi olan duyulan geçmiş zamanın rivayetinde bu kuşku anlamı daha da pekişir: anlatmışmış, dinlememişmiş, görmüşmüş de unutmuşmuş... Bu biçimlerde, inanmayış anlamında küçümseme, alay anlamları da katılmaktadır. Yumuşak bir tonla söylenince bu ayırtıların yerini üzüntü alır: Duyunca pek üzüldüm. Bizi saatlerce aramışmış! Birleşik Zamanlı Eylemlerin Şartı (Koşul Biçimi) Ben sefaletten ölürken seni sıkmazsa refah, Hak erenler buna ummam ki desin eyvallah! (Mehmet Akif Ersoy) Günlerden sonra bir gün, Şayet sesini fark edemezsem Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden, Bil ki ölmüşüm. (Cahit Sıtkı Tarancı) Yukarıdaki örneklerde italik harflerle dizilmiş eylemlerde zaman ve kip eki çifttir. İkinci ekler, ek eylemin şart kipi eki, -se (ise)’dir. sıkmazsa: Geniş zamanın şartı, III. tekil kişi. fark edemezsem: Geniş zamanın şartı, I. tekil kişi. Kiplerin şart biçiminde -se (ise); Bütün bildirme kiplerine gelir: okuyorsa, gelmişse, alırsam, gideceksem, bilmezsem... Görülen geçmiş zamanda, tekil ve çoğul bütün kişilerin sonuna gelir: gördümse söyle, aldıksa, gördülerse... Taktımsa da bir demir hamail Olmaz şerefim onunla zail. (Eşber, Abdülhak Hâmit Tarhan) Bildirme kipleri dışında; yani dilek kiplerinin şart biçimi yoktur. Ek eylemlerin hikâye ve rivayet biçimleri de gelişmemiştir. “Zenginmişti, öğrencisinmiş” gibi biçimler kullanılmaz. Ancak ek eylemlerin görülen geçmiş zaman kipinin şart biçimlerine zengin idiyse, öğrenci idiyseniz... az da olsa rastlanır. Katmerli Birleşik Zaman Ek eylemin art arda gelmesiyle oluşan biçimlere katmerli birleşik zaman denir. Hikâye ve rivayet biçimleri art arda gelmez. Yalnız bunlara şart biçimi eklenir. Böylece hikâyenin koşulu, rivayetin koşulu yapılmış olur: gelecek idiyse - gelecektiyse, veriyor imişse - veriyormuşsa, anlatmış idimse - anlatmıştımsa, gelir iseymiş - gelirseymiş... Katmerli birleşik zaman eylemleri cümlede yan önermeler kurar. Ancak ses ve anlam açısından cümleyi zorlaştırdığı için, özellikle yazı dilinde, fazla kullanılmaz. Birleşik Zamanlı Eylemlerde Olumsuzluk Asıl eylem olumsuz, ek eylem olumlu olur: Sevim, Ankara’ya gitmeyecek imiş (gitmeyecekmiş). Söylenenleri dinlemiyor idiniz (dinlemiyordunuz). Okula gitmedi iseniz nedenini açıklamalısınız (gitmediyseniz). Asıl eylem olumlu, ek eylem olumsuz olur: Sevim, Ankara’ya gidecek değilmiş (gitmeyecekmiş). Bu kitabı okumuş değildim (okumadım). İkisinin de, hem asıl eylemin hem de ek eylemin, olumsuz kullanıldığı da görülür. Bu çifte olumsuzluk anlamca olumlu olur: Kitabı size vermeyecek değildim (verecektim). Sevim, Ankara’ya gitmemiş değildir (gitmiştir).
- Fiillerin (Eylemlerin) Çatısı
Nesnelerine Göre Fiiller Geçişli Fiiller Geçişsiz Fiiller Öznelerine Göre Fiiller Etken Fiiller Edilgen Fiiller Dönüşlü Fiiller İşteş Fiiller Eylemlerin nesnelerine, öznelerine göre olan özelliklerine; bir başka deyişle çekimli bir eylemden oluşan yüklemin nesne ve özneye göre gösterdiği durumlara çatı denir. Nesnelerine Göre Eylemler Eylemler, nesne alıp almadıklarına göre ikiye ayrılır: • Geçişli eylemler • Geçişsiz eylemler Geçişli Eylemler Turgut kapıyı açtı. Yalçın şiir okuyor. cümlelerinde Turgut’un “açma” işinden etkilenen öge, kapı; Yalçın’ın “okuma” işinden etkilenen öge, şiirdir. Kapıyı ve şiir sözcükleri “nesne”dir. Bir örnek daha verelim: Bu yüksek tepeye dikti bu taşı. (Yahya Kemal) Yukarıdaki cümlelere göre öznelerin yaptıkları “açmak, okumak, dikmek” işleri başkalarına geçmiş, başkalarını etkilemiştir. Başka bir deyişle öznenin etkisi dışa dönüktür. Öznesinin yaptığı iş başkasına geçen; yani nesne alan eylemler geçişlidir. Geçişsiz Eylemler Kuş uçar. Yalçın düştü. Top patladı. Susadım gayet hararetten kati. (Mevlit, Süleyman Çelebi) Yukarıdaki cümlelerde “uç-, düş-, patla-, susa-” eylemleri özneden başkalarına geçmiyor; yani öznenin etkisi dışa vurmuyor. Öznesinin yaptığı iş başkalarına geçmeyen; yani nesne almayan eylemler geçişsizdir. Bir eylemin geçişli olup olmadığını, nesne alıp almadığını denemek için eyleme “Neyi?”, “Kimi?” sorularından biri sorulur. Sorulardan biri uygun düşer, soruya yanıt alınırsa eylem geçişlidir. Sorular uygun düşmez, yanıt alınmazsa geçişsizdir. Şu örneklerde deneyelim: Dinleyiniz. Neyi? Dersi, konferansı... Kimi? Beni... Gördüler. Neyi? Evi, odayı, ağacı... Kimi? Orhan’ı... Yazacak. Neyi? Şiiri, ödevi... Yukarıda verilen örneklerde sorulan sorulara yanıt alınıyor; eylemler geçişlidir. Oysa; Geldik. Neyi geldik? Kimi geldik? Durunuz. Neyi durunuz? Kimi durunuz? Gülmek. Neyi gülmek? Kimi gülmek? Yukarıda verilen örneklerde ise sorulan sorulara yanıt alınamıyor; eylemler geçişsizdir. Geçişsiz Eylemlerin Ekle Çatı Değiştirmesi Aşağıdaki örneklerde de görüleceği gibi geçişsiz eylemler geçişli duruma gelebilir: Üşümek, geçişsizdir; üşü-t-mek, -t ile geçişli olmuştur. Yatmak, geçişsizdir; yat-ır-mak, -Ir ile geçişli olmuştur. Ötmek, geçişsizdir; öt-tür-mek, -DIr ile geçişli olmuştur. Dalmak, geçişsizdir; dal-dır-mak, -DIr ile geçişli olmuştur. Örnekler gösteriyor ki geçişsiz bir eylemin kök ya da gövdesine uyuma göre -t, -Ir, -DIr eklerinden biri gelirse eylem geçişli olur. Bu şekilde oluşan eylemlere oldurgan eylemler denir. Aşağıda bu yapılar daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır. -t, -(I)t Ekiyle Geçişli Olan Eylemler I. İnle-tmek, yürü-tmek, büyü-tmeli, eri-tmeli, acı-tıyor... II. İncel-tmek, azal-tmak, doğrul-tmak, yüksel-tmeli, alçal-tıyor... III.Öksür-tmek, aksır-tmak, kabar-tır, otur-tmadı, bağır-tmaz... IV. a) Tüketmek, aldatmak, avutmak, öğretmek... b) İletmek, yönetmek, yaratmak, gözetmek... Yapılışı Bu eylemlerin tabanları ikişer hecelidir. I. örneklerde tabanlar ünlü ile bitiyor. II. örnekler, sıfatlardan -(e)l ekiyle türemiş eylemlerdir. III. örnekler, tabanları /r/ harŞyle biten ikişer heceli köklerdir. IV. -t ile geçişli duruma gelmişe benzeyen eylemler vardır: tüketmek, aldatmak, kirletmek, avutmak, öğretmeli, donatmak... Bunların -t’siz kökleri kullanılmadığı için bunları oldurgan değil geçişli saymak yerinde olur. Ayrıca; /rk/ ile biten tabanlar da -It eki alır: sark-ıtmak, kork-utmamış, ürk-ütmeyiniz... /k/ ile biten kimi tabanlar da -It eki alır: ak-ıtmak, kok-utmak... -(I)r Ekiyle Geçişli Olan Eylemler Piş-irmek, taş-ırmak, kop-armak, duy-urmak, doy-urdu, bit-ir-, çık-ar-, kaçır- , aş-ır-, düş-ür-, uçur-... Yapılışı Eylemlerin hepsi de birer heceli köklerdir. Ancak böyle olan her kök -(I)r ekiyle geçişli yapılmaz: in-dirmek, kay-dırmak, kız-dırmayınız, küs-türmüş, koş-turuyor... -r’den önce gelen ünlü, çok kez dardır; düz geniş ünlü olduğu da görülür: koparmak, gid-ermek, çık-armak... Kesin bir kurala bağlanamayan bu ek için genel kullanılışa uymak doğru olur. -DIr Ekiyle Geçişli Olan Eylemler I. Es-tirmek, öt-türmek, in-dirdim, koş-turmuş, gez-direlim, gül-dürmek, var-dırmak... II. Kucaklaş-tırmak, sevin-dirmek, inan-dırmış, uslan-dıracak... Yapılışı I. -DIr eki daha çok bir heceli köklere gelmektedir. II. İki ve daha çok heceli eylem tabanlarından; • Sonunda /l/ ya da /r/ bulunmayanlara ve ünlülerle bitmeyenlere gelmektedir. • Dönüşlü ve daha çok işteş tabanlar da -DIr’ la çatı değiştirebilirler. Geçişlilik Derecelerinin Artırılması Geçişsiz eylemler, eklerle geçişli olabildikleri gibi geçişli eylemler de bu eklerle ikinci, üçüncü dereceden geçişli olur: “Yaz-” eylemi geçişlidir, -DIr ekiyle ikinci dereceden geçişli olur: yaz-dır-... Bir ek daha (-t) eklenirse üçüncü dereceden geçişli olur: yaz-dır-t-... Bunlara ettirgen, katmerli ettirgen eylemler de denir. Turgut kitabı aldı. “Aldı” aslında I. derece geçişlidir. Turgut kitabı Ahmet’e aldırdı. “Aldırdı” ekle II. derecede geçişli olmuştur. Turgut kitabı Ahmet’in aracılığıyla Yalçın’a aldırtmış. “Aldırtmış” iki ekle III. derecede geçişli olmuştur. Dördüncü dereceye çıkanlar da vardır: böl-, böldür-, böldürt-, böldürttür-... Bu eklerle bütün geçişsiz eylemler geçişli olduğu gibi geçişlilerin de geçiş dereceleri artırılabilir. Ancak ikiden çok ek getirmek sakıncalıdır; ikiden çok ek geldiğinde: • Anlamı kavramak güçleşir. “Turgut kitabı aldı.” cümlesinde “almak” işini, doğrudan özne (Turgut) yapıyor. Eylem ikinci dereceden geçişli olunca, “Turgut kitabı Ahmet’e aldırdı.” şeklinde, “almak” işini özne (Turgut), Ahmet’e yaptırıyor. Üçüncü derecede; “Turgut kitabı Ahmet’in yardımıyla Yalçın’a aldırtmış.” cümlesinde de “almak” işini özne (Turgut) değil, araç olan Ahmet değil ikisinin etkisiyle üçüncü bir kişi olan Yalçın yapıyor. Eklerin sayısı; yani geçiş dereceleri bundan fazla olursa özne etkisinin kaç araçtan geçtiğini kavramak güçleşir. • Çok ekli bir eylemin söylenişi de ses açısından güçleşir, sevimsiz olur. Örneğin “yazdırttırdım” eyleminde üç geçiş eki vardır. Sesleri çıkartmak zorlaşmaktadır, eylemin kaç kişinin etkisi ve aracılığı ile yapıldığını kavramak kolay değildir. Sayısı çok olmasa da kimi eylemler geçişlilik eki alırken gövdelerinde, az çok, değişmeler olur: Gel- eyleminin geçişlisi (geldir- değil) getirdir. Kalk- eyleminin geçişlisi (kalktır- değil) kaldırdır. Öznelerine Göre Eylemler I. Turgut Orhan’ı dövdü. II. Orhan dövüldü. III. Turgut’la Orhan dövüştü. IV. Anneleri dövündü. Bu cümlelerde öznelerin iş bakımından durumları şöyledir: I. cümlede özne (Turgut), işi yapandır. II. cümlede özne (Orhan), işten etkilenendir. III. cümlede özne (Turgut’la Orhan), işi karşılıklı yapmışlardır. IV. cümlede özne (anne), hem işi yapan hem de işten etkilenendir. Eylemin eki değiştikçe öznenin durumu da değişmektedir. Özneyi ilgilendiren bu değişikliğe de çatı denir. Öznelerine göre eylemler, çatı bakımından dörde ayrılır: . Etken eylemler . Edilgen eylemler . Dönüşlü eylemler . İşteş eylemler Etken Eylemler: Özneleri yapıcı olan eylemler etken çatılıdır. Turgut, Yalçın’ı çağırdı. Ben gideceğim. Çocuk uyumuş... Haydar Atlamazoğlu, memnun memnun koltuğuna oturur. (Bekir Sıtkı Kunt) Bu cümlelerde özneler, eylemlerin anlattığı işi, oluş ve kılışı (edimi) yapmaktadır, yapandır; özneler yapıcıdır. Edilgen Eylemler: Özneleri, yapılan işin etkisine uğrayan eylemler edilgen çatılıdır. Yalçın çağrıldı. Sular çekilmiş. Kapı açıldı. Şiir okunuyor. Etkenlerde özneler yapıcıydı; oysa bu cümlelerde özneler, eylemlerin anlattıkları işlerden, oluş ve kılışlardan etkilenmişlerdir. Yapılışı I. Ünlülerle biten eylem tabanlarından sonra -n eki gelir: yıka-n-, temizlen-, oku-n-... II. /l/ ünsüzü ile biten eylem tabanlarından sonra -In eki gelir: al-ın-, bil-in-, sil-in-... III. Diğer eylem tabanlarından sonra -Il eki gelir: sev-il-, yaz-ıl-, sar-ıl-... Çiğnendi yeter varlığımız cehlile kahra Doğrandı mübarek vatanın bağrı sebepsiz. (Tevfik Fikret) Dönüşlü Eylemler: Yapılan işin yapana döndüğünü veya bir işin kendi kendine yapıldığını gösteren eylemler dönüşlü çatılıdır. Zeynep süslendi, inciler takındı. Kadın dövünüyor, söyleniyor. Orhan soyunuyor, yıkanacak, sonra kurulanıp giyinecek. Aşevinden gelen kebap kokusunu derin derin koklayarak yırtıcı bir iştahla yalandı. (Devlet Ana, Kemal Tahir) “Nereye sindi, saklandıysa bulurlar, asarlar yavrumu asarlar!” diye çığrınıyordu. Kapıdan girdi usul usul. Kızlar çığrınıp kalktılar. (Tırpan, Fakir Baykurt) Eylemlere dönüşlülük anlamı -(I)n ekiyle katıldığı gibi “kendisi, kendine, kendi kendini” adıllarıyla da katılabilir: Orhan övünüyor. = Orhan kendini (kendi kendini) övüyor. Tehlikeden korun. = Tehlikeden kendini koru. -(I)n ekiyle türemiş edilgen eylemler de biçimce dönüşlülere benzer: “Yıkan-” eylemi; “Çamaşır yıkanıyor.” cümlesinde edilgendir; çamaşırı başkası yıkıyor. “Turgut yıkanıyor.” cümlesinde ise dönüşlüdür; çünkü “yıkayan” da “yıkanan” da Turgut’tur; yani Turgut kendini yıkamaktadır. “Süslen-” eylemi; “Etraf süslenmiş.” cümlesinde edilgendir; etrafı başkaları süslemiştir. “Zeynep süslenmiş.” cümlesinde ise dönüşlüdür; çünkü “Zeynep kendini süslemiş.” demektir. Eğer -(I)n eki cümleye “kendini, kendine” anlamını katıyorsa dönüşlüdür. Bu anlam yoksa, eylemi özneden başkası yapmışsa edilgendir. Cansız öznelerin kendi kendilerini etkilendirmesi; yani işi kendi üzerlerinde yapması düşünülemez ve olmaz. Bunun içindir ki cansız öznelerin eylemleri dönüşlü olmaz. Kimi eylemlerin de edilgenleriyle dönüşlüleri ayrı ayrı eklerle yapılır; edilgenleri -Il, dönüşlüleri -In ekini alır: Edilgen Dönüşlü Görmek – görülmek - görünmek Dövmek – dövülüyor - dövünüyor Giymek – giyildi - giyindi Sevmek – sevilir – sevinir -In ekiyle dönüşlü çatıları gelişmemiş kimi eylemlerde -Il ekiyle türemiş olanlar hem edilgen hem de dönüşlü anlamlarında kullanılır: Silah atıldı. (edilgen) Orhan ileriye atıldı. (dönüşlü) Bayrak dikildi. (edilgen) Turgut karşımıza dikildi. (dönüşlü) Süte su katılmış. (edilgen) Yalçın da “Geziye katılacağım.” diyor. (dönüşlü) Bunları sözün gelişinden kolayca ayırt etmek de mümkündür. Cümlede gerçek özne varsa eylem dönüşlüdür; yoksa edilgendir. İşteş Eylemler: İşteş yapılı eylem tabanlarında başlıca şu anlamlar vardır: Birliktelik: İşi, oluşu, kılışı iki veya daha çok özne birlikte yapar: Bülbüller ötüşüyor, kuzular meleşiyor, serçeler cıvıldaşarak uçuşuyorlardı. Kadınlar kaçıştılar, ağlaşıp yana yana, Dağıldılar gittiler, her birisi bir yana. (Yusuf Ziya Ortaç) Karşılık: Eylemi iki, ikiden çok özne karşılıklı yapar: Dostlar sevişir, kucaklaşır; düşmanlar dövüşür, boğazlaşırlar. Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Bayram günleri barışır, sevişir, öpüşür... hiç olmazsa susuşurlar. (Burhan Felek) Dönüşlü ve İşteş Eylemlerin Çatı Değiştirmesi Dönüşlülerle işteş eylemlerin pek çoğu nesne almaz; geçişsizdir. Bütün geçişsizler gibi eklerle çatıları değişir; geçişli olur: sevinmek - sevindirmek, soyunmak-soyundurmak, giyinmek-giyindirmek; dövüşmek-dövüştürmek, paylaşmak - paylaştırmak, görüşmek- görüştürmek, çekişmek- çekiştirmek... Dönüşlü ve işteş eylemlerin birkaçı nesne alır; geçişlidir: Orhan yeni elbiselerini giyinmişti. Ortaklar mallarını bölüştüler. Kardeşler babalarından kalan varlıklarını paylaştılar. ... Dönüşlü ve işteş eylemler etkendirler. Bunlardan bir kısmı edilgenlik ekiyle çatı değiştirir: Bu kadar süslenilir mi? Adı her yerde söylenilecek. Yurt için savaşılır, dövüşülür. Kazançlar paylaşıldı. Burada soyunulur, yıkandıktan sonra giyinilir. ... Böylece çatı eklerinin art arda gelmesiyle oluşan biçime katmerli çatı denir.
- İslamiyet Öncesi Türk Destanı
İslamiyet öncesi sözlü Türk edebiyatının en mühim mahsulü Türk destanıdır. İslâmiyet öncesi Türk destanı, birbirini takip eden altı bölüme ayrılır. Yaratılış Saka (Alp Er Tonga, Şu) Oğuz Kağan Siyenpi Köktürk Uygur Yaratılış bölümü 19. yüzyılda Radloff tarafından Altay Türklerinden derlenmiştir. Altay Türkleri eski Türk dinine mensup oldukları için destan, çok geç bir tarihte tespit edilmesine rağmen Türklerin yaratılış hakkındaki en eski inançlarını yansıtmaktadır. Ancak destanın uzun asırlar boyunca çeşitli tesirler altında önemli değişiklikler gösterebileceğini de hatırdan uzak tutmamak lâzımdır. Saka bölümü, Al Er Tonga ve Şu destanları olmak üzere ikiye ayrılır. Al Er Tonga M. Ö. 7. yüzyılda yaşamış olan ünlü Saka hükümdarıdır. Bu hükümdar, bütün Orta Asya’yı hâkimiyeti altında bulundurduğu gibi Kafkasları kuzeyden güneye aşarak Anadolu, Suriye ve Mısır’ı da fethetmiştir. Hayatı fetihlerle ve bilhassa İranlı Medlerle mücadele halinde geçmiş, M. Ö. 626,625 veya 624’lerde Med hükümdarı Keyhüsrev tarafından bir ziyafete çağrılarak hile ile öldürülmüştür. Bu hâdisenin hâtırası hem Türkler, hem İranlılar arasında yüzyıllarca yaşamıştır. Alp Er Tonga; Asur kaynaklarında Maduva, Herodot’ta Madyez, İran ve İslâm kaynaklarınla Efrâsiyab olarak geçer. Onun hayatı ve savaşları, Müslümanlıktan çok önce Türkler tarafından büyük bir ihtimalle destanlaştırılmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lûgati’t-Türk’ündeki Alp Er Tonga sagusunun bu destana ait bir parça olması kuvvetle muhtemeldir. Câmiü’t-Tevârih’teki Oğuz Kağan Destanını Türkçeye çeviren Zeki Velidi Togan’a göre, Oğuz Kağan Destanının ilk tabakasını Alp Er Tonga’nın hayatı ve savaşları teşkil eder. Hakikaten, destandaki Oğuz Kağan da, Alp Er Tonga da Kafkasları kuzeyden güneye aşarak Ön Asya’da fetihler yaparlar. Oğuz Kağan Destanının ikinci tabakasını teşkil eden Hun hükümdarı Mete ise, Kafkasları aşıp Ön Asya’da fetihler yapmamıştır. O halde Oğuz Kağan Destanı’nda, Alp Er Tonga Destanı’ndan izler bulunmaktadır. 11. yüzyılın iki büyük Türk yazarı, Yusuf Has Hâcib ve Kaşgarlı Mahmud, Alp Er Tonga’dan bahsederler. Onlara göre İran kaynaklarında Efrâsiyab olarak geçen kahramanın adının Türkçe’si veya lâkabı Tonga Alp Er’dir. Aynı kahraman, Cüveynî’de, Buku Han, Şahâbeddin Mercânî’de Buka Han bin Pişing olarak geçer. Mes’ûdî’ye göre Köktürk hakanları, Cüvenyî’ye göre Karahanlı ve Budist Uygur hükümdarları, Şecere-i Terâkime’ye göre Selçuklu sultanları kendilerini Efrâsiyab neslinden kabul ederlerdi. Çeşitli kaynaklarda hakkında pek çok bilgi bulunan Alp Er Tonga’nın hayatı etrafında teşekkül etmiş destan bugüne intikal etmemiştir. Ancak Dîvânü Lûgati’t-Türk’teki sagu, bu destanın şüphesiz bazı değişikliklerle 11. asra intikal etmiş küçük bir parçası olabilir. Atsız’a göre; İranlıların meşhur destanı Şehname ‘deki Efrâsiyab’la ilgili bölümlerde Fîrdevsi, Türkler arasında sözlü olarak yaşayan Alp Er Tonga Destanından da faydalanmıştır. Şu destanı, M.Ö.330-327 yıllarındaki hâdiselere aittir. Bu tarihlerde Makedonyalı İskender, İran’ı ve Türkistan’ı istilâ etmişti. O sırada Türklerin başında Şu adlı bir hükümdar bulunuyordu. Destan, Türklerin İskender’le çarpışmalarını ve doğuya çekilmelerini anlatır. Bu arada doğuya çekilmeyen ve batı Türkistan’da kalan 22 ailenin, Oğuz boylarını teşkil ettiklerini destandan öğreniriz. Bu parçayı Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlara niçin Türkmen dendiğini anlatmak üzere “Türkmen” maddesinde Arapça olarak kaydetmiştir. Ancak Kaşgarlı Mahmud’da İskender, “Zülkarneyn” adıyla geçmektedir. Oğuz Kağan Destanı, Alp Er Tonga’dan da izler taşımakla beraber, daha çok M. Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış bulunan Büyük Hun Yabgusu Motun’un (Mete) hayatı etrafında teşekkül etmiş bir destandır. Maalesef bu bölüm de eski şekliyle ve bir bütün olarak bugüne intikal etmemiştir. Bazı küçük ve muahhar parçalar bir tarafa bırakılırsa, bugün elimizde Oğuz Kağan Destanı’na ait üç rivayet bulunmaktadır. 13. yüzyıldan sonra (en geç 16. yüzyılda) Uygur harfleriyle, fakat İslâm muhiti dışında tespit edilmiş bulunan rivayet Türklerin Müslümanlığından önceki şekli temsil etmektedir. Fakat bu rivayet çok kısadır. 14. yüzyılın başında Reşîdeddîn’in Câmiü’tTevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı oldukça uzundur. Bu Farsça şeklin, 13. yüzyılda Oğuzlar arasında yaşayan destanın tercümesi olduğu muhakkaktır. Hatta belki de Reşîdeddîn, Türkçe olarak yazıya geçirilmiş bir Oğuz Kağan Destanı’m kullanmıştı. Reşîdeddîn rivayeti İslâmiyet’ten sonraki şekli temsil eder. Uygur harfli şekle göre oldukça uzundur, fakat destanın aslına daha uzaktır. Üçüncü rivayet, 17. yüzyılda Ebu’l-Gazi Bahadır Han tarafından tespit edilmiştir. Diğerlerine göre çok daha muahhar olan bu parçada, hem Reşîdeddîn rivayetinden, hem de 17. yüzyılda Türkmenler arasında yaşayan sözlü rivayetlerden faydalanılmıştır. 15. veya 16. asırda tespit edilmiş bulunan Dede Korkut Hikâyeleri de aslında Oğuz Kağan Destanının parçalarıdır. Başlangıçta Oğuz Kağan’ın şahsı etrafında teşekkül eden destan, sonradan diğer şahıslar etrafında genişletilmiştir. Siyenpi destanı, 2. yüzyılda yaşamış olan Siyenpi hükümdarı Tan-şe-hoay Yabgu’nun olağanüstü bir şekilde doğuşunu ve kahramanlığını anlatır. Türk destanının bu bölümü, Çin kaynakları tarafından çok kısa olarak tespit edilmiştir. Bu destanın biraz değişmiş ve genişlemiş bir şekli, Radloff’ça Altay Türklerinden derlenmiştir. Köktürk Destanı: Köktürkler’in türeyişi ve çoğalmalarıyla ilgilidir. Çin kaynaklarında yer alan rivayetler “Bozkurt destanı”, Reşîdeddîn ve Ebu’l Gazî Bahadır Hân’daki rivayet ise “Ergenekon destanı” olarak bilinir. Ayrı adlarla bilinen bu destanlar aslında aynı destanın birbirlerinden çok farklılaşmış şekilleridir. Uygur destanı, türeyiş ve göç olmak üzere iki parçadan ibarettir. Çin kaynakları tarafından tespit edilmiş bulunan türeyiş parçası, Uygurların erkek bir kurttan türemelerini anlatır. Uygurların Ötüken bölgesinden tarım havzasına göç etmeleri etrafında oluşan ikinci parça ise hem Çin kaynaklarında, hem de İran kaynaklarında yer almakta ve iki rivayet birbirini tamamlamaktadır. Yukarıda kısaca anlattığımız ve diğer sayfalarda metinleri yer alan İslâmiyet öncesi Türk destanının bu parçalan, isimlerine bakılarak sadece belirli Türk boylarını ilgilendiren destanlar olarak düşünülmemelidir. 19. yüzyılda Altay Türklerinden derlenen yaratılış bölümü, ne kadar değişikliğe uğramış olursa olsun ve ne kadar dar bir sahaya sıkışırsa sıkışsın bütün Türklerin kozmogonisini yansıtmakta, ilk Türklerin yaratılış hakkında düşüncelerinin izlerini taşımaktadır. Şehnâme’den özetlenen Alp Er Tonga destanı, uzun asırlar süren İran-Turan mücadelelerinin izlerini taşır; Turan ise bütün Türk dünyasını ifade eder. Turan kahramanı Alp Er Tonga, bütün Türklerin ortak eserleri olan Kutadgu Bilig ve Dîvânü Lûgati’t-Türk’te bir Türk beyi olarak geçer. Şu destanına gelince, o da Oğuz, Halaç ve Uygurları kucaklamaktadır. Oğuz Kağan Destanı da sadece Oğuzların destanı değildir. Destandaki en önemli noktalardan biri Oğuz Kağan’ın beylerine Kıpçak, Karluk- Halaç ve Kanglı adlarını vermesidir. Bu nokta, Oğuz Kağan’ın bütün Türk boylarının atası olduğunu açıkça gösteriyor. Destan kahramanı, Oğuz Kağan adını taşımakla beraber Oğuz Kağan’ın “men Uygurnıng kağanı bola men (ben Uygurların kağanıyım)” demesi de dikkat çekicidir, İslamiyet’ten sonraki asırlarda Oğuz Kağan Destanı daha çok Oğuzlarda, özellikle Türkmenlerde yaşamış ve 17. yüzyılda Ebu’l Gazi Bahadır Han tarafından Türkmenlerden tespit edilmiştir. Oğuz Kağan Destanının parçaları olan Dede Korkut Hikayeleri de yine daha çok Türkmenistan, Azerbaycan ve Türkiye’de yayılmıştır. Ancak Korkut Ata hakkındaki rivayetlerin bugün Oğuzlarda değil, Kazak Türkleri arasında yaşadığını ve hatta Kazak Türklerinin Korkut Ata’nın icat ettiği bir küyü (makamı) kıl kopuz ile çaldıklarını unutmamak lazımdır. Dede Korkut Hikâyelerinden Bamsı Beyrek’in de Özbek, Kazak ve Kırgız Türklerindeki Alpamış-Alpamıs Alp Bamsı-Alp Manas destanlarıyla ilgisini, bu destanlar üzerinde çalışmış olan araştırmacılar ortaya koymuşlardır. Köktürklerin ve Uygurların kurttan türemesi de bütün Türkleri ilgilendiren ortak bir motiftir. Kurdun kutsallığı hakkındaki rivayetler bütün Türkler arasında yayılmıştır. 10. ve 11. asırdaki Arap ve Süryani tarihleri, Bozkurt’un, Türklerin önünde bir yol gösterici olduğunu yazarlar. Köktürk ve Uygurların atası olan Bozkurt (Kökböri), Oğuz Kağan Destanında da bir kılavuz olarak görünür. Nihayet Cengiz Han’dan sonra İlhanlılar çağındaki tarihçiler tarafından tespit edilen Ergenekon destanı da eski Çin kaynaklarındaki Köktürklere ait Bozkurt destanının yeni bir varyantıdır. 17. yüzyılda Ebu’l Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türk adlı eserinde Ergenekon destanının Moğollara mal etmekle beraber Moğol hanlarının Oğuz Han soyundan olduğunu ifade eder. Oğuz Han soyundan İl Han’ın oğlu Kıyan’ın torunlarından Börteçene, Moğolları Ergenekon’dan çıkarır. Bilindiği gibi Börteçene de Bozkurt demektir. Görüldüğü üzere İslâmiyet öncesi Türk destanına ait parçalar bütün Türkleri ilgilendirmekte, hepsinin ortak destan köklerini oluşturmaktadır. Araştırmalar ilerledikçe, İslâmiyet’ten sonra çeşitli Türk boylarında görülen farklı destanların daha başka vaka, tip ve motiflerinin de İslâmiyet öncesi Türk destan parçalarında bulunacağı şüphesizdir. #Siyenpi #UygurDestanı #YaratılışDestanı #SakaDestanı #türkdestanları #KöktürkDestanı
- Sözlü Dönem Türk Şiirinin Genel Özellikleri
İslâmiyet öncesi sözlü Türk şiiri hakkında elimizdeki bize ait yegâne kaynak, İslâmlıktan sonra yazılmış bulunan Dîvânü Lûgati’t Türk’tür. Bu eserdeki şiirlerin hiçbirinin şairi belirtilmemiştir. Bunlardan bir kısmı belli şairler tarafından yazılmış olsa bile Dîvânü Lügati’t Türk’teki şiirlerin büyük çoğunluğunun anonim olduğu, halk arasında sözlü olarak yaşadığı ve Kâşgarlı Mahmud tarafından halktan derlendiği muhakkaktır. Büyük çoğunluğu 4+3=7 ve 4+4=8’li hece vezniyle yazılan ve koşma tarzında kafiyelenen dörtlüklerden oluşan bu şiirler, şüphesiz 11. yüzyıldan çok önceki Türk halk şiirinin özelliklerini taşımaktaydılar. Konuları dolayısıyla 11. asra ait olduğu anlaşılan bazı savaş şiirleri dışındaki şiirlerin, özellikle baharı ve tabiatı tasvir eden ve Türk bozkır yaşayışını anlatan şiirlerin doğrudan doğruya, Türklerin Müslüman olmadan önceki devirlerine ait olduğu düşünülebilir. Alp Er Tonga’ya ait dörtlükler ise Türk şiirinin belki de en eski örneğidir. İslâmiyet’ten önceki sözlü Türk şiirinin özelliklerini yansıtan bu şiirler Dîvânü Lûgati’t Türk bahsinde işlenecektir. Eski Uygurlardan kalma şiirler, sözlü değil yazılı Türk Edebiyatının mahsulleridir. Pek çoğunun şairi de bilinmektedir. Tarihleri kesin olmamakla beraber çoğu Dîvânü Lûgati’t Türk ile çağdaştır veya ondan sonra yazılmıştır. Yazılı edebiyatın ürünü olan bu şiirler Uygur Edebiyatı bölümünde ele alınacaktır. Dîvânü Lûgati’t Türk’ten önce, sözlü Türk şiirinin varlığını bazı yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. Fakat ne yazık ki bu şiirlerin Türkçesi elimizde yoktur. Sözlü Türk şiirine ait en eski kayıt M.Ö. 119 yılma aittir. M.Ö. 119’da bir bozgun sonucu Ordos’un kuzeyindeki topraklarını kaybeden Hunların şu türküyü söyleyip ağladıkları kaydedilmiştir. “Yen-çi-şan dağını kaybettik, Kadınlarımızın güzelliğini elimizden aldılar. Si-lan-şan yaylalarını kaybettik. Hayvanlarımızı çoğaltacak vesâti elimizden aldılar” Bu dörtlük- tercüme edilmiş haliyle dahi millî nazım şekillerimizden koşmayı hatırlatmakta, Dîvânü Lûgati’-t-Türk’teki dörtlükler gibi Türk ruhunu ve bozkır yaşayışını aksettirmekte, daha o zaman Türklerde yurt sevgisinin ve millî vicdanın uyandığını göstermektedir. Belli bir târihî olayla ilgili olarak kaydedilmesine rağmen bu dörtlük Göç destanını da hatırlatmaktadır. Göç destanında Kutlu Dağ kaybedilince kıtlık ve kuraklık olmakta, burada bir dağın kaybı ve ardından hayvanların üreyememesi yâni bir nevi kıtlık söz konusu edilmektedir. M.Ö. 119 yılında Ordos’un kaybı ve oradaki Türklerin göç etmek zorunda kalması, Göç destanının ilk tabakalarından birini teşkil etmiş olabilir. Dörtlüğün eski Türkçedeki şekli şöyle tahmin edilebilir: Yençi tagıg yitürdimiz, Katun körkin alturdımız, Silan yışığ kapturdımız Adgır koçug alıp bardı. (Aygırı koçu alıp gittiler). Çin kaynaklarına geçen bir başka türkü M.S. 430 yılına aittir. Turgun Almas’m “Uygurlar” (Urumçi, 1989) adlı kitabında kaydedildiğine göre bu türkü, 430’da Avarlarla savaşan Türk (Köktürk) hükümdarı Beğkulu hakkındadır ve şöyledir. “Eyvah Begkulu geliyor” dediğinde anne, Durur şu an bebeğin ağlaması da. Diyormuş genç kızlar, söylerken şarkı Olsaydı sevgilim de Begkulu gibi Sadece Çincedeki tercümesini bildiğimiz bu dörtlüğün aslının da mani veya koşma tarzında olduğu düşünülebilir. Şiir, kahramanlıkla sevgiyi birleştirmekte, Avarları yenen Köktürk kağanı yüceltilmekte ve genç kızların sevgilisi olarak sunulmaktadır. Bizans kaynakları da Türklere ait bazı rivayetler kaydederler. Bizans elçisi Priscus, Attilâ’nın verdiği bir şölen sırasında iki şâirin çadıra girdiğini ve Hun diliyle Attilâ’nın zafer ve kahramanlıklarına ait şiirler okuduğunu yazar. Metinleri elimizde bulunmayan bu şiirler, hamasî halk edebiyatının örnekleri olmalıdır. Attilâ’nın ölüm merasiminde okunan bir ağıt ise 6. asırda tarihçi Jordanes tarafından Got geleneğinden tesbit edilmiştir? Elimizde ancak tercümesi bulunan ve bir ağıt için gerekli unsurları taşıyan bu parça herhalde manzum olarak tertip edilmiştir. Ağlamalar ve feryatlar içinde ozanlar tarafından kopuzla çalınıp söylenen bu parça şöyledir: “Hunların en büyük hükümdarı ve Muncuk’un oğlu, en cesur kavimlerin hükümdarı Attilâ, kendisinden önce hiç duyulmamış bir kuvvetle Skitya ve Germanya büyük ülkelerine sahip oldu. O, bu büyük ülkelerin birçok şehirlerini zabtetmek suretiyle, Roma’yı korkuttu; başka yerler daha, onun pençesine düşmesin korkusuyla, Roma onu ricalarla ve her sene verdiği vergi sayesinde teskin edebildi. Bütün bunları yaptıktan sonra, talihin hususi bir yardımıyla öldü; fakat düşmanların darbeleri altında, yahut kendi adamlarının hıyaneti ile değil, düğün neş’eleri içinde, kuvvetine hiç halel gelmeyen milleti arasında, en ufak bir acı bile duymadan öldü. Hiç kimsenin intikam talep edemeyeceği bu ölümü kim hikaye edebilecek!”. Türk destanının Alp Er Tonga bölümü, Firdevsî’nin Farsça eserinden çıkarılabilmektedir. Oğuz Kağan destanının en geniş şekli de yine Farsça olarak Reşîdeddin tarafından Câmiü’t-Tevârih’te tesbit edilmiştir. Köktürkler’e ait Ergenekon destanı ile Uygurlara ait Göç destanı da Farsça kaynaklarda mevcuttur. Şu destanı ile birlikte Türklere ait birçok efsanevî rivayetler Dîvânü Lûgati’t Türk’te Arapça olarak kaydedilmiştir. Alp Er Tonga’ya ait bazı rîvâyetler de Taberî tarihinde yine Arapça olarak yer almaktadır. Arap diliyle yazılmış birçok tarihlerde Türklerin efsâne ve destanlarına ait kısa bilgiler vardır. Meselâ Memlûk tarihçisi Ebû Bekir bin Abdullah bin Ay Beg ed-Devâdârî, Türklerin yanlarından ayırmadıkları “Ulu Han Ata Bitigçi” ve “Oğuznâme” adlı kitaplardan bahseder. Adının doğru şeklinin “Ulu Han Ata Bitiği” olması gereken kitapta Türklerin yaradılışları ve ataları hakkında bilgiler varmış. Devâdârî, Oğuznâme’den de Tepegöz’e ait bir varyantı özet olarak nakleder. Daha sonraki asırlarda bizzat Türklerce tespit edilip Türkçe olarak yazıya geçirilen sözlü edebiyat mahsulleri arasında ilk Türkçe şiirler ve Türk destanına ait parçalar vardır. Dîvânü Lûgati’t Türk’te koşma tarzında yazılmış bulunan dörtlükler sözlü Türk şiirinin ilk örnekleridir. Bu şiirlerden bir kısmının Karahanlı devrinde meydana getirildiği konularından anlaşılmaktadır. Bir kısmının ise Türklerin İslâmlıktan önceki devrilerine ait olduğu tahmin edilmektedir. Alp Er Tonga’ya ait saguyu Türk şiirinin en eski örneği saymaktayız. Kâşgarlı Mahmud’daki dörtlükler, hem en eski Türk şiirinin yapısı hem de eski Türk yaşayışının şiire aksedişi hakkında bize fikir vermektedir. Çin kaynaklarında Çince olarak geçen yukarıdaki türkülerle, Jordanes tarafından Got geleneğinden tesbit edilen ağıt, İslamiyet’ten önceki sözlü Türk şiiri hakkında bize bazı fikirler vermektedir. Hiç olmazsa türkülerin ve ağıtın muhtevası hakkında bazı bilgiler edinmekteyiz ve bu bilgiler sonraki sözlü Türk şiirine pek de yabancı değildir. Ancak şiirlerin şekli, dış yapısı hakkında hiçbir bilgi edinemiyoruz. Dîvânü Lûgati’t Türk’teki ilk sözlü şiir örneklerimize bakarak Çince’deki türkülerin de koşma tarzında dörtlükler olduğunu tahmin etmek mümkündür. Yabancı kaynaklarda yabancı dille tesbit edilen Hun- Köktürk ve Uygurlara ait bu şiir parçalarının bütün Türk dünyasının ortak eserleri olduğu muhakkaktır. #sözlüedebiyat #TürkDestanı









