Arama Sonuçları
Boş arama ile 692 sonuç bulundu
- Emine Hanım
Emine [1846 (!?) / 1850 (!?) – 1941(!?) / 1932(!?)]: Emine Hanım, Konya doğumludur. Konyalı Âşık Şem’î’nin torunu olduğu için “Şem’î’nin Gülü” ya da “Şem’î’nin Kızı” mahlaslarını kullanmıştır. Şairliğinin yanı sıra saz da çalan Emine Hanım, koşma, divan ve ilahiler söylemiştir. Yusuf Ziya’nın 1933’de yayınlamış olduğu Halk Edebiyatı Antolojisi’nde henüz sağ ve doksan yaşlarında olduğu söylenen Emine Hanım’ın, aynı zamanda okuma yazması olmadığını da öğrenmekteyiz. #EmineHanım #KadınAşıklar
- Döne Sultan Can
Döne Sultan Can [Kaya] [1924 – (?)]: Eskişehir, Seyitgazi / Büyükdere Köyü’nde doğmuştur. Âşık Haydar Kaya’nın kızı olan Döne Sultan, Yeşilyurt’un muhtarı Yusuf Can ile 1948 yılında evlenir. Eğitim görmemiş, çiftçi bir kadın olan Döne Sultan Can, şiir söylemeye evlenmeden 2 yıl önce başlar. irticâlen şiir söylemede ustadır, sazını ise orta derecede çaldığı söylenmektedir. iki çocuk annesidir. Ev işlerinin yanı sıra tarlada çalışır. Keşfedilmesi, Karslı Âşık Dursun Cevlânî tarafından olmuş, sonrasında da karşıberi ve atışmaları kitap haline getirilmiştir. #DöneSultanCan #KadınAşıklar
- Durşen Mert (Nurşah Bacı)
Adı Soyadı: Durşen Mert Mahlası: Nurşah [Nur Şah] Bacı Doğum Yeri – Yılı: Eskişehir / Mihalıçcık / Çardak Köyü – 1954 Etkilendiği Kişi / Kişiler: “Yaşam felsefesini örnek aldığım” dediği Yunus Emre’nin yanı sıra Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli isimlerini sıralamaktadır. Görüştüğü âşıklar arasında ise Seyitgazili ismet Sefilî, Erzurumlu Âşık Reyhanî [Yaşar Yılmaz], Karslı Âşıklardan Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova’nın çalışmalarından etkilendiğini belirtmektedir. Şiirlerindeki Konular: Toplum yaşamında birçok konuya değindiğini belirten Âşığın şiirlerinde öne çıkan tasavvufi konulardır. Eser Sayısı: Halen üzerinde çalıştığı eserleriyle birlikte ~3500 şiir; ~300 müzikli eser. Eskişehir ili, Mihalıçcık ilçesi, Çardak Köyü’nde dünyaya gelen, Ze[y]netiye ve Osman Aydın’ın kızı olan Durşen Hanım, ilköğrenimini köyünde ve orta öğrenimini Mihalıçcık’ta tamamlamıştır. 1966 yılında Mehmet Mert ile evlendikten sonra Eskişehir merkeze taşınmış ve halen burada yaşamını sürdürmektedir. Çocuk yaşlarından beri şiire ilgisi ve yeteneği olan Nurşah Bacı, yörelerinde düzenlenen Yunus Emre şenliklerine izleyici olarak katıldığı yıl [1978], çevresinde yazdığı şiirleriyle bilindiğinden, şiir okuması için sahneye davet edilmiş ve bu davetin ardından daha geniş bir çevre sağlayarak, radyo programlarına, çeşitli etkinliklere katılmaya başlamıştır. 1980 yılının başında gördüğü bir rüya ile de âşıklığa adım attığını belirten Nurşah Bacı, bu rüyada Seyitgazi Sülalesi’nden saz aldığını ve bâdeli olduğunu açıklamıştır. Gördüğü rüyanın etkisiyle sazı kendi kendine çalarak öğrenen Âşık, mahlasını ise, katıldığı bir şenlikte yer alan efeler tarafından, “Yunus’tan şiir açmışsın, Seyitgazi’den de mahlasını al” ifadeleriyle verildiğini belirtmiştir. Eskişehir Halk Eğitimi’nde müzik dersi veren Erkan Ertuğ’dan sazına dair birçok şey öğrenen Nurşah Bacı, ustası olmadığından gelenek adına öğrenmek istediklerini görüştüğü meslektaşlarından Âşık Reyhanî, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Şeref Taşlıova, Âşık Sefilî’den edinmiştir. Ayrıca, halkevi kütüphanelerinde âşık şiirleri, kitapları okuyarak, araştırarak da geleneği tanımaya başlayan Âşık, zamanla âşıklar bayramı ve festivallere katılmaya başlayarak, bu şekilde de gelenek adına bilgi sağlamıştır. Üç çocuk annesi olan Âşık Nurşah, bu sorumluluğunun yanı sıra edinmiş olduğu çevrede başka kadın âşık olmamasının zorluklarını yaşasa da sanatını ailesine, akrabalarına kabul ettirmeyi başarmıştır. Âşığın, dile getirdiği konular, insan, tabiat, din ve tasavvuf olarak dört başlıkta toplanabilir. Aşk, sevda konulu şiirlerinde, “Leyla, Şirin, Aslı” gibi halk hikâyelerindeki isimleri kendisiyle özdeşleştirmekte, bu vb. ifadelerle de anlatımını güçlendirmektedir. Bâdeli âşık olmanın ayrıcalığını yaşadığını belirten Âşık, etkinliklere yöresel kıyafetleriyle katılmakta yöresini ve kültürünü bu şekilde temsil etmek istediğini aynı zamanda bunu bir görev bildiğini belirtmektedir. Çıraklık edeceği bir ustası olmayan Âşık Nurşah, çırak olamasa da bir çırak yetiştirmeyi çok istemiş; fakat, çevresine yapmış olduğu tekliflerden bir sonuç alamamıştır. Âşık meclislerinde erkek âşıklarla atışma yapabilen, nadir kadın âşıklardan olan Nurşah Bacı, gelenek içinde oldukça aktiftir. Yurtiçinde düzenlenen âşıklar bayramı, festivallerin yanı sıra yurtdışında da çeşitli etkinliklere katılan, sayısız ödüllere ve aynı zamanda dört kaset çalışmasına sahip olan kadın âşık, 2004 yılında gitmiş olduğu Hac’dan dönüşünde saz çalıp-söylemeyi bırakmıştır; fakat, şiirlerini yazıp-okumaya, irticâlî şiir söylemeye devam etmektedir37 . Sanat yaşamındaki bu değişikliği yine görmüş olduğu bir rüya ile açıklayan Âşık, bu rüyadan sonra çalıp söylemesi için vaktinin dolduğunu anladığını; fakat, geleneği bu vasıfları olmadan da yaşatabileceğini belirtmiştir. Yaşamını anlattığı ve eserlerinin yer aldığı bir kitap hazırlığı içerisinde olan Durşen Hanım, halen çeşitli etkinliklere katılmakta, şiirlerini yazmaya devam etmektedir. Âşık Nurşah, âşıklık geleneği içerisinde var olmaya başladığı ilk yıllar kadın âşık olarak tek kalmanın zorluklarını yaşadığını, ilk zamanlar çevresinden, eşinden tepkiler görmesine rağmen yılmadığını, kendisini mesleğinde ispatlayınca eşinin yardımcı olduğunu ve hatta çevresinden saygı görmeye başladığını belirtmiştir. Yaklaşık 35 yıldır sazını icrâ eden Âşık Nurşah, 2004 yılının başlarında Hacca gitmiş ve bu ziyaret sonrasında sazını çalıp-söylemeyi bırakmıştır ve artık, sadece kalemini elinden düşürmediğini söylemektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bâdeli âşıklardan olan Nurşah Hanım, bu durumu: “Hak’tan aldım, bu benim fazla açıklama yapamayacağım bir durum, Arafat’ta bir söz verdim ancak sonra ne olur?” açıklamalarının yanı sıra: “Beni susturdular, elbet bir gün adalet yerini bulur” sözleriyle çelişkisini dile getirmiştir. (Mert, 2005, 2008; Kişisel Görüşme) Yapılan görüşmeler-araştırmalardan sonra, mesleğinin en verimli diyebileceğimiz döneminde, Âşık Nurşah’ın yaşam koşulları ve yaşadığı toplumun geçmişten gelen yanlış bilgileri, önyargıları düşünüldüğünde; mesleğinde neden değişiklikler yaptığını tahmin etmekteyiz. Bu durum sonucunda ortaya çıkan soruları, ilgili makamlara giderek görüştük ve bu çelişkileri yaşayan kadın âşık özelinden bir cevap aradık. Son olarak Diyanet işleri Başkanlığı’na gönderdiğimiz dilekçemize aldığımız cevap genel bir açıklama olsa da sorumuza karşılık olarak yollanması bizi aydınlatmıştır. Belirtmeliyiz ki, birçok etkinlikte yer alması beklenen Nurşah Bacı’nın, sazını tekrar çalması doğrultusunda gelen istekler, kendisini de harekete geçirmiştir. Yaptığımız bu yazışmalar sonucunda, Diyanet işleri Başkanlığı’ndan aldığı cevaplar, kendisine ve özellikle çevresine yeterli gelirse, bu doğrultuda icrâsına devam edeceğini açıklamıştır. #DurşenMert #KadınAşıklar #NurşahBacı
- Dudu Karabıyık
Dudu Karabıyık [1895 – (?)]: Âşık Seyrâni’nin torunu idris’le evli olan Dudu Hanım, üç çocuk annesidir. Kayseri, Develi’li olan Dudu Hanım, Âşık Ali Çatak’ın kendisiyle yaptığı bir görüşmede [1978]; âşıklığın kendisine nereden geldiği sorusuna: “Seyrânî’nin yanı sıra Seyrânî’nin kızlarının da âşık olduğunu, onların da birçok deyişi olduğunu, o soydan gelen herkesin âşık olduğunu” söylemiştir. #DuduKarabıyık #KadınAşıklar
- Cevheriye Banu Hanım
Cevheriye Bânu Hanım [1863 – 1916] : Çankırı’nın Çerkeş ilçesine bağlı Atkaracalar köyünde doğan Bânu Hanım, köyün hatırı sayılır ailelerinden birinde yetişmiştir. Ailesi çiftçilikle uğraşan Bânu Hanım’ın babası Gazi Mustafa Bey, annesi Fatma Hanım’dır. Çocukluğunda ve daha sonraki yıllarda da köyünün dışına neredeyse hiç çıkmamış olan Bânu Hanım köy mektebinde okumuştur. Evlerine başka köy ve kasabalardan birçok misafirin geldiği-kaldığı, sazlısözlü sohbetlerin edildiği buağırlamalardan oldukça hoşnut olan babası, aydın bir insandı ve Bânu Hanımı’da bu sohbetlerden alıkoymazdı. Bânu Hanım’da bu irfan ehli kişilerin hizmetinde bulunur, onların sohbetlerinden yararlanırdı. Çeşitli illerden gelen saz şairlerinin -en sık gelen ziyaretçileri ise Geredeli Saz Şairi Âşık Figâni idisohbetlerini büyük bir ilgiyle dinleyen Bânu Hanım, ilk şiir derslerini bu ortamlardan aldı ve bu misafir odası bir bakıma Bânu Hanım’ın yetiştiği okul oldu. Daima neşeli, sohbetlerin de oldukça girişken olan Bânu Hanım, 20 yaşındayken babası vefat etmiştir. Yaşamı boyunca hiç evlenmemiş, babasının sağlığında olduğu gibi onun ölümünden sonra da bu sazlı-sözlü sohbetleri devam ettirerek misafir odasını bir irfan ve edebiyat kulübü gibi yönetmiştir. Şiire merakı saz şairlerini dinlemekle başlayan Bânu Hanım, sonraları bağlı olduğu tarikatta da Ilgaz’ın Yerkuyu Köyü’nden [Kadiri] şeyh oğlu Mehmet Nuri Efendi’yi örnek almıştır. Mehmet Nuri Efendi’ye bağlılığını gösteren şiirlerinin yanı sıra Mehmet Nuri Efendi’nin de bu yazılanlara karşılık veren şiirleri mevcuttur. Çankırılı Bânu olarak da tanınan Cevheriye Bânu Hanım, mahlas olarak yalnızca Bânu adını kullanmıştır. 1916 yılında vefat etmiş, bir divan teşkil edecek derecede çok olan şiirlerini her nedense vefatından iki sene önce yakmıştır ve bugün elde pek az şiiri vardır. #cevriyebanuhanım #KadınAşıklar
- Cemile Bayraktar
Cemile Bayraktar [1862 (!?) – 1945]: Âşık Zikri’nin kızı olan Cemile Hanım, Kasap eşrafından Hüseyin Ağa ile Kastamonu-Mergüze’de evlenmiştir. 1924’de kocasını kaybeden Cemile Hanım, dönemin büyük bir yeteneğe sahip ve âşık tarzının her yönüne vakıf olan Âşık Yorgansız’ın [Hakkı Bayraktar] annesidir. Saz çalmayı bilen Cemile Hanım’ın güzel şiir söylediği ve torununun [Âşık Yorgansız’ın oğlu] ifadesine göre de lirik bir üslûba sahip olduğu bilinmektedir. #CemileBayraktar #KadınAşıklar
- Ayşe Çağlayan
Ayşe Çağlayan [1930 /1939 – 2007]: Şiirlerinde “Çağlayan”, “Ayşe” veya “Ayşe “Çağlayan mahlaslarını kullanan âşık, Adana’nın Kadirli ilçesi’ne bağlı Harkaçtı [Dikirli] Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Evli ve üç çocuk annesi olan Çağlayan, şiir söylemeye küçük yaşlarda başlamıştır. Âşığın, annesi Şerife Güngören ağıtlar, babası Ömer Hacı [Ekşi Ömer] çeşitli konularda şiirler söylemiştir. Evlendikten sonra eşine duyduğu aşkla da daha güzel şiirler yazdığını belirten Çağlayan, eşinin de [Muzaffer Çağlayan] karşılıklı şiir söyleme yeteneği sayesinde şiirlerini geliştirmiş ve çeşitli il / ilçelerde düzenlenen âşık sanatı etkinliklerine eşiyle birlikte katılmıştır. Kendisini yetiştiren kimsenin olmadığını yalnız Hazım Demirci’den atışma konusunda bilgi aldığını belirtmektedir. Âşıklığa yönelen 23–24 yaşlarında Fatih Kahraman adında bir çırağı vardır. Saz çalamamanın eksikliğini duyan Çağlayan Halk Eğitimin açmış olduğu kurslara giderek dersler almışsa da âşık meclislerinde saz çalmamaktadır. Birçok toplantı ve sempozyumlara katılma isteğine rağmen davet edilmeyen Çağlayan 1985 yılında Kadirli’de Âşıklar gecesi düzenlemiştir. 1981 yılına kadar olan 91 şiirini “Çağlayan Âşıklar” kitabında yayınlamıştır. #AyşeÇağlayan #KadınAşıklar
- Ayten Çınar (Gülçınar)
Ayten Çınar [Gülçınar] Adı Soyadı: Ayten Çınar Mahlası: Gülçınar [Gül Çınar] Doğum Yeri – Yılı: Sivas / Şarkışla / Akçakışla / Çanakçı Köyü – 1960 Etkilendiği Kişi/ Kişiler: Âşık Veysel’in kendisine adeta kılavuz olduğunu belirtmektedir. Şiirlerindeki Konular: Aşk konusunu oldukça sık işleyen Âşık, toplumsal sorunları da eserlerine taşımıştır. Eser Sayısı: ~450 şiir; ~50 müzikli eser. Sivas Şarkışla’da dünyaya gelen Nuriye ve Musa Çınar’ın kızı olan Ayten Çınar [Bkz. Şekil 4.7], bir yaşında iken babasının işi gereği Niğde’ye taşınmışlardır. 1973 yılında, ailece köylerine [Şarkışla] gezmeye gittiklerinde, Seyit Ahmet Gencer, Ayten Çınar ile evlenmek istemiş ve Ayten Hanım çocuk denilecek yaştayken [13], anne-babasının isteğiyle, kendisinden 25 yaş büyük olan köylüsü ile evlendirilmiştir. Köyüne gelin olarak gelen Ayten Hanım’ın evliliği 7 yıl sürmüş ve bu süre içerisinde iki çocuğu olmuş, ancak çocuklarından biri dört yaşında ölmüştür. 20 yaşında eşinden ayrılan Ayten Hanım, Niğde’ye dönerek bir işe girmiş; fakat, ayrıldığıeşi bu süre içerisinde pek rahat vermemiştir. Bu durumdan rahatsız olan Ayten Hanım, ailesinin de büyük rahatsızlık duymasıyla birlikte yine kendi köylüsü olan Hüseyin Bektürk ile ikinci evliliğini gerçekleştirmiştir. Bu evliliği de yedi yıl sürmüş ve bir çocuğu olmuştur. Babası Musa Çınar’ın yazdığı ve güzel sesiyle okuduğu şiirlerden oldukça etkilendiğini belirten Âşık, saz çalmayı çocuk yaşlarından beri istemesine rağmen ancak 20’li yaşlarda kursa giderek gerçekleştirmiştir; fakat, çalıştığı için yeterince zaman ayıramamıştır. O yıllarda bağlama ile amatör derecede ilgilenen komşusu, Osman Arslan’ın bağlama bilgileri, Ayten Hanım’a oldukça faydalı olmuş ve bu sayede 15 yaşlarında yazmaya başladığı şiirlerini besteler olmuştur. Sazı yakın çevresine zor da olsa kabul ettirdiğini belirten Ayten Hanım’a, Gülçınar mahlası bir meslektaşı ya da herhangi biri tarafından verilmemiş, bu ismi kullanmaya kendisi karar vermiştir. 1977 yılından beri mahlas kullanan Âşık, genel olarak, erkeklerin isimlerinin başına “Kul” sıfatını aldığını belirterek, kendisi de bir kadın olarak isminin başında “Gül” sıfatını kullanmak istediğini ifade etmiştir. 1984 yılında Ankara’ya yerleşen Gülçınar Hanım, saz dinleme hevesiyle gittiğiÂşıklar Kahvesi’nde, kitaplardan okuduğu, kasetlerden dinlediğiÂşıklık kültürünü yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Beş yıl boyunca gittiği bu kültür evlerinde epey çevre edinen Âşık Gülçınar, uzun bir aradan sonra kendi ürettiklerini paylaşma cesareti bularak gelenek içerisinde varolmaya başlamıştır. Zamanla ailesine de kendini ispatlayan Âşık, aldığı destekle bir kaset [Kan Kusturdun – Vicdansız] çıkarma fırsatı bulmuştur. Daha sonra yayınlamış olduğu şiir kitabıyla da daha fazla kişiye ulaşabilen Âşık, bu çalışmalarıyla faaliyet alanlarını genişletmiş ve birçok dernek tarafından etkinliklere davet edilir olmuştur. Gülçınar Hanım’ın eserlerinde, cesur olarak nitelendirebileceğimiz ifadeleri bulunmakta, söz konusu ifadeler özellikle taşlamalarında karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu eserlerin birçoğunda “oy, ay…” gibi nidalar yer alırken, Âşığın konuşur üslûbu, birçok eserinde dikkatimizi çekmektedir. Âşık Gülçınar, Ustası olmasa da “usta malı” tabir ettiği eserleri, kasetlerini dinlediği, Âşık Veysel, Mahzunî Şerif, Muhlis Akarsu’dan okumaktadır. İki çocuk annesi olan Âşık Gülçınar’ın, çocuk yaşta ve kendisinden 25 yaş büyük biriyle evlendirilmesinin yaşamını nasıl etkilediğini, nasıl zorluklar yaşayabileceğini tahmin edebiliriz. Bir de meslekî açıdan bakacak olursak, genç yaşta saz çalması yasaklanan evli bir çocuğun, pes etmeyerek bu gelenek içinde varolmaya çalışması yadsınamaz bir örnektir. Âşık iki evlilik yaşamıştır. Her iki evliliği de aile ve toplum baskısı ile gerçekleşmiştir. ilk evliliğini bitirdikten sonra evlenmeyi düşünmeyen Ayten Hanım’a ailesi ve çevresi dul bir kadın olduğunu vurgulayarak bu durumdan rahatsız olduklarını dile getirmişler ve Ayten Hanım’ın ikinci evliliğini gerçekleştirmesine neden oluşturmuşlardır. ilerleyen zamanlarda ikinci eşinden de maddi-manevi destek alamayışı ve geçmişten gelen başka sebeplerin de eklenmesiyle, bu evliliğine de son vermek durumunda kalmıştır. işçilik yaparak, çocuklarını tek başına büyüten Ayten Hanım, çocukları da kendi ayakları üzerinde durduktan sonra, çalmayı çok istediği bağlamaya, nihayet zaman ayırmış, çocukluk yıllarında köyünde gördüğüâşıklar gibi yazdığı şiirleri için ezgiler üretmeye başlamıştır. Âşıklık geleneğini tanımak-öğrenmek adına ilk zamanlar âşıkların bulunduğu birçok derneğe, etkinliklere izleyici olarak katılan Gülçınar Hanım, zamanla gördüklerini, duyduklarını sazına aktarmaya başlamış ve yazdığı şiirlerine eşlik eder olmuştur. Erkek meclislerinde çalıp-söylediği ilk zamanlar, birçok meslektaşı tarafından yadırganan Âşık Gülçınar; atışmalardaki başarılı icrâlarından sonra gelenek içinde özgüvenini kazandığını ve böylelikle de erkek meslektaşlarının birçoğuna kendisini kabul ettirdiğini belirtmiştir. Daha sonraki yıllarda, katıldığı yarışmalardan aldığı dereceler Ayten Hanım’ı daha da yüreklendirmiştir. Âşık Gülçınar, artık bütün bu yükümlülükleri aşmış sadece maddi olanaksızlıklarını aşmaya çalışan, büyük bir hırsa sahip kadın âşıklardandır. #AytenÇınar #Gülçınar #KadınAşıklar
- Arzu Yiğit (Arzu Bacı)
Adı Soyadı: Arzu Yiğit Mahlası: Arzu Bacı Doğum Yeri – Yılı: Adana / Feke / incirci – 1964 Etkilendiği Kişi / Kişiler: Hacı Karakılçık, Âşık imamî [Ahmet Bozdemir], Gül Ahmet [Ahmet Yiğit] Şiirlerindeki Konular: Güzelleme Eser Sayısı: ~750 şiir; ~150 müzikli eser. Adana’nın Feke ilçesine bağlı incirci Köyü’nde dünyaya gelen Hayriye ve Adülkadir Sarıboğa’nın kızı olan Arzu Yiğit [Bkz. Şekil 4.8], çocuk yaşta [12], Ali Yiğit ile evlendirilmiş ve iki çocuk sahibi olmuştur. Sarıboğa soyuna mensup olan Arzu Bacı, Karacaoğlan’ın torunlarından olduğunu ve aslının Varsak Türkleri’nden geldiğini belirtmektedir. İlkokula kadar okutulan Arzu Hanım, çok nüfuslu bir ailenin çocuğu olarak maddi imkânsızlıklar nedeniyle okuyamasa da evlendikten sonra, ortaokulu dışarıdan bitirmiştir. Çocuk yaşlarda şiir yazmaya başlayan, saz çalmak isteyen Arzu Hanım, bu ilgisinin yetiştiği çevreyle bağlantılı olduğunu belirtmiştir. Anneannesi, babaannesi ve annesi köylerinde sesleri güzel olan, ağıtlar yakan insanlar olarak tanınırlarmış. Böyle bir dönemde ve çevrede yetişmesinin eserlerine çok büyük katkısı olduğunu düşünmektedir. Arzu Bacı’nın saza olan hasretliği evlendikten sonra son bulmuştur. Eşi Ali Bey de saz çalma hevesiyle zamanında bir saz almış ama sonra ilgilenemediğinden bir yakınına emanet etmiş ve nihayetinde bir aile ziyaretinde bu saz Arzu Hanım’ın olmuştur [1985]. Saz çalmayı öğrenmek için kimseden yardım almamış ve çabalarının sonucunda eserlerini müziklendirip çalıp-söylemeye başlamıştır. Bir zaman sonra eserlerini kasetlere kaydetmeye başlayan Âşık, yakın çevresine de bu kasetleri hediye etmiş ve kasetlerden bir tanesi yakın köylüsü Âşık Hacı Karakılçık’a ulaşmıştır. Arzu Bacı’yı yetenekli bulan Karakılçık, birlikte etkinliklere katılmayı teklif etmiştir. Bu şekilde aktif bir sanat yaşamı başlayan Âşık, kendine yeni bir çevre edinme fırsatı bulmuştur. Bu süreçte eşinden büyük destek aldığını belirten Arzu Bacı, zamanla edinmiş olduğu çevre ve dostlarının –özellikle Âşık imamî– desteğiyle 1991 yılında ilk kasetini çıkarmıştır. Görüştüğümüz âşıklar arasında en çok kasete sahip olan Arzu Bacı’nın solo ve atışmalı olarak 19 kaseti bulunmaktadır. 1989 yılında Hacı Karakılçık tarafından “Arzu Bacı” mahlasını alan Âşık, şiirlerinde “Arzum” mahlasını da kullanmaktadır. Koşma, semai, dini müzik [ilahi] türünde eserler sunan Arzu Hanım’ın söz konusu eserlerinde ayrılık, tabiat, aşk konularını işlediği görülmektedir. Atışmalı örneklerde sunan Âşık, özellikle bu tür eserlerinde akıcı bir üslûp özelliği göstermektedir. Sözünü sakınmayan, cesur bir tavır sergilerken dilindeki sadelik samimi bir hava hissettirmektedir. Arzu Bacı çalmayı çok istediği sazını evlendikten sonra edinebilmiştir. Edindiği bu saz bir zamanlar eşine ait olan bağlamadır. Âşık artık kendi tabiriyle bağlamasına kavuşmuştur; ancak, zamanla, çalabileceği icrâ ortamı sıkıntısı yaşamaya başlamıştır. Çünkü ürettiklerini paylaşmak, duyurmak istemektedir; fakat çevresinin bir kadın icrâcıyı kabullenmesi kolay değildir, önce çocuklarını büyütmesi gerektiği sürekli vurgulanmaktadır. İlerleyen zamanlarda, bazı tanıdıklarının isteğiyle bir kayıt cihazında icrâsını kaydetmiştir. Daha sonraları kaydettiği kasetler, bu sanatla ilgili kişiler tarafından da dinlenilmiş ve beğenilmiştir. Arzu Bacı için bundan sonrası daha zor olmuştur. Kendisini kabul ettirebilmesi adına birçok çalışma yapması, etkinliklere katılması gerekmiştir. Bu dönemlerde hemcinslerinin ve karşı cinslerinin birçok yorumuna maruz kalsa da sanatını kabul ettirdikten sonra insanların kendisine olan algılarının değiştiğini belirtmiştir. Âşık, uzun süredir ara verdiği yoğun kaset çalışmalarına devam etme çabası içerisindedir. #ArzuBacı #ArzuYiğit #KadınAşıklar
- Satirik Şiirin Özellikleri
Edebiyatta şiirle bir kimseyi, bir düşünceyi, bir durumu açık ya da kapalı biçimde, iğneli bir dille yerme sanatına yergi denir. Her yergide bir uyarı olduğu için öğretici özellik de bulunur. Yergi şiirine Halk edebiyatında taşlama, Divan edebiyatında hiciv denir. Tarihin her döneminde her zaman yergi şiiri söylenmiştir ya da yazılmıştır. Eski Yunan’da Diogenes’in yergileri vardır. 18. yüzyılda Batı’da Voltaire iyi bir yergici idi. Türk edebiyatında, yergi denilince akla Nef’î gelir. Geçenlerde bir derin vadide Jean Frenon’u bir yılan ısırdı Ne oldu dersiniz sonra? Can veren yılan oldu. Voltaire Bana Tahir Efendi kelp demiş İltifat, bu sözde zâhirdir Mâliki mezhebim benim zirâ İtikatımca kelp tâhirdir Nef’î Han-ı Yağma’dan Yiyin, efendiler, yiyin, bu can katan masa sizin; Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Verir zavallı memleket, verir ne varsaimalını, Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini; Bütün gönül sevincini, olanca rahat hâlini; Hemen yutun, düşünmeyin haramını helâlini,.. Yiyin efendiler, yiyin, bu yerde bu İştihâ sizin; . Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın gider ayak! Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak. Bugün ki mideler diri, bugün ki çorbalar sıcak. Atıştırın, tıkıştırın kapış kapış, çanak çanak… Tevfik Fikret Satirik Şiirin Özellikleri #SatirikŞiir #SatirikŞiirinÖzellikleri
- Serbest Müstezatın Özellikleri
Müstezat’ın daha özgürce kullanılmış biçimdir. Sembolizmin yaygın olduğu bir dönemde Fransa’da ortaya çıkan bir şiir şeklidir. Servet-ı Fünun ve Fecr-ı Ati şairlerince kullanılmıştır. Uzun ve kısa dizeler düzenli veya düzensiz olarak sıralanabilir. Belirli bir kafiyeleniş görülmez. Serbest müstezatta nazım nesre yaklaştırılmıştır. Serbest müstezat Tevfik Fikret, Ahmet Haşim ve Cenap Şehabettin tarafından çok kullanılmıştır. ÖRNEK: ÖMR-İ MUHAYYEL Bir ömr-i muhayyel…Hani gülbünler içinde Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş; Bir ömr-i muhayyel…Hani göllerde,yeşil,boş Göllerde,o sâfiyet-i vecd-âver içinde Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel Bir ömr-i muhayyel! Yalnız ikimiz,bir de o:Ma’bûde-i şi’rim; Yalnız ikimiz,bir de onun zıll-ı cenâhı; Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim. Her sahn-ı hakîkatten uzak,herkese mechûl; Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde, Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul. Savtındaki eş’ar-ı pür-âhenk ile mâlî, Şİ’rimdeki elhan-ı muhabbetle nagam-saz, Ah istiyorum,göklere âmâde-i pervâz Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî… Bir ömr-i hayâlî…Hani gülbünler içinde Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş; Bir ömr-i hayâlî…Hani göllerde, yeşil, boş Göllerde,o sâfiyet-i vecd-âver içinde Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü hâlî Bir ömr-i hayâlî! Tevfik Fikret Serbest Müstezatın özellikleri
- Balad Nedir? Baladın Özellikleri Nelerdir?
14. yy.da doğmuş dans şarkısıdır. Gülünç ve acıklı olayları dile getiren şiirlerdir. Bir çeşit manzum masaldır. Üç uzun bir kısa bentten (sunu parçası) oluşur. Genellikle çapraz kafiye kullanılır. “abab” Edebiyatımızda fazla yaygın değildir. ÖRNEK: BALAD Yağmurlar dindiği zaman Geleceksin Ki kuraklık ölümdür; Işığım söndüğü zaman Güleceksin Ki karanlık ölümdür. Karanlığımda dişlerin Pırıldar ki Yine görüneceksin Kuraklığımda düşlerin Işıldar ki Yine arınacaksın Bekleyeceğim elbette Gelişini Yaşamak başka nedir; İsterse ta kıyamette İlle seni Ki bu aşk başka nedir. Ahmet Muhip Dranas Balad Nedir? Baladın Özellikleri Nelerdir?