Arama Sonuçları
Boş arama ile 692 sonuç bulundu
- Edebiyat Terimleri Sözlüğü – H
HÂBNAME Bir olay, bir kişiyle ilgili düşünceleri sanki rüyada görmüş gibi anlatarak yazılmış eserler. Hâbnameler nesir ya da nazım olabilir. Ziya Paşa ile Namık Kemal’in “Rüya” adlı eserleri bu türe örnektir. HÂCİB İki ya da daha fazla kafiyeli olan manzumelerdeki bazı sözcük ya da sözcükler. Sözcük anlamı perdeci, perde ağasıdır. Bu şekildeki kafiyelere mahcub adı verilir. Örneğin Âlem esir-I dest-I meşiyyet değil midir Âdem zebun-I penç-I kudret değil midir Avnî HÂFIZ-I KÜTÜB Kitapları koruyan kişi. Eskiden kütüphaneciler bu isimle adlandırılırdı. HANE Divan ve halk edebiyatında dörtlüklerden kurulu nazım türlerinin her bir dörtlüğü. HASASET Sözcük anlamı cimrilik. Ahlaka aykırı sayılan sözcükleri edebi eserlerde kullanmaya denir. Ters anlamlısı “asalet”tir. HAŞİYE Bir metnin altına ya da kenarına konuyla ilgili açıklayıcı bilgiler yazmak. Eskiden yeni kitaplar yazmak yerine mevcuk kitaplar bu notlarla zenginleştirilirdi. Haşiye yazmaya tahşiye , tahşiye yazan kişiye muhaşşi , haşiyeli eserlere de muhaşşa ismi verilir. HAŞV ya da HAŞİV Yazıda gereksiz söz bulunması. Eş anlamlı sözcüğü sık sık kullanmak, anlam için gerekli olmayan kelimeler bulundurmak, aynı fikri değişik kelimelerle tekrar etmek, aynı anlama gelen kelimeleri art arda söylemek, yazıya yabancı fikir ve hayal karıştırmak haşivdir. Eskiler seci, söz sanatları ve vezin için yazı veya şiire fazla söz katarlardı. Edebiyatımızda haşiv örnekleri çok fazladır. Ü (ve) edatıyla bağlanan eş anlamlı sözler sık sık kullanılmıştır. Örnek: Ahd ü peyman, bey ü füruhi, ceng ü harb, etraf ü cevanib, feth ü küşad, ferid ü yekta, ilm ü irfan, medh ü sitayiş, sehl ü asan, vak ü zaman… Şeyh Galib’in şu beyti haşvin açık bir örneğidir: Var mı hele söylenmedik söz Kalmış mı meğer denilmedik söz Haşv müfsid ve gayr-i müfsid olmak üzere ikiye ayrılır. 1. Haşv-i müfsid: Anlatımı bozan söz kalabalığı için kullanılır. Yazarın neyi nasıl anlatacağı hakkında kesin fikri olmazsa fikir anlaşılmaz hale gelir, maksat ifade edilmez. 2. 2. Haşv-i gayr-i müfsid: Fikri anlaşılmaz hâle sokmayan söz kalabalığı için kullanılır. Kabîh, malih ve mutavassıta olmak üzere üçe ayrılır. a. Haşv-i kabîh: İfadeye çirkinlik veren fazlalıklar. Söylenmiş bir fikrin eş anlamlı kelimelerle tekrarlanmasında kabîh haşiv görülür. b. Haşv-i melih: Söze güzellik ve kuvvet kazandırmak için söylenir. Gereksiz gibi görünen bu sözler ikinci derecede anlam ifade ederler. c. Haşv-i mutavassıta: İfadeye güzellik vermediği gibi çirkinlik de vermeyen fazla söze denir. Pek fark edilmeyen eş anlamlı kelimelerin tekrarıyla meydana gelir. Bir beytin iki mısrasının baş ve son parçaları arasında bulunan parçalara da haşiv denir. HATIRAT Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede gördüğü veya duyduğu olayları anlattığı yazılardır. Hatıratı, otobiyografiden ayıran özellik şudur: Otobiyografilerde yazar doğrudan kendi hayatını anlatır, duygu ve düşünceleri geniş yer tutar. Hatıratta ise, kendi hayatıyla birlikte dönemini ve çevresini anlatır. Bazen yazarın kendisini geriye çekerek sadece çevresini verdiği de görülür. HAYFA “Yazık, eyvah!” anlamlarına gelen bu kelime Arap harfleri ile bir kelime, noktalı, bir kelime noktasız düzenlenen yazıların adıdır. Tarih mısralarında keder ifadesi için kullanılır. HÂYÎDE Ağızdan ağıza dolaşmış, herkes tarafından kullanılmış, çok duyulmuş söz. Edebiyatta bu tür sözlerin kullanılması kusurlu sayılır. Örnek: Hâyîde edâya sanma kim el Bir kerre daha demişler evvel Şeyh Galib HAZF “Giderme, kaldırma” anlamına gelir. Bir ifadedeki kelimelerin bir veya bir kaçını ya da bazı cümleleri kaldırma suretiyle yapılan söz kısaltmasına denir. Kasdedilen anlamı tek bir kelime ile söylemeye de hazf ü takdir denir. Arap harfi Türçe metinlerde noktasız harflerle meydana getirilen söz için de bu tabir kullanılır. Bî-nukat , tecrid gibi sözcükler de aynı anlama gelir. HİCVİYE Kişilerin veya toplumun kötü yönlerini, kusurlarını, gülünç durumlarını alaylı bir dille ortaya koyan manzum yazılar. Medhiye’nin tersi kabul edilir. Yergi de denen hicviye halk edebiyatında taşlama adını alır. Hicviyelerde mübalağalı üslûp kullanılır. Hicvedilen kişi şahsiyetinin gerçek yönleriyle ilgisi olmayan yergi ve sövgülerle aşağılanır. HİKMET Doğadaki nesnelerin mahiyetini, asıllarını anlatan bilgi, ahlaki ve öğüt verici sözdür. Edebiyatta, dini-ahlaki konuları işleyen, nasihat eden, atasözleri ve öğütlerle süslü nazma denir. Bu tür şiirler hikemi şiirler diye bilinir. HİLYE Hz. Muhammed’in iç ve dış vasıflarını anlatan yazılar. Kelime, “Süs, ziynet, cevher, güzel yüz, güzellikler” anlamında. Hilyelerde Hz. Muhammed’in göz ve saç rengi, şekli, boyunun uzunluğu, konuşması, sesinin tonu, belli başlı tavrı, bedeni ve diğer maddi özellikleri tanımlanır. Mevlid ve mirâciyeler gibi İslamiyet’in gelişme döneminde ortaya çıktı. Osmanlı döneminde yaygınlaşarak orijinal eserler yazıldı. Hilye ismi de bu dönemde verildi. HİTABET Söz söyleme sanatı. Bir topluluğa bir fikri, bir davayı aşılamak, bilgi vermek için yapılan konuşma. HÜSN-İ TA’LİL Anlamla ilgili edebi sanat. Divan edebiyatında bir olayın meydana gelişini hayali ve güzel bir nedene bağlama yoluyla yapılır. Bu nedenin gerçekle ilgili olmaması ve kesin bir etkeninin bulunması gerekir. Hüsn-i tevcih diye de anlandırılır. Eğer neden, güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle olasılıklara dayandırılırsa şibh-i hüsn-i ta’lil (yani yarım hüsn-i ta’lil) yapılmış olur. Örnek: Aceb bi bağ kenârında dursa lâle hacil Ki lâlezâr-ı cemâlinde hûr u zârındır Ahmet Paşa (Lale bağ kenarında utungaç dursa şaşılır mı? Çünkü o lale bahçesine benzeyen yüzünün güzelliği yanında senin bir düşkünündür. Yani şair, sevgiliye, “senin yanakların o kadar kırmızı ki, lale bile onun yanında utanır kızarır” diyor. Lalenin kırmızılığı güzel bir nedene bağlanıyor.) Edebiyat Terimleri Sözlüğü – H
- Edebiyat Terimleri Sözlüğü – G
GALAT Yanlış anlamına gelir. Bir kelimenin ilk veya kitapta yazılmış şeklinden başka söylenmesi. Çokluk şekli galâtat’tır. Yanlış olduğu bilindiği halde kullanılmasında sakınca görülmeyen kelime veya kelime grubuna galat-ı meşhur adı verilir. Örnek: Aslında çokluk olan evlat, eşkıya, evrak kelimelerinin evlatlar, eşkıyalar, evraklar şeklinde tekrar çokluk yapılarak kullanılması gibi. “Galat-ı meşhur, lügât-ı fasîhten evlâdır” sözüyle yanlış kullanılan yerleşmiş kelimelerin tercih edilebileceği belirtilir. Genellikle latife, alay isteği ile bir kelimeyi şekil, üslûp ve anlam bakımından dildeki kullanışına aykırı kullanmaya galat-ı tahakkumi veya kıyasa muhalefet denir. GARABET Dilden düşmüş veya çok az kullanılıp henüz ayılmamış kelimelerin kullanılmasıyla meydana gelen fesahat bozukluğu. Böyle kelimeler için garib, vehşî isimlerinin kullanıldığı görülür. Bu durum eski edebiyatta çok ortaya çıkardı. Şair ve yazarlar ya ustalık göstermek için ya da seci, kafiye zorlamalarından dolayı Arapça ve Farsça’dan işitilmedik kelimeler alarak kullanmışlardır. Söylendikleri zaman uygun olan, ancak bugün terkedilmiş sözler garib-i hüsn , hiçbir devirde benimsenmemiş sözler de garib-i kubh diye adlandırılır. Bir mecburiyet karşısında kullanılan garip kelimelere muvafık , zorunluluk olmadan kullanılanlara ise muhalif denir. GEÇİŞ İki parafraf arasında bir düşünceden diğerine geçilirken bu fikirlerin bağlanması. Paragraflar arasındaki geçişin azlığı veya çokluğu yazının açık, doğal oluşuna göre değişir. Bağlanma açıksa geçişe gerek kalmaz. Geçişlerin kısa olmasına dikkat edilir. Geçiş için, fakat, bundan dolayı, kaldı ki gibi edatlar yeterli görülebilir. GEZMECE Aşıkların yolculukta uğradıkları yerleri anlatan methiyeli veya taşlamalı deyişler. Gezmeceler onbirli destan veya sekizli kesik (semai) biçiminde söylenir. Gezilen yerler sırayla anlatılırsa, deyiş, sıra gezmece veya sıralı gezmece adını alır. Kerem’in (Aslı’nın âşığı) Pasin, Erzurum köyleri için söylediği deyişler bilinen en eski gezmecelerdir. GİRİZGÂH Kasidelerin nesip bölümünden sonra medhiye bölümüne geçerken söylenen beyit veya beyitler. Aslı girizgâhdır ve kaçış yeri anlamına gelir. Kasideler çokluk bir tasvirle başlar. Ardından girizgahla asıl amaca geçilir. Şair esprili bir sözle övgüye başladığını belirtir. GNOMİK Anlamlı sözleri nazımla anlatan manzum türü. GRAMER Bir dili meydana getiren ses, sözcük yapılışı, sözcük haznesi, anlam değişmeleri, cümle kuruluşu gibi unsurları inceleyip kurallara bağlayan dil bilgisi. Yunanca gramma kökünden geliyor. GÜLDESTE Seçme manzum ya da nesir yazılarının toplandığı dergi. Antoloji de denebilir. GÜNLÜK Bir kişinin düşüncelerini, duygu ve gözlemlerini günü gününe yazdığı ve o günün tarihini koyduğu yazılar. Ruzname olarak da bilinir. Günlük bir tür anıdır. Ancak günlük günü gününe yazılır, anı ise olayların yaşanmasından sonra kaleme alınır. Edebiyat Terimleri Sözlüğü – G
- Edebiyat Terimleri Sözlüğü – F
FABL Hayvanlar, bitkiler ve cansız nesneler arasında geçtiği hayal edilen öğretici masallar. Teşhis ve intak sanatı üzerine kurulur. Olaydaki kişilere insan karakteri ve davranışı verilir. Asıl masallardan kısadır. FALNAME Fal ile ilgili kitap. Falın her bir çeşidine göre düzenlenen eserler. Yıldızname, tefe’ülname, hurşîdname, ihtilacname, kıyafetname, kehanetname adlarıyla da bilinirler. Falnameler çokluk manzum yazılırlar. Nesir halinde yazılanlarına genellikle yıldızname denir. Falnameler Kur’ân falı, kur’â falı gibi dallara da ayrılırlar. Kur’a taşları veya bir kağıt üzerine çizilmiş noktalar ve noktaların meydana getirdiği şekilleri konu edinen kur’a falları daha çok Hz. Ali’ye nispet edilir. Edebiyatımızda Cem Sultan’ın Divan’ında yer alan Faly-ı Reyhan-ı Sultan Cem adlı kur’a falı meşhurdur. FASIL Ayırma, bölme. Bir kitabın bölümlerinin her biri. Mevsim mânâsına da gelir. Fasl-ı zayf (yaz mevsimi), fasl-ı şitâ (kış mevsimi), fasl-ı hazan (sonbahar mevsimi). Tiyatro oyunlarında perde anlamında kullanılır. Türk sanat musikisinde bir defada çalınan aynı makamdan parçaların tamamına denir. FASİH Dilin bütün kaidelerine uyularak doğru, güzel ve açık şekilde konuşup yazılması, ifadenin anlam ve âhenk bakımından kusursuz olması. FESÂD-I TELİF Söz veya yazıda anlamın anlaşılmayacak kadar karışık olması. FESAHAT Sözün ses ve anlam kusurlarından kurtarılması yolları. İfadenin kusurlardan uzak bulunması hali fasîh’tir. Sözün söylenişi ve işitilişi tatlı olmalı, anlaşılmasında güçlük çekilmemelidir. Divan edebiyatında fesahat, kelimede fesahat, kelâmda fesahat diye ikiye ayrılır: 1. Kelimede fesahat : Aynı veya yakın mahreçten çıkan harflerin bir kelimede toplanmamasına (tenâfür-I hurûf), (er kalkılınca); kelimeleri meydana getiren harflerin kaynaşmasında telaffuz zorluğu olmamasına (mütenâfir) (ör. tartırttı); anlamı herkes tarafından bilinmeyen kelimelere yer vermemeye (garâbet), kelimeyi vezne uydurmak için şeklini değiştirmemeye, çok anlamlı bir kelimeyi meşhur olmayan anlâmında kullanmamaya gramer hatası yapmamaya (kıyasa muhalefet) dikkat edilir. 2. Kelâmda fesahat : Telaffuzu güçleştiren kelimelerin yan yana getirilmemesi (tenafur-I kelimât). (Örneğin: Şu köşe yaz köşesi şu köşe kış köşesi), zincirleme tamlama (tetâbu-I izâfât) yapmamaya (Örneğin: Ali’nin ceketinin cebinin içi); Cümle kuruluşunun sağlam olmasına, önce söylenecek sözü sona, sonra söylenecek sözü öne almamaya, sözün düğümlenmemesine dikkat edilir. FİKSİYON Bir sanat eserinde uydurularak bulunmuş şey. Günümüzde, roman, kısa hikaye gibi nesir halindeki edebi eserler kastedilir. Romanla eş anlamlı kullanıldığı da görülür. Açık bir şekilde bir olaya bağlı bulunmasından dolayı edebi şekiller içindeki birçok şahıs hakkında kullanılmasına imkan verir. FİKTİF İtibari, gerçek olmayan, var sayılan demektir. Roman, hikaye, masal, halk hikayesi, destan gibi edebi eserler için kullanılır. Yazar, dış dünyaya zihninde bir şekil verir ve bunu eserine aktarır. Bu tür eserler, tasvir esasına dayandığı için olaylar ve kahramanlar fiktiftir. FRAGMATİZM Parçacık diye adlandırılabileceğimiz bir edebiyat akımıdır. İlk defa XX. Yüzyılın başlarından İtalyan yazarı A. Soffici’nin başlattığı bu akımda, gerçekten alınmış kısa kısa parçalar, küçük tablolar ve hayattan görüntüler (enstanteneler) en belirgin özelliği oluşturur. FUAYE Tiyatro salonlarında, perde arasında oyuncuların ve seyircilerin dinlenmesi için ayrılan yer. Edebiyat Terimleri Sözlüğü – F
- Edebiyat Terimleri Sözlüğü – E
EDA Söz ve yazıdaki ifade şekli, uslup tarzı, anlatış yolu. Belagatçılar bunun hakikat, mecaz, kinaye olmak üzere üç türlü olduğunu söylerler. EDEB-İ KELÂM Acı, hoş olmayan, ayıp, çirkin, kaba veya uğursuz sayılan şeyleri kendi adlarını söylemeden başka sözle ifade etmek. Buna asâlet ve mümtaziyet adları da verilir. Edeb-i Kelâm, bir düşünceyi, bir olayı incelik, asâlet ve nezaketle ifade etmek için anlam, kendine ait olmayan kelimeyle karşılanır. Genellikle şu üç durumda bu yola başvurulur: 1. Sözü kabalıktan kurtarmak için. Ölen birisi hakkında “ölüm” yerine “Rahmet-i Ralman’a kavuştu”, “sizlere ömür”, işi elinden alındığını bildirmek üzere “Affedildiniz” denmesi gibi. 2. Ta’zim veya ifadeyi süslemek için. Şeyh Galib’in aşağıdaki iki beyitten ilki ta’zim, ikincisi tezyine (süslemeye) örnektir: Bir şeb ki Sarâ-yı Ümmehânî Olmuşdu o mâhın âsumânî Giydikleri âftâb-ı temmûz İçtikleri şûle-i cihan-sûz 3. İfadeyi fesahat yönünden bozacak ses, kelime ve terkiplerin tekrarından kaçınmak için. EDİSYON KRİTİK Eleştirel basım. Farklı nüshaları bulunan yazma veya matbu eserlerin aralarındaki ayrılıklar tespit edilerek aslına en uygun şekilde yayınlanır. Farklar dip notlar halinde gösterildiği gibi açıklayıcı bilgiler de verilebilir. EFSANE Tabiatüstü özellikler gösteren kişilerin hayatlarının ve olayların anlatıldığı hikayeler. Efsane halkın hayalgücüyle yarattığı “ideal insan tipi”ni verir ve nesilden nesile anlatılır. Efsane ile masallar arasında uygunluk vardır. İki türde de olağanüstü olaylar işlenir. Yalnız efsane daha inandırıcıdır. Bu yönüyle hikaye ve destana yaklaşır. Efsaneler şöyle ayrılır: 1. Yaradılış efsanesi (Dünyanın yaradılışı, tabiat varlıklarının meydana gelişi, kıyamet günleri.) 2. Tarihi efsaneler. 3. Olağanüstü kişiler, varlıklar ve güçleri konu alan efsaneler. 4. Dini efsaneler. Türk efsanelerinde kahramanlık, fedakarlık, cesaret, ahlaki davranışlar, sosyal düzene bağlılık, Ahlah’ın kudretine iman, doğruluk, cömertlik, samimiyet gibi konular yer alır. Genç Osman, Boş Beşik, Çakıcı EFe, Çoban Çeşmesi, Gelin Kaya, Cennet Dağı, Kan Kuyusu, Yusufçuk Kuşu gibi efsaneler halk arasında söylenegelmektedir. EGLOG Çoban şiiri. Birkaç çobanın aşk, kır hayatının güzellikleri üzerine karşılıklı konuşmaları bçiminde yazılır. Latin edebiyatında gelişen bu şiir türü genellikle Batı edebiyatında görülür. Bir olaya dayandığı ve karşılıklı kişileri konu aldığı için küçük bir piyesi andırır. Eglog, Türk edebiyatında kullanılmayan bir türdür. EKLEKTİZM Felsefede uyuşabilir tezleri toplayıp uyuşamayanlarını bir yana bırakma eğilimini, edebiyatta ise birbirine aykırı çeşitleri bağdaştıran geniş sınırlı zevki ifade eder. ELFİYE Binlik karşılığıdır. Bin mısradan meydana gelen manzum eserler için kullanılır. Elfiyeler edebiyatla ilgili olduğu gibi, hadis, fıkıh, feraiz, nahiv ilimleriyle de ilgili olabilir. ELGAZ Bilmece anlamına gelen lügaz kelimesinin çoğulu. ELİFNÂME Genellikle mısra başlarındaki kelimelerin ilkharflerinin alt alta elif’den ye’ye kadar alfabetik tarzda devam etmesi ile meydana gelen şiir. Divan ve halk edebiyatımızın ortak mahsulleri arasında yer alırlar. Dini-tasavvufi ve din dışı konularda örneklerine rastlanır. EMOSYANALİZM Sanat ve edebiyat eserlerinde duyguya önem veren estetik anlayış. EMPRESYONİZM Nesneyi doğrudan doğruya tasvir ve analiz etme yerine, onun uyandırdığı duyguları anlatma yolu. XIX yüzyılın sonlarında Fransa’da doğdu. Önce resimde, sonra diğer sanatlarda tesiri görüldü. Empresyonistler dış dünyanın kendi içlerinde bıraktığı izlenimi dile getirirler. Bu âlem, sanatçıya sadece heyecan ve duygusal dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Önemli olan sanatçının kendi algılamaları ve bunları anlatma yöntemidir. Edebiyatın bir amaca hizmet edemeyeceğini savunur. Empresyonist edebiyatçılar şiir, kısa hikaye, tek perdelik manzum piyes gibi kısa çalışmaları tercih etmişlerdir. ENTİMİZM İçtencilik. İnsan ruhunun mahrem ve gizli sırlarını içtenlikle anlatma eğilimi. Bu sanat anlayışına sahip edebiyatçılara entimist denir. ENTONASYON Cümlede heceler, kelimeler ve daha büyük anlamlı gruplar üzerindeki seslerin alçalıp yükselmesi. Konuşmacının anlatmak istediği anlama yardımcı olur. Dinleyicileri duygulandıran, heyecanlandıran, coşturan özellikler taşır. Cümlenin yapısına göre değişiklikler gösterir. Bazen cümlelerin anlamını da belirler. EPİFONEM Bir sözlü ya da yazılı eserde anlatılanların hikmetli bir sözle son bulması. EPİGRAF Bir yapının özelliklerini belirten ve genellikle bir plaka üzerine binanın ön yüzüne iliştirilen yazıya (kitabe) bir kitabın, bir kitabı meydana getiren bölümlerin başına konan, o kitapta veya bölümdeki yazılanları özetler mahiyette sözler, şiir parçaları, atasözleri, vecizeler. EPİGRAM Eski Yunan’da mezar taşlarına yazılan kısa ve epik nazım şekli. Romalılar’da çok kısa hiciv manzumesi. EPİZOT Hikaye, roman veya şiirde ana konuya bağlı ikinci derecede olay; müzikte temaları birbirinden ayıran serbest yazılmış bölümler; tiyatroda bir aksiyona (harekete) katılmış ikinci derecede bir aksiyon; Yunan trajedisinin unsurlarını meydana getiren diyaloglu bölümlerin her biri. Bu bölümler modern tiyatroda perde adıyla bilinir. EPOPE Kahramanlık konusunu işleyen uzun şiirler. Kelimenin aslı “konuşma, nutuk, sohbet” anlamına gelen Yunanca epospoien’e dayanır. ESREM Aruzdaki fe’ülün cüzünden fe ve n’yi kaldırıp ûlu yerine getiren fa’lü cüzü. EŞHAS Şahıs kelimesinin çokluğu. Eskiden tiyatro eserlerinde ve romanlarındaki kahramanlara veya kadroya bu ad verilirdi. EŞTER Aruzdaki mefa’ilün cüzünden m ve y harflerinin kaldırılıp yerine getirilen fâ’ilün cüzü. Edebiyat Terimleri Sözlüğü – E
- Edebiyat Terimleri Sözlüğü – D
DANDİZM Yapmacık üslup. Bu üslup sanatçıların taklit edilmemek amacıyla kullandıkları üsluptur. DARAYAK Âşık edebiyatında kafiye olma olasılığı düşük sözcükler. Âşıkın karşılaşma ya da atışma sırasında en azından dört ayak kafiye bulması gerekir. Diğer âşık da aynı ayakta dört sözcük söylemek zorundadır. Darayak bu durumda işe yarar. Darkapı olarak da adlandırılır. DARB-I MESEL Meydana gelen bir durumu, olayı bir örnekle anlatmakta kullanılan kalıplaşmış, anlamlı sözler. Durûb-ı emsâl diye de bilinir. DEKANLIK Edebiyatı soysuzlaştırdıkları öne sürülen sanatçı ya da akımlara verilen isim. Örneğin Ahmet Mithat Efendi, Edebiyat-ı Cedide şairlerini gülünç göstermek için onlara dekanlar demiştir. DELÂLET Söz ile anlam arasındaki bağlantı. Bir sözcüğün okunduğu ya da söylendiği zaman beyinde canlandırdığı anlam. İki başlıkta incelenir: Sözle alakalı olmayan delâlet (gayr-i lafzi delâlet): Bu da ikiye ayrılır: Delâlet-i vaz’iyye: Sözcükle anlamı arasında sözle ilgili olmayan çağrışıma dayalı bir bağlantı vardır. Şemsiyenin yağmuru anımsatması gibi. Delâlet-i akliye: Parçanın bütünü, eserin yayıncısını, kainatın Allah’ı anımsatması gibi. Sözle alakalı delâlet (Lafz-ı delâlet): Bu da üçe ayrılır: Delâlet-i mutabıkiye(Uygunluk): Sözün, ifade ettiği şeyin bütününü ifade etmesi. Örneğin ev denince bütün odalarının akla gelmesi gibi. Delâlet-i tazammuniye: Sözün ifade ettiği şeyin bir bölümünü ifade etmesi. Musluktan çeşme, evden oda gibi. Delâlet-i iltizamiye: Sözün kendi anlamı için gerekli olan bir başka anlamda kullanılması. Eli açık, gönlü geniş, ağzı sıkı gibi. DEVR ya da DEVİR Tasavvufa göre, yaratılış (madde) ve sona eriş (mead) arasındaki safhaları anlatan sistem. Tasavvufçular bu sistemi bir daireye benzettiği için bu ismi aldı. DEVRİYE Tasavvuf edebiyatında devr konusunu işleyen şiirler. DEYİM Çoklukla gerçek anlamlarının dışında bir anlam taşıyan kalıplaşmış sözler. En az iki sözcükle kurulur. Kısa ve özlü anlatım aracıdır. Teşbih, istiare, mecaz ve kinaye unsurlarıyla bir olayı tanımlar ya da ifade eder. “Ağır başlı”, “Dostlar alışverişte görsün” gibi. DEYİŞ Türk halk edebiyatında hece vezniyle söylenen şiirler. Türkü, destan, koçaklama, güzelleme, taşlama, nefes, koşma, tekerleme türlerinin hepsine deyiş adı verilir. “Deme” sözcüğü de kullanılır. DEYİŞME Halk edebiyatında âşıkların karşılıklı şiir söylemesi. Atışma da denir. En az iki âşık kendi kendilerine ya da bilirkişiler ve dinleyiciler karşısında belli kurallar çerçevesinde şiir yarışı yaparlar. Birbirlerini denerler, ustalıklarıyla öne çıkmaya çalışırlar. Deyişme şu sırayla yapılır: Merhabalaşma, giriş bölümüdür. Âşıklar, birbirlerini ve dinleyicileri “Hoşgeldiniz”, “Sefa geldiniz”, “Merhaba” gibi sözcüklerle rediflerine bağlanan kafiyelerle dörtlükler kurarak selamlar. İkinci bölümde âşıklar kendi ustalarının şiirlerinden örnekler söyler. Tekerleme bölümü denilen üçüncü bölüm asıl deyişme bölümüdür. Ev sahibi ya da yaşlı bir kişi düz ya da geniş ayakla deyişmeyi açar. Âşıklar konu ve bend sınırlaması olmaksızın verilen oyun üzerinden deyişmeye başlar. Âşıklar asıl ustalıklarını ve sanatçılıklarını burada göstermeye çalışır. İlk ayak bitince diğer âşık yeni bir ayak açar. Deyişme sürdükçe ayaklar darayak halini alır. Deyişme karşılıklı soru-yanıt şekline döner. Âşıklar böylece birbirlerinin bilgi ve sanatlarını ölçer. Bir şekilde karşısındakini söz söylemez haline getiren âşık deyişmeyi kazanır. Söz söyleyememe durumuna “lebdeğmez” denir. Deyişmenin sonunda da âşıklar birbirlerini rahatlatmak, gönül almak için karşılıklı koşmalar söyler. Birbirlerini överek hoşgörü örneğiyle deyişmeyi bitirirler. Örneğin âşık Şenlik ile âşık Feryadî’nin deyişmesi: Şenlik: Şöhretin vezir payında Rütbesiyle şana layık Oturuşun o duruşun Hem sultana hana layık Feryadî: Sefa geldin gözüm üzre Olsam mihmana layık Şeyhülislam, sadrazam Doğru Al’Osman’a layık Şenlik: Seninle oldum taaşşuk Gözlerime geldi ışık Duymadım sen kime aşık Dillerin Kur’an’a layık Feryadî: Bu düşkün gönlüm açarsın Selim Sırat’ı geçersin Kevser ırmaktan içersin Olasan cihana layık Şenlik: Kul şenliği eder hürmet Rikabın kıldım ziyaret Sana nasip olsun cennet Huriye gılmana layık Feryadî: Sefil Feryadî göresen Meram maksûda eresen Sancak altında durusan Habîb-i Rahman’a layık DİBÂCE Çoklukla mensur, bazen de mazmun eserlerin başında yer alan ve eserin yazılış nedeni ile içeriğini açıklayan başlangıç kısmı. Önsöz, mukaddime, medhal, sözbaşı, başlarken, birkaç söz gibi sözcükler de dibâce karşılığıdır. DİPNOT Yazarın yararlandığı kaynakları ve alıntıları metnin geçtiği yerlerde belirtmesi. DİYALOG İki kişinin karşılıklı konuşmasını tanımlayan Yunanca sözcük. Roman, hikaye, tiyatro gibi türlerde kahramanların karşılıklı konuşmalarının olduğu gibi yazılmasını ifade eder. En çok dram türünde görülür ve üsluba canlılık katar. Devrik cümleler kullanmaya elverişlidir. Örneğin Eflatun’un diyalogları ünlüdür. DÖRTLEME Halk edebiyatımızda dört dizelik kıtalardan meydana gelen nazım şekillerinin genel adı. DÖŞEME Türk halk hikayelerinin başında geçen seçili sözler. Ayaklı saya da denir. Arapça mukkaddime ve medhal, Farsça dibâce’nin karşılığıdır. Döşeme başlama adlı girişle başlar. Sonra duruma göre yalan veya tanrı, yaratılış üzerine bir destan, bir yurt veya savaş destanı söylenir. Ardından asıl esere ya da anlatıma geçilir. DRAMATİK Sahnede canlandırılmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı. DURAK Hece vezniyle yazılmış şiirlerde dizelerin belli bölümlere ayrıldığı yerler. Durakta sözcükler bölünmez, kulağa uyumlu gelen söz öbekleri oluşturulur. DÜBEYT İki beyit anlamındadır. Divan edebiyatındaki rubai türünü belirtmek için kullanılır. Edebiyat Terimleri Sözlüğü – D
- Edebiyat Terimleri Sözlüğü – C-Ç
CEM’İYYET Birbirine uygun veya birbirine karşıt anlamlı sözcükleri bir arada bulundurma. Böyle sözlere cem’iyyetli adı verilir. CEVAZ-Î EDEBÎ Sözcüğü vezne uydurmak amacıyla bazı değişikliklerle kullanılması, hecelerin, seslerin ucun ya da kısa okunması şeklinde yapılan yanlışları hoş karşılama. Şiirde böyle kullanışlar “kusur” kabul edilir. CEZÂLET Söyleyişleri kulağa sert gelen sözcükleri tanımlar. Uyumu konuya göre ayarlayan önemli bir anlatım şekli. Örneğin, sanatçı şiddet, büyüklük, vakar, ölüm, korku, savaş gibi konuları anlatırken ya da işlerken, sözcükleri de anlattığı konuya uygun düşecek kalın sesliler arasından seçer. Savaşı anlatırken çekâçâk, gülbank gibi sözcüklerin kullanılması gibi. Bu tür kalın seslilere elfâz-ı cezele, taşıdıkları niteliğe de cezâlet denir. Örneğin: Saflar düzüp hücum hücum edilecek hayl-i düşmene Dehşet âsimân u zemîn pür-figân olur Evc-i havâda çekâçâk ı tigden Âvaz-ı ra’d u sâika reh-gümkünân olur Nef’i CÖNK Halk edebiyatı ürünlerinin yazıldığı defterler. Bir tür antoloji sayılırlar ve yazarlarının kim olduğu çoğu zaman bilinmez. ÇAPRAZ KAFİYE Dörder mısralı bendlerle kurulan nazım şekli. Her dörtlüğün tek sayılı dizeleri ile çift sayılı dizeleri kendi aralarında kafiyelidir. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Her tür konuya uygun olduğu için çok kullanılır. Çaprazlama da denir. Örneğin: Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış Eski Şîrâz-ı hayâl ettiren âhengiyle Yahya Kemal Beyatlı (Rindlerin Ölümü) Edebiyat Terimleri Sözlüğü – C-Ç
- Edebiyat Terimleri Sözlüğü – B
BAB Bir edebi eserin düzenlenmesinde, konuların ele alınıp işlenmesine göre ayrıldığı bölümlerden en geniş olanı. BÂDE Üzüm şarabı. Ama tasavvuf edebiyatında aşk anlamındadır. BAHR-I TAVÎL Vezinli, kafiyeli uzun nesir cümlelerden kurulan Divan edebiyatı nazım türü. Fe’ilatün, mefa’ilün, müstef’ilün gibi cüzler arka arkaya tekrarlanır. Türk edebiyatında çok az kullanılmıştır. BALAD Üç uzun bir kısa bendden oluşan Batı edebiyatı nazım türü. Uzun bendlerin dize sayısı 6-10 arasında değişir. Kısa bend ise 4-5 dizedir. Bu bend tanrıya, krala, prense ithaf bendidir. Her bendin sonundaki mısra bir tür nakarattır. Masal ve hikaye niteliğindeki bendleri ele alıp işleyen, kısa ve hikayesi olan şiirlerdir. BASİTNAME Divan edebiyatında yalın Türkçe ile yazılmış gazeller. Bunlara Türkî-i basit gazel de denir. Basitnamelerde Arapça ve Farsça sözcüklerle tamlamalar çok azdır. Örneğin: Düşdi bu gönlüm sana hey sevdüğüm N’ola yakışsan bana hey sevdüğüm Çün seve geldi seve gider seni Bu gönül önden sona hey sevdüğüm Ayruluk derdi bana bir bun durur Kim döyer imdi buna hey sevdüğüm Turmadım uçmak diler gönlüm kuşı Yüce köşkünden yana hey sevdüğüm Yüzüni gözler güzel bu uyüzden ay Giceler kalur tana hey sevdüğüm Ağzını öpmek ana ol kim senün Söğme yok yire ana hey sevdüğüm Cânı dahi bir kez ana hey sevdüğüm Edirneli Nazmi BEDÎ Sözü, kulağa hoş gelecek ve ruha heyecan verecek şekilde güzelleştirme yollarını gösteren bilim. İlm-i bedî de denir. Bu isim altında toplanan sanatlar iki gruba ayrılır: Sözle ilgili sanatlar (Sanayi-i lafziye): Cinas, iştikak, seci, kalp, tedvir, aks, teddil, tasri, tarsi gibi. Anlamla ilgili sanatlar (Sanayi-i mâneviye): İlhan, tevriye, tenasüp, mübalağa, leff ü neşr, tensik, mügalata-i mâneviye, tecahül-i ârif, hüsn-i ta’lil, tezat, istifham, rücu, tekrir, telmin, insal-i mesel, istidrak, tevcih, iktibas gibi. BELÂGAT Düzgün ve yerinde söz söyleme sanatı. Sözün düzgün, açık, anlaşılır, güzel olmasını, söyleme nedeniyle, söylenene göre düzenlenmesini öğreten bir bilimdir. BERÂAT-I İSTİHSAL Sözün başında eserde anlatılanları belirten sözcük ya da söyleyişler. Berâat üstün gelmek,istihsal yeni ayın görünmesi, yağmurun yağması, çocuğun doğarken çığlık atması anlamlarına gelir. Bu edebi sanata hüsn-i ibtida adı da verilir. Amaca iki yolla ulaşılır. Bir ilişki kurularak ya da ilişki kurulmadan. İlişki kurulmasına tahallüs, kurulmamasına iktidab denir. Sinan Paşa’nın Tazarru’namesi, Fuzuli’nin Hüsn’ü Aşk’ı, Cevdet Paşa’nın Belagat-ı Osmanniye adlı eserlerinde bu sanatın güzel örnekleri vardır. BERCESTE Öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya da beyit. Dize için daha çok mısra-ı berceste, beyit için de beyt-i berceste tanımlamaları kullanılır. Genel anlamda bir şiirdeki en güzel dize ya da beyit de denebilir. Bazı berceste örnekleri: Uyduk dil-i divâneye dil uydu hevâya Ruhi Su uyur düşmen uyur hasta-i hicrân uyumaz Şeyh Gâlib Çeşmini gördüm unutdum derdi de dermânı da Şeyh Gâlib Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi Muhibbî (Kanuni) Şîrler pençe-i kahrımda olurker lerzân Beni bir gözleri âhûya zebun etdi felek II. Selim BERDAR Asılmış, darağacına çekilmiş. Divan ve tasavvuf edebiyatında sevgilinin saçlarına vurulan “âşık”ı tanımlamak için kullanılır. Örneğin: Ayağı yire mi basar zülfine ber-dâr olanun Zevk ü şevk ile virür cân ü seri döne döne Necati Dâr olam gerdâr olam ber-dâr olam mansûr olam Yunus Emre BEZM Sohbet, muhabbet, içki meclisi. Daha çok divan edebiyatında kullanılır. Tamlamalar halindedir. Örneğin bezm-i nûşânûş durmadan içilen meclis demektir. Bezm-i vüslatkavuşma meclisidir. Bezm-i muhabbet aşk meclisidir. Bezm-i mey içki meclisidir. Tasavvuf edebiyatında bezm-i elest şekli kullanılır. Başlangıcı olmayan zaman demektir. BİLADİYE Beldeleri konu edinen edebi eserler. Sanatçılar gördükleri, gezdikleri, sevdikleri ya da görmek istedikleri beldeleri nazım ya da nesir şeklinde anlatır. Divan edebiyatında Ferdi, Derviş Ömer Efendi gibi şairlerin biladiyeleri vardır. BOZLAK Halk edebiyatımızda bir ezgi türü. Konusunu aşiret kavgalarından, kan davalarından, aşk maceralarından alır. Çoklukla Güney ve Orta Anadolu bölgelerinde söylenir. Afşar bozlağı, Urum bozlağı gibi türleri vardır. Edebiyat Terimleri Sözlüğü – B
- Çocuk ve Kitap İlişkisi
Maksim Gorki “Her kitap beni kalabalıktan, düzeysizlikten insanlığa, insancıllığa yükselten; daha iyi bir yaşamı anlamama ve ona karşı derin bir susuzluk duymama neden olan bir basamaktır.” diyerek kitabın yaşamına kattığı güzellikleri anlatır. Yaşamı güzelleştiren kitabı çocuğun yaşamında bir demirbaş yapmak gerekmektedir. Çocuk, kitapla iyice içli dışlı olmalıdır. Bu içli dışlılık sadece ders kitaplarıyla sınırlandırılmamalıdır. Çocuk diğer kitap türleriyle de haşır neşir olmalıdır; ancak o zaman okumanın tadına varabilir. Oğuzkan’ın (1947) dilimize çevirdiği M. Hill’in Children and Book’s adlı kitabında kitabın önemini, çocuğun neden kitaba gereksinim duyduğunu anlatan bir yazıya burada kısaltarak yer vermek doğru olur. Çocuk ve Kitapları“Kitaplar yaşamın yerini tutmaz; ama yaşamı sınırsız biçimde zenginleştirir. yaşam can sıkıcı bir hal aldığı zaman, kitaplar bunun her zaman böyle olmadığına inancımızı güçlendirir. Yaşam çetinleştiği zaman, bizi bir süre üzüntülerden kurtarır veya sorunlarımızın çözümünde bize yeni bir anlayış kazandırır. Yahut gerek duyduğumuz huzur ve dinlenmeyi sağlar bize. kitap, kullanmasını bilenler için, sürekli bir bilgi, rahatlık ve zevk kaynağıdır. Bu, hem çocuklar için hem de yetişkinler için doğrudur. Ancak bu, özellikle çocuklar için daha doğrudur. “Bazı temel gereksinimler birçok kimse için ve her zaman ortak gereksinimlerdir. Başlangıçta çocuğun gereksinimleri dar bir sınır içindedir ve tamamiyle kişiseldir; ama çocuk geliştikçe bu gereksinimlerin alanı genişler ve genellikle toplumsal bir nitelik kazanır. Gereksinimleri karşılamaya çalışan çocuk, durmadan, kişisel mutluluk ile toplumsal onay arasında nazik ve dikkatli dengeyi sürdürmenin yollarını arar ki bu kolay bir iş değildir. Kitaplar doğrudan doğruya veya dolaylı olarak çocuğa bu konuda yardım eder. “ Çocuğun kitapla tanışmasında, kitabı sevmesinde, kitapla birlikteliğinin uzun sürmesinde aile, öğretmen, okul ve kurumlara bazı görevler düşmektedir. Çocuğun kitap okunması isteniyorsa, aile içinde çocuk kitapla tanıştırılmalı, kitap okumaya özendirilmelidir. Kitap okumayan bir ailenin çocuğu da büyük bir olasılıkla kitap okumayacaktır. Aile çocuğu çevredeki kütüphanelere götürmeli, çocuğun yaşına uygun kitap almalı, ders kitapları dışındaki kitapları okuması için de desteklemelidir. Öğretmen kitap okumalı, öğrencinin düzeyine uygun kitaplar önermeli, öğrenciyi kitap okumaya özendirmelidir. Bu görev sadece sınıf öğretmenlerinin veya edebiyat öğretmenlerinin sorumluluğunda değildir. Diğer branş öğretmenleri de bu konuda öğrencilere örnek olacak davranışlarda bulunmalıdırlar. Okul yönetimi, kurum ve kuruluşlar öğrencinin kitaba ulaşmasını kolaylaştıracak yeni ortamlar yaratmalı, bu ortamları çeşitli kitaplarla zenginleştirmeli, öğrencinin ilgisini çekecek bir düzen oluşturulması için maddi olanakları sağlamalı, kitap sergileri açmalı, özellikle kurum ve kuruluşlar nitelikli çocuk yayınlarının oluşturulması için bu alandaki çalışmaları örgütlemeli ve desteklemelidirler.
- Tekerleme
Uyaklarla elde edilen ses ve söz oyunlarıyla ve çeşitli çağrışımlarla birbirine bağlanmış, çoğunlukla, iç ahenk olarak şiir, şekil olarak düzyazı görünümlü, birbirini tutmaz gerçekdışı düşüncelerin sıralanmasıyla meydana getirilmiş sözlü bir halk edebiyatı ürünüdür. Konu: Tekerlemenin belirli bir ana konusu yoktur. Birbirine aykırı düşünceleri, gerçekdışı, olmayacak durumları biraraya getirip mantık dışı bir takım sonuçlara vararak şaşırtıcı bir etki yaratır. Böyle olunca da dinleyenleri şaşırtmak, eğlendirmek, keyiflendirmek için başvurulan ahenkli bir söz kurgusu olarak karşımıza çıkar. Bu özellikleriyle tekerlemenin, ilgiyi sıcak tutup anlatılacak olan anlatıya veya yapılacak olan eyleme dinleyicileri, katılımcıları hazırlamak gibi bir işlevi de vardır. Masal tekerlemelerinin bunun yanı sıra bir başka işlevi de masalın gerçekdışı, hayal ürünü olduğunu anımsatmasıdır. Türleri: 1. Masal tekerlemeleri 2. Oyun tekerlemeleri 3. Tören tekerlemeleri 4. Bağımsız (yalnızca söz oyunu değeri taşıyan) tekerlemeler Şimdi, bu türlerden en çok bilineni olan “masal tekerlemesi” üstünde duralım. Masal tekerlemesi: Masalın başında, ortasında uygun yerlerde ve sonunda söylenen, yerine göre uzunca ya da çok kısa (kimi kez birkaç kelimelik) kalıplaşmış bir takım sözlere verilen addır. Masalların çoğunlukla başında ve sonunda, bazen de ortasında yer alan bu tekerlemeler, anlatıma ayrı bir renk vermek ve dinleyenlerin ilgisini çekmek için, anlatıcının en büyük yardımcısıdır. Bunlar bazen uzun (özellikle baştakiler), bazen de çok kısa söz kalıplarıdır. Masalcı, asıl masala başlamadan önce bir takım karışık, şaşırtıcı, akıldışı olayları sanki, kendisi yaşamış gibi anlatır ve bir dengine getirip asıl masalın konusuna geçiverir. Tekerlemeler temelde şu üç özellik üstüne kurulurlar: a. Söz yinelemeleri b. Uyaklar c. Olağanüstülükler Örnek 1: “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Enteşeden menteşeden, bir karpuzcu çıktı şu köşeden. Karpuzcudan karpuz aldım, baktım baktım bakakaldım. Sonra aldım bıçağı elime, karpuzun içine daldım. Başladım oymaya, ha oyuyorum, ha oyuyorum, ha oydum, ha oyuyorum, bir türlü sonunu bulamıyorum. En sonunda bir küçük delik yaptım o delikten içeri daldım. Aman efendim neler görüyorum neler…Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıylazümrüdüanka dedikleri durup durmuyor mu tam karşımda? Kafdağı’nın üzerinden süzülerek bana doğru geliyor, geliyor ha geliyor derken, tam yanıma inecekken, bir de baktım uzaklaştı, yeniden uçuşa vardı. O uçarken ben koşarken, ben koşarken o uçarken vara vara bir dağa vardık… Bir ulu dağ ki, aman efendim ne dağ, ne dağ… Dağ üstünde bir bağ, bağ dibinde bir dağ, daha nice tepe nice dağ. Derken derken bir de baktım ki bir değirmen, değirmende var üç merdiven. Merdivenlerden bir tanesi taş, bir tanesi toprak, bir tanesi tahta. Taş merdivenlerden çıktım, tahta merdivenlerden indim, toprak merdivenlere basa basa değirmene girdim. Girdim ki ne göreyim… Değirmencinin biri değirmen dönderiyor, karısı da oturmuş yün eğiriyor. İkisinin arasında var bir kara kedi, aman ne kedi, ne kedi… O kedideki gözler, o kedideki kaşlar, o kedideki burun, o kedideki tüyler ve o tüylerdeki pırıltı. Öyle bir pırıltı ki, burdan bakan ötelerdeki öteyi, Çini maçini görüyor. Kara kedinin boynunda da bir kocaman ben var. Aman efendim o nasıl bir ben ki ne ben… O bene baktıktan sonra, artık ne değirmenciyi gördüm, ne karısını gördüm, ne ona baktım ne buna, çıktım çardağa, taş attım çaylağa, sonra da aldım benli kediyi, düştüm yollara. Yollarda tozu dumana kattım, kedinin de ensesine bir toka attım, başladı miyavlamaya, öyle bir miyavladı öyle bir miyavladı ki, cümle alemi başına topladı. Kadın erkek, çoluk çocuk her biri başıma bir taş attı, tümü bir ağızdan bağrıştı, korkudan şaşırdım, Kafdağı’ndan aşırdım. Göründü dağlar, üzümlü bağlar. O bağlara varalım, dağa taşa konalım, hemen şimdi şuracıkta duyulmadık, işitilmedik güzelce bir masal kuralım…. “ Örnek 2: “Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, o zaman idi kibitten binek, pireden yedek, çavdardan kalkan, çöpten kargı olurmuş. Bu hal ile düştüm yola, vara vara vardım bir Çamlıbel’e. Çamlıbel’de çamur dizde, yetmiş karga beni görünce hep bir ağızdan, gelen ağamız giden ağamız demezler mi? Armudu taşlayalım, dibinde kışlayalım, uzun sözden birisi, ala tavşan derisi, müsaade ederseniz masala başlayalım.” “ Bir varmış bir yokmuş” veya “evvel zaman içinde kalbur saman içinde” diye başlayan bu tekerlemeler, masal olaylarının geçtikleri zamanın bir “bilinmeyen zaman” olduğunu ve çok eskilere dayandığını anlatması bakımından işlevseldir. Ayrıca, yine baştan söylenen bu tür tekerlemeler masalın gerçek olmadığını, eğlendirmek, ders vermek amacıyla uydurulduğu konusunda dinleyenleri uyarmak işlevini de amaçlar. Sonunda söylenenlerin işlevi ise, her şeyin olumlu, masal kahramanlarının gönlünce sonuçlanıp mutlu sona varıldığını belirtmek ve dinleyenlere de iyimserlik, umut aşılayıp “iyilerin iyilik, kötülerin kötülük bulacağı” iletisini vermektir. Bu nedenle de çoğu zaman, özetleyici tek bir cümleden oluşur. “Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” gibi. Bazen de anlatıcı, masalın sonunda anlatan, dinleyen ve söyleyen arasında paylaşılmak üzere gökten üç elma düştüğünü varsayar. Ayrıca kendisinin de orada bulunarak, bu olaylara tanık olduğunu belirtir. Örneğin: “Bu masalı anlatan da düğünde oynaya oynaya, bugüne kadar gelmiş”. Bu üç elmanın hepsini bir söz oyunuyla kendisine ayıran anlatıcılar da vardır. Örneğin: “Kırk gün kırk gece düğün ettiler. Geçen gün ben de uğradım. Bana da üç elma verdiler. Birini bana, birini Bölükbaşı’nın Yılmaz’a (Bu masalı anlatanın kendi adıdır), birini masalı söyleyene”. Bazı masallarda ise istenen bu üç elma, “28-Küçük kardeş” masalının sonuç tekerlemesinde olduğu gibi yerini “kuru üzüm”e bırakır. “Masalımız gitti şambayata, bir tabak kuru üzüm gele bu cemaata”. Zaman zaman masalın ortasında yer alan ve kahramanların “Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi” geçtiklerini veya “Az gidip uz gidip dere tepe düz gittik”lerini belirten tekerlemeler ise masal olaylarının geçtiği o uzun zamanları kısaltmak içindir. Örneğin: “Az gidip uz giden, dere tepe düz giden oğlan, sonunda bilmediği bir ülkeye varmış”. Bazı masalların sonu da “Onlara kömür, bize uzun ömür” diye biter. Anlatıcının araya girip “ölenle ölünmez” gibi, kendi görüşlerini söyleyerek dinleyenleri yönlendirdiği de olur.
- Bilmece
Ç eşitli doğa olaylarını, yaşama ait soyut ve somut hemen hemen her olguyu, çeşitli çağrışımlarla tanımlayan ve çoğu zaman da yanıtlarını bu çağrışımlarda gizleyen, kalıplaşmış sözlerden oluşan, ortak (anonim) bir sözlü halk edebiyatı ürünüdür. Bu söz kalıpları genellikle, sonları uyaklı sözcüklerden oluşan dizeler halinde söylenir. Düz bir söyleyiş biçiminde, tek bir cümleden oluşanları da vardır. Örnek 1: “Binbir minare / Dibi kenare / Yüzbin çiçekbir lale” (Yıldız ve ay) Örnek 2: “Çam ağacını oyarlar / İçine nağme koyarlar / Ağlama tintonum ağlama / Şimdi kulağını burarlar” (Saz) Örnek 3: “Köprüden gölgesiz geçer” (Ses) Görüldüğü gibi, birinci ve ikinci örnekteki bilmeceler a-a-b-a uyak düzeninde söylenmiş ve dört dizeden oluşmuştur; üçüncü örnekteki bilmece ise, tek bir cümleden oluşmuş düz bir söyleyiş biçimindedir. Bir bilmece çoğunlukla bir yanıt içerdiği gibi, kimi zaman da birden çok yanıtı bir arada içerir. Örnek 4: “Gökten bir karpuz indirmişler / On iki dilime bölmüşler / On birini yemişler / Birine haram demişler” (Yıl, 12 ay, 11 ay, ramazan ayı) Görüldüğü gibi, bu bilmecedeki her dizenin ayrı bir yanıtı vardır. Somut kavramları, olguları içeren bilmecelerin yanı sıra, soyut kavramları, olguları içeren bilmeceler de vardır ve elbette, bunların yanıtlarını bulmak daha zordur. Örnek 5: “Şıpıl şıpıl sudan geçtim / Şıpırtısını duymadım / Yeşil çimen üstünde kumaş biçtim / Kırpıntısını bulmadım” (rüya) Türleri: Bilmeceleri içerdikleri konulara göre şöyle sınıflandırabiliriz: 1. Somut Konulu Bilmeceler a. Doğa olaylarını konu alan bilmeceler Örnek: “Dağdan gelir taştan gelir / Bir azılı kaplan gelir” (Sel) b. Hayvanları konu alan bilmeceler Örnek: “Arşın ayaklı, burma bıyıklı” (tavşan) c. İnsanları konu alan bilmeceler Örnek: “Sırtında geçer maşası / Onun hiç olmaz paşası” (Çingene) d. Nesneleri konu alan bilmeceler Örnek: “Altı demir üstü demir / İçinde bir zalim emir” (Tüfek) 2. Soyut Konulu Bilmeceler a. Metafizik kavramları konu alan bilmeceler Örnek 1: Her şeyi görür, benzerini görmez” (Allah) Örnek 2: “Kaş ile gözden yakın / Söylenen sözden yakın” (Ecel) b. İnsana ve yaşama değgin soyut kavramları konu alan bilmeceler Örnek 1: “Buradan attım iğneyi / Dolaştı geldi dünyayı” (Gönül) Örnek 2: “Et et içinde / Et fit içinde / Dünya dümeni onun içinde” (Akıl) Örnek 3: “Gitti gelmez / Geldi gitmez” (gençlik-ihtiyarlık) Bilmeceler yalnızca hoşça vakit geçirmek için yaratılmış, bir eğlence aracı olan halk yaratıları değildir. Onlar aynı zamanda insanların bilgilerini, görgülerini, düş güçlerini, çağrışımlardan yola çıkarak bir sonuca, bir senteze varma yetilerini de sınayan ürünlerdir. Gerçek yaşamda, halk arasında, sorulan bilmeceleri bilemeyen tarafa, gücü oranında, gerçekleştirebileceği bir ceza verilir. Masallarda ise bilmecelerin işlevi çoğu zaman, yaşamsal bir önem taşır. Çünkü masallarda, örneğin padişah, sorduğu bilmeceyi bilemeyen masal kahramanının “kellesini uçurduğu” gibi, bilene de kızını verebilir ya da bir ülke veya bir hazine bağışlayabilir. Bilmeceler bazı topluluklarda, bireyin o topluluğa kabul edilebilmesi için bir “sınav”, bir bilgi, görgü ve zeka ölçme aracıdır. Kimi topluluklarda ise bilmecelerin, “iş verimi”ni arttırıcı bir işlevi vardır. Topluca çalışan insanlar, iş sırasında birbirlerine karşılıklı bilmeceler sorarak işi daha keyifli bir hale getirip yorgunluklarını unuturlar ve daha hızlı bir tempoyla çalışırlar (Çalışırken hep bir ağızdan türkü söylemek gibi). Sonuç olarak; bilmeceler de genellikle öteki halk edebiyatı ürünleri gibi ortak (anonim) dir, yani söyleyeni birey olarak belli değildir. Bilmeceler de yine öteki türler gibi yıllar, yüzyıllar boyu kuşaktan kuşağa, dilden dile aktarıla aktarıla günümüze kadar gelen ve geleceğe doğru da akıp giden bir gelenek-görenek, bilgi-birikim ırmağıdır.
- Alkış (Hayırdua) – Kargış (Beddua)
Bir toplumun maddi-manevi kültürünü, değer yargılarını, inançlarını yansıtan, kısa ve derin anlamlı kalıplaşmış sözlerdir. Bu söz kalıpları genellikle özgün (orijinal), etkileyici ve duygu yüklüdür. Çünkü bir sevinci, bir teşekkürü (alkışta) veya bir acıyı, bir öfkeyi, bir nefreti (kargışta) dile getirmek için söylenirler. Günlük konuşma dilimizde yer alan yalın ve etkili alkışlar, hem söyleyeni hem de söyleneni mutlu ederek bu ikili arasında (veya birey-topluluk arasında) olumlu bir iletişim sağlar. Örnek: “Allah utandırmasın”, “Allah nâmerde muhtaç etmesin”, “Allah analı-babalı büyütsün” gibi, kalıplaşmış alkışlardaki gönül alıcı içtenlik ve yoğunluk, uzun uzun söylenecek sözlerden çok daha etkilidir. Yeni doğan bir bebek için “analı babalı” büyümekten daha önemli ne olabilir ki… Bu hayırdua aynı zamanda, insan ruh sağlığı için temel bir “psikolojik gereksinim” olan karşılıksız, içten sevginin birincil derecede önemli olduğunu vurgulayan önemli bir söz kalıbıdır. Öyle, “laf olsun” diye söylenmemiştir. Yılların deneyimleri ve görüp geçirmişlikleri sonucu ortaya çıkmış bir “sonuç bildirgesi”dir. Evliliğin ömür boyu sürmesi gereken bir birliktelik olduğunu, dolayısıyla da önemli ve ciddi bir olgu olduğunu, yeni evliler için söylenen şu hayırduadan daha derin ve yalın hangi söz kalıbı anlatabilir ki… “Allah bir yastıkta kocatsın”. Bir iç yangınını, bir acıyı, öfkeyi, nefreti, yansıtan kargışlar da en az alkışlar kadar özgün ve belki de onlardan çok daha etkileyicidir. Çünkü çoğu zaman acımasız, kıyıcı, yok edici anlamlarla yüklenen söz kalıplarından oluşurlar. Örneğin; çocuk sahibi olmanın, çocuk doğurmanın yaşamsal önem taşıdığı, çocuk olmadığı zaman ailelerin yıkılabildiği veya “kuma” gerçeğinin yaşandığı bir toplumun kadınına, şundan daha ağır, daha yıkıcı bir kargış, bir ilenç bir beddua edilebilir mi?… “Beşik dibinde oturmayasın”, “Karnında görüp de kucağında görmeyesin”, “Beşikte gör de eşikte görme”. Türleri: 1. Asıl Alkış ve Kargışlar Kısa, kalıp sözlerden oluşan ve konuşmayı renklendiren, güçlendiren bu türler çok tanınır ve kullanılırlar. Alkışa örnek: “Allah muradını versin”, “Tuttuğun altın olsun”. Kargışa örnek: “Gidişin olsun da gelişin olmasın”, “Allah belanı versin”. 2. Alkış-Kargış Değerinde Deyimler Bu türde daha özenilmiş bir söyleyiş biçimi, daha derin bir imge, düşünce ve çağrışım zenginliği görülür. Bu alkış ve kargışlar çok daha özel durumlarda kullanılırlar ve derin anlamlar içerirler. Örneğin sağlık sorunlarının çok güç çözüldüğü (zaman zaman da çözülemediği), insanların ihtiyarlık dönemlerinde ekonomik güvencelerinin bulunmadığı toplumlarda, bir insana edilebilecek en güzel hayırdualardan birisi şu olmalı sanırım: “Allah dipte yatırıp kapıya bakıtmasın” (Yatalak hasta olup kapıdan girecek bir ziyaretçiyi, bir yardımcıyı bekletmesin). Ses taklidi bir sözcükten yararlanılarak uyaklı bir şekilde, malını çalan bir hırsız için söylenen şu beddua da ahengi, etkisi, imgelem gücü bakımından ilgiye değer “Haram olsun hart olsun, kara ciğerine dert olsun” . Alkışların daha gelişmişleri, insanların Tanrıdan bir şeyler istemek için bir yakarış aracı olarak yarattıkları “dinsel yakarış duaları”nı oluşturur. Bu dualar, Tanrıdan istenen dileğin türüne göre değişmekle birlikte, genellikle daha kapsamlı ve acındırıcı yakarışlardır. Örnek 1: Ya Rabbi… Kabrimi dar eyleme, işimi zor eyleme, kabirde beni şaşırtma, zebanileri başıma üşürtme”. Örnek 2: “Malımız, canımız sana emanet, sen geri yolla Allahım sağ selamet” (Yola giden bir yakının ardından edilen dua). Alkışların, sözlü Türk halk edebiyatında önemli bir yeri olduğunu eski destanlarda ve hikayelerde de görüyoruz. Örneğin, Dede Korkut Hikayeleri’nin sonu hep “Dedem Korkut”un gelip bir hayırdua etmesiyle biter. Örnek: “Dedem Korkut gelip soylamış, görelim hanım ne soylamış: Ak bürçekli anan yeri Bihişt olsun. Ak sakallı baban yeri uçmak olsun. Hak yandıran çırağın yana dursun. Kadir Tanrı seni namerde muhtaç eylemesin Hanım hey…”. Sonuç olarak, konularını tüm yaşamdan alan ve yüzyılların bilgi birikimiyle oluşup gelenek görenekleri geçmişten geleceğe taşıyan söz kalıplarından oluşan alkış ve kargışların, bu oluşumları ve işlevleri nedeniyle, halk edebiyatı ürünleri içinde önemli bir yeri vardır. Ayrıca, bir “dışavurum” yolu olarak kullanıldıkları için, önemli bir “psikoterapi” aracı oldukları da gözardı edilmemelidir.
- Birleşik Sözcüklerin Yazımı
Türkçede birleşik sözcüklerin kimi bitişik olarak yazılır, kimisi de ayrı. Bu nedenle birleşik sözcükleri yazım bakımından ikiye ayırarak, hangilerinin bitişik, hangilerinin ayrı olduğunu göstererek inceleyeceğiz. Yeni bir kavramı karşılamak üzere iki ya da daha çok sözcükten kurulmuş ögelere birleşik sözcük denir. Türkçenin söz varlığında önemli bir yer tutan birleşik sözcükler, aralarına herhangi bir ek ya da sözcük giremeyecek, yerleri değiştirilemeyecek kadar kalıplaşmışlardır. Satır sonuna sığmayan birleşik sözcük, tek bir sözcük gibi hecelerine ayrılarak yazılır: ……………………………………………………………………………………………….. Emi- nönü . BİTİŞİK YAZILAN BİRLEŞİK SÖZCÜKLER (BİTİŞİK SÖZCÜKLER) Yazılışları bitişik olan birleşik sözcüklere bitişik sözcük denir. Birleşik sözcükler, aşağıda gösterilen durumlarda bitişik sözcük olur ve bitişik olarak yazılır: A. Ses türemesi: Arapçadan dilimize girmiş olan a f, zan, his, ret, zem gibi sözcükler etmek, eylemek, olmak yardımcı eylemleriyle birlikte kullanıldıklarında, sözcüklerin asıllarında olan bir ses türer. Bu durumdaki birleşik sözcükler bitişik yazılır: B. Ses düşmesi: Arapçadan dilimize girmiş devir, emir, hüküm, kahır, kayıp, keşif, nakil, sabır, zehir gibi sözcükler yardımcı eylemlerle birleşirken, asıllarına uygun olarak ikinci hecedeki ses düşer: Bu ses değişiminin etkisiyle de bu sözcükler bitişik yazılır: Ad durumundaki sözcükleri tek başına kullanılmayan kimi birleşik sözcükler de bitişik yazılır: bahşetmek, bahşolunmak, hamletmek, serdetmek… Ses düşmesine uğrayan iki addan oluşmuş birleşik sözcükler bitişik yazılır: C. Vurgunun son heceye kaydığı birleşik sözcükler bitişik yazılır: açıkgöz, babayiğit, boşboğaz, büyükbaş, camgöz, günaydın, paragöz, tıknefes … Vurgusu son hecede olan ikilemeler de bitişik yazılır: cızbız, çıtçıt, hımhım, hoşbeş, yüzgöz (olmak) … Vurgunun ikinci hecede olduğu eş anlamlı ikilemeler ayrı yazılırken (hemen hemen, çabuk çabuk), vurgusu ilk heceye kayan ikilemeler bitişik yazılır: darmadağınık, karmakarışık… D. Anlam değişmesi: Sözcüklerden biri ya da ikisi birleşme sırasında anlam kaymasına uğramış olan birleşik sözcükler bitişik yazılır: aslanağzı (bitki), horozibiği (bitki), gelinparmağı (üzüm), koyungöbeği (mantar), hanımeli (çiçek), balıksırtı (desen), bülbülyuvası (tatlı), kedidili (bisküvi), ayşekadın (fasulye), kargaburun (alet), karafatma (böcek), fildişi (renk), Büyükayı (bir yıldız kümesi), Güneybalığı (yıldız)… Birleşik sözcüğün yanına gelen renk, böcek gibi sözcükler ayrı yazılır: ayşekadın fasulyesi, fildişi rengi, Güneybalığı yıldızı… E. Renk adlarıyla kurulan, bitki ve hayvan türlerini gösteren birleşik sözcükler bitişik yazılır: aksöğüt, akkuş, karadut, karasinek, alacakarga, alabalık, bozayı … F. Kurallı birleşik eylemlerde -a, -e, -ı, -i, -u, -ü sesleriyle kurulanlar bitişik yazılır: G. Kimi zaman da ekler yardımıyla birleşik sözcük oluşturulur: Ortaçlarla kurulan birleşik sözcükler: -an/-en, -r/-ar/-er, -maz/-mez ortaç (sıfat- fiil) ekleriyle kurulup kalıplaşmış birleşik sözcükler bitişik yazılır: ağaçkakan, ahmakıslatan, cankurtaran, çöpçatan, alkolölçer, bilgisayar, değerbilmez, varyemez… Belirli geçmiş zaman ekiyle kurulan birleşik sözcükler: -dı/-di (-du/-dü, -tı/-ti,-tu/-tü) ekiyle kurulan birleşik sözcükler bitişik yazılır: çıtkırıldım, dedikodu, gecekondu, imambayıldı, şıpsevdi… Geniş zaman ekiyle kurulan birleşik sözcükler: -r/-ar/-er ekiyle kurulan birleşik sözcükler bitişik yazılır: biçerdöver, konargöçer, okuryazar, uyurgezer, yanardöner. .. Bu yapıdaki çakaralmaz sözcüğü de bitişik yazılır. İki ya da daha çok sözcüğün birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadlar, lâkaplar bitişik yazılır: Aydoğan, Birol, Güntekin, Boynueğri Mehmet Paşa, Yirmisekiz Çelebi Mehmet… İki ya da daha çok sözcükten oluşmuş yer adları bitişik yazılır: Bahçesaray, Eskişehir, Galatasaray, Kumkapı, Şebinkarahisar… Kişi adları ve unvanlarından oluşmuş şehir, kent, köy, mahalle, dağ, tepe, deniz, göl, ırmak ve kurum adları da bitişik yazılır: Bayrampaşa, Kemalpaşa, Sultanahmet… Yön adları: Ara yönleri belirten sözcükler bitişik yazılır: güneybatı, güneydoğu, kuzeybatı, kuzeydoğu… Ağa, bey, efendi, baş, hanım, nine, oğul gibi sözcüklerle kurulmuş birleşik sözcükler bitişik yazılır: ağabey, ağababa, başbakan, başhekim, aşçıbaşı, onbaşı, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hanımefendi, kadınnine, hanımnine, paşababa, dayıoğlu, eloğlu, çapanoğlu, hinoğluhin… Hane, name, perver, perest, zade sözcükleri ile kurulan birleşik sözcükler bitişik yazılır: çayhane, kahvehane, yatakhane, beyanname, Oğuzname, misafirperver, vatan- perver, hayalperest, amcazade, Resülzade… Kimi sözcükler ise bir kurala bağlı olmaksızın, eskiden beri bitişik yazılır. Böylece geleneksel olarak yaygınlaşmış birleşik sözcükler oluşmuştur: anneanne, büyükbaba, bugün, delikanlı, denizaşırı, gözyaşı, günaşırı, ilkokul, ilköğrenim, ilköğretim, kabataslak, kahverengi, ortaokul, sütanne, yeryüzü, yılbaşı, zeytinyağı… Belirsizlik bildiren sıfat ve adılları da bitişik sözcük olarak gelenekselleşmiştir: biraz, birazı, birkaç, birkaçı, birçok, birçoğu, birtakım, hiçbir, hiçbiri, herhangi… Pekiştirme sıfatları bitişik yazılır: apak, apaçık, büsbütün, bembeyaz, çepçevre, çır- çıplak, çırılçıplak, dümdüz, güpegündüz, sapsağlam, sapasağlam, sırsıklam, sipsivri… Arapça kurala göre kurulmuş tamlama ve öteki kalıplaşmış sözler bitişik yazılır: aliyyülâlâ, darülâceze, fevkalâde, velhâsıl, velhâsılıkelâm… Farsça kurala göre kurulmuş tamlama ve öteki kalıplaşmış sözler bitişik yazılır: dârıdünya, ehlibeyt, ehvenişer, erkânıharp, gayrıciddî, hüsnühat, hüsnükabul, hüsnü- kuruntu, suiistimal, hercümerç, meddücezir, tarumar, âlicenap, özbeöz, pürhiddet… AYRI YAZILAN BİRLEŞİK SÖZCÜKLER A. Etmek, olmak, kılmak yardımcı eylemleriyle kurulmuş birleşik eylemler, birleşme sırasında bir ses türemesi ya da ses düşmesine uğramazsa ayrı yazılır: alt etmek, arz etmek, doğru olmak, deli olmak, el etmek, güzel olmak, muhtaç olmak, namaz kılmak, rezil olmak, terk etmek, tertip etmek, okumuş olmak, oyun etmek, söz etmek, var olmak… B. Birleşme sırasında hiçbir anlam değişikliğine uğramayan birleşik sözcükler ayrı yazılır: banyo sabunu, açık yeşil, koyu kahverengi, boncuk mavisi, limon sarısı, duvar saati, döner sermaye, dönme dolap, fırın kebabı, meyve sineği, meyve suyu, sebze çorbası, yatak odası… C. İkilemeler çoğunlukla ayrı yazılır: ağır ağır, allak bullak, çoluk çocuk, kapı mapı,ev mev, yer yer, yer yurt… Birleşik Sözcüklerin Yazımı