top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 853 sonuç bulundu

  • Güney-Doğu ~ Uygur ~ Karluk Lehçeleri

    1. Özbekçe 2. Uygurca 3. Sarı Uygurca 4. Salarca Bu gruba giren bu dört Türk lehçesinden özellikle Özbek Türkçesi ile Yeni Uygur Türkçesi doğrudan Çağatay Türkçesinin modern alandaki temsilcileridir. Özbek Türkçesi bugün büyük çoğunlukla Özbekistan’da, Kazakistan’ın güneyinde, Kuzey Afganistan’da, Tacikistan’da, Türkmenistan’da ve Çin’de konuşulmaktadır. Modern Özbek Türkçesi Çağataycanın devamıdır. Çağatay yazı dilinde Özbekçe unsurlar, özellikle Çağataycanın son döneminde, Şeybani Hanlar döneminde, 18. yüzyıldan başlayarak gözükmeye başlamıştır. 27 Ekim 1924’te SSCB içinde kurulan Özbekistan, 9 Eylül 1991’de bağımsızlığına kavuşmuştur. Bu gruba giren ikinci büyük Türk topluluğu Uygurlardır. Uygurlar bugün Çin Halk Cumhuriyet’ine bağlı Şincan Özerk Bölgesinde yaşamaktadırlar. Çin’in dışında Kazakistan, Moğolistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da da Uygurlar yaşamaktadır. Uygurlar, Türk kültürünün en parlak devrini yaşatan Eski Uygur Türklerinin torunlarıdır. Uygurca ile Özbekçe birbirine oldukça yakındır. Uygurca da Özbekçe gibi Çağataycanın bir devamıdır. Çin sınırları içinde konuşulan, Güney-Doğu Türk lehçeleri grubuna dahil ettiğimiz bir başka Türk lehçesi Sarı Uygurcadır. Sarı Uygurlar Çin’in Gansu eyaletinde yaşarlar. Dil özellikleri bakımından, Kuzey-Doğu Türk lehçelerinden olan Hakasçayla, Şorcayla uygunlaşır. Bugün Türk dünyasında dil kaybı, dil ölümüyle karşı karşıya kalan Türk topluluklarından biridir. Gün geçtikçe pekçok iç ve dış etkenden dolayı Sarı Uygurlar arasında ana dil kaybı artmaktadır. Sarı Uygurların bir kısmı Moğollaşmış olup Moğolca konuşurlar ve kendilerine “Şira Yugur” diye adlandırırlar. Türkçe konuşan Sarı Uygurlar kendilerini Hara Yugur olarak adlandırırlar. Sarı Uygurların yazı dilleri yoktur. Bugün Sarı Uygurca, Çincenin, Moğolcanın ve Tibetçenin tesiri altındadır. Eski Türkçenin arkaik bazı özelliklerini taşıdığı için Sarı Uygurca, Türk dil tarihi çalışmaları içinde özel bir yere sahiptir. Eski Türk Şamanist inancı devam ettirenler yanında Sarı Uygurların büyük çoğunluğu Buddhist-Lamayisttir. Güneydoğu ve Güneybatı gruplarının arasında bir geçiş özelliği gösteren Salar Türklerinin dili de bu gruba dâhildir. Salarlar, Çungua-Salar Muhtar vilayetinde, Şincan’da, Gansunun çeşitli yerlerinde konuşulur. Kendilerine ait bir yazı dilleri yoktur. Salarca Oğuzca ile Kıpçakçaya has özellikleri bir arada bulunduran bir geçiş Türkçesidir. Müslüman olan Salarlar bugün yaşadıkları bölgelere 14. yüzyılda Semerkant’tan göç ederek gelmişlerdir. Bugün Yeni Uygurcanın temel fonetik özellikleriyle çevrili durumdadır. 1. Özbekçe Özbekistan (16.000.000) Afganistan (1.400.000) Çin (15.000) Kazakistan (350.000) Kırgızistan (600.000) Tacikistan (1.000.000) Türkmenistan (350.000) 2. Yeni Uygurca Çin (8.300.000) Kazakistan (245.000) Moğolistan (1000) 3. Sarı Uygurca Çin (5000) 4. Salarca Çin (74.000) #türkçe

  • Güney - Batı Türk – Oğuz Türk Lehçeleri

    1. Türkiye Türkçesi 2. Azerice 3. Gagauzca 4. Türkmence 5. Horasanca Yukarıdaki beş lehçeyi Oğuz grubu Türk lehçeleri olarak kabul ediyoruz. Bu lehçeler içinde Horasancanın yazı dili yoktur. Diğer Türk lehçeleri birer yazı dilidir. Türkçe, Azerice ve Gagauzca birbirine çok yakın Türkçelerdir. Türkmence Oğuz grubu içinde özellikli bir yere sahiptir ve Oğuz coğrafyasının en doğusunda yer alır ve dolayısıyla Doğu Türkçesine yakın ve temas hâlindedir. Oğuz grubu içinde konuşur sayısı ve konuşurlarının dağılımlı coğrafyası bakımından en büyük grup Türkiye Türkleridir. Türkiye Türkçesi, Türkiye’de, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Balkan Ülkeleri, Yunanistan, Bulgaristan, Eski Yugoslavya topraklarında, Makedonya ve Romanya’da, Batı Avrupa ülkeleri ile Avusturalya kıtasında konuşulmaktadır. Türkiye’de 1928 yılında harf devrimi ile Latin yazısı kabul edilmiştir. Türk yazı dili İstanbul ağzı temelinde şekillenmiştir. Türkiye Türkçesi Anadolu ve Rumeli ağızları olmak üzere zengin bir alt diyalekt alanına sahiptir. Gagauz Türkçesi Oğuz grubunun en küçük kolunu oluşturur. Oğuzcanın en batıda kalan bu kolunu konuşanların büyük bir kısmı bugün Moldova cumhuriyetinin güneyinde ve Ukrayna’nın güneybatısında yaşarlar. Ayrıca Bulgaristan ve Dobruca’da ve Kafkaslarda da yaşayan Gagauz toplulukları vardır. Gagauzlar Hristiyan Türklerdendir. 20 Ağustos 1990’da Moldova’da Gagauz yeri adlı özerk bir devlet kurmuşlardır. Devletlerinin resmî konuşma dilleri, Gagauzca, Romence ve Rusçadır. Gagauz Türkçesi aslında dilbilimsel açıdan baktığımızda Türkiye Türkçesinin bir ağzıdır. 1957’de Sovyetler birliği içinde yazı dili olarak resmî statüsünü kazanmıştır, 1996’ya kadar kiril harfleriyle yazılmıştır. Bugün Slavcanın yoğun etkisi altındadır. Özellikle Gaguzcanın sözdiziminde bu Slav etkisi dikkati çeker. Gagauzcadan sonra Türkiye Türkçesine en yakın Türkçe; Azerbaycan Türkçesi, Azerbaycan cumhuriyeti, Ermenistan’da, Gürcistan ve en kalabalık olarak İran’da konuşulmaktadır (Tebriz ağzı, Kaşkay-Eynallu ağızları). Irak’ta konuşulan Kerkük Türkçesi de Azerbaycan Türkçesinin bir ağzı olarak kabul edilmelidir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Rus işgaliyle ikiye bölünen Azerbaycan’ın tarihinde Türkmençay antlaşması (1828) ile yeni bir dönem başlamıştır. Kuzey Azerbaycan Rus hakimiyetine girerken, Güney Azerbaycan’da İran hakimiyeti altına girmiş, dolayısıyla Azerbaycan Türklüğü iki farklı fikrî ve kültürel, dini çevrede yaşamıştır. İslamın Şia geleneğine bağlı Güney Azerbaycanlılar bölgenin Lingua Franca’sı olan Farsçanın kuvvetli tesiri altında, İran kültürüyle içiçe yaşamaktadırlar. Türkmen Türkçesi öncelikle yoğunlukla Türkmenistan cumhuriyetinde, İran ve Afganistan’da konuşulmaktadır. Türkmen Türkçesinin bir ağzı olan Türühmen Kafkasya’da, Stavropol’dan Astrahan’a kadar olan yörelerde konuşuluyor. Oğuz grubu içinde eski Oğuz Türkçesinin özelliklerini en iyi korumuş olan lehçe ise Türkmencedir. Türkmenler köken olarak Oğuz boylarına dayanırlar. 11. yüzyıl Türk kaynaklarından itibaren Türkmen etnonimine kaynaklarda rastlanmaktadır. 1917’den itibaren Sovyetler Birliği içinde yer alan Türkmenistan, 1991’de birliğin dağılmasıyla 27 Ekim 1991’de bağımsızlığını kazanmıştır. Başkenti Aşgabat olan Türkmenistan bugün bağımsız Türk cumhuriyetlerinden biridir. Azeriler gibi Türkmenler de bugün Latin yazısını kullanmaktadırlar. Türkmenler 1996’dan itibaren Latin yazısını kullanmaktadırlar. Türkmen Türkçesi, Türkçenin ses tarihi araştırmaları için son derece önemlidir. Ana Türkçenin aslî uzun ünlülerini Yakut ve Halaç lehçeleriyle birlikte sistemli olarak koruyan bir Türk lehçesidir. Oğuz dünyasının doğu kolunda yer alan Horosan Türkçesi, İran’ın kuzey-doğusunda, Horosan bölgesinde konuşulur. Yakın zamana kadar bu Türk lehçesi ile ilgili fazla bir şey bilinmemekteydi. Bu lehçenin Türkmencenin bir ağzı olduğu düşünülüyordu. Ancak Alman Türkolog G. Doerfer’in alanda yaptığı önemli çalışmalarla (1969) Horosan Türkçesinin de Oğuz grubu içinde diğer lehçeler gibi eş değerde özelliklere sahip bir dil olduğu ortaya konmuştur. Horosan Türkçesi Türkmenceye benzemekle birlikte birçok özellikleriyle ondan ayrılır. Oğuz lehçelerinin konuşulduğu coğrafyayı ve tahmini konuşur sayılarını şu şekilde verebiliriz: 1. Türkiye Türkçesi Türkiye (83.000.000) Bulgaristan (tahminen 1.000.000) Kıbrıs (250.000) Avusturalya (40.000) Makedonya (80.000) Romanya (24.000) Eski Yugoslavya topraklarında (tahmini 20.000) Yunanistan (tahmini 150.000) Batı Avrupa ülkeleri (2.000.000 üstünde) 2. Azerice Azerbaycan (6.000.000) Ermenistan (40.000) Gürcistan (300.000) İran (13.000.000) Irak (400.000) 3. Gagauzca Moldova (150.000) Bulgaristan (5000) Kazakistan (1000) Romanya (bilinmiyor) Rusya Federasyonu (10.000) (Kafkaslar) Ukrayna (32.000) 4. Türkmence Türkmenistan (3.000.000) Afganistan (380.000) İran (500.000) Irak (400.000) 5. Horosanca İran (2.000.000) #türkçe

  • Modern Türkçe

    Modern Türk Dili alanı daha öncede söylediğimiz gibi Balkanlardan Büyük Okyanusa, Kuzey Buz Denizinden Tibet’e kadar uzanan çok geniş bir alandır. Türk dilinin tarihsel gelişim süreci içinde bir takım iç ve dış faktörlerle çeşitli kollara, diyalektlere ayrıldığını daha önce ifade etmiştik. Bugün Türk lehçelerinin büyük bir kısmı devlet dili, yazı dili, edebî dil, edebiyat dili, vb. statüsünde kullanılmaktadır: Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan Cumhuriyetleri; Rusya Federasyonu içinde Tataristan, Başkurdistan, Çuvaş, Kabartay-Balkar, Karaçay-Çerkes, Dağıstan, Tuva, Saha (Yakut), Altay, Hakas Cumhuriyetlerinde, bu cumhuriyetlerin adıyla aynı adı taşıyan Türk lehçeleri bu sayılan cumhuriyet, bağımsız cumhuriyet ve/veya muhtar cumhuriyetlerde belirtilen statüye sahiptir. Çin Halk Cumhuriyetinde Şincan Uygur Özerk bölgesinde yaşayan Uygur Türklerinin kendi yazı dillerini kullanmaktadırlar. Bugünkü modern Türk dili alanını coğrafi ve lingusitik esaslarda 6 gruba ayırarak size kısaca bahsetmek gerekir: 1. Güney-Batı Türk ~ Oğuz Türk Lehçeleri 1. Türkiye Türkçesi 2. Azerice 3. Gagauzca 4. Türkmence 5. Horasanca 2. Güney-Doğu ~ Uygur ~ Karluk Lehçeleri 1. Tatarca 2. Başkurtça 3. Kırgızca 4. Kazakça 5. Karakalpakça 6. Nogayca 7. Karaçay-Balkarca 8. Kumukça 9. Karayimce 10. Kırım Tatarcası 3. Kuzey-Batı ~ Kıpçak Türk Lehçeleri 1. Özbekçe 2. Uygurca 3. Sarı Uygurca 4. Salarca 4. Kuzey-Doğu ~ Sibirya Türk Lehçeleri 1. Yakutça (Sahaca) 2. Tuvaca 3. Hakasça 4. Altayca 5. Çuvaşça 6. Halaçça #ModernTürkçe #türkçe

  • Yeni Türkçe Dönemi

    Modern Türk yazı dilleri döneminin bir önceki safhasını oluşturan Yeni Türkçe dönemi 16. yüzyıldan itibaren Türk dili alanında mahallî dil özelliklerinin mevcut yazı diline girmeye başladığı dönemdir. Bir anlamda bu yeni dönem, Modern Türk yazı dillerinin şekillenmeden önceki hazırlık devresini oluşturmaktadır. Tarih boyunca geniş bir siyasî coğrafya içinde yer alan Türklüğün, ayrı ayrı siyasî teşekküllerde bulunmakla birlikte, müşterek bir edebî dilde buluştuğunu ve 15. yüzyılın ilk yarısından itibaren İslâmî Türk muhitinde iki edebî dil/yazı dilinin mevcut olduğunu biliyoruz. Balkanları, Anadolu’yu ve Azerbaycan’ı içine alan ve Oğuz temelinde şekillenen Batı Türk yazı dili ile Uygur-Karluk ağzı temelinde şekillenen İdil-Ural ve Orta Asya sahasını içine alan Doğu Türk yazı dilidir. Her iki yazı dilinin sınırları çeşitli sosyal, siyasî ve coğrafî hareketlenmelerle birbirine yer yer geçmiş, aralarındaki organik bağı korumuş, ayrıca bulunduğu coğrafya içinde etnik unsurlarının da yazı diline dahil edilmesiyle yazı dili gelişim süreçleri tamamlanmıştır. Osmanlıcanın temsil ettiği Hem Batı Türk yazı dili alanında hem de Çağataycanın temsil ettiği Doğu Türk yazı dili alanında Türkçenin yerel konuşma ağızlarının yazı dillerini etkilemesiyle, Genel Türk dillerinde yeni varyasyonlar oluşmaya başlamış, 20. yüzyıldaki Modern Türk yazı dillerinin temelleri bu dönemde atılmaya başlanmıştır. #türkçe #YeniTürkçe

  • Orta Türkçe Dönemi (11. yüzyıl – 16. yüzyıl)

    Türklerin 10. yüzyılda İslâmiyeti kabul ederek yeni bir muhite girmesiyle, Eski Türkçe döneminden itibaren süregelen yazı dili geleneği değişmemiş, aynen devam etmiştir. Ancak İslâmiyete girmeyle Eski Türkçe dönemi kapanmış ve yeni yazı dilleri oluşum sürecini toplayan Orta Türkçe dönemi (11-16.yy) başlamıştır. Bu dönemde Orta Asya steplerinden çıkan Türk toplulukları Avrasya ve ön Afrika coğrafyasına yayılmaya başlamışlardır. Ogurlar ve Kıpçaklar, Kıpçak bozkırlarına (Deşt-i Kıpçak) ve Mısır-Suriye bölgesine; diğer eski Türk toplulukları batıya, Avrasya derinliklerine; Uygurlar güneye, Şincan’a; Oğuzlar ise güneybatıya, İran, Anadolu ve Balkanlara yönelmişlerdir. Böylelikle Türk dilli topluluklar Avrasya ve Afrika coğrafyasında, çok sayıda siyasî oluşumun, devletin içinde, en eski dönemlerden itibaren tarihsel gelişmeleri belirleyici birer öge olarak tarih sahnesinde yer almışlardır. Oldukça uzun bir süreci kapsayan Orta Türkçe dönemi içinde sınırları yer yer birbiri içine geçen çeşitli yazı dilleri oluşmaya başlamıştır. Bu dönem çeşitli Türk yazı dillerinin oluşma dönemidir. Bu dönemdeki yazı dillerini şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Karahanlı Türkçesi (11-13. yy); 2. Harezm Türkçesi (14.yy), 3. Kıpçak Türkçesi (Altın Orda Kıpçak Türkçesi) (13-16. yy) Memlûk Kıpçak Türkçesi (14-16. yy) Ermeni Kıpçakçası (16-17. yy), 4. Eski Anadolu Türkçesi (13-15. yy), 5. Çağatay Türkçesi (15-19.yy). Karahanlı Türkçesi (11. yy-13. yy) Orta Türkçenin başlangıç dönemini oluşturan ve yine Eski Türkçenin üzerinde temellenen Karahanlı Türkçesi, Karahanlı devletinin yazı dili idi. Karahanlıların İslâm dinini kabul etmelerinden sonra başkent Kaşgar önemli bir kültür merkezi hâline gelmiştir. Divan, Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakayık gibi günümüze gelen az sayıdaki Karahanlı Türkçesi eseri aslında Eski Uygurcaya çok yakın özellikler taşımaktadır. Ancak sözvarlığında Arapçanın ve Farsçanın tesirleri artmıştır. Türk dili tarihi açısından en önemli iki eser Divan ve Kutadgu Bilig, bu dönemin eserleridir. Eski Türkçe döneminde Türkçenin tek bir yazı dili vardı. Orta Türkçenin başlangıç dönemini oluşturan ve yine Eski Türkçenin üzerinde temellenen Karahanlı Türkçesinden sonra Türk yazı dili farklı kollarda dallanmaya başlamıştır. Harezm Türkçesi (14.yy) Türk yazı dili geleneği 11. yüzyılda, Orta Asya’da, yazı dili-edebî dil seviyesinde iki ayrı sahada kendine gelişme yolu çizmiştir. Bunlardan doğuda olanının merkezi Kaşgar’ken, diğer batıda yer alan sahanın merkezleri Harezm ve Sirderya ırmağının güneyindeki Yedisu, Merv ve Buhara gibi şehirler olmuştur. Kaşgar bölgesinde gelişen Karahanlı Türk edebî dili, temelde eski Uygur Türkçesine bağlı idi ve Türklerin İslâmiyete girmesiyle birlikte İslamî bir özellik de kazanmıştı. 12. yüzyıldan sonra Orta Asya’daki Türk edebî dilinin gelişme sahası Harezm bölgesi olmuş ve bu sahada gelenek olarak Karahanlı Türkçesine bağlı, bunun yanında Kıpçak-Oğuz unsurları yanında kendine has dil özellikleri olan ve geçiş Türkçesi özelliği taşıyan Harezm Türkçesi şekillenmiştir. Karahanlı Türkçesi ile Çağatay Türkçesi arasında bir geçiş Türkçesi olarak değerlendirilen ve Karahanlı Türkçesi temelinde, bölgedeki kuvvetli Oğuz ve Kıpçak dil unsurlarını da bünyesine alarak kendisine has bir gelişim yolu çizen Harezm Türkçesi, bir taraftan Karahanlı-Harezm doğrultusunda ilerlerken, etnik yapısındaki çeşitlilik ve dilin kuruluş ve gelişme şartlarındaki lehçe karışıklıkları yüzünden Harezm-Kıpçak ve Harezm-Oğuz doğrultusunda gelişmiştir. Uzunca bir dönem Harezm’de Kıpçak ve Oğuz boyları bir arada yaşamış, bölgede gelişen yazı diline kendi dil özelliklerini vermişlerdir. Harezm’de yazılmış eserlerin Karahanlı yazı dili geleneğine bağlı, Oğuz-Türkmen özelliklerini taşıyan bir dille yazılmış olduğu görülür. Türklüğün en büyük boy teşkilatlarından olan Oğuzlar, Kıpçaklar ve Karluk boyları birbirinden kesin coğrafî, siyasî ve dilsel sınırlarla ayrılmamaları ve Avrasya coğrafyasında yüzyıllar boyunca süren hareketlilikleri nedeniyle, Türk yazı dili ve lehçeleri sürekli etkileşim içinde bulunmuşlardır. Özellikle Harezm sahası bu etkileşimin olduğu en önemli alanlardandır. Tarihî Kıpçak Türkçesi (13.-16.yy) 13. yüzyıl başlarında cereyan eden ve tüm dünyayı etkisi altında bırakan Moğol istilâsı, Orta Asya’da, Kuman-Kıpçak Türklerinin yaşadığı sahalarda hem siyasî hem de coğrafî bakımdan büyük değişikliklere sebep olmuştur. Batu Han’ın kumandasındaki Moğol ordusu, 1237’de İdil Bulgarlarının üzerine yürümüş ve bunun sonucunda İdil-Bulgar ülkesi büyük ölçüde yıkıma uğramıştı. Bu güzergâhta yapılan seferlerde birçok Kuman-Kıpçak Türkü de Moğol ordusunun önüne katılmış, yerlerinden, yurtlarından edilmişti. Başka bir taraftan da Moğolların İdil bölgesine yaptıkları akınlarda önlerine kattıklarım pek çok Kıpçak-Kuman Türkünün Orta İdil’e Bulgar topraklarına kadar geldikleri ve buradaki İdil-Bulgar halkı ile kaynaşarak, bu sahanın bütünüyle Kıpçaklaşmasında büyük rol oynadıkları görülmektedir. Ayrıca, bu sahada Bulgar Türkçesine karşılık Kıpçak Türkçesinin nüfuz kazandığı ve yaygınlaştığı görülür. Kıpçak Türklerinin gittikleri yerlerde oynadıkları kolonizatörlük rolü ve bulundukları sahaların Türkleşme sürecine olan katkılarını başka bir sahada, Kafkasya’da da görmek mümkündür. Moğol akınlarından sonra bir kısım Kıpçak Türkü Kuban boylarından ve Kafkas dağları eteklerinden Dağıstan’a kadar gitmişlerdir. Buradaki Türk zümrelerinin sayısını çoğaltmış ve bölgenin Türkleşme sürecini hızlandırmışlardır. Dünyanın dört bir tarafına doğru olan bu mecburî göçlerin bir kısmı da batıda Macaristan ve Balkanlara doğru olmuştur. Bugün Avrupa’da ve Kafkaslarda bulunan Kıpçak varlığı, bu tarihî ve siyasî nedenlere bağlı gelişmelerin sonucudur. Kıpçak Türklerinin bu göçleri sonucunda Kıpçak Türkçesi dediğimiz bir dil dönemi oluşmuştur. 13. ve 14. yüzyıllar, Altın Orda’nın en parlak devirleri olmuştur. Türk kültürünün en önemli merkezlerinden biri olan Harezm’in de siyasî olarak Altın Ordu’ya bağlanmasından sonra Altın Ordu Devletinin dili, kültürü daha da zenginleşmiş; tarih sahnesinde Kıpçak Türklerinin medeniyetlerini gösterdikleri, varlıklarını sürdürdükleri yer Harezm ve Altın Ordu sahası olmuştur. Harezm sahasında gelişen Türk dili ve kültürü, Altın Ordu’da 14. yüzyıldan sonra hızla gelişmeye başlayan Altın Ordu-Kıpçak edebî diline nüfuz etmiştir. Kıpçakların geniş sahalara yayılmaları, tarihî Kıpçak Türkçesinin birden çok kolda, birbirinden nisbeten uzak coğrafyalarda, farklı dil ve kültür çevrelerinde gelişmesine neden olmuştur. Tarihî Kıpçak Türkçesi 13-16. yüzyıllar arasında güney Rusya steplerinde ve Mısır-Suriye olarak sınırlarını çizebileceğimiz Ön Asya’da, yani Mısır-Suriye bölgesinde konuşulan ve yazılan bir yazı dili olmuştur. Eski Oğuz Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi (11-15. yy) Orta Türkçe döneminin batı kolundaki Türk yazı dilinin öncülüğünü Oğuzlar yapmıştır. Daha önce 11. yüzyılın Orta Asyadaki Türk kavimleri için bir göç devri olduğunu ifade etmiştik. Batıya doğru Orta Asya'nın içlerinden hareket eden bir başka büyük Türk boyu da Oğuzlar olmuştur. Horasan ve İran’dan batıya doğru uzanarak 13. yüzyılda Azerbaycan, Anadolu ve Irak bölgesinde Oğuz Türkçesi temelinde oluşturulan Eski Anadolu Türkçesi, Orta Türkçe dönemi içinde Batı Türk yazı dili alanının temsilcisi olmuştur. Bugünkü Türkiye Türkçesinin yazılı tarihî gelişimini Anadolu’da 13. yüzyıldan itibaren başlatabiliriz. Eski Anadolu Türkçesi veya eski Oğuz Türkçesi olarak adlandırabileceğimiz bu tarihî devre 13 ve 15. yüzyıllar arasında Anadolu’da yerleşen Oğuz Türklerinin kendi lehçeleri temelinde kurdukları yazı dilidir. Tarihî Türk dilinin batı kolunu oluşturan bu sahada Oğuz Türkleri 11. yüzyıldan itibaren varlık göstermeye başlamış olmalarına rağmen 11.yüzyıldan 13. yüzyıla kadar olan Oğuz Türkçesinin gelişimi, yazı dili durumuyla ilgili bilgilerimiz, bu döneme ait fazla yazılı kaynak, edebi eser günümüze ulaşmadığı için yetersizdir. Ayrıca 11.-13 yüzyıl Oğuz Türkçesinin kendi özel lehçe yapısına dayalı tam bir biçimlenmeye giremediği için Karahanlı yazı dili geleneğinden büsbütün ayrılmadığı görülmektedir. Bu nedenle bu devirden kaldığı düşünülen birkaç edebî eserde Karahanlı ve Oğuz yazı dili özellikleri karışık olarak bulunmakta ve eserlerin dili karma özellik göstermektedir. Genel çizgileriyle Selçuklu Devletinin yıkılışından Osmanlı Devletinin imparatorluk temelleri atışına kadar geçen dönemi kapsayan 13-15. yüzyılardaki Oğuz Türkçesi temelinde Batı Türk yazı dili, Doğu Türk yazı dilinden ayrı müstakil bir gelişme seyri göstermiştir. Anadolu bölgesinin geçirdiği siyasi ve sosyal gelişmelere paralel olarak Eski Anadolu Türkçesi kendi içinde üç alt bölüme ayrılır. 1. Selçuklu Dönemi Türkçesi (11-13.yy) 2. Beylikler Dönemi Türkçesi (14.-15yy) 3. Osmanlı Türkçesine Geçiş Dönemi (15.yy ortaları) Osmanlı Devletinin, Fatih Sultan Mehmed’in 1453’te İstanbul’u fethiyle başlayan İmparatorluk çağına geçişiyle birlikte Türk yazı dili de farklı bir gelişme boyutuna girmiştir. Bu dönemde oluşmaya başlayan yazı dilinin Eski Anadolu Türkçesinden en önemli farkı, dildeki Arapça ve Farsça unsurların gerek söz varlığı, gerekse sentaktik yapılar bakımından son derece yoğun olarak sarılmış olmasıdır. Devletin yükseliş döneminde Osmanlıca veya Osmanlı Türkçesi yerel bir konuşma dilinden, çeşitli ağızları konuşanlar arasında bir iletişim aracı olma durumuna gelişti. İmparatorluğun çok geniş alanları içinde milletler üstü geçerlilik kazandı ve bir prestij dili olarak Arapça ve Farsçadan da birçok unsuru alarak standart bir dil durumuna geldi. 20. yüzyıl başında ise yerine yeni bir yazı diline, Türkiye Türkçesine bıraktı. Çağatay Türkçesi dönemi (15.yy-19.yy sonu) Orta Türkçenin son dönemini temsil eden Çağatay Türkçesi ise 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar devam eden yazı dili dönemidir. Çağatay edebî dili bir yandan Hakaniye (Karahanlı), diğer yanda da Harezm Türkçesi tesiri altında Çağatay ulusundan meydana gelen yazı dilidir. Bu terim geniş manasıyla Moğol istilasından sonra Orta Asya’da meydana gelmiş Türk edebiyatı, dar anlamıyla Timürlüler (1405-1502) devrinde meydana getirilen dil ve edebiyatı karşılamıştır. Klâsik şeklini Nevayi'nin eserlerinde bulan Çağataycanın itibarı ve ağırlığı son derece büyük olmuş, bir devlet dili, yazı dili olarak 20. yüzyılın başına kadar Oğuzlar dışındaki Türk boyları ve onların kurdukları devletlerde kullanılmıştır. Çağatayca Rus ve Sovyet politikasının doğal bir gereği ve sonucu olarak, var olan ağızların ve lehçelerin yazı diline dönüştürülmesi ile, yerini Modern Özbekçeye ve Yeni Uygurcaya bırakarak tarih sahnesinden çekilmiştir. #OrtaTürkçe #türkçe

  • Eski Türkçe Dönemi (6. yüzyıl – 10. yüzyıl)

    Türk dilinin kuramsal olarak Proto Türkçe diğer bir deyişle Ana Türkçe döneminden sonra gelen ve Türkçenin yazılı metinlerle bilinen en eski devresi Eski Türkçe olarak adlandırılmaktadır. Eski Türkçe dönemi kendi içinde uzun bir dönemdir. Bu dönem bugünkü bilgilerimiz ışığında Türk dilinin en eski yazılı belgelerinin bulunduğu devreyi kapsamaktadır. Bu dönem ayrıca Türkçenin işlek bir yazı dili olarak kullanıldığını da belgelendirebildiğimiz en eski dönemidir. Bu döneme ait yazılı belgeler incelendiğinde, yazı dili tarihinin, edebî dil olarak çok eskilere kadar gittiği açıkça görülmektedir. Eski Türkçe döneminde siyasî coğrafyaya hâkim unsur, 6. yüzyılın ortalarında Batı Moğolistan’daki Altay dağları bölgesinde yaşayan ve aynı tarihte Çin’in kuzeyinde bugünkü Moğolistan’da, büyük bir devlet kuran (550-630, 680-745) Eski Türkler yani Köktürklerdi. Bu dönemdeki söz konusu Türkçe de bu Köktürklerin diliydi. Ayrıca bu dil 8. yüzyıl ortalarında Moğolistan’daki Köktürk egemenliğine son vererek orada bir devlet kuran Uygurlarla (745-840), Şincan’daki Tarım havzasında Koço-Turfan Uygur devletini (850-1250) kuran yerleşik Maniheist ve Budist Uygurların da diliydi. Göktürk (Orhon) Kitabeleri Eski Türkçe dönemine ait yazılı belgelerin büyük bir çoğunluğu taş üzerine yazılmıştır. Bengü taş olarak adlandırılan bu abideler sonsuzluğu simgeleyen kaplumbağa kaideleri üzerine oturtulmuştur. Köktürklerden kalan bu yazıtlar arasında yazılış tarihleri en kesin olanlar ve doğrudan doğruya Türk dili ve tarihi için kaynaklık edenler, 8. yüzyıla ait Orhun Abideleri ya da Köktürk abideleri olarak bilinen Költügin (732), Bilge Kağan (735) ve Tonyukuk (720-725?) yazıtlarıdır. Bugün için en uzun ve sağlıklı olarak bugüne kadar korunan yazıtlar Orhun yazıtları olmuştur. Köktürk veya Orhun abidelerinin bulunması, Türk dili tarihi açısından son derece önemlidir. Türkoloji çalışmalarına yeni bir boyut getirmiş ve açıklık kazandırmıştır. Özellikle Wilhelm Thomsen’in yazıtların alfabesini 1893’te deşifre etmesinden ve bu yazılı belgelerin Türklere ait olduğunun anlaşılmasından sonra Türkoloji alanına dünya bilim çevresinde özel bir ilgi gösterilmiş, Türkoloji araştırmaları hızla ilerlemiştir. Uygur Türkçesi II. Köktürk Kağanlığının yıkılmasından sonra Türk Kağanlığının başına geçen Uygurlar devletlerini, Köktürk devletinin sahip olduğu mirasın üzerine kurdukları için, bu devletin yani bozkır kültürünün geleneğini sürdürüyordu. Eski Türkçenin son dönemlerinde Türkler farklı dinî muhitlere girmişlerdir. Özellikle Maniheizm, Budizm ve Hristiyanlık ile tanışan Uygur Türkleri merkezi Koço olan ve hâkimiyeti 400 yıl kadar sürecek, yerleşik hayat düzeninde, yeni bir devlet meydana getirdiler. Özellikle Turfan Uygurları 10. yüzyıldan itibaren gelişen ve 11-12. yüzyılda olgunluğa erişen Türk medeniyetinin kurucusu olmuşlardır. Uygur boylarının bir kısmı Çin’in Kansu bölgesine yerleşmiş ve burada kısa ömürlü devletler kurmuşlardır. Farklı dinler ile yeni bir kültür muhitine dâhil olan Uygurların kullandığı dil, yazı dili geleneği Köktürk dönemi Türk yazı dilinden farklı değildi. Teknik olarak Eski Türkçe dönemini kendi içinde biz Köktürkçe ve Uygurca olarak ikiye ayırıyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu iki dönem arasındaki farklar fazla olmayıp, Eski Türk çağında 11. yüzyıla kadar tek Türk yazı dili geleneği hâkim olmuştur. Aynı yazı dili bazı fonetik farklılıklarla ve değişen alfabelerle sürekliliğini korumuş ve işlek bir edebî dil olarak varlığını sürdürmüştür. Uygurca yazma eserlerin çoğu Sogd yazısının işlek biçiminden geliştirilmiş Uygur alfabesiyle yazılmıştır. Bu alfabe Türklerin Türk dilini yazmak için kullandığı ikinci alfabedir. Bunun yanında az da olsa bir kısım metinler Mani alfabesi ile yazılmıştır. Yerleşik hayattaki Uygurlar Budizm, Maniheizm ve ve Hristiyanlık çevresinde çok zengin bir edebiyat yarattılar. Bu dinlere ait dinî eserler Uygurcaya çevrilmeye başlandı. Birçok din kitabı Sogdca, Çince Toharca, Sanskrit ve Tibetçeden Uygurcaya çevrildi. Ayrıca birçok konuda telif Uygurca eserler de yaratılmıştır. Ayrıca Geç Uygur dönemine ait, Uygurların sosyal ve ekonomik düzenleri ile ilgili sivil belgeler de bugün için elimizde yer alan önemli belgelerdendir. #EskiTürkçe #türkçe

  • Türkçenin Bilinmeyen Karanlık Dönemleri

    Türkçenin yazıyla takip edilemeyen dönemlerine karanlık devir demekteyiz. Dillerin tarihsel gelişim süreçlerini ayıran kesin çizgiler yoktur. Dillerin gelişim süreçlerinin dilbilimsel ölçütlerle belirlenmesi gerekir. Ancak çoğu zaman yazı dili olmayan tarihî dillerle, lehçe ve ağızlarla ilgili yeterli filolojik malzemenin bulunamayışı, dilsel süreçlerin tarihsel, siyasî, sosyal ve politik olgular aracılığıyla belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Türk dili tarihinin ana kesitlerini oluşturan Türk yazı dilleri, lehçeleri ve ağızlarındaki sayısız dallanmalarına karşılık sınırlı sayıdadır. Çoğu tarihî Türk yazı dili alanıyla ilgili elimizde oldukça sınırlı bir dil malzemesi vardır. Dolayısıyla Türkçenin tarihsel dönemlerinin tespit edilmesinde, tarihî dönemler arasındaki geçiş ve dallanma proseslerinin, ilişkilerinin belirlenmesinde bu sınırlı dil malzemesi çoğu zaman yetersiz kalmış, bunun yanında başka tarihsel, siyasî ve sosyal olgular, tarihsel dil süreçlerinin belirlenmesinde ölçüt olarak kullanılmıştır. Altay Dil Birliği Dönemi Kuramsal Altay dilinden ilk olarak Japoncanın, ardından Korecenin ayrıldığı düşünülmektedir. Japonca ve Korecenin ayrılmasından sonra Türk-Moğol dilbirliği denen ikinci bir aşama söz konusudur. Öte taraftan aynı şekilde Türkçenin Altay dil birliğinden ayrıldığı devir, Türkçenin tarihî devirleri içinde ilk Türkçe devri olarak adlandırılır. Yine hipotetik şekillere dayalı bu döneme ait sınırlı bilgimiz vardır. İlk Türkçe Dönemi-Çuvaş-Türk Dil Birliği Dönemi (Pre-Turkic) İlk Türkçe (Pre-Turkic) döneminin başlangıcı kesin olarak bilinmemekle birlikte; Milattan önce birkaç bin yıllık dönemi kapsadığı tahmin edilmekte ve Milat sıralarında sona erdiği düşünülmektedir. İlk Türkçe dönemi Türkçenin Ana Altaycadan ayrıldıktan sonraki ilk dönemi kabul edilebilir. Bu döneme Çuvaş-Türk dilbirliği dönemi adı da verilmektedir. Ana Türkçe Dönemi (Proto-Türkçe) Milat sıralarında başladığı kabul edilen Ana Türkçe (veya Proto-Türkçe) dönemi ise Hun çağı ile ilişkilendirilmektedir. Proto-Türkçe veya diğer bir deyişle Ana Türkçe, bugün için kesin olarak bilinmeyen, ancak muhtemel tarihlendirmesi Hun çağı olarak yapılan bir devrede iki ana kola ayrılmıştır. #türkçe #TürkçeninDevirleri

  • Büyük Ünlü Uyumu Kuralı

    Çok heceli Türkçe sözcüklerin ünlüleri, kalınlık - incelik yönünden uyum içinde bulunur. Çok heceli bir sözcüğün ilk hecesindeki ünlü kalın ise ondan sonraki hecelerin ünlüleri de kalın; ilk hecedeki ünlü ince ise ondan sonra gelen hecelerin ünlüleri de ince ünlü olmak zorundadır. Buna büyük ünlü uyumu kuralı denir. Örnekler : Bekleyecektir Anlatmalısın Üzülmüşlerdi Bu örneklerin tümü BÜUK'ye uygundur. Kıyılarımız Uzaklaştırıldı Örnekleri Ormanlarımız BÜYÜK ÜNLÜ UYUMU İLE İLGİLİ ÖZEL DURUMLAR : - Tek heceli sözcüklerde büyük ünlü uyumu aranamaz. Tek heceli sözcüklerde bir tek ünlü bulunduğu için ünlü uyumu aranamaz. Örnek: Gel, yaz, ev, gül, aç, kol, beş..... gibi. - Yabancı kökenli sözcüklerde büyük ünlü uyumu söz konusu değildir. Büyük uyumu, Türkçe sözcükler için geçerlidir. Yabancı kökenli bir sözcüğün bu kurala uyması söz konusu değil elbet. Ancak dilimizdeki sözcüklerin önemli bir bölümü köken olarak yabancıdır. Bugün bunların büyük bir bölümü Türkçeleşmiştir. Bu nedenle büyük ünlü uyumu kuralını bunlara da uyguluyor, yani bu kurala uyup uymadıklarını araştırıyoruz. Örnekler : Dünya, fiyat, faiz, müzakere, mani, sahip, şair, şikâyet, münakaşa, zafer, zalim, cihan, beyaz.... gibi sözcükler yabancı kökenlidir ve büyük ünlü uyumuna aykırıdır. Elektrik, çiçek, masa, rende, zeytin...gibi sözcükler de yabancı kökenlidir; ancak büyük ünlü uyumuna uyar. Biz bunların bir bölümünün yabancı kökenli olduğunu bilmeyiz bile. Bunlar, rastlantısal olarak büyük ünlü uyumuna uyar. - Birleşik sözcüklerde büyük ünlü uyumu söz konusu değildir. Kimi bileşik yapılı sözcükler büyük ünlü uyumu kuralına uyar; kimileri uymaz. Ancak bunların sözcükleri tek tek ele alınmalıdır. Örnekler : Eskişehir, kabakulak, kuzukulağı, karatavuk, kaynana, niçin, hissetmek, kaybolmak ... gibi bileşik sözcükler büyük ünlü uyumuna uyar. Birkaç, hanımeli, Kırklareli, suçiçeği, Çanakkale, demirbaş, imambayıldı, Cumartesi.... gibi bileşik sözcükleri büyük ünlü uyumuna uymaz. - Türkçe söz diziminde sözcükler, büyük ünlü uyumundan etkilenmez. Yalnızca "de" bağlacı bu kurala aykırı olarak kendinden önceki sözcüğün son hecesindeki ünlüden etkilenerek "de" ya da "da" olur. Örnekler : "Olay günü bana seni bu çocuk sordu." Cümlesindeki sözcükler büyük ünlü uyumasından dolayı birbirinden etkilenmemişlerdir. Seni de sonra ararım. Bana da sen anlatırsın. Gel de birlikte gidelim. Baksa da göremez ki... Cümlelerindeki "de" bağlaçları, kendinden önceki sözcüklerin ünlülerinden etkilenerek "de" ya da "da" olmuşlardır. - Kimi Türkçe sözcükler yapısal değişmeye uğradıkları için büyük ünlü uyumu kuralına ters düşmüşlerdir. Örnekler : Anne - ana Şişman - şişmen Kardeş - kardaş (karındaş sözcüğünden) Elma - alma Hangi - kangı sözcüğünün değişiminden oluşmuştur. - Türkçede ekler büyük ünlü uyumundan etkilenir. Sonlarına geldikleri sözcüklerin son hecelerindeki ünlüden etkilenerek ünlüleri değişir. - yor, ken, - ki, - leyin, -mtrak ekleri kimi zaman büyük ünlü uyumu kuralına denk düşer, ancak bu ekin değişimiyle değil; eklendiği sözcüğün ünlüleriyle ilgili bir durumdur. Örnekler : Sabahki, akşamki, yarınki, ondaki, Sabahleyin, akşamleyin, Geliyor, bekliyor, gidiyor, Yeşilimtrak, mavimtrak Bakarken, yazarken, anlatırken örneklerinde görüldüğü gibi, -yor, -ken, -ki, -leyin ve -mtrak ekleri değişime uğramadıkları için büyük ünlü uyumu kuralına ters düşmüşlerdir. Öğlenki, benimki, dünkü Öğlenleyin, ikindileyin Bakıyor, anlıyor, yazıyor Sarımtrak, doğrumtrak Giderken, eğlenirken örneklerinde görüldüğü gibi -yor, -ken, -ki, -leyin, -mtrak ekleri yine değişime uğramamışlar; ancak eklendikleri sözcüklerin ünlülerinden dolayı büyük ünlü uyumuna ters düşmemişlerdir. deş eki : Bu ek kimi zaman değişime uğrayıp büyük ünlü uyumuna uyar; kimi zaman kurala aykırı sözcükler türetir. Örnekler : Meslektaş, dindaş, kardeş, arkadaş, yurttaş, vatandaş, ad(d)aş, işteş, sesteş... gibi. Uyarı 1. -yor,-ken, -ki, -leyin, -mtrak eklerinin büyük ünlü uyumuna uymamasının nedeni bu eklerin bir zamanlar sözcük olmalarıdır. Nasıl günümüzde bileşik sözcükler bu kurala aykırı olabiliyorsa; bu ekler de bir zamanlar sözcük olduğundan kurala aykırı olmaları da öyle doğaldır. yor eki : "yorumak" fiilinin, ken eki : "iken" sözcüğünün, leyin eki : "ileyin" sözcüğünün, mtrak : "ımtrak" sözcüğünün, ki eki : "ki" sözcüğünün ekleşmiş biçimidir. Geli yorur. Bili yorur. Sabah ileyin. Öğlen ileyin. Gelir iken. Bakar iken. Örneklerinde bu oluşum gözlenmektedir. Uyarı 2. Türkçede ekler yabancı kökenli sözcüklerin sonlarına gelirken son hecedeki ünlüden etkilenerek büyük ünlü uyumuna uyarlar. Bazı sözcüklerde bu kurala ters durumlar gözlenmektedir. Dünyanın - dünya - n - ın Fiyatlar - fiyat - lar Faizci - faiz - ci Mizahtan - mizah - tan sözcüklerindeki ekler kurala uyuyor. Saatler, vaatler, dikkatli, rikkale, emsalsiz, alkollü, alkolsüz sözcüklerinde ise ekler, son hecedeki ünlüye göre büyük ünlü uyumuna uymuyor

  • Cümle Vurgusu

    Vurgu, konuşma veya okuma sırasında bir hece veya kelimenin diğer hece ve kelimelerden daha baskılı söylenmesine denir. Cümlenin en önemli öğesi yüklemdir. Ancak yükleme bağlı olarak diğer öğelerden biri özellikle belirtilmek istendiğinde o öğe yüklemin önüne getirilerek vurgulanır. Örnek: Öğretmen bugün okulda beni aramış. (nesne vurgulu) Öğretmen bugün beni okulda aramış. (dolaylı tümleç vurgulu) Öğretmen okulda beni bugün aramış. (zarf tümleci vurgulu) Bugün okulda beni öğretmen aramış. (özne vurgulu) * Not: cümlede “mi” soru kelimesi ve “de” bağlacı kullanılmışsa “mi” ve “de” cümle vurgusunu kendilerinden önceki kelimeye alır. Örnek: Öğretmen de okulda dün beni aramış? (vurgulu olan kelime öğretmendir) Öğretmen okul dün de beni aramış? (vurgulu olan dün kelimesidir) Öğretmen okul dün de beni aramış mı? (vurgulu kelime yüklemdir ) * Not: Cümlede soru anlamı taşıyan kelime kullanılmışsa vurgu bu kelimelerdedir. Örnek: Çocuklar nerede beni görmüşler. (nerede kelimesi vurguludur) Babasının dün eve ne zaman geldi hatırlıyorsun. (vurgulu kelime ne zamandır)

  • Çocuklara Yönelik Süreli Yayınlar

    Mümeyyiz(1869–1870): Osmanlı Döneminde çocuklara yönelik ilk süreli yayın 1869’da yayımlanan Mümeyyiz adlı gazetedir. Gazetede, şiir, bilmece, haber, ansiklopedik bilgiler ve yazı dizilerine yer verilir. Anlatım ve dil, çocukların anlayabileceği şekilde yalındır. Daha sonra sırasıyla Sadakat(1875), Arkadaş(1876), Çocuklara Arkadaş(1882) gazeteleri yayımlanır. Bu gazeteler görsel olarak ilgi çekicidir; dizi yazıları, öyküleri ve ödüllü yarışmalarıyla da çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışır. Sonraki yayınlar: Vasıta-yı Terakki(1883) Çocuklara Kıraat(1883), Çocuklara Talim(1887), Çocuklara Rehber(1897–1901), Çocuklara Mahsus Gazete(1896–1908); Çocuk Bahçesi(1904), Musavver Küçük Osmanlı(1909) ve Arkadaş(1909) dergileri. Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası(1910): Dönemin iz bırakan dergilerindendir. Derginin bir sayısında tanınmış eğitimcilerden Sâtı Bey, küçük okul çocuklarının kendileri için yazılmış şiir ve şarkılardan yoksun olduklarını belirterek zamanın şair ve bestecilerini göreve çağırıyordu. Dergi, 19. sayısından itibaren Tedrisat Mecmuası adıyla yayınını sürdürür ve 1926’ya kadar 69 sayı çıkar. Dergi, eğitim ve öğretimin kuramsal çerçevesini çizen yazılar yanında, edebî metinlere de yer verir. Talebe(1911), Çocuk Bahçesi(1911), Türk Yavrusu(1911),Çocuk Yurdu(1911), Çocuk Duygusu(1911), Mektepli(1911), Çocuk Dünyası(1913), Çocuk Dostu(1914), Hür Çocuk(1918) adlı dergiler kayda değer ürünlerdir. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte süreli yayınların sayısı da artar. Çocuk Postası(1923), Yeni Yol(1923), Talebe Mecmuası(1923), Haftalık Resimli Gazetemiz(1924), Sevimli Mecmua(1925), Çocuk Dünyası(1926), Çocuk Yıldızı(1927). 1940’lı ve 50’li yıllarda Çocuk Haftası, Yavrutürk, Çocuk Sesi adlı dergiler çıkar ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından Çocuk(1932–1948) adlı dergi yayımlanır. Doğan Kardeş(Nisan 1945), Mavi Kırlangıç(1970, Yeşilay), Elma Şekeri(1980, Kültür Bakanlığı), Şeker Çocuk(Şekerbank), Kumbara(İş Bankası), Başak Çocuk(Ziraat Bankası), Pamuk Çocuk(Pamukbank), Can Kardeş(1981, Niyazi Birinci), Tercüman Çocuk, Milliyet Kardeş, Türkiye Çocuk, Mavi Kuş, Kırmızı Bisiklet, Kervan, Bando da adları anılması gereken diğer dergilerdir. Son dönemde çıkan dergiler şunlardır: Miço(Yalvaç Ural), Gonca, Ebe-Sobe, Kırmızı Fare(Fatih Erdoğan), Mobidik(2002–2003), Bilim Çocuk(TÜBİTAK). #çocukdergileri #çocukedebiyatı

  • Tanzimat’tan Meşrutiyet’e Çocuk Edebiyatına İlişkin Çeviriler

    Tanzimat, iki açıdan çocuk edebiyatına zemin hazırlar: 1) Çocuk düzeyine uygun metin üretme ihtiyacı. 2) La Fontaine’in keşfedilmesi ve çeviri faaliyetleri. Tanzimat’la birlikte çocuğa yönelik dikkatler değişmiştir. Çocukların anlama, kavrama ve dil ihtiyacına, La Fontaine’in fablları cevap vermiştir. Şinasi(1826–1871), La Fontain’den çeviriler yapmış; böylece de çocuk edebiyatının alt yapısını oluşturmuştur. Bunun ilk örneği, Eşek ile Tilki Hikâyesi’dir. Bu, Şinasi’nin Tercüme-i Manzume(1859) kitabında yer almıştır. Şinasi’nin kendi yazdığı fabllar da vardır: Kara Kuş Yavrusu ile Karga Hikâyesi, Arı ile Sivrisinek Hikâyesi. Şinasi bu fablları, Müntehabat-ı Eş’ar adlı kitabına almıştır. Bu metinlerin dili yalındır. Kayserili Doktor Rüştü de çıkardığı Nuhbetü’l-Etfal(1859) adlı alfabe kitabında çocuklara seslenir. Kitabında çevirdiği fabllara da yer verir: Deryaya Giden Balığın Hikâyesi, Karınca ile Ağustos Böceğinin Hikâyesi, Kedi ile Farenin Hikâyesi… Bu çevirilerin amacı çocuklara hoşça vakit geçirtmek, ahlak dersi vermek ve okuma alışkanlığı kazandırmaktır. Recaizade Mahmut Ekrem[1], yaptığı on çeviriyi Naçiz(1885) adlı eserinde bir araya getirir. Kitaptaki manzumeler şunlardır: Ağustos Böceği ile Karınca, Karga ile Tilki, Meşe ile Saz, Kurbağa ile Öküz, Biri Tuz Diğeri Sünger Yüklü İki Eşek, Aslan İle Akd-i Şirket Eden Dana, Kuzu ile Oğlak, Horoz ile İnci, Tilki ile Keçi, Ölüm ile Oduncu. Bunlardan Ağustos Böceği ile Karınca hem aruz, hem heceyle; diğerleri aruzla çevrilmişlerdir. Cumhuriyet döneminde La Fontain’den çeviriler yapanlar arasına Nâzım Hikmet(1902–1963), Sabahattin Eyuboğlu(1908–1973) ve Orhan Veli(1914–1950) de katılmıştır. La Fontain’den sonra bu alandaki ilk örnekler Daniel Defoe’dan yapılan Robenson çevirileridir. Eseri, Ahmet Lütfi Robenson Hikâyesi(1864)[2]adıyla Arapçadan tercüme etmiştir. Robenson, 1886’da Şemsettin Sami tarafından tekrar tercüme edilir. Şemsettin Sami, uzun cümleleri kısaltıp metnin dilini konuşma diline yaklaştırmıştır. Şükrü Kaya’nın 1919’da yaptığı Robenson tercümesi, kitabın İngilizce aslından çevrilmiştir. Cumhuriyetten sonra da Robenson çevirileri yapılmıştır. Kemalettin Şükrü’nün (1932’de), Necdet Rüştü’nün (1938’de) ve Yaşar Nabi’nin Issız Adada 28 Yıl adıyla yaptığı çeviriler bunlardandır. Robenson’dan sonra çocuk edebiyatı alanında yapılan ikinci tercüme, Jonathan Swift’in Güliver’in Seyahatnamesi’dir. Mahmut Nedim Efendi’nin 1872’de çevirdiği eser, 3 cilt olarak basılmıştır. Kitap, Güliver’in Seyahatnamesi ve Cüceler Memleketinde adıyla 1913’te tekrar tercüme edilmiştir. Ercüment Talu, Cüceler ve Devler Memleketinde: Güliver’in Seyahatleri adıyla 1935’te üçüncü kez tercüme etmiştir. Bu tercüme hem dil ve cümle yönünden hem de baskı ve resimleme açısından iyi bir örnektir. Jules Verne’den yapılan ilk tercüme Kaptan Hatras’ın Sergüzeşti(1877) adıyla basılır. Jules Verne’in diğer kitapları da 1886’dan 1907’ye kadar Türkçeye çevrilip yayımlanır: Merkez-i Arza Seyahat, Beş Hafta Balonla Seyahat, Seksen Günde Devriâlem, Kaptan Grant’ın Çocukları, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah ve Deniz Feneri. MEŞRUTİYET DÖNEMİ ÇOCUK EDEBİYATI Türkiye’de çocuk edebiyatıyla ilgili ilk ciddi girişimler II. Meşrutiyet’ten sonra yapılır. Çocuğa yönelik edebî ürünlerin bir ihtiyaç olduğu ve bu alanda eksiklerin olduğu fark edilir. Çocuk gelişiminde öykü ve masalların rolü keşfedilir. Ahmet Cevat (Emre), Hikâye Anlatmak Sanatı(1910) adlı eserinde teorik bilgiler verir ve örnek metinler üzerinde durur. 1909’da Darülmuallim’in (Öğretmen Okulu) başına getirilen Satı Bey’in ‘‘çocuk edebiyatımızın parlak ve mükemmel eserleri’’ diye nitelendirdiği örnekler, Tevfik Fikret’in Hep Kardeşiz ve Küçük Asker şarkıları ile Ağustos Böceği ile Karınca ve Az Tamah Çok Ziyan Verir adlı manzum hikâyeleridir. Bu hikâyeler ilk birkaç aylık ihtiyacı karşılar. Daha sonra, bu ihtiyaca cevap vermek için Ali Ulvi Elöve, ‘‘Aile’’, ‘‘Mektep’’, ‘‘Vatan’’, ‘‘İnsanlık’’, ‘‘Tabiat’’ başlıklı; bir kısmı telif, bir kısmı da çeviri ve uyarlama olmak üzere toplam yetmiş üç şiiri Çocuklarımıza Neşideler(1912) adıyla bir araya getirir. Şair, kitabının ön sözünde amacının iyiliğe eğilim uyandırmak ve ahlaki telkinlerde bulunmak olduğunu söyler. Elöven’in şiirlerinde merak duygusu, yaşama sevinci, yurt sevgisi, çalışmanın gerekliliği gibi temalar işlenir. Edebiyatımızın en önemli eksiğini, ‘‘çocuklara yönelik eser yazılmaması’’ şeklinde özetleyen Satı Bey, yazısının devamında çocuk edebiyatının ilgi görmemesini ‘‘Çocuklarla iştigal edenler çocuk kalırlar.’’ hükmünün genel bir görüş oluşturmasına bağlar. Türk edebiyatında çocuklara yönelik ilk kitap, İbrahim Alâettin Gövsa’nın Çocuk Şiirleri(1911) adlı kitabıdır. Gövsa kitabının ön sözünde anne babalara ve öğretmenlere seslenir. Otuz dört şiire yer verdiği kitabında doğrudan ahlak dersi veren şiirlerin yanında, sonucunu çocukların zekâsına bıraktığı örneklerin de bulunduğunu belirtir. Kitapta dini inançla, yurt sevgisiyle, doğa olaylarıyla, acıma duygusuyla, çalışmayla, dış dünyaya yönelik çocuk dikkatiyle ilgili dizelere yer verilir. İbrahim Alâettin, Tedrisat-ı İptidaiye mecmuasının 48. (Eylül 1919) ve 50. (Kasım 1919) sayılarında yayımlanan ‘‘Çocuk Edebiyatı’’ başlıklı yazılarıyla çocuk edebiyatının kuramsal temelleri üzerinde durmuştur. İbrahim Alâettin, çocukların şiiri çok sevdiğinden söz eder. Bunu, uyakların sağladığı ahenge, hecelerin düzen ve dengesinden doğan ezgiye bağlar. Gövsa’ya göre çocuk şiirlerinde aruzun ‘‘mefâilün, mefâilün’’; hecenin de ‘‘iki dörtlük’’ veya ‘‘iki dörtlük bir üçlük’’ gibi kalıpları tercih edilmeli, duraklar belirgin olmalı, uyaklar sıklıkla kullanılmalıdır. Hayaller açık ve anlaşılır olmalıdır. Tevfik Fikret, Şermin(1914) ile Türk çocuk şiirinin kurucuları arasına girer. Yazar, Şermin’de çocuklar için anlaşılır bir dil kullanır. Hece ölçüsünün 7’li 8’li kalıplarını tercih eder. Çocuğun sembolle örülü dünyasına uygun imgeler yaratır. Kitapta alfabe, oyun, oyuncak, doğa ve hayvan sevgisi, acıma duygusu, okulun işlevi, çalışmanın erdemi gibi konularla ilgili, şiir değeri yüksek otuz bir örnek yer alır. Kitapta yer alan benzetmeler, karşılaştırmalar, muzip yaklaşımlar ve çıkarımlar Tevfik Fikret’in çocuk duygularına yaklaşımının göstergeleridir. Ziya Gökalp, çocuklara bilgi vermek için edebî metinlerin kullanılması gerektiğini savunur. Ahlaki ve milli duyguları şiir arcılığıyla çocuğa aktarma çabasındadır. Eserleri şunlardır: Kızıl Elma(1915): İçinde masal, destan, koşma tarzında manzumeler yer alır. Yeni Hayat(1918): Yurt, ulus, dil, din, ahlak, sanat, aile gibi konular işlenir. Altın Işık(1923): Yedisi mensur, beşi manzum on iki masal yer alır. Manzum metinlerden ikisi Dede Kokut hikâyelerinden, biri de Malazgirt Savaşı’ndan alınmıştır. Bu dönem çocuk şiirinin dikkate değer diğer örnekleri şunlardır: Mehmet Emin Yurdakul’un yurt ve ulus sevgisi içeren, yalın anlatımlı şiirleri; Ali Ekrem Bolayır’ın Çocuk Şiirleri(1917) ve Şiir Demeti(1923); Fuad Köprülü’nün Mektep Şiirleri(1918) ve Nasrettin Hoca(1918); Sabri Cemil (Yalkut)’un Çocuklara Mahsus Küçük Şiirler; İbrahim Aşki Tanık’ın Çocukların Şiir Defteri. Milli edebiyattan cumhuriyete geçiş döneminde çocuklara yönelik şiir yazan şairler şunlardır: Osman Fahri, Suat Fahir, Ruşen Eşref, Siracettin Hasırcıoğlu, Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç… Çocuklara yönelik metin yazan yazarlar da şunlardır: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Mahmut Yesari, Aka Gündüz…

  • Çocuklar Edebiyata Neden İhtiyaç Duyar?

    Çocuk edebiyatı alandaki çalışmalarıyla tanınmış eğitimci Jacob (1955), A.F. Oğuzkan’ın dilimize çevirdiği Curriculum Letter adlı yapıtında çocukların neden edebiyata gereksinim duyduğunu şöyle açıklamaktadır: 1. Edebiyat hoş vakit geçirtici, eğlendirici bir şeydir. Hoş vakit geçirtmeyi eğitimin başlıca amaçlarından biri olarak düşünmekten çekinilmemelidir. Elbette radyonun, resimli dergilerin, sinemanın ve televizyonun yanında okumaya da bir yer ayrılması gerekir. Eğer çocuklar okulda okumayı sevmeyi, okumaktan sadece okumak için zevk almayı öğrenmezler ise hoşça vakit geçirten bir unsurdan yoksun kalırlar. Bu bakımdan, edebiyatı, bir hoş vakit geçirme aracı olarak öğretim programına alınacak değerli unsurlardan biri biçiminde pekala düşünebiliriz. 2. Edebiyat ruha canlılık verir, yaşama gücünü artırır. Edebiyat kimi zaman bizi, hayatın çok ciddi ve üzücü durumlarından uzaklaştırır, götürür. Güzel bir düzyazı veya şiir okumanın kazandırdığı yaşantılarla bir insan kısa zamanda bugünkü tasalarından kurtulma olanağı bulur ve sonra da bu tasarıların karşısına daha güçlü, daha dinlenmiş halde çıkmanın yollarını öğrenir. Çocuklara okulda bu gibi yaşantılar edinmek için birtakım olanaklar verilmediği sürece onlar ruhun canlanıp güçlenmesinde edebiyatın bu şaşırtıcı, olağanüstü değerini hiç bir vakit öğrenemeyeceklerdir. 3. Edebiyat yaşamı tanımaya yardım eder. Çocuklar yaşamı ve yaşama yollarını öğrenmek için edebi eserlere gereksinim duyarlar. Başka bir kimsenin yaşamını ilgilendiren durumları öğrenmek için edebiyat aracılığıyla elde edilen pek ilginç yaşantıları -televizyon, radyo vb.- hiçbir araç kazandıramaz. Kimi durumlarda kişisel yaşantılardan daha iyisi yoktur; ama bazı yaşantılar vardır ki bunlar türlü edebiyat eserlerini okunmasıyla birer rastlantı sonucu kazanılır. Kısaca, çocuklar yaşamı tanımak için edebiyata gereksinim duyarlar. 4. Edebiyat bir rehberlik kaynağıdır. Edebiyat bir kimsenin kendini tanıyarak davranışlarını değiştirmeye yarayacak olanaklar hazırladığı için bir rehberlik kaynağı olarak da hizmet edebilir. Şüphesiz, bütün edebiyat eserleri böyle bir hizmeti görmez ve bu hizmet de her zaman klasik ölçüler içinde yerine getirilemez. Fakat, her birimizin yaşamında gereksinim duyduğumuz vakit bize kendimizi anlamak konusunda yardımcı olan en az bir kitap bulunmuştur. 5. Edebiyat yaratıcı etkinlikleri özendirir. Çocuklar, başka alanlardaki yaratıcı etkinliklere geçmek için bir sıçrama tahtası olarak edebiyata gereksinim duyarlar. Başka sanatlarla ilişkileri bulunan zengin bir programın eşliğinde yaratıcılığa yönelten okuma etkinlikleri sayesinde bir sanat, başka bir sanatı desteklemiş, beslemiş olur. Okuma, çocuğu resim çizmeye ve dramatik sanat alanlarında ritmik yorumlamalar yapmaya özendirir. Çocuklar okuma ve dramatik sanat alanlarında ne kadar zengin yaşantılar edinirlerse yaşamın öteki yaratıcı alanlarında da o kadar zengin bir kişiliğe sahip olurlar. 6. Edebiyat güzel bir dil demektir. Çocuklar kendi dillerini geliştirmek için edebiyat eserlerine gereksinim duyarlar. Edebiyat güzel bir dildir ve içimizde, çocukların anadillerinin güzelliğini en iyi biçimde öğrenmelerini istemeyecek kimse var mıdır?”( Leland, Jacob. Çeviren: A. Ferhan Oğuzkan. Curriculum Letter, N. 20, 1995.) #çocukedebiyatı #çocukkitapları

bottom of page