top of page

Türk Mitolojisinde Acun ve Dünya

“Soğuk geldi yaslandı,

“Kutlu yazı kıskandı,

“Karla Acun kaplandı…”


1. ACUN, İNSANLIK DÜNYASI

“Acun”, esik Türkçede dünya anlamına gelirdi. Fakat bu dünya, maddî dünya olmaktan ziyade, “İnsanlık dünyası” idi. Toprak ve su yığınından ibaret olan dünya, eğer insansız kalsa idi, hiçbir manası olmayacaktı: “Bu dünya, insanlıkla birlikte düşünüldüğü için, insanların hayatı gibi fâni ve yine insanların talihi gibi dönek ve kahpe bir dünya idi”. Bunun için eski Türkler yeryüzünde yaşayan varlıkların tümüne, “Acunlar” demiş ve bu suretle Acun deyimi ile de, ne demek istediklerini daha açık olarak göstermişlerdi. Eski Türkler, yeryüzünde yaşayan insanlara “Acunluk” derlerdi. İnsanlar nihayet dünya için yaratılmış, dünyalık ve bu dünya içinde güçleri ile kuvvetleri yeter olan varlıklardı. Onların iyilik veya kötülükleri, Tanrının insanlara bahşettiği talihe, yani, “Kut”a bağlı idi. Tanrı onlara kut verirse, zaten herkes iyi olur; kurt kuzuya bile katılıp giderdi:


“Acunluk belinge badı kurt kurı,

“Kozı birle kadlıp yorıdı böri!”

“İnsanlar bağladı kut kuşağını,

“Kuzuya katılıp yürüdü börü (Kurt)”


İnsanları idare eden ve bu işi meslek edinen hükümdara da “Acuncı” denir. Fakat, Acuncı unvanı, daha çok bütün insanlığın hükümdarına verilen bir ad idi. Eski Türklerde, “Cihanşümûl” (Üniversal) bir devlet fikri vardı. Onlara göre, “Türk Hakanı, Tanrı tarafından bütün insanlığı idare için gönderilmiş bir hükümdar idi”. Türk devlet felsefesi, bütün dünyayı ve insanlığı içine alan bir anlam, yani Universalismus ile dolu idi. Bunun için de Türk hükümdarının yine Tanrı tarafından bahşedilen faziletle dolu olması lâzım geliyordu:


“Acunçıka erdem gerek ming tümen”

“Acuncı’ya erdem gerek, on milyon!…”


Unutmamalıyız ki, insanların iki dünyası vardı: “Biri bu dünya ve diğeri de, öbür dünya idi”. maddî dünya ise, bir tane idi. Bunun için Acun sözü, maddî dünyanın çok üstünde ve insanların gönlündeki diğer dünyayı da, ahireti de ifade ederdi. Bu sebeple eski Türkler, “Bu Acun” veya “Ol Acun” derken, bu iki dünyayı birbirlerinden ayırmağı da ihmal etmezlerdi. Fakat bu dünya fâni, öbür dünya ise ebedî bir dünya idi. bu sebeple de, öbür dünya ve ahiret için “Menggü Acun”, yani “Ebedî dünya” deyimini kullanırlardı.


“Bu dünya, o dünya”, Anadolu’da da çok kullanılan bir deyimdir. Bektaşî edebiyatında ise, bunun yerine hemen hemen hiçbir arapça söz tercih edilmemişti. Şu güzel Bektaşî nefesinde, bunu açık olarak görüyoruz:


“Bu dünyadan, o dünyaya giderken,

“Tu yüzüne, lânet şanına Yezid!

“Hak evini yıkıp harap edersin,

“Tu yüzüne, lânet şanına Yezid!…”

Teslim Sultan Abdal


Türklerde bu deyimler X. yüzyıldan itibaren söylenmeğe başlanmıştı. Elbette ki bunların doğuşunda, İslâmiyet'in de büyük tesirleri vardı. Fakat bu deyimler, daha önceleri Müslüman olmayan ve Buda dinine inanan, Türkler tarafından da söylenmişti. Örnek olarak bunlardan bir tane verelim:


“Togrup takı kalmadı menggü eren,

“Ajun küni, yulduzı tutçı togar.”


“Doğup da kalmamıştır, (dünyada) bir, tek insan, ebediyen yaşayan,

“Acunun güneşiyle, yıldızlarıdır ancak, ebediyen ışıyan!…”


Acun insanlar için ebedî değildir. Ebedî olan şey, her gün doğan ve dünyaya bağlı olan, güneş ve yıldızlardı. Burada “Dünyaya önem veren” (Geocentric) bir kâinat görüşü, kozmoloji vardır. Bu görüşü, İran edebiyatında görmüyor değiliz. Fakat Astronomi bakımından Ptoleme’nin sistemine bağlı olan bu inanış Çin’de de vardı. Asıl şaşılacak nokta şudur: Kutadgu Bilig’deki bu şiirlerde, eski Uygur anlayış ve deyimleri, en güzel bir şekilde ifade edilerek söylenmişti. “İran deyimleri” nin en ufak bir izi bile yoktur. Eğer bu şiirler, İran edebiyatının mana ve mefhumları kullanılarak yazılmış idiyse; nasıl oluyordu da, İran edebiyatının deyimleri ve terminolojisi, bu şiirlerde, en ufak bir “sızıntı ve görüntü bile gösteremiyordu”. Meselâ Ahmed Yesevî ile Yunus Emre’de, bu dil saflığını göremiyoruz. Çok eski de olsa, İran edebiyatının tesirlerini inkâr edemeyiz. Fakat bunun yanında, Kutadgu-Bilig’den önce de var olan, bir tür düşünce düzeni ile bir Türk şiir an’anesinin varlığını kabul etme zorunluluğa da vardır.


2. “ACUN”, DÖNMEK ZAMAN VE KAHPE FELEK

“Süren, Erenler süreği,

“Süre gelmiş, süre gider!…”

Teslim Sultan Abdal “


Acun’un felek ve zaman anlamına kullanılması:

Astronomi bakımından, “Felek” ile ilgili ayrı bir bölümümüz vardı. “Acun” deyimi dolayısı ile, burada bu konuya, yeniden döneceğiz. Türklerin Felek’e, astronomik görüşle, “Çığrı” dediklerini söylemiştik. Az önce de söylediğimiz gibi Türkler, dünyaya önem veren kâinat görüşleri (Geocentric) dolayısı ile, dönen feleği ve değişen gece ile gündüzü de, Acun sözünde toplamış ve Acun deyimi ile ifade ede gelmişlerdi. Değişen zaman, çağ ve talih de, artık, Acun sözü ile anlatılır olmuştu:


“Ajun tüni kündüzi yedkin keçer

“Kimni kalı satgasa küçin kever.”

“Acunun gecesiyle, gündüzü gelip geçer,

“Kimin üstüne varsa, gücünü ezip geçer!”


Felekten kurtuluş yoktur. Kader pususunu kurarak fırsat bekler ve fırsatını bulunca da insanı can evinden yaralar. Ne yazık ki, insanoğlu bu yaranın, nereden ve kimin tarafından geldiğini bilemez. Yine de, çaresini ve yarasını sarmak için, gereken yakıyı İnsanoğlundan arar ve ister:


“Urmuş Ajun pusuğın, kılmış anı balığ;

“Em sem angar tilenip, sizde bulur yakığ.”

“Kurmuş Acun pususın, kılmış anı yaralı,

“İlâç, çare aranır, sizde bulur yakıyı!…”


Çarkı felek ile dünya, kahpe ve dönektir. İnsanlar, rahat ve uzun yaşamasınlar diye zamanı bile çabuk geçiştir. “Acun, erlerin ve yiğitlerin değil; kötülerin dostudur”. Dünyayı iyi insanlardan ayırmak ve ayıklamak, sanki onların bir vazifesi gibidir. Kaşgarlı Mahmud’un verdiği şu çok eski Türk şiirini, bugünkü Türkçemize çevirmeğe çalışalım:


“Zaman günleri çabuk, geçirip davrandırır,

“İnsanoğlunun ise, gücünü yıprandırır;

“Erleri seyrek yapar, Acun’dan hep kaldırır,

“Kaçsa dahi yetişir, canlarını aldırır!…”

Burada, Felek ve Acun yerine, “Zaman”, (Ödhlek) geçmiş ve onların vazifelerini, artık “Zaman” yapmağa başlamıştır.


3. ACUNCI, DÜNYANIN SAHİBİ “TÜRK HAKANI”


“Acuncı, yani Dünyanın sahibi olan iyi bir Hakan, Feleğe karşı insanları korurdu:

Az yukarıda da söylediğimiz gibi hükümdar, bütün dünyanın sahibi gibi görülüyor ve ona “Acuncı” adı veriliyordu. Bütün hükümdarlara, aynı ünvanın verilip, verilmediğini bilmiyoruz. Fakat bu deyim, eski Türk metinlerinde aynı anlam için birkaç defa kullanılmıştır. İranlıların “Efra siyab” ve Türklerin de “Alp Er Tonga” dedikleri büyük kahraman ve hükümdar için Acun Begi deniyordu. Bu deyimi, eski Türk metinlerinde sık sık rastlıyoruz. Alp Er Tonga ölünce, Acun sahipsiz kalmıştı:


“Alp Er Tonga öldi mi?

“Ödlek öçin aldı mı?

“Issız Acun kaldımı?

“Emdi yürek yırtılur!”

“Alp Er Tonga öldü mü?

“Felek öcün aldı mı?

“Kötü Dünya kaldı mı?

“Şimdi yürek yırtılır!…”


Bu çok eski ve güzel Türk şiirinde, Acun’un arsız, utanmaz, kötü ve fena olduğu söylenmek isteniyor. Bunun için dünyaya, “Issız Acun” deniyor. Eski Türkçede “Isız” sözü, daha çok haylaz, yaramaz, terbiye ve söz almaz çocuklar için söylenen bir deyimdi. Eski Türkler, Dünyaya bu sıfatı vermekle, ona bir “Kişilik” de vermiş oluyorlardı. Tıpkı bizim “Kahpe dünya” diyerek, dünyayı kötü bir kadına benzettiğimiz gibi. Bu benzetmeler unutmayalım ki İran edebiyatında olduğu kadar Budizm'de de vardı. “Ödlek” deyimi burada da karşımıza çıkıyor. Esas itibari ile zaman için kullanılan bu söz, öyle anlaşılıyor ki, “Felek” karşılığı olarak da, dilden düşürülmüyordu. Diğer bir şiirde, yine Alp Er Tonga’nın ölümü için şöyle deniyordu:


“Zaman artık inceldi, süzüldü, yufkalandı,

“Cılız, zayıf erlerse, yavuz oldu davrandı!

“Erdem artık kalmadı, atıldı savsaklandı,

“Çünkü Acun’un Begi (Efrasiyab) yok oldu!”


Şairi bilinmeyen bu çok eski Türk halk şiiri, faziletin ve faziletli kişilerin yok oluşunu, Hakan Efrasiyab, yani Alp Er Tonga’nın ölüşünü ve dünyanın sahipsiz kalışına bağlıyor. Şiirin esas metninde Efrasiyab’ın adı geçmiyor. Fakat şiirin söylenişinden, bö sözlerin Alp Er Tonga ile ilgili olduğu, açık olarak anlaşılıyor: “Acun, erleri ve yiğitleri ayıklayarak, dünyayı yiğitlerden temizlemeği, âdeta kendi için bir vazife bilirdi. Akıllı ve bilgi kişileri ise, istemezdi ve onlara yar değildi. Bilgili insanları yok edip, dünyadan kaldırmasa bile, onları kovalar, ısırır ve etlerini koparırdı. Bu sebeple bilge kişilerin de vücutlarında açılan yaralar, yavaş yavaş kopup çürümeğe başlarlardı”. Daha doğrusu şair demek istiyordu ki, bilgelerin kafalarında bilge bulunmasına rağmen, kokmuş vücutlarında artık fazilet barınamamağa başlamıştı. İşte, Acun’un bu marifetlerini anlatan şu çok eski Türk şiiri bize şöyle diyor:

“Bilğe, akıllı kişi, artık hep yoksul kaldı,

“Acun onları tutup, ısırdı, etin aldı,

“Erdemli vücutlarsa, çürüdü, koku saldı.

“(Tükendi artık gücü) yere değip sürtülür!”


Yine çok eski ve çok manalı bir Türk halk şiirini Dede Korkut’un dilinden dinleyelim:


“Kanı dedüğüm, Beg Erenler,

“Ecel aldı, yer gizleri,

“Dünya menüm diyenler.

“Bu dünya kime kaldı!…”


4. “ACUN”, MADDİ DÜNYA ANLAMINA

“Maddî Dünya anlamına kullanılan Acun sözü”:


“Acun” sözü eski Türklerde, esas itibari ile, içinde doğduğumuz ve yaşadığımız Dünya anlamına gelirdi. Eski Türk şiirleri, her konuda dünyamıza bir kişilik verir ve dünyayı güzellikleri ile bezeyerek, öyle anlatırlardı. Meselâ şu çok eski Türk halk şiiri, tıpkı bir insan gibi, dünyanın nefesini ılındırmakta ve ondan sonra da baharı getirmektedir:


“Kalkar kamug kölerdi,

“Ajun tını yılırdı,

“Taglar başı ilerdi,

” Tütü çeçek, çerkeşür!”


“Kuru yerlerin hepsi, yağmur ile göllendi,

“Dağların başı artık, göründü belirlendi,

“Dünyanın soluğuysa ılındı, meltemlendi,

“Türlü, türlü çiçekler, dizilip, demetlendi!…”

Diğer eski bir Türk şiiri de, soğukların ve kışın gelişini, mevsimler arasındaki kıskançlık ve rekabete bağlıyor. Ona göre kış, yazın güzelliklerini kıskanmış ve bunun için de bütün şiddet ve kuvvetini toplayarak gelmiştir:


“Tumlıg kelip kapsadı,

“Karlap Ajun yapsadı,

“Kutlug yayıg tepsedi,

“Et, yin üşüp, emrişür!”

“Soğuk geldi yaslandı,

“Karla Acun kaplandı,

“Kutlu yazı kıskandı,

“Vücut üşür, titreşir!…”


Mevsimlere “Kişilik” veren şair, yazı kıştan üstün tutarak, yaza “Kutlu yaz” diyor. Acun sözünü Uygurlar, “Acun” şeklinde yazıp söylerler iken; Kaşgarlı Mahmud bu sözü, “Ajun” şeklinde söylemeğe başlamıştı.


bottom of page