top of page

Türkçenin Yaşı ve Tarihi Gelişimi

Türk Dilinin Yaşı

Sümerce bugün yaşamamakla birlikte, bilinen en eski yazılı metinler Sümerceye aittir. Osman Nedim Tuna, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi adlı eserinde Sümerler ve Türkler arasında dil bakımından tarihi bir ilgi bulunduğunu tespit etmiş ve bunun sonucu olarak da “Bugün yaşayan dünya dilleri arasında, en eski yazılı belgeye sahip olan dil Türk dilidir” sonucuna varmıştır. Bir dilin zenginliği, onun eskiliği, sürekliliği, edebiyat ve bilim dili oluşuyla söz konusu edilebilir. Türk yazı dilinin ilk metinleri olarak bilinen Göktürk yazıtlarında tespit edilen kavram alanı-kelime ailesi ilişkileri, soyut kavramların kullanılışı, oturmuş, düzenli bir işleyişin varlığı, bu dilin uzun bir süre işlenmiş olduğunu göstermektedir. Yenisey yazıtlarında görünen sözcükler, Orhun yazıtlarındaki söz varlığı, Türkçenin hemen o dönemde oluşmuş bir dil olmadığını, çeşitli gelişmeler ve anlam olaylarıyla çok daha eskiye, birkaç bin yıl öncesine uzanan gelişmiş bir dil niteliği taşıdığını göstermektedir. Türkçenin ilk yazılı metinlerini MS VII. yüzyılın sonu olarak (Çoyr/ 687-692) kabul etsek bile, Türk dili, bugün edebiyat ve bilim dalı olarak kabul edilen birçok dünya dilinden daha eski yazılı metne sahip bir dil durumundadır. Ural ve Altay dil aileleri içinde Türkçeden daha eski yazılı metne sahip bir dil bulunmadığı gibi, Yunan-Latin dillerini hariç tutarsak, Avrupa’da bugün Türkçeden daha eski yazılı metne sahip herhangi bir dil yoktur.


Türk Dilinin Tarihi Gelişimi

Bir dilin tarihini yazı dili öncesi ve yazı dili dönemi biçiminde ikiye ayırarak incelemek gerekir. Diller önce konuşma dili olarak var olur, daha sonra yazı dili haline gelirler. Yazı dili öncesi dönem, belgelerle incelenemediği için özellikleri hakkında tam ve kesin bilgiler vermek mümkün değildir. Türkçenin ilk sözlü edebî ürünlerinin hangi tarihe ait olduğunu belirtmek de mümkün değildir. Türk dilinin kökeni hakkında iki önemli görüş vardır. Bunlardan birincisi, Türk dilinin Altay dil ailesine mensup olduğunu ve Ana Altayca denilen bir ana dilden türediğini savunan görüştür. Bu görüşe göre Altay dilleri; Türkçe, Moğolca, Tunguzca, Mançuca, Nanayca, Japonca, Korece ve Aynucadır. İkinci görüşe göre, Türkçe Ana Hun Dili adı verilen bir ana dilden doğmuştur. Bu görüşe göre, Türk dilleri kendi başına bir aile oluştururlar. Doğup geliştikleri Ana Hun Dili, milattan önceki yıllarda üç lehçeye ayrılmıştır. Bu lehçelerden, Batı Hun Lehçesi bugünkü Çuvaşçayı, Kuzey Hun Lehçesi Yakutçayı, Doğu Hun Lehçesi de Türk-Tatar dillerini, yani diğer Türk lehçelerini doğurmuştur. Altay dilleri teorisinin kurucusu Ramstedt’dir. P. Aalto, Kore dilini de Altay dilleri ailesine dâhil etmiştir. Amerikalı dilci Street ise bu dillere Japon ve Aynu dillerini de eklemiştir. K. Grönbech, Benzing ve özellikle de Alman asıllı G. Doerfer ile İngiliz asıllı Sir Gerard Clauson bu teoriye karşı çıkmışlardır. Onlara göre Altay dilleri arasındaki yakınlık, bir akrabalık ilgisinden çok karşılıklı ödünçlemelerden ibarettir.


Türk yazı dilinin bugün için bilinen en eski yazılı belgeleri Göktürkler dönemine aittir. Ancak, özellikle Orhun metinlerinde görülen dil, oldukça işlenmiş, mükemmel bir ifade yeteneğine ulaşmış bir dildir. Bütün uzmanların ortak kanaati, bu dilin mutlaka birkaç asır işlenmiş olduğu yönündedir. Türkler VII-VIII. yüzyıllardan başlayarak XIII. yüzyıla kadar uzanan dönemde tek yazı dili halinde yaşamıştır. Bu ilk dönem kendi içinde Göktürkçe ve Uygurca olarak ikiye ayrılır. Eski Türkçeden sonraki devrede, Türkçe farklı yazı dillerine bölünmüştür. İslamiyet’in kabulüyle birlikte birçok yeni kavramın toplum hayatında yer alması ve yeni bir yazının kullanılması gibi dış sebepler ile Türkçenin kendi içyapısında meydana gelen doğal değişmeler ve gelişmeler farklı lehçelerin ve yazı dillerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böylece Türk dili, XII.-XIII. yüzyıldan itibaren Kuzeydoğu Türkçesi ve Batı Türkçesi şeklinde iki kola ayrılmıştır. Kuzeydoğu Türkçesi XIII. ve XIV. yüzyıllarda, eski Türkçenin yeni bir devamı gibi yaşamış ve eski ile yeni arasında geçiş görevi üstlenen bir devir olmuştur. Batı Türkçesi XII. yüzyıldan itibaren oluşmaya başlamış ve ilk yazılı eserlerini XIII. yüzyılda vermiştir. Türklüğün ve Türk dilinin en çok işlenmiş, en verimli yazı dilidir. Batı Türkçesinin ilk dönemi XIII ila XV. yüzyılın sonu arasındaki dönemi kapsayan Eski Türkiye / Eski Anadolu Türkçesidir. Batı Türkçesi XVII-XVIII. yüzyıllardan itibaren kendi içinde farklılaşarak iki ayrı yazı dili haline gelmiştir. Bunlardan doğuda olanına Azerbaycan, batıda olana Osmanlı veya Türkiye Türkçesi adı verilmektedir.


Türk dilinin tarihi gelişmesini iki ana döneme ayıran araştırmacılar, genellikle başlangıcından XIII. yüzyıla kadar olan döneme Eski Türkçe, XIII. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemine de Yeni Türkçe demektedirler.


Ahmet Caferoğlu başta olmak üzere birçok araştırmacı da Türk dilinin tarihi gelişimini yazı dili öncesi ve sonrasıyla birlikte şöyle tasnif etmektedir:

1.       Altay Devri

2.       En Eski Türkçe Devri

3.       İlk Türkçe Devri

4.       Eski Türkçe Devri

5.       Orta Türkçe Devri

6.       Yeni Türkçe Devri

7.       Modern / Çağdaş Türkçe Devri

Comments


bottom of page