top of page

Zarf (Belirteç) ve Zarf Türleri

 

Sizin ecdad-ı pakiniz

Cidden birer hazane-i himmetti; en metin,

En zinde bir meram ile asrın ve şüphesiz

Dünyanın en bahadırı onlardı; fahredin...

Mağrur olun... Fakat vatan, ikmal-i şan için

Evladının kemalini ister.

O, mutlaka ister ki siz de himmet edin, siz de yükselin,

Yükselmek isteyenlere pervaz için feza

Daim küşadedir...

(Tevfik Fikret)


Dün bezminizin bir ezelî neş’esi vardı. Saz sesleri ta fecre kadar körfezi sardı.

Vaktaki sular şarkılar inlerken ağardı. Bendim geçen ey sevgili, sandalla denizden. (Yahya Kemal Beyatlı)


Yukarıda gördüğünüz örneklerden birinci parçada italik harşerle dizilen sözcüklerden; “en” sözcüğü; sırasıyla “metin, zinde, bahadır” sıfatlarını belirtiyor. “şüphesiz, mutlaka, daim” sözcükleri de kendilerinden sonra gelen “onlardı, ister, küşadedir” yüklemlerini belirtiyor.


İkinci parçadaki “dün” sözcüğü, “vardı” sözcüğündeki geçmiş zamanın sonsuzluğundan bir gününü ayırarak gösteriyor; yani zamanı kısıyor. “Ta fecre kadar, vaktaki” söz öbekleri de kendilerinden sonra gelen “sardı, ağardı” eylemlerinin ne zamana kadar sürdüğünü belirtiyor.


Sıfatların, eylemlerin ya da görevce kendine benzeyen sözcüklerin anlamlarını belirten ya da kısıp sınırlayan sözcüklere belirteç (zarf) denir.


BELİRTEÇ TÜRLERİ


Zaman Belirteçleri


Zaman, “Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit.” şeklinde tanımlanmaktadır (TDK, 2005). Zaman, başlangıcı ve sonu olmayan; hatta başlangıcı ve sonu düşünülemeyen bir akıştır. Bu başsız ve sonsuz soyut akışı içinde olup biten işlerin, eylemlerin anlatılışı bakımından, kısaca, dil bakımından ayırabiliriz:

• Geçmiş zaman

• Şimdiki zaman

• Gelecek zaman


Bu ayrımları gerektiren ve belirten kavramlar şunlardır:

• İş, yani eylem

• İşin anlatılması


Bu iki kavramın birbirinden önce ya da sonra oluşlarına göre üç zaman şöyle karşılaştırılır:

• İş önce, anlatış sonra = Geçmiş zaman

• Anlatış önce, iş sonra = Gelecek zaman

• İşle anlatış birlikte = Şimdiki zaman


Yer sarsıldı, cümlesindeki zaman şöyle düşünülebilir:

Sarsılma eylemi anlatıştan öncedir; yani geçmiş zamandadır. Anlatıştan az önce için de “sarsıldı” denir, yüzlerce, binlerce yıl öncesi için de. İşte bu sınırsız geçmişte bir olayın zamanını belirtmek için eyleme sınırlayıcı sözcükler katmak gerekir:

Şimdi sarsıldı. Biraz önce sarsıldı. Akşam sarsıldı.

Dün sarsıldı. On yıl önce, bin yıl önce sarsılmış. ...


Yağmur yağacak, cümlesindeki eylemin zamanı da böyledir. Gelecek zamanın sonsuzluğu için de belirtici sözcüklerden yararlanmak gerekir:

Şimdi yağacak. Az sonra yağacak. Bugün yağacak.

Yarın yağacak. Bir yıl, beş yıl, bin yıl sonra yağacak. ...


Diğer eylemler de böyledir. Görülüyor ki bu belirteçlerin görevleri, eylemlerin sonsuz zamanlarını sınırlamaktır. Şimdi bazı zaman belirteçlerinin nasıl kullanıldıklarını örneklerle görelim.


Dün, geçmiş zamanlı eylemleri ve eylemsileri bir gün önce yapıldıklarını göstererek sınırlar:

Dün gördüm. Dün gelmiş. Dün okuyacaktık. Dün aldığı kitabı satacak. ...


Yarın, geçmiş zamanlı olmayan bütün eylemlerle eylemsileri bir gün sonra yapılacaklarını belirterek sınırlar:

Yarın gelecek. Yarın gider. Yarın gitmeli.

Yarın gidiniz. Yarın gideyim. Yarın giderse. ...


Bugün, bütün kiplerin ve eylemsilerin, içinde bulunduğumuz yirmi dört saatte yapıldığını ya da yapılacağını gösterir:

Bugün geldi. Bugün gelmişler. Bugün çalışıyoruz. Bugün okuyacağım.

Bugün söylersin. Bugün görmeliyim. Bugün anlatalım. Bugün çalışırız. Bugün gülüyordu. Bugün gitse. ...


Aşağıdaki örneklerde ise bugün belirteci “bugünlerde, bu zamanda” anlamı katmaktadır:

Bugün çalışan yarın rahat eder. Bugün kazandığımızı yarın harcarız.


Şimdi, zamanı en çok kısan belirteçtir. Eylemlerin, anlatışa en yakın zamanda yapıldıklarını ya da yapılacaklarını belirtmek için kullanılır:

Şimdi geldi. Şimdi gidecek. Şimdi yazar.

Şimdi yatıyor. Şimdi çalışan... Şimdi anlattığım...


Artık ayırt ediyorum

Fabrikayı mezarlıktan

Meydan şimdi meydan oldu

Yollar şimdi yola benzer.

(Cahit Sıtkı Tarancı)


Şimdicik, konuşma dilinde küçültme ekiyle yakınlık anlamını biraz daha belirginleştirir:

Şimdicik oturur yazarım. Şimdicik kalkar gideriz. Şimdicik söylediniz. ...


Şimdilik, eyleme “yapıldığı, yapılacağı sıralarda” ayrımını katar. Bu da bir sınırlamadır:

Şimdilik kendimi unutturmaya çalışıyor, hemen hiç sokağa çıkmıyorum. (Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin)


Hemen, zamanı kısıtlamada şimdi ile görevdeş gibidir; eyleme “hiç vakit geçirmeden” anlamını katar:

Onları duyunca hemen yola çıktı. Hemen gideceğim. Hemen başlamalıyız. Gider, hemen dönersiniz. Hemen anlatınız. ...


Hemen hemen biçiminde yinelenince “az çok” anlamlı yaklaşma belirteci olur:

... hemen hemen size benzer.

- İşlerinizi bitirdiniz mi?

- Hemen hemen.


“Aşağı yukarı” anlamında yaklaştırma görevi, tek kullanışlarda da görülür:

Hemen gün aşırı giderim. Hemen her saat uğradım. Hemen hepinizi tanır. ...


Hemen şimdi öbeği ise daha sınırlıdır:

Uçak hemen şimdi kalkacak. Orhan hemen şimdi gidiyor.

Hemen şimdi geldim. Hemen şimdi söyleyiniz. ...


Demin, demincek; eylemin az önce yapıldığını bildirir:

Çok sigara içiyorsun. Daha demincek söndürmüştün.

Demin söyledim. Orhan demin buralardaydı. ...


Çabuk, çabucak, çarçabuk, derhal sözcükleri de eylemin zamanını tezlik ayrıntısıyla sınırlandırıp belirtir:

O, eve gelince her şey çarçabuk eski tas, eski hamam olacaktı. (Reşat Nuri Güntekin)

Niyetim derhal Abant’a gitmek, dört beş gün kalmak... (Refik Halit Karay)


Ansızın, apansız sözcükleri, eylemin birdenbire yapıldığını gösterir:

Mucip ne hakarete apansız

Tarihi yazan benim, yapan siz.

(Eşber, Abdülhak Hâmit)


Biraz sözcüğü sonra, önce belirteçleriyle öbekleşerek eylemlerdeki ve eylemsilerdeki zaman anlamını “azlık” ayrımıyla kısıp belirtir. Öbekleşmeden de zamanı kıstığı olur:

Biraz sonra gel. Biraz önce gitti. Biraz bekleyiniz. Biraz oturacağım. ...


Sonra, eylemin belirtilmeyen bir gelecekte yapılacağını ya da düşünüldüğünü anlatmak için kullanılır:

Sonra söylerim. Sonra anlaşırız. Biz gidiyoruz; o, sonra gelecek. ...


Sonra ile zaman adları öbekleşince belirtisizlik ayrımı kalkar:

Bir hafta sonra Ankara’ya gideceğim. Bu fidanlar üç yıl sonra meyve verecek. Bir saat sonra düşünürüz. ...


Önce, önceleri, ilk önce sözcükleri; eylemin belirtisiz bir geçmişte yapıldığını ya da düşünüldüğünü gösterir:

Önce söyledi, sonra vazgeçti. İlk önce bu işi yapalım. Bir hafta önce yazdım. ...


İlk önce sözü “hemen, derhal” gibi zamanı kısarken anlama “her şeyden önce” ayrımı da katar.


-leyin ekiyle türemiş sözcükler de eylemin zamanını gösterir:

Sabahleyin yola çıkacağım. Akşamleyin Orhan’ı gördüm. ...


-in yapılı belirteçler:

Birkaç sözcük -leyin yerine -in eki alır:

Karınca eğlenir: - Beyim,

.................. ne var?

Yazın çalan kışın oynar.

(Tevfik Fikret)


... içinde gündüzün kandil yanan dar, uzun, tek pencereli oda... (Son Arzu, Hüseyin Rahmi Gürpınar)


Kışın havalar soğur. Ekinler yazın biçilir. Öğleyin işten dönüyordum.

Güzün yapraklar sararır. İlkin size rastladım...


Sabah, akşam, gece, gündüz, hafta, ay, yaz, kış, bıldır (geçen yıl) gibi zaman adları da tek ya da öbekleşmiş olarak belirteç görevinde kullanılır:

Sabah hava açıktı. Bu gece ay tutulacak. Bu yıl ekinler iyi imiş.

Sabah akşam işe geliyor. Gece gündüz çalışıyor. Okullar bu hafta açılacak.

Geçen kış görüşmüştük. ...


Erken, geç sözcükleri de zaman belirtmek için kullanılır:

Erken gel, geç kalma. Geç yatıp erken kalkan rahatsız olur. ...


Er geç deyimi “nasıl olsa bir gün” anlamıyla zaman belirteci görevinde kullanılır:

Kadını er geç hastaneden taburcu edecekler. ...


Henüz, hâlâ, daha sözcükleri; eylemin konuşulan ana dek sürdüğünü bildiren birer zaman belirtecidir:

- Henüz geldim; derslerimi yapacağım.

- Daha bitiremediniz mi?

- Orhan nerede?

- Uyuyor, daha kalkmadı.

Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle.

(Yahya Kemal Beyatlı)


Beri, sonra, önce sözcükleri ile -den eki almış sözcüklerin öbekleşmesinden doğan belirteçler; eylemlerin başlangıçlarını göstermek için kullanılır:

Akşamdan beri bekliyordum. Öteden beri tanışırız. Çoktan beri uğramadınız. Sizden önce onu gördüm.

Dün akşamdan sonra görüşemedik. İstanbul beş yüz yıldan beri Türk elindedir.

1908’den beri iktidarlar, muhalefeti kötülemekten başka bir şey düşünmediler. (Dünya, Falih Rıfkı Atay)


Kadar sözcüğüyle -e eki almış sözcüklerin öbekleşmesinden doğan belirteçler eylemin bitimini göstermek için kullanılır:

Akşama kadar bekledik. Gece yarılarına kadar çalışır. Bugüne kadar uğraştım. ...


-e kadar’la öbekleşen yer anlamlı sözcükler de eylemin nerede bittiğini gösterir:

Eve kadar girmiş. Buraya kadar... Ankara’ya kadar gitmek zorunda kaldı. ...


Bir sözcüğü ile -de eki almış zamanla ilgili sözcükler öbekleşince eylemin belirtilen zamanlarda yinelendiğini gösterir:

Haftada bir sinemaya gidermiş.

Yılda bir uğramak ...

İkide bir, arada bir deyimleri de bu anlamda belirteç olur.


Zamanla ilgili sözcüklerden kimileri çoğullandıktan sonra iyelik eki -i’yi alarak yineleme anlamında belirteç olur:

Akşamları hava serinliyor, geceleri soğuk oluyor.

Sabahları işe gider. Önceleri yemeğe gelirdi, sonraları gelmez oldu. ...

Bir zamanlar, bir vakitler, her vakit, her zaman... söz öbekleri de eylemlerin belirtili olmayan zamanlarda yapıldıklarını, yinelendiklerini göstermeye yarayan belirteç görevli deyimlerdir.


Yer-Yön Belirteçleri


Geri dönmeyelim. Dışarı çıkınız. İçeri giriniz. Uzak durmayınız.

Yiğit Mehmetçikler ileri atıldı.

Yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal. (Atasözü)


Temaşa çün beri gel kim göresin

Nite gözüm yaşı ırmağ u çaydır.

(Sultan Velet, XIII-XIV.)


Yer ve yön anlamlı üst, alt, ön, arka, art, sağ, sol, yakın, uzak, ırak, yukarı, aşağı, dışarı, ileri, içeri, geri, yan, öte, yanı sıra, ardı sıra... belirteçleri sıfat ve ad olarak da kullanılır: üst yamaç, alt yol, ön kapı, arka bahçe, sağ kol, uzak ülkeler, Orta Asya, öte yanda, ileri uluslar...


Daha öncede belirtildiği gibi sözcüklerin çeşidi, konuluş anlamından çok kullanılış anlamına bağlıdır. Bir sözcük hem ad hem sıfat hem belirteç olarak kullanılabilir.


Yukarıda gördüğünüz yer ve yön belirteçlerinin çoğu yalın hâldedir, bir kısmı da türemiştir. Bunların yanında öbekleşen belirteçler de vardır: güneye doğru yönelmek, yana doğru kaymak, düşmana karşı gitmek ...

Kırlara doğru yürüdü. (Metres, Hüseyin Rahmi Gürpınar)

dağdan dağa (kaç-) bir baştan bir başa (dolaş-)

karşıdan karşıya (geç-) uzaktan uzağa (bak-) ...


-den, -e durum eklerini almış adlar, sıfatlar yinelenerek öbekleşmişlerdir.


Durum Belirteçleri


Eylemin nasıl yapıldığını, ne durumda olduğunu belirten sözcüklerdir; çok ve çeşitlidir. Anlam ayrımlarına göre başlıcaları şunlardır:


Niteleme Belirteçleri:

Bir sözcük sıfatı, daha çok da eylemi niteleyince; yani “nasıl, ne durumda, ne biçimde...” sorularını yanıtlayınca niteleme belirteci olur:

Açık sarı çiçekler, koyu kahverengi bir palto...

Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma;

Ne varsa doğrudadır; doğruluk şaşar sanma.

(Tevfik Fikret)


Yirmi beş yıllık meslek hayatından kolay kurtulunur mu? (Reşat Nuri Güntekin)

Alnını ne kadar yüksek tutarsan yere o kadar sağlam basarsın. (Cenap Şahabettin)

Eğri oturalım, doğru söyleyelim. (Atasözü)

Erken kalkan yol alır. Yorgun görünüyorsunuz. Kitaplar temiz tutulmalı. ...


Pekiştirmeli sıfatlar da bu görevde kullanılabilir. Pekiştirmeli sıfatlar belirteç görevinde kullanıldıklarında bunlara pekiştirmeli belirteç de denir.

Dosdoğru söyleyiniz. Apaçık anlattı. Şimdi bambaşka konuşuyor. ...


Küçültme sıfatları da niteleme belirteci olabilir:

İyice düşündüm. Tren hızlıca gidiyor. Azıcık bekleyiniz. Kısaca anlatayım. Hemencecik anladım. Kapıyı sertçe çarptığı için onu güzelce azarlayacağım. ...


Böyle, şöyle, öyle sözcükleri adları tamlayınca niteleme sıfatıdır:

Zannetme ki şöyle böyle bir söz

Gel sen dahi söyle böyle bir.

(Şeyh Galip, XVIII.)


Eylemleri niteleyince belirteç olur:

Sandım olmuş ceste bir fevvare-i ab-ı hayat

Böyle gösterdi bana ol kadd-i müstesna seni.

(Nedim, XVIII.)


Gider hab-ı tegafül didelerden dür olur bir gün

Bu meclis böyle kalmaz mestler mahmur olur bir gün.

(Veysi, XVII.)


Öyle sanıyorum ki Orhan bu konuda böyle düşünmeyecek. ...


Yinelenmiş sözcükler de eylemi çeşitli anlamlarla nitelemeye yarar:

Güzel güzel anlaşmışlardı.

Birden sert sert bakışmaya ve hızlı hızlı konuşmaya başladılar.

Yavaş yavaş yürüyelim. ...

Rahat rahat uyuyun son aşiyanınızda. (Kemalettin Kamu)


Eylemi niteleme görevi, kimi niteleme sıfatlarıyla kendilerine uyan yakıştırma sözlerin öbekleşmesiyle (ikizleşmesiyle) de yapılır:

açık saçık gezmek eğri büğrü yürümek saçma sapan konuşmak ...


Eylem tabanlarından -e yapılı sözcükler yinelenir (ikileşir):

Civarda (Bolu ormanlarında) köpüre köpüre boşa akıp giden bir Ömerler maden suyu varmış...

“At Yaylası” nın latişiğini, hele kirazlarının methini anlata anlata bitiremiyorlar. (Refik Halit Karay)

Güle güle gidiniz. Korka korka anlattı. Sevine sevine gidiyor. ...


Eylem tabanlarından -e ekiyle yapılmış anlamca ilgili ikiz sözcükler de yüklemi niteler: ite kaka, gire çıka, kıra döke, özene bezene, tıka basa...

ağlaya sızlaya anlatmak, utana sıkıla istemek ...


Düşe kalka hasta-i gam der-i lûtf-i yâre düştü.

(Şeyh Galip, XVIII.)


Yinelenmiş adlar da eylemin yapılış anlamına belirtisiz bir genişlik, bir abartı anlamı katar:

kapı kapı dolaşmak, demet demet toplamak, avuç avuç saçmak...


Altı aşınmış pabuçlarıyla diyar diyar dolaşarak “hürriyet” dilenirdi. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi;

Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi.

(Yahya Kemal Beyatlı)


... sırma saçları zihni gibi perişanlaşarak yüzüne saçılıyor, baygın gözleri büsbütün süzülüyor, yanakları gül gül oluyor. (Billur Kalp, Hüseyin Rahmi Gürpınar)


Hep kanı kalbine kaçar; saçları, kaşları, bıyıkları diken diken kabarır. (Tutuşmuş Gönüller, Hüseyin Rahmi Gürpınar)

İkinci sözcükleri -e durum eki alan yinelenmiş adlar, ikilemeler eyleme yaklaşıklık anlamı katmaktadır:

Yan yana yürüyorlardı. Burun buruna geldiler. Diz dize oturdular. Yüz yüze konuştuk. ...

Nerede ise bir İsveç bestesi yüzünden kadeh kadehe, tabak tabağa, boğaz boğaza geleceğiz. (Falih Rıfkı Atay)


Yansımalar ve yansımalardan -ir, -il gibi eklerle gelişmiş tabanlarla yinelenerek, ikileşerek, ikizleşerek eylemi niteleyen sözcükler belirteç olur:

Çatır çatır kırdı. Harıl harıl okuyor. Horul horul uyudunuz. Püfür püfür eser. Çat pat konuşur. Paldır küldür yuvarlandı. ...

Kutuyu açarken yüreği küt küt çarpıyormuş.(Aziz Nesin)


-den, -e durum eklerini art arda alarak öbekleşen deyim değerli ikilemelerle ikizlemeler de birer belirteç olur:

Havadis kulaktan kulağa yayılmış. Tepeden tırnağa ıslandım. ...


-den...-e belirteci, yerine göre, zaman ve yer anlamlarında kullanılabilir.


Yansımalardan türemiş eylemlerin kökleri de yinelenir:

... kalkmamak için homur homur homurdanıyordu. (Eşkıya İninde, Hüseyin Rahmi Gürpınar)

Yinelenmiş, ikileşmiş dilek-şart kipleri de “ancak” anlamında durum belirteci olur:

Bu gemi alsa alsa saatte yirmi mil yol alır. ...


Gösterme ve Tanıtma Belirteci:


İşte, eylemi göstererek kesinleştirir:

Aradığınız ev işte karşıdadır. Bak işte yazıyorum. ...


Özneleri gösterirken yüklemi kesinleştiren bir belirteç olur:

İşte Orhan geliyor. İşte biz bu hâle düştük. ...

İşte Anadolu’nun kıyı ve köşelerinde böyle baharlar, böyle cennetler saklıdır.(Refik Halit Karay)


Yinelemeli kullanımlar, anlatıma kışkırtma anlamı katar:

İşte sen, işte göğsüm, işte hançer...

(Nesteren, Abdülhak Hâmit Tarhan)


Yüklemleri düşmüş cümleler, kızgınlık vurgusuyla, tonuyla söylenmeye elverişlidir:

İşte başımın belası!.. İşte yaramazlığın sonu!..


Belirteçleri pekiştirirken yüklemlere de farklı anlamlar katar:

İşte şimdi gelecek. İşte o zaman görürsün. ...


Cümle sonuna gelirse belirtme anlamı kesinleşir:

Vermeyeceğim işte!.. Geldim işte!..


Kesinlik Belirteçleri:

Elbet, elbette belirteçleri

Elbette gider gelen cihana.

(Fuzuli, XVI.)


Açılur elbet nesim-i nevbahar essün hele

Bend-i dil muhkem değil bend-i nikahından senin.

(Nedim, XVIII.)


Elbette olur ev yıkanın hânesi viran.

(Ziya Paşa, XIX.)


örneklerinde görüldüğü gibi gitme, açılma, viran olma eylemlerinin olacağından kuşku bırakmıyor, bu eylemleri kesinleştiriyor:

... Vatandaş, herkesin bildiğini söylemekte elbette mahzur görmez. (Falih Rıfkı Atay)


Mutlaka, şüphesiz, kuşkusuz sözcükleri de eylemin pekiştirilmesi, kesinleştirilmesi için kullanılır:

Mutlaka gitmeliyim. Şüphesiz hepimizden büyüktür. ...


Asla, eylemlerdeki olumsuzluk anlamını pekiştirmek ve kesinleştirmek için kullanılır:

Kimseye asla minnet etmez. Kurnazlık yapıyor; asla sezdirmiyor. ...


Hiç, olumsuzluğu pekiştirmek ve kesinleştirmek için kullanılır:

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklale,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.

(Mehmet Akif Ersoy)


“mi” soru ilgeci almış olumlu eylemlere “herhangi bir zaman” anlamı katar:

Hiç ava gittiniz mi? ...


Söyleyiş tonuyla belirtilince karşıtı kastedilen sorulara pekiştirme anlamı katar:

Hiç böyle şey olur mu? İnsan arkadaşlarını unutur mu hiç?

Hiç devlet ahlak bozuculuğu eder mi?

(Dünya, Falih Rıfkı Atay)


Sorulu cümlelerin yanıtında tek olarak kullanılır. Ögeleri düşmüş bir cümlenin yerini tutar. Vurgu ve tonla olumsuzluk anlamı pekişir:

Bir şey anladınız mı?

Hiç! Hiçbir şey anlamadım.

Ne mi kazandım? Bir hiç!..


Hiç olmazsa, hiç değilse; “başka bir şey olsa bile, en az, barigibi anlamlarla yüklemleri belirginleştirerek durum belirteci olur:

Hiç olmazsa günde bir iki kez sokağa çıkar.

Hiç değilse ben, bu kitapları okudum. ...

Gerçekten, “gerçek olarak” anlamıyla yüklemi kuvvetlendirir.

Ne olursa olsun, söze kesinlik katar:

Ne olursa olsun gideceğim.

Verdiğim sözden, ne olursa olsun, dönemem. ...


Dilek Belirteçleri:

Keşke, bari, tek sözcükleri; “hiç olmazsa” ve benzeri anlamlarla kullanılır:

Keşke ben de o günleri görseydim. Keşke bu işe başlamasaydım. ...


Umma Belirteçleri:

Umarım ki, umulur ki, inşallah, Allah kerim... sözleri cümleye umma anlamı katar:

Bu iş, umarım ki yarıda kalmaz. İnşallah sona erer.

Allah kerim, her şeyin kolayı bulunur. ...


Olasılık Belirteci:

Belki, “olabilir, umulur, ihtimal ki, galiba” anlamları katarak eylemi pekiştirir:

Ben şairim o kamet-i mevzunu doğrusu

Sevmem desem de belki yalan söylerim sana.

(Nedim, XVIII.)


Affeyleyelim ki belki bilmez.

Bir sürçen atın başı kesilmez.

(Şeyh Galip, XV.)


Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum;

Kesilir belki fakat çekeye gelmez boyunum.

(Mehmet Akif Ersoy)


Doğacaktır sana vadettiğim günler Hakk’ın;

Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.

(Mehmet Akif Ersoy)


Yineleme Anlamlı Belirteçler:

Yine, gene sözcükleri; bulundukları cümlenin yüklemini yineleme anlamıyla belirtince belirteç olur:

Eyvah bu baziçede bizler yine yandık.

Zira ki ziyan ortada, bilmem ne kazandık.

(Ziya Paşa, XIX.)


Her sabahki gibi ortalık gene yağmur içinde.

(Kavak Yelleri, Reşat Nuri Güntekin)


Tekrar;

Tekrar anladım ki yolsuz bir ülkede terakki namına hiçbir iş görmeye, hele ilk tahsil mecburiyetini başarmaya imkân yoktur. (Refik Halit Karay)

Kolumun ağrısı dün akşam geçer gibi olduğu hâlde bu sabah tekrar başladı. (Kavak Yelleri, Reşat Nuri Güntekin)


Bir daha, bir kez (kere) daha, beş defa, bin defa belirteçleri de eylemin yinelendiğini, yineleneceğini anlatmak için kullanılır:

Bu yıl Ankara’ya üç kere gittim. ...


Çok kez (kere), ikide bir sözleri eylemdeki yinelenişe belirtilmeyen bir sıklık anlamı katar:

İkide bir otomobili durduruyor, ormanın zevkini çıkarmaya çalışıyordum. (Refik Halit Karay)

Çok kez (kere) karşılaşır; konuşmadan geçeriz.

İki günde bir bize gelir. ...


Ara sıra, arada sırada, bazı kere, bazı defa, bazı bazı, kimi kere, kimi kez sözleri ve söz öbekleriyle “bazen” sözcüğü; belirtilmek istenen yinelenişe seyreklik anlamı katmak için kullanılır:

Neticeden korkmuştu, ara sıra sertelmeye çalışıyordu. (Reşat Nuri Güntekin)


Yanıt (Cevap) Belirteçleri:

Sorulara karşılık olarak kullanılan sözcüklerdir. Eylemleri çeşitli yönlerden pekiştirir.

Bu görevde kullanılan söz sayısı çoktur: evet, elbet, elbette, pekiyi, şüphesiz, kuşkusuz, hay hay, olur; hayır, yok, asla...

- Siz mi yazacaksınız?

- Evet. = (Ben yazacağım.)

- Yarın gelecek misiniz?

- Elbette.


Bu görevde başka sözcükler de kullanılır:

- Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?

- Tamamıyla, herhâlde, tabi...

- Parayı verecek misiniz?

- Hayır. = (Parayı vermeyeceğim.) ...


Üleştirme Belirteçleri:

Yinelenen, ikileşen ya da ikizleşen üleştirme sayıları da eylemlerden önce gelirse nitelik anlamlı durum belirteci olur:

Arabalara üçer üçer binmişler.

Masalarda dörder beşer oturuyorduk.

Elmaları teker teker topladılar. ...


Yukarıdaki belirteçlerin dışında -ce, -cesine yapılı sözcükler de eylemi niteleyerek durum belirteçleri olurlar: insanca yaşamak ; mertçe, erkekçe ölmek ; akıllıca iş yapmak...

Kavga edercesine bağırıyor; delicesine koşuyorlardı...

Köylüler ta karşıma bağdaş kurmuşlar, konuşmaya fırsat arayarak sabırsızca bekliyorlardı. (Falih Rıfkı Atay)


Artık sözcüğü de eylemin gecikmeden yapılmasının gerekli olduğunu göstermek için kullanılan bir durum belirtecidir. Yüklemden sonra gelirse sabırsızlık, dayanılmazlık anlamı pekişir:

Artık keseyim yeter figanı;

Ervaha dokunmasın ziyanı.

Bu ah ki candan eyliyor cûş.

Artık anı kendim eyleyim gûş.

Artık kalayım sükût içinde

Şkretmek için o yâr-ı canı.

(Makber, Abdülhak Hâmit Tarhan)


Yeter artık! Sus artık! Bıktım artık! Bittim artık! ...


Azlık -Çokluk Belirteçleri


Sıfatları, eylemleri ve kendi türünden olanları nicelik, azlık - çokluk bakımından kısan ya da pekiştiren sözcüklerdir. Başlıcaları şunlardır:


Eşitlik belirteci: Kadar ilgeci, kendinden önce gelen sözcüklerle öbekleşerek sıfatlara eşitlik anlamı katarak belirteç göreviyle kullanılır.

Melek kadar uslu çocuk Tüy kadar haŞf çanta ...

Senin bugün cennet kadar güzel vatanın var.

(Tevfik Fikret)


Eyleme de nicelikle ilgili eşitlik anlamı katar:

İki saat kadar yürüdünüz.

Beş yüz metre kadar koştuktan sonra yarışı bıraktı.

Bu kadar düşünmeyiniz. ...

O kadar... ki... biçiminde kullanılınca eşitlikten sıyrılarak sıfata ve eyleme sınırsız bir aşırılık anlamı katar:

O kadar güzel ki... Dün o kadar yoruldum ki... O kadar çalışkandır ki...

İnsanoğlu o kadar garip bir mahlûktur ki yüz verdikçe şımarır. Şımardıkça yüz bulacak olursa daha ziyade şımarır. Cihan anın esiri olsa, ezmek için cihanın haricinde ahrar aramaya kalkışır. (Ahmet Mithat)


Sorulu cümlelerde de bu kadar, o kadar sözlerinin temel anlamı, eşitlik olmakla birlikte söyleyiş tonuyla aşırılığa kaymaya elverişli olur:

O kadar uyunur mu? Bu kadar yaramazlık görülmüş müdür? ...


Üstünlük belirteci: Daha, sıfatları ve belirteçleri üstünlük derecesine çıkarır:

Ondan daha iyi bir insan bulunmaz.

Daha önce geldim.

Daha çalışkan bir öğrenci

Bu kalemi beğendim; ama daha güzel bir kalem isterim. ...

ile (-le) ilgeciyle öbekleşerek belirteç göreviyle kullanılan adlara üstünlük anlamı katar:

Ellerini bu sefer daha şiddetle çarptı... (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)


Eylemlere “henüz, başka” gibi çeşitli anlamlar katar:

Daha uyanmadı. Daha ne istiyorsunuz? Bir saat daha beklemeli.

İki lira daha vermelisiniz. ...

-den durum ekiyle çekimlenen adlarla tamlanmış kimi sıfatlarda da üstünlük anlamı bulunur:

Minareden uzun kavak

Kardan beyaz çamaşır

Kapıdan geniş pencere...


En üstünlük belirteci: En, sıfatları en üstünlük derecesine yükseltir: en şerefli millet, en yakın arkadaş...

En güzel çiçek güldür.

En yüksek tepeye çıkıyorduk.

En âciz, en felekzede millet, kadınlığı hemşire-i cehalet edendir!.... (Tevfik Fikret)

Bölüğün en çalışkan eri Yalçın’dır. ...


Aşırılık belirteçleri: Aşırılık, gereğinden fazlalık anlamı veren belirteçlerdir:

Çok, pek, gayet...

Pek sevimli bir kuzu aldım. ...

Bolu’dan itibaren şose gayet meskûn ve refahlı bölgeden, Düzce ile Hendek’ten geçiyor. (Refik Halit Karay)


Bu belirteçler, niteleme sıfatlarını aşırılık derecesine yükseltir. Eylemlere de aşırılık anlamı katar:

Çok yoruldum. Pek usanmış. Pek çok sevineceksiniz. ...


Aşırılık belirteçleri yinelenince anlam daha da pekişir:

Pek, pek iptidai milletlere yaraşacak olan bu zilletten Türklüğün topluluğunu kurtaralım. (Dünya, Falih Rıfkı Atay)


Bu belirteçlerle “en” arasında anlam ayrımı vardır. Karşılaştıralım:

Orhan, sınıfın en çalışkan öğrencisidir.

Orhan, pek çalışkan öğrencidir.


Birinci cümlede bir kıyaslama, bir ölçümleme farkı vardır. İkinci cümlede ise Orhan’ın çalışkanlığı başkalarınınkiyle karşılaştırılmamıştır. Terimleri de buna göre verilmiştir.

Fazla;

Fazla zayıf ve şahsiyetsiz insanlardan hoşlanmam. (Ruşen Eşref Ünaydın)


“Fazla” ile “pek, çok” arasında önemli kullanım ayrımı vardır:

Orhan bugünlerde çok çalışıyor. Kitaplarımızın çokluğu Orhan bugünlerde fazla çalışıyor. Kitaplarımızın fazlalığı...


Örnekler gösteriyor ki “fazla” sözcüğünde gereksizlik, ondan da ileri zararlılık anlamı vardır. Bu anlam özelliğini göz önünde bulundurarak “fazla” sözcüğünü yanlış kullanmaktan kaçınmak gerekir.


Arapçadan Türkçeye geçen fevkalade, harikulade gibi birleşik deyimler de aşırılık belirteci olarak kullanılır.


Refik Halit Karay, son yazılarından birinde bu yabancı deyimler yerine “olasıya” sözcüğünü kullanır:

Etrafı, dağların en ormanlı ve en güzel biçimleriyle uzaktan çevrilmiş yayvan, ufak; lakin olasıya sevimli ve refah bir kasaba (Bolu)... Ne güzel dağlar onlar. Meşhur Boğaziçi parkları gibi muhtelif ağaçlarla kaplı, olasıya gölgelik...


Bu anlamda “alabildiğine” sözcüğü de kullanılabilir. “Çok” belirtecinin karşıtı olan “az” sözcüğü de aşırılık anlamındadır. Yukarıda sıralanan bu belirteçler eylemlere de aşırılık anlamı katar:

Çok oturduk. Pek üzüldüm. Fazla konuşur. Bu gece az uyudu. ...


Daha çok, en çok, pek çok, daha fazla, en fazla, pek fazla, daha az, en az, çok az biçiminde öbekleşmiş belirteçler de kullanılır. Bu öbeklerdeki sözcüklerin her ikisi de belirteçtir. Birinciler ikincileri pekiştirmektedir. Bu öbekler, diğer belirteçleri de pekiştirebilirler:

İşe çok erken başlarız. En geç ayrılan da biziz. Hemen şimdi geldi.

Koyu siyah bir palto giymişti. Pek yorgun görünüyordu.

Konuşmayı biraz kısa tutsak...


Dilde titizliğe önem verenler, bu belirteçlerle pekişerek öbekleşmiş belirteçleri gelişigüzel kullanmaktan çekinirler. Doğrusu da budur. Her belirtecin anlam özelliğini göz önünde bulundurmak gerekir.


Aşırılık belirteçlerinden bazıları küçültme ekleri alır:


Çokça, fazlaca;

Orhan’ı çokça üzgün gördüm. Fazlaca yorgundu da...


Azıcık;

Bolu’ya iniş azıcık daha kolay oldu.

Bolu, zelzele felaketinden sonra kendisini azıcık toplamış. (Refik Halit Karay)


Biraz sözcüğü de sıfatların, eylemlerin anlamlarını sınırlar:

Biraz çarpıktı. Biraz yürüdüm.


Ta;

Cedvel-i Sim içre âdem binse bir zevrakçeye

İstese mümkün varılmak cennetin ta yanma.

(Nedim, XVIII.)


Merdivenleri tırmandık, ta üst kata çıktık. (Gecelerim, Ahmet Rasim)


Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz’den başlar. (İnce Memet, Yaşar Kemal)

Ta Ağrı’nın tepesinde aramışlar bu kalıntıları....


Örnekler gösteriyor ki “ta” belirteci, -den ve -e, kimi kez de -de eki almış tümleçlerin başına geliyor; eylemin başlangıcına, bitimine, yerine, uzaklık ve yakınlıkta “en son” anlamını katıyor.


“Kendi” adılını pekiştirdiği örnekler de vardır:

İşte ta kendisi...


Soru Belirteçleri


Soru belirteçleri, yüklemleri ve sıfatları soru yoluyla kısan ya da pekiştiren sözcüklerdir.


Ne

Ne bakıyorsun? O adam buralarda ne dolaşıp duruyor?


“Ne” sözcüğü sıfatlara, ses tonuyla pekişen bir aşırılık anlamı katar; eylemlere de değişik anlamlı soru anlamı katar.


Ne, “etmek, eylemek, olmak” yardımcı eylemleriyle “idi, imiş, ise, -dir” ek eylemlerine bir ön ek gibi bitişir:

Ben bana zulmeyledim ettim günah

Neyledim nettim sana ey padişah.

(Yunus Emre, XIII-XIV.)


Kendin aldırdın gönül noldun ne hal olmuş sana?

(Nedim, XVIII.)


Neydi, neymiş, nedir, neyse...


Nasıl

Bu kayguya yürek nasıl dayansın?

(Recaizade Ekrem)


Rüzgârlı engin denizden, kuytu bir orman köşesindeki avuç kadar gölün durgunluğu nasıl istenebilir?(Refik Halit Karay)

Nasıl düştün bu titreşimli boğuntuya? (Oğuz Kâzım Atok)


Niçin (ne için)

Beni niçin aradınız? Niçin erken çıkıyorsunuz? Niçin gelmiyor?

Bana niçin karamsar olduğumu soranlar var. Ben karamsar değilim, realistim. (Falih Rıfkı Atay)

Atatürk, Yalova’ya ne zaman, niçin gelmişti?.. (Atatürk’ün Hastalığı, Ruşen Eşref Ünaydın)


Ne diye öbeği de anlatıma pişmanlık sorusu katan bir belirteç görevindedir:

Ne diye bu acıklı hatırlara saptım? ...


Ne biçim, yüklemlere “nasıl” anlamını katınca belirteç olur:

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen

Ne biçim okumaktır?

(Yunus Emre, XIII-XIV.)


Nice

Bu binayı nice gördüler?

(Evliya Çelebi, XVII.)


Yukarıda sıralanan soru belirteçleri yüklemlere, birbirine yakın anlamda sorular katmaktadır.


Hani

Hani bir gün seninle Topkapı’dan

Geliyorduk; yol üstü bir meydan,

Bir çınar gördük...

(Haluk’un Vedaı, Tevfik Fikret)


Hani çay gelmedi yahu?..

(Mehmet Akif Ersoy)


“Hani”nin soru anlamından sıyrılarak “değil” sözcüğünü ve olumsuzluk kavramını çeşitli anlamlar katarak pekiştirdiği de olur:

Hani taş atmak için değil de ortalığı neşelendirmek için bir fıkra anlatayım. (Falih Rıfkı Atay)


“Ya” ünlemiyle uzamış olan “hani ya” anımsatma belirteci olur:


Hani ya sen geçen gün bana, “Gelirim.” demiştin, niçin gelmedin?


Ne kadar, sıfatlara ve eylemlere sorudan çok abartı ve nicelik anlamları katarak pekiştirir:

Ne kadar tatlı konuşuyordu. Bu dağ ne kadar yüksekmiş.

Ne kadar aradım sizi. Ne kadar zengin olsa da...


Koşul Belirteci


Eğer, koşullu yüklemleri pekiştirir. Konuşma dilinde “şayet” sözcüğünün de bu anlamda kullanıldığı görülür:

Eğer demokrasiye inanıyorsak ve memlekette bir hürriyet rejimi kararlaştırması nı istiyorsak bir şeref terbiyesine ihtiyacımız vardır. (Falih Rıfkı Atay)

Eğer beğenmiyorsa almasın. Şayet beğenmiyorsa almasın.

O gelmezse eğer biz yaparız. O gelmezse şayet biz yaparız. ...


Diğer Belirteçler


Sırasıyla, bütünüyle, dolayısıyla, hakkıyla durum belirteci olarak kullanılabilir.


İyelik eki almış “vaktiyle” sözcüğü de “ile” ilgeciyle kaynaşarak belirteç olarak kullanılmaktadır:

Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi? (Tevfik Fikret)


Aşağı yukarı, sayı sıfatlarına “tastamam değil, ona yakın...” anlamıyla belgisizlik katar:

Aşağı yukarı iki yıl önceydi.

O gün, aşağı yukarı elli lira harcadık. ...

Şöyle böyle sözü de aynı görevde kullanılır:

Şöyle böyle kırk yıllık gazeteciyim. (Falih Rıfkı Atay)


“Şöyle böyle bir adam” tamlamasında ise “iyi değil, kötü de değil, orta” anlamındadır.


Yinelenen soru sıfatı ve adılı “ne”ler, ses tonuyla beslenince soru anlamından sıyrılarak anlatıma aşırılıkla ilgili çeşitli anlamlar katar, belirteç olur:

Koridor çocuk bahçesine döndü. Ne kovalamacalar, ne saklambaçlar... (Refik Halit Karay)


BELİRTEÇLERİN YAPILARI


Yapılarına göre belirteçler beş grupta incelebilir:

• Yalın belirteçler

• Türemiş belirteçler

• Birleşik belirteçler

• Öbekleşmiş belirteçler

• Deyim biçiminde belirteçler


Yalın belirteçler: dün, yarın, geç, az, çok, en, hep...

Türemiş belirteçler: şimdicik, önce, ansızın, akşamleyin, öğleyin...

Birleşik belirteçler: bugün, ilk önce, biraz, bıldır (= bir yıldır)...

Öbekleşmiş belirteçler: hemen şimdi, güzel güzel...


Durum eki almış adların ilgeçlerle öbekleşmesinden oluşan söz kalıpları da vardır:

Sabaha karşı uyandım. Akşama değin bekledik. Gece yarısına doğru geldi. ...


Bu öbekler, biçim bakımından, cümlede ilgeç tümleçleri; anlam bakımından belirteç tümleçleri sayılır.


Deyim biçiminde belirteçler: ikide bir, arada sırada, er geç...

bottom of page