Arama Sonuçları
Boş arama ile 856 sonuç bulundu
- Bağlaçlar ve Bağlaçların Görevleri
On altı yaşımda ya var ya yoktum. Fakat biliyordum ki memleketlerde hürriyet denilen bir saadet vardır ve oralarda herkes istediği kitabı okuyabilir. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Yukarıdaki örnekte italik harflerle dizilmiş sözcükler, eşit ya da anlamca ilgili ögeleri birbirine bağlıyor. Anlamca ilgili cümleleri, kavramları ya da görevdeş ögeleri bağlamaya yarayan sözcüklere bağlaç adı verilir. Aşağıda sık kullanılan bağlaçlar örnekleriyle ele alınmaya çalışılacaktır: Ve, iki sözcük veya iki cümle arasına girerek aralarında bir bağ olduğunu anlatır. Yolculukta göz ve gönül mütemadiyen çile doldurur. (Refik Halit Karay) örneğinde “ve”, eşit iki özneyi bağlıyor. Ekinlere bir kere de çiftçi gözüyle bakınız: Başakları hükümdar tuğlarından ve taneleri incilerden daha kıymetli bulursunuz. (Cenap Şahabettin) örneğinde “ve”, eşit iki nesneyi (başakları, taneleri); eşit iki dolaylı tümleci (hükümdar tuğlarından, incilerden) bağlıyor. Yakın ve Uzak Şark’ın bütün tahtlarında menşei Türkçe olan bir ismin turasını görürsünüz. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) örneğinde “ve”, şark sözcüğünün eşit iki sıfatını bağlıyor. Ardıç ağacının ve dikenli at kestanesinin... (Ruşen Eşref Ünaydın) örneğinde “ve”, iki eşit tümleyeni bağlıyor. Kuş gözleri manasızlığı ve bönlüğü... (Ruşen Eşref Ünaydın) örneğinde “ve”, iki tümleneni bağlıyor. Şerbetçiden şerbet istemesi ve melikten medet umması... (Cevdet Paşa) örneğinde “ve”, eşit iki yan önermeyi bağlıyor. Abdülhak Hamit, nerede doğsa bir güneş telakki olunur ve yaşı kaça yükselse nisan güneşi gibi genç görünür. (Cenap Şahabettin) Dil Kurumu en güzel ve feyizli bir iş olarak türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. (Atatürk) örneklerinde “ve”, ikişer eşit bağımsız önermeyi bağlıyor. Ne... ne bağlacı, sözcükleri birbirine bağlarken cümleye olumsuzluk anlamı da katar. Bozkırların hiçbirinde ne denizin ne ormanın ne de göllerin coşkunluğunun gösterişi vardır. (Refik Halit Karay) Babur bir başka yerde şöyle diyor: Burada ne güzel at ne iyi et ne yemiş ne buz ve soğuk su var. (Falih Rıfkı Atay) Acayipti bu toplantılar; fakat hoştu doğrusu. Münakaşasız ve hareketsiz geçerdi. Yüksek sesle kimse konuşmazdı. Ne de acele ederdik. (Refik Halit Karay) Bir gün gelecek, Türk şiirinde, Türk edebiyatında dev adımlarının izleri bile silinip gidecektir. Fakat şu var ki adı hiçbir zaman unutulmayacaktır. Ne de birçoklarının sandığı gibi Divan şairlerinin arasına karışacaktır. (Yahya Kemal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi “ne”, görevdeş sözcükleri ya da önermeleri bağlarken onlara olumsuzluk anlamı da katan bir bağlaçtır. Cümlelerin yüklemleri görünüşte olumlu; anlam bakımından olumsuz olur. Ne kızı verir ne dünürü küstürür. Ne ölüye ağlar ne diriye güler. (Atasözü) Ne yanar kimse bana ateş-i düden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayri. (Fuzuli, XVI.) Ne dünyadan safa bulduk ne ehlinden recamız var Ne dergah-ı Huda’dan maada bir ilticamız var. (Nefi, XVII.) Dedelerimizin yaptıklarını bırakmıştık. Ne cirit oynuyorduk ne ok atıyorduk ne de kürek çekiyorduk. (Falih Rıfkı Atay) örneklerine her “ne” ayrı bir yüklemin cümlesindedir. Cümleleri bağlayarak bağımsız önermeler durumuna getirmiştir. Anlam olumsuz; yüklemler olumludur. Ne şiş yansın ne kebap. (Atasözü) Ne evim var ne ailem ne adım. (Cenap Şahabettin) Gece pervanelerle bezmi germa germ idi şem’in Seher baktım ne sem’-i meclis-ara var ne pervane. (Şeyhülislam Yahya, XVII.) Ne kapıyı açtım, ne pencereyi. Orhan’ın ne kalemi yitmiş ne çakısı. örneklerinde yüklemler birer tanedir; “ne”lerin bağladığı görevdeş ögelerin arasındadır. Bu durumda da anlam olumsuz, yüklem olumludur. Görünüşte yüklemler birer tanedir; oysa bunlar: Ne şiş yansın ne kebap (yansın). Ne evim var ne ailem (var), ne adım (var). Seher baktım ne şem’-i meclis-ara var ne pervane (var). Ne kapıyı açtım ne de pencereyi (açtım). demek olduğuna göre “ne...ne”ler gene iki bağımsız cümleyi bağlamaktadır. Her “ne” ayrı bir cümlededir. İkinci cümlelerin yüklemleri, birincinin tekrarı olduğu için ve kolayca anlaşılacağı için düşmüştür. “Ne...ne”lerin bağladığı cümlelerden yüklemlerin ikisinin de düştüğünü gösteren örnekler de vardır: Gam merhalesinde kalmışam fert Ne yar ne hem-nişin ne hem-dert. (Fuzuli, XVI.) Ne selam ne sabah. Ne sakala minnet ne bıyığa. (Atasözü) De; sonuna geldiği sözcüğü, önceden geçen ya da geçmiş gibi düşünülen görevdeş bir sözcüğe, bir kavrama “gibilik, eşitlik, katılma” ilgileriyle bağlar; pekiştirme anlamı katar: Orhan da geldi. (öbür gelenler gibi, onlara katılarak) Bunun sonunda ölüm de var. (başka tehlikeler olduğu gibi) Bu kitabı da okuyunuz. (önce okuduklarınız gibi) Ben de gideceğim. Orhan’ı da alalım. Burası da güzelmiş. Evvel sen de yücelerde uçardın Şimdi enginlere indin mi gönül? (Karacaoğlan, XVI.) • “de” bağlacı, yukarıdaki anlam ilgisiyle birden çok görevdeş ögeleri; eşit özneleri, tümleçleri, yüklemleri bağlar: Bu işi Orhan da Turgut da yapabilir. Ben onu da bunu da ötekini de gördüm. Bugün de bekledik, dün de. Ben onu gördüm de tanıdım da... • Bağladığı yüklemlere “üstelik” anlamı katar: Ben onu severim, sayarım da... • Bağımsız önermeleri bağlarken şu anlamları ve duyguları verir; Azarlama, çatma: A paşam, insan iptida kendini bilmeli de sonra başkasına öğüt vermeli. (Kani, XVIII.) Yalvarma: Dil-i viranemi yapsan da yıkılsam gitsem. (Sabit, XVII.) Övme, beğenme: İd irişsün bais-i şevk-i cedit olsun da gör Seyr-i Sadabad’ı sen bir kerre id olsun da gör. (Nedim, XVIII.) Ne iyi ettin de geldin... Küçümseme: Para kazanacakmış da çoluk çocuk geçindirecekmiş... Alay ve umutsuzluk: Dikenler büyüyecek de yünler takılacak da sonra satılacak da benim de alacağım ödenecek!.. Öncül önermenin olmasını direnerek isteme: Hasta iyileşsin de ben masrafa katlanırım. Bir mektup gönderse de meraktan kurtulsak. Akşam bize buyursun da konuşalım... Kendinden sonra gelen önermenin olumsuzluğunu pekiştirme: Her şeyin, akar suyun, esen yelin, kaynayan zelzelenin önüne geçilir de bunun önüne geçilmez. (Yer Demir Gök Bakır, Yaşar Kemal) Yakınma: Buraya dek gelmiş de bize uğramamış. Buralara gelirsin de bizleri unutursun!... • Koşullu eylemlerin sonunda “bile, dahi” anlamına gelir; bağladığı önermeler karşıt yargılı olur: Görsem de tanımam. Ölsem de unutmam. Çağırsan da gelmez. Çağırmasan da gelir. ... • Karşıt anlamlı önermeleri pekiştirerek bağlar: Derenin aktığı istikamete değil de tersine atlaya sıçraya giden alabalıklar... (Refik Halit Karay) Büyümüş de küçülmüş. (Atasözü) • Koşullu eylemlerin olumlu ve olumsuzlarından sonra gelince anlatıma eşitlik anlamı kazandırır: Yıl boyunca tembellik edenler son bir iki günde çalışsa da çalışmasa da başarı gösteremez. • Yüklemleri kökteş iki önermeden olumsuz olan birincisi, sorulu ikinciye “de” ile bağlanırsa anlatıma kesinlik katar: Ödülü o kazanmaz da kim kazanır? Ben ağlamayayım da kimler ağlasın?... • Emir kipleriyle kurulmuş önermelerden öncülün sonuna “de” bağlacı gelince sonraki önermeye kesinlik katar: Oku şu kitabı da yarın anlat... • Kimi ilgeçlerden, belirteçlerden sonra gelerek cümlenin anlamını pekiştirir: Bu arkadaş, terbiyeli olduğu kadar da çalışkandır. (Kavak Yelleri, Reşat Nuri Güntekin) Sen esmersin. Belki de var sende Gecelerin Usu... (Fazıl Hüsnü Dağlarca) • Ünlemli cümlelerde “de”ler bağlama görevinden sıyrılır ve ünlemi pekiştiren bir sözcük olur: Aman sen de!.. Adam sen de!.. Ne de güzel şey!.. • Belgisiz “bir” sözcüğünden sonra kullanılır. Söze “birden oluşun” coşkusunu katar: Bir de vagonumuza girip baktım ki çantalar arasında bir tanesi eksik... (Refik Halit Karay) Anlatıma “fazla olarak” anlamı katar: İyi çalışmıyorsunuz; bir de dolgun gündelik istiyorsunuz. Bu denli kötülükleri yap; bir de öğünerek anlat!.. Sıralanan ögelerden sonuncusuna gelince “gibilik, eşitlik”anlamı katar: Bu taşı bir Orhan kaldırabilir, bir de Yalçın. Bir köylü, bir kentli, bir de Nasrettin Hoca yola çıkmışlar... • İşaret adılı “o”dan sonra gelince uyarıcı bir anlam katar: İnsan dünyayı iğfale muvaffak olsa bir şahıs kalır ki anı aldatmasına imkân olamaz. O da kendi nefsidir. (Tahrib-i Harabat, Namık Kemal) • Cümlelerin sonunda yer alabilir: Bu işi bitireyim de... • Yinelenmiş sözcükleri bağlayarak “üsteleme, direnme” anlamı katar: Muhalişerin parolası hürriyet de hürriyet! İktidarın parolası ise otorite de otorite. (Falih Rıfkı Atay) • Gelecek zaman kipleriyle kurulmuş bağımsız önermelerden öncüllerin sonuna gelerek “inanmayışı, umutsuzluk” duygusunu güçlendirir: Hiç ummuyorum. Muharebe bitecek de... şeker, yağ, un ucuzlayacak da param olacak da baklava yiyeceğim. Ölme eşeğim ölme, yoncalar bitecek. (Hakka Sığındık, Hüseyin Rahmi Gürpınar) Dahi; sözcükleri ve cümleleri, önce geçen ya da geçmiş gibi düşünülen görevdeş sözcüklere ve cümlelere “gibilik, eşitlik” ilgisiyle bağlar. Bu bakımdan “de” bağlacının anlamdaşıdır. Ancak “Bunu ben dahi biliyordum.” cümlesi ile “Bunu ben de biliyordum.”cümlesi arasında “uyarıcılık” bakımından bir anlam farkı olduğuna da dikkat ediniz. Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir söz. (Şeyh Galip, XVIII.) Bir ben bilirim çektiğimi bir dahi Allah. (Şeyhülislam Yahya, XVII.) Bile; cümleleri, önce geçen ya da geçmiş gibi düşünülen cümlelere bağlar. Bu yönüyle “dahi” bağlacının anlamdaşı sayılabilir: O (İranlı), kendi dünyasının içine öylesine kapanıp kalmıştır ki bir başka dünya var mıdır yok mudur düşünmez bile. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Bu aklığın (kar) üstünde en küçük bir leke bile yoktu. Bir kuş, bir sinek lekesi bile. (Yer Demir Gök Bakır, Yaşar Kemal) “Bile”nin birbirine bağlı iki olumsuz önermenin sonunda bulunduğunda ikinci yargıya “umulmazlık” anlamı kattığı da görülür: Yolsuzluğunun hesabı alınmamış değil, sorulmamıştır bile! (Falih Rıfkı Atay) Ki, kendinden önce ve sonra gelen cümleleri birbirine bağlar; kendinden önce gelen sözcükleri cümleye bağlar. Dediler ki ıssız kalan türbende Vahşi güller açmış; görmeye geldim. (Rıza Tevfik Bölükbaşı) Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler... Naçar terk-i mücadele kıldım. (Şikâyetname, Fuzuli, XVI.) Yukarıdaki örneklerde “ki” bağlacı, kendinden önce ve sonra gelen cümleleri bağlamakla birlikte üçüncü cümleye de “bu sebepten, bu yüzden” anlamını katıyor ve cümleleri bağımsız önermeler durumuna getiriyor. Böylece üç bağımsız önermeli bir birleşik cümlenin kurulmasına yarıyor. Hangi güzellik çiçeğidir ki ölüm hazanı onu yere düşürmemiştir? (Sinan Paşa, XV.) Hâk ol ki Huda mertebeni eyleye âli. (Ruhi, XVI.) Şevkiz ki dem-i bülbül-i şeydada nihanız Hunuz ki dil-i gonce-i hamrada nihanız. (Neşati, XVII.) Vehmeyle ki müntakimdir Allah. (Şeyh Galip, XVIII.) Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin Bülbül havz tehi, hamuş, gülistan harap. (İzzet Molla, XIX.) Dünyada mesut bir gün yoktur ki saadeti dünden hazırlanmış olmasın. (Namık Kemal) örneklerinde ise “ki”ler yalnız ikişer cümleyi, türlü anlam ilgileriyle birbirine bağlamakta; böylece ikişer bağımsız önermeden birleşik cümlelerin kurulmasına yardım etmektedir. O dağa tırmanırken hayvanlar zorluk çekmesin diye arabacı da ben de yürümüştük; çıkış öyle uzun sürmüştü ki... (Refik Halit Karay) örneğinde ise “ki”, cümlelerin sonundadır; öncül cümleyi, görünüşte, başkalarını bağlamıyor. Görünüşte böyle olmakla birlikte dikkat edildiğinde “ki”den sonra birer cümlenin düştüğü anlaşılmaktadır. ‹kinci cümlenin düşmesinden, anlatışa canlı bir duygu ve imge değeri sinmiştir: ... öyle uzun sürmüştü ki (anlatamam). Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim bilmem ki... Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki... (Mehmet Akif Ersoy) Ankara’da tedaviye devam etmişse de her şeyin gerektiği gibi yapılmasına, itiraf etmeli ki tam bir riayet göstermemiştir. (Atatürk’ün Hastalığı, Ruşen Eşref Ünaydın) Uslu uslu oturaydım, şüphesiz ki beni mektebe vermezdi... (Gecelerim, Ahmet Rasim) Yukarıdaki örneklerde “ki’”lerle biten sözler, bağımsız birer ara önermedir. O mahiler ki derya içeredir deryayı bilmezler. (Hayali, XVI.) Anlar ki kelama can verirler. Mecnun o kabiledendi derler. Her kim ki belaya mürtekiptir. Elbet o ocağa müntesiptir. (Şeyh Galip, XVIII.) Bir millet ki insaniyetin tenvir ve tekzibine memur olmak iktidarında bulunur, efradı dünyaya askerlik için gelir ve askerlik yolunda fedayı can eder. (Şinasi, XIX.) Yukarıdaki örneklerde “ki”ler, iki cümle arasında değildir; öznelerden sonra gelmiştir. Bununla birlikte içinde bulunduğu cümleyi sonraki cümleye bağlamaktadır. Bu tür kullanışlar; yani “ki”nin ad soylu sözcüklerden sonra gelişi, pek sezilmese bile, düz yazıda sevimsiz bir çeviri Türkçesi kokusunu taşır: Bir adam ki söz dinlemez. = Söz dinlemeyen bir adam O yerden ki herkes kaçar, sen de kaç. = Herkesin kaçtığı yerden sen de kaç. Bir adam ki nasihat dinlemez, hiçbir vakit felah bulmaz. = Nasihat dinlemeyen adam hiçbir vakit felah bulmaz. Cümleleri, çeviri kokusundan kurtarmak için “ki”leri kullanırken özenli olmak gerekir. “Ki”leri cümleden çıkarıp birinci cümlenin eylemini -en’li ya da -diği’li, -eceği’li gibi uygun eylemsilere çevirmek bir çözüm olabilir. Ancak “ki”nin ad soylu sözcüklerden sonra gelmesinde bir sakınca olmayan anlatımlar da vardır: • “ki”den önceki cümle devrikse: Yana yana ağlanmaz olur mu o yiğide ki hayatında en güvendiği dayanak olağanüstü zekâsı idi. (Atatürk’ün Hastalığı, Ruşen Eşref Ünaydın) Çifte minareli medresenin kapısına vardın mı... Var gir Dalım oğul, serin güzel avlusuna ki Erzurum’un mavi gök kuşu inmiş su içmeye eski havuzundan ve şimdi çıkarlar taş odalardan Selçuk oğulları ki, gül dalları altında bilişmeye... (Balım Kız Dalım Oğul, Ceyhun Atıf Kansu) • Ad soylu sözcükten sonra bir yüklemin, bir ek eylemin düştüğü sezilirse: Nihayet bir dağa tırmanmak icabeder. Bir dağ (dır, idi) ki her kavsinde rüzgârın sertleştiğini ve havanın soğuduğunu hissedersiniz. (Anadolu’da Bahar, Refik Halit Karay) Omuz omuza, dirsek dirseğe, nefes nefese bir kalabalık (idi) ki sormayın. (Falih Rıfkı Atay) Bilmem ki nasıl anlatayım: Nasıl, nasıl size derdimi! Bir dert ki yürekler acısı (derttir ki) Bir dert ki düşman başına. Gönül yarası desem... Değil! Ekmek parası desem... Değil! Bir dert ki... Dayanılır şey değil. (Orhan Veli Kanık) • “ki” ve sonra gelenler birer ara söz niteliğinde olursa: Cumhuriyetçiler ki artık ne çocukturlar, hatta ne gençtirler, orta yaşlı ve yaşlıcadırlar. Onlar bu yas gününde Atatürk’ün kendilerine nasıl ümit bağlamış olduğunu hatırlamalıdırlar. (Falih Rıfkı Atay) Etkili anlatımlarda özneden sonra kullanıldığı da görülmektedir. Cümleye “pekiştirme, abartı” anlamı katar: Sen ki bu işleri herkesten iyi bilirdin; nasıl aldandın? “ki” ile birleşmiş ya da öbekleşmiş belirteçler, ilgeçler ve bağlaçlar da vardır: çünkü, halbuki, mademki, öyle ...ki, nasıl ...ki, yeter ki, demek ki, güya ki (= sanki), kaldı ki, ta ki, belki, sanki... O mevlud-i uhreviye fatihadan başka bir şey gönderilmez; çünkü dünyada fatihadan başka istediği yoktu. (Abdülhak Hâmit Tarhan) İnsan vatanını sever; çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfaati vatan sayesinde kaimdir. (Namık Kemal) Vezinler mademki vardırlar, ahenge muhakkak elverişlidirler; çünkü vücutları başka türlü tefsir edilemez. (Vezinler, Yahya Kemal Beyatlı) Kardeş gibi geçinmeliyiz; çünkü hepimiz bu yurdun çocuklarıyız. (Falih Rıfkı Atay) Dışarıya nazaran içerisi buz dolabı; halbuki biz sıcaktan ve havasızlıktan boğulacağımızı sanmıştık. (Falih Rıfkı Atay) Hududa giden asker gözümüzde öyle incelir ve öyle güzelleşir ki her neferi bir manzumenin bir kelimesi, bir büyük koncanın bir yaprağı gibi telakki ederiz ve bizce ordu sine-i vatanda koca bir demet çiçek halini alır. (Cenap Şehabettin) Öyle kimseler ki elleri öpülmeğe layıktır. Öyle kimseler ki insana insanlık dersi verirler. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Halkın gözyaşları, hıçkırıkları, çığlıkları havayı öylesine bir yas ve tasa; hatta öylesine bir ümitsizlikle bulandırmıştı ki güya dünyanın sonu geldiğine hükmedilebilirdi. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Mademki son demimdeyim; Böyle bir iyilik edeyim. (Orhan Seyfi Orhon) Mademki Munise’yi evlerinde istemiyorlar, acaba ben kendim evlat etmek istesem verirler mi? (Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin) Mademki öyle emretmiş; öyle yaparız. Mademki beni dinlemiyor; ben de onun hiç bir işine bakmam. Türk dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. (Atatürk) Güya ki o şair-i yegâne Gelmiş bu kitap için cihane. (Ziya Paşa) Hava soğuk, kaldı ki rahatsızım da, onun için gelemem. Açık söylüyorum, ta ki herkes anlasın. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Bunların dışında Türkçede kullanılan diğer bağlaçlar; oysa, nitekim, tek(yeter ki), hele, yoksa, ister (isterse, ister... ister), zira, kâh (kâh...kâh, gâh), ama (amma), fakat, lakin, ya, yahut, ya da, veya, hem (hem de, hem...hem), gerek (gerek...gerek, gerekse), üstelik, yalnız, ancak, meğer, meğerse, ile, hatta, örneğin, söz gelişi, mesela gibi sıralanabilir. Bu bağlaçların bazılarıyla kurulmuş örnekleri aşağıda göreceksiniz: Hiç düşünmeden onların doğruluğuna inanmıştır. Oysa ben öyle değilim. (Tedirginin Biri, Sunullah Arısoy) Men lebin müştakıyem, zühhat Kevser talibi Nitekim meste mey içmek hoş gelür, huşyare su. (Fuzuli, XVI.) Kuzum evladım... sür... hayvanlar çatlasın... araba parçalansın, ne olursa olsun, tek beni beş dakika evvel ormana yetiştir. (Metres, Hüseyin Rahmi Gürpınar) Tabiat bozkırlarda cilveli, oynak... süslü; hele makyajlı değildir. (Refik Halit Karay) Tam çalışıp çabalayacağı sırada etrafını alan, eline ayağına dolaşan bir sürü çocuk mudur; yoksa anlaşmazlık mı o talihsizliğe sebep olmuştur. (Kavak Yelleri, Reşat Nuri Güntekin) Hiçbir vatandaş, ister doktor ister mimar ister köylü olsun ister işçi ister öğrenci olsun ister öğretmen, bu acı gerçeğe kayıtsız kalamaz. (İlhan Selçuk) Eyvah bu baziçede bizler yine yandık: Zira ki ziyan ortada bilmem ne kazandık. (Ziya Paşa) Gâh eserim yeller gibi Gâh çağlarım seller gibi Gâh tozarım beller gibi Gel gör beni aşk neyledi. (Yunus Emre, XIII-XIV.) Ya Rab, çekemem bu ıstırabı, Hatta çekemem huzur u habı, Kabrinde onun beni şehit et; Elverdi türabının azabı. (Makber, Abdülhak Hamit Tarhan) Evet, her hareket içinde kötü eğilimler bulunabilir. Ama iyi niyetlilerin dayanışması, onlardan gelecek bütün fenalıkları önler. (Falih Rıfkı Atay) Bu konağa gelip giden çok amma dönüp gelen yok... (Kısas-ı Enbiya, Cevdet Paşa, XIX.) Vatan işlerinde ölmek olabilir fakat korkmak asla!.. (Atatürk) Gençler, bütün ümid-i vatan şimdi sizdedir: Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin; Lakin unutmayın ki zaman tünd ü mutmain Bir hatve-i samut ile takip eder bizi. (Ferda, Tevfik Fikret) Yürüyüverdim denize doğru. Yürüyüverdim diyorum ya, dünyanın yolu! (Orhan Veli Kanık) Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli. (Atasözü) Bir elinde gül, bir elde cam geldin sakiyâ Kangısın alsam; gülü, yahut ki camı ya seni. (Nedim, XVIII.) Bir rejim, ya örgenlenmiş bir sınıf ya da halkın belirli tabakalarına dayanmazsa... (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Dikta rejimi bir şahsın veya bir şahıslar takımının nüfuz ve itibarı üzerinde tutunur. (Falih Rıfkı Atay) Minnet Huda’ya iki cihanda kılup sait Nam-ı şeriŞn eyledi hem gaz, hem şehit. (Baki, XVI.) Diğer ad soylu sözcük türleri gibi bağlaçlar da yapı bakımından çeşitlilik gösterir. • Yalın bağlaçlar: ve, ile, gibi, de, dahi, bile, hele... • Türemiş bağlaçlar: üstelik, yalnız, ancak, örneğin, gerçekten... • Birleşik bağlaçlar: halbuki, oysaki, yoksa, nitekim... • Öbekleşmiş bağlaçlar: öylesine ki, nasıl ki, demek ki, kaldı ki, yeter ki, elverir ki, şu kadar ki, bununla birlikte, onun için, bundan ötürü, gerek... gerek,... • Yabancı kökenli bağlaçlar: ne...ne, ki, mademki, güya, zira, kâh...kâh, hatta, bazen, ama, fakat, lakin, meğer, yani, hem, ya...ya, yahut, veya,... Bağlaçlar cümle içinde anlamlarıyla olduğu kadar görevleriyle de önemlidir. Bağlaçların görevlerini şöyle sıralayabiliriz: • Görevdeş ögeleri bağlar. • Anlamca ilgili cümleleri, önermeleri bağlar. • Seyrek olsa da -öbür sözcükler gibi- ek eylemle yüklem olur. • Ad soylu sözcükler gibi özne, nesne, tümleç de olur.
- Ünlemler ve Ünlemlerin Görevleri
Duygular; sert, dokunaklı etkilerle birden uyanır, coşkulaşır. Coşkunun söze dönüşmesiyle, yani bir coşkunun etkisiyle içten kopup gelen sevinç, korku, üzüntü, acı, şaşma gibi duyguları daha canlı anlatmaya yarayan sözcüklere ünlem adı verilir. Ünlemler genel olarak ikiye ayrılabilir: • Çağrı ünlemleri: İkinci veya üçüncü kişileri çağırmak, uyarmak, onlara bir şey sormak için kullanılan ünlemlerdir: Ey Ulu Tanrım! Hey arkadaş! A iki gözüm, bre yaramaz!.. • Duygu belirten ünlemler: Korku, şaşma, sevinç, acı, üzüntü gibi duyguları belirten ünlemlerdir. Cümle içinde pekiştireç, belirteç veya bağlaç görevlerinde de kullanılabilir. A, a, a! Onu ben mi söylemişim? Üstüme iyilik sağlık... E! Ne olacak bunun sonu?... Ünlemler genel olarak böyle bir sınıflandırma içinde incelenebilir. Ancak ünlemler duygularla ilgili oldukları için böyle bir ayrımın kesin olamadığını söylemekte de yarar vardır. Bu nedenle ünlem görevinde kullanılan sözcükleri tek tek değerlendirmek daha yerinde olur. Türkçede sık kullanılan ünlemler şunlardır: A, kendinden sonra gelen sözcüklerdeki hitapları pekiştirir. A paşam! İnsan iptida kendisini bilmeli de sonra başkasına öğüt vermeli. (Kani, XVIII.) Niye boynun bu kadar eğri demişler deveye; A kuzum, hangi yerim doğru demiş... (Mehmet Akif Ersoy) - Böyle şey olur mu? - Olur a! Kim karışır? - Bunu kim yapmış? - Ben yapmadım a! Ne bileyim kimin yaptığını? örneklerinde de cevaplardaki yargıyı pekiştiriyor. “A”lar çıkarılınca pekiştirme anlamı kalkar. Allah bilir a bu adam Koca Ahmet’in ta kendisidir. (Yaşar Kemal) cümlesinde görüldüğü gibi “a” ünlemleri, söze şaşma, ayırtılı beğenme, sevinme, kızma duyguları katıyor. E; söze beğenme, beğenmeme, sevinme, şaşma, kızma, acıma gibi duyguları katar. Bu duygulardan hangisini kattığını, cümlelerin kuruluşlarından çok söyleyişte ses tonu belirtir. E! Artık buna diyecek yok!... E! Ne olacak bunun sonu? E! Kim gelmiş? E! Ne olmuş? “mi” soru ilgeciyle birlikte kullanılan “e”ler, emirleri pekiştirmek için kullanılır: Kitaplarımı karıştırma e mi? Bundan sonra da böyle çalış e mi? Ha, söze isteklendirme duygusu katar; bir konunun birden akla gelişini ya da birden kavranışını gösterir, cümle sonuna gelince kendinden önceki yargıları pekiştirir: Ha gayret! Ha göreyim seni! Ha şöyle! Ha, siz bana kitap getirecektiniz, ne oldu? Ha, şimdi anladım. Ha, evet hatırlıyorum... Ha ben, ha sen... Ha Ali Hoca, ha Hoca Ali... Eşit ögelerden önce yinelenirse arada bir ayrım gözetilmeyişini anlatmaya yarar; bağlaç görevindedir: Bekle ha bekle, bir türlü gelmez. Söyle ha söyle, dinleyen yok ki!.. Tanrının günü işte böyle didin ha didinmez misin? (Tesadüf, Hüseyin Rahmi Gürpınar) Yukarıdaki örneklerde de olduğu gibi yinelenen emir kiplerinin arasına gelince eylemlerin uzayıp gittiklerini, türlü duygular katarak anlatır: “Ha bire!”, eylemlerin durmaksızın sürüp gidişinden doğan yakınma ayırtılı duyguların anlatımına yarar: Ha bire söylüyor! Ha bire yiyordu! Sabahtan beri ha bire konuşuyorum... Haydi (hadi), söyleyişle değişen bir sertlik, olasılık veya olasılığın artışını pekiştirme anlamı katar. Haydi koş çabuk! Haydi oğlum, bize bir kahve söyle! Hadi sizin dediğiniz olsun!.. Haydi versin versin de yüz lira versin! Yüz lirayı gözden çıkaran, beş lirayı haydi haydi verir!... Hay, söze söyleyişle değişen azarlama, yalvarma, ilenme gibi türlü anlamlar katar; onaylamayı pekiştirir. Hay yaramaz!.. Hay Allah razı olsun!.. Hay Allah cezasını versin! - Pencereyi açabilir miyim? - Hay hay efendim! ... Ay, birdenbire uyanan duyguların etkisiyle söylenir. Ay, dişim tuttu! (acı) Ay, bunu sen mi söylüyorsun? (şaşma) Ay, ne güzel, ne sevimli şey! (beğenme) Ay!.. fiuramda bir şey kımıldıyor. (korku)... Vay, söze sevinç, şaşkınlık, coşku, öfke anlamları katar. Vay hocam! Vay gözümün nuru efendim buyurun! Hangi rüzgârdır atan sizleri?.. Lütfen oturun. Mütehassirdik efendim, ne inayet! Ne kerem!.. (Asım, Mehmet Akif Ersoy) Vay efendim vay! Bu ne kurum, bu ne çalım? Vay canına!.. Ey, hey, hitapları pekiştirmek için kullanılır. Söze, ses tonuyla canlanan duygu değeri de katar. Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer. Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber... (Mehmet Akif Ersoy) Bülbüllerin ister seni ey gonce-dehen gel Gül gittiğini anmayalım gülşene sen gel Pamal-i şita olmadan iklim-i çemen gel Ver hükmünü ey serv-i revan köhne baharın. (Nedim, XVIII.) İnsanın ikide bir: Ey zekâ ve kültür, biraz ahlak ve ey ahlak biraz zeka ve kültür, diye kubbeleri çınlatası geliyor. (Falih Rıfkı Atay) “Hey” ünlemi “gidi” ile öbekleşince, geçmişi umutsuz bir özlemle anma duygusunu anlatır: Nesl-i hazır denilen şey pek acayip bir şey; hoca rahmetliye bak, oğluna bak, hey gidi hey! (Mehmet Akif Ersoy) Ya, konuşma dilinde görülen bir ünlemdir. • Sorulu yargıları pekiştirir: Herhangi bir hadise üzerinde uzun boylu durmaya ve ondan hükümler çıkarmaya, zati, vaktimiz yoktu ya!.. (Zoraki Diplomat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu) • Beklenmedik olumsuzluğu pekiştirir: Beni çıldırtan cihet de orası ya? Hırsızlık malı değil ya? (Hüseyin Rahmi Gürpınar) • Söyleyiş özelliğiyle, ses tonuyla cümleye soru anlamı katar: Ya kar yağarsa? Ya gelmek istemezse? “Ya” ünlemi; “Dünya bu ya!..”, “ İyi ya!..” örneklerinde olduğu gibi cümleye onaylama anlamı katar. “O kitapları istiyordunuz ya; işte getirdim.” cümlesinde olduğu gibi anımsatıcı bir bağlaç görevinde de kullanılabilir. Bunların dışında Türkçede kullanılan diğer ünlemler; hay, ay, vay, ah, vah, oh, yahu, ooo, uf, of, öf, eyvah, yazık, aferin, yaşa, yaşasın, sağ ol, var ol gibi sıralanabilir. Bu ünlemlerin bazılarının yer aldığı örnekleri aşağıda göreceksiniz: Vay yüz bin vay kim dil-dârdan ayrılmışam Fitne-ceşm ü sahir-i hun-hardan ayrılmışam. (Fuzuli, XVI.) Bir ah çeksem karlı dağlar kül olur. Billah bu gamhane bir ah etmeye değmez. (İzzet Molla, XIX.) Eyvah!.. ne yer ne yâr kaldı, Gönlüm dolu ah ü zar kaldı. Eyvah, melek de mahvolurmuş! (Makber, Abdülhak Hâmit Tarhan) Ebna-yı dehr her hünere aferin verir Ya Rab, bu aferin ne tükenmez hazinedir? (Nabi, XVII.) Vah vah, pek yazık! Vah vah, aldanmışım! Oh, ne güzel hava! Oh, dünya varmış! Ooo, maşallah, ne güzel! Ooo! Bakınız kimler geliyor? Uf, canım yandı! Uf, dişim gene pek fena tuttu!.. Of, bıktım artık!.. Oooof! Bu ne çekilmez gürültü? Öf!.. Ne kötü koku? Öf, ne densiz adam!.. O kadar masrafa yazık! Yazık, ben böyle olmasını istemezdim! Oh olsun! O kadar söyledim de dinlemedi. Yaşa, var ol!.. Yaşasın Türk ulusu!.. Yaşasın ordu!.. Her sözcük türü gibi eylemler de kimi durumlarda ünlemleşir: Koşun! Hırsız kaçıyor! Yakalayın!.. Sakın böyle söyleme!.. Bir daha yapayım deme, sakın!.. Coşkuyla birden duygulanmanın etkisiyle ağızdan çıkıveren sözler de yazıda ünlem işareti ile bitirilince çeşitli duygu değerleri kazanır. Ünlem işareti, vurgu ve ses katkısı sağlayarak onları birer cümle gibi geniş anlamlı kılar: Yazık!..., Afacan!..., Yaramaz!.., Hain!.., Dehşet!.., Korkunç!.., Dikkat!.., İleri!.., Ateş!.., İmdat!.., Hayret!.. Yukarıda sıralanan ünlem sözcüklerinden başka belirtme vurgusuyla değişik sesle söylenmiş adlarla ad değerindeki sözcükler ve hitaplar da birer ünlemdir: Leyli! dedi verdi can-ı şirin Ol âşık-ı bikarar ü miskin. (Fuzuli, XVI.) Sarı kedim, Siyah kedim, Beyaz kedim, Adı “Rengin” olsun dedim. Rengin! Rengin! Rengin! Rengin! Kedim işitmedi lakin... (Şermin, Tevfik Fikret) Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! (Atatürk) Kişilere, kişi niteliğinde sayılan varlıklara seslenmek için kullanılan bütün sözcükler vurgu, durgu, ton ve söyleyiş özellikleriyle ünlem olur: Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın! (Mehmet Akif Ersoy) Sevgi, üzüntü, öfke, birden karşılaşma, korku gibi türlü duyguların etkisiyle, çeşitli nedenlerle söyleniveren coşkulu sözcüklerle söz öbekleri de, içlerinde ünlem sözcükleri bulunmasa da, birer ünlem sayılır: Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayri! (Fuzuli, XVI.) Karınca eğlenir: - Beyim, Şimdi rask edin ne var? Yazın çalan, kışın oynar! (Şermin, Tevfik Fikret) Sert, dokunaklı, coşkulu seslerle söylenmiş eylemler; komutlar ve cümle değerli sözler de birer ünlem sayılır: Bölük dur! Sağa dön!.. Sevinç, korku, dargınlık gibi türlü duyguları yansıtan; coşkulu söylenen yanıt belirteçleri de birer ünlemdir: Evet, Hayır, Pekiyi, Hay hay, Olur, Yok, Değil, Olmaz, Asla... Yansımalar da ünlem olarak sık sık kullanılır. Miyav... O kim? Beyaz kedi, Siyah kedi, Sarı kedi... (Şermin, Tevfik Fikret) Diğer sözcük türü gibi ünlemler de yapıları bakımından çeşitlilik gösterir: • Yalın ünlemler birer hecelidir: a, e, ha, ey, ya, ay, vay, ah, vah , oh, hişt, o, uf, üf,... • Türlü biçimlerde türemiş, birleşmiş, öbekleşmiş olanlar: yahu, eyvah, yazık, aferin, yaşa, sağ ol, var ol,...
- Sıralı Cümlenin Özellikleri
Tek başına bağımsız yargı bildiren iki veya daha fazla cümlenin bir anlam bütünlüğü içinde sıralanmasıyla kurulan cümlelerdir. Yüklemleri çekimli fiil olan sıralı cümleler, birbirinden virgül veya noktalı virgülle ayrılır: Alacağını tahsil etmek için önce telefon etmiş, sonra biriyle haber yollamış, olmayınca kendisi gitmek zorunda kalmıştı. Bu sıralı cümlede yargı taşıyan telefon etmiş, haber yollamış, zorunda kalmış yüklemlerini birbirine bağlayan –tı, kip ekidir. Sıralı cümlede önceki yargılarda bu ek tekrarlanmayıp son yargıya doğru bir bağımlılık sağlanır. Böylelikle cümlenin bitmediği de hatırlatılmış olur. Aradaki ilginin ortak cümle ögeleriyle sağlandığı sıralı cümleler bağımlı sıralı cümle; ilginin sadece anlam yönüyle kurulduğu cümleler bağımsız sıralı cümledir: "Yağız atlar kişnedi, / meşin kırbaç şakladı, / Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, / Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar..." "Gök sarı, / toprak sarı, / çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları," "Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu, / Gökler bulutlanıyor, / rüzgar serinliyordu." Sarı çiçeğin saçları yolunmuş, /kana bulanmıştı. Bu, asırlardan beri böyle olagelmişti, /asırlarca da böyle dürüp gidecekti. Otobüs her zamanki gibi yine geç geldi; / biz de derse geç kaldık. Mart kapıdan baktırır; /kazma kürek yaktırır. (Özne ortak) Mallarımızı önce çaldılar, /sonra geri bize sattılar. (Özne ve nesne ortak) Merdivenleri kardeşin yıkasın, /sen de sil. (Nesne ortak) İnatçı adama dil döküyor, /sürekli yalvarıyordu. (Özne ve dolaylı tümleç)
- Cümlenin Ögeleri
Bir duygu, düşünce veya durumu tam olarak anlatan sözcük ya da söz öbeklerine cümle denir. Şimdi birbirini tamamlayan öğeleri inceleyeceğiz. Bir cümlenin oluşması için en önemli şart, kip ve şahıs bildiren bir unsurun bulunmasıdır. Yani eğer cümle içinde herhangi bir söz, haber veya dilek kiplerinden herhangi biriyle çekimli halde bulunuyorsa o, bir yargı bildiriyor demektir. Yargı bildirmek ise cümle olmanın en önemli koşuludur. Şahıs bildirmek, cümle olmak için her zaman gerekli değildir.
- Paragrafta Konu
Paragrafta “konu cümlesinde yer alan fikir veya duygu, tanım ve açıklama, tasvir, örnek verme, kanıtlama, zıt görüşlerle kanıtlama, konu cümlesindeki fikrin tekrarı ile açılabilir.” Her fırsatta belirtildiği gibi kompozisyonda bütünlük ve düzenlilik esastır. O yüzden iyi bir paragrafta cümleler birbirini bütünlemeli, birbirine iyi bağlanmalıdır. Fikir ve duygular düzen içinde anlatılmalı, fikirlerin etki durumu dikkate alınarak, paragrafta önemlerine göre sıralanmalıdır. Fikirlerin düzenlenişinde zaman sırası ve mantık ilkeleri esas alınmalıdır. Sözgelişi; fikirlerin düzeninde tümden gelim veya tüme varım ilkesinden faydalanılmalıdır. Paragrafta konu cümlesi: “Boticelli’nin ‘en güzel kadın’ olarak yaptığı Venüs’ü maddilikten fışkıran pürüzsüz bir form olarak gördüler. Primitiflerin tamamıyla dinsel bir esinle yaptıkları cehennem tablosunda taze ve renkli bir cennet keşfederler. Yani eski resmi, yeni görüşlerle anlarlar. Aslında her eski değerin devam edebilmesi, yeni anlamlarla dolması zorunludur. (Konu cümlesi). Kısaca, yeni resim, doğa ve anlamdan soyunarak temsili sanatlardan ve fotoğraftan ayrı bir sanat haline gelmektedir. (Konu cümlesi). Resmin bu yönünü en kolaylıkla benimseyecek olan memleketlerden birisi de şüphesiz Türkiye olacaktır. Çünkü biz süsleyici değerlerin sırrını yüzyıllarca araştırmış bir ulusuz. Yazıyı bile içeriğinden ayırarak ‘süsleyici bir değer’ yapmış olan Türkler, tasvir ve temsilden uzaklaşan batı resmini batılılardan daha az yadırgayacaklardır. İnsan bedenini dekor içinde eriterek minyatürlere yakın bir resim dünyasına giden Matisse’in ya da doğayı tamamıyla zihinsel araştırmalarla stilize ederek soyut bir sanat güzelliğine varan Picasso’nun bizde daha az direnç göstermesi gerekir.” Sabahattin Eyüboğlu Paragrafta hakkında söz söylenen düşünce, olay ya da durumlar konuyu verir. Konuyu bulmak için "Parçada neden söz ediliyor?" diye sorabiliriz. Yani üzerinde durulan neyse konu da odur. Bununla ilgili sorular değişik soru kökleriyle karşımıza çıkar. "Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden söz edilmektedir?" "Bu parçanın konusu aşağıdakilerden hangisidir?" "Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden yakınılmaktadır?" gibi sorular konuyu sorar. Parçada konuyu soran bir diğer soru şekli de paragrafın bir soruya cevap olarak verilmesidir. Elbette bunlarda yazara sorulan sorunun konusu neyse cevap da o konuda olacaktır. Konumuzun paragraf olması, konu, başlık, ana düşünce vs. gibi soruların sadece paragraftan olacağı anlamına gelmez. Bazen bir şiir parçası verilerek de bu tür özellikler sorulabilir. PARAGRAFIN BAŞLIĞI Paragrafın bir düşünce etrafında döndüğünü ve daima bir konudan söz ettiğini söylemiştik. Bir bakıma paragraf, bir makalenin, bir denemenin, bir fıkranın küçültülmüş şekli gibidir. Öyleyse nasıl bu tür yazıların bir başlığı varsa, paragrafın da bir başlığı olur. Ancak yazı başlıklarının dikkati çekme, ilgi uyandırma ya da şaşırtma gibi özellikleri vardır. Oysa paragrafın başlığı bu amaçla seçilmez. Konuyu en iyi şekilde yansıtan bir veya birkaç söz başlık olarak belirlenir.
- Anlam Yönünden Cümleler
Bize anlamının ne olduğu sorulan cümleler, daha çok anlama, kavrama ve yorumlamaya yönelik cümlelerdir. Sınavlarda en çok sorulan cümle türleri de bunlardır. Bu cümleleri değerlendirirken, sözcükte anlam ve tür bilgisine iyi anlamış olmak gerekir. Çünkü bu cümleler yoruma dayalı cümlelerdir ve insan da yorumu, anlam bilgisi ve sözcükleri, cümlede yerinde ve doğru kullanma becerisiyle yapabilir. Cümlede anlamı, ÖSYM’nin soru tiplerine göre şöyle gruplandırabiliriz. AYNI ANLAMI VEREN ( EŞANLAMLI ) CÜMLELER Aynı düşüncenin, eş veya yakın anlamlı sözcükleri kullanarak en az iki ayrı biçimde ifade edilmesidir. Cümle hangi sözcüklerle ve nasıl kurulursa kurulsun biz verilen cümledeki düşünceyi aramalıyız. Bunun için o cümledeki anahtar sözcükleri doğru tespit etmek; ayrıca, cümlede kullanılan edat ve bağlaçlara da dikkat etmek gerekir. (Eş ve yakın anlamlı sözcükler konusundaki bilginizden yararlanabilirsiniz.) YAKIN ANLAMLI CÜMLELER Eş anlamlı cümlelerde, biri diğerinden yerini tutabilecek(aynı anlamı verecek) cümle söz konusu idi. Yakın anlamlı cümlelerde ise aynı özü, aynı ruhu taşıyan iki cümle vardır. Böyle sorularda örnek cümlede anlamın iyi kavranması ve o cümleye anlamca çok benzeyen (yakın olan)diğer cümlenin bulunması gerekir. Bu konuda da yakın ve eşanlamlı sözcüklerden, edat ve bağlaçların kullanımından yararlanabilirsiniz. NEDEN-SONUÇ İLİŞKİSİ BULUNAN CÜMLELER Neden-sonuç ilişkisi bulunan cümleler iki bölümden oluşur. Birinci bölüm neden (sebep), ikinci bölüm ise sonuç bildirir. Böyle sorularda, eylemin hangi nedenle gerçekleştiğine dikkat etmek yeterlidir. Neden-sonuç ilişkisi daha çok, için, üzere, -den (-dan), diye, çünkü, ile (-le, -la) vb. gibi edatlarla sağlanır. Bugün hıdrellez olduğu için öğleden sonra okul tatil edildi. Kanunları koyanlar da çok kez budala, ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir. İnsan tabiatının yetersizliği yüzünden, hiçbir şeyi yalın ve duru halinde tutamaz. Neden-sonuç sorularının ikinci biçimi, iki cümle arasındaki ilişkidir. Böyle sorularda bir cümle, kendisinden önce veya sonra gelen cümlenin nedeni olur. Fransa’ya ne kadar kızsam da Paris’e kötü gözle bakamam. Çocukluğumdan beri yüreğim ona bağlıdır. ( İkinci cümle neden, birinci cümle sonuçtur.) Ne sen gelin oldun ne ben güveyi. Onun için açık gider gözüm ( Birinci dize neden, ikinci dize sonuçtur.) AMAÇ ANLAMI TAŞIYAN CÜMLELER Amaç anlamı taşıyan cümlelerde, eylemin hangi amaca bağlı olarak gerçekleştiği vurgulanır. Neden-sonuç cümlelerinde olduğu gibi bunlarda da için, üzere, diye vb. edatlardan yararlanılır. Biz, şimdi arasında nice mesafeler bulunan iki uçurumda birbirlerine seslerini duyurmak için didinen iki genciz. Bütün bu sıkıntılara sınavı kazanalım diye katlandık. Bildiklerimizi açıklamak üzere buraya gelmiş bulunuyorum. KARŞIT DURUMLARI VEREN CÜMLELER Anlamca birbirinin zıttı olan sözcüklerin kullanılmasıyla kurulan cümlelerdir. Bu durum, iki cümle arasında da söz konusu olabilir. Önemli olan, karşıt anlamlı sözcüklerin, kullanıldığı bu cümlelerde sözcüklerin kazandığı anlamın iyi belirlenmesidir. Karşıt durumların birlikte verilmesi, anlatılan durum veya eserin iki yönünün de gösterilmesini sağlar ve anlatımdaki tekdüzeliği giderir. Dostunuzu, bir gün kendisinden nefret edecekmiş gibi sevin; ondan bir gün kendisini sevecekmiş gibi nefret edin. Bugün sevindiğim şeye, yarın üzülebilirim. UYARI: Karşıtlık ile olumsuzluk birbirinden farklı kavramlardır. Bu nedenle bir sözcüğün olumsuzu ile olumlusu arasında zıtlık yoktur. Çünkü zıtlık, farklı iki sözcük arasında olur: Merdivenden iniyordu. Merdivenden inmiyordu. (olumsuz) Merdivenden çıkıyordu. (karşıt) BİR KOŞULA BAĞLI CÜMLELER Şartlı (koşullu) cümleler: Birinin gerçekleşmesi diğerinin gerçekleşmesi koşuluna bağlı cümlelerdir. Koşullu cümlelerde birinci bölüm koşul (şart), ikinci bölüm de o koşula bağlı olarak ortaya çıkan sonuçtur. Koşul anlamı –se (sa), ise ve bazı zarf fiil ekleriyle –(-dıkça, -dikçe) sağlanır. Yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa; O şehirden öç almanın vakti gelmiş demektir. Beni ararsa, kendisiyle görüşürüz. Ne demek istediğimi, bu şiirleri okursa anlar. Seni gördükçe, babanı hatırlıyorum. Güldükçe güller açılır, ağladıkça inciler saçılır. UYARI: 1) Cümleye istek, dilek anlamı katan –se, -sa ile, koşul anlamı veren –se, -sa’yı karıştırmayalım. Dilek cümlelerinde, -se, -sa almasına rağmen, koşul anlamı yoktur: Otobüsle gelmese de trenle gelse. 2) Bazı cümlelerde de koşul gerçekleşse bile cevap gerçekleşmez. Erken yatsa da uyuyamaz. Hızlı koşsa da yetişemez. KARŞILAŞTIRMA BİLDİREN CÜMLELER Karşılaştırma, iki birim, iki nesne, iki kişi arasında yapılan bir kıyaslamadır. Karşılaş-tırmanın gerçekleşmesi bir değer yargısı veya bir ölçünün ortaya konmasına bağlıdır. Karşılaştırma; benzerlik, farklılık, üstünlük gibi değişik durumları ifade etmek amacıyla yapılır. Bunun için benzetme edatları, karşılaştırma edatları kullanılır. Bundan daha tembel birini bulamadın mı? Bu çalışmayla daha iyi bir puan alabilirdin. Sıhhatim düne göre hayli iyi. Tiyatro da sinema kadar etkili bir sanattır. Bu olaya hiçbiriniz benim kadar sevinemezsiniz. EKSİK CÜMLEYİ TAMAMLAMA Cümle, kendi içinde bir anlam bütünlüğüne sahip olduğu gibi, kendisinden önce ve sonra gelen cümlelerle de bir anlam ilgisiyle bağlanmış olabilir. Sınavlarda bu konuyla ilgili sorularda ya cümlenin kendi içinde tamamlanması ya da bir cümlenin veya metnin en uygun cümleyle sürdürülmesi istenmektedir. Birincide cümle, kendi içinde, ikincide ise diğer cümlelerle birlikte düşünülmelidir. Kendi içinde tamamlanması gereken cümlelerde, cümlenin anlam bütünlüğü ve teknik yapısı önemlidir. Cümle, karşıtlıklar üstüne kurulmuşsa, boş bırakılan yere, cümlelerin özünü oluşturan sözcüğün karşıtı getirilecek demektir. Dilin sadeleşmesinde, hızlı gitmenin en büyük şartı....... gitmektir. Cümle karşıtlık üzerine kurulmuştur. O halde, cümlenin yükünü taşıyan sözcüğün (hızlı sözcüğü) karşıtını bulmak gerekir. Bu cümlede boşluğa “yavaş” sözcüğü getirilmelidir. Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden...... öyle mi? Cümlede savunulan düşünceye inanmama, hayretle karşılama anlamı vardır. Kişi, öleceğine inanıyor ama onun karşıtı olan “dirileceğine” inanmıyor. Boşluğa “diriltileceğiz” getirilir. Bazı cümlelerde de anlamın tamamlanabilmesi edat veya bağlaçlarla mümkündür. Böyle cümlelerde, alışkın olduğumuz kullanımdan çok, cümlenin anlam bütünlüğü ve bağlaç veya edatın bu cümleye kattığı anlam önemlidir. Hayatta ve resimde her şeyden.......... canımdan vazgeçerim.............. renkten vazgeçemem. Bu cümlede bir derecelenme ve karşıtlık söz konusudur. Derecelenmeyi sağla-yan bağlaç “hatta” karşıtlığı sağlayan da “ama” (fakat, lakin, ancak) dır. Victor hogo’yu, yeni yetişen Fransızlar, yüzyıl önceki yaşıtları gibi anlıyorlar... ....... yazılanlar bugünün Fransızcası ile yazılıyordu. Cümle bir neden-sonuç cümlesidir. Boş bırakılan yerden sonrası “neden” dir. Nedeni sağlayan bağlaç “çünkü (zira)” dır. ANLAM YÖNÜNDEN DİĞER CÜMLELER Burada bahsedeceğimiz cümle çeşitlerinde çok az soru gelmektedir. Ancak, bu sorular-da cümledeki yargıyı kavrama yetisi ile ilgilidir, şayet bu konuda belli bir mesafe almış-sak cümlenin anlamını buldurmaya yönelik bütün soru tiplerinde başarılı olabiliriz. SEZGİ, TAHMİN CÜMLELERİ Sezgi, altıncı his denilen ve bir olayı olmadan önce, olacağını hissetmek demektir. Bu, daha çok insanın içine doğan bir duygudur. Bu olayların akışından hareketle sonucu görebilmek şeklinde de olabilir. Bu konuşmalardan sonra benden bir şey isteyeceğini anlamıştım. ÖN YARGI CÜMLELERİ: Bir kimse veya şeyle ilgili olarak belirli olay veya görüntülere dayanarak önceden varılan olumlu veya olumsuz yargılardır. Bu roman Peyami Safa’nın ise güzeldir. O, bu konuda doğru haber yazmaz. Piyasada çok gazete var, yeni bir gazetenin okuyucu bulacağını sanmıyorum. EŞİTLİK ANLAMI TAŞIYAN CÜMLELER Eşitlik, bir şeyin hak geçmeyecek şekilde bölüştürülmesi, paylaşması; bir bütünden herkesin aynı oranda pay alması demektir. Cebimdeki 100 liranın 50 lirasını ona verdim. Ekmeği tam ortasından bölerek yarısını kardeşime verdim. Bu şirketteki ortaklığımız yarı yarıyadır.
- Ad (İsim) Çekimleri
Adların cümlelerdeki görevleri çekimlerine (durumlarına) bağlıdır. Adlar başlıca beş durumda bulunur: Ev uzaktadır. (Ev, yalın durumdadır.) Evi gördüm. (Evi, -i durumundadır.) Eve gidiyor. (Eve, -e durumundadır.) Evde çalışıyor. (Evde, -de durumundadır.) Evden geliyor. (Evden, -den durumundadır.) Her adın cümledeki görevi, çekimiyle; yani durum eki almayıp yalın durumda bulunmasıyla veya aldığı durum ekiyle belli olur. ‹ki durum eki, bir sözcükte art arda gelmez.
- Ünlü Seslerin Daralması
Sözcüklerin sonlarında bulunan geniş ünlüler (a, e) özellikle “-yor” ekinin darlaştırıcı özelliğinden dolayı daralarak, ı, i, u, ü dar ünlülerine dönüşür. Buna ünlü daralması denir. bekl-e-yor - bekl-i-yor kalm-a-yor - kalm-ı-yor özl-e-yor - özl-ü-yor soll-a-yor - soll-u-yor örneklerinde bu daralma görülmektedir. “-yor” ekin den başka bir ekin ya da sesin darlaştırma özelliği yoktur. Ancak tek heceli olan “de- , ye-” fiilleri, kendinden sonra gelen “y” sesinden dolayı darlaşabilir. de - yor - di - yor de - yerek - di - yerek de - yen - di - yen Ancak bazen darlaşma olmayabilir. de - y - ince - de - y - ince
- Metinlerin Sınıflandırılması
Paragraflar bir araya gelerek metni oluştururlar. Metni “bir yazılı yapıtı oluşturan terimlerin, cümlelerin tümüdür. Yapıt ya da yapıt parçası diye tanımlayanlar bulunduğu gibi, “Bir yazıyı teşkil ve noktalama hususiyetleriyle birlikte meydana getiren kelimelerin topu” biçiminde tanımlayanlar da vardır. Tanımlara bakılırsa özün aynı olduğu görülür. Tanımı daha da kısaltabiliriz: Metin, bir eseri oluşturan yapı özelliklerin bütünüdür. Bir eser, fıkra ya da şiir türünden kısa bir yazı olacağı gibi; roman ve tiyatro türünden uzun bir yazı da olabilir. İşte böyle bir esere metin deniliyor. Uygulamada, özellikle okullarda uzun bir eserin tamamını incelemek mümkün olmadığı için, o eseri en iyi örneklendiren bölüm ya da bölümleri incelenir. Bu bölümlere de metin denir. Okul dilinde parça veya okuma parçası gibi sözler aynı kavramı anlatırlar. İncelemeye esas olan metin, yazılı edebiyat ürünü olabileceği gibi, yazıya geçirilmiş sözlü edebiyat ürünü de olabilir. Bu eserler incelenirken hem iç özellikleri üzerinde, hem de anlatım özellikleri üzerinde durulur. Bir eserde anlatım özelliklerinin tümüne “üslup” denir. Metinlerin Sınıflandırılması Şeması:
- Yapılarına Göre Cümle Çeşitleri
Cümleler, bildirdikleri yargı sayısına ve öğelerin yüklemle olan ilişkisine göre çeşitlere ayrılırlar. Cümlede bir ya da birden fazla yargı vardır. Başka bir deyişle birden fazla cümle bir araya gelip bir cümleymiş gibi görünebilir. Bir ceylan gibi ürktü. Tek yargı Sevincinden ne yapacağını / şaşırmıştı. İki yargı Bu tür cümlelerde bazı ögeler ortak olduğu gibi ögelerin tamamı farklı da olabilir. Bu cümleler birbirlerine bazı bağlaçlar yardımıyla bağlanabildiği gibi anlam bakımından da bağlanabilirler. Saatine baktı ve otobüsü kaçırdığını anladı. Cümleler yapı bakımından çeşitlere ayrılırken içlerindeki kelime sayısı değil yüklem, fiil veya yargı sayısı dikkate alınır. Yapı bakımından cümleler; basit, birleşik, bağlı ve sıralı olmak üzere dörde ayrılır.
- Ünsüz Yumuşaması
Türkçede sözcüklerin sonunda "b, c, d, g" ünsüzleri bulunamaz. Bunların yerine "ç, k, p, t" sert - süreksiz ünsüzleri kullanılır. Sert - süreksiz ünsüz (ç, k, p, t) ile biten bir sözcükten sonra ünlüyle başlayan bir çekim ya da yapım eki gelirse sözcüklerin bazılarında sonda bulunan ç sesi c'ye, k sesi g, ğ'ye, t sesi d'ye, p sesi b'ye dönüşür. Buna "sert - ünsüz yumuşaması" ya da yalnızca "ünsüz yumuşaması" denir. · Tek heceli sözcüklerin çoğu bu kurala uymaz. · Yabancı dillerden dilimize gelmiş sözcükler de bu kuraldan etkilenir. · Çok heceli Türkçe sözcüklerin -(i)t ekiyle türemiş olanları bu kurala aykırıdır. · "t" sesiyle biten yabancı sözcüklerin kimileri bu kurala uymaz. Örnekler : * Sert - ünsüz yumuşamasından etkilenen çok heceli sözcükler: Bilek - bileği Kitap - kitabı Tarak - tarağa Mezhep - mezhebi Bacak - bacağı Dolap - dolaba Yanak - yanağa Kasap - kasabı Toprak - toprağın Hesap - hesabı Kurak - kurağı Şurup - şurubu Ağaç - ağaca İnat - inadı İnanç - inancımız Kanat - kanadı Piliç - pilici Geçit - geçidi Pirinç - pirinci Yoğurt - yoğurdu Pabuç - pabucun Umut - umudu Borç - borcu Senet - senedin * Sert - ünsüz yumuşamasından etkilenmeyen tek heceli sözcükler : Aç - aça Bit - bitince Tok - toku Ot - ota Set - setin Sat - satılık Türk - Türk'ün Kat - katın Geç - geçen Set - setin At - atı Yat - yata İt - iti Bak - bakın Küp - küpün Saç - saçın * Sert - ünsüz yumuşamasından etkilenen tek heceli sözcükler : Kap - kabı Çok - çoğu Denk - dengi Kurt - kurda Renk - rengi Mert - merdin Git - gidin Gök - göğe Yok - yoğun Cenk - cengi * Sert - ünsüz yumuşamasından etkilenmeyen yabancı kökenli sözcükler : Millet - milleti Hükümet - hükümete Sanat - sanatı Hakikat - Hakikatı Devlet - devleti Halk - halkın Bilet - bilete Hakaret - hakaretin Kanaat - kanaati Hasret - hasretinden Saat - saatin Şöhret - şöhrete Hukuk - hukuka Tebligat - tebligatı Fazilet - fazileti Ziraat - ziraati * Sert - ünsüz yumuşamasından etkilenmeyen Türkçe sözcükler : Yanıt - yanıtı Yarat - yaratan Anıt - anıtı Arat - aratın Kanıt - kanıtı Gölet - göletin Akaryakıt - akaryakıtı Gözet - gözeten Kuşat - kuşatıcı Dinlet - dinletin Diret - direten Beklet - bekletince
- Özne ve Öznenin Özellikleri
Yüklemin bildirdiği işi, oluşu, hareketi yapan veya kendisiyle ilgili bir durumu üzerine alan öğeye özne denir. -Özneyi bulabilmek için yükleme “kim- ne – hangisi” soruları yöneltilir. -Özneyi oluşturan kelime veya kelime grupları, isim veya isim soylu kelimelerden oluşur. Örnek: İlkbaharın tatlı rüzgârlarıyla oynaşan martılar, çılgınca uçuyordu. -Özne cümlede ismin hal ekleri hariç diğer ekleri alabilir. Özneyi oluşturan kelimeler hal eklerini aldıklarında nesne ve tümleç olarak kullanılır. Örnek: Ahmet onun gelmesini saatlerdir bekliyor. Ö. Y. Ahmet’e gelemeyeceğini söyledi. Ö. Y Yüklemle özne cümlenin temel öğeleri olmasına rağmen edilgen çatılı fiillerde özne kullanılmayabilir. Örnek: Şehre bu yoldan gidilmez. D.T. D.T. Y. Bazı cümlelerde kelime halinde özne bulunmayabilir. Bu durumlarda yüklemin aldığı şahıs eklerinden özneyi bulabiliriz. Bu tür öznelere de “Gizli Özne” denir. Örnek: Eve henüz gelmedi. (Kim gelmedi? “O”) Sıralı ve bağlı cümlelerde, birden çok yüklemin bağlandığı özne “Ortak Özne” olarak adlandırılır. Örnek: Adam, adamdan korkmaz; utanır. (Özne her iki yüklemin ortak öznesidir.) Ö. Y. Y. Senin geleceğini duymuş; ama seni karşılamaya gelmemiş. ( “O” gizli özne) Y. Y. Cümlede özneler dönüşlülük zamiriyle pekiştirilebilir. Örnek: Bu resmi ben kendim yaptım. (Dönüşlülük Zamiri: kendim) Cümlede isimlerin haricinde zamirler, sıfatlar, fiilimsiler, tamlamalar, ikilemeler özne olarak kullanılabilir. Örnek: - Zamir: Dün kapımızı sen mi vurdun? - Sıfat Tam.: Sarı renk insana sonbaharı hatırlatıyor. - Adlaşmış Sıfat: Konuşanlar müdürün içeri girmesiyle sustu. - Sıfat: Yeşil, tabiatın en güzel rengidir. - İsim Tam.: Okulun kapısı büyük bir sevinçle açıldı. - Fiilimsi: Susmak, kimi zaman konuşmaktan daha iyidir. - İkileme: Kazayı duyan konu komşu bize toplanmış. - İç cümle: Kitabın başında “Bunu oku” notu düşülmüş. Özne Çeşitleri 1. Gerçek Özne: Yüklemde bildirilen işi, oluşu ve hareketi bildiren ve yapan ögedir. Örnek: Bugün size İstanbul’dan misafir geldi. Köpek, gelen misafirlere havladı. 2. Sözde Özne: Edilgen çatılı fiillerde yüklemde bildirilen işi yapmayıp yapıyor gibi görünen ve “–n –l” fiilden fiil yapım ekini almış yüklemlerle kurulan cümlelerde görülür. Örnek: Apartmanın merdivenleri yıkanmış. Bebek sıcak suyla temizlendi. 3. Örtülü Özne: Sözde öznenin kullanıldığı cümlelerde, yüklemde bildirilen işi yapan varlık “ tarafından, nedeniyle, yüzünden, dolaysıyla, etkisiyle...” gibi kelime veya “...-ce ...-ca” ekiyle pekiştirilmişse bu özneye örtülü özne denir. Örnek: Apartmanın merdivenleri kadınlar tarafından yıkanmış. Sözde Özne Örtülü Özne Yüklem Sert esen rüzgar nedeniyle yollar trafiğe kapandı. Örtülü Özne Sözde Ö. Yüklem * Not: Bir bildiren cümlede birden fazla özne olamayacağına göre örtülü özne cümle öğesi bulunurken zarf tümleci olarak değerlendirilir. Özne Yüklem Uyumu Kurallara uygun bir cümlede, özne ile yüklem (fiil) olumluluk- olumsuzluk ve teklik-çoğulluk yönünden uyum göstermek zorundadır. a. Olumluluk-Olumsuzluk Uyumu: Cümlede özne olumlu ise yüklem de olumlu; özne olumsuzsa yüklem de olumsuz olmak zorundadır. Örnek: Benim söylediklerimi herkes duyuyor mu? (herkes= olumlu; duyuyor mu= olumlu) Öğrencilerin hepsine iyi not vereceğini söyledi. (o= olumlu; söyledi= olumlu) Şimdi kimse sesini çıkarmasın. (kimse= olumsuz; çıkarmasın= olumsuz) Anlatılanları hiç kimse dinlemedi. (hiç kimse=olumsuz; dinlemedi= olumsuz) * Not: Cümlede “ne...ne” olumsuzluk bildiren bağlaç kullanıldığında yüklem olumlu olmak zorundadır. Örnek: Evde ne ekmek ne de un kalmış. Aylardır ne gelen ne de giden var. b. Teklik-Çokluk Uyumu: I. Tekil Kişi: 1) Birinci tekil şahıs böbürlenmek amacıyla kullanıldığında özne olan zamir de yüklem olan fiil de çoğul kullanılır. Örnek: Biz işe koyulursak dağları bile deleriz. Biz adamın ciğerini bile sökeriz. 2) Alçak gönüllülük göstermek için birinci tekil şahıs zamir de yüklem de çoğul kullanılır. Örnek: Şimdi bu konu üzerinde duralım; incelemelerimizi derinleştirelim. Bu konuda size güveniyoruz. II. Tekil Kişi: Saygı ve nezaket bildirmek için zamir de yüklem de çoğul kullanılır. Örnek: Siz bilirsiniz. Emredersiniz. III. Tekil Kişi: 1) Anlatıma saygı anlamı katmak için, özne tekil olduğu halde yüklem çoğul kullanılır. Örnek: Ahmet Bey evdeler mi? Şimdi çıkıtlar ama yarım saat sonra döneceklerini söylediler. 2) Organ isimlerinin çoğulları özne oldukları zaman yüklemleri tekil olur. Örnek: Ben görmeyeli saçların ağarmış. Çürük dişlerini Ankara’da yaptırmış. 3) Bitkiler, hayvanlar, zaman isimleri ve cansız varlıkların çoğulları özne olduğunda yüklem tekil olur. Örnek: Dakikalar saatler birbirini kovaladı. Köyün köpekleri gelen yabancıya havladı. * Not: Hayvanlarda ve bitkilerde kişileştirme yapılmışsa özne çoğul kullanıldığında yüklem de çoğul kullanılır. Örnek: Hayvanlar sadece korunmak ve karın doyurmak için kulak kabartılar. İlkbaharın tatlı rüzgârlarıyla sarhoş olan martılar, çılgın aralarıyla havayı çınlatıyorlardı. Düşman gemileri dört yandan adayı kuşattılar. 4) İnsan olan çoğul öznelerin bireyleri bir bütün olarak düşünülüyorsa yüklem tekil olur. Örnek: Dostlar bizi alış-verişte görsün. Belediye işçileri greve başladı. Çoğul öznelerin bireyleri teker teker düşünülüyorsa yüklem çoğul olur. Örnek: Kaymakam önde, zaptiyelerle Hoca Efendi arkada çıkıp gittiler. c. Özne ve Yüklemin Kişi Bakımından Uyumu 1) Öznesi tek olan cümlede yüklem tekil olur. Örnek: Ben geliyorum. Biz okuyalım onlar dinlesinler. 2) Öznesi ayrı ayrı kişilerden oluşan yüklemler. Özne hem ikinci hem de üçüncü şahıs ise yüklem, ikinci çoğul şahıs olur. Örnek: Halil İbrahim’le sen bugün evde kalacaksın. Özne birinci ve üçüncü şahıslardan ise; ikinci ve birinci şahıslardan ise veya birinci, ikinci ve üçüncü şahıslardan ise yüklem birinci çoğul şahıs olur. Örnek: Halil İbrahim’le ben yarın okula gitmeyeceğiz. Ben sen yokuz; biz varız. O gece Halil İbrahim, Ahmet ve ben parkta uzun bir müddet oturduk.








